Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.4K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

11| The sensitive heart tired of lies.

1.7K 167 59
By dameadrasteia


11: The sensitive heart tired of lies.


Aile yalnızca toplumun en küçük bütününü oluşturmaz, aynı zamanda çocukların; değerlerinin ve geleceğe dair fikirlerinin oluşum aşamasına katkı sağlardı. Bu bakımdan basite indirgenemezdi ve bu hataya düşen pek çok ebeveynin, bu yapıyı oluşturmada başarılı olamadığı görülürdü. Jungkook geçmişine dönüp ailesi yapısını incelediğinde, kendisinin bu tarz; başarılı olamayan ailelerin birinde yetişmiş olarak görüyordu.

Jungkook dokuz yaşındaki kızına ve dört yaşındaki oğluna, dürüst, kendilerine attıkları her adımda güvenen, hayatları boyunca başarılarla dolu birer çocuklar olarak yetişmesini istiyordu. Fakat Jungkook'un ailesi çocuklarını böyle yetiştirmemişti. Onları; kurşunun önüne atlayabilecek kadar cesur, devletin arkasından iş çevirebilecek kadar korkusuz, illegal işler yürütecek kadar soğukkanlı ve en önemlisi de insanlara acımasızca zarar verebilecek kadar duygusuz ve merhametsiz çocuklar olarak yetiştirmek istemişlerdi.

Bay ve Bay Jeon, bu düşünce sebebiyle başarısız oldular; Jungkook tüm bunları yapamayacak kadar korkak ve çekingen bir çocuk olarak yetişmişti. Seokjin ise ailesinin kendisine göstermiş olduğu değersizliğin karşısında, intikam almak arzusuyla, anne ve babasının bile tüylerini ürpertecek kadar korkunç derecede umursamaz ve tehlikeli biri haline gelmişti.

Bu aşamada Jungkook geçmişinden ders çıkarmak istiyordu. Kendisi böyle yapmamalıydı. Çocuklarına değer vermeli, onların psikolojisini olumsuz yönde etmemeli ve özgür, yaşama arzusuna sahip çocuklar yetiştirmeliydi. Kendisi böyle olamamıştı. Bugün ise ilk defa Jihyo'nun gözlerinin içine baktığında, kızında kendisinin bir yansımasını gördü.

Jungkook bunu fark ettiğinde, yoğun bir şekilde vicdan azabıyla mücadele etmeye başladı. Hem kendisi hem de eşi fark etmese de Jihyo, son zamanlarda oldukça etkilenmişti. Babalarının birbirlerine olan sevgilerini yitirdiğini ve aile kavramlarının sonlanacağını düşünüyor, bu da aklında korkunç fikirler gelmesine sebep oluyordu.

Babaları ayrılırsa ve Jeon ailesinin bütünlüğü bozulursa, onu geldikleri yere geri götürecekler; yetimhaneye mi bırakacaklardı?

Hiç kimse farkında değildi fakat Jihyo, ailesinde hissetmeye başladığı huzursuzluktan sonra sürekli aynı şeyleri düşünüyordu. Jihoon ailelerine geldiğinde henüz üç yaşındaydı. Yakın zamanda dört yaşına girmiş olan çocuk oldukça küçüktü ve hiçbir şeyin farkında değildi. Üstelik Jihyo'ya göre çok daha masum ve hayalperestti. Jihyo, kardeşinin üzülmesini istemediği için ona sürekli 'sen hep vardın.' Deyip duruyordu. Belki de bu sebepten Jihoon, kendisini, Taehyung babasının doğurduğu ihtimaline bile olumlu bakıyordu. Çünkü o sahiden de doğduğu andan itibaren bu evde olduğuna inanıyordu.

Fakat aynı durum Jihyo için söz konusu değildi. Jihyo beş yaşındayken yetimhaneden ayrıldığında, Jungkook ve Taehyung'un kendisini evlat edindiğini biliyordu. Zaten bunu bilmemesi ve hatırlamaması mümkün değildi. O gün, Jihyo'nun en sevinçli günüydü. Görünmez kanatları sayesinde mutluluktan uçtuğunu ve Jeon ailesinin evine ulaştığında ise cennete kavuştuğunu düşünmüştü.

Şimdi ise aile huzurları bozulmaya başlamıştı ve Jihoon, Jungkook ve Taehyung'un kendisini yetimhaneye bırakma ihtimalinden korkuyordu. Bu korkuyu besleme sebebi oldukça basitti. Jungkook ve Taehyung arasındaki yoğun aşk bile bir gün bitiyorsa, öz olmayan çocuklarını; kardeşini ve Jihyo'yu severler miydi?

Böyle bir durumda, ikisine de fazlalık gözüyle bakmazlar mıydı?

Jihyo tüm bunları kenara atmaya çalışıyor ve bu defa da yalnızca bir fikir üzerine yoğunlaşıyordu. Bu fikirde bir önceki kadar kötüydü. Jihyo, Jungkook ve Taehyung'un ayrıldıkları vakit, çocuklarıyla ilgili nasıl bir karar alacaklarını merak ediyordu. Kardeşiyle ve Jihyo'yu ayrı bırakırlar mıydı? Bu Jihyo için bir kabustu. Ablası, kardeşinden ayrı kalmaya dayanamazdı.

Küçük kızın, babaları farkında olmasa bile durgunlaşmasının sebebi buydu. Tüm bunları düşündüğünde mutlu olamıyor, dokuz yaşında olmasına rağmen, minik kalbinde derin yaralar açılıyordu.

Jungkook, dakikalardır pembe kapının önünde dikiliyordu. Odaya girecek ve kızıyla konuşacaktı fakat sanki baba olan o değilmiş ve küçük bir çocukmuş gibi endişeleniyor; kızıyla olan konuşması olumsuz geçerse ne yapacağını düşünüp duruyordu. Sonunda ritimlerinin hızlanmaya başladığını hissettiğinde düşünmeyi bıraktı ve ciğerlerini şişirecek türden derin bir nefes alıp, üç seferde, yavaşça üfledi. Bu onun kendisini sakinleştirme tekniğiydi. Hiçbir zaman işe yaramıyordu fakat Taehyung bunu denemeye devam etmesi konusunda fazla katıydı ve eğer yapmaz ise kocasını azarlıyordu.

Pembe kapıyı yavaşça araladı. Jihyo artık yatakta uzanmıyordu. Çalışma masasına oturmuş resim çiziyordu. Kapısı açılınca bakışlarını, kapının önünde dikilen babasına çevirdi. Her zamanki neşeli tavırlarından eser yoktu. Durgun bir şekilde, "Bir şey mi oldu, baba?" diye sordu.

Jungkook başını hafifçe sağa eğdi ve ensesini kaşıdı. Çekingen tavrı, irileşen, siyah, parlak gözleriyle çok tatlı gözüküyordu. Jihoon babasını genelde bir tavşan olarak çiziyordu; Yüzü küçük ve sevimliydi. İri gözlerini, ince, pembe dudaklarını, yüzüne göre büyük olan burnunu ve çoğunlukla topladığı siyah, uzun ve kıvırcık saçlarını kendisine göre bir şekilde resmederdi. Alt bedeni ise oldukça iri ve kaslı oluyordu. Bunu anımsadığında durgun haline nazaran, dudaklarını birbirine bastırarak gamzelerini ortaya çıkardı ve tatlı bir tebessüm etti. Babası sert görünüşünün altında çok sevimli biriydi.

Bu sevimli tavrını sürdüren Jungkook, "Alışverişe gidecektim. Sen de benimle gelmek ister misin?" diye sordu. Bu sırada kızının yanına doğru ilerledi, "Hem de... her zaman yaptığımızı yapar ve yol boyunca muhabbet ederiz."

Jihyo, bu sözler üzerine babalarının hâlâ küs olduğunu sanmıştı. Dudakları büzüldü. Hiçbir şeyin düzelmediğine inandığı için bir kez daha hayal kırıklığına uğramıştı. "Jihoon ve babam ne olacak?"

"Onlar evde kalacak, bebeğim. Biz baba kız gideceğiz."

Jihyo kaşlarını çattı. "Neden sürekli Taehyung babamı evde bırakıyoruz?"

Jungkook yanlış anlaşıldığını ancak o an fark edebilmişti. Kızının kendisine göre oldukça küçük olan yatağına, Taehyung'un sözlerini hatırladığında, kırılmasından çekinerek oturdu. Dirseklerini dizlerine yasladı ve çalışma masasında oturan kızına eğilerek, "Taehyung babanı evde bırakmıyoruz. Jihoon bugün çok yoruldu. Havalar oldukça serin ve ikinci kez dışarı çıkarsa hastalanabilir. Taehyung babanda böyle düşünüyor. O yüzden evde kalacaklar."

"Yani... Babamla konuşuyor musunuz?"

"Tabii ki de konuşuyoruz, güzelim. Neden konuşmadığımızı düşünüyorsun?"

"Bugün onu evde bıraktık."

"Evet, hasta olduğu için evde kaldı."

Jihoon babasının sözlerine karşılık, meydan okurcasına kaşlarını kaşlardı. "Taehyung babam yalnız kalmayı sevmez. Eminim ki, çok hasta olsa bile bizimle gelmek isterdi ama biz onu evde bıraktık."

Jungkook bazen iki çocuğunun da tıpkı Taehyung'a benzediğini düşünüyordu.

Köşeye sıkıştığını fark ettiğinde yanaklarını şişirdi ve bakışlarını, pembe ve krem rengi ağırlıklı odada dolaştırdı. Ne söylemesi gerektiğini tam olarak kestiremiyordu. Geçen sefer arabada konuştukları konuları hatırladığında, Jihyo'nun ilişkileri konusunda -daha çok Jungkook'un artık eşini sevip sevmediği konusunda- endişeleri olduğunu biliyordu. Bu sebepten, "Küçücük bir sorunumuz vardı ama hallettik." Dedi ve içten bir şekilde gülümsedi.

Jihyo'nun bakışları yumuşadı. Taehyung'a benzediği doğruydu. Tıpkı Taehyung gibi Jungkook'a kıyamıyordu. "Gerçekten hallettiniz mi, baba?" dedi ve ardından, babasının bu cümleye takılacağını düşünmeden konuşmayı sürdürdü. "Artık eskisi gibi bir aile olacak mıyız?"

Jungkook, kızının da Taehyung gibi düşündüğünü anlamıştı. Kızı Taehyung'a küsmüyor veya tavır takınmıyordu. Bunun yerine Jungkook'a kızıyor ve sitem ediyordu. Çünkü dokuz yaşında olsa bile sorunun Jungkook'da olduğunu biliyordu. Jungkook bunu fark ettiğinde, kalbinin kırılmasını bekledi fakat son zamanlarda, irili ufaklı yüzlerce parçalara ayrılan kalbini toparlamaya fırsat bile bulamamıştı. Bu yüzden hissizleşmeye başladığını hissediyordu.

Buruk bir tebessümle yetindi. "Olacağız." Dediğinde, alçalan sesi Jihyo'nun dikkatini çekmişti. Babasını kırdığını düşündü. Oturduğu sandalyeden kalktı ve babasının dizlerine oturdu. Babasının yanaklarını küçük elleriyle tuttu ve yaklaşıp yanağına minik bir öpücük bıraktı. "Seni çok seviyorum, baba."

"Biz de seni çok seviyoruz." Diyerek Jungkook, sonunda çekindiği konuya giriş yapabilmişti. "Ve babanla sorunlar yaşasak bile, siz bizim biricik çocuklarımızsınız. Üzülmeni anlayabiliyorum ama daha önce de söylediğim gibi, bunun için çok küçüksün Jihyo. Babanla yaşadığımız sorunları kafana takmaman ve kendini etkilememen gerekiyor. Bunu anlıyor musun? Kendini üzmene dayanamıyorum."

Jihyo babasının yanaklarına sardığı ellerini boynuna düşürdüğü sırada omuz silkti. "Biliyorum ama elimde değil. Yüzünüze baktığımda nasıl hissettiğinizi anlayabiliyorum ve bu beni üzüyor. Jihoon gibi muzlu sütleri düşünemiyorum. O yalnızca evde muzlu süt olmadığında üzülüyor..." Dudaklarını büzdü, yüzünde masum bir ifade belirmişti. "Ben ise sizi üzgün gördüğümde üzülüyorum."

Jihyo'nun sözleri Jungkook'un şen bir kahkaha atmasını sağladı. Kızının, kardeşiyle ilgili düşüncelerini tatlı bulmuştu. Jihoon'un sahiden de önemsediği tek şey, evde süt olup olmadığıydı. Oğlunun bu tavrını seviyordu. Hiç olmazsa Jihoon'u düşünmek zorunda kalmıyordu. "Söz veriyorum." Diyerek Jungkook, konuyu değiştirmek istedi. "Tüm sorunlarımızdan kurtulacağız ve hatta, biliyorum kampın yerini tutmaz ama... Yarın tatile çıkacağız."

Jihyo'nun bal rengini andıran gözleri babasının sözlerinden sonra parıldadı. Babasının boynunu seven ellerini birleştirdi ve hızla çırptı. Tatlı kıkırtıları, gülerken kısılan gözleri ve dolgun, pembe dudakları ile tıpkı Taehyung babasına benziyordu. Jungkook bunu fark ettiğinde, kızına dikkat kesildi. Kızı, Jungkook'un boynuna sarıldı ve ona sıkıca sardı. "Geçen sene olduğu gibi kar tatili mi yapacağız?!" diye çığırdı.

Jihyo'da, Jihoon'da sevindiğinde Taehyung'u andırıyordu. Çocuklarını, eşine benzetme huyundan vazgeçemeyen Jungkook için bu anlar çok değerliydi. Kızının düşünceleri aksine eşine öylesine aşıktı ki, aynı çatının altında bile onun hayalini kuruyor ve neşe saçıyordu.

"Evet, güzelim." Diyerek kızının sözlerini onayladı. "Yurtdışına çıkacağız."

"Jihoon ilk defa yurtdışına çıkacak!"

Jihyo daha önce, Jungkook ve Taehyung'un yıl dönümlerini kutlamaları için gittikleri Amerika seyahatlerine eşlik etmiş ve yurtdışına çıkmıştı. Fakat ailelerine geçen sene katılan Jihoon henüz yurtdışına çıkmamıştı. Jihyo bunun sevincini yaşıyordu. Yeni yerler görmeye bayılıyordu. Kardeşinin elinden tutup, onu gezdireceği ve yeni atıştırmalıkları tadacakları anlara can atıyordu. "Gidip kardeşimle konuşmam lazım!"

"İlk önce Jihoon'a süt almak için markete gitmeliyiz, güzelim. Şu an geziden daha önemli sorunları var, en son sabah mutlu süt içti..."

***

Market alışverişine sıklıkla Jihyo ve Jungkook giderdi. Ailecek vakit geçirmekten hoşlansalar bile, her ailede olduğu gibi Jihyo ve Jungook; Jihoon ile ise Taehyung daha çok vakit geçiriyordu. Bunun sebebi çocuklarının babalarına düşkünlüğünden kaynaklanıyordu. Özellikle Jihoon, fazlasıyla Taehyung babasına düşkündü. Bunun sebebi, Jihoon'un babasına olan hayranlığından kaynaklanıyordu. Jungkook'un kendisine küçükken okuduğu masal kitaplarında bulunan iyi kalpli, güzeller güzeli melekler, aklına direkt olarak küçük babasını getiriyordu.

Jihyo ise, Jungkook babasının bulunduğu durumu iyi bildiği için dokuz yaşında olmasına rağmen babasını herkesten koruma içgüdüsüyle doluydu. Herhangi biri babasına bir şey derse, bu kişi Taehyung babası olsa bile, babasını koruma arzusuna bürünüyordu. Sırf bu sebepten, büyükbabasını pek sevmiyordu. Jihyo akıllı bir çocuktu. Küçük babası yanlarında olmadığı zaman, büyükbabasının, Jungkook babasına ters davrandığının ve azarlar biçimde konuştuğunun farkındaydı. Sırf bu sebepten eğer Taehyung babası Kim ailesini ziyaret etmek isterse, huyu olmamasına rağmen huzursuzluk çıkarıyor, gitmek istemiyor; küçük yaşına rağmen, babasını koruma görevini üstleniyordu.

Baba ve kız markete geldiğinde, Jungkook girişte dikilmişti. Jihyo neden bunu yaptığını anlayamadığı için bir süre başını kaldırıp babasını inceledi. Ardından babasının müşterilerle ilgilenen market kasiyerine baktığını fark etti. Tuttuğu elini çekiştirdi. "Neden öyle bakıyorsun, baba?" diye sordu. "Gidip alışveriş yapalım."

Babasının ürkütücü bakışları, kendisine döndüğünde saniyeler içerisinde yumuşadı. "Babanın sevdiği eriştelerden al, bebeğim. Hemen geleceğim." Dedi ve kızını, küçük marketin içerisinde bakış açısından uzaklaşmayacak şekilde, eriştelerin olduğu raflara yolladı.

Kendisi ise hâlâ olduğu yerde dikiliyordu. Bakışlarını kocasının arkadaşı olan adamın üzerinde dolaştırdı. Rahatsız edici bakışları Yoongi'nin dikkatini çekmişti. Göz ucuyla bakışlarını Jungkook'a çevirdi ve ikili, kısa bir süreliğine, göz göze geldi. Jungkook'un bakışlarının etkisi altında olan Yoongi rahatsız olduğu için yerinde kıpırdandı. Jungkook'u tanımıyordu fakat yaydığı aura ürkütücüydü. Siyah irisleri; bir ölüyü andıracak biçimde karanlık ve ifadesizdi.

Jungkook bir milim bile hareketlenmedi. Amacı Yoongi'yi rahatsız etmekti. Kısa süre içerisinde amacına ulaşmıştı. Son müşteri de kasadan uzaklaştığında Yoongi, Taehyung'un kocasına döndü. "Bir sorun mu var, efendim?" diye sordu. Jungkook'a karşı kibar olmak istemiyordu fakat başka çaresi yoktu. Çalışma saatleri içerisinde saygılı davranmak zorundaydı.

"Evet var." Dedi, Jungkook. Başını hafifçe önüne eğdi ve siyah boğazlı kazağının çenesini ve dudaklarını kapatmasına izin verdi. Yoongi'yi alaya alan bir tavırla tebessüm etti ve ellerini deri ceketinin cebine attı.

Bu sırada Yoongi, dudaklarını göremediği için adamın güldüğünü anlamamıştı. Ciddi bir şekilde bakmayı sürdürdü. "Aradığınız bir ürün mü var? Bulamadıysanız yardım edebilirim."

"Tüm müşterilere karşı böyle sıcakkanlı mısın?" diyerek Jungkook, eşiyle kısa sürede arkadaş olmayı başaran adamı sorgulamaya başladı.

"Tabii ki, böyle olmak zorundayım."

"Soğuk bir duruşun var."

Adam, Jungkook'u baştan ayağa inceledi. "Sizin de öyle." Dedi, tatlı bir tebessümle. İçten içe Jungkook'a sinir olsa da duygularını saklama konusunda marifetliydi. "Yine de çocuklarınıza karşı çok sıcakkanlısınız."

"Taehyung sana çocuklarımızdan bahsetti mi?"

"Evet." Dedi, Yoongi dürüst bir şekilde. "Bana telefonunda olan fotoğrafınızı gösterdi."

Jungkook, Taehyung'un kısa sürede tanıştığı adamla kaynaşmasına ve ona kendisiyle ilgili neredeyse her şeyi anlatmasına öfkelendi. Yoongi'yi tanımıyorlardı. Karşısında gördüğü kişi belki de Seokjin'in adamıydı. Ağabeyinden her şeyi beklerdi. Eunwoo'yu göndermiş ve başarılı olamamıştı. Belki de sıradaki hedefi, Taehyung'u değil Jungkook'u sınamaktı. Jungkook'un öfkesini kontrol edemediğini ve Taehyung'u deliler gibi kıskandığını, Seokjin çok iyi biliyordu. Aralarını bozmak için bu adamı göndermiş olabilirdi.

Öte yandan Jimin, Jungkook'un ve ailesinin tehdit altında olduğunu söylemişti. Jungkook bu sözlerin pek değeri olduğunu düşünmüyordu fakat yine de emin değildi. Seokjin ve bulaştığı meseleleri alaya alamıyordu. Korkuyor ve sırf bu yüzden, bir kasiyere bile şüpheyle yaklaşmak mecburiyetinde kalıyordu.

İlk önce, parmak uçlarında yükselip alışveriş arabasına teker teker muzlu süt koyan kızını inceledi. Güvende olduğunu fark ettiğinde, bir kez daha Yoongi'ye döndü. Bu defa kasanın önüne yürümüştü.

"Seni sevmedim."

Yoongi, Taehyung'un kocasının kendisine üstü kapalı imalarda bulunmasını ve rahatsız etmesini beklemişti. Jungkook ise sandığının aksine oldukça dürüsttü. İçinden ne geçiyorsa direkt olarak söylemişti. Gülümsedi ve "Nedenini sormama gerek yok sanırım." Dedi.

"Evet." Tek kaşını kaldırdı ve tehditkâr bakışlarını, Yoongi'ye yolladı. "Kocamdan uzak dur."

"Taehyung'un bundan haberi var mı?"

"Olsa da benimle çatışacağını mı sanıyorsun? Kocasının kararlarına saygı duyacaktır."

Yoongi basitçe omuz silkmekle yetindi. "Keşke aynı şeyi sen de yapabilsen." Dediğinde, gerçek yüzünü göstermeye başlıyordu. Jungkook'un biçimli kaşları çatıldı, ellerini kasaya koyup Yoongi'ye doğru yaklaştı. Dudaklarını araladığı sırada, Jihyo'nun sesini duydu:

"Baba! İstediğim çilekli çikolatalara ulaşamıyorum, boyum yetmiyor!"

Jungkook kızının kendisine seslendiğini duyduğunda toparlandı ve geri çekildi.

İkili bir süre daha birbirlerine soğuk bakışlar attılar. Yoongi, Jungkook'un bu tavrını yadırgamazken; Jungkook, karşısındaki adamın bakışlarından rahatsız olmuştu. Yoongi'de algılamakta zorluk çektiği bir şeyler vardı. Kendisini tedirgin ediyor ve içinde anlamsız, yeni duygular yaratıyordu. Kesinlikle Yoongi'ye güvenmemişti ve onu kocasından uzak tutacaktı. Yine de bu anlarda sessiz kaldı ve kızıyla ilgilenmeye gitti; bu sırada aklından geçen yeni düşüncelerle boğuşmayı da ihmal etmiyordu.

***

Uzun zaman sonra Jeon ailesinin evinde huzur hakimdi. Tüm aile, salonda birlikte hazırladıkları yemeklerini yemiş; Jungkook ve Taehyung bu sırada yarın sabah Japonya'ya tatile gideceklerini, üç günlüğüne bir kış tatili yapacaklarını söylemişlerdi. Haberi alan Jihoon'un tatlı kıkırtıları evi kutsuyor, Jihyo'nun ise sürekli olarak konuşmasıyla birlikte babaları huzurla doluyordu. Jihyo eskiye dönmüştü. Artık sürekli konuşuyordu. Babalarına bu zamana kadar anlatamadığı şeyleri anlatıyor ve hiçbir sorun kalmadığının sinyallerini veriyordu.

Yemekten sonra çocuklar halının üzerine oturmuş; Jungkook babalarının bugün kendilerine lunaparktan almış olduğu oyuncaklarla oynuyor; Jungkook ve Taehyung ise koltuğa uzanmış biletlere bakıyorlardı. Taehyung başını eşinin omzuna yaslamış, sessizce eşini izliyordu çünkü bu konularda pek bilgili değildi.

Kim ailesiyle birlikte yaşarken; ihtiyaçlarını karşılamak için alışveriş yaptığı sırada paraya bakma gereksinimi duymuyordu. Para konusunda oldukça rahat yetişmişti. Evlendikten sonra ise tasarruf yapması gerektiğini biliyordu. Jungkook'un maddi durumu ortadaydı ve dikkatli olmak zorundaydı. Yine de arada sırada dalgınlığına geldiği oluyordu. Alışkanlıklarını değiştirmek zordu. Bu yüzden, alışveriş gibi meselelere genelde eşi bakıyordu.

Bakışlarını arada sırada çocuklarına çeviren Taehyung, tekrar bilgisayar ekranına döndü. Gördüğü şeyler yüzünden bir terslik olduğunu düşünmüştü. Jungkook birinci sınıf uçak biletlerine bakıyordu. Parayı umursamıyor, ertesi gün için neredeyse büronun bir aylık kirasına tekabül eden uçak biletlerini inceliyordu.

Taehyung kaşlarını çattı ve başını eşinin omzundan kaldırdı. Konuşmak istiyor fakat Jungkook'un yanlış anlamasından çekiniyordu. Bizim bu kadar paramız yok, diyemezdi. Bu eşine kötü hissettirecekti. Öte yandan, maddi konulara karşı ilgisiz olsa bile durumlarının çok iyi olmadığını biliyordu. Daha Japonya'ya gidecek, bir otel tutacak ve üç gün boyunca çocuklarını gezdireceklerdi. Para konusunda sıkıntıya düşmelerinden çekindi. Stresle dudaklarını dişledi ve eşinin kolunu dürttü.

Jungkook biletleri alma aşamasındaydı. Eşinin kendisini dürtmesiyle birlikte bakışlarını ekrandan ayırdı. Taehyung'a döndü ve sol eliyle, karşılarında çalışan klima sayesinde, sıcaktan kızaran yanaklarını sıktı. Çok sevimli gözüküyordu. Dizleri üzerinde koltukta oturuyor, Jungkook'un masum kedi yavrusu olarak adlandırdığı bakışlarından atıyordu. "Bir sorun mu var, güzelim?" diye sordu. Bu sırada hâlâ eşinin yanaklarını sevmeyi sürdürüyordu.

Taehyung, hâlâ tam olarak ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Jungkook'u kırmamaya özen göstererek, "Başka sitelere bakmadık." Dedi. O anlığına kurabileceği en masum cümle buydu.

Jungkook yarınki tatil için çok heyecanlıydı. Uzun zaman sonra ailesiyle doya doya vakit geçirecek olan adam, bir anlığına kendisini ütopik dünyasının içinde bulmuş gibiydi. Kafası öylesine dalgındı ki "Gerek yok." Diyerek kestirip attı. O anlarda para mevzunu umursamıyordu. Bunun için ne denli pişman olacağından habersiz bir şekilde konuşmayı sürdürdü. "Jihoon daha önce hiç uçağa binmedi. Rahatsız olabilir, bu şekilde gitmemiz en uygunu."

Taehyung omuz silkti. "Pekâlâ." Diye mırıldandığı sırada, elleri eşinin omuzlarını buldu ve hafifçe sıkmaya başladı. "Bir bildiğin vardır diye düşünüyorum."

Eşinin narin dokunuşları, Jungkook'un yorgunluktan kaskatı kesilen bedenine iyi geliyordu. Başını geriye doğru attı ve onaylayan mırıltılar çıkardı. Şimdiden gevşemişti. Taehyung bunu anladığında gülümsedi ve eşine biraz daha sırnaştı. Kürek kemiğine yaptığı yumuşak ama etkili baskılar Jungkook'un bundan hoşnut olduğunu belli eden sesler çıkarmasına sebep oldu.

Jungkook, eşinin elini tuttu ve dudaklarına götürdü. "Buna odamızda devam etmek ister misin?" diye fısıldadığında, hemen önlerinde oyun oynayan çocuklarının duymamasına özen gösteriyordu.

Taehyung, tatlı bir kıkırtı bıraktı. "Sana masaj yaptığımda sadece uyuyakalıyorsun, Jungkook." Dedi, sitemkâr bir şekilde. "Fısıldayarak konuşmana gerek bile yok. İddia ettiğin şeyleri hiçbir zaman yapamadık."

"Bunun için beni suçlamamalısın. Bu gerçekten uykumu getiriyor."

"Bir gün sende bana yapabilirsin. Böylelikle ben de nasıl bir his olduğunu anlayabilirim, ne dersin?"

"Bunu yapmayı denedim." Diye sızlandı, Jungkook. "Ama elim ağır olduğu için beni azarladın ve bana dağ ayısı dedin..."

Taehyung'un sol eli, hâlâ eşi tarafından tutuluyor; zarif ellerine küçük öpücükler bırakılıyordu. Boştaki eliyle ise Jungkook'un geniş omuzlarından, kaslı kollarına doğru inmeye devam ediyordu. Eşinin sözlerine karşılık ufak bir kahkaha attı. "Eğer öyle dediysem bunu gerçekten hak etmişsin demektir."

Bu sırada Jungkook cebinden cüzdanını çıkardı ve ağabeyinin kendisine vermiş olduğu limitsiz kredi kartını eline alıp bilgilerini yazmaya başladı. Taehyung eşinin uzun, yukarıdan toplamış olduğu saçlarına küçük öpücükler bırakıyor, bir yandan ise sırtına masaj yapmayı sürdürüyordu. Dalgın bakışları eşinin elindeki kartı bulduğunda duraksadı.

Jungkook yaptığı hatayı eşinin hareketleri duraksadığında fark edebilmişti. Elindeki altın renkli karta dikkat kesildi ve ne yapacağını bilemez şekilde donakaldı. Eşinin dokunuşları ve öpücükleri karşısında zayıf duruma düşmüş olan Jungkook, mayışmış ve uyumak üzereydi. Eşinin hareketleri durduğunda ise kapanmak üzere olan gözleri aniden açıldı.

Taehyung'un bunu anlaması oldukça olağandı. Sayılı kredi kartı kullanılıyordu. Öte yandan Kim ailesinin yanında yaşarken limitsiz kredi kartı olan olan Taehyung; eşinin bu karta sahip olup olmadığını iyi biliyordu. "Bu ne?" diye sordu, alçak bir tonda. "Yeni kart çıkarttığından haberim yoktu."

Jungkook kısa süreliğine sessiz kaldı. Hiçbir şekilde bu durumu toparlayamazdı. Öte yandan yalan söylemek ve yarın gidecekleri tatili mahvetmek istemiyordu. "Seokjin verdi." Dedi, dürüst bir şekilde. Bu kendisine berbat hissettirdiği için kalbi tekledi. Eşinin hissedebileceği türden zorlukla yutkunmayı başardı. "İhtiyacım olduğunda kullanabileceğimi söyledi."

Jungkook bugün yaşananlardan sonra yalan söylemekten ve sırlar saklamaktan yorulmuş olduğunu fark etti. Belki de bu sebepten, zihnine yalan söylemek fikri gelmemiş ve hatta birinci sınıf bilet alırken bile umursamaz davranmıştı. İçten içe biliyordu ki, eskisi gibi olmak arzusu taşıyan ve aile huzurlarını sağlamak isteyen eş, kocasını artık kandırmak istemiyordu.

Ailesine lüks bir tatil sunmak imkânı varken, sırf ekonomik olsun diye gece uçağa binmek ve çocuklarının uyku düzenini bozmak istemiyordu. Eşinin manzarayı seyrederek uykuya dalmak isteyeceğini biliyordu. Buna rağmen Taehyung, sırf Jungkook'u düşündüğü ve manzarayı görmeyen odalarının daha ucuz olduğunu bildiği için bunun gerek olmadığını söyleyecek, isteklerini geri plana atacaktı; çocukları istedikleri oyuncakları almak için, temkinli bir şekilde gözlerinin içine bakacaktı. Tüm bunları istemiyordu ve sırf bu sebepten, bir kereliğine de olsa, gururunun ayaklar altına alınmasına göz yummuştu.

Taehyung, eşinin sözlerine inandı ve ikinci kez sorgulamak istemedi. Öte yandan Jungkook'u bu konuda gücendirmekten korktuğu için direkt olarak, "Çocuklar!" diye bağırarak, konuyu değiştirdi. "Saat çok geç olmuş... artık uyumanız gerekiyor."

Jihyo ve Jihoon göz göze geldi ve dudaklarını büzdü. Jihoon şu an bir kraldı ve ablasını kurtarması gerekiyordu. Ablasına üzgün gözlerle baktı, "Kral kardeşin seni yarın sabah kurtaracak abla! Beni yatağında beklemelisin."

Bu oyun Jihyo'ya göre biraz saçmaydı. Yine de kardeşini üzmek istemediği için dakikalardır oyununa ayak uyduruyordu. "Seni bekliyor olacağım Kral Jihoon." Dedi ve gülerek kardeşinin tombul yanaklarına sulu bir öpücük bıraktı. "Şimdi gidip uyumalıyım." Taehyung bu sevimli konuşmayı tebessüm ederek izledi. Çocuklarının halıdan kalkmasını fırsat bilerek seri bir şekilde oyuncakları topladı ve büyük kutunun içine attı, Jihyo'da kendisine yardım etmişti.

Jihoon'u uyutmak için yukarı çıkacağı vakit eşine döndü. Jungkook'un sabit bir noktaya baktığını ve dalıp gittiğini fark ettiğinde ise derin bir iç çekti. Taehyung, Jungkook'un kendisiyle birlikte yukarı çıkmasını beklerken; Jihoon ve Jihyo'da, Jungkook babalarının, çocuklarına iyi geceler demesini ve öpmesini beklemişti.

Fakat Jungkook, dünyayla olan bağlantısını kesmiş gibiydi.

Jihyo dudaklarını birbirine bastırdı ve arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Babası bugün oldukça yorulmuştu. O anlarda babasının düşüncelere daldığını değil de yorgunluktan bu halde olduğunu düşündü.

Jihoon ise babasını öpmekte kararlıydı. Koltuğa tırmandı ve uzanıp babasını yanağından öptü. Ardından her zaman yaptığını yaparak, yanağını yavru kedi gibi babasının göğsüne sürttü ve Jungkook'a sırnaştı. "İyi geceler, baba." Diye mırıldandı, uykulu bir sesle.

Jungkook, oğlunun tatlı sesiyle kendisine gelmeyi başardı. Ellerini oğlunun siyah, yumuşacık saçları arasına daldırdı ve kaküllerini karıştırdı. "İyi geceler, balkabağım." Derken, eğilip saçlarını öpmüştü.

Oğlu, duyduğu 'balkabağım' kelimesiyle hızla başını kaldırdı ve iri gözlerini babasına dikti. "Bana uzun zamandır böyle seslenmemiştin."

Jungkook bilgisayarı sehpanın üzerine bıraktı ve oğlunun dizlerinin üzerine oturmasını sağladı. "Öyle mi?" diye sordu, yüzünden tebessüm eksik olmazken. "Yoksa... sana balkabağım dememi mi özledin?"

Jihoon dudaklarını birbirine bastırdı ve utangaç şekilde başını salladı. Bununla birlikte Jungkook, düşmemesi için ellerini oğlunun sırtında birleştirdiği sırada, eğilip Jihoon'un minik karnına öpücükler kondurmaya başladı. "Küçük balkabağım ilgisiz mi kalmış yoksa?"

Küçük çocuk kahkahalarla gülüyor; gıdıklandığı için şikayetçi olurken babasının saçlarını, canını acıtmamaya gayret ederek çekiştiriyordu. Jungkook ise saçını çekiştiren minik ellere yalnızca tatlı kıkırtılar bırakıyordu. Öpücükleri oğlunun karnından başlamış ve yüzüne doğru tırmanmıştı. Taehyung uzun zamandır mahrum kaldığı manzarasına kavuşmuş gibi hissediyordu. Görüntüsünün güzelliği gözlerinin dolmasına sebebiyet verdi.

Sonunda eski ailesine kavuşmuş gibiydi; âşık olduğu ve henüz yirmi yaşındayken bile uğruna seve seve hayatını değiştirip, evlenmeyi kabul ettiği adam bu kişiydi. Kocasını uzun süre izlemeyi sürdürdü. Jungkook, Jihoon'un koltuğa uzanmasını sağladığında anladı ki, eşi ve oğlu bir süre daha birbirlerini öpmeye ve boğuşmaya devam edecekti. Yüzünden tebessümleri eksik olmazken, o da kızının odasına çıktı. Jihoon çok yorulursa, Jungkook'un kucağında -düşük bir ihtimalde olsa- uykuya dalabilirdi. Bu durumu göz önüne alan Taehyung'da bu vakti kızıyla geçirmek istedi. Odasına çıktı, ilk önce kızının neredeyse beline kadar inen saçlarını ördü. Bu sırada eşi ve oğlu hâlâ yukarı çıkmamıştı. Taehyung bunu fırsat bilerek minik kızının yanına kıvrıldı. Kısa süre sonra kızı başını göğsüne yaslamış, Taehyung ise kızını sıkıca sarmış bir vaziyette, uyuyakalmışlardı.

O gece Jihoon, Jungkook babasının kucağında ve kolları arasında uyumuş; böylelikle Taehyung babası olmadan uyuyamama alışkanlığını kırmıştı.

Jungkook, Taehyung yanında olmadığı için sık sık uyanmış olsa bile, bir taraftan da Jihoon'un, Taehyung babasıyla değil de kendisiyle uyuduğu için oldukça sevinmiş, tüm gece oğlunu uyandırmamaya gayret göstererek öpmeye, sevincini belli etmeye devam etmişti.

***

Çocuklar ve Taehyung için sorunsuz geçen uçak yolculuğu, bir tek Jungkook için yorucu ve bunaltıcıydı. Jungkook'un yükseklik korkusu vardı ve uçak yolculuğundan pek hazzetmezdi. Bu zamana kadar ise, Taehyung hayatına girmeden önce, hiç seyahate çıkmamıştı. Taehyung'la evlendikten sonra; eşler, geleceğe güzel anılar bırakabilmek adına vakit buldukça seyahatlere çıkmışlardı. Bu seyahatleri, diğerlerinden daha farklıydı çünkü ilk defa yanlarında Jihoon'da vardı ve tüm aile bir arada, kısa fakat verimli bir tatil yapacaklardı.

Taehyung, tüm yolculuk boyunca eşinin elini bırakmamış ve destek olmuştu. Jungkook, kocası yanında olduğu sürece rahat ve huzurluydu. Yolculukları güzel geçmişti. Jihoon, ilk defa uçağa binmesine rağmen sanki ilk değil gibi davranmış, hatta Taehyung'un kucağında uyuyakalmıştı. Uyandığında bulutları yakından göremediği için mızmızlanmış olsa da Jungkook babasının, dönüş yolunda görebileceğini söylemesi üzerine içi rahatlamış ve otele gelene kadar da bulutları çoktan unutmuştu. Otele vardıklarında aklındaki tek düşünce acıktığı ve süt içmek istediği gerçeğiydi.

Geldikleri bölge, Hokkaidō adasının en büyük şehri olan Sapporo'ydu. Taehyung'un bahsettiği festivaller bu şehirde yapılıyordu fakat etkinlikler henüz başlamamıştı. Buna rağmen şehir oldukça kalabalıktı. Kış tatili için çok fazla tercih edilen bir yerdi. Otele vardıklarında da Jungkook bunu çok iyi anlamıştı. Kalabalığı pek sevmezdi fakat Taehyung'un ve çocukların oldukça tatminkâr ve huzurlu olduğunu anladığında, sessiz kalmıştı. Buraya ailesinin mutluluğu için gelmişti. Kendi fikirleri önemsizdi.

Jungkook resepsiyonda işlemlerini hallediyor, Taehyung ve çocuklar ise soğuk havadan ötürü, yalnızca camın arkasından karları izleyebiliyorlardı. Taehyung çocukları kalın giydirmemişti. Uçak oldukça sıcaktı ve Kore'de, Sapporo kadar soğuk değildi. Ani hava değişimlerinden dolayı hasta olacaklarını düşünmüş ve endişelenmişti. Çocukları da -özellikle Jihoon- kendisi gibi hassastı. Çok çabuk hasta oluyorlardı.

Görevli, Jungkook'a oda kapısının kartını uzattığı sırada konuştu: "Otelimizde her öğlen on iki ve üç arası çocuklar için özel faaliyetler düzenleniyor efendim. Eğer isterseniz çocuklarınızın ismini buradan, resepsiyondan yazdırabilirsiniz."

Jungkook dikkatle karşısındaki adamı dinledi. Bu etkinlik fikri çok hoşuna gitmişti. Her gün üç saat eşiyle baş başa kalmak düşüncesi dudaklarında silik fakat sinsi bir tebessümün oluşmasını sağladı. Adamın sözlerini onaylamak amacıyla başını salladı. "Eşimle konuşmam gerekiyor, öğle yemeğine indiğimiz sırada kararımızı vermiş oluruz."

Ardından eşine ve çocuklarına döndü. "Yukarı çıkabiliriz!" diye seslendi. Sesindeki huzur ve mutluluk, herkesin dikkatini çekecek biçimdeydi. Jungkook her zaman böyle olmazdı. Ailesinin yanındayken huzurlu olsa bile, mutlu olmayı başarabildiği zamanlar oldukça azdı. Melankolik ruh hali, Jungkook'un psikolojisinde ağır basıyordu. Sürekli derin düşünceler içerisinde olduğu için, mutluluk; didik didik arasa bile, çoğunlukla bulamadığı ve sonunda pes ettiği türden, imkânsız bir duyguydu.

Jihoon koşarak babasının yanına ulaştı ve bu kez de Jungkook babasının elini tuttu. Beklenti dolu bakışlarını babasına çevirdi. "Gitmeden önce, markete uğramayacak mıyız?"

Bu sırada Taehyung ve Jihyo'da yanlarına yaklaştı. Taehyung, Jihoon'u uyarmak acıyla; "Öğle yemeği yemeden süt içemezsin, bebeğim." Dedi. Jihoon dudaklarını büzdü ve başını salladı. Beklenti dolu bakışlarını son defa Jungkook babasına çevirdiğinde, Jungkook yalnızca omuz silkmekle yetinmişti. Oğluna, Taehyung babanın sözlerini dinlemeliyim çünkü o benden daha otoriter demek isterdi fakat bunu söylese bile Jihoon hiçbir şey anlamayacaktı. Jihoon'un mantığına göre güçlü, iri ve büyük olan Jungkook babası olduğu için, onun sözleri geçerdi fakat Jeon ailesinde durumlar pek de böyle değildi.

Hep birlikte asansöre yöneldiler. Valizler aileden önce çoktan odalarına ulaşmıştı. Çocuklar kendi aralarında konuşurken, Jungkook'da eşine döndü. Taehyung yüzünden eksik etmediği tebessümle birlikte, asansör aynasında pembe, uzun ve kıvırcık saçlarını düzeltiyordu. Jungkook, eşinin beline sarıldı ve kendisine çektiği sırada, açıktaki boynuna minik öpücükler kondurmaya başladı. "Resepsiyonda çalışan adam öğlen çocukları bırakabileceğimiz bir etkinlik olduğunu söyledi." Diye fısıldadı. Dudakları, eşinin kulağının hemen altında dinleniyordu. "Güzel bir fikir, öyle değil mi?"

Taehyung başını geriye doğru attı ve kıkırdadı. Bu sırada bakışları aynadan eşine dönmüştü, "Sanmıyorum..." diye fısıldadı, oyuncu bir tavırla. "Çocuklarımı tanımadığım insanların arasına üç saat boyunca bırakamam."

"Sanki Jihyo'nun sınıf arkadaşlarını tanıyoruz..."

"Ben hepsinin adlarını biliyorum ve ailelerini de tanıyorum."

"İyi."

Jungkook'un moralinin bozulduğunu fark eden Taehyung, küçük bir kahkaha attı ve sırtını göğsüne yasladığı eşinin, saçlarını okşamak amacıyla, sağ elini arkaya attı. Eşinin amacını fark ettiği için, onunla uğraşmak istemişti yalnızca. Hedefine ise çoktan ulaşmıştı. Jungkook saçlarını okşayan eller sayesinde eşinin boynuna gömdüğü başını kaldırdı ve üzgün bakışları aynadan eşini buldu.

Bu sırada otelin en üst katına ulaşan asansör durdu. Çocuklar önden inmişti. Taehyung ve Jungkook arkalarından çocuklarını takip ediyordu. Taehyung eşiyle ellerini birleştirdi. Bakışları Jungkook'a döndü ve güzel tebessümlerinden birini eşine sundu. Taehyung'un tek tebessümü bile, Jungkook için yeterliydi. Bakışları yumuşadı.

Ardından ise bu az önceki düşünceleri için kötü hissetti. Japonya'ya ailecek vakit geçirmek için gelmişlerdi fakat Jungkook bu üç gün içinde bile çocuklarından ayrılma fikrine ılımlı bakmıştı. Bunun sebebi çocuklarıyla vakit geçirmek istememesinden kaynaklı değildi. Jungkook, iddia ettiğinin aksine, çok iyi bir babaydı. Yalnızca iyi bir baba olduğu kadar, iyi bir eş de olmak istiyordu. Taehyung'a ilgi göstermek, onunla baş başa vakit geçirmek istiyordu. Çocukları yanlarında olduğunda bu pek mümkün olmuyordu. Zaman geçirebilecekleri yalnızca gece vakitleri oluyordu. Bu vakitlerde, tüm gün çocuklarıyla ilgilendiği için yorulmuş olan Taehyung ve yarın sabahın erken saatlerinde işe gitmek zorunda olan Jungkook yüzünden, uyuyarak değerlendiriliyordu.

Jungkook elinde bulunan kartla odalarının kapısını açtı. Oda oldukça lüks ve genişti. Tüm aile kalacakları odayı incelemeye başladı. Kapının girişinde uzun bir koridor vardı, koridorun sonunda tam karşılarında kalan, tüm duvarı kaplayan cam; karla kaplanmış yüksek dağları, otelin girişini ve yer edinmiş kalabalığı gözler önüne seriyordu. Sol tarafta dağın zirvesinden, otelin girişine uzanan bir Telesiyej vardı. Sağ tarafta ise dağ sporları ile ilgilenenler için bir kayak pisti vardı. Çocuklar dağın zirvesinden aşağı kaymakta olan kayakçılara büyük bir hayranlıkla bakmaya başladıkları sırada, Taehyung ve Jungkook'da odanın kalanını incelemekle meşguldü.

Koridorun bitiminde geniş bir salon, iki farklı oda ve banyo vardı. Taehyung, Jungkook'un bu tatil için verdiği önemi tutmuş olduğu lüks odadan bile anlıyordu. Taehyung, Seokjin'i çok iyi tanımıyordu. Jungkook onları yalnızca bir kere tanıştırmıştı fakat buna rağmen, aralarının çok iyi olmadığını da biliyordu. Jungkook'a olan şüpheleri de tam olarak burada başlıyordu. Jungkook, Seokjin'i pek fazla sevmezdi; şimdi ise, her ne olduysa, sürekli yanına gidiyor ve ağabeyinin parasını kullanıyordu. Neden bir anda bu kadar yakınlaşmışlardı? Ve buna rağmen Jungkook neden hâlâ Seokjin'i Taehyung ve ailesinden uzak tutuyordu? Taehyung tüm bunları merak ediyordu.

Odayı incelerken aniden anımsadıklarıyla dudaklarını büzdü. Eşinin tuttuğu parmaklarını sıktı ve kendisine dönmesini sağladı. "Uçak yolculuğu beni yordu." Diye sızlanmıştı, tatlı sesiyle. "Biraz dinlenelim mi?"

Bu konuda Jungkook'la hemfikirlerdi. İkisi de yorulmuşlardı fakat çocukları pek de yorulmuş gözükmüyordu. Camdan dışarıyı seyrediyor ve heyecanlı bir şekilde konuşuyorlardı. Jungkook çocuklarına döndü ve ikisinin de yanaklarını sevdi. Üşüyüp üşümediklerini kontrol ediyordu. Bir sorun olmadığına kanaat getirdiğinde, yine de emin olamadığı için klimaları açtı.

"Biz biraz dinleneceğiz, çocuklar." Dizleri üzerine çöktü ve ikisinin de montunu çıkardı. Bu sırada Taehyung'ta valizleri almış, eşiyle kalacağı odaya girmişti. "Sizde isterseniz dinlenin ya da oyun oynayın fakat şimdilik dışarı çıkmayacağız, anlaştık mı?"

Jihoon, dudaklarını büzerek "Ama kar..." diye sızlandı. Dışarı çıkmak ve babalarıyla kar topu oynamak istiyordu. Jungkook kararsız kalmıştı. Oğlunun isteğini yerine getirmek istiyordu fakat yolculuk gerçekten de ebeveynleri yormuştu. Birkaç saatliğine de olsa dinlenmeleri gerekiyordu.

Bunun üzerine Jihyo, babalarının neredeyse güneşin doğuşuyla birlikte uyandığını ve bu yüzden yorgun olabileceklerini düşündü. Ebeveynlerinin dinlenmesini istediği için kardeşinin elini tuttu. Jihoon'u odaya sürüklediği sırada, "Beni hâlâ kurtarmadın, Kral Jihoon!" diye bağırdı. "Prenses Jihyo, düşmanların elinde esir düşmüş vaziyette."

Ve böylece Jihyo, kardeşinin dikkatini çoktan dağıtmış ve onu kalacakları odaya sokmaya başarmıştı.

***

Seokjin birkaç gün önce ziyaret ettiği hapishanenin önündeydi.

Jimin'i en son iki gün önce görmüştü fakat yine de kendisine yetmiyordu. Ancak camın arkasından görebildiği bedene özlem duyuyordu; Jimin ise samimiyetine inanmıyor ve tersine, sevgilisini görmek istemiyordu.

Seokjin bunu sezdiği için Jimin'i daha sık ziyaret etmeye başlamıştı. O, insanlara dikte etmeyi severdi. Jimin, Seokjin'i görmek istemese bile, Seokjin istediği müddetçe konuşmak ve görüşmek zorundaydı. Sırf bu yüzden Seokjin, sabahın ilk saatlerinde sevgilisini görmeye gelmişti.

Seokjin alışkın olduğu odaya girdiğinde camın arkasında kalan sevgilisini gördü ve tebessüm etti. Karşılık olarak Jimin, Seokjin'e dik dik baktı ve iletişim kurmaları için telefonu eline aldı. Direkt olarak, "Neden geldin?" diye sordu.

"Seni özledim, sevgilim." Dedi Seokjin, nazik sesiyle.

Jimin, herkesin dönüp ona bakmasına sebep olacak kadar yüksek sesli kahkaha attı. "Siktir oradan!" diye bağırdığında, delirmiş gibi gülüyordu. Seokjin suratını buruşturdu. Beceriksiz kardeşi elini çabuk tutmazsa, Jimin sahiden de delirecekti.

"İyi olup olmadığını merak ediyorum, Jimin." Diye fısıldadı, Seokjin. Çok güzel oyuncuydu. Sözleri etkili kullanma kabiliyeti yüksekti. Karşısındaki adamı kısa süreliğine de olsa sakinleştiriyordu. "Seni merak ediyorum ve görmeden duramıyorum. Fırsat bulduğum her an yanına gelmek için can atıyorum."

Jimin gözlerini kıstı ve Seokjin'i dikkatle süzdü. Neden gözlerinin içine baktığı adamda samimiyete dair en ufak bir his yoktu? Oysa Jimin hissetmek istiyordu. Seokjin'in kendisini sevdiğini hissetseydi, yaşama tutunmak kendisi için daha kolay oluyordu. Yine de bulundukları durumda âşık olduğu adamdan hiçbir dönüt alamıyordu.

"Beni burada bıraktın." Dedi, kısık sesiyle. "Şimdi de hayatını yaşıyorsun."

"Seni kurtarmak için elimden geleni yapıyorum."

"O aptal Jungkook mu beni kurtaracak?!" diye bağırdı, Jimin. Bir kez daha sinirlendiğini hissediyordu. "Hayatında kaç kez dava aldı ki? Başarılı olamayacağını ikimiz de biliyoruz!"

Seokjin sırıttı. Jungkook'un gözle görülür başarısızlığı hoşuna gidiyordu. Jimin bile onun hiçbir işe yaramadığını görebiliyordu. Oturduğu sandalyede arkasına yaslandı ve kıkırdadı. "Bu sefer olacak." Derken bile, adeta dalga geçtiğini haykırıyordu. "Kardeşime güveniyorum."

Jimin, sevgilisinin tavırlarına katlanamıyordu. "Siktiğimin hapishanesinde beni her gün görmeye geldiğinde beni kurtarmış olmuyorsun. Buraya gelmek ve boş muhabbet yapmak yerine siktir git ve bir şeyler yap!" diye haykırdı.

"Sakin ol, sevgilim."

"Sakin olmak istemiyorum." Dedi, boğulduğunu hisseden adam. Yutkundu, güçlükle konuşuyordu. "Burada her gün neler çektiğimi biliyor musun? Artık bana yardım etmen gerekiyor. Dışarı çıkmak istiyorum."

"Jungkook tatilden döndüğünde..." derken, gözlerini devirdi. "Seni ziyaret edecek. Bir şekilde halledeceğim ve seni buradan kurtaracağım tamam mı?"

Jimin boş bakışların sevgilisine yöneltti. "Tamam." Diye fısıldadığında, inançsızlığını sesine yansıyordu.

"Seni seviyorum, sevgilim."

"Beni kandırmaktan vazgeç, Seokjin." Dedi Jimin, ciddi bir şekilde. Seokjin'in sözlerine inanmıyordu. Aralarında cam olmasa bunu söylemeye cesaret edemez ve ürkerdi. Yine de bulundukları konumda Seokjin kılına zarar veremeyeceği için rahattı. "Hergün bir başkasının koynunda olduğunu biliyorum."

Seokjin omuz silkti. "İhtiyaçlarımı karşılamam gerekir, öyle değil mi?"

"Şerefsiz herifin tekisin."

"Yine de bunlar bir şeyi değiştirmez, güzelim. Ben hâlâ seni seviyorum."

"Başkalarına dokunurken de bunu aklına getiriyor musun?" dedi, Jimin. Gözleri doldurmuştu. Psikolojisinin günden güne bozulduğunu belli ediyordu. Yaşadığı bu hayat kendisini delirmenin eşiğine getiriyordu. Aniden ayağa kalktı. "Başkalarını sikerken de beni hatırlıyor musun?" diye haykırdı, bu defa.

Seokjin tereddüt etmeden bu soruyu yanıtlayabildi. "Oh, evet."

"Siktir git." Diye tısladı, Jimin. "Anlıyor musun? Gelme bir daha buraya! Siktir git!"

Telefonu cama fırlattı ve kapalı görüşme yapılan odadan çıktı.

Seokjin istifini bozmadı. Görevliler çıkmasını söylediğinde, Jimin'in duymayacağını bile bile, "Seni seviyorum, sevgilim." Dedi. Ardından arkasını dönüp odadan çıkmış olan Jimin'e öpücük yolladı. Ayağa kalkmadan önce ceketini ve siyah kravatını düzeltti. Dik duruşunu bozmadan dışarı çıktığı sırada, etrafı tebessüm ederek ve hiçbir sorun olmadığının sinyallerini vererek izliyordu; bu bencillik ve soğukkanlılık, tam da Seokjin'e yakışacak türden bir hareketti ve Seokjin, her zaman olduğu gibi çevresindekileri şaşırtmamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.9K 441 15
Kim Taehyung ailesini katleden tüm herkesi tek tek öldürmeye başlar. Ancak ölüm listesine aldığı Jeon Jungkook'un, ailesinin ölümüne yol açan adamın...
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
512K 58.7K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
56.5K 1.2K 22
B:BENİ ÖYLE YA DA BÖYLE SEVİCEKSİN! S:SEVMİYCEM İŞTE SEVMİYCEMMM PİSLİK HERİF BIRAK BENİİ!