Paradise | Taekook

By dameadrasteia

66.9K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''

1.9K 165 92
By dameadrasteia


18: "Our disaster is approaching, but we're just making love."


Jungkook, sokaklarda tek başına dolaşıyordu. Ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Arabayı alamamıştı çünkü çocuklar uyandıktan hemen sonra, alenen evden kaçtığı için arabasını çalıştırıp bir yere gitmesi, Jihoon'un olmasa bile Jihyo'nun muhakkak dikkatini çekerdi. O da kendisini arka bahçeden dışarı attığında, yalnızca evden uzaklaşmaya koyuldu.

Karlı ve dondurucu soğuk bir hava vardı. Jungkook içinin ürperdiğini hissediyordu. Yaklaşık yirmi dakika kadar yürüdü. Yoongi'nin, eşinin sözde arkadaşının, çalıştığı marketin önüne geldiğinde duraksadı. İçeri girebilir ve akşama kadar oyalanabilirdi. İçten içe zihninden şeytani fikirler geçiyordu. Yoongi ile uğraşmak isteği yoğun bir arzuya dönüştüğünde sırıttı. Adımlarını sola çevirdi ve marketten içeri girdi.

O anlarda zihninde kıskançlığın cirit attığı Jungkook, birilerinin kendisini takip ettiğinin bilincinde bile değildi.

Yoongi her zaman olduğu gibi kasadaydı. Jungkook'a dikkat etmemişti. Bakışları, bomboş markette rastgele bir yerlerde dolaşıyordu. Jungkook, Yoongi'yi alıcı gözle inceledi. Yakışıklı, daha da önemlisi karizmatik bir adamdı. Yaydığı aura Jungkook'a değişik hissettirdi. Yoongi'nin kendisine olan güvenini, korkusuzca kendisine bile diklenmesini hatırladı. Karşısında, korkusuz, cesaretli, özgüvenli ve kendinden şüphe duymayan bir adam vardı.

Jungkook'un aksine, Taehyung'un en başından itibaren aradığı eş modeliyle tam olarak eşleşiyordu.

Jungkook farkında olmadan dakikalarca Yoongi'yi seyrettiğinde, Yoongi'nin bakışlarının ona dönmesine sebep oldu. Yoongi ilk önce Jungkook'a dik dik baktı, ardından da sırıttı. "Bir sorun mu var?" diye sordu, ikinci kez. Her seferinde aynı konuşmaları tekrar ediyorlardı.

Ve içten içe Yoongi, Jungkook'un bu tavırlarından keyif alıyordu. Demek ki Jungkook onu bir tehlike olarak benimsemişti. Kendisiyle uğraşıyor, kocasının yanına yaklaşmaması yönünde tehditler alıyordu. Jungkook, böyle bir durumda Yoongi'ye gereksiz bir özgüven verdiğinin farkında değildi. Potansiyel bir tehdit konumunda olmak Yoongi'yi müthiş derecede memnun etti. Hiç olmazsa niyeti birileri tarafından algılanmıştı.

Jungkook'un simsiyah irisleri Yoongi'yi buldu. "Hâlâ gelen müşteriye bir sorun mu var demek yerine, bir isteğiniz mi var efendim demeyi öğrenememişsin."

"Müşterilerim içeri girdiklerinde bana dik dik bakmıyorlar."

Jungkook sırıttı. Bu tehlike barından gülüş Yoongi'yi rahatsız etti, "Her gelen müşterinin kocalarıyla tanışmak istemediğin için olabilir mi?"

"Kişisel algılamanız gereken bir durum yok."

Jungkook ilk önce bakışlarını cama çevirdi. Dışarıyı seyrettiği sırada dudak kıvrımları keskinleşti. Ellerini beline attı. Bununla birlikte kıvrılan deri ceketi, beline yerleşen silahın gözükmesine sebep oldu. Bilerek yapmamıştı. Yoongi'yi tehdit etmek gibi bir arzusu da yoktu. Yalnızca istem dışıydı. Ve istem dışı bir hareket Yoongi'yi ne kadar şok edebilirse, o kadar şok oldu. Ağzı açık kaldı. Şaşkın şaşkın bakıyordu.

Jungkook birkaç adımda kasaya yaklaştı. Bu sırada yüzünde gevşek bir gülümseme vardı. Kasanın önünde marketin ikramı olan küçük çikolatalar duruyordu. Jungkook onlardan birini aldı, açtı ve yemeye başladı. Hiçbir kaygısı olmadan rahat davranması ve kasaya doğru yaslanması, Yoongi için garip bir görüntüydü. Bu adama olan düşünceleri gün geçtikçe değişiyordu.

"Gitmeyi düşünmüyor musunuz?" diye sorduğunda, artık laubali tavırları saygıya dönüştü. "Bu şekilde işimi engelliyorsunuz?"

Jungkook sahte bir üzgünlük ifadesiyle, "Bir arkadaşın olsun istemiyor musun? Sana arkadaşlık yapacağım işte." Diyerek Yoongi'nin sabır sınırlarını yoklamayı sürdürdü.

Yoongi, bıkkın bir ifadeyle "İstemiyorum." Demek zorunda kaldı. Jungkook'un kendisiyle uğraşmasına tahammül edemediği için geri adım attı. Taehyung çok güzeldi. Yoongi'nin hayallerini süslüyordu fakat, Taehyung'un mükemmelliği bile Jungkook'la uğraşmaya katlanması için yeterli değildi.

Bu esnada Jungkook kaçıncı olduğunu bilmediği çikolatalardan bir tane daha yedi. Çikolatanın kaplarını öylece kasanın önüne bırakıyor ve Yoongi'nin bakışlarının git gide sert bir hal almasını sağlıyordu. "Pekâlâ, sen bilirsin. Demek ki arkadaşa ihtiyacın yok, bu da demek oluyor ki... Eşimden uzak durabilirsin!"

Yoongi daha fazla konuşamadı. Söyleyecek birçok şey olmasına rağmen, metal bir parça onun tüm planlarını bozmuştu. Jungkook'un kim olduğunu bilmiyor fakat onun karanlık bir adam olduğunu hissediyordu. Bu da onu ürküttü. Basit bir yaşamı vardı. Kasiyerlik yapıyor, yazdığı şarkıları yayımlama fırsatı bulmak için para biriktiriyordu. Böyle bir adamın, ne olduğunu belirsiz birinin eşi için mücadele etmesi imkansızdı.

Jungkook, "Sorunumuzu hallettiğimize göre iyi günler Yoongi." Dedi ve marketten çıktı.

Yoongi, Jungkook'un arkasından baka kaldı. Bu esnada siyah renkli iki lüks araba Jungkook'a doğru yaklaştı. İki yönden de Jungkook'u kapatmış, iki arabanın arasında kalmasını sağlamışlardı. Yoongi korkuyla cama yaklaştı. Jungkook'un dehşete düşen bakışlarını fark etti. Taş kesilmişti.

O anlarda, genelde de ıssız olan kasabada adeta hiç kimse yoktu. Yoğunluk olmadığı için Yoongi de marketteki tek kasiyerdi; aynı zamanda biraz sonra yaşanacaklarını da görecek ilk ve tek kişi olacaktı...

***

Taehyung akşam yemeğini hazırlamakla meşguldü. Bu esnada Jihyo kendisine yardımcı oluyor ve tabak ve çubukları herkesin oturacağı yere özenle yerleştiriyordu. Taehyung'un bakışları mutfakta gezindi. Birkaç saniye önce zorla mutfağa getirdiği oğlu, bir kez daha salona kaçmıştı. Oğluna ithafen:

"Jihoon, kardan adamını seyretmeye bırakıp mutfağa gelir misin lütfen?" diye bağırdı.

Jihoon ellerini cama yaslamış, babasına yapmış olduğu kardan adamı seyrediyordu. Jungkook babası kardan adamını göremediği için üzgündü. Uyuyup uyanması hiçbir şeyi değiştirmemişti. Hâlâ aklı Jungkook babasındaydı. "Baba... Neden evimize gelmiyorsun?" diye fısıldadı. Kendi kendisine konuşuyordu.

Oysa, uyurken Jungkook babasının kardan adamını görmüş olduğunu bilmiyordu. Jungkook, Taehyung duşta olduğu esnada kardan adamın yanına gitmiş ve hatta Taehyung'un telefonundan onunla fotoğraf bile çekilmişti. Mutluluğu kelimelere dökülemezdi. Bu, oğlunun kendisine olan ilk hediyesiydi. Aynı zamanda Jihoon ve Jungkook'un arasındaki ilişkinin, eskisi gibi soğuk olmadığının da göstergesiydi.

Oğlundan herhangi bir cevap alamayan Taehyung, bir kez daha salona gitti. Jihoon'un oturduğu koltukta arkasından yaklaştı ve siyah saçlarını usulca okşadı, "Hadi gel, küçük bebeğim." Derken Jihoon'un ilgisini çekmek istiyordu fakat Jihoon'un Taehyung'u bu sıralar pek umursadığı söylenemezdi.

"İstemiyorum baba..."

"Ama yemek yemeliyiz. Şimdi gel, yemekten sonra tekrar burada oturup kardan adamını izleyebilirsin."

Jihoon somurttu, "Baba... Kardan adamım henüz zarar görmedi. Eğer gözümü üzerinden ayırmazsam, onu rüzgarların üfleyip bozmasından koruyabilirim."

Oğlunun masum fikirleri Taehyung'u gülümsetti, "Eğer oğlumun kardan adamı bozulursa, ben çok kızacağım rüzgarlara. Üflemeyin deyip azarlayacağım onları, söz."

Dört yaşındaki bir çocuğun, rüzgârı yalnızca üfleyen 'bir şey' olarak ifade etmesi, babasının da rüzgâra kızabileceğine inanmasını sağlıyordu. Bakışlarını babasına çevirdi. Saçlarını okşayan elleri tutmak istedi fakat babasının kollarına sarılmıştı yalnızca. "Gerçekten yapacak mısın baba? Benim kardan adamımı korur musun?"

"Evet, seni nasıl koruyorsam kardan adamını da öyle koruyacağım." Derken Taehyung'un aklından bambaşka bir düşünce geçiyordu.

Eğer kardan adam sahiden zarar görürse, Jihoon çok üzülecekti. Bu düşünce Taehyung'un kalbini sızlattı. Jungkook'u bir gün daha saklayamazdı. Bu akşam, hatta birkaç saat içerisinde Jungkook evlerine dönmeliydi. Sağ gözünü ambalajla kapatabilirlerdi. Muhtemelen çocuklar sürekli olarak ne olduğunu soracaktı fakat bir bahane uydurup, iltihap kaptığını söyleyebilirlerdi. Diğer yaralar ise, makyajla kapatabilecek türdendi.

Taehyung, Jihoon'un elini tuttu ve onu mutfağa götürdü. Jihyo masada sessizce oturuyor ve kardeşini ve babasını bekliyordu. Kardeşi geldiğinde yanındaki sandalyeyi işaret etti. "Buraya gel küçük tavşan." Dedi.

Jihoon ablasının yanına koştu. Ablasının yardımıyla sandalyeye oturabilmişti. Bakışları bu esnada mutfak camında geziniyordu. Jihyo bunu fark ettiğinde, "Bakma artık." Dedi. Elindeki muzlu süt kutusunun pipetini batırdı ve Jihoon'a uzattı. "Al hadi, sütünü iç."

Jihoon sütü eline aldı. Dudaklarını büzdü. Bakışları sütüne kaydığında bir anlığına dikkati dağıldı. Bugün hiç süt içmediğini hatırladığında gözleri heyecanla parıldadı. Sütünü içmeye başladı. Pipeti dudakları arasından çektiğinde, "O benim Jungkook babama ilk hediyemdi." Diye sızlandı. Tekrar sütünü içmeye başladı, hızlı hızlı içtiği için nefes nefese kalıyordu. Pipeti tükürür gibi dudakları arasından bıraktı:

"Görmeden bozulursa çok fazla ağlayacağım." Birkaç yudum daha aldı. "Hiç, hiç susmayacağım." Birkaç yudum daha. İrileştirdiği gözleri Taehyung babasını buldu, sütü bitmişti. Kutudaki boş havayı çektiğinde, çıkan garip sesle birlikte sütü Jihyo'nun eline tutuşturdu. Etrafına baktı, ablasının önündeki sütü gördü ve eline aldı. Pipeti, kutuya sertçe batırdığında "Hep ağlayacağım!" Diye bağırdı. "Çok üzüleceğim ben baba..."

Jihyo boş kutuyu eline aldığında gülmeye başladı. "Nasıl bu kadar şımarık ve sevimli olabiliyor..."

Taehyung oğlunun efkârlı bir şekilde süt içmesini izlerken, bu görüntü karşısında kahkaha atmamak için dudaklarını ısırıyordu, "Sen kime çektin böyle... Tatlığınla beni çıldırtmak istiyorsun resmen."

Jihoon dudaklarını ileri doğru büzdü. İrice açtığı parlak gözleriyle Taehyung'a bakarken, süt isteyen kedilere benziyordu. "Tatlı falan değilim, baba. Üzgünüm ben. Kalbim kırık benim."

Taehyung'ta Jihoon gibi dudaklarını büzdü. Aslında Jihoon'un kime çektiği belliydi. Yavru kedi bakışlarını atma sırası bu defa Taehyung'taydı. Taehyung, Jihoon'un gerçekten de üzüldüğünü ve kalbinin kırıldığını fark etti. Eşini aramaya ve eve geri gelmesini istemeye karar verdiğinde, birkaç saniye önce oturduğu yerden tekrar kalktı.

Taehyung kızına döndü ve "Kardeşinle ilgilenir misin bebeğim?" diye sordu. "Küçük bir işim var."

Jihyo tatlı tatlı güldü, "Merak etme, baba. Ben Jihoon'a yemeğini yedirebilirim."

Taehyung, çocuklarının saçlarını okşadı ve küçük öpücükler bıraktı. Yukarı, yatak odasına çıktı ve telefonunu buldu. Bu sırada Jihyo çubuğuna tavuk parçası batırmıştı, "Bunu yemek istiyor musun?" diye sordu ve irileştirdiği gözleriyle kendisine bakan Jihoon'a döndü. Jihoon yemek gördüğünde hep heyecanlanırdı ve Jihyo bu görüntüyü sevimli buluyordu.

Jihoon hızlı hızlı başını salladı ve işaret parmağıyla, pirinç lapasını gösterdi. Jihyo ilk önce, tavuğu kardeşinin yiyebileceği şekilde parçalara ayırdı. Biraz da pirinç lapası aldı ve Jihoon'a uzattı. Hiçbir itirazı olmadan ağzını genişçe açan kardeşi çok tatlı gözüküyordu. Yanakları tombuldu ve her çiğnediğinde, gözlerini kapatıp açıyor, dudakları öne doğru büzülüyordu.

Jihyo dayanamadı kardeşinin tombul yanaklarını öptü, "Sen bu hayatta gördüğüm en sevimli çocuk olabilirsin."

Jihoon ablasının muzlu sütünü içtiği sırada gözlerini sıkıca kapattı. Bu ablasını onaylama biçimiydi. Süt kutusunu masaya bıraktığında, önce parlak dişleri gözükecek ve gözleri küçücük kalacak biçimde gülümsedi. Ardından Jihyo'nun koluna sarıldı ve yanağını, ablasının küçük gövdesine yerleştirdi. Tıpkı bir yavru kedinin sahibinin ayağına sürtünmesi gibi, yanağını ablasının gövdesine sürtmeye başladı.

"Abla... Ben seni de çok seviyorum." dediğinde, Jihyo neredeyse elindeki çubukları düşürecekti.

Jihoon herkese, ayrı ayrı çok düşkündü. O bu evde büyümüştü. Jihyo gibi yetimhanede kaldığı zamanları hatırlamıyordu. Ona göre Taehyung ve Jungkook öz babası ve Jihyo'da öz kardeşiydi. Belki de bu yüzden ailesine olan hassasiyeti çok yoğundu.

Jihyo, minik kollarını yetebildiği kadar Jihoon'a sardı, "Ben de seni küçük tavşan."

Jihoon babalarını olduğu gibi, Jihyo'yu, biricik ablasını da seviyordu. Henüz dokuz yaşında olan ablasına saygı duymasının en büyük sebebi, onun kendisiyle çok güzel ilgilenmesinden kaynaklanıyordu. Jihoon, sevgi sözcükleri kullanmayı bilen bir çocuk değildi. Babalarına bile seni seviyorum dememişti. O sadece sevgisini, yanağını babalarının yanağına sürterek ve onların göğsünü ve bacaklarını okşayarak gösterebilirdi. Bugün ise ablasına ilk defa seni seviyorum demişti ve Jihyo, bu samimi anı uzun bir süre aklından çıkarabileceğini sanmıyordu. Jihoon'un sevimliliği unutulacak gibi de değildi zaten...

***

Taehyung bazı anlarda çok dalgın olurdu. Aklında bir düşünce yer edindiğinde, neredeyse tüm gün onu düşünür, kulakları sağır ve gözleri kör olmuş biçimde dolaşırdı. Bugün ise tek düşündüğü kocası ve gün içinde yaşadıkları her şeydi. İlk önce yaptıkları kısa seksi düşündü. İkisi içinde yetersiz olan süre daha fazla zevk almalarını sağlamıştı. Durmak istememenin verdiği hırs ve arzu, daha hızlı ve sert hareket etmelerine sebep olmuştu. İkisi de buna bayılıyordu. Gerçek hayatta sahip olduğu kişiliklerle yatakta sahip oldukları hırs, zevk ve arzular fazlasıyla farklıydı. Yatakta iki canavar gibi davranıyorlardı. Normal hayatta ise sadece, sevimli birer baba görevi görüyorlardı.

Taehyung yatak odasına çıktı. Yatağın üzerindeki telefonunu aldı ve eşini aradı. Jungkook'un telefonlarını açmamasına alışkındı. Fakat hiç olmazsa normalde telefon çalardı. Bu defa o bile olmadı. Telefon direkt olarak kapandı. Taehyung, Jihoon'un oyuncaklarıyla kaplanan salonda eşinin parçalanan telefonunu göremediği için, onun telefonsuz kaldığından habersizdi. İster istemez sinirleniyordu, "Konuşmamızın üzerinden bir gün bile geçmedi..." diye sızlandığında, kocasına sinirlenmekle anlayış göstermek arasındaki çizgide adeta kayboldu.

Yatak odasında bir sağa bir sola dönüyordu. Jungkook'a ulaşması gerekiyordu. Jihoon'un üzgün halleri ve Jihyo'nun sessizliği onu telaşlandırıyordu. Eşine olan öfkesini bir kenara attı ve çocuklarının babasıyla konuşması gerektiğinin bilincinde, yapmak istediğine değil yapması gerekene yöneldi.

İlk önce iş yerine gittiğini düşündüğü için Jaehyun'u aradı. Jaehyun, Jungkook'un bugün için şirkete hiç uğramadığını söyledi. Taehyung bu duruma fazlasıyla bozulmuştu fakat sessiz kaldı ve teşekkür edip telefonu kapattı. "Nereye gitmiş olabilir?" diye düşünüp durdu. Durduğu yerde duramıyordu. Kocası konusunda bu kadar çok hassaslaşması onun en büyük sorunuydu. Artık birkaç saatlik habersiz kalma durumu bile Taehyung'u şüphelendiriyor ve bugün konuştukları her şeyin, yalan olduğunu düşündürtüyordu.

O anlarda eşinin telefonu olmadığını bilmeyen Taehyung, Jungkook'un nereye gittiğini ve gittiği yerde ne ile muhatap olup telefonunu kapatma ihtiyacı duyduğunu düşünmeye başladı.

Seokjin'i aramak istedi fakat numarası bile yoktu. Mecburen umutsuz bir şekilde yatağa oturdu. Dudakları büzüldü, üzgün bir yüz ifadesiyle kendi suretini aynadan incelerken, bu kadar duygusal olduğu için kendisine acıyordu. Zaman farklıydı fakat yaşanılan olaylar hep aynıydı. Taehyung ne zaman mutlu olacaklarını düşünmeye fırsat bile bulamadı. Şimdi mutfağa inmesi ve çocuklarıyla ilgilenmesi gerekiyordu. Sorumlulukları çok fazlaydı. Kendisini düşünmek için çok kısa bir vakti vardı ve o vakitte üzülmekle geçiyordu.

***

Jungkook her zaman tehlikenin kucağındaydı. Tek sorunu ise buna alışamamasından kaynaklanıyordu. Etrafını saran arabalar onu hastalığı yüzünden ürküttü ve soluk alışverişleri hızlandı. Seokjin olduğunu düşünseydi bu kadar korkmazdı fakat son yaşanılanlardan sonra, Seokjin'in bir süre karşısına çıkmaya cesaret bulamayacağını biliyordu. Şu an onu alıp götürmek isteyen her kimse bir yabancıydı ve Jungkook bu durumdan çekindi.

Kımıldamadı. Belindeki silahı da açığa çıkarmadı. Yalnızca durdu ve arabadan çıkacak kişiyi bekledi. Bu sırada sakinleşmeye çalışıyordu. Fakat hiçbir şey tahmin ettiği gibi olmadı ve bu da tedirginlik hissini tetikledi. İki arabadan toplam dört iri yarı adam çıktı. Jungkook güçlü, kuvvetli ve cüsseliydi fakat bu adamların hepsiyle aynı anda mücadele edebilecek seviyede değildi.

Adam, "Bizimle geliyorsun." Dedi. Ses tonu kalın ve gürdü. Bir robot gibi hareket ediyordu.

Jungkook "Sen kimsin?" diye sordu.

Gururu ve kibri, hastalığına ağır basıyordu. O bir zamanların, en tehlikeli ve güçlü liderinin oğluydu. Kaçırılırsa kendisini alçaltmış olacaktı. Bunu düşündü ve güç aldı. Mücadele etmeye karar verdi.

Adam cevap vermedi fakat Jungkook'un kolunu tutmaya çalıştı. Jungkook bu duruma müthiş derecede öfkelendi. Kimse onu bu şekilde alıp götüremezdi. Senelerce aldığı eğitimlerin hakkını vererek ve donanımlı biri olduğunu belli ederek adamın kolunu tuttu ve kolunu, dirseğinden bükerek ters çevirdi. Adamın suratını arabanın kaputuna çarptı. Eş zamanlı olarak boştaki eliyle silahını çıkardı, silahın emniyetini açmasıyla birlikte adamın kafasına yaslaması yalnızca birkaç saniye sürdü:

"Sana bir soru sordum!" diye gürlediğinde, herkesi, fakat en başta arabanın içerisinde onu dikkatle izleyen adamı şaşırttı.

Seokjin'in anlattığı kişiyle, karşısında gördüğü bu öfkeli adam arasında büyük çaplı bir fark vardı.

Korumalardan sorumlu olan adam apar topar arabanın arka koltuğundan indi ve "Bay Jeon." Diyerek saygıyla Jungkook'u selamladı. Jungkook'un bakışları saniyelik olarak az önce arabadan inen adamı bulsa da tuttuğu korumanın hareketlenmesiyle, korumanın suratını bir kez daha kaputa çarptı ve "Hareket etme." Dedi. "Soruma cevap verin. Siz kimsiniz?"

"Ben Jungwoo, patronum sizinle konuşmak istiyor. Amacımız sorun çıkarmak değil, lütfen sakinleşin."

Jungkook sinirle gülmeye başladığında, Jungwoo onun sakinleşmekten çok uzak olduğunu anladı. Karşısındaki adam öfkeyle solumaktan nefes nefese kalmıştı ve bu görüntü Jungwoo'ya korkunç geldi. Jeon Jungkook, sahiden de Jeon Jongsuk'un oğluydu. Bu bile doğru kişiyi seçtiklerinin göstergesiydi.

Lider olması gereken kişi Seokjin değil, Jungkook'tu ve onlar bunu sağlayacak, Jungkook'a hakkı olanı verecekti.

Jungkook "Patronun kim?" diye sordu.

"Arabada, şu an sizi bekliyor."

Jungkook, korumayı serbest bıraktı. Güçlü bir adam olduğunun göstergesi olarak iri yarı korumayı fırlatır gibi bıraktı ve yalpalamasını, ardından da yere düşmesini sağladı. Birkaç adım attı. Arabanın içerisine baktı fakat filmli camla kaplıydı ve hiçbir şey gözükmüyordu. Yine de dik dik bakmayı sürdürdü, "Arabadan insin." Diyerek emretti.

"Ne yazık ki mümkün değil. Burada konuşamayız. Sizi uygun bir mekâna götürmemize izin verin."

Jungkook adamın yüzüne "Sana neden güveneyim ki?" dercesine baktı fakat bunu dışarıya vurmadı. Eğer korktuğunu hissettirirse itibarı zarar görürdü. Bir taraftan ise, içten içe korkuyordu. Issız bir yerde, ne olduğu belirsiz bir şekilde ölüp giderse çocukları ve eşi ne yapardı?

Bu durum kendisini ikileme düşürdü. Yalnızca bir konuda Seokjin'e hak veriyordu. Sahip oldukları bu hayat, ailesi olanlar için adeta bir kabustu. Kendisini korumak bile zorken o aynı zamanda ailesini düşünüyor, ailesini korumak için çabalıyordu. Şimdi gitmeliydi çünkü gitmezse, ileride sahip olmak isteyeceği gücü, korkak bir adammış gibi görünerek kaybederdi. Öte yandan eğer bu kişi sahiden bir düşmansa ve onu kandırıyorsa, yine aşağılık, aptal bir adam olarak, bir dağın tepesinde ölüme terk edilirdi.

Yine de bir gün Seokjin'in yerine geçeceğini düşündüğünde, cesur davranarak "Tamam." Dedi.

Jungwoo "İlk önce silahınızı indirmelisiniz, efendim..." diye mırıldandı ve yarım ağız gülümsedi. "Yolun kenarındayız."

Bulundukları yoldan hiç kimse geçmiyordu. Günün bu saatlerinde, karlı bir havada, dondurucu soğukta ve yazlık olarak kullanılan sitelerde yaşayan, tek tük insan vardı. Jungkook bunu aklından geçirdi ve içini rahatlattı. Silahın emniyetini kapattı ve beline yerleşti. Öfkesine yenik düşmesi bir yana, gücünü göstermek arzusuyla dolmuştu. Taehyung'a bir şeyler anlatmaya başladığından itibaren, çok daha kudretli hissediyordu. Omuzları dik ve adımları kendisinden emindi. Güçleniyordu. Seokjin'in ürktüğü canavar, kendisini bulmaya başlıyordu.

Jungwoo, Jungkook adına arabanın kapısını açtı. Jungkook birkaç adım attı. Arabaya binmeden önce istem dışı şekilde bakışlarını sola çevirdi. Tam o an, Yoongi'nin marketin içerisinde olduğunu anımsadığında, taş kesildi. Dudakları arasından çıkan küfürlerle beraber arabaya bindi. Markete geri dönemezdi, en iyisi hiçbir şey olmamış gibi davranmaktı.

Jungkook camın arkasındaki yüzü göremese de, marketin içerisine bakmaya başladığında Yoongi, fark edildiğini sandı. Hemen birkaç adım geri çekildi. Kalbi ağzında atıyordu, "Ben neler gördüm böyle..." diyerek kendi kendisine fısıldadı. Şaşkınlıktan dili tutuldu, "Bu adam... Ne haltlar karıştırıyor?"

***

Jungkook, Jungwoo'nun 'patronum' dediği kişinin arabasına binmedi. Mekân dedikleri bir yere gidecekleri söylendiğinde yalnızca sessiz kaldı. Yol boyunca, yaklaşık bir saat kadar ilerlediler. Bu esnada akşam oldu. Hava karardı, güneş, dağların arasına gizlendi ve kısa sürede de kayboldu. Jungkook, normalde bu saatlerde eve geri dönüş yolculuğunda olmalıydı. Fakat şimdi, neredeyse gece yarısına kadar eve uğrayamayacaktı. Bunu düşündüğünde, ellerini deri ceketinin cebine attı ve yoklamaya başladı. Taehyung'u araması gerekiyordu.

"Sikeyim..." diye sızlandığı sırada, telefonunu parçalamış olduğunu ve Taehyung'a ulaşamayacağını farkına vardı. Yoğun bir vicdan azabı çekiyordu. Akşam, çocuklar uyuduktan sonra eve geri döneceğine söz vermişti. Eve dönemeyecek olması bir yana, Taehyung'a da haber veremeyecekti. İçinden "Neden ben çabaladıkça her şey daha da berbat bir hal alıyor?" diye geçirdi. Suratı asıldı, dışarıyı seyrederken eve gittiğinde Taehyung'a ne söyleyeceğini düşünmeye başladı.

Yaklaşık yirmi dakikalık yolculuğun ardından araba durdu. Ön koltukta oturan Jungwoo, "İnebiliriz." Diyerek Jungkook'a seslendi. Jungkook dalgın bir şekilde başını salladı ve arabadan indi. Geldikleri yer hakkında hiçbir fikri yoktu. Burası izbe bir fabrika binasıydı. Ağabeyinin, silah üretimi yaptığı, üç büyük binadan birine benziyordu.

Jungkook kaşlarını kaldırdı. Sert bir ses tonuyla "Patronun nerede?" diye sordu.

Jungwoo, "İçeride sizi bekliyor." Dediğinde, Jungkook onu beklemeden siyah, paslanmış demir kapıyı açtı ve içeri daldı.

Tam da tahmin ettiği gibiydi. Kapının sağ tarafında dizilmiş sandıkların içerisinde, silah olduğuna emindi. Orta alanda üretim için yapılacak malzemeler bırakılmıştı. Jungkook her kiminle görüşüyorsa, o da ağabeyi gibi kaçakçılık yapıyordu.

"Merak etme, ben devlet için çalışıyorum."

Jungkook sesin geldiği yöne, sol taraftaki merdivenin başında duran kişiye baktı. Esmer tenli, uzun boylu, oldukça yakışıklı yüzlü, kahverengi saçlı bir adamdı. 'Klasik mafya' modeline uymayacak biçimde, salaş giyinmişti. Güler yüzlüydü ve Jungkook'a sanki, kırk yıllık ahbabıymış gibi sevimli şekilde gülüyordu.

Jungkook birkaç adım attı ve "Sen kimsin?" diye sordu.

Adam sırıttı. Ağır adımlarla aşağı iniyordu, "Beni tanıyorsun." Dedi. Kaşlarını kaldırdı, daha çok alay ediyor gibi "Ağabeyinin sevgilisiyim." Dedi. Jungkook adamın yüzündeki ifadeyi göremese bile, sesindeki tiksintiyi çok net hissetti.

Bu adamın, Seokjin'den nefret etmesi işine yarardı. Jimin ile olduğu gibi, bu adamla da ilişkilerini geliştirirse, Seokjin'e açtığı savaşta mağlup olması gibi ihtimal yoktu. Bir harp hazırlığındaydı ve müttefiklerini sağlam tutmak istiyordu. Seokjin'i devirdiğinde, her türlü zorluğa göğüs gerecek biçimde hazırlıklı olmalıydı. Yine de o anlarda adama muhtaç olduğunu bunu belli etmek istemedi.

Dalga geçercesine, "Evet sizi tanıyorum." Dedi. "Ablanızı öldüren, Park Jimin... Kendisi benim müvekkilim."

Adamın tüyleri diken diken oldu. Bu konu hakkında hiçbir bilgisi olmadığı ortadaydı. Artık basamakları daha hızlı iniyor, ayakkabıları zemine çarptığında çıkan ses fabrikanın duvarlarında yankılanıyordu. Öfkeyle doldu. Tam şu an Seokjin'le ilgili bir gerçeği daha öğreniyordu. Sakin kalmaya özen göstererek "Anlayamadım?" dedi. "Ne demek istiyorsun?"

Jungkook kıkır kıkır güldü. "Sevgilin, eski sevgilisini korumam ve hapisten çıkarmam için beni tuttu." Dedi. Adamın yüzü gerginleşti ve hatları belirginleşti. Kasıldığını ve öfkeden titrememek için, kendisini zapt ettiğini anlayan Jungkook, oyuncu bir tavırla "Ah!" dedi. "Yoksa bilmiyor muydun? Pot mu kırdım? Üzgünüm..."

En başından beri içinde bulundukları savaş fiziksel değildi. Jungkook bunu yeni yeni anlıyordu; güç gösterisine dayanmıyordu. Bu savaş sadece psikolojikti. Herkes, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışıyor ve zaaflarını kullanarak, karşısındakini alt etmeyi deniyordu. Bu zamana kadar Seokjin'in uygulamakta olduğu taktik, artık Jungkook'a da mantıklı gelmeye başladı. Ve bu durumdan zevk aldı. Karşısındaki adamın ağladı ağlayacak ifadesi, doğru yolda olduğunun göstergesiydi:

"Bilmiyordun değil mi? Seokjin herkes gibi seni de kandırdı..."

Adam soluklarının boğazına dizildiğini fark ettiğinde, neredeyse yığılıp kalacaktı. Ciğerlerini kesik bir nefesle doldurdu, "Bilmiyordum." Diyebildi. "Seokjin, Jimin ile hâlâ görüşüyor mu?"

Jungkook, sanki karşısındaki adama üzülüyormuş gibi dudaklarını büzdü, "Jimin'i her hafta ziyaret edip, onu hapishaneden kurtaracağına dair yeminler ediyor..."

Adam, ellerini birbirine sürttü. Gözleri boşluğa takılı kaldı. Aklındaki her şeyi ölçüp biçiyor ve dehşete kapılıyordu. Seokjin'in bu kadar haysiyetsiz biri olduğunu nasıl anlayamamıştı? Seokjin ilk önce ablası Seolhyun'u Jimin ile aldatmış, daha sonra kendisine gelip sevgilisi olmadığını söyleyerek romantik tekliflerde bulunmuştu. Aşkını haykırmış, Jimin'in ismini bile geçirmemişti. Ta ki, o lanet güne kadar...

Adam silkelendi ve dik durmaya çalıştı, "Aslında bakarsan, ben de seni bu yüzden çağırdım."

Jungkook dik dik baktı, "Jimin ve Seokjin'in ilişkisi için mi?"

"Bana yardım etmen için..."

Jungkook fırsatın ayağına geldiğini düşündüğünde, neredeyse sevinçten gülecekti. Yine de dudaklarını birbirine bastırdı ve "Sana neden güveneyim ki?" diye sordu, kaba bir şekilde. "Bana ne vaat edebilirsin?"

"Ne istersen," diyerek adam, krallığını ilan etmek isteyen bir veliaht prense tacı kendi elleriyle uzattı. "Sen bana ne istediğini söyle, ben de sana onu sunayım. Karşılıklı bir antlaşma gibi düşün. Yalnızca... Antlaşmanın şartlarını sen sunacaksın ve ben de koşulsuz şartsız kabul edeceğim."

"Neden bunu yapıyorsun?"

"Basit değil mi? Çünkü Seokjin'den ve oynadığı oyunlardan bıktım. Tıpkı senin gibi. Bu yüzden birbirimize ihtiyacımız var ve ben de sana yardım etmek istiyor, karşılığında da bana yardım etmeni bekliyorum."

Jungkook bir kez daha akıllı bir adam olduğunu belli ederek, "Seokjin ile birleşip benim arkamdan iş çevirmeyeceğini nereden bilebilirim?" diye sordu. Kaşları havalandı. Kuşkuyla karşısındaki yakışıklı adamı süzüyordu.

Adam kibirli bir tavırla güldü. Yaptığı şeytani planla gurur duyuyordu. Bakışlarını soluna çevirdi ve sandıkları işaret etti, "Şu sandıkları görüyor musun?" diye sordu. "İçerisinde Seokjin'in ürettiği silahlar var. Bu gece, sabaha karşı teslimat yapılacak." Güldü, "Ve biliyor musun? Bu teslimat devlet ile arasında olacak." 

"Seokjin... Asla devletle anlaşamaz."

Adam gülmeye başladı. "Hiçbir şey anlamıyorsun değil mi? Seokjin en başından beri korkuyordu... Ve bu yüzden devletle anlaşmak istiyordu. Bunu sağlamak için ise bana ya da ablama ihtiyaç duyuyordu. Çünkü ailemiz senelerdir sadece devlet için çalıştı. O da bunu biliyordu. Ablam ölene kadar işlerini onun aracılığıyla halletti. Ablam öldükten sonra ise, bana aşıkmış taklidi yaptı. Beni kullandı. Devlet ile ilişkilerini düzelttiğinde, beni yine siktir edecekti..."

Jungkook'un şaşkınlıktan dili tutuldu. Seokjin'in bu kadar korkunç derecede derin bir plan yapıyor olması onu dehşete düşürdü. Kendisiyle ve ailesiyle ilgili de bu denli güçlü planları var mıydı? İçi ürperdi ve baştan ayağı titredi. Seokjin'den kurtulmaktan başka çaresi yoktu. Ağabeyi... Şeytanı bile korkutup kaçırırdı.

"Seokjin kendisini bir Tanrı sanıyor, bize ise onun birer basit kulları olmaktan öteye gidemiyoruz." Derken adam, sandıkların önüne doğru usulca yürüdü. "Ama bugün Jungkook, Tanrı'nın bile hazırlıksız olacağı bir kıyamet koparacağım."

Yüzündeki tebessüm korkunçtu. Jungkook'a döndü:

"Bu kutuların içinde ne var biliyor musun?"

Jungkook yalnızca başını iki yana salladı. Sus pus olmuştu. Adama dik dik baktı. Adam neşeyle kahkaha attı, "Saatli bomba." Dedi. "Teslimat sırasında patlayacak bir saatli bomba."

"Sen... Ne hedefliyorsun?"

"Anlatacağım... Senden yalnızca bir cevap bekliyorum. Benimle misin?"

Jungkook dalga geçercesine "İsmini bile bilmediğim bir adamla mı..." dedi. Aslında ismini biliyordu. Jimin görüşme esnasında söylemişti. Fakat o anlarda, adama tabii ki de Jimin'den bahsetmeyecek ve işleri daha da kızıştırmayacaktı. "Hayır, hiç sanmıyorum."

Adam, Jungkook'un önüne kadar yürüdü ve elini uzattı:

"İsmim, Namjoon." Dedi. "Kim Namjoon."

***

Jungkook, Namjoon'un korumaları tarafından eve bırakıldığında, saat gece yarısına yaklaşıyordu. Vakit ne erken ne de geçti. Tam olarak Taehyung'un istediği saatte eve geri gelmişti. Salonun ışıkları kapalıydı fakat yatak odalarının ışıkları yanıyordu. Demek ki Taehyung henüz uyumamıştı. Jungkook, evin şifresini girdi. Biraz tedirgin hareket ediyordu. Çocuklarıyla karşılaşma ihtimalinde, hâlâ iyileşmekte olan yaralarını kapatmamıştı ve bu durumu açıklayamazdı. Fakat biliyordu ki Taehyung, çocukları asla bu saate kadar uyanık tutmazdı.

Jungkook ağır adımlarla merdivenlerden çıktı. Çok yorgundu. Bir karmaşanın ortasında kalmış gibi hissediyordu ve düşünmek... Artık düşünmek kendisini yalnızca bitap bir hale getiriyordu. Bugün için daha fazla şey düşünmeyi kendisine yasakladı. Kocasıyla ilgilenecek ve gönlünü almaya devam edecekti.

Üzerindeki deri ceketi çıkardı. İşaret parmağının ucuyla tuttu. Siyah kazağını da üzerinden çıkardığında, ara holde, yatak odalarına ulaşmadan üst bedenini çoktan çıplak bırakmıştı. Çocuklarının odalarında ve iyi olduklarına kanaat getirdi. Ardından yatak odasına girdi. Taehyung yatakta değildi. Jungkook döndü ve balkona baktı. Taehyung kendisini ya balkonda ya da yatakta beklerdi. Bu defa ikisi de olmamıştı.

Dikkat kesildi. Taehyung banyodaydı ve muhtemeldir ki duş alıyordu. Jungkook su sesini işitebiliyordu. Hemen belindeki silahı çıkardı ve kendi tarafındaki komodinin en alt çekmesine koyup, arkaya doğru itti. Bu zamana kadar yakalanmadıysa bile, her seferinde silahı bırakırken büyük bir tedirginlik yaşıyordu. Eve silah sokmasını, Taehyung'a hiçbir şekilde izah edemezdi. Taehyung sözleriyle kendisini dövmekten beter ederdi.

Derin bir nefes aldı. Bulanık zihnini rahatlatmaya çalışıyordu. Başka şeyler düşündü. Kendisinin de duş almaya ihtiyacı vardı. Taehyung'a eşlik edecekti. Bu sebepten soyunmaya başladı. İlk önce botlarını çıkardı. Ardından ise altındaki siyah kottan kurtuldu ve iç çamaşırıyla kaldığında, giysilerini kirli sepetine atıp banyoya girdi.

Eşi duş kabininin içerisindeydi. Sırtı kapıya dönüktü. Saçlarını yıkıyordu. Buğu yapmış camın ardından gözüken bedeni, nefes kesici ve muazzamdı; kollarını havaya kaldırmıştı, kalçası, incecik beli arkaya doğru gerindiği için çıkık duruyordu. Uzun ince bacaklarına nazaran dolgun olan kalçaları, dişileri kıskanacak biçimdeydi.

Jungkook eşine ulaşma arzusuyla yanıp tutuştu. Hemen iç çamaşırını çıkardı ve kabine doğru hevesle koşar adımlarla ilerledi. Taehyung'un soyunduğu esnada kabinin önüne bıraktığı eşyalara takıldığında tökezledi. Neredeyse düşecekti. Bu utanç verici haline kendi kendisine güldü. "Her seferinde aklımı başımdan alıyor..."

Haklıydı. Taehyung'un çıplak bedenini gördüğünde her zaman heyecanlanır ve kendisinden geçerdi. Aslında Jungkook'un dört senelik kocasıydı fakat yine de Taehyung, Jungkook'un gözünde o kadar kutsal ve o kadar sıra dışıydı ki Jungkook hâlâ eşinin gerçek olduğunu algılamakta zorluk çekiyordu. Bu, bir meleğin yeryüzüne indiğine inanmasıyla eş değerdi ve Jungkook yine biliyordu ki, Taehyung meleklerin bile kıskanacağı türden eşsiz bir güzelliğe sahipti.

Geniş banyolarında yer edinen duş kabininin kapısını açtı ve içeri girdi. Bu esnada Taehyung köpürttüğü saçlarını yıkıyordu. Arkasında birinin olduğunu ve kapıyı açtığını hissettiğinde süratle arkasına döndü, sırtını seramik kaplı duvara yasladı ve neredeyse çığlık atacakken, Jungkook'un "Ben geldim sevgilim, korkma." Demesiyle rahat bir nefes aldı.

Gözleri irice açılmış, dudakları aralık biçimdeydi. Eşini gördüğünde kaşlarını çattı, "Beni korkuttun. Geleceğin zaman haber vermeliydin."

"Üzgünüm..." Jungkook kollarını eşinin beline sardı ve onu kendisine çekti. Tepeden akmakta olan sıcak su şimdi ikisini de ıslatıyordu. "Haber vermek istedim fakat telefonum kırılmıştı."

Taehyung ellerini eşinin omzuna yerleştirdiği sırada "Biliyorum..." diye mırıldandı. "Biraz geç oldu fakat çocuklar uyuduktan sonra salondaki oyuncakları toplarken görebildim. Telefonunu kırmışsın..."

Taehyung kuşkuyla Jungkook'u süzdü. Bakışları yalnızca şüpheci ve sorgulayıcı değil, aynı zamanda mahcubiyet ve çekingenlik de içeriyordu. Yine de eşinin gözlerinin içine baktı. Boşanmak istediğini söylediği gece, eşinin telefonunu kırdığını anladığında ister istemez düşünmeye başladı. O gece Jungkook'a tam olarak ne olmuştu? Çok mu sinirlenmişti? Kriz geçirecek seviyeye gelmiş miydi? Yoksa yalnızca ağlamış ve kalbi mi kırılmıştı? Tüm bunları çok merak ediyordu.

"Evet, öyle oldu..." diyerek Jungkook kaçamak bir cevap verdi. Taehyung'un boşanmak istediğini söylediği an, hayatının en berbat ve kâbus dolu günüydü. Ve hiçbir şekilde boşanma mevzusunu açmak, o geceyle ilgili konuşmak istemiyordu.

Taehyung bakışlarını eşinden kaçırdı. Gözlerinin içine bakmaya utanıyordu, "O gece... Nasıl hissettin?"

Jungkook içinden geçenleri anlatmayı becerebilen biri değildi. Üstelik o korkunç anı anlatmaya kelimeleri de yetmezdi. Gülümsedi. Buruk, acı verici ve çaresiz tebessüm Taehyung'un kalbine bir ok gibi saplandı. Jungkook "Her şeyimi kaybetmiş gibi hissettim." Diye fısıldadı. "Sensiz yaşayamayacağımı bildiğim için ölecekmişim gibi..."

Nefes alamadığı sırada boğulduğunu ve öleceğini sandığı anı anımsadı. Tüyleri diken diken oldu. Dehşet vericiydi. Hatırladıkça solukları hızlanıyor, ciğerlerini havayla doldurmak ihtiyacı hissediyordu.

Taehyung eşinin çaresizliğini ve tükenmişliğini, gözleri birbirine değerken hissetti. O anlarda, hiçbir önemi olmadığı halde "Özür dilerim." Diye mırıldandı. "Yalnızca... Tüm bu yaşadıklarıma daha fazla katlanamayacağımı hissettiğimde, en doğru şeyin boşanmamız olduğunu düşündüm..."

Jungkook göz bebeklerine kadar titredi. Yalnızca 'boşanmak' kelimesi bile paniklemesine sebep oldu. Kesik bir nefesi ciğerlerine çekerken, kendisini rahatlatmak adına aklını eşiyle meşgul etmeye karar verdi. Taehyung saçlarını yeni yıkamıştı. Buna rağmen Jungkook ilk önce çilekli şampuanı eline aldı ve avcuna sıktı. Ardından, eskisi gibi Taehyung'un pembe saçlarını yıkamaya başladı. Saç diplerini usulca okşadı.

"Bunu seviyor musun?" Dip dibe duruyorlardı. Ayak uçları birbirine değiyordu. Taehyung, Jungkook'la aynı boyda sayılırdı fakat cüsse olarak çelimsiz olduğu için küçük gözüküyordu. Jungkook eşinin sevimliliğine belirli belirsiz gülümsüyordu. "Ben çok seviyorum, bebeğim. Seninle güzelce ilgilenmeyi... Her an yanında olmayı... Çok seviyorum. Ama sen beni terk edersen, elimde, avcumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşimi alacaksın, Taehyung. Düşünebiliyor musun? Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun? Beni öldürmenle, kapıdan çıkman eşdeğer. Ben zaten sensiz yaşayamam. Beni kendi ellerinle öldürmüş olacaksın..." Eşinin yaşlarla dolmuş, parlak gözlerinin içine baktı, "Bana bunu yapabilir misin sahiden?"

Taehyung, ellerini Jungkook'un beline yerleştirdi ve eşini biraz daha kendisine çekti. Ilıklaşmaya başlayan su tepelerinden akıyordu. Tenleri sürekli temas halindeydi ve neredeyse kasıkları birbirine sürtüyordu. Onlar ise yalnızca özlem, pişmanlık, hayal kırıklığı, çaresizlik, tükenmişlik... Birçok duyguyla birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu.

Taehyung pişmanlık içinde, "Bir daha böyle söyleme lütfen." Dedi. "Bir gün yollarımız ayrılırsa bile, çocuklarımın babası olarak-"

Jungkook, Taehyung konuştuğu esnada pembe saçlarıyla ilgilenmekle meşguldü. Aniden, dehşet verici bir hızla durdu. Keskin bakışları Taehyung'u delip geçtiğinde, Taehyung ürktüğü için susmak zorunda kaldı. Jungkook bu defa hayal kırıklığıyla değil, salt bir öfkeyle Taehyung'a bakıyordu.

Jungkook, eşinin gelecek planları arasında 'olur da bir gün yollarımız ayrılırsa..." diye başlayan hiçbir düşünceyi kabul edemezdi. Hem öfkelendi hem de hâlâ Taehyung'un düşüncelerinin değişmediğini fark ettiği için tedirgin oldu. İrisleri simsiyah bir renge boyandığında, siyah bir mürekkep dökülmüş gibiydi. Taehyung, Jungkook'un göz bebeklerinin nasıl kapkaranlık kesildiğini inceledi. Neredeyse korkudan titreyecekti. Yine aynı şey yaşanıyordu:

Taehyung bazı zamanlar Jungkook'u tanımıyor ve bu durum kendisini dehşete düşürdüğünde, yalnızca dört senelik kocasından uzaklaşmak isteği duyuyordu.

Jungkook ani bir hareketle eşini ters çevirdi. Bulundukları durumu düzeltmek istiyordu. İçinde büyütüp beslediği o mahluku, yalnızca ağabeyine, gerektiğinde Taehyung'un babasına, kısacası onu bu hayata mecbur eden düşmanlarına göstermek konusunda kararlıydı. Bunun dışında o hâlâ Taehyung'un biricik eşi, çocuklarının babasıydı. Hiçbir şey değişmemişti. Bunu Taehyung'a göstermeliydi. O anlarda ise, bunu yalnızca dokunuşlarıyla yapabileceğine inandı çünkü Jungkook sözleri etkili kullanmayı becerebilen bir adam değildi.

Taehyung'un yanağı soğuk fayansla buluştu. Elleri, Jungkook tarafından arkasında birleştirildi. Eşi, bileklerini sıkıca ve hatta canını acıtacak biçimde tutuyordu. Taehyung'un dudakları arasından şaşkınlık nidaları döküldü; "Oh..." dedi. Eşi arkasından yaklaştı. Islaklığını hissettiği kasıkları, dolgun kalçalarına temas etti. Bu temas Taehyung'u inletti:

"Ah... Jungkook, ben-" derken konuşmasına gerek kalmadan Jungkook, eşinin cümlesini "Hiçbir zaman ayrılmayacağız, bebeğim." Diyerek yarıda kesti. Ses tonu bir kılıç kadar keskindi. Hırsına yenik düşüyordu, "Yollarımız hiçbir zaman ayrı düşmeyecek."

Kendisi bir kez daha sertçe Taehyung'un kalçalarına itti. Sert hareketleri Taehyung'un yanağını acıtıyordu. Taehyung "Bu şekilde konuşma." Diye sızlandı. Bir taraftan da inliyordu. Kalça arasına yerleşen ve deliğine sürtünen penis aklını karıştırıyordu.

Jungkook "Ne söylemem gerekiyor?" diye sordu. Eşinin bileklerini bel hizasında sol eliyle tutarken, sağ eliyle Taehyung'un dolgun kalçalarını okşuyordu. Jungkook, Taehyung'un yüzüne baktı. Taehyung başını geriye yatırmaya çalıştığı sırada kalçasına sert bir şaplak attı. Taehyung'un sağ yanağını fayansla buluşurken, "A-ah!" diye bağırdı. Jungkook bu manzaraya bayılıyordu. Bir kez daha Taehyung'un kalçalarını okşadı. Avcundan taşan kalça yanaklarını sıktı. "Ne söylememi istiyorsun?" diyerek, bir kez daha aynı soruyu yöneltti. Gülüyordu, "Seni becermemi istiyor ve benden bunu mu rica ediyorsun yoksa?"

Jungkook'un kirli konuşması Taehyung'un dudaklarını ısırmasına sebep oldu. Bulundukları konum hem fazlasıyla rahatsız hem de erotikti. Taehyung'u azdırıyordu. "Ne yapmanı istediğimi bilmiyor musun?" diye sordu. Bu anlarda hep cilveli bir ses tonuyla, kelimeleri yaya yaya konuşuyordu.

Jungkook, Taehyung'un sırtına ve omuzlarına öpücükler kondururken "Çok iyi biliyorum." Dedi. Dudaklarını eşinin ensesine bastırdığında ve ıslak öpücükler kondurduğunda oyalanıyordu. Penisi, Taehyung'un kalça arasına yerleştirdiğinde ve sürtündüğünde Taehyung'un nasıl titrediğine şahitlik etmekten haz duyuyordu. Dudakları eşinin kulağının arkasını buldu. Dilini, Taehyung'u delirtecek bir yavaşlıkla kulağının arkasından boynuna kadar indirdi ve fısıldayarak "Kalçalarını benim için aralayacak mısın?" diye sordu. "Çünkü tam şu an seni parçalamak istiyorum."

Taehyung alnını duvara yaslayacak şekilde pozisyon değiştirdi. Dudakları aralıktı, nefes alışverişleri sıklaştı. Jungkook'un bu kadar seksi bir adam olması eşini deli ediyordu. Kıkır kıkır gülmeye başladı, "Peki ya sen?" derken başını geriye doğru yasladı. Jungkook'a daha geniş bir alan sundu. Jungkook'un dili boynunda geziniyordu. "Islak ve pürüzlü dilin aklımı başımdan alıyor ama..." derken eşlerin arasında hiçbir utanma belirtisi olmayacağını belli ederek özgürce, "Onu kalça aramda hissetmek istiyorum." Dedi.

Jungkook şehvet kokan bir ses tonuyla "İstediğini vereceğim, istediğimi alacağım." Dedi.

Eşinin ellerini serbest bıraktı ve bir kez daha yüz yüze gelmelerini sağladı. Taehyung'un omuzlarına tutundu ve aşağı doğru bastırdı. "Bugünün şanslısı benim..." dediğinde Taehyung'un önünde diz çökmesini dudaklarını ısırarak izledi. "İlk önce istediğini alma sırası bende."

Taehyung dizleri üzerine çöktüğünde akmakta olan su gitgide soğuduğu için hafifçe titredi. Fakat aynı oranda bedeni adeta ateşler içerisinde yanıyordu. Bu yalnızca basit bir seksten çok daha öteydi. Jungkook'a dokunduğunda, onunla seviştiğinde özgürlüğe kavuşmuş gibi hissediyordu. İlk aşkıyla, çocuklarının babasıyla, ne olursa olsun ayrılmayacağı eşiyle, birleşme isteği ona yaşadığını hissettiriyordu.

Parmaklarını Jungkook'un penisine sardı ve çekiştirmeye başladı. Bu esnada başını kaldırmış, ayakta duran eşinin gözlerinin içine, gözlerini kaçırmadan dikkatle bakıyordu. Pamuk şekeri andıran pembe saçları, dakikalardır duş kabininin içerisinde olduğu için sıcaktan kızarmış yanakları, irileştirdiği parlak ve beklentiyle bakan dolu gözleri, kiraz çürüğü kırmızı dudakları ve bulundukları konuma bakıldığında, Jungkook, eşini anime karakterlerine benzetti.

Taehyung'un yanaklarını okşadı. "Çok güzelsin." Dedi. Bu esnada parmak uçları dudaklarını buldu ve kendisi için aralamasını sağladı, "Yalnızca... Yalnızca önümde diz çöküp bana parlak gözlerinle bakıyorsun ve ben boşalacakmış gibi hissediyorum."

Taehyung hiçbir utanması olmadan, erotik bir ses tonuyla "Bu pozisyonda olmak benimde hoşuma gidiyor." Dedi. "Islanıyorum..."

Ardından göz kırptı. Jungkook inlememek için dudaklarını ısırdığı sırada okşadığı penisi ağzına aldı. Eşi rahatlamış gibi derin bir nefes verdi. Ayak uçlarına kadar kasıldı ve yükseldi. Bununla birlikte Taehyung'un ağzında rahatça kaydı. Taehyung öğürecek gibi oldu. Jungkook'un tutunduğu bacaklarına tırnaklarını geçirdi fakat geri çekilmedi. Bundan haz aldığını fark ettiğinde biraz daha hızlandı.

Bu esnada Jungkook elleriyle Taehyung'un saçlarına tutundu. Parmaklarını pembe tutamların arasına daldırdığında kendisini tutamayıp kalçasını hareket ettirmeye başladı. Aynı zamanda tutunduğu saçları kavrayarak Taehyung'un başını hareket ettiriyor, eşine nefes alma fırsatı bile sunmuyordu.

Taehyung'un gözleri dolu doluydu. Birkaç damla yaş yanaklarından süzülürken Jungkook daha fazla inledi. "Sikeyim seni." Dedi, nefes nefese. Belini hareket ettiriyordu. "Bana bir gün aklını kaybettireceksin." 

Azgınlığı üst seviyeye ulaşmıştı. Eşinin çenesi kasıklarına çarpacağı biçimde sert davranıyordu. Taehyung solukları boğazına dizildiğinde, nefessiz kaldığında ve eşinin penisi boğazını zorladığında geri çekilmek zorunda kaldı. Başını eğdi ve öksürmeye başladı. Boğazı acıdığı için elleriyle boğazını okşadı. Sızlanarak konuşuyordu, "Gerçekten... Tam bir dağ ayısısın..." 

Sesi güçsüz ve kısık davranıyordu, "Bu kadar acımasız davranma. Yarın, Jihyo'nun sınıf öğretmeniyle konuşmak için okula gideceğim. Kadın neden sesiniz soluğunuz çıkmıyor diye sorarsa kocama sakso çektim mi dememi istiyorsun?"

Neredeyse sınırda olan Jungkook kendisini ağır ağır okşarken gülmeye başladı. "Ben de seninle gelebilirim. Böylelikle seni konuşturmam. Hem... Neden önceden söylemedin ki? Bundan haberim yoktu."

Taehyung somurttu. Jungkook'un kendisini okşayan ellerini penisinden hırsla itti. Tekrar parmaklarını sardı, bu defa eskisinden daha seri hareket ediyordu. Çıkan sesler ve Taehyung'un hızlı, hırslı ve istekli davranışları Jungkook'u sızlatıyordu. Dudaklarını birbirine bastırarak boğuk boğuk inledi.

"Bana diz çöktürüp ağzıma verdiğinde bazı şeyleri söylemeye vakit kalmadı demek ki..."

Evli olmak birçok konudan mükemmel bir şeydi. Bulundukları pozisyonda konuşmaları gereken belki de en son şey, günlük meselelerdi. Fakat hem Jungkook hem de Taehyung buna fazlasıyla alışkındı. Birbirlerinden utanmıyor, sıkılmıyor ya da çekinmiyorlardı. Bir keresinde Taehyung, Jungkook'un altındayken ve neredeyse eşi boşalacakken, "İşten gelirken süt aldın mı?" diye sormuştu. Jihoon o zamanlar henüz küçüktü ve Taehyung'un tüm ilgisi üç yaşındaki oğlundaydı. Jungkook bunu hep kahkaha atarak anlatıyordu. Birbirlerine karşı bu kadar rahat olmalarını, harika bir şey olarak değerlendiriyordu.

Taehyung, eşinin penisini bir kez daha dudakları arasına kabul etti. Fakat bu defa eşinin ellerini sıkıca tuttu ve parmaklarını birbirine geçirip arkasındaki yüzeye yasladı. Jungkook'u kendi istediği şekilde yönlendirdi. Belini hareket ettirmesine bile izin vermedi. Ağzındaki ereksiyon halindeki penis zevk sularını sızdırıyor, seğiriyor, nabız gibi atıyordu. Taehyung bunu fark ettiğinde yanakları içe göçecek, çene hattı sivrileşecek biçimde sert ve hızlı şekilde eşinin penisini emdi. Jungkook'un inlemeleri sıklaştığında sona yaklaştığının, birazdan dudakları arasına patlayacağının farkındaydı. Jungkook'un bacaklarındaki güç kayboldu. O anlarda kalın baldırları ve sert uylukları bile onu ayakta tutmak için yeterli değildi.

"Bebeğim..." dediğinde dudakları titriyor, kekeliyordu. "Ağzına gelmeme izin ver..."

Taehyung gözleriyle Jungkook'u takip ediyordu. Jungkook başını eğdi ve beklentiyle eşine baktı. Fakat ondan herhangi bir işaret almadan, Taehyung'un sıcak dilinin yarığa baskı yapması ve boydan boya penisinde gezinmesiyle birlikte "O-oh... Bebeğim-" dedi kasıla kasıla inledi. Taehyung cevabını çoktan vermişti.

Jungkook, Taehyung'un ağzında patladı ve menilerini eşinin dudakları arasına bıraktı. Taehyung bu durumdan pek haz etmezdi. Yine de Jungkook'un rahatlamasını bekledi. Ardından geri çekildi. Yutmayı reddettiği meniler dudakları arasından süzülüyor, çenesine akıyordu. Taehyung ve Jungkook bir kez daha göz göze geldi. Taehyung cilveli bir tebessüm sundu, parmaklarıyla çenesini, Jungkook'un kalp krizi geçirmesine sebep olacak bir yavaşlıkla temizledi.

O kadar azdırıcı bir görüntüye sahipti ki Jungkook'un gözleri karardı, Taehyung'u parçalamak istedi.

Dizleri üzerine çöktü. Eşinin dudaklarına saldırdı. Hareketleri o kadar sert ve hayvaniydi ki, bir aslanın av sırasında avına bile bu kadar sert davranması beklenilemezdi. Taehyung'un sırtını yüzeye yaslamasına sebep oldu. Taehyung dizlerinin üzerinde durduğu için düşecek gibi sarsıldı. Eşinin omuzlarına tutandı. Jungkook neredeyse Taehyung'un üzerine çıkacaktı.

Jungkook, eşinin dudaklarını dişleriyle çekiştirerek sertçe emdi. Diliyle ağzının içini yokladı. Aldığı rahatsız edici tadı bile umursamıyordu. Sağ eliyle Taehyung'un boynuna sarıldı, başını yüze yaslamasını sağladı ve onu daha yoğun bir arzuyla öptü. Bu sırada Taehyung kucağına tırmanmıştı. Boynuna dolanan ellerin neredeyse onu boğacak gibi olması, Taehyung'u azdırdı.

Geri çekildiğinde, "Beni seks yaparken öldürmek mi istiyorsun?" diye sordu. Gülüyordu. Jungkook'un yüzünü belirli belirsiz öpmeye başladı. "İstediğin bu mu?" Kucağında yavaş yavaş hareketleniyordu, "Yoksa... Sadece fazla mı azgınsın?"

Jungkook hiçbir utanması olmadan konuştu, "Seni yedi gün, yirmi dört saat becermek istiyorum." 

Taehyung'un boğazını onu rahatsız etmeyecek şekilde sıkıyordu. Ki Taehyung'un rahatsız olması gibi bir durum söz konusu değildi. Tersine bu durum onu azdırıyordu. Jungkook zevk aldığını fark ettiğinde parmaklarını sıklaştırdı, "Sende bunu istiyorsun değil mi?" dedi. Eşinin dudaklarını sertçe öptü ve ıslak bir sesle geri çekilmelerini sağladı. "Benim için kasılıp gevşiyorsun... İçine girmem için çıldırıyorsun... Öyle değil mi?"

Taehyung, dudaklarını eşinin dudaklarına yaklaştırdı. "Seni içimde istiyorum." Dedi. Jungkook'un dudaklarının üzerine doğru fısıldıyordu. Jungkook, bunun üzerine eşinin dudaklarına atılmak istedi fakat Taehyung hemen geri çekildi. "Sırılsıklam oldum..." Sırtını soğuk yüzeye yasladı ve kollarını ters bir şekilde havaya kaldırdı. Tırnaklarını seramik yüzeye geçirdiğinde eş zamanlı olarak beli yay gibi gerildi. Jungkook'un üzerinde bir defaya mahsus sekti. Dolgun kalçalarını eşinin kasıklarına bastırdı.

Jungkook, Taehyung'un kucağında kendisine sunduğu erotik şovu gözlerini kırpmadan seyretti. Hayatı boyunca bu kucak şovundan daha seksi olan hiçbir şey görmediğine defalarca kez yemin edebilir, tüm kutsal kitaplara el basabilirdi. Oysa eşini birçok kez farklı hallerde görmüş ve tatmıştı; jartiyer çorabıyla, saten geceliklerle, fileli çoraplarla, kadın iç çamaşırıyla ve daracık elbiselerin, eteklerin içerisinde...

Ama hiçbir pahalı, değerli, eşi benzeri bulunmayan kumaş parçası; Taehyung'un göz alıcı esmer bedeninin çıplaklığıyla, kıvraklığıyla ve gösterişiyle eş değer olamazdı.

Taehyung, Jungkook sanki içinde hareket ediyor, sınırlarını tarumar ediyor ve deliğini dolduruyormuş gibi kucağında hızla sekmeyi sürdürdü. Tırnaklarını Jungkook'un kaslı uyluklarına geçirdi. Dudakları aralıktı, inliyor ve daha fazlasını istediğini Jungkook'un gözlerinin içine baka baka söylüyordu. "Becer beni!" diye haykırdı. Hiçbir utanması yoktu. Arzu, çektiği her bir solukta içine bile işliyordu. "Beni becermeni istiyorum!"

Jungkook daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu. "Yapacağım." Dedi. İkinci kez boşalacak kıvamdaydı. "Seni istediğin gibi becereceğim." İlk önce saatlerce aktığı için buz gibi olan suyu kapattı. Ardından Taehyung kucağındayken ayağa kalktı. Taehyung sırtı cam kabine çarptığında, korktuğu için bağırdı. Jungkook, eşinin dudakları üzerine kapanarak onu susturdu. "İstediğini yapacağım... Ama sakın bağırma tamam mı? Çocuklarımızın uyanmasını istemeyeceğini sanmıyorum."

Taehyung sarhoş olmuş gibiydi. Baygın gözlerle Jungkook'a bakıyordu. Titreyen sesiyle, "Tamam." Dedi. "Yap şunu." Tekrar Jungkook'un kasıklarına sürtünmeye başladı. Kollarını eşinin boynuna sardı ve başını boynuna yerleştirdi. Kalça arasına yer edinmiş penisi içinde istiyor ve bu yüzden sızlanıyor, ağlamaya benzer sesler çıkarıyordu.

Jungkook bu duruma daha fazla dayanamadı. Taehyung ona sıkıca sarıldığında ve sırtını duş kabinin camına yasladığında eşinin bedenini sıkıca tutmasına gerek kalmadı. Bir eliyle kalça yanaklarını ayırdı ve diğeriyle de kendisini çekiştirdi. Birkaç kez dolgun, esmer kalçalara penisini çarptı. Taehyung neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti. Jungkook daha fazla vakit kaybetmeden kendisini, eşinin kaygan deliğine itti. Taehyung sahiden de sırılsıklam olmuştu, Jungkook'u rahatlıkla içine aldı. 

Taehyung eşinin kucağında sekerken, Jungkook'ta kalçasını hareket ettiriyor; Taehyung'un sınırlarında dolaşıyor, kaygan, sıcak içinde keşfedilmedik tek bir nokta bırakmıyordu. Taehyung'un zevk noktasına baskı uyguladığını fark etti. Taehyung çığlık atmamak için dudaklarını ısırırken başını geriye attı. Başını cama çarptı fakat içinde felaket bir hızla gidip gelen eşi sayesinde deliğinin acısı, çama çarpıp durduğu başı ve sırtının acısını hissetmemesini sağlıyordu.

Taehyung, Jungkook'un gözlerinin içine baktı. Ağzı aralandı, dili dışarıya sarktı. Gözleri kayıyor, buna rağmen göz temaslarını bozmuyordu. Jungkook'un ona bakarken nasıl göz kapaklarına kadar titrediğini seyrettiğinde kıkır kıkır güldü, "Bu hoşuna gidiyor mu?" diye sordu. Şimdi daha hızlı sekiyordu. "Biraz daha hızlanmamı ister misin?"

Jungkook, Taehyung'un erotikliğine dayanamıyordu. Onu kucağından indirdi. Gözlerinin içine bakarsa her an boşalabilirdi. Eşini ters çevirdi. Taehyung ne olduğunu algılamakta zorluk çekti. Bacakları titriyordu. Düşecekmiş gibi sarsılmaya başladı. Bugün için ikinci defa seks yapıyorlardı ve Taehyung çok yorgundu. Jungkook bunu bildiği için eşine arkadan sıkıca sarıldı. Kendisini bir kez daha içine ittiğinde sol elini eşinin karnının üzerine yerleştirdi ve sağ eliyle de eşinin ağzını, çığlık atmasını önlemek adına kapalı tuttu.

Taehyung başının döndüğünü hissettiği esnada parmaklarını buğu yapmış cama yasladı ve tırnağını geçirdi. Cama tutunmaya çalışıyor ve güç alacağını sanıyordu. Fakat Jungkook'un sert ve hızlı hareketleri bedenini sarsıyor, elleri camdan kayıyordu.

Jungkook, Taehyung'un boynuna saldırdı ve dişlerini geçirdi. Ellerini, eşinin elleri üzerine yerleştirdi ve parmaklarını birbirine geçirdi. Burnunu eşinin boynuna sürttü. Eşi mis gibi kokuyordu. Bu kokuyu ciğerlerine çekti. Kısılan fakat git gide yoğunlaşan sesiyle "Güzelim..." dedi. Bu esnada Taehyung gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Yine de gözlerini açmayı başardı ve eşine baktı, "Bu hayatta gördüğüm en mükemmel, en eşsiz şey, sensin. 

Taehyung'un yoğun bir aşk barındıran, arzulu ve şehvetli bakışları, eşinin karanlık gözleriyle birleştiğinde adeta içinde kayboldu. Jungkook hâlâ ağzını kapalı tuttuğu için konuşamıyordu fakat yine de bakışlarıyla her şeyi haykırıyordu; "Seni seviyorum." Diye bağıramadı.

Ama birkaç saniyelik bakışı, Jungkook'un, aşkın tanımını yeniden yapması için yeterli bir süreydi. 

Ve ardından sabaha kadar; zaman ve mekân kavramının ne demek olduğunu unutarak, geniş duş kabinin içerisinde, sarmaş dolaş, zaman zaman soğuktan titreyerek, ardından alev alev yanan sıcak tenleri yardımıyla birbirlerini ısıtarak ve yorgunluktan bayılacak kıvama gelene dek sevişmeyi sürdüklerinde, Jungkook, eşinin kulağına bu gece için en garip ve aynı zamanda en anlamlı gelecek o cümleyi fısıldadı:

"Felaketimiz yaklaşıyor, ama biz sadece sevişiyoruz."

Continue Reading

You'll Also Like

32.2K 3.9K 18
alfa kim taehyung ve onun leylak çiçeği omegası jeon jungkook.
2.9K 197 12
"Ben bilmiyorum." "Neyi?" "Sevmeyi. Ben seni nasıl seveceğimi bilmiyorum." Bir süreliğine askıda Omegaverse Alfa kook Omega tae #topjk-1🍾 #jeontaeh...
16.1K 560 19
"Kim taehyung'un yaramaz ögrencisi jeon jungkook ve jungkook'a yardım eden arkadaşları..." Cinsel içerik! Rahatsız olacaklar okumasın!
8.3K 869 14
Omega sadece hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir genç, Alfa ise omeganın tüm hayallerini altüst edeceğinden habersiz onu gizlice seven bir aşık...