Paradise | Taekook

By dameadrasteia

66.8K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''

1.9K 190 198
By dameadrasteia


8: "I miss you every moment that you're not with me, Jungkook."


Jungkook için hiçbir zaman kardeş bağı önemli olmamıştı. Bu sebepten ötürü ağabeyi Seokjin'e karşı sevgi beslemekte oldukça zorlanıyordu; yalnızca bununla da sınırlı değildi. Jungkook genel olarak Jeon ailesinin tüm üyelerine ısınmakta zorluk çekmişti. Bunun nedeni, o zamanlar henüz genç olan Jungkook'un kendisini, ailesinden çok farklı görmesiydi.

Her şeyden önce Jungkook için para önemli değildi; Jeon ailesi içinse para her şey demekti. Para, gücü elinde bulundurmayı sağlardı. Para, itibar kazandırırdı. Para, bulunduğu kişiyi değerli bir hazineymiş gibi gösterirdi; Para, cennete ulaşan kilitli kapıların anahtarıydı. Jungkook için ise, para kapıların kilitlenme sebebiydi.

Jeon Ailesinin kalan tek üyesiyle, Seokjin'le, oldukça zıt düşen bir çocuk olarak Jungkook, Seokjin'in yanında barınmayı bir türlü başaramamıştı. Henüz on sekiz yaşındayken, ağabeyiyle yaşadığı devasa villadan ayrılmıştı. Yaklaşık yirmi beş senedir Jeon Ailesi'nin ikamet ettiği bu evden ayrılması Jungkook için, bulunmaz bir fırsattı. Anne ve babasının suikasta kurban gittiği bu evde daha fazla yaşamak istemiyordu; o ev, kendisine yalnızca ölümün soğukluğunu anımsatıyordu. Jungkook o evde kaldığı her saniye anılarıyla boğuşuyor ve açıklanamaz duygularının esiri oluyordu. Seokjin ise senelerini o evde tasasız bir şekilde yaşayarak geçirmişti. Yaşanılan suikastın sonunda annesi ve babasını ortadan kaldıran bir adam olarak, tedirginlik hissetmemesi oldukça olağandı.

Jungkook hatırladığı akıl almaz anılarıyla kriz geçirmenin eşiğine gelirken; Seokjin yalnızca şen kahkahalar atıyordu. Aralarındaki en bariz farkta bu sayılırdı. Jungkook hassas bir insandı. Seokjin ise, tüm duyguları alınmış denilecek biçimde oldukça katı, umursamaz ve aldırmaz bir adamdı.

Jungkook bir hışımla Seokjin'in şirketine giriş yaptığında, kendisini her zaman olduğu gibi Park Sooyoung karşılamıştı. "Hoş geldin." dedi, şen şakrak bir tutumla. Fakat Jungkook onu her zaman olduğu gibi umursamamayı tercih etmişti. Sooyoung, Jungkook'un bu tavırlarına alışkındı. Yine de Jungkook'un onu her seferinde reddetmesine şaşırıyordu.

Güzelliğinin farkındaydı; Siyah saçları, alnını kapatan güzel kakülleri, dolgun kırmızı dudakları, şekilli burnu, tek bir bakışıyla insanları etkileyeceği türden iri, kahverengi gözleri vardı. Girdiği her ortamda dikkat çekiyor, tüm ilgiyi üzerinde topluyordu fakat konu Jungkook olduğunda, hayal kırıklığına uğramıştı. Onu bu denli umursamasının ve takıntı haline getirmesinin sebebi belki de buydu. Reddedildiği tek kişi tarafından, ilgi görmek ve arkadaş olmak istiyordu.

Jungkook, kendisiyle birlikte seri adımlar atan kadına ters bir bakış attı. Attığı her adımda, siyah topuklularının çıkardığı ses, sanki zihninde yankılanıyordu. Bu durumdan rahatsızdı, adımlarını durdurdu, "Seokjin'in odasının yerini biliyorum." dedi, yüksek bir tonda. "Sen kendi işine bak."

"Bir kere olsun, şu şirkete güler yüzlü bir şekilde gelmedin." dedi, kadın tatlı bir tebessümle. "Neden bu kadar gerginsin, Jungkook?"

Jungkook, karşısındaki kadına dik dik baktı. "Seninle konuşacağımı sana düşündüren şey ne?"

Sooyoung kötü, en önemlisi de art niyetli bir kadın değildi. Yaptığı iş gereği insanları iyi analiz ediyordu ve Jungkook'un psikolojik durumunu kısa süre içerisinde algılamıştı. Samimi bir şekilde gülümsedi, "Benimle konuş demiyorum, Jungkook." derken ses tonu oldukça kibardı. "Ama psikolojik yardım alabilirsin. Sana yardımcı olacağına eminim."

Jungkook gözlerini kıstı ve karşısındaki kadını şüpheyle süzdü. Psikolojisinin normal olmadığını, onun hayatında yeri olmayan sıradan bir kadının bile anlamış olması kendisini kötü hissettirmişti. Yine de yüzünde mimik oynamadı. Az önceki konuşma hiç yaşanmamış gibi kadına sırtını döndü ve yürümeyi sürdürdü.

"Bu kadar katı olmana gerek yok!" dedi, Sooyoung arkasından. Adımlarını hızlandırdı ve Jungkook'a yetişti. İki yetişkin, uzun koridor boyunca baş başa yürümeye başlamıştı. "Kocana âşık olduğunu ve onun dışında hiç kimseyle muhatap olmak istememeni anlıyorum fakat buna ihtiyacın var, görmüyor musun? Kocanla hiçbir şeyi konuşamıyorsun ve içine attıkça, daha da berbat bir hale geliyorsun."

"Bu seni ilgilendirmez."

"İnsanlar sana yardım etmek istediğinde, onları itmemelisin Jungkook."

"Kimden yardım istediysem eğer, karşılığını benden fazlasıyla aldı." derken Jungkook, öz kardeşini ima ediyordu. Dudaklarında yapmacık bir tebessüm belirirken, "O yüzden artık hiç kimseden yardım istemiyorum." dedi, sert bir şekilde.

"Ben senden karşılık beklemem." dediği sırada, Sooyoung adımlarını durdurması için Jungkook'un kolunu zarif bir şekilde tuttu. Fakat bu küçük temas bile Jungkook'u oldukça rahatsız etmişti. Sanki Sooyoung dokunduğunda, elektrik akımına kapılmış gibi abartı bir tepkiyle kolunu kadından uzaklaştırdı.

"Bir daha asla yapma bunu."

"Kötü bir amacım yok." diyerek kadın, fikirlerini diretmeyi sürdürdü. "Yalnızca yardım etmeye çalışıyorum, inan bana. Yakın arkadaşım bir Psikiyatrist, sana seve seve yardım edebilir Jungkook."

"Neden bana iyilik yapıyorsun?"

"Böyle olmana üzülüyorum."

"Neden?" dedi, Jungkook buz gibi bir ses tonuyla. Karşısındaki kadına güvenmiyordu; Jungkook, Taehyung dışında hiç kimseye güvenmiyordu. Bu sebepten Sooyoung'u sorgulamaya devam etti.

Kadın ise bir kez daha samimi bir tebessümle Jungkook'a karşılık verdi. "İki tane çocuğun var, Jungkook. Sorunlarına bir çözüm bulacağını düşünüyorsun ama bulamadıkça, çok daha berbat duruma geleceksin. Şu an sınırlarda geziyorsun, her şey daha da kötü olmadan yardım almalısın."

Sooyoung'un samimi sözleri, Jungkook'u kuşkulandırmıştı. Karşısındaki kadını bir kez daha dikkatli süzdü. Sooyoung'ta bir açık aradı fakat bulamamıştı. Kadın, tamamen doğal ve içten bir davranış sergiliyordu. Jungkook birkaç saniyeliğine de olsa, karşısındaki kadının sözlerini düşündüğünde ona hak vermişti.

Karşısındaki kadına ilk defa güzel tebessümünü sundu ve, "Teşekkür ederim, Sooyoung." dedi, alçak bir tonda.

Kadın, aynı içtenlikle karşılık verdi. "Eğer istersen, sana numarasını atacağım."

Jungkook, telefonunun cebinde olduğunu düşündüğü için ellerini ceplerine attı fakat aradığını bulamadı. O an telefonunun nerede olduğunu sorgulamak yerine, "Atabilirsin." demekle yetindi. Ardından kadına bir kez daha dönüp bakmadan, geniş ve uzun koridorlarda, arkasından ona hayranlıkla bakan kadının gözleri önünden kayboldu.

Asansöre yöneldi ve kısa süre içerisinde, ağabeyinin odasının bulunduğu kata ulaştı. Odanın önüne geldiğinde, kapıyı çalma ihtiyacı duymadan direkt olarak açtı. Seokjin, ayaklarını masaya uzatmış ve tebessüm ederek telefonla konuşuyordu.

Seokjin'in bu rahat tavırları, kardeşini rahatsız ediyordu. Jungkook bir nevi Seokjin'i kıskandığını hissediyordu. Ağabeyi senelerden beri bu işi yapıyordu ve hâlâ mutluydu; öte yandan korkusuzdu, güçlüydü, hiçbir şeyden çekinmiyor ve her daim dik duruyordu. Jungkook gibi eğilip, bükülmüyor ve korkak davranmıyordu.

Jungkook bunu düşündükçe daha da sinirleniyordu. Hiçbir zaman ağabeyi gibi olamamıştı. Bunu açıkça belli ediyordu fakat Seokjin, kardeşini hiçbir zaman anlayamıyor; görmek istemiyordu. Bu sebepten itinayla ve acımasızca Jungkook'un üstüne gitmeyi sürdürüyordu.

"Telefonu kapat." dedi, Jungkook sert bir tonda. Ardından masanın tam karşısında dikildi ve dalıp gitmiş olan ağabeyini kendisine getirmek için, masanın üstünde duran ayaklarına vurdu. "Ben geldim. Kapat şu lanet telefonu."

Seokjin, Jungkook'a olan tavrına nazaran karşısındaki kişiye oldukça nazik bir tutum sergilemiş, "Seni sonra arayacağım." demesinin ardından telefonu kapatmıştı.

Jungkook, alayla sırıttı. "Jimin'i çok çabuk unutmuşsun bakıyorum."

"Nereden çıkardın?"

"Kiminle konuşuyordun?"

Seokjin ayağa kalktığı sırada, telefonu masanın üzerine bıraktı ve kardeşinin karşısına dikildi. "Ne zamandır bana hesap soruyorsun?" derken, dudaklarında yer edinen tebessüm samimiyetten fazlasıyla uzaktı. Jungkook, ağabeyinin tehditkâr tebessümüyle karşı karşıya kaldığında, ilk andan sinirlendiğini anlayabilmişti.

Bu sebepten, "Neden sinirlendin?" diye sordu, dalga geçer gibi. "Yoksa Jimin dışında başka bir metresin de mi var?"

Seokjin kaşlarını çattı. "Ne saçmalıyorsun?" diye sorduğunda, Jungkook hâlâ ağabeyinin gergin olduğunu seziyordu ve bu durumdan oldukça hoşnuttu.

Bir an, ağabeyinin de sırlarla dolu biri olabileceğini düşündü. Aralarında kardeşlik duygusuna dair hiçbir şeyin kalmadığını düşünen Jungkook'un, ağabeyinden intikam alma fikriyle gözleri ışıldadı. Muhakkak Seokjin'in de açıklarını yakalayabilirdi. Hiçbir âdemoğlu, masum ve günahsız değildi. Sakladıkları sırlar, işlemiş olduğu günahlar ve örtbas ettiği suçlar vardı. Jungkook bunu bulacağı konusunda içten içe ant içti.

"Hiçbir şey." diyerek, şimdilik konuyu kapatmayı tercih etti. Yeri ve zamanı geldiğinde her şeyin ortaya çıkacağının bilincindeydi. "Ne bu halin? Gergin gözüküyorsun."

"Jimin'le görüşmeye gittim bugün."

Seokjin sanki basit bir şeyden bahsediyormuş gibiydi. Jungkook'un kaşları bir kez daha şüpheyle kalktı. Seokjin'in iddia ettiğinin aksine; Jungkook, ağabeyinin hapishanedeki genç adamı sevdiğine ihtimal vermiyordu.

Bir kez daha şüpheli bir tavırla yaklaştı. "Hafta sonu mu?" diye sorduğunda, hapishaneye gitmiş olma ihtimaline inanmadığının sinyallerini veriyordu.

"Evet, parayı bastığın sürece yapamayacağın şey yok."

"Devletin parasını kaçırıp, bir de devlete rüşvet veriyorsun..."

Seokjin, neşeli bir kahkaha atarak sessiz odanın tiz sesiyle şenlenmesine sebep oldu. Sağ elini kardeşinin omzuna attığı sırada hafifçe sıktı ve tek kaşını kaldırdığında, "Biliyor musun?" Dudaklarına alaylı bir tebessüm yerleştirmişti. "Devletin parasını kaçırmam için bana yardım eden, devletin ta kendisi."

"Onlara da, tıpkı bana yaptığını yapıyorsun." dedi Jungkook, alçak bir sesle. Karşısındaki adamın davranışlarına tahammül edemiyor, öte yandan ise kalbinin kırılmasına mâni olamıyordu. Hassas bir yapısı vardı ve istemese bile, bunu sık sık belli ediyordu. "Onları da, tıpkı bana yaptığın gibi tehdit ediyorsun."

"Ben kimseyi tehdit etmiyorum, Jungkook." dedi, Seokjin hafif bir tebessümle. "Ben yalnızca sizlere bir fırsat sunuyorum."

"Bu sadece senin kendini avutma yöntemin."

"Başka türlü bu hayata katlanamayacağımı sende biliyorsun." derken, Jungkook anlamasa bile Seokjin kendi hayatına dair bir tüyo vermişti. "Yaptıklarım yüzünden kendimi avutmayı beceremezsem, bu hayatta yaşayamam."

Her ne kadar duygularını gizlemek konusunda Seokjin oldukça başarılı olsa da, içten içe zorlandığı su götürmez bir gerçekti. Bu hayat yalnızca Jungkook için değil, kendisi içinde katlanılamazdı. Küçüklüğünden itibaren nefes alıp verdiği her an, tetikte yaşamak zorunda bırakılıyordu. Bir devlete karşı çıkmıştı ve bu devletin sınırları içerisinde, yaşamak zorundaydı. Gözlerini kapattığı anda, dışarıdaki yüzlerce koruması rağmen tetikte ve korku içerisindeydi. Küçüklüğünden itibaren huzur yüzü görmemişti.

Öte yandan, dertleri başından aşkınken bir de kardeşinin yükü omuzlarına yüklenmişti. Seokjin buna rağmen Jungkook'u aldırış etmemezlik yapmamıştı; kardeşini büyütmüş, ilgilenmiş ve elinden geldiği kadar yanında olmaya çalışmıştı. Fakat Jungkook buna rağmen kendisini sevmiyor, saygı duymuyor ve umurumda değilmiş gibi davranıyordu.

"Bu hayattan hiçbir zaman kaçmayı denemedin."

"Çünkü senin aksine kaçamayacağımın farkındaydım."

"Eğer sen olmasaydın, ben kaçmıştım." dedi, Jungkook yüksek bir tonda. Ağabeyini en çok da bu konuda affetmekte zorlanıyordu. Hâlâ kendisini alenen ifşa etmesine katlanamıyordu. "Ama sen bilerek ve isteyerek benim başımı belaya soktun, ismimi ifşa ettin ve beni on senenin ardından tekrar bu işlere sokmaya çalıştın."

"Bu hayat, bizim boynumuza dolanmış bir zincir." derken, Seokjin oldukça sükûnetli bir şekilde konuşuyordu. Bu hayatı kabullenmişti, bu sebepten Jungkook kadar hırçın ve agresif davranmıyordu. "Anlamıyor musun? Kurtulmamızın imkânı yok."

"Hayır, bu sadece senin kendini avutma biçimin." diyerek Jungkook, bir kez daha tüm gerçekleri reddetmeyi başardı. Seokjin'in aksine kabullenmekte zorluk çekiyor, her daim kaçış planı arıyordu. "Biz istediğimiz sürece, her daim kurtulmak için bir şansımız olacaktır."

Seokjin kardeşini küçümseyen türden bakışlar attı. "Ne yapmamızı beklerdin?" diye sorduğu sırada, kollarını iki yana açmıştı. "Babamızın devletten çalmış olduğu trilyonluk servetini, devletin vakıflarına bağışladıktan sonra, biz artık kaçakçılık yapmıyoruz ve düzgün insanlar olmaya karar verdik, lütfen bizimle uğraşmayı kesin, dememizi mi?" Bu defa, kahkaha attı. "Gerçekten böyle düşünecek kadar aptal mısın?!"

Jungkook aptal değildi. Yalnızca gerçekleri kabullenmek konusunda zorluk çekiyordu. Bu hayata tahammül etmeye çalıştığı her an, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. En sonunda, başka çaresi kalmadığında Jungkook inkâr etmeye başlamıştı. En başta, on sekiz yaşındayken başının belada olmadığı konusunda kendisini ikna etmişti. Ardından babasının mirasının acımasız bedelini ödemeyeceğini söyledi. Böylelikle, sırtındaki yüklerden kurtulduğunu düşünen genç adam, ilk defa özgürce bir hava çekti ciğerlerine. Daha sonra Jeon ailesinin villasını terk etti; bununla birlikte mirası ve ailesini geride bıraktığını düşünmüştü.

Fakat Seokjin haklıydı; Jungkook hiçbir şeyi geride bırakmamıştı, her şey tıpkı ilk gün ki gibi aynıydı.

"Seokjin..." diye fısıldadı, Jungkook güçsüzce. "Ben bu hayatı bir kez daha istemiyorum."

Seokjin aniden sertleşen yüz ifadesiyle, kardeşine doğru birkaç adım attı. "Sen defolup giderken, ben neden bu hayata tahammül etmek zorundayım?" Ellerini kollarına yerleştirdiğinde onu birkaç defaya mahsus olmak üzere sarstı ve bir kez daha yeniledi. "Sen siktiğimin ailesiyle mutlu mesut yaşarken ben neden bu hayata katlanmak zorundayım, cevap ver bana! Sen sevdiğin adamla aynı yatağı paylaşırken, her gece çocuklarınla birlikte huzurlu vakitler geçirirken, ben neden lanet olası bir hayatın ortasında tek başıma mücadele etmek zorundayım, Jungkook?!"

Seokjin, küçük kardeşini şiddetle sarsmayı sürdürdüğünde, Jungkook gözlerinin dolmasına mâni olamamıştı. Canı acıdığı için ağlamıyordu, canının acısını hissetmiyordu bile. O an yalnızca ağabeyinin kendisine olan hareketlerine; öte yandan söylediği sözlere alınmıştı. Birçok şeyi farkına varması, kısa bir zaman dilimini aldı. "Bilerek yaptın..." demişti, dolu gözleriyle ağabeyinin gözlerinin içine bakarken. "Bilerek Eunwoo'nun yanımızdaki eve taşınmasını sağladın."

Seokjin kardeşinin dolu gözlerine odaklandığı sırada, "Evet." dedi, acımasızca. Kardeşinin kahverengi irislerinde gördüğü keder, hüzün, acı ve çaresizlik onu üzmüyordu. Kendisinin her gün aynı durumda olduğunu düşündüğü için, vicdanını rahatlatmak oldukça kolaydı.

"Amacın aile huzurumu bozmak mı?" diye sordu, Jungkook cılız sesiyle. Ağlamamak için dişlerini sıkıyor, boğazına oturan yumrudan kurtulmak için ise sık sık yutkunuyordu. "Her şey bunun için mi, ağabey?"

Seokjin kardeşinin sorusunu es geçerek, "Yalnızca bana uyum sağlamanı istiyorum." demeyi tercih etti. Söylenecek pek fazla şey yoktu. Jungkook'un neyi anladığını biliyordu. Bu konu hakkında daha fazla konuşmaktan kaçınarak, "Anlıyor musun?" diye sordu, kardeşine. "Emirlerime uymanı, kendi başına buyruk hareket etmemeni ve ben istediğim müddetçe, benim yanımda olmanı rica ediyorum. Sana söylediğim gibi artık bunlarla tek başıma mücadele etmekten yoruldum. Kardeşim olarak yanımda durman ve bana destek olman gerekiyor çünkü babamın tek çocuğu ben değilim, Jungkook. Öyleyse, tek başıma bu işlerle uğraşmak gibi bir mecburiyetim de yok."

Jungkook git gide bir çıkmazın içine sürüklendiğini hissediyordu. Zihni, bu durumun tehlikeli olduğunu haykırıyor ve ağabeyinden bir an önce uzaklaşması için yardım çağrılarını gönderiyordu. Son defa, tamamen dibe batmamak için çırpınmaya çalışan Jungkook, "Benim bir ailem var, ağabey." dedi, acı çektiğini haykırarak. "Seninle aynı durumda değilim, çocuklarımı, eşimi tehlikeye atamam."

Fakat Seokjin çoktan kararını vermişti. Bu konuda Jungkook'a merhamet etmeyecekti. O bir Tanrı değildi; ailesi konusunda erdemli olmak, kardeşine karşı merhametli davranmak gibi bir zorunluluğu yoktu. O basit bir insandı ve basit bir insanın düşünce yapısına sahipti.

Ben mecbursam o da mecbur olmalı, diye düşündü. Bir ailesi olmasına önem vermedi, iki küçük çocuğun tehlikeye girecek olması da onu etkilemedi. Âdemoğlu bencildi, kendisinden başka hiç kimseyi düşünmek gibi bir zorunluluğu yoktu. Buna rağmen Seokjin, "Seni yeterince düşündüm, kardeşim." diyerek bir kez daha geçmişte yapmış olduğu iyiliklerine atıfta bulundu. Dudaklarında kapalı bir tebessüm oluştuğu sırada, "Artık sıra sende." dedi. "Bundan sonra kendisini düşünmesi gereken, yalnızca sen olmalısın."

***

Gece vakitlerine gelindiği sırada, Jeon ailesinin evi; her zaman olduğu gibi, sessiz ve sakindi. Taehyung, kocası yanında olmadığı zamanlarda sessizliğe bürünürdü. Çocuklarına belli etmemek adına üstün bir çaba içine girse de, başarılı olamaz ve her şeyi belli ederdi. Çünkü üzgün hissediyordu; kocası evde olmadığında nadiren neşeli olabiliyordu. Rol yapmak gibi bir şansı yoktu.

O anlarda Jihoon yaşından ötürü bir şey anlamazdı fakat ablası Jihyo, küçük babasının bulunduğu durumu iyi analiz edebiliyor ve keyifsiz olduğunu hissettiği anda köşeye çekiliyordu. Bunun sebebi, yeterince üzgün, bitkin ve keyifsiz gözüken babasını yormak istememesinden kaynaklanıyordu. Genelde böyle anlarda sessiz bir şekilde odasına gider, ardından pijamalarını kendi kendine giydikten sonra yatağa yatar ve uyurdu.

Jihoon ise henüz küçüktü ve babasına bir şey olduğunu hissedemiyordu. Yine de Taehyung şanslıydı ki Jihoon, küçük babasına oldukça düşkündü. Şu an bile konuşmuyor, yalnızca babasının çıplak dizlerinde yatıyor ve sessizce televizyonun ekranına bakıyordu.

Bu sırada odasına çıkmış olan Jihyo, pijamalarını giymiş bir vaziyette geri geldi. Bugün ilk defa uyumak içinden gelmemişti. Bunun yerine salona geldiğinde, babasının diğer tarafına geçti ve kardeşi gibi babasının dizlerine yattı.

"Beni sıkıştırdın..." diye sızlandı, Jihoon. Sıkışmasının yanı sıra, Taehyung babasını kıskandığı için böyle yapıyordu.

Jihyo bunun bilincinde, "Yalnızca babamı paylaşmak istemiyorsun." dedi, Jihoon'a göre alçak bir tonda. "Kıskançlık konusunda, Jungkook babama benzemişsin."

Taehyung iki küçük çocuğunun saçlarını okşamaya başladığı sırada, dudaklarında kapalı bir tebessüm oluştu. Çocukları, onun için bulutlu ve kasvetli bir havanın sonrasında açan parlak güneş gibiydi. Taehyung'u bulunduğu karamsar durumdan çıkartıyor, huzura ve mutluluğa sürüklüyordu.

"Kıskanmak güzel bir şey değildir." dedi, Taehyung. Bir baba olarak söylemesi gereken şey buydu fakat hem Taehyung hem de Jungkook öyle kıskanç insanlardı ki, esmerin bu söyledikleri, çocukları tarafından pek de değer görmüyordu. Yine de etkisini yitirmiş sözlerine devam etti. "Özellikle kardeş arasında asla olmamalı."

Evin en küçük bireyi Jihoon tüm masumluğuyla, yüzünü babasına çevirdi ve iri gözleriyle Taehyung babasına baktı. "Baba ile oğlu arasında da mı olmamalı?"

"Neden böyle söyledin, bebeğim?"

"Ben bazen Jungkook babamı kıskanıyorum çünkü." diye mırıldandı, Jihoon. Uykusu olduğu için kelimeleri yayıyor oluşu babasına ve ablasına çok tatlı gelmişti. İkisi de kısaca göz göze geldiğinde, Jihoon'un bu sevimli hallerine gülümsemekle meşgullerdi.

"Hımm..." diye mırıldandı, Taehyung sevimli bir şekilde. "Neden kıskanıyorsun benim yakışıklı kocamı?"

Çocuklar, küçük babalarının Jungkook'a sesleniş biçiminden ötürü kıkırdadılar. Jihyo ise, "Bence babam çok yakışıklı olduğu için kıskanıyor." dedi.

"Ben de yakışıklıyım bir kere. Taehyung babam bana da hep yakışıklı oğlum diyor!"

"Ben demiştim..."

Taehyung başını koltuğa yasladığında, kısa ve şuh bir kahkaha attı. "Jungkook'u mu kıskanıyorsun? Baban duymasın." dedi, hâlâ kıkırdamaya devam ederken.

Jihoon bebek gibi sızlanmaya başladığı sırada, başını yattığı yerden kaldırdı ve ayakları üzerinde koltukta dururken babasının boynuna sarıldı. "Çünkü seni en çok ben seviyorum, baba."

Jihyo bu durum karşısında, tebessüm ederek oturur pozisyona geçti ve dudaklarını sevimli bir şekilde büzerken, babasının yanaklarını öpen kardeşini seyretti. Jihoon, Taehyung babasına düşkün olan taraftı; Jihyo ise Jungkook'a düşkündü. Bu sebepten iki küçük kardeşte birbirlerini asla kıskanmıyordu.

Öte yandan, ailenin iki küçük çocuğu da minik babaları sayesinde oldukça güzel bir terbiye görmüştü. Taehyung yaşına göre, ikisini de oldukça bilinçli bir şekilde yetiştirmişti. Doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü, yapılması ve yapılmaması gereken davranışları çocuklar az çok da olsa biliyordu. Yine de öğrenmeleri gereken birçok şey vardı. Fakat şimdilik, Taehyung çocuklarının terbiyesi konusunda bir sorunları olmadığını düşünüyordu. Çevresindeki herkesin düşünceleri aksine esmer, çok güzel çocuklar yetiştirmişti.

"Ben de sizi çok seviyorum, bebeğim." diyerek Taehyung, sağ eliyle oğlunun sırtını sararken, sol eliyle de Jihyo'nun tombul yanaklarını sevdi.

Jihoon babası sırtını okşadıkça mayışmaya başlamıştı. Kısa bir süre içerisinde dizleri üzerinde kendini koltuğa bıraktı. Ardından emekleyerek babasının kucağına tırmandı, elleri saçlarının arasına dolanırken, yüzünü, kokusunu içine çekemeden uyuyamadığı babasının boynuna gömdü. Kısa bir süre içerisinde, saçlarında ağır ağır dolanan eller, esmerin omuzlarına düştü ve böylece Taehyung oğlunun uyuduğunu anlamıştı.

Sevgi dolu bir gülümsemeyle Jihyo'ya döndüğü sırada, "Sen de uyumak ister misin, bebeğim?" diye sordu.

Aslında Jihyo'nun uykusu yoktu. Çünkü babası henüz eve dönmemişti. Öte yandan yarın kampa gideceklerdi fakat kimse bunun hakkında bir konuşma yapmamıştı. Bu durum, hem Jihyo'nun aklına takıldı hem de ister istemez üzüldü. Yine de babalarına bir şey ima etmek istemedi. Çünkü karşısındaki minik babası, en az kendisi kadar üzgün görünüyordu.

Bu sebepten, "Uyuyacağım babacığım." dedikten sonra, kucağında kardeşiyle birlikte ayağa kalkan ve üst katın merdivenlerine yönelen babasını takip etti.

Taehyung salondan çıkmadan önce, alt katın tüm ışıklarını kapattı. Bu gece için Jungkook'u yeterince beklemişti, daha fazla beklemenin bir anlamı yok diyerek Taehyung'ta çocuklarıyla birlikte uyumaya gitmeye karar verdi. Jungkook'u neredeyse üç saattir bekliyordu; mesaj atmıştı, cevap vermemişti. Aramıştı ve telefonunu evde bıraktığını fark etmişti. Jungkook'un telefonu girişteki vestiyerin üstündeydi. Taehyung, bir ihtimal acaba bilerek mi bıraktı diye düşündü fakat sonra bu karamsar fikri zihninden sildi. Unutmuş olduğu çok belliydi.

Yine de Taehyung üzgün hissediyordu. Birincisi, yaklaşık yarım saat önce bilinmeyen bir numaradan eşinin telefonuna mesaj gelmişti. Taehyung mesaja hiçbir çekincesi olmadan baktı. Diğer eşler gibi, kocamın telefonunu kurcalayamam gibi bir düşüncesi yoktu. Tersine, tüm telefonu didik didik eder ve Jungkook'a hesap sorardı. Bir kadının ona atmış olduğu numarayı gördü. Taehyung ilk önce kadının fotoğrafına baktı. Gördüğü sima ona tanıdık gelmişti, yine de o kişiyi çıkaramıyordu.

Ardından gönderilen numaraya ve yanında yazan isme baktı. İlk olarak ismi internet ortamında arattı ve bu kişinin bir psikiyatrist olduğunu anladı. Bu durum kalbini çok kırmıştı. Kocası kendisini iyi hissetmiyordu fakat ona anlatmamıştı. Bunun yerine kim olduğu belirsiz bir kadınla bu durumu paylaşmıştı ve kadın, kocasına yardım ediyordu. Bu sebepten kocasına doktor önermişti. Oysa Taehyung kocasının hastalıklarına karşı oldukça ilgiliydi ve Jungkook izin verdiği sürece, doktor randevuları bile kendisi ayarlıyordu. Ve hatta bununla da yetinmiyor, Jungkook'un vakti olmadığını bildiği için sonuçlarını öğrenmek için kendisi gidiyordu.

Buna rağmen, neden Jungkook kocasına anlatmamıştı? Taehyung sahiden de düşündüğü gibi kocasıyla ilgilenmiyor muydu? Yoksa Jungkook, kendisine ilgilenecek başka birini mi bulmuştu?

Esmer kucağındaki oğluyla birlikte ikinci kata çıktığı sırada zihni düşünceleriyle öylesine meşguldü ki, tam olarak nereye geldiklerini bile algılayamamıştı. Koridorun sonuna kadar yürümüş, kızı Jihyo'nun ona garipseyen bakışlar atmasına sebep olmuştu. Ardından hızlıca geri döndü ve mavi renkli kapıyı açtığı sırada, oğluyla birlikte içeri girdi.

Bu sırada Jihyo, "İyi geceler babacığım." dedi ve boyu yettiği kadar, yalnızca babasının ince beline sarılabildi.

"İyi geceler, bebeğim."

Jihyo odasına gittiğinde, Jihoon'da minik babası tarafına yatağa yatırıldı. Taehyung, çocuğunun güvenliği için her zaman olduğu gibi tüm yastıkları etrafına dizdi. Ardından alnına küçük bir öpücük kondurdu ve odadan ayrıldı. Bu sırada aralık kapının ardından baktı ve Jihyo'nun da yatağına girdiğini gördü. 

Taehyung miskin bir şekilde odasına yürüdüğü sırada, üstündeki, eşinin beyaz tişörtünden kurtuldu. Ardından kısa, siyah şortunu da iç çamaşırıyla birlikte çıkardı ve kirli sepetine attı. Kendisini oldukça yorgun hissediyordu; hem bedenen hem de ruhen rahatlamaya ihtiyacı vardı. Düşüncelerinde sıyrılamadığı için ruhen rahatlamak gibi bir imkân bulamıyordu. Fakat bedenen gevşemek adına, küveti kendisi için doldurmayı düşünmüştü.

Çıplak bir vaziyette iken odalarında bulunan, geniş banyolarına ilerledi. Suyu ayarladıktan sonra küveti doldurmaya başladı. Bu sırada banyo dolabından çilek kokulu banyo köpüğünü çıkardı ve tüm küvetin köpükle dolup taşmasını sağlayacak kadar fazlaca banyo köpüğünden sıktı. Jungkook'un bile bunu bilip bilmediği konusunda şüpheliydi fakat Taehyung, tıpkı küçük çocuklar gibi duş esnasında banyo köpükleriyle oynamayı çok seviyordu. Bu onu neşelendiriyordu ve tam şu an, Taehyung'un yalnızlığından kurtulması adına neşelenmeye ihtiyacı vardı.

Küvet dolduğunda Taehyung ilk önce sağ bacağını küvetin içine soktu, su oldukça sıcaktı fakat Taehyung bunu seviyordu. Muhtemelen Jungkook olsa soğuk suda yıkanmayı sevmediği için küvete girmezdi bile. Taehyung, eşini hatırladığı sırada dudaklarını ağlayacakmış gibi büzdü. Ardından küvete oturdu ve dizlerini kendine çekip, sırtını mermere yasladı. Kollarını dizlerine sardığında, çenesini de dizleri üzerine koymuştu. Böylelikle, küvette, köpüklerin arasında küçücük kaldı.

Bir süre hareketsizce suyun içerisinde oturmayı sürdürdü. Taehyung bu anlarda kendisini ıssız hissediyordu. Her ne kadar çocukları yanında olsa bile, her eş gibi Taehyung'ta kocasını arıyordu. Kocası, her daim onun arkasını kollayan ve destek olan kişiydi. Fakat Taehyung, Jungkook'un varlığını hissedemediği zaman her an düşebilecekmiş gibi zayıf hissediyordu. Desteklenmeye ihtiyacı vardı; çocuklarına bakmak konusunda değil, yalnızca mutlu olabilmek ve hayatını kolayca idare ettirmek konusunda eşine ihtiyacı vardı. Fakat Jungkook, özellikle son zamanlarda kendisini sıklıkla yalnız bırakıyordu.

Taehyung, dudaklarının titrediğini fark ettiğinde, kendisini ağlamamak için sıkıyordu; derin derin soluklandı ve çilek kokusunun burnuna dolmasına izin verdi. Yine de gözleri yaşarıyor, sabit bir şekilde izlediği yeri görmesini engelliyordu. Daha fazla kendisini tutamayıp gözyaşlarını serbest bıraktı. Böylece inci taneleri, yanaklarından usulca süzülüyor Taehyung ise, "Jungkook..." diye sızlanarak ağlıyordu. Bu görüntüsü tıpkı düştüğü zaman annesinin ismini sayıklayan çocuklar gibiydi.

Normalde olsa bu kadar sesli bir şekilde ağlamazdı; çocuklarının duymasından endişe eder, kendisini kısa süre içerisinde toparlardı, fakat bu defa aynı şeyi yapamadı. Boş, ıssız koridorlarda sesi duyulacak biçimde ağlıyor, göz yaşları ardı ardına dökülürken, sesinin, banyonun dışına çıkmasını engellemek adına avuç içlerini dudaklarının üzerine bastırıyordu.

Bu sırada, evin şifresi girildi ve kapı gürültüyle kapandığında, evin en büyük üyesi olan Jungkook eve giriş yaptı. Yorgundu, yürüyecek gücü bile kendisinde zar zor buluyordu ve sarhoş olmuştu. Kelimenin tam anlamıyla berbat hissediyordu.

Üzerindeki deri ceketi kapının girişine rastgele attı. Ardından botlarının bağcıklarını zorlukla da olsa çözdü ve botlarını da fırlattı. Gürültü çıkardığının farkında değildi çünkü bunun bilincinde olamayacak kadar sarhoştu. Sersem adımlarla merdivene kadar yürümeyi başarabilmişti, gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştığı sırada, merdivenlerin korkuluklarına tutunarak yukarı çıktı.

Üst kata çıktığında, eşinin acı çektiğini belli eder türden sesli ağlamalarını işitiyor fakat bu sesleri algılamakta zorluk çekiyordu. Adımlarını hızlandırdı ve yalpalayarak da olsa yatak odalarına girdi. Banyonun kapısı açıktı ve bu durum Jungkook'un sesleri daha net bir şekilde duymasına sebep oldu. Birkaç saniyeliğine duraksadı, işittiği sızlanmalar ve eşinin ismini titreyen sesiyle fısıldaması aniden tüm algılarını açmıştı. 

Jungkook'un biricik kocası; hıçkırıkları eşliğinde, iç çeke çeke ağlıyor, bir taraftan ise ismini sayıklıyordu.

Jungkook, eşinin tek bir damla gözyaşı için, tüm her şeyini feda edebilecek bir adamdı. Bulundukları durumda ise elinden hiçbir şey gelmiyor, yalnızca kapının girişinde ağlayan kocasını izliyordu. Hiçbir şey yapamadı, birkaç adım atıp eşinin yanına ulaşabilirdi fakat gidemedi. Bunun için fazla ürkek ve cesaretsizdi.

Birkaç saat önce ağabeyinin yanından ayrılan Jungkook, duyduğu şeylerin ağırlığını daha fazla kaldıramamış, zihnindeki düşüncelerden kurtulmak amacıyla, o an aklına gelen ilk fikir doğrultusunda alkol almaya karar vermişti. Arabasını sahile çekti, kış aylarında oldukları için etrafta hiç kimse yoktu. Kendisine sert bir içki aldıktan sonra, rastgele bir kayalığın üzerine oturdu. Dalgaların kıyıya çarptığında çıkardığı ses, kendisine bir ninni gibi gelmişti. Gözlerini kapattı ve kısa süreli huzurunun tadını çıkardı. Bu sırada şişedeki içki de tamamen boşalmıştı.

Eğer kendisini iyi hissetseydi, tüm bunları yapmaktan kaçınırdı. Öncelikle sarhoş bir vaziyetteyken araba kullanmıştı. Kaza yapmaya oldukça müsait bir durumda olan adam, iki çocuk babası ve evliydi. Kendisini bile bile tehlikeye atmıştı. Sabah uyandığında, bunun için kendisini suçlayacağı kesindi. Öte yandan Jungkook, her daim kocasının dizlerinin dibinde olmayı severdi. Genelde yalnız başına hiçbir şey yapmazdı; eşine haber vermeden alışveriş yapmaz, bir mekâna gidip oturmaz ya da en basitinden alkol tüketip, sarhoş bile olmazdı.

Bugün ise ilk defa yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu hissetmişti.

Jungkook gözlerinin önünde iç çeke çeke ağlayan ve adını sayıklayan eşini seyrederken, böyle hissettiği için kendisinden nefret etti. Birkaç saat önce eve gelmek gibi bir alternatifi vardı fakat Jungkook, bu alternatifi reddetmiş, yalnızlığa teslim olarak bencillik yapmıştı.

Görünmez ellerin boynunu sararak onu boğmaya çalıştığı hissediyordu. Buna rağmen, bulunduğu melankoli durumundan sıyrılmayı başardı. Eşimin bana ihtiyacı var, diye tekrarladı içinden. Bu durum karmakarışık zihninin geçici bir süreliğine düzene girmesine sebep olmuştu. Çekingen birkaç adım attı ve banyoya girdi. Taehyung hâlâ kendisini fark etmediği için, korkmasından endişelenerek kapıyı ardından usulca kapattı.

Taehyung'un sesli ağlayışları iç çekişlerine döndüğü sırada, kapının kapanma sesini duymasıyla birlikte korkuyla yerinden sıçradı ve dudaklarının arasından önlenemez bir hıçkırık yükseldi. Yerinden hızlı bir şekilde hareketlendiği için soğumaya başlayan suyun birazı küvetten taşmış, küvetin kenarına ulaşan eşinin ayaklarına doğru sıçramıştı. Jungkook küçük su birikintilerin oluştuğu küvetin önünde dizleri üzerine çöktü.

"J-jungkook?" diye sordu, titreyen sesiyle esmer. Kocasının gelmeyeceğine o kadar emindi ki, bir anlığına bunun bir rüya mı, yoksa gerçek mi olduğunu algılayamadı. Sıcacık ellerini eşinin yanaklarına sardığı sırada, baş parmağıyla yanaklarını okşadı. "Gerçekten geldin mi?" diye sordu, masum bir şekilde.

"Evet, bebeğim." Kollarını yukarı kaldırdı ve hızla boğazlı kazağından kurtuldu. Taehyung'un bulunduğu durum ağlama isteğini tetiklese bile, dudaklarında zoraki bir tebessüm oluşmuştu. "Geç kaldım, özür dilerim." diyerek eşiyle konuşmayı sürdürdü. Bir taraftan ise ayağa kalkmış, pantolonunu ve iç çamaşırını hâlâ dönen başı yüzünden zorlansa da çıkarmayı başarmıştı. "Çok özür dilerim."

Taehyung sessiz kalmakla yetindi. Bunun yerine küvette olabilirmiş gibi daha da küçüldü. Bu konuşmasalar bile Jungkook'a yanıma gel deme şekliydi. Jungkook, eşinin istediğini yerine getirerek seri bir şekilde küvete girdi. Sırtını mermere yasladığında, eşinin ince belini yakaladı ve ters bir şekilde kucağına oturttu. Dudaklarını, Taehyung'un ensesine bastırıyor, elleri ise bacağının üzerindeki ince bacaklarda geziniyordu.

Eşinin iri cüssesinin küvete girmesiyle birlikte, su biraz daha taşmıştı. Az önce ağlayan Taehyung, bu görüntü karşısında tatlı bir şekilde kıkırdadı. "Neden gülüyorsun?" diye sordu, Jungkook. Bu sırada dudakları ensesinden, geniş omuzlarına doğru ilerliyordu.

Kucağındaki eşi omuzlarını çekti ve ellerini, Jungkook'un elleri üzerine yerleştirdi. "Sanırım... sinirlerim çok bozuk." Parmaklarını birbirine doladığı sırada, Jungkook'un bacaklarını okşamasını engellemişti. Bunun yerine, eşinin baş parmağını tuttu ve oynamaya başladı. "Kendimi iyi hissetmiyorum, Jungkook."

Jungkook yalnızca, "Farkındayım, güzelim." demekle yetinmişti. Daha fazlasını söylemesi gerektiğini bilse de, sarhoşluğun getirisiyle düşüncelerini bir araya getirmekte zorlanıyordu.

Taehyung ise bu durumu yanlış anladı; kocasının kendisiyle konuşmak istemediğini, artık sıkıldığını düşündü. Başını, bir kez daha ağlayacakmış gibi hissettiği için öne eğdi. Farkında değildi fakat oldukça sevimli bir şekilde iç çekti ve kucağına oturduğu kocasının parmaklarıyla oynamaya devam ederken fısıltıyla konuştu. "Neden geç geldin?" dedi, çekingen bir şekilde. "Konuşmak istemediğinin farkındayım ama, neden?"

Jungkook hem sarhoştu hem de kucağında oturan ve kalçalarını kasıklarına bastıran eşi yüzünden azgın hissediyordu. Aklına gelen arsız düşünceler yüzünden kıkırdadı. Taehyung bu tepkiyi beklemediği için şok olmuştu. Hızla arkasına döndü, dizleri üzerinde küvette oturur pozisyona geçerken yarı baygın bakan gözlerin sahibine ithafken, "Sen sarhoş musun?!" diye sordu, şaşkın ve kızgın bir biçimde.

Jungkook başını aşağı yukarı salladı. Bu sırada kıkırdamaya devam ediyordu. Baş parmağıyla işaret parmağını kısa bir mesafe kalacak biçimde birbirine yaklaştırdığı sırada, başının yanına getirdi. "Bu kadarcık." dedi, incelttiği sesiyle.

Taehyung için Jungkook'un sesini incelterek konuşması ve sevimlilik yapması bile şaşırtıcıydı; aynı oranda ise bu durumu sevimli bulmuştu. Yine de kaşlarını çattı. Parmaklarını eşinin çenesine sardı ve kendisiyle göz göze gelmesini sağladı. "Kiminle içtin?" diye sordu, tehditkâr bir şekilde. "Bugün telefonuna mesaj atan kadınla mı?"

Jungkook'un gözleri irice açıldı. "Hangi kadın?"

"Telefonuna mesaj atan kadın."

"Telefonuma mesaj atan kadın mı?"

"Evet." dedi, esmer. Derin bir nefes aldı ve sakinleşmek adına çabaladı. "Telefonuna, Sooyoung adında bir kadın mesaj attı."

Sıcak suyun etkisiyle git gide mayışmış bir vaziyette olan Jungkook, "Sooyoung mu?" diye sordu bir kez daha. Bu sırada küvette biraz daha aşağı kaydı, boyun hizasına kadar suya gömülmüştü.

"Evet!"

"Evet mi?"

Taehyung eşinin çenesini daha sıkı tutmuş, "Soruma soruyla karşılık vermeye devam edersen, kafanı suya gömer ve seni boğarım!" diye bağırmıştı, oldukça öfkeli bir şekilde.

Fakat eşinden aldığı tepki, yalnızca tatlı kıkırdamalar oldu. "Sinirliysen çok tatlı gözüküyorsun. Kaşlarını çatıyorsun, gözlerini kısıyorsun, sesini kalınlaştırıyorsun... Öfkeli gözüktüğünü sanıyorsun ama muzlu sütü olmadığı için sinirlenen Jihoon'a benziyorsun tıpkı."

"Sen gerçekten çok sarhoşsun..."

Taehyung ilk önce eşinin çenesini serbest bıraktı, bununla birlikte Jungkook'un başı sağ omzuna doğru düşmüştü. Taehyung masum bir şekilde eşini izlerken, git gide suya gömüldüğünü fark etmişti. Omuzlarından tuttu ve dik bir şekilde oturmasına yardımcı oldu; Jungkook ise tıpkı bir jöle gibi aşağı kaymaya devam ediyordu. Taehyung sahte bir kızgınlıkla, "Dik otur Jungkook." diyerek eşini azarladı.

Jungkook ise bir kez daha kıkırdadı ve eşinin az önceki sözlerini yeni işitmiş gibi, "Ben aşk sarhoşuyum!" diye bağırdı.

Taehyung eşinin bu tepkisine karşı burnunu kırıştırdı ve gözlerini kısarak tatlı bir kıkırtı bıraktı. Bir taraftan ise eşinin omuzlarını tutmakla meşguldü. "Jöle gibi kaymaya devam edersen başın suya gömülecek ve boğulacaksın." dedi, fakat eşi onu duymuyor gibiydi. Gülüyor, küvette aşağı kayıyor ve suyun içerisinde ellerini rastgele dolaştırarak eşinin bedenini arıyordu. Taehyung gözlerini devirdi, "Seni uyandırmak için ne yapmam gerekiyor..." diye sordu, kendi kendine.

Kısa bir süre sonra aklına gelen fikirle esmer, ayağa kalktı. Bu esnada Jungkook, alt dudağını dişleri arasına almış, arsızca eşinin çıplak bedenini süzüyor; Taehyung'un garip diye adlandırabileceği türden, tıpkı bir sapık gibi eşine bakıyordu. Bu durum Taehyung'un yüzündeki tebessümü arttırdı. "Neden sapık gibi bana bakıyorsun?" diye sorduğu sırada, küvetin tıpasını açtı ve böylelikle ılık suyun akıp gitmesine sebep oldu.

"Çünkü, çok ama çok güzelsin ve Tanrım... Seninle sevişmek istiyorum."

"Bu vaziyetteyken benimle sevişemezsin, Jungkook."

Akıp giden suyla birlikte mermerin soğukluğu gün yüzüne çıkmış, Jungkook'un bedenini titretmişti. Jungkook, ellerini küvetin kenarlarına koydu ve kalkmak üzere hamle yaptı. Fakat eşi avuçlarıyla göğsüne bastırmış, kalkmasını engellemişti.

"Sakın kalkmaya çalışma, Jeon Jungkook."

"Taehyung... a-ama çok üşüdüm."

Taehyung eşinin başının üzerinde bulunan duş başlığını alıp, eşinin üzerine tutarken suyun ayarını en soğuk seviyeye getirmişti. Yapmacık bir üzüntüyle, "Üzgünüm kocacığım..." dedikten sonra dudaklarını büzdü ve aniden suyu açtığında, Jungkook, çıplak bedenine temas eden soğuğun etkisiyle küvette, tıpkı karaya çıkmış bir balık gibi çırpınmaya başladı.

Taehyung kahkahalarla gülüyordu; suyu kasıtlı bir şekilde elleriyle yüzünü siper eden eşinin yüzüne doğru tutuyor, eşinin kalkmasını engellemek için küvetin kenarlarına tutunan ellerini ittiriyordu. "Direnme Jungkook, çek ellerini yüzünden!"

"Üşüyorum!" dedi, ağlamaklı bir ses tonuyla kocası. Bu durum her ne kadar Taehyung'un hoşuna gitse bile, eşine kıyamıyordu. Suyun derecesini biraz olsun ılıklaştırdığı sırada, ıslak saçları arasına parmaklarını daldırdı ve hafifçe okşadı.

Yumuşak ve yaptığı işe tezat olarak, şefkatli bir ses tonuyla konuştu. "Kendine gelmen için yapıyorum, kocacığım. Hareket etmeyi kesmelisin."

Jungkook, bilinci yerinde değilken bile eşinin sözlerine karşı hassastı; bakışları kenetlendiği sırada, eşinin sözlerini bir emir olarak algıladı ve itaat etti. Ellerini serbest bıraktı, çırpınmayı kesti ve kendisini soğuk suya teslim etti.

Taehyung'un dudaklarında tatminkâr bir tebessüm oluştu. Belki de Jungkook'un en çok bu huyunu seviyordu. Jungkook baskın olan taraf olsa bile, hiçbir zaman Taehyung'a bir şeyleri dikte etmiyor, kocasını zorlamıyordu. Tersine, evde sözü geçen kişi Taehyung'tu; emirleri Taehyung veriyordu, Jungkook ise bu emirlere uymakla yükümlü oluyordu. 

Esmer eşinin saçlarını okşamayı sürdürdüğü sırada kıkırdadı; bu gülüş, birden çok şeyi ifade ediyordu. Tatlıydı, cilveliydi ve en çok da ima barındırıyordu. Jungkook, yavaş yavaş kendisine geldiği sırada bu gülümsemenin ne anlama geldiğini anlamıştı.

"Bana ödülümü verecek misin?" diye sordu, soğuk suyun etkisinden dolayı titrerken ve derin derin soluklanırken.

Taehyung eşinin sorusuyla birlikte, kendisine geldiğini fark ettiğinde suyu ılıklaştırmıştı. Bu sırada Jungkook'un baygın bakışlarının yerini, çatık kaşlar ve sert bakışlar aldı. Elleriyle yüzüne gelen saçları geriye savurdu; alnını açığa çıkardı, biçimli kaşları gözler önüne serilirken geriye doğru yatırdığı uzun saçlarıyla öylesine etkileyici gözüküyordu ki, Taehyung nefesinin kesildiğini hissetti.

Bakışlarını eşinin ıslak bedenine çevirdi. Jungkook'un çıkık, kaslı göğsünden aşağı süzülen damlalar, belirgin, çizgi halindeki karın kaslarına ilerliyor; kasıklarına ulaşıyordu. Taehyung bakışlarını kasıklarına indirmekten çekindi. Suyu, arzuyla titremeye başlayan elleri sebebiyle zorlukla kapattı. 

Kuruyan dudaklarını dili yardımıyla ıslattığı sırada, yumuşak bir ses tonuyla sordu. "Daha iyi misin?"

Jungkook eşinin bedenini yoğun bir arzuyla süzerken, sorusunu yanıtsız bıraktı; Taehyung'un çıkık kalçalarına, ince beline, uzun ve ince bacaklarına, içe göçmüş bir vaziyette olan minik karnına baktığı sırada aklını kaybedeceğini düşünüyordu. Dünyadaki tüm herkesin güzelliğine gölge düşürmeyi nasıl başarıyordu? Seneler geçmesine rağmen, hisleri nasıl ilk gün ki gibi capcanlı ve tazeydi? Jungkook, seneler geçse bile Taehyung'a ilk gün ki gibi aşıktı; aynı hevesle dokunmak için can atıyor, her uzvunu keşfederken tıpkı ilk gün ki gibi heyecanlanıyor, elinin ayağının dolaşmasına mâni olamıyordu.

"Kucağıma gel." dedi, derin sesiyle. Taehyung eşinin sözlerini yerine getirdi ve bugün ikinci defa kocasının kucağına yerleşti.

Ellerini, eşinin sert göğsüne yasladı ve ağır ağır okşadı; gözleri gözlerine kenetlenmişti, Jungkook göğsünün üzerindeki elleri sıkıca tuttuğunda, elleri de kenetledi. Eşinin bedenini kendisine çektiği sırada, Taehyung tamamen üzerine uzanır pozisyona geçmişti. Altında hissettiği soğuk ten aslında tüm bedenini yakıp kavuruyordu. Bilinçsiz bir şekilde, anın etkisine kapılarak, "Seni özlüyorum." diye fısıldadı, kısık bir tonda. "Ben... benimle olmadığın her an seni özlüyorum, Jungkook."

"Öyleyse," diye fısıldadığı sırada, Jungkook'un ince dudakları, eşinin dolgun dudaklarına sürtüyor; solukları, birbirlerinin yüzüne çarpıyordu. "Öyleyse, bugün özlemini gidereceğim kadar seviş benimle." dedi, tüm arzusuyla, isteğiyle ve yoğun sevgisiyle. "İstersen sabaha kadar devam ederiz, söz veriyorum, sen isteyene kadar asla durmayacağız."

Taehyung'un kapanan gözleri, böylelikle ağır bir şekilde açıldı. Dudaklarında bilindik bir tebessüm oluşmuştu; bu eşine cevap niteliğindeydi. Jungkook, sağ elini eşinin ensesine sardığında dudaklarına uzandı ve sert bir öpücük bahşettikten sonra, "Seni seviyorum." diye fısıldadı. 

Bu, o gece için Taehyung'un eşinden duymuş olduğu tek cümle değildi; Jungkook'un bedeni arzuyla kasılırken, dudakları arasından eşinin ismini haykırırken ve tek bir beden olmuş bir vaziyette, sabaha kadar yoğun bir şehvetle sevişmeye devam ederken, bu cümleyi defalarca kez fısıldamıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

95.4K 3.8K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
1.3K 225 26
Fakat sen, benden ayrıldığın vakit, bir mektup veyahut tek bir tümce bile dile getirmedin.
151K 16K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
3.2K 669 5
"bir şey diyeyim mi, biz var ya, seninle çok iyi olurduk." omega kim taehyung ve onun dolandırıcı ev arkadaşı alfa jeon jungkook. - 02.06.2024 for yo...