Paradise | Taekook

By dameadrasteia

74.1K 7.3K 14.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''

1.4K 175 149
By dameadrasteia


16: "What ruined our marriage, Jungkook?"


Taehyung gözlerini açtığında yatağın kenarında birinin ayakta, öylece dikildiğini, boş boş kendisini incelediğini fark ettiğinde yerinden sıçradı. Bir anlığına bu geniş omuzlu, uzun boylu, simsiyah, gür saçlı adamı babası değil de bir tehdit olarak algılamıştı. Kalbi yerinden çıkmak ister gibi güçlü şekilde atmaya başladı. Neden bu kadar korktuğunu bile anlayamadı. Başı belada olacak türden bir insan değildi. Hiç kimse onu tehdit etme amaçlı evine girmez, yanında uyuyan dört yaşındaki oğluna zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirmezdi. En azından Taehyung, bunu böyle sanıyordu. Eşinin kendisini ne tür tehlikelere attığından ve bunun sonucunda, çocuklarının ve kendisinin tehdit altında olduğundan habersizdi.

Taehyung sol elini oğlunun göğsünün üzerine koydu ve yavaşça okşadı. Jihoon yumruk yaptığı ellerini, başının iki yanından yastığa koymuştu. Tıpkı bir bebek gibiydi. Eski alışkanlıklarını pek kaybettiği söylenemezdi. Dudakları hafif aralık, siyah saçları rastgele dağılmış vaziyetteydi. Taehyung soluna döndü ve oğlunu inceledi. Onun iyi olduğunu, yanında olduğunu fark ettiğinde rahat bir nefes aldı. Yattığı yerde dik bir konuma geldi. Sırtını yatak başlığına yasladı.

Bu sırada diktiği bakışları babasındaydı. Tüm soğukluğuyla ona, "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Seongho'nun dudakları alay ve kinayeyle kıvrıldı, "Nasıl bir sorun olabilir ki? Biricik oğlum, çocuklarını da alıp babasını ziyarete geliyor... Yalnızca mutluluğumu dile getirmek ve günün ilk saatlerinde, seninle bahçemizde baş başa kahve içmek istiyorum. Bu yüzden yanındayım."

Eskiden olsa Taehyung bu davranışları samimi bulabilirdi. Babasını seviyordu. Kendisine yapmış olduğu her şeye rağmen, değerlerine sahip çıkan ve insanlara kin beslemeyi beceremeyen bir adam olarak babasına karşı herhangi bir nefret duygusu beslememiş, tersine, onunla elinden geldiği kadar vakit geçirmeye çalışmıştı. Babasına dik dik baktı ve başını iki yana sallayıp güldü. Acı ve öfke karışımı, Taehyung'un zihnini allak bullak ettiğinde, artık mantıklı düşünmek ve konuşmak eylemini uygulamak istemiyordu:

İçinden geçenleri kanından sıyrılmakta olan bir zehir gibi atarak, "Sende mi rol yapıyorsun baba?" diye sordu. Seongho'nun kaşları çatıldı. "Sende mi bana yalanlar söylüyorsun? Beni kandırıyor, bana gösterdiğin yüzünün ardında başka bir adam mı saklıyorsun? Söylesene, baba. Eşime, çocuklarımın babasına kötü davranmak mı soğutuyor içini? Bu evliliğe karşı çıktığında beslediğin öfkeyi, bu şekilde, tüm acımasızlığınla mı dışarıya atıyorsun?"

Seongho'nun kaşları çatıldı fakat yüzünde mimik oynamadı. Genel olarak duygusuz bir adamdı. Taehyung dört yaşındayken de aynı duygusuzluğa sahipti, yirmi dört yaşındayken de... Bu yüzden Taehyung bu duruma şaşırmadı. Kaderinin bu olduğunu düşünüyordu. Eşi ve babasını birbirine benzetti ve bu durum bile canını inanılmaz derecede yakmaya başladı. Çevresindeki herkes, duygusuz bir mahluktu. Ondan bir şeyler saklıyor, arkasından işler çeviriyor, her şeyden habersiz zavallı Taehyung ise, birileri kendisine de bir şeyler anlatsın diye gözlerinin içine bakıyordu.

Adam kısa süreliğine söyleyeceklerini süzgecinden geçirdi. Kendisini haklı çıkarmak, fakat damadını sonuna kadar kötülemek istiyordu. Aklına sinsi planlar dolduğunda konuşmaya başladı, "Jungkook'a kötü davranmıyorum. Sana ne söylüyor da bana karşı bu şekilde kinleniyor ve öfkeleniyorsun anlayamadım doğrusu... Oysa bu zamana kadar Jungkook'a yardım eden bendim. Sende biliyorsun ki ben olmasaydım kocan hâlâ iş arayan zavallı bir adam durumunda kalacaktı..."

Taehyung bir anlığına şiddetli bir öfkeyle titredi. Öz babası bile olsa hiç kimsenin kocasıyla bu şekilde konuşmasını hazmedemezdi. Nefretle babasına baktı. "Benim kocam zavallı değil." Dedi, "Onu bu şekilde addetmek ne kadar ayıp, ne kadar yanlış... Oysa senin olgunluğunla bana öncü olman ve baba sıfatını layıkıyla taşıman gerekirdi. Fakat bunu yapamıyorsun. Yakında yirmi dokuz yaşına girecek bir adamı, iki çocuk sahibi olgun bir babayı, zavallı olarak değerlendiriyor ve onu küçümsüyorsun."

Seongho, yatakta oturan oğlunun birkaç adımda dibine girdi. Taehyung'u aniden sağ kolundan yakaladığında, Taehyung bunu beklemediği için korkuyla yerinden sıçradı: "Benimle nasıl bu şekilde konuşuyorsun?!" diye bağırdı. Jihoon uyku halindeyken kıpırdanmaya başladı. Taehyung ise korku dolu gözlerle babasına baktı, "Ben senin babanım, yalnızca altı senedir tanıdığın sıradan, alelade bir adam için babana karşı mı geliyorsun?!"

Taehyung o anlığına Jihoon'un uyanmaması için babasına 'bağırma' demesini ve olayı kapatması gerektiğini biliyordu fakat sabrının sınırları aşılan bir adam olarak, artık babasına kafa tutabilecek kadar kendisini kaybetmişti: "O adam dediğin kişi benim kocam!" dedi. Bu tavrı Seongho'yu şok etmişti, Taehyung'un kolunu tutan ellerindeki gücü yitirdi. "Ve alelade biri değil, çocuklarımın babası. Ona aşığım. Onunla severek ve isteyerek evlendim. Bunu sorgulamak sana düşmez. Benim eşime, sevdiğim adama bu şekilde davranmazsın. Anla artık!"

"Baba?"

Jihoon'u ağır uykusundan uyandıramayan sesler, hemen yan odada uyuyan Jihyo'yu çok çabuk uyandırmıştı. Minik kız ilk önce babasına ardından dedesine baktı. Dedesinin, babasının kolunu sıkıca tuttuğunu fark ettiğinde sanki babasını koruyabilecekmiş gibi hızla yanlarına ulaştı. Diktiği gözleriyle babasının kolunu tutan ellere bakıyordu. Jungkook babası olmadığı için, Taehyung'u koruma görevi üstlenmek istemiş gibiydi.

Taehyung kolunu sakince geriye çekti. Seongho'da susmuştu. Dikleşti ve birkaç adım geri çekilip torununa yapmacık bir tebessüm bıraktı. Dedesini sevmeyen Jihyo, Seongho'nun suratına boş boş baktı ve ardından babasına döndü. Taehyung çıplak bacaklarını yataktan sarkıttı ve oturur pozisyona geçti. "Neden uyandın, güzelim?" derken Jihyo'yu bacakları arasına yerleştirmiş, saçlarını okşuyordu.

Jihyo babası kucakladı, "Sesleri duydum." Diye fısıldadı. Bunu o kadar alçak bir tonda söylemişti ki Taehyung onun her şeyi duyduğunu ve bu yüzden çekindiğini anlamıştı. Başını kaldırdı ve babasına bir kez daha nefretle baktı.

"Üzgünüm küçük sevgilim, benim hatam. Seni uyandıracağımı düşünemedim. Deden ile önemli bir şey konuşuyorduk. Şimdi, Jihoon'un yanına uzanıp uyumak ister misin?"

"Sen ne yapacaksın, baba?"

"Deden ile bahçede konuşmayı sürdüreceğiz, henüz konuşacaklarımız sonlanmadı."

Jihyo, Taehyung'u biraz daha sıkı kucakladı ve fısıldayarak "Baba... Dedem seni üzüyor mu?" diye sordu. Fısıltı halinde sarf ettiği cümle Taehyung'un kulaklarına ulaştı ve işitti. Fakat Seongho duymadan, buhar olup uçtu.

"Hayır, hayır bebeğim. Sesimiz yükseldiğinde bunu yanlış anlamışsın yalnızca."

"Ama ben, Jungkook babamın-"

Taehyung, Jihyo'nun yanaklarını öptü ve onu konuşmaması adına susturmak zorunda kaldı. "Şimdi uyumalısın, küçük sevgilim. Uyandığında konuşacağız."

Jihyo dudaklarını büzdü, "Uyandığımızda evimize dönecek miyiz baba?"

Taehyung ne cevap vereceğini bilemedi. Suspus oldu. Jihyo bu sessizliğin olumsuz anlamda olduğunu biliyordu. Başını aşağı yukarı salladı. Yatağa tırmandı. Sol kolu üzerine uzandı ve sağ koluyla Jihoon'un küçük bedenini sarıldı. Babası zaten etrafını yastıklarla dizmiş ve düşmemesi için önlemini almıştı fakat Jihyo işini garantiye almak istedi. Dokuz yaşında olsa bile, kardeşini koruma, ablalık içgüdüsü devredeydi.

Bu sırada olduğu yerde dikilen Seongho her şeyi duyduğu için kaşlarını sona kadar çatmış, neler olduğunu algılamaya çalışıyordu. Taehyung, babasının gözlerinin içine baktı, "Baba beni bahçede bekler misin lütfen?" dediği sırada üzerindeki açık saçık, saten, siyah geceliği işaret etti ve alayla gülümsedi: "Üzerimi değiştireceğim."

Seongho, Taehyung'un giydiği geceliğe baktı ve yüzünü buruşturdu. Oğlunun feminen kıyafetler giymesinden nefret ediyordu. Midesi bulanıyormuş gibi suratını garip, tiksinti duygusu barındıran bir ifade aldı:

"İşim var, acele et. Ve düzgün giyin, hizmetliler seni bu şekilde görmesin. İsmimi karalamanı istemiyorum."

Taehyung gözlerini devirdi. Ayağa kalktı ve yatağın kenarında duran valize ilerlerken, "Elbise giyeyim de gör gününü." Diye söylendi.

Daha sonra bu yaptığından pişman oldu. Jihyo'nun kısa sürede uykuya dalmayacağını biliyordu. Kendisini dinlediğine emindi. Dudaklarını birbirine bastırdı. Başını geriye çevirdi ve çocuklarına baktı. Jihoon dün gece neredeyse hiç uyumadığı için mışıl mışıl uyuyor, derin bir uyku çekiyordu. Jihyo ise tüm bu konuşanları her bir kelimesine kadar dinlediği için, dedesinin ne kadar berbat bir adam olduğunu düşünüyordu. Gözleri kapalıydı ve sırtı da Taehyung babasına dönüktü. Taehyung ofladı ve üzerini değiştirmek amacıyla, banyoya ilerledi.

O sırada Jihyo, kesinlikle buradan gitmeleri gerektiğini düşünüyordu. Bu zamana kadar dedesinin, Jungkook babasına kötü davrandığını anlamıştı, şimdi görüyordu ki dedesi Taehyung babasına da kötü davranıyordu. Burada kalırlarsa Taehyung, eskisinden daha da fazla zarar görecekti. Bu yüzden gerekirse hasta taklidi yapacak, gerekirse de Jungkook babasıyla konuşacak ve kendilerini buradan almasını isteyecekti. O anlarda Taehyung babasının evi terk ettiğini bilmiyordu. Eğer bilseydi, Jungkook babasının kendisini, kardeşini ve babasını alamayacağını bilir, tersine bu eve gelirse büyük bir kaosla karşı karşıya kalacaklarını tahmin edebilirdi.

***

Taehyung bahçeye çıktığında, babasının havuz kenarındaki çardakta oturmuş kendisini beklediğini fark etti. Hızla yanına ulaştı. Henüz hıncını alamadığını belli edercesine siyah, omuzlarından düşen kazağını ve kazağını içine attığı, siyah pantolonunu işaret etti. Oyuncu bir tavırla "Bu Bay Kim'in ismini karalamaz öyle değil mi?" diye sordu. O anlarda içten içe ne kadar üzgün olduğunu babasına belli etmiyordu. "İstersen hemen değiştirebilirim."

Seongho elindeki kahve bardağını sehpaya bıraktı ve bacak bacak üstüne attı. Alayla güldü, "Ne kastettiğimi biliyordun Taehyung. Sanki sana ilk defa bu sebepten kızmışım gibi davranma."

"Kızmak mı... Sen beni aşağılıyorsun, baba. İkisi çok farklı şeyler, biliyorsun öyle değil mi?"

"Ben senin babanım. Kızabilirim, aşağılayabilirim, ne giyeceğine karışabilirim... Tüm bunlara hakkım var."

Taehyung şiddetle başını iki yana salladı, "Hayır baba. Ben evlenmeden önce bana bunları yapabilirdin fakat artık sana bağlı değilim. Kaldı ki... Eşim hiçbir zaman senin oğlun olmadı. Jungkook'u, kocamı neden aşağılama ihtiyacı duydun?"

Seongho alayla güldü, "O başarısız, beş para etmez, pısırık, çekingen bir kız çocuğu gibi davranan adama nasıl davranabilirim ki? Ben sadece ona hak ettiği muameleyi gösteriyorum."

Taehyung, babasının üzerine yürüdü. Şimdi babası koltukta oturuyor, Taehyung ise diktiği bakışlarıyla babasına öfkeyle bakıyordu, "Bir daha asla... Asla baba, bu şekilde konuşmayacaksın."

Seongho, oğlu kendisine diklendiği için öfkelenmişti. Sinirle kahkaha patlattı, "Bu nasıl bir hadsizlik? Benimle nasıl böyle konuşursun?"

Taehyung'un sabrı taşmıştı. Öfkeyle bağırdı, "Başkalarına gösteremediğin saygıyı benden mi bekliyorsun?! Oysa sen böyle konuşulmasını hak ediyorsun!"

"Sen... Benim evime sığınıp, bir de bana karşı mı geliyorsun? Evlilik yalnızca dilinin uzamasını ve terbiyesiz biri olmanı sağlamış..."

Taehyung sakinleşmek adına derin derin soludu. Kendisini açıklayamamaktan nefret ediyordu. Kaldı ki kendisini düzgünce anlatsa bile babası onu anlamayacaktı. Buna rağmen Taehyung sakin olmaya gayret ederek, "Jungkook'a neden kötü davranıyorsun?" diye sordu. "O sana ne yaptı? Neden çocuklarımın babasına berbat davranıyorsun? Bunu merak ediyorum. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Onun hasta olduğunu biliyorsun. Buna rağmen acımasızca üzerine geliyorsun. Bir baba... Nasıl evladının mutluluğunu istemek yerine, kocasına zarar vermek adına çaba sarf eder? Ben bunu anlayamıyorum... Günlerdir düşünüyorum. Ben sana ne yaptım, baba? Benden ve kocamdan neden nefret ediyorsun?"

"En başından bu evlilik olmalıydı. Eşcinsel olman... Bir adama kocam demen... Bunları hazmedemiyorum. Kaldı ki buna rağmen, Kim Seongho'nun oğlu kötü durumda dedirtmemek için senin o aptal eşine defalarca kez yardım ettim. Ben olmasaydım şu an beş parasız, işsiz bir şekilde ortada dolaşıyor olurdu. Sen ise bana yalvarır, para isterdin. Seni sefil bir hayat yaşamaktan kurtardım."

"Sefil bir hayat mı? Bu beni mutsuz eder mi sanıyorsun? Bu evde, para içerisinde, ihtişamla yaşadım da ne oldu, söylesene? Hiçbir şeye sahip değildim. Mutluluk, huzur, sevgi... Hiçbirini sunmadın bana. Önüme para attın ve benden mutlu olmamı bekledin."

"Hâlâ anlamıyorsun, sevgili oğlum..." Güldü. Oğluna dik dik baktı. "Jungkook'un neden huzursuz bir adam olduğunu hiç düşündün mü? Hiç onu gerçekten gülerken, mutlu olurken gördün mü? Hiç sanmıyorum. Ve inan bana, hiçbir zaman da mutlu olamayacak. Her zaman kuşku, başarısızlık, ailesine güzel bir şekilde bakamamanın verdiği o çaresizlik hissi, onu alt edecek. Çünkü para her şeydir. Seni asıl güce ulaştıran, doyumsuzluk yaratan, tüm dünyaya hâkim oluyormuşsun hissi veren... Fakat Jungkook bunu hiçbir zaman hissedemeyecek, her zaman eksik kalacak. Çünkü o güce, hele paraya hiç sahip değil... Bu, günden güne kocanı çürütecektir. Paranın hiçbir şey olmadığını düşünen sen... Buna bir gün canlı şahitlik edecek ve sözlerime inanacaksın."

Taehyung bir anlığına babasının sözlerini gözden geçirdi ve sustu. Jungkook'u gerçekten gülerken ve mutlu olurken görmüş müydü? Son zamanlarda bundan bile emin değildi. Onun, özellikle üç dört aydır geçen süreçte mutlu olduğuna inanmıyordu. Yaşadığını bile hissedemiyordu. Tıpkı bir robot gibiydi; programlanmış bir şekilde her gün aynı saatte uyanıyor, Jihyo'yu okula götürüyor, tüm gün çalışıyor, bazen eve geç saatte geliyor, bazen ise vaktinde geliyor ve bu defa birkaç saat çocuklarıyla oyun oynadıktan sonra uyumaya çekiliyordu. Çoğu zaman, artık yoruldukları için ilişkiye bile girmiyorlardı.

Yine de Taehyung bunları kabullenmek istemedi. "Jungkook gayet mutlu." Diyerek, tüm gerçekleri inkâr etti. "Maddi durumumuzda gayet iyi durumda. Hiçbir şey bilmiyorsun. Jungkook'un bürosunda işler iyiye gidiyor, yalnızca biraz daha vakte ihtiyacı var. Kısa süre içerisinde kendisini toparlayacak ve olduğundan daha iyi konuma gelecek. Evet şu an yoğun çalışıyor... Çünkü, sadece... Yeni açtığı bürosundaki işleri yerine koymak için. Başka bir sebep yok."

Seongho ayağa kalktı ve Taehyung'un karşısına dikildi. Yüzünde keyifli bir tebessüm vardı, "Ah benim güzel oğlum..." derken, Taehyung'un yanağını okşadı. "O kadar masumsun ki... Hiçbir şeyden haberin yok. Tabii... Bu yüzden seni suçlamıyorum. Sen benim tek evladımsın. Seni, biricik oğlumu, bir peri masalının içerisinde büyüttüm. Dünya gerçeklerinden, yaşamın zorluklarından seni her daim uzak tuttum. Maddi sıkıntı denilen kavramdan o kadar uzaktın ki... Seçtiğin evin milyon dolarlar değerinde olduğunu bile bilmiyordun. Gerçi bilseydin de umursar mıydın?" Güldü, alaylı tebessüm Taehyung'un kanını dondurmuştu. "Şüphe ediyorum."

Taehyung kekeleyerek "Ne diyorsun baba?" diye sordu. "O ev... Düşündüğün kadar pahalı değil ve Jungkook evi rahatlıkla geçindirebiliyor..."

Taehyung kendisine o kadar güvenmiyordu ki sesi bir fısıltı halinde çıkmıştı. Çünkü bu zamana kadar asla herhangi bir kira, fatura gibi işlerle meşgul olmamıştı. Evin kirasından bile bir haberdi. Tüm bedenini kuşku kapladı ve bir zehrin kana karışması gibi, hızlıca yayıldı. Bunları ilk defa düşündüğü için kendisine lanetler ediyordu. Neredeyse ağlayacaktı. Sabırsız bir şekilde kıpırdanmaya ve babasının konuşması için beklemeye başladı.

Seongho o an Jungkook'u küçük düşürmenin, aşağılamanın ve Taehyung'u hak etmediğini, oğlunun yüzüne vurmanın verdiği sevinçle konuşmaya başladı. Sözlerinin, boşanmak üzere olan çifti tekrar birbirine bağladığından habersizdi. Eğer öyle olsaydı, bu cümleleri asla sarf etmezdi:

"Taehyung sen gerçekten her şeyden habersizsin... Biraz mantıklı düşün oğlum. Eşinin şehrin en işlek caddesinde bir bürosu var. Hayatın boyunca hiç kiraların ne kadar olduğuna baktın mı? Kaldı ki şu an tanınmış bir avukat bile değil. En fazla ayda üç-dört davayla bakabilir. Önemsiz birkaç kamu davası... Üstelik kazandığı parayı ortağıyla paylaşıyorlar.... Ve sen hem büronun kirasını hem de senin bilmeden tuttuğun, Seul'un en lüks sitelerinde olan, evinin kirasını rahatlıkla ödediğini iddia ediyorsun. Dünyanın gerçeklerinden haberin yok, küçük oğlum. Hayat dizilerden izlediğin gibi toz pembe değil... Çevrene baktığında bunu, bu şekilde görüyorsun fakat unutma, bu sadece bir yansıma. Kim ailesi ve Kim ailesi kadar tanınmış, zengin insanların olduğu bir hayatı görerek büyüdüğün için, dışarıya baktığında da herkesi kendin gibi görüyorsun."

Adam güldü ve devam etti. Yalnızca oğlu için değil, tüm insanlık için geçerli olan gerçeklikleri birer birer açığa çıkarıyordu:

"Ne yazık... Hayat hiçbir zaman, herkese adil davranmayacak. Tanrı'nın bahsettiği denge hiçbir zaman kurulamayacak. Birileri, ailesinden kalan zenginliğin sefasını sürecek, tıpkı bizim gibi... Birileri ise ömrünün sonuna kadar, bizden kat ve kat daha fazla çalışsa, emek verse bile bizim seviyemize ulaşamayacak ve bu sefayı süremeyecek... Anlıyor musun? Gözünü aç ve etrafına bir bak. Terk ettiğin hayata, dikkatlice bak oğlum... Kocanın hiçbir zaman sahip olamayacağı fakat sahip olmak için, şiddetle ve hiçbir zaman pes etmeden mücadele edeceği hayat tam olarak bu. Zavallı... Tek amacı eski hayatını sana aratmamak için delicesine bir mücadele içine girmek..."

Gerçekler, Taehyung'un yüzüne bir tokat gibi çarptı. Şiddetle titriyordu. Kocasını bu hale getirenin kendisi olduğuna inanmak istemedi. "Benim suçum değil..." diye fısıldadığında, babası dalga geçercesine güldü:

"Benden nefret etmeye devam et, sevgili oğlum. Oysa ben tüm bunların olacağını biliyor ve seni bu evlilikten uzak tutmaya çalışıyordum. Her şeyden öte, bu evlilikte mutlu olamayacağın o kadar belliydi ki... Kaldı ki şu an kocan olmadan apar topar, gecenin bir vaktinde çocuklarını alıp evime gelmiş, bana sığınmışsın. Evliliğin sarsıntıda olmadığını söyleyemezsin." Güldü ve oğlunu gerçeklerle baş başa bırakmak adına çekip gitmeye hazırlandı:

"İstediğin kadar kal ve düşün. Sen o hayata ait değilsin. Yalnızca... Kocanın daha fazlasını yapamayacağını bildiğin halde onu zorluyor; terk edilme korkusuyla mücadele edemeyen zavallı Jungkook'u hırslandırıyor, sana yetememe kaygısıyla kendisini hasta etmesine sebep oluyorsun. Kocanda, sevgili eşinde, çocuklarının babasında... Asla geçmeyecek kalıcı hasarlar bırakıyorsun."

Bay Kim akıllıca sarf edilmiş cümleleriyle tüm suçu kendi üzerinden atıp vicdanını rahatlattığında, artık kendisini suçlayacak tek kişi, kuşkusuz ki Taehyung'tu.

Seongho hızla oğlunun yanında uzaklaştı ve Taehyung'u acımasız gerçeklerle baş başa bıraktı. Taehyung hiçbir zaman bu şekilde düşünmemiş, Jungkook'u zorladığını görememişti. Onun başarıya ulaşma isteğini, kendi kişisel hırslarına bağlamıştı. Bu aşamada Jungkook, Seongho'nun yanından ayrılıp kendi bürosunu kurmak istediğinde bunun bencilce bir kişisel başarıya uğraşma hedefiyle atılmış bir adım olduğunu sanmış ve Jungkook'u suçlamıştı.

Şimdi ise düşünüyordu... Babası kendisine karşı bu kadar acımasızsa, kim bilir Jungkook'a neler söylemiş, onu asla yüksek miktarda para kazanamayacağı konusunda ne şekilde aşağılamış ve kaç defa Taehyung'un kendisine layık olmadığını söyleyerek, kocasını, biricik eşini, çocuklarının babasını bırakmasını istemişti...

Taehyung bedenindeki tüm gücün tükendiğini hissetti. Bacakları titriyordu, kendisini koltuğun üzerine bıraktı. Elleri göğsünü buldu. Sanki tüm nefesi bıçak gibi kesilmişti. Titreyen sesiyle, kendi kendisine fısıldadı:

"Jungkook, sen nelere maruz kaldın böyle?"

Hiçbir şey bilmiyordu. Eğer bilseydi evi terk etmez, ailesi ve çocukları için çabalayan ve bu uğurda, acımasızca zarar gören, incinen, kalıtsal, belki de ileriye dönük hiç geçmeyecek türden hasarlara uğrayan kocasını, asla yalnız bırakmazdı.

Eğer bilseydi tıpkı Jungkook'un da söylediği gibi, eşinin yüzüne bakmaya müthiş bir çekingenlikle yaklaşırdı.

***

Taehyung telaşla yukarı çıktığında Jihoon ve Jihyo'nun uyanmış olduğunu fark etti. Jihoon, nereden bulduğunu bilmediği şekilde muzlu sütünü içiyor, Jihyo ise kardeşini seyrediyor ve ona gülümsemesini sağlayacak türden bir şeyler anlatıyordu. Taehyung dolaba astığı montunu çıkardığı sırada çocuklarına seslendi, "Çocuklar hazırlanmanız gerekiyor."

Jihoon'un gözleri irileşti. Aklına direkt olarak Jungkook babası geldiği için, "Nereye gidiyoruz?!" diye sordu. "Jungkook babamın yanına mı?"

Taehyung montunu alelacele giyerken "Evet." Dedi. "Evet, evimize dönüyoruz."

Eve dönmek istemesinin temelde iki sebebi vardı: Birincisi ve en önemli sebebi, çektiği yoğun vicdan azabıydı. Taehyung her zaman böyle bir insan olmuştu. Belki sinirlendiğinde ağzından çıkan kelimelere dikkat etmez, kocasının kalbini kırar ve onu üzerdi fakat, aslında tertemiz ve bağışlayıcı bir yüreği vardı. Kısa bir an, etkili bir söz, yaşanmış tek bir olay, tüm her şeyi unutması için yeterliydi.

Şimdi de aynı şey geçerli olmuştu. Jungkook'u maddi anlamda bu kadar zorladığını görememiş, belki de içten içe umursamamıştı. Bilerek yaptığı bir durum değildi. Yalnızca senelerin alışkanlığı, ona maddiyat konusunda bir rahatlık ve umursamazlık sağlıyordu. Üstelik o böyle bir durumda, Jungkook'un maddiyat sıkıntısı çektiğine kendisine söylemesini beklerdi. Belki de bu yüzden bu kadar kaygısız davranmıştı. Jungkook'un kendisine karşı dürüst olacağını, zor duruma düştüğünde 'eğer harcamalarını kısarsan daha iyi olur' ya da 'bu evden çıkmalıyız çünkü maddi olarak bizi dara sokuyor' tarzında bir cümle beklemişti. Beklediği cümle hiçbir zaman gelmemişti;

Aynı gün içinde bu cümlelerden herhangi birinin neden kendisine gelmediğini de öğrenmiş oldu. Jungkook resmen onu en iyi şekilde yaşatmak için üstün bir çaba sarf ediyor, eğer yaşatamaz ise Taehyung tarafından terk edileceğini sanıyordu. Taehyung bunun için Jungkook'a öfkeliydi. Bir gün olsun, Jungkook'a, eğer parası olmaması durumunda, kendisini terk edeceğini mi hissettirmişti? Bunu yapmadığına kesinlikle emindi. Öte yandan Taehyung'un eski yaşamını özleyeceğini de sanıyordu. Bu da imkansızdı zira Taehyung'un isteği para değildi. Aşk... Huzur... Mutluluk... Taehyung'un tüm aradığı bunlardı fakat para ve başarılı olma hırsı hayatlarını öyle bir ele geçirmişti ki Jungkook bu uğurda, hem aşklarına hem huzurlarına hem de mutluluklarına gölge düşürmüştü.

Taehyung düşünceler denizinde boğulmakla meşgulken, bir taraftan da dün gece ortaya çıkardığı tüm eşyaları, bir kez daha rastgele valize tıkıyordu. Bu sırada her şeyden habersiz annesi Seolhyun odaya girdi. "Taehyung kahvaltı-" dedi fakat cümlesi yarıda kesildi. Oğlu gidiyordu. Kadın şaşkınca, "Taehyung?" diye sordu. "Nereye gidiyorsunuz?"

"Burada daha fazla kalamam."

"Ne demek kalamam? Bebeğim, daha dün geldiniz. Birkaç gün kalsaydınız. Henüz torunlarımla vakit geçiremedim bile."

"Daha sonra anne, şu an Jungkook'u görmemiz gerekiyor."

"Bir sorun mu var?"

Taehyung valizin fermuarını kapattı ve başını kaldırıp annesine baktı, "Dışarıda konuşalım." Dediği sırada annesini kolundan tutmuş ve koridora sürüklemişti. Bu sırada Jihyo giyinmekle meşguldü ve yeni uyandığı için uyku sersemi olan Jihoon ise, pipeti ağzındayken oturduğu yerde uyukluyordu.

"Neler oluyor? Yoksa... Babanla mı tartıştınız?"

"Sana tek bir soru soracağım, anne. Babamın Jungkook'a kötü davrandığını biliyor muydun?"

Kadının gözleri irileşti. "Ne? Ne yapıyormuş ki?" diye sordu. Hiçbir şeyden haberi olmadığı belliydi. En az Taehyung kadar şaşkındı.

"Bana yalan söylemiyorsun değil mi?"

"Bebeğim... Sen benim bir tanecik oğlumsun. Sana nasıl yalan söylerim ya da eşine nasıl kötü davranılsa susarım... Tüm bunlardan haberim yoktu. Babanın, Jungkook'u sevmediği biliyordum evet ama ona kötü davrandığını asla düşünmezdim."

"Resmen kocama zorbalık yapıyormuş! Şimdi her şeyi anlayabiliyorum. Jungkook'un neden kendi bürosunu açmak istediğini bile... Babam benim sayemde işe girdin diyerek Jungkook'u o kadar aşağılamış olmalı ki Jungkook işinden istifa etti. Oysa eskiden çok mutluydu. İşini seviyor, vaktinde eve gelip gittiği için sevindiğini belli ediyordu. Şimdi ise her şey berbat halde. Tüm suçlusu babam! İnanabiliyor musun? Öz babamın bana yaptığı şeylere bak anne!"

Seolhyun duydukları karşısında şok olmuştu. Taehyung bir anda gözyaşı dökmeye başladı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyor, yanakları yaşla ıslanırken annesinin gözleri içine bakıyor ve 'neden' dercesine haykırıyordu. Hiç bu kadar acı çektiğine şahitlik etmemişti. Kendi babası, öz babası canını yakıyor, eşiyle arasını bozuyordu. Buna nasıl dayanacağını bile bilmiyordu. Bu, sandığından da ağır bir yüktü ve kendisini acımasızca boğuyordu.

Kadın, kendisiyle aynı boyda olan oğlunun boynuna sıkıca sarıldı, "Tüm her şey için özür dilerim bebeğim. Babanın böyle bir adam olduğunu tahmin edemedim. Eğer bilseydim, önüne geçerdim."

Taehyung daha fazla bu evde bulunmak istemiyordu. Geri çekildi, "Bundan sonra bu eve adımımı bile atmayacağım."

Bu esnada Kim Seongho'da karısı ve oğlunun konuşmasını sezmiş gibi, çalışma odasından çıktı ve bir üst kata, misafir odalarının bulunduğu bölüme ilerledi. Taehyung ve Seolhyun hararetli bir şekilde konuşuyor ve oğlu, şiddetle göz yaşı ağlıyordu. Adamın kaşları çatıldı ve bir kılıç kadar keskin bir hal aldı. O anlarda suçu kendisinde bulmaktan oldukça uzaktı. Taehyung ve Jungkook'a yaptığı acımasızlıkları, söylediği sözlerin ağırlığını, masum insanların kalbini ne denli kırdığını asla hatırlamıyor, belki de unutmak kendi vicdanını rahatlatıyordu.

Hızlı adımlarla Taehyung'un ve Seolhyun'un yanına yürüdü, "Bu halin ne senin?" derken direkt olarak Taehyung'un gözlerinin içine bakıyordu. "Berbat görünüyorsun. Şu haline bir bak. Kendine çeki düzen vermelisin."

Taehyung'un iyiden iyiye sinirleri geriliyordu. Keyifli olmaktan uzak, yapmacık bir kahkaha patlattı. "Kimin yüzünden bu halde olduğumu tahmin edebiliyor musun, baba?"

Adam tüm kayıtsızlığıyla, "Sana tüm bunları ağla ya da bana daha da öfkelen diye anlatmadım." Dedi. "Tek yapman gereken Jungkook'tan boşanmak ve evine, gerçek yuvana, bizim yanımıza geri dönmek. Ardından her şey düzelecek, Taehyung. Eskisi kadar mutlu olacaksın."

Taehyung başını, çıldırmış gibi iki yana sallamaya başladı. "Sen delirmişsin..." derken bu tavırları hem Seongho'yu hem de Seolhyun'u içten içe korkutuyordu. Taehyung her zaman sakin huylu, evcimen ve yumuşak başlı bir çocuk olmuştu. Bulundukları durumda ise, öfke krizleri geçiren, tahammül sınırı kalmamış ve artık hiçbir şeye dayanamıyormuş gibi bir tavır takınan, hiddetli bir gençti.

Herkes olayları üstün körü biliyor fakat hiç kimse derinlere inip, aslında Taehyung'un ne durumda olduğunu sorgulayamıyordu. Yıpranan, zarar gören ve yaşadıklarını kaldıramayacak noktaya gelen biri varsa o da Jungkook olduğu kadar, Taehyung'tu da. İki eş, bu aşamada aynı duyguları paylaşıyor, hassas psikolojilerine yenik düşüyordu.

"Bana bunu nasıl söyleyebilirsin... Kocamdan, çocuklarımın babasından boşanmamı bekliyorsun. Peki ya Jihoon ne Jihyo ne olacak? Baba... Onlara ne söyleyeceğim? Dedeniz, babanızdan nefret ediyor ve ona işkenceler, psikolojik baskılar uyguluyor... Onu yıldırtmayı, ruh sağlığını bozmayı başardı ve şimdi de babanızı terk etmemi istiyor... Bunları mı söylememi istiyorsun? Sen... Sen nasıl çocuk yetiştirdin?"

Ardından gülmeye başladı. Çıldırmış, akıl sağlığını kaybetmiş gibi davranıyordu. Hem gülüyor hem de hâlâ göz yaşı dökmeyi sürdürüyordu. Elleriyle, yaşlarla ıslanan yanaklarını sildi fakat o an daha şiddetli ağlama dürtüsüne engel olamadı. Jungkook olsaydı... Onun yanaklarını ve acıyan gözlerini usulca okşar ve sevgiyle, aşkla eşinin göz kapaklarını öperek, onun huzur bulmasına yardımcı olurdu. Taehyung ise şu an berbat bir haldeydi ve eşini yanında istiyordu fakat dün gece onu terk etmiş, ailesine sığınmıştı.

Şimdi ise anlıyordu ki hiç kimse Taehyung'un yanında değildi. Ailesi bile. Bu yüzden yaşadıklarını kaldıramıyordu. Bunu hak edecek ne yaptım? Diye sorduğu her an, çıldıracağını düşünüyordu. Elleriyle kendisini işaret etti:

"Aslında bakarsan yetiştirdiğin çocuk ortada. Şu halime bir bak, eserine dikkatle bak baba... Küçüklüğümden itibaren beni baskıyla büyüttün. Naif davranıyorum, kavga etmekten korkuyorum ve insanlar bana bağırdığında, bundan etkilenip ağlıyorum diye bana sen ne biçim bir erkeksin dedin... Beni defalarca aşağıladın... Oysa henüz on iki ya da on üç yaşında bir çocuktum. Karanlıktan korkuyorum diye, bir erkeğin karanlıktan korkamayacağını iddia ederek bilerek beni karanlıkta bıraktın. Yalnız kalmaktan korkuyorum diye, odamın kapısını kilitleyip beni tek başıma bıraktın... Tüm bunların sebebi neydi? Ben biliyorum..." derken ağlamamayı dilerdi fakat kendisini tutamıyordu. Geçmişin izleri, bir gölge gibi her an arkasındayken, unutması, geride bırakması ve artık bu korkunç anıları hafızasından atması çok zordu:

"Tek istediğin, bir erkek adam olmamdı fakat senin gözünde, eşcinsel, feminen bir adam hiçbir zaman erkek olmadı. Beni bir erkek olarak bile görmüyor ve benden utanıyorsun... Ama baba... Böyle bir adam olduğun için ben de senden utanıyorum. İnsanlık, erkek olmak değil. İnsanlık, çevrendeki insanları baskılamak ve gücünü, kendisinden daha savunmasız ve güçsüz insanlara ispatlamak değil. İnsan olmak sevmeyi gerektirir. Ben her şeye rağmen... Bana yaşattığın yüzlerce kötü anıya rağmen seni sevdim. Ama sen sevgi nedir bilmeyen, korkunç birisin. Belki, baskın, güçlü bir erkek(!) adamsın... Fakat insan olamayacak kadar kötü bir mahluksun."

Taehyung'un sözleri evin orta yerine düşmüş bir bomba etkisi yarattı.

Taehyung sözlerini tamamladığında Seongho'u şok etti. Neye uğradığını şaşıran adam, oğlunun yüzüne boş gözlerle bakıyordu. Taehyung'un hâlâ öfkesi, nefreti soğumamıştı. Söyleyecek son cümleleri kalmıştı:

"Eğer istersen, tabi... Kocamın evine gelmeye yüz bulabilirsen, evime gelebilir, beni ziyaret edebilirsin. Bunun dışında artık soyadımı taşımaktan gurur duymuyor ve sizin oğlunuz, Kim Seongho'nun oğlu, sıfatını taşımak istemiyorum. Bu zamana kadar hep sabrettim. Bana bir erkek gibi davranmadığım için psikolojik şiddet uyguladın sabrettim. Evleneceğim zaman birden çok tatsızlık çıkardın sabrettim. İki çocuğumu da evlatlık edindiğim sırada burnumdan getirip bana hakaretler ettin, ben yine sabrettim. Ama artık bitti. Benim kocama, özellikle psikolojik rahatsızlıkları olduğunu bildiğin kocama, bu şekilde asla davranamazsın. Seninle olan tüm ilişkimi kesiyorum, baba. Bundan böyle, kocamdan ve ailemden uzak dur."

Ardından Taehyung, her şeyden habersiz sessizce misafir odasında oturan çocuklarının yanına gitti. Çocuklarını defalarca kez öptü. Bu sırada kalbindeki sızı öyle yoğundu ki, usulca akan gözyaşları Jihoon ve Jihyo'nun dikkatini çekiyor, fakat ikisi de tek kelime edip konuşamıyordu. Taehyung yatağa oturdu. Jihyo, yanına yerleşti ve babasının boynuna sarılıp, başını omzuna yasladı. Jihoon ise yanağını, babasının göğsüne koydu. Minik elleri, imkân olduğu kadar Taehyung babasını sıkıca sarıyordu.

Kim Seongho'nun düşündüğünün aksine Taehyung, evlenirken ve bu evden ayrılırken değil, asıl bugün ailesini kaybetmişti.

Acısını ise çocuklarını öperek, onları severek ve asıl ailesinin Jeon ailesi olduğunu söyleyerek atlatmaya çalışıyordu. Çocuklarına hiçbir sorun olmadığını ve eve gideceklerini söyledi. Bu sırada ne Seolhyun ne de Seongho hareket edebildi. Hâlâ az önce söylenen sözlerin etkisindelerdi. Tek çocuklarını kaybetmelerinin verdiği derin hüznü oldukça yoğun şekilde yaşıyorlardı.

***

Jungkook uyandığında nerede olduğunu anlayamadığı için kaşlarını çattı. Başını sağa sola çevirdi. Tek kişilik bir yatakta yattığını fark etti. Etrafında Taehyung'u görememiş olmanın verdiği tedirginlik, korku ve şüphe hisleri, sinsi bir sızıyla bedenini sardı. Seri bir hareketle ayağa kalktı. Burası neresiydi, onu bile bilmiyordu. Kendi evlerinin misafir odasına yabancı duruma gelmişti. Boş evin içerisinde "Taehyung?" diye bağırdı. Cevap gelmedi. Aniden ayağa kalktığı için başı dönmüş, gözleri kararmıştı. Umursamadı, "Taehyung! Neredesin?"

Dün tüm gün çalıştığı ve ardından da yemek vaktinden biraz önce evden ayrıldığı için ağzına tek lokma yemek sürmeye vakti olmamıştı. Gece ise kriz geçirmiş, şiddetle sarsılarak titreyen ve etkinliğini kaybeden bedeni oldukça güçten düşmüştü. Kaslı baldırları ve güçlü bacakları o an için onu kaldıracak durumda değildi. Yatağa bir kez daha yığıldı. Annesinden ayrılan küçük bir çocuk gibi omuzları çöktü. Yüreğinin sızısı öyle yoğundu ki bedenindeki acıları fark etmiyor, dün gece ne yaşadığını tam olarak hatırlayamıyordu.

"Taehyung..." diye mırıldandığında, bu defa sesi hiç olmadığı kadar kısık ve güçsüzdü. Dün gecenin hatıraları sırayla aklına doldu. O an, yirmi dokuz yaşına girecek güçlü bir adamdan çok eşinden ve çocuklarından ayrı kaldığı için, üzüntü içinde olan zavallı biriydi. Kırgın, yorgun ve tükenmiş bir ses tonuyla "Taehyung... Beni neden yalnız bırakıyorsun?" diyerek, kendi kendisiyle konuşmayı sürdürdü.

Bir anda, hayattan hiçbir beklentisi olmayan, başıboş, amaçsız, işe yaramaz bir adama dönüştü. Tüm bu çaba ne içindi? Jungkook neden bu kadar uğraşıyordu? Jungkook kimin için kendisinden vazgeçiyordu? Jungkook ne amaçlıyor ve ona bir türlü ulaşamıyordu?

Hiçbir sorunun cevabını bulamadı. Çünkü tüm bu sorunları temelde tek bir kişi üzerinde toplanıyor ve sorunların çözümü de yine tek bir kişiye bağlı kalıyordu; O kişi Taehyung'tu.

Taehyung ise şu an yoktu. Jungkook onun yokluğunu kabul edemiyor, bir türlü toparlanamıyordu. Zihninde birden çok düşünce vardı fakat uygulamıyordu. Bunun için fazla elden ayaktan düşmüştü. Hiçbir zaman Taehyung tarafından terk edilmemiş olan Jungkook, ilk defa bu denli şiddetli bir atak geçirmiş ve sonucunda da bakıma muhtaç bir hale gelmişti. Sırtını yatak başlığına yaslayacak şekilde dik konuma geldi ve etrafına baktı. Birkaç dakika sonra evinde, misafir odasında olduğunu anlayabilmişti.

Fakat çocuklarının oyun oynarken çıkardığı neşeli kıkırtıları, sevimli konuşmaları duyamadığı ve eşinin kollarının arasında uyanmadığı, kokusunu soluyamadığı bu ev, artık yuvası gibi hissettirmiyor; dört duvar arasında tutsak kaldığı bir hapishaneyi andırıyordu.

Bu esnada Taehyung'un kullanmakta olduğu araba Jeon ailesinin evine yaklaşıyordu. Taehyung seyir halindeki arabasını, otoparka park etti. Jungkook'un arabası evin önündeydi. Buna sevindi. Öğle vaktine kadar işine geri döneceğini sanmıştı fakat eşi evde olmalıydı. Bir ihtimal işe hiç gitmemişti.

Taehyung çocuklarıyla birlikte arabadan indi. Elindeki valiz bir gün sonra tekrar evine, yuvasına döndüğünün habercisiydi. Taehyung biraz utanıyordu. Ani bir karar vermişti. Boşanmanın bu kadar aceleye gelecek bir iş olmadığını biliyordu. Yalnızca sabır sınırları yok olmuş durumdaydı. Küçük bir durum, büyük bir karar vermesi için yeterli geliyordu.

Jihyo avuçlarını havaya doğru kaldırdı ve "Kar!" diye neşeyle bağırdı. "Baba? Biraz Jihoon'la bahçede kalıp kar ile oynayabilir miyiz?"

Jihoon'un gözleri parıldadı. Taehyung babasının bacağına sarıldı ve "Evet, lütfen!" derken büzdüğü dudaklarıyla, babasına tatlı tatlı bakmaya başladı. "Kar oynamak istiyorum. Hem... Ablamda iyileşti. Şimdi oynayabiliriz öyle değil mi? Baba... lütfen?"

"Pekâlâ... Ama asla bahçeden ayrılmak yok. Ve üşüdüğünüzü, kıyafetlerinizin ıslandığını hissettiğiniz anda hemen içeri gelmelisiniz. Anlaştık mı?"

"Anlaştık!"

"Evet!"

Jihyo sevinçle güldü ve Jihoon'un tombul yanaklarını öpüp, ardından ellerinden tuttu. "Hadi gel, ablan seni koruyacak! Ben sana kar topu atmam ki... Islanmana kıyamam bir kere. Hem... minik kardeşimin hasta olmasını da istemiyorum. Sadece kardan adam yapacağım."

Jihoon şirin sesiyle "Tamam abla." Dedi. "Ama kardan adamı birlikte yapalım..."

"Senin ellerin üşür, ben yaparım sen de bana bakar ve beğenip beğenmediğini söylersin. En sonunda da yüzünü sen yapabilirsin." Bu sırada iki küçük kardeş konuşuyor ve bir taraftan da bahçeye yürüyordu. Jihoon'un bacakları kısa olduğu için, kara daha çok gömülüyor ve tıpkı astronotlar gibi yürümek zorunda kalıyordu.

Taehyung gülümseyerek çocuklarını seyretti. İki küçük çocuğun birbirlerine olan düşkünlüğünü gördüğünde çok seviyordu. Etrafında hiç evli çift yoktu fakat iki kardeşin, bazı durumlarda birbirleriyle anlaşmasının zor olduğunu biliyordu. Jihoon ve Jihyo konusunda ise asla zorluk çekmemişlerdi. Jihyo, küçük erkek kardeşini çok seviyor ve Jihoon'da dört yaşında olmasına rağmen, Jihyo'ya ismiyle bile hitap etmiyor henüz bu yaşında 'abla' kavramını biliyor ve Jihyo, onun büyüğü olduğu için, saygı belirtisini kullanıyordu.

Taehyung çocuklarını bahçeye bıraktığı sırada kendisi de kapıyı açtı ve içeri girdi. Valizi kapının köşesine bıraktı ve "Jungkook?" diye seslendi. Evde çıt ses çıkmıyor, bu da Taehyung'a Jungkook'un evde olmadığını düşündürtüyordu. Taehyung salona ulaştı. Hiç kimse yoktu. Mutfaktan da sesler gelmiyordu. Jungkook'un bu saate kadar uyumadığına, çoktan uyanmış olduğuna emindi. "Jungkook, neredesin?" diye sordu. "Biz geldik..."

Bu sırada umutsuz ve hiçbir beklenti beslemeksizin, sessizce yatakta uzanan Jungkook, eşinin sesini duyduğunda gerçeklik algısını kaybetmiş gibiydi. Seslerin, zihninde duyulan yanıltmalardan ibaret olduğunu düşünüyordu. Gözlerini sıkıca kapattı. Taehyung'un geri dönmeyeceğine ve kendisini boşayacağına dair düşünceleri yoğunlaştı. "Sanırım... Gerçekten deliriyorum." Diye fısıldadı.

Fakat Taehyung yaklaştıkça sesler de artıyor, eşi her defasında kendisine sesleniyordu. Evin içerisinde umutsuzca dolaşan Taehyung misafir odasının kapısının açık olduğunu fark etti. Genellikle burayı kapalı tutardı. "Jungkook?" diye sordu ve odadan içeri girdi. Bakışları direkt olarak Jungkook'u buldu ve kaşları sonuna kadar çatılırken, dudaklarından hayret edici bir nida döküldü. Daha çok çığlık atmış gibiydi.

Jungkook gözleri açtı ve eşine baktı. Şimdi en az Taehyung kadar Jungkook'da şaşırmıştı. "Bebeğim..." dedi. "Bana geri döndün... Evimize döndün."

Taehyung için o an eve geri dönmesinin hiçbir kıymeti yoktu. Çığlık çığlığa "Sana ne oldu böyle?!" diye sordu. Jungkook'un üzerinde hiçbir şey yoktu. Yalnızca iç çamaşırıyla kalan adamın, çıplak karnında bulunan morluklara baktı. Ardından yüzünü inceledi. Kaşı yarılmış ve kimin yaptığın bilmediği şekilde pansuman yapılıp bant yapıştırılmıştı. Sağ gözünü neredeyse hiç açamıyordu. Yanağında bulunan irili ufaklı yaraların üzerinde de bant vardı. Son olarak sağ elinin sargıda olduğunu gördü.

Eşini incelemesi saniyeler içerisinde gerçekleştiğinde hayrete düştü. "Sana ne oldu böyle?!" Taehyung koşarak yatakta sırt üstü uzanan eşinin yanına ulaştı. "Jungkook kavga mı ettin sen? Bu halin ne? Neler oluyor? Şu... suratının bir haline bak. Neler oldu?"

Jungkook yalnızca "Kavga ettim." Dedi. Bu sırada yatakta dizleri üzerine yerleşen eşi başını bacaklarının üzerine yerleştirdi. Jungkook için huzur işte bu kadar kolaydı. Tüm kalbi bir anda şefkatle doldu. Gözlerini kapattı ve yüzünü okşayan parmak uçlarının, kendisini nasıl iyileştirdiğini hissetti.

Fakat Taehyung tabii ki de bu kadarıyla yetinmeyecekti; "Anlatsana!" diye çığlık attığında ve Jungkook'un kulağını sağır ettiğinde, Jungkook'un gözleri aynı hızla açıldı. Yüzünü buruşturdu, "Bebeğim... Başım çok ağrıyor."

"Başlattırma şimdi başına aptal herif! Şu haline bir bak! Anlat! Kim yaptı bunu?"

Jungkook istemeden de olsa başını kaldırdı ve eşinin gözlerinin içine baktı. "Ağabeyim yaptı."

"Seokjin seni mi dövdü?"

Jungkook kaşlarını çattı, "Ben de onu dövdüm."

Taehyung, Jungkook'un en zarar görmeyen bölgesine, göğsüne vurduğunda "Düzgün anlat şunu!" diyerek bir kez daha eşini azarladı.

Jungkook ise farklı bir diyarda olduğunu belli ederek, "Geri geleceğini biliyordum." Dedi. "Bir anlık sinirle boşanmak istediğini söyledin değil mi? Boşanmak istemiyorsun... Bu yüzden geri döndün. Benim güzel bebeğim..." derken eşinin telaşla bakan ve ağlamaktan şişmiş gözlerinin içine bakıyordu. Eğildi ve Taehyung'un dudaklarını öpmeye yeltendi fakat Taehyung başını geriye atarak bu isteği reddetti:

"Evet, evimize geri döndüm fakat beni ilk andan buna pişman ettin."

Jungkook dudaklarını büzdü. Ağlayacakmış gibi kısık bir sesle "N-neden ki?" diye sordu. "Hâlâ... Hâlâ boşanmak mı istiyorsun yoksa?"

Taehyung bir anlığına eşinin kendisinin yanında ne kadar masum ve çocuksu olduğunu farkına vardığında, neredeyse yumuşayacaktı fakat son anda kendisini düzeltti ve sert bir tonda "Nasıl neden diye sorabilirsin Jungkook?" dedi. "Dün gece bir anda evden çekip gittin. Şimdi ise Seokjin ile kavga ettiğini ve dayak yediğini söylüyorsun-"

"Dayak yemedim... Ben de onu dövdüm..."

Taehyung gözlerini devirdi, "Her neyse işte... Ve şimdi de gelmiş bana neden diye soruyorsun. Şu yüzünün haline bak. Şimdi çocuklar seni görse kim bilir neler düşünecek? Ne yapacağımız hakkında bir fikrin var mı?"

"Düştüm diyebilirim."

"Çocuk mu kandırıyorsun?"

Jungkook omuz silkti, "Yani... Evet?"

Eşini perişan ve dayak yemiş bir halde gören Taehyung, bir anlığına söylediği cümlenin saçmalığından ötürü kendi kendisine güldü. Sinirleri yıpranmıştı. Normalde olsa gülmez, tersine ağlar ve Jungkook'un canının yandığını düşündüğü için her bir zerresini öper, onu öpücükleriyle iyileştirirdi. Şimdi ise, "Seni dövmek istiyorum." Dedi ve eşine dik dik baktı. "Diğer gözünü de ben morartmak istiyorum."

"Bebeğim... Bana vurursan ellerin acır yoksa sen de vurabilirsin istersen..." Jungkook'un dudakları zorlukla kıvrıldı. Patlayan ve yeni kabuk bağlayan dudağı gülmesini engelliyordu, "İlk defa dayak yedim ama o kadar da acıtmıyor."

"Hani dayak yememiştin..."

"Sen bir de onu gör..."

Taehyung "Jungkook!" diyerek eşine bağırdığında, bir kez daha Jungkook'u azarlayacağının göstergesiydi; "Bir de bununla övünüyor musun?! Kaç yaşında adamlarsınız, nasıl ve ne sebepten kavga ettiniz?"

Ve böyle Jungkook'un gülen yüzü soldu ve konuşmak için araladığı dudakları hızla kapandı.

Neşeleri de yaşadıkları boğucu hayatı unutma süreleri de işte bu kadar kısaydı. Taehyung bunu fark ettiğinde, "Dürüst bir şekilde konuşma süremizin sonuna geldik öyle değil mi?" diye sordu. Dudaklarında acı bir tebessüm peyda oldu.

"Biliyorsun..."

Taehyung "Aslında bakarsan hiçbir halt bilmediğim için bu haldeyiz." Diyerek, Jungkook'u bir kez daha köşeye sıkıştırdı.

"Bunu sana anlatabileceğimi sanmıyorum."

Bu cümle eşini bir kez daha güldürdü, "Öyleyse yalanlarını sıralamaya başla ve kandır beni. Seni dinliyorum..." dedi. Ardından ellerini havaya kalırdı alkış yapar gibi tekrar birleştirdi, "Ah! Pardon... Öncelikle birkaç dakika seni beklemeliyim. Bana ne şekilde yalan söyleyeceğini aklında tartmalısın öyle değil mi?"

Jungkook, eşinin gözlerinin içine baktı fakat konuşamadı. Zihni saniyeler içerisinde yalanlar üretmeye, eşini kandırmaya ve bulunduğu durumdan çıkış noktası aramaya o kadar odaklanmıştı ki Taehyung'un da tabir ettiği gibi robotu andıran donuk bakışlar ve simsiyah gözler eşini hiç şaşırtmadı.

Taehyung sırtını yatak başlığına yasladı. Ayaklarını ileri doğru uzattı ve sağ bacağını, sol bacağının üzerine attı. Ayaklarını sallıyor, karnının üzerinde birleştirdiği elleriyle, parmağındaki alyansıyla oynuyordu; ne kadar acınası biriyim... diye düşündü. Daha sonra bunu sesli dile getirme ihtiyacı duydu: "Şu hayatta, eşimin beni kandıracak türden yalanlar sıralamasını sabırla bekleyen bir eş olmaktan öteye gidemedim." Dedi.

Fısıltıyla söylediği sözlerin, tonunun alçak olmasının hiçbir önemi yoktu. Jungkook'un yüreğini acımasızca dağlıyor ve bu yangının tüm bedenini sarıp sarmalamasına sebep oluyordu.

"Bebeğim..."

"Neden bana bunu yapıyorsun?" derken Taehyung, Jungkook'un gözlerinin içine baktı. "Beni neden kandırıyorsun Jungkook? Ben bunu hak edecek ne yaptım?"

"Hiç, hiçbir şey-"

"Sadece bir kere, bir kere yalan söyleme bana. Muhakkak ki ben de bir hata gördün. Benim bir eksiğimi, bir yanlışımı fark ettin. Sana yaptığım bir kusura şahit oldun ve dedin ki 'Taehyung'a bunları anlatamam...' ya da 'Taehyung'u kandırmam çok kolay çünkü o hiçbir şeyi anlamayan aptal...' ya da dedin ki, 'Eşim olarak ona güvenmiyorum ve anlatıp anlatmamanın hiçbir kıymeti yok. Ne de olsa her şartta, bana geri dönecek ve beni terk edemeyecek...' Söylesene Jungkook? Hangisi benim suçum? Hiçbir şeyi anlamayacak kadar aptal olmam mı? Yoksa bunu hak edemeyecek kadar eşin görevini layıkıyla yerine getiremem mi?"

Kim Seongho'nun sözlerinin, Taehyung'u derinden etkilediği mutlak bir gerçekti. Artık Taehyung yeni bir düşünce içine girmişti. Jungkook'un kendisine hiçbir şey anlatmamasın sebebini, yine kendisinde buluyordu. Eşinin ona güvenmediğini, ya da onu gerçek bir eş olarak görmediğini, her şeyden öte para konusunda bile yalan söylemesinin sebebini, Taehyung'u bunu anlamayacak kadar aptal olarak değerlendirmesine bağlamıştı. Öte yandan bir de Jungkook'un terk edilme korkusu vardı ki bu baştan başa Taehyung'u çileden çıkarıyordu. Bunu eşiyle paylaşmak için doğru anı kolluyordu.

Jungkook, ellerini Taehyung'un yanaklarına sardı ve yüzüne bakmasını sağladı. "Bebeğim, bunları nasıl düşünüyorsun? Hiçbiri aklımın ucundan bile geçmedi."

"Aklının ucundan geçen nedir? Seni terk edeceğim korkusu mu?"

Jungkook'un Taehyung'u tutan ellerinden bir titreme dalgası geçti ve "Ne?" diye sordu. Taehyung'un gözlerine korku ve endişeyle baktı.

Taehyung'un sabrı taşıyordu, "Seni... Paran olmazsa terk edeceğimi düşündüğün korkusu mu?!" diye sorduğunda, kendisini tutamayıp bağırdı. "Tüm her şeyin sebebi bu mu? Para mı? Mesleğinde başarılı olamaman mı? Bu lanet olası ev mi? Babam mı? Büro mu? Seokjin mi? Ne?! Kahretsin! Ne?! Ne mahvetti bizim evliliğimizi!"

Jungkook dudaklarını araladı fakat bir kez daha konuşamadı. Kaygı hissi bir rüzgâr gibi esti ve Jungkook'un bedenine üfleyip geçti. Jungkook, eşinin karşısında titrememek için ellerini yumruk yaptı ve şiddetle sıktı. "Ben..." dediğinde konuşabileceğini sandı fakat yapamıyordu.

Bir anlığına tüm gerçeklerin Taehyung tarafından öğrenildiğini düşündü. Nasıl kendisini açıklayacaktı? Taehyung henüz eve yeni dönmüştü. Şimdi, ters bir davranışta bulunursa her şeyi, en başta da evliliğini mahvedecekti. Bir daha eşinden ve çocuklarından ayrı kalmaya nasıl yüreği dayanırdı? Tek bir gece onu berbat, acınası bir hale getirmişti. Aynı şeyin tekrarlanmasına katlanamazdı. Bir çıkış noktası bulmalıydı; sorunlarla dolu bu koca labirentten bir an önce çıkmalıydı.

Jungkook kendisine öyle tehlikeli bir savunma mekanizması geliştirmişti ki sıkıştığı anda yeni bir yalan söylüyor, bu yalanın Taehyung'un dikkatini dağıtmasını umduğunda ve amacına ulaştığında ise her şeyin eski haline döneceğini sanıyordu. Yine aynı şeyi yapmaya yeltendi, dudaklarını araladı:

"Sakın..." diyerek eşi tarafından susturuldu. "Sakın bana yalan söyleme, Jungkook. Ben artık her şeyi biliyorum."

Jungkook titreyen sesiyle "N-neden bahsettiğini anlayamadım." Dedi.

"Neden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun..."

O anlarda ikisi de farklı şeylerden bahsediyordu. Taehyung, Jungkook'un kendisine maddiyet konusunda yalan söylediği kısmıyla ilgileniyordu. Bu duruma ek olarak nasıl kendisini eski hayatını yaşatmaması durumunda terk edeceğinden korktuğunu da soracaktı. Jungkook'un yalnızca bu konularda kendisine yalan söylediğini ve sırlar sakladığını sanıyordu.

Jungkook ise eşine o kadar çok yalan söylüyordu ki hangisinden bahsettiğini bilemediği için tüm bedeni ürperiyor, korkuyla titriyordu.

Aklına gelen tek şey, seneler önce öldü dediği ailesi için memur demesi ve Taehyung tarafından babasının ünlü bir mafya olduğunun ve hatta ağabeyinin, kendisiyle birlikte bu mesleği devam ettirdiğini öğrenmesiydi.

Taehyung, Jungkook'un konuşmayacağını anladığında yepyeni bir şey denemeye karar verdi. Artık son çırpınışlarıydı. Jungkook'un kendisine dürüst olması için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Jungkook'un kucağına yerleşti. Ellerini, eşinin yanağına sardı ve "Bana bak." Dedi. "Gözlerimin içine bak, sevgilim."

Bunu yapmasındaki tek amaç Jungkook'u etkilemeye ve aklını karıştırmaya çalışmaktı. Donuk bakışlar, kendisini bulduğunda umutla parıldar gibi oldu. Taehyung, bunun işe yaradığını anladığında içtenlikle gülümsedi ve Jungkook'un dudaklarını öptü, "Ya şimdi her şeyi anlatır ve mahvolmuş, yıkık dökük, harabelerle dolu evliliğimizi kurtarırsın. Ya da geldiğim gibi geri dönerim ve sen... Bizi kurtarma şansın varken, beni ve çocuklarını şiddetle itmek zorunda kalırsın." Dedi.

"Çocuklarım... Onları benden alamazsın. Buna hakkın yok."

Taehyung başını iki yana salladı, "Avukat olan sensin. Biliyorsun. Hiç kimse çocuklarımızı sana vermez. Kaldı ki... Babam eski bölge başsavcıyken benim bir davayı kaybetme imkânım bile yok."

Jungkook duyduklarına inanamadı, "Bana bunları nasıl söylersin!"

Taehyung ellerini eşinin çıplak göğsüne yerleşti ve yavaşça okşadı, "Sakin ol aşkım. Sakin olmalısın... Beni dikkatli dinle. Her ne saklıyorsan, tüm bunlara değer mi? Beni, eşini, biricik aşkını ve çocuklarını kaybetmene değer mi?" dediğinde Jungkook bir hipnozun etkisindeymişçesine başını iki yana salladı.

"H-hayır."

Taehyung'un dudakları müthiş bir sinsilikle kıvrıldı, "Tabii ki de değmez. Öyleyse anlat bana. Seni yargılamayacağım. Seni," derken bu cümlelerin bir yalandan ibaret olduğunu biliyordu. Yine de yüzünde mimik oynamadı ve konuşmayı sürdürdü, "Seni çocuklarımızdan asla ayırmayacağım. Seni asla terk etmeyeceğim, aşkım."

Jungkook bir anlığına eşinin sözlerine kandı. Artık bu yükü taşıyamayacağını düşünüyordu, "Anlatacağım." Dedi. "Anlatacağım, ama... Ama beni terk etmeyeceğine söz veriyor musun?"

Jungkook bir kez daha eşine olan zaafını belli etti. O anlarda müthiş bir özlem duygusuyla kasıp kavruluyor, bir kez daha Taehyung tarafından terk edilmesi durumunda bunun korkunç bir şey olacağını düşünüyor, biraz da takıntılı tarafı devreye girdiğinde Taehyung'un yanından ayrılmasını asla ama asla istemiyordu.

Öte yandan gözlerinin içine bakan ela gözler onu tesiri altına alıyor, Taehyung kendisine 'sakin ol' dediğinde bile sakinleşiyor ve tüm bedeninin uyuştuğunu hissediyordu. Taehyung parmak uçlarını teninde dolaştırırken vücudunun duyumunu geçici olarak kaybettiğini sanıyor, eşinin dudaklarını öptüğünde aldığı şarap tadıymışçasına kendisini sarhoş olmuş gibi hissediyordu.

O anlarda eşinin sandığının aksine çok daha fazla şey sakladığını bilen Taehyung ise, yalnızca blöf yapıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

70.2K 5.8K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
179K 18.9K 15
jeon jeongguk omega oluşunu bastırıcılarla gizlemeye çalışırken, kim taehyung onun yalnızca tuhaf kokan bir beta olduğunu düşünüyordu.
8.7K 1K 26
Aşk; anlatmak için kelimelerin yetersiz kaldığı, insanı tam anlamıyla duvardan duvara çarpan bir his. Öyle bir duygu ki bulutların üzerinde uça...
64.5K 6.6K 31
Kuzey ve Güney arasında savaş çıkmıș. Kuzeyli askerler Güney'e işgal etmek için gelmişti. Peki savaş ortasında yeşeren aşk filizleri büyüyüp ağaç ol...