Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

7| ''I will ruin his life.''

2.1K 197 189
By dameadrasteia




7: "I will ruin his life."


Jungkook, eşinin diretmelerine daha fazla katlanamayacağını anladığı anda kendisini evden dışarı attı. Bahçeye doğru usulca birkaç adım atıp, eski sevgilisinin evi ile bahçeleri arasındaki yol olan kapıya ilerlerken, oldukça sükûnet sahibiydi. Eşinin baskısı yüzünden eski sevgilisiyle konuşmaya mecbur tutulan bir adam olarak fazla sakin ve usturupluydu. Onun yerinde bir başkası olsa, geçmişin çocuksu heyecanına kapılıp eli ayağına dolaşabilir; kelimeler ardı ardına dizilip aklını karıştırabilir veyahut geçmişi hatırlamanın verdiği hüzünle yanlış düşüncelere kapılabilirdi.

Fakat Jungkook için bunların hiçbiri geçerli olmazdı. Buz gibi bakışlarıyla karşısındaki insanları kendisine çekmiyor; yalnızca kuvvetle itiyordu. Jungkook'un bakışlarındaki soğukluk bir tek ailesini etkilemiyordu. Bu tamamen Jungkook'un inisiyatifine bağlı olan bir durumdu. Jungkook'un buz kesen, iri, siyah gözleri bir tek ailesini bulduğu anda ışıldamaya başlar; sıcaklığını hissettirmekten çekinmez ve bakışlarıyla sevgisini haykırırdı.

Bu sebeptendir ki, Jungkook oldukça rahattı. Kapıyı sakinliğinden ödün vermeden açtı ve bahçede kendinden emin bir şekilde yürümeyi sürdürdü. Bu sırada, dört ve dokuz yaşındaki çocuklarını andırmayan esmer, çocuklarının birlikte salonda oyun oynadığına emin oldu; hızla merdivenlerden tırmanmaya başladığı sırada, bir nevi koşuyordu. Nefes nefese kalmış bir haldeyken, yatak odalarında bulunan balkona çıktı. Buraya gelmesinin sebebi, Eunwoo'nun bahçesinin net bir şekilde gözükmesiydi. Esmer, böylelikle konuşan eşini ve eşinin eski sevgilisini rahatça gözlemleyebilecekti.

Jungkook, eski sevgilisinin bahçesine ulaştığı anda, Eunwoo'da bunu bekliyormuşçasına seri bir şekilde bahçeye çıktı. Bakışları Jungkook'u bulduğunda, gözle görülür bir hayranlık; aynı zamanda ise özlem vardı. Jungkook bunu hissettiğinde bakışlarını çevirdi. Bir başkasıyla göz göze gelmek bile kendisini rahatsız ediyordu.

"Merhaba," dedi Eunwoo, Jungkook'a yaklaştığı sırada. Heyecanlı olduğunu belli ediyordu; sesi titriyor, elini nereye yerleştireceğini bilemediği için, karnının hizasında birbirine sürtüyordu. Gülümsedi, ona bakmamakta ısrarcı olan sevgilisinin aşinası olduğu güzel yüzünden bakışlarını ayırmıyordu. "Hoş geldin."

Jungkook başını sağa çevirmiş bir vaziyetteyken, göz ucuyla Eunwoo'ya baktı. Eski sevgilisinin dibine kadar gelmiş olduğunu fark ettiğinde, seri hareketlerle birkaç adım geriye gitti. Ardından, "Taehyung'un bizi izlediğine eminim. Fazla yaklaşmazsan ve eşimi rahatsız etmezsen sevinirim." dedi.

Eunwoo dayanamayıp histerik bir kahkaha attı. Sabah yaşananlar, belli etmekten kaçınsa bile içine oturmuştu. Taehyung'un tavrı onu incitmek ve aşağılamak yönündeydi. Parmak uçlarında yükselip, Jungkook'un omzu üzerinden kendisine bakması; dudaklarına kapalı fakat, Eunwoo'nun rahatlıkla anlayacağı türden alaylı bir tebessüm yerleştirmesi... Hepsi Taehyung'un yersiz intikam arzusundan kaynaklanıyordu.

Eunwoo, buraya gelirken Taehyung'a karşı hırslı değildi fakat bugün yaşananlar Eunwoo'nun içinde bastırdığı duygularını körüklemiş; Taehyung'u incitme şansı olduğunu bildiğinden, bunu yapması yönünde düşünceler beslemeye başlamasına sebep olmuştu.

"Taehyung... gerçekten hiç değişmemiş. Hâlâ seni, benden oldukça kıskanıyor."

"Hakkı olmadığını mı düşünüyorsun?" derken, Jungkook'un bakışları nihayetinde Eunwoo'ya dönmüştü. Eunwoo bir kez daha eski sevgilisi tarafından terslendiği için, sertçe yutkundu. Jungkook'un şüpheci tavrı yerini koruyordu, "Eski sevgilim olduğun için, bu konuda rahatsızlık duyuyor ve haklı. Seul gibi devasa bir şehirde, eski sevgilisiyle aynı siteye taşınmak gibi bir tesadüfe imza atan kaç kişi vardır ki?" diye sordu. Bu defa histerik bir şekilde gülme sırası Jungkook'taydı. "Gerçekten... fazla mucizevi bir tesadüf. Öyle değil mi?"

Eunwoo, Jungkook'a istediği cevabı vermemek adına, "Çok değişmişsin." diyerek konuyu tamamen farklı bir yöne çevirdi. "Eskiden bir tek bana karşı uysal davranırdın. Şimdi görüyorum ki, aramızdaki sevginin körelmesi dışında birbirimize olan saygımızda yok olmuş."

"Buraya bilerek taşındığın için, sana saygı duymamı mı bekliyorsun?" diyerek Jungkook, aslında asıl konuyu unutmadığının sinyallerini veriyordu.

Eunwoo güzel yüzüne yakışır biçimde, cazibeli bir gülümseme sundu. "Her ne olursa olsun, bir insan olarak bana saygı duymanı bekliyorum, evet."

"Çok güzel laf cambazlığı yapıyorsun."

"Yalnızca konuşmayı uzatmaya çalışıyorum."

"Burada beni tutacağın on dakikanın sonucunda, Taehyung'u kıskandıracağını düşünüyorsan yanılıyorsun. Ben onun bir ömrüne talibim; dakikalar bizim için fazlasıyla değersiz."

Eunwoo, Jungkook'un iddialı sözleri karşısında gülümsemek istese bile bu defa duygularını gizlemek konusunda başarısız oldu. Bakışlarındaki özlem yerini öfkeye bırakırken; dudaklarındaki tebessümde tamamen silindi, dudaklarını sertçe birbirine bastırdı ve, "Onun böyle düşündüğüne pek de emin değilim." dedi.

Bakışlarını, ilk andan itibaren ikiliyi izleyen Taehyung'a çevirdi: "Sevgili eşinin on dakikaya bile tahammülü yokmuş gibi duruyor."

Jungkook bakışlarını Eunwoo'nun dikkat kesildiği yere çevirdi, kısa bir süreliğine eşine baktığı sırada, göz göze gelmişlerdi. Jungkook ve Eunwoo, Taehyung'un utanacağını ve mahcup olacağını düşünmüşlerdi fakat öyle olmadı; Taehyung ilk önce belini kırarak kalçasını geriye doğru çıkardı, ardından dirseklerini siyah demirlere yasladı ve yumruk yaptığı ellerini çenesinin altında birleştirdi. Başını hafifçe soluna, omzuna doğru yatırdığı sırada hem Eunwoo'ya hem de Jungkook'a gülümseyerek bakıyordu.

Bu onun dilinde, "Sizi izlerken size hesap verecek, bir de yetmezmiş gibi utanacak mıyım?" demekti. Yüzünde mahcubiyete dair tek bir iz yoktu. Tersine, dudaklarında kibirli denilebilecek türden geniş bir tebessüm vardı.

"Her neyse," diyerek Jungkook, bu ortamdan bir an önce kurtulmak istediğini belli etti. Taehyung'un vermiş olduğu sürenin yeterince dışına çıkmışlar gibi hissediyor, bu durum tedirgin olmasına sebep oluyordu. Her ne kadar sevgilisi kendisinden yaşça büyük olsa da, otoritesi sorgulanamazdı.

"Neden geldin Eunwoo?"

"Taehyung'a anlattığım gibi. Hazırladığım projelerimi sanal ortamda tasarlıyorum. Bu sebepten evden çalışmam gerekiyor. Taktir edersin ki çalışırken sessiz ortamda bulunmam çok önemli ve Seul'de bulabildiğim en huzurlu, sessiz ve sakin site burasıydı."

"Hangi şirketle çalışıyorsun?" diyerek Jungkook, aklını kurcalayan soruları sormaya başladı. "Ayrıca, ne tasarımı bu?"

Eunwoo'nun dudakları kıvrıldı; istediği konuşmaya doğru adım adım ilerliyordu. İlk önce şirketi kastederek, "Tanıyacağını sanmıyorum." dedi. Ardından tasarım konusuna geçti, bu defa gülümsemesi genişlemiş, dudakları arasından kıkırtılar dökülmüştü. "İlgi alanının çok dışında kalıyor."

"Sana tanıyıp tanımadığımı sormadım, direkt olarak hangi şirkette çalışıyorsun dedim." diyerek Jungkook, eski sevgilisine bir kez daha katı ve sert bir tutumla yaklaştı. "Öte yandan insanlar mesleğini sorduğunda, onlara da ilgi alanınızın çok dışında kalıyor mu diyorsun sen?"

Eunwoo tüm arsızlığıyla "Hayır, sana özel." diye cevapladı, eski sevgilisini. Jungkook'un mimik barındırmayan yüzü gerindi, ardından biçimli kaşlarını çattı ve Eunwoo'ya arsızlığı karşısında, tiksindiğini belli eder biçimde bakmaya başladı.

Tüm her şeyi kafasında oturtan Jungkook için, Eunwoo'nun değişen tavırları büyük bir yıkım yaratmadı. Tersine, bunu beklediği için etkilenmemişti bile. Her ne kadar eşine bu durumu belli etmek istemese de, Eunwoo'nun buraya taşınması kendisini de şüphelendirmişti. Bunun mutlak sebebi, ağabeyinin varlığıydı. Eunwoo'nun ağabeyinin şirketinde çalışıyor oluşu aklına yattı; öte yandan Eunwoo'nun tasarımları hakkında, net olmamakla birlikte bir fikri oluşmuştu. Okuduğu bölümle, ağabeyinin şirketinin yaptığı işler birbirine oldukça uyumluydu.

Jungkook her zaman olaylara gerçekçi bir tavırla yaklaşmıştı. İnsanlar değişebilirdi; para, itibar, hırs, öfke ve kazanma arzusu insanları istemediği yerlere çok çabuk taşıyabilirdi. Jungkook bunun farkındaydı, çünkü on sene sonra ağabeyinin yanına dönmek zorunda kalması da bir nevi bu sebeplere dayanıyordu.

Kendisi de paraya ulaşmak istemiş, mesleğinde itibar sahibi olmayı hedeflemiş, Taehyung'un babasına karşı hırslanmış, yaşadığı haksızlıklar karşısında öfkelenmiş ve her bakımdan yeterli bir baba olmak isteyerek, kazanma arzusuna bürünmüştü.

"Bu oyunu daha ne kadar devam ettirmeyi sürdüreceksin, Eunwoo?"

"Burada bir oyuncu varsa, o da sensin Jeon Jungkook."

"Ne demek istiyorsun?"

Eunwoo bakışlarını, uzun süredir balkonda sessizce dışarıyı seyreden Taehyung'a çevirdi. "Ona, eşine, en büyük oyunu sen oynamıyor musun?"

Jungkook artık emin olmuştu. Eunwoo her şeyi biliyordu. Yanlış bir hamlede bulunarak hata yapmayacak, Taehyung'a hiçbir şey belli etmeyecekti. Aksi taktirde, Eunwoo'nun onu kışkırtmasına izin verirse, sinirlenirdi. Bunu yapmaktan korktu, bu olayın daha fazla büyümesini istemiyordu. Yüzündeki sabit ifadeyi koruyarak, eski sevgilisine döndü. "Ne kadarını biliyorsun?"

"Her şeyi." dedi, Eunwoo. Bu sırada kollarını göğsünde birleştirdi ve güzel gülümsemesini, âşık olduğu adama sundu. "Seninle ilgili tüm her şeyi biliyorum."

Jungkook kartları açık oynamaya karar vermişti, "Seokjin sana ne anlattı?" diye sordu, direkt olarak. Eunwoo tek kaşını kaldırdı ve sevdiği adamı şüpheyle süzdü.

"Kim Seokjin adına çalıştığımı nereden biliyorsun?"

Jungkook bozuntuya vermeden, "Öyleyse merhumun ailesi adına mı çalışıyorsun?" diye sordu, tüm ciddiyetiyle.

"Karşılıklı." dedi, Eunwoo. "Senin sorularına cevap vermem için, ilk önce sen, benim sorduğum soruları yanıtlamalısın."

"Böyle bir zorunluluğum olduğunu nereden çıkardın?"

"Buradan bakınca başka çaren yokmuş gibi gözüküyor." diyerek, bakışlarını sola çevirip Taehyung'a kısa bir bakış attı. "Tabii eğer yalanlarla dolu evliliğini mahvetmemi istemiyorsan..."

"Eğer beni zorlamaya devam edersen, Eunwoo." dediği sırada, Jungkook kendini sakinleştirmek adına dişlerini sıkıyordu. "Seni konut dokunulmazlığına ihlal suçundan şikâyet ederim. Ve sen bu boktan meselelerle uğraşırken, ben ailemi alır, buradan defolup giderim."

Jungkook'un ciddi ifadesiyle şaşkına dönen Eunwoo, "Bunu yapamazsın." dedi, öfkeyle. "Evine girmedim bile."

"Konut veya konut eklentileri... Hiçbir şey fark etmiyor. Rızama aykırı olarak mülküme girdin, bu fazlasıyla yeterli."

Eunwoo bir an tereddüde düştü, bakışlarını eski sevgilisine çevirdi ve ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. Öte yandan eski sevgilisini çok iyi tanıyordu; Jungkook asla samimi olmadığı birine şaka yapmaz, muhatap bile almazdı.

Eski sevgilisinin ciddi olduğunu fark ettiğinde Eunwoo, köşeye sıkıştığını hissediyordu. Aklına gelen ilk savunmayı yaptı, "Bahçe buna dahil değil."

Jungkook ilk defa bir tepki vererek, dalga geçercesine güldü. "Pekâlâ, dediğin gibi olsun. Bahçe buna değil. Fakat unutma ki, mutfağın girişindeki çardak kısmına kadar yaklaşman bile, seni şikâyet etmem için yeterli. Öte yandan sen, cam kapının ardından evi incelediğin için, tamamen konut eklentilerini işgal etmiş oluyorsun." Ardından bozulduğu açıkça belli olan eski sevgilisine baktı ve bir kez daha güldü. "Tabii... Küçük kızımı alıp, ailesinin rızası olmadan kendi bahçeni götürmeni işin içine katmıyorum bile."

"Sen gerçekten baş belası ve tehlikeli bir herif olmuşsun."

Jungkook o an beni bu hale yaşadıklarım getirdi demeyi gerçekten çok istemişti. Özellikle küçükken, kendi halinde bir çocuk oluşunu; bir karıncaya bile zarar vermekten çekindiğini, insanlarla iletişim kuramayacak kadar utangaç olduğunu, mafya bir babası ve bu geleneğini devam ettiren ağabeyine nazaran oldukça masum bir yaşam sürdüğünü söylemek istedi.

Yapamadı, bunun yerine yalnızca, "Bunu evli ve iki çocuk babası olan bir adamı alenen rahatsız eden sen mi söylüyorsun?" diyerek, Eunwoo'nun üstüne gitmeyi sürdürdü.

Eunwoo, mağlup olduğunun farkındaydı. Daha fazla bu durumu uzatmak istemedi, "Seni rahatsız etmiyorum." diye mırıldandı. Biraz mahcup biraz da bezgindi. "Beni, sizi korumam için Seokjin gönderdi."

Jungkook boş bakışlarla, Eunwoo'yu süzdü. "Senin neren beni koruyabilir ki?" dedi, tükürürcesine. "Hem, sen Taehyung'u korumak yerine ona zarar verirsin."

"Kıskanç olan ben değilim, senin eşin. Karıştırmış olmalısın..."

"Taehyung'a nasıl baktığını gördüm." diyerek Jungkook, bir kez daha eski sevgilisini savunmasız bıraktı. "En yakın zamanda buradan taşınacaksın, senin beni ve ailemi koruman imkânsız. Seni istemiyorum."

"Anlamıyor musun? Beni Seokjin-"

"Asıl hiçbir şey anlamayan sensin!" dediği sırada, sesini yükseltti. Ardından bu yaptığından pişman olduğu için dudaklarını birbirine bastırdı ve yan gözlerle eşine baktı. Taehyung'un yüzündeki tebessüm, yerini öfkeye bırakmıştı. Bir şeyler olduğunu sezen esmer daha fazla dayanamayıp balkondan ayrıldığı sırada, Jungkook hızla Eunwoo'ya döndü ve, "Git buradan." dedi. "Henüz eşyalarını bile yerleştirmemişsin zaten, taşınman kolay olur."

"Seokjin'e ne diyeceğim?"

Jungkook geriye doğru birkaç adım attığı sırada duraksadı, dudaklarında hiç olmadığı kadar tehlikeli bir tebessümün yansımaları vardı, "Ona de ki: Ailem ve eşimle olan ilişkime zarar vermeye teşebbüs ettiği her an, onun hayatını mahvedeceğim."

Jungkook, eski sevgilisinin arkasından sesleniyor olduğunu fark etmesine rağmen arkasını dönüp bakmadı. Bunun yerine, ağabeyinden hıncını almak istercesine sert adımları yüzünden yeşil çimleri döve döve bahçeden çıktı ve ardından demir kapıyı, yerinden söküp atmak ister gibi sertçe kapattı.

İçinde alevlenen yoğun öfke tüm bedenini ele geçirdiği sırada, diğer birçok duygunun da getirisiyle kasılmaya başladı; şüphesiz öfkeliydi, öte yandan ise kırgın. Seokjin kendisinin nelerle mücadele ettiğini en yakından gören kişiydi. İşindeki başarısızlığı yüzünden ne denli zorlandığını görüyordu; ailesinin geçimini sağlarken çektiği maddi sıkıntıları, küçüklüğünden gelen travmaları, sürekli baş gösteren panik atağını... Tüm bunlara rağmen ağabey misyonu yüklenen Seokjin ona yardımcı olmuyor, tersine başını belaya sokuyordu.

Jungkook göğsünün sıkıştığını hissediyordu; soluk alışverişleri sıklaştığında, kalbi göğüs kafesine inat, dışarı çıkmak için adeta mücadeleye girmişti. Bu tekrar hastalığının baş gösterdiğinin habercisiydi. Birkaç adım daha attığı sırada, dönen başı yüzünden aniden durmak zorunda kaldı. "Lanet olsun." diye sızlandığında, vücuduna vuran halsizlik hissiyle neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti.

Fakat Jungkook güçten düştüğünde ve kendini yetersiz hissettiğinde, kendisine destek olacak, sırtını yaslamasını sağlayacak eşi her daim yanındaydı; hızla yanına ulaştı ve Jungkook, eşinin yumuşak ellerinin hissiyatını kollarında hissetti.

Taehyung tüm öfkesini bir kenara attığı sırada, "Sevgilim?" dedi, tüm sevecenliğiyle. Her zaman olduğu gibi soru sormayı es geçti ve, "Çardağa oturalım, hadi gel." diyerek sevgilisini, mutfakta bulunan bahçe kapısının önündeki çardağa getirdi.

Jungkook hafif bir esintiyle esen rüzgârın yardımıyla, eşinin çileği andıran kokusunu içine çekti. Bu bile huzuru hissetmesi için yeterliydi. Kısa süre içerisinde sakinleştiği sırada, titreyen bedeni yerini hafif bir halsizliğe bıraksa da Jungkook kendisini iyi hissediyordu.

Sevgilisinin kollarına dolanan ellerini ve omzuna yaslanan başını hissettiğinde, "Üzgünüm." diye fısıldadı. Ardından eşinin pembe saçlarına minik bir öpücük kondurdu. Sol elini eşinin beline sararken, sağ eliyle usulca saçlarını okşamaya başladı. "Sen haklıydın, sevgilim." dedi. Yirmi sekiz yaşında, olgun bir adam olduğunu belli etti ve suçunu direkt olarak söylemekten gocunmadı. "Bilerek taşınmış, bana karşı olan hisleri de aynıymış."

Esmer sağ elini sevgilisinin belindeki eliyle birleştirdiğinde, "Biliyordum." dedi, basitçe. "Ben anlarım, Jungkook. Söylemiştim sana."

"Nasıl anladın?"

Esmer omuz silkip, tatlı bir şekilde kıkırdadı. "Herhangi bir ortama girdiğimizde, benim gözlerim her an açık ve tetiktedir, Jungkook. Sana bakan herkesi saniyeler içerisinde etrafı tarayarak bulurum; bakışlarından ne hissettiklerini direkt anlarım ve tehlike halindeysen de saldırıya geçerim."

Jungkook, pembe saçları okşayan ellerini esmerin yanaklarına indirdiğinde, büyük elleriyle kocasının yanaklarını kavradı ve sıktı. "Seni ısırırım, Taehyung. Küçücük bir şeysin sen, nasıl bu kadar hırçın davranabiliyorsun?!"

Jungkook'un bu hareketiyle Taehyung'un dolgun dudakları ileriye doğru büzülmüş, burnunu kırıştırıp memnuniyetsiz bir ifadeye bürünmüştü. Ellerini kocasının bileklerine sardığında, boğuk bir sesle konuştu, "Yanağım buruştu, kırışıklarım artacak... Bırak çabuk, Jungkook."

Jungkook başını geriye doğru atıp, tiz sesiyle tüm bahçeyi şenlendirecek türden bir kahkaha atmış, "Kırışıklıkların mı artacak?" demişti, kıkırdamaya devam ederken. "Henüz yirmi dört yaşında bunun derdine düştüğüne inanamıyorum."

Jungkook eşinin yanaklarını serbest bıraktığında, Taehyung birleşik ellerini ayırmadan eşine dönmüştü. "Evet çünkü senin yüzünden uzun zamandır güzellik salonuna gidemiyorum."

"Gitmemeye de devam edeceksin çünkü o kadın ya da adamların sana dokunmasına izin veremem."

"Bu nasıl bir bakış açısı?" dedi, Taehyung gözlerini devirerek. "O zaman hasta olduğumda, doktor beni iyileştireceği zamanda bana dokunmasına izin verme."

"İkisi çok farklı şeyler."

"Tamamen aynı!"

"Doktora zorunluluktan dolayı gidiyoruz. Ama sen güzellik salonuna, tek bir kusur barındırmayan ve mükemmelliğin göstergesi sayılan bir yüzün olmasına rağmen can sıkıntısından dolayı gidiyorsun. Ve bu beni deli ediyor."

Esmer gülmemek adına yanak içlerini kemirirken, şımarık bir şekilde, "Yalan söylüyorsun..." diye mırıldanmıştı. Nazlı bir şekilde konuşması ve başını utanarak omzuna doğru eğiyor oluşu Jungkook'u delirtiyordu.

"Yalan söylemediğimi sende biliyorsun." derken çocuklarının gelme ihtimalini aklından çıkardı ve iki eliyle eşinin belini sıkıca sararak, kucağına çekti. Dizleri üzerinde yan bir şekilde oturan kocasına baktığı sırada, pembe saçlarını, gümüş küpelerle süslenmiş kulağının arkasına sıkıştırmakla meşguldü. "Sadece şımartılmak hoşuna gittiği için böyle yapıyorsun."

Taehyung sağ eliyle sevgilisinin ensesine sardı. Sessiz bir şekilde, "İki çocuk babasıyım ama hâlâ kocamın kucağında otururken şımartılmayı çok seviyorum." dediği sırada dolgun, pembe dudaklarını büzüp duruyordu. "Acaba bende bir sorun mu var?"

"Saçmalama, bebeğim. Evlendiğimizde ve Jihyo'yu evlat edindiğimizde henüz sende bir çocuktun, böyle davranıyor oluşunu seviyorum." dedi, hoş bir gülümsemeyle. "Bana on sekiz yaşındaki hallerini anımsatıyorsun."

"Ama ben on sekiz yaşındaki hallerimi hatırlamak istemiyorum."

"Nedenmiş o?"

Taehyung geçmiş anıları sebebiyle bir kez daha öfkelenmişti, kızgın bir şekilde konuştu. "Çünkü sevgilin vardı!"

"Yine mi başladık..."

Taehyung kollarını göğsünde birleştirdiği sırada, dudakları aralanmış ve hayrete düşmüş bir ifadeyle sevgilisine bakarken, "Yine mi?!" diye cırlamıştı. "Sıkıldın mı benden Jungkook? O yüzden mi böyle söylüyorsun? 'Yine' ne demek? Resmen bunalmışsın benden, inanamıyorum sana."

Jungkook'un iri gözleri, olabilirmiş gibi daha da irileşirken, "Ne?" diyebilmişti, şaşkınca. "Bunu da nereden çıkardın, Tanrı aşkına Taehyung?"

"Sus."

"Öyle bir şey söylemek istemedim."

Taehyung şirince omzunu çektiği sırada bir kez daha, "Sus." dedi, ardından dolgun dudaklarını büzdü. Bu davranışı Jungkook'a oğlu Jihoon'u anımsattı. Jihoon'da istemediği bir şey olduğunda, kollarını göğsünde birleştiriyor, dudaklarını büzüyor ve direkt olarak küsüyordu.

Jungkook bu sevimli görüntü karşısında gülümsedi, ardından dudaklarını aralayacağı anda, Taehyung bir kez daha, "Susmanı istiyorum." diyerek, eşinin söyleyeceklerini engelledi.

"Sadece bir şey söyleyip susacağım."

"Tamam söyle."

"Çok sevimlisin."

"Biliyorum. Şimdi tekrar sus."

"Bir şey daha söyleyebilir miyim, hayatım?"

"Hayır."

"Ama hayatım-"

"Susmazsan tüm siteyi ayağa kaldırırım!"

"Peki hayatım."

***

Jeon ailesi sakin bir öğle vakti geçirmişti; Jihoon kısa bir uyku çekmiş, Jihyo, bu defa babalarıyla olmak şartıyla, bahçede oynamış ve Jungkook ve Taehyung, birlikte birkaç bölüm dizi izlemişti. Dizinin devamı için hem vakitleri yeterli değildi, hem de Jungkook tüm kıskançlığını bir kez daha belli ederek, dizinin ana karakterinin çok yakışıklı olduğunu söyleyen eşine kızıp diziyi bir hışım kapatmıştı. Sonuç belliydi, salonun duvarları yankılanan kalın, fakat oldukça sevimli kıkırtılar tüm evi şenlendiriyordu.

"Gerçekten... İnanamıyorum sana," diyerek esmer, eşinin kolları arasından sıyrılmayı başardı. "Resmen adama yakışıklı dememe sinirlendiğin için diziyi kapattın."

Taehyung'un kalkmasıyla birlikte Jungkook'ta koltukta yan yatıyor olduğu pozisyonundan kurtulup, eşine ters bir bakış attıktan sonra ayaklandı. "Sana ne?" diye sızlandığı sırada, yirmi sekiz yaşından sıyrılmış ve dört yaşındaki oğluyla aynı seviyeye inmekten çekinmemişti. Dudaklarını büzerken, omzunu çekti ve çocuksu bir sesle konuştu. " Yaparım istediğimi, kapattım işte. Ev benim değil mi? İstediğimi yaparım."

Esmer, eşinin sevimli hallerine gülmekle meşguldü. Tıpkı Jungkook gibi ayağa kalktı ve ellerini sevgilisinin vücuduna oranla oldukça ince olan beline yerleştirip kendisine çekti. "Yoksa sende mi şımarmak istiyorsun?" dedi, alt dudağını dişleri arasına alıp sevimli, aynı zamanda tehlikeli denilebilecek bir tebessüm sunarken. "Seni şımartmalı mıyım, bebeğim?"

"Bu bebek seni tek lokmada yiyebilir," derken Jungkook'un dudakları esmerin pürüzsüz boynuyla buluştu, ilk önce küçük bir öpücük kondurdu, ardından ısırıyormuş gibi yaptı. "O yüzden bebek demeden önce bir daha düşün derim..."

"Bebek mi?"

Dakikalar önce uyanmış olan Jihoon, minik adımlarla salona girdi. Mavi, ay desenli pijamasının sol bacağı dizinin üstüne kadar kıvrılmış, sağ bacağı ise düzgün durmasına rağmen her an düşecekmiş gibi dağınık bir görüntü oluşturmuştu; bunun dışında tutamları birbiri arasına karışmış, pijama üstünün düğmelerinin, neredeyse tamamı açılmıştı. Çok dağınık uyuduğu için Taehyung bu görüntüye alışkındı.

Jungkook ise sağ gözünü zorlukla açabilen, sol gözü ise neredeyse kapalı duran oğluna bakarken, "Jihoon?" dedi, şaşkın bir şekilde. "Oğlum... rüyanda ne görüyorsun sen?"

Taehyung gülerek eşinin omzuna vururken, Jihoon'un aklı hâlâ duyduğu bebek kelimesinde takılı kalmıştı. Bir kez daha düşündü; uykusundan yeni uyandığı için zihni karmaşadan ibaretti. İki gözünü de tamamen açtı ve bir kez daha, "Bebek mi?" diye sordu, "Minik babam hamile mi?"

Taehyung'un dudaklarını geniş bir tebessüm ele geçirdi, gözleri küçücük kalana kadar sevimli bir şekilde gülümserken, "Hayır Jihoon," dedi, alçak sesiyle. "Nereden çıkardın bunu?"

"A-ama öyle dediniz."

"Ben Jungkook babana öyle söyledim sadece, yanlış anlamışsın."

Jihoon başını kaldırıp Jungkook babasına ters bir bakış attı. Oldukça iri duran gövdesine, vücudu kadar olan kaslı baldırlarına ve kollarına baktı. Ardından gözlerini kısarak, "Jungkook babam mı bebek?" diye sordu. Bu durumu oldukça garipsemişti. Sanki çok uçuk bir örnekten bahsediyorlar gibiydi.

Bu durum Jungkook'un kahkaha atmasına sebep oldu. "Dört yaşındaki oğlumuz bile her şeyin farkında." diyerek eşinin yanağına öpücük kondurdu. "Senin bebek gibi olduğunu, minik ve sevimli gözüktüğünü düşünüyorlar. Bana ise bunu yakıştırmıyorlar bile."

"Bunların hepsi senin suçun!" dedi, Taehyung sesini yükselterek. Fakat herkes biliyordu ki kavga etmekten çok uzaklardı, yalnızca şakalaşıyorlardı.

"Mükemmel, seksi ve kaslı bir vücuda sahip olmak benim suçum olamaz..."

"Biraz daha spor yapmaya ve irileşmeye devam edersen, çocuklarımız sana hulk demeye başlayacaklar."

"Sırf kollarımın arasında minicik kalıyorsun diye yaşlanana kadar spor yapmaya devam edeceğim."

Jihoon başını geriye doğru yatırmış meraklı gözlerle babalarını izlerken, Taehyung eşine doğru yaklaşmış ve kulağına fısıldayarak, "Biraz daha kas yapar ve güçlenirsen, seninle sevişmeyi keseceğim." demişti.

"Ne?!"

Jihoon, Jungkook babasının dehşete düşmüş bir halde olduğunu görünce ürktü. "Ne oldu, babacığım?"

"B-bir şey olmadı." dedi, Jungkook kekeleyerek. O an aklından bir daha eşiyle birlikte olamama fikri geçtiği için dünyası başına yıkılmış sayılırdı. Korku dolu gözlerle eşine bakarken zoraki bir gülümseme sundu. "Taehyung baban şaka yapıyor sadece."

Bu sırada Taehyung dizlerinin üzerine çöktü. Minik oğlunu kucağına aldığında, Jihoon memnuniyetle kollarını babasının ensesine doladı ve başını, en sevdiği yer olan, babasının boynuna yerleştirdikten sonra soluklanmaya başladı. Babasının huzur veren kokusu Jihoon'u uykuya davet ederken, Taehyung oğlunun saçlarını okşadı ve, "Uyuma, bebeğim." dedi, şefkatle. "Şimdi uyursan akşam rahatsız olursun."

Jihoon mayışmış bir haldeyken, "Kokun uykumu getiriyor, baba." diye mırıldandı. Gözlerini zorlukla açabiliyordu. Jihoon'un hem babasının kokusuna karşı belirgin bir zaafı vardı hem de uyumayı çok seviyordu.

Taehyung oğlunun tavrına içten bir tebessümle karşılık verdi, "Ama ailecek yemek yiyeceğiz ve sonra Jungkook baban seninle oyun oynayacak."

Jihoon'un kapalı gözleri aniden açılırken, çenesi minik babasının omzuna yasladı ve bakışlarını hayran kalmış bir şekilde onları izleyen Jungkook babasına çevirdi. "Gerçekten mi?"

"Birazdan dışarı çıkacağım ama geldiğimde oynarız, söz veriyorum."

Esmer, eşinin cümlesine karşılık kaşlarını çattı. Dışarı çıkacağını bilmiyordu, öte yandan bugün hafta sonuydu. Birlikte vakit geçirebildikleri tek zamandı. Arkasını döndüğü sırada, Jungkook'a kırgın bir şekilde bakıyordu. "Neden dışarı çıkıyorsun?"

"Seokjin'in yanına gitmem lazım."

"Yine mi?"

Jungkook, sabah yaşanan Eunwoo olayının Seokjin ile ilgili olduğunu eşine söyleyemezdi. Bunun yerine aklına gelen ilk yalanı söyleyerek, "Dizi ilerken mesaj attı, yanına çağırıyor." dedi.

Taehyung eşine şüpheli bir tutumla yaklaşmaktan kendini alıkoyamıyordu. Bunu yapmak istemese bile, eşine güvenmekte zorluk çekiyordu. Kaşlarını çattı, "Neden bunu o an söylemedin?"

"Keyfini kaçırmak istemedim."

Esmer, eşine son defa baktı. Ardından gözlerini devirdi, dudaklarında kinayeli bir tebessüm oluşmuştu. "Her türlü kaçacakmış zaten..." dediği sırada ayağa kalktı ve kucağında oğluyla birlikte salondan çıktı.

Jungkook her zamanki gibi köşeye sıkışmıştı. Bir taraftan gitmek istemiyor, ailesiyle vakit geçirmek istiyordu. Diğer taraftan ise kendisini mecbur hissediyordu. Eunwoo'nun ne yapacağını kestiremiyordu. Gitmeden hemen önce, Taehyung'a gidip her şeyi anlatmak gibi bir gaflette bulunabilirdi. Eunwoo, Jungkook için çok büyük bir tehdit unsuruydu; Jungkook'un bu tehlikeden kurtulması için tek şansı, bu tehlikeli başına saran ağabeyiydi.

Bulunduğu duruma lanetler etti, ailesiyle geçirdiği huzur dolu dakikalardan sonra Jungkook kendisini bir anda toz pembe bir hayatın içinde buluyordu. Bu hayatta sorunları yoktu; Taehyung'un babası yoktu, Seokjin yoktu, Jungkook'un başarısız kariyeri yoktu, maddi sıkıntılar yoktu. Yalnızca eşi ve çocukları vardı. Ütopik bir dünyaydı. Göz alıcı, aynı zamanda akıl karıştırıcıydı. Bu sebepten Jungkook ailesiyle vakit geçirdiğinde, ekstra kötü hissediyor, psikolojisi gelgitlerden ötürü çöküyordu.

İki tarafa bakıyordu; sınırlar kesin bir şekilde ayrılmıştı. Bir taraf aydınlıktı, ferah hissettiriyordu; huzurluydu, güven vericiydi, Jungkook'a kendini iyi hissettiriyordu. Diğer taraf ise karanlıktı, Jungkook'a köşeye sıkıştığının sinyallerini veriyordu; huzursuz hissettiriyordu, tehlikeydi, Jungkook'u inanılmaz bir melankoli durumuna itiyordu.

Jungkook derin bir nefes aldı; bu anlarda yapabileceği en doğru şey olarak huzurlu hissetmesi için kırmızı bilekliğini sıkıca tuttu. Ardından mutfağa doğru adımladı; Jihoon mutfak tezgahına oturmuştu. Taehyung ise yemek hazırlıyor, bir yandan sık sık oğluna dönüp gülüyor ve konuşuyordu. Jungkook o anlık Taehyung'u rahatsız etmemeye karar verdi. Arkasını döndü ve haddinden fazla büyük evlerinde, bir üst kata çıktı. Jihyo'nun odasının pembe kapısını açtığında, Jihyo'yu resim çizerken gördü.

O an içeri girip girmemek konusunda kararsız kalsa da, Jihyo kapının açıldığını hissetmişti; "Babacığım?" diyerek, odadan çıkmak için adım atan babasını durdurdu. "İyi misin?"

Her zaman olduğu gibi içinde bulunduğu bunalıma rağmen Jungkook, "Evet, iyiyim bebeğim." demeyi başardı. Artık iyiyim demek bile kalbine inanılmaz bir ağırlığın çökmesine sebep oluyordu. Bunun onu içten içe yıprattığını fark ediyordu. Gülümsedi, ailesinin ona sağladığı huzura sığınıyordu. "Yalnızca seni merak ettim."

"Resim çiziyordum," derken Jihyo elindeki pembe boya kalemini bıraktı. Minik adımlarla babasının yanına yaklaştığı sırada, çekingen bir şekilde babasına aşağıdan bakmaya başladı. "Sıkılmazsan birlikte çizelim mi?"

Jungkook dizlerini üzerine çöktü ve kızının minik ellerini kavradı. "Çizelim bebeğim, hem neden sıkılayım ki?"

"Çünkü Jihoon çok çabuk sıkılıyor," dedi, Jihyo dudaklarını büzerek. "Sonra da defterimi karalamaya başlıyor ve kaçıyor."

Jungkook kızının sevimli halleri karşısında tebessüm etti, ayağa kalktı ve kızının beyaz, oldukça minik olan çalışma masasına ilerledi. Bu sırada Jihyo sessizce peşinden geliyordu, "Ben sıkılmam, resim çizmeyi çok severim ama bu çalışma masası benim için çok küçük. Boya kalemlerini alıp bahçeye çıkalım mı?"

Jihyo ellerini çırptı ve, "Olur!" diye bağırdı neşeli bir şekilde.

Jungkook babalarıyla nadiren vakit geçiren Jihyo ve Jihoon için bu anlar çok değerliydi. Özellikle Jihyo, Jihoon'a göre Jungkook babasına daha düşkündü. Bu sebepten bu anların değerini çok iyi bilecekti.

Jihyo ve Jungkook arasındaki bağ, biraz daha farklıydı; bu durum tıpkı Jihoon'un Taehyung babasına olan düşkünlüğünü andırıyordu. Jihyo, Jungkook babasının duygularını en iyi hisseden kişiydi. Bazı anlarda Taehyung'un da çocuklarıyla ilgilendiği için aklı o kadar dolu oluyordu ki, eşi konusunda çok dikkatli olmasına rağmen, zaman zaman gözden kaçırdığı detaylar oluyordu. Bu detaylar, Jihyo tarafından çok iyi seziliyordu. Kız dikkatliydi, aynı zamanda ailesine çok düşkündü; sürekli aile fertlerini gözlemliyor, nasıl hissettiklerini anlamaya çalışıyordu. Bu dikkati onu Jungkook babasına yaklaştırıyordu.

İlk önce birlikte boya kalemlerini topladılar. Ardından bahçeye çıktılar, havanın güneşli olmasını fırsat bilen Jungkook ve kızı, çimlerin üzerine yüz üstü uzanırken önlerindeki resim defterine güzel resimler çizdiler.

Jungkook'un yetenekleri sayesinde çizilmiş olan detaylı evin çevresine, Jihyo dört birey çizdi. Biri diğer üçlüye göre oldukça büyük ve genişti. Jungkook bunun kendisi olduğunu anladığında gülmeye başladı, neredeyse göğe uzanan boyu ve tüm çizilen bireylerden daha iri olan bir gövdesi vardı. Yanında ise pembe saçlarıyla, sevgili eşi ve iki küçük çocuğu... Jihyo'nun çizdiği resme yoğun bir sevgiyle baktı, Jungkook; aklından ise farklı düşüncelere geçiyordu.

Bir anda yüzü düştü. Zihni, resim karesinin etrafına kara bulutlar ve demir kapan çizmesi için kendisine baskı uyguluyor, hayatının bu resim karesinin dışında, toz pembe olmadığını haykırıyordu. Bulunduğu psikolojik durumundan ötürü karamsarlığı çok yoğun yaşıyordu. Hayatından bir kez daha nefret etti, küçüklüğünden itibaren bu halde olmasına bir türlü alışamıyordu. Kızıyla resim çizerken bile etkisini gösteren bu depresif halleri onu bezdirmişti.

Aniden ayağa kalktığında, Jihyo şaşkın bir şekilde babasına baktı: "Bir sorun mu var, baba?"

Jungkook, boğazına oturan yumru sebebiyle zorlukla yutkundu. Gülümsemeye çalıştı, fakat başarılı olamamıştı. "Bir işim var, bir tanem." diyerek, sesini sakin tutmak adına çaba sarf etti. "Amcanla buluşmam gerekiyordu, aklımdan çıktı. Gidip hazırlanmam gerekiyor."

Jihyo uzun sayılabilecek bir süre zarfında, yalnızca babasını izledi. İçinden bir sürü şey söylemek gelmişti; neden hafta sonu evden gidiyordu? Ya da birkaç dakika önce çok iyiyken şimdi neden yüzü solmuştu? Yine de Taehyung babasının yaptığını yaptı ve Jungkook babasını zorlamak istemedi. O da biliyordu ki, babasının bazı sorunları vardı.

Dudaklarını birbirine bastırdı, "Peki baba."

Jungkook kızına doğru eğildi; sağ eliyle yavaşça yanaklarını okşarken, bir taraftan çilek kokan saçlara yumuşak bir öpücük kondurmakla meşguldü. "Akşam görüşürüz, bebeğim." diye mırıldandı ve içeri girdi.

Bakışlarını evin içinde gezdirdiği sırada, Taehyung'un Jihoon'a yemek yedirdiğini görmüştü. Ses çıkarmamaya özen göstererek yukarı çıktı. O an kocasıyla konuşmak istemiyordu. Olası bir kavga ihtimali karşısında, kendisini çok daha kötü hissedeceğini biliyordu. Zaten yeterince bitkin bir durumdayım, diye düşündü.

Öte yandan Taehyung'ta eşine tepkiliydi; yemek hazırladığında yalnızca Jihyo'yu içeri çağırarak ve Jungkook'u yok sayarak, bu tepkisini oldukça belli etmişti.

Jungkook hiçbir şey söyleyemeden resim çizmeye devam etmiş; içinde fırtınalar koptuğu halde, tepkisiz kalmıştı. Jihyo ise aç değilim diyerek küçük babasını es geçmiş ve üzüldüğünü hissettiği için, Jungkook babasının yanağına öpücük kondurmuştu. Konuşmasa bile bu, babasına destek olduğu anlamına geliyordu. Ardından ikili kaldıkları yerden işlerine devam etmişlerdi.

Jungkook yukarı çıktığında altına siyah bir pantolon, üstüne siyah boğazlı bir kazak geçirdi. Son olarak siyah deri ceketini, telefonunu ve anahtarlarını eline aldığında giriş kapısının önünde bir süre bekledi. Taehyung'a seslenmeden evden çıkma fikri aklına yatmış olsa da, bunun bir hata olduğunu biliyordu. Yeterince hata yapmıyor muyum? diye düşündüğü vakit, geri döndü.

Salondaki oğlu ve eşine bakarken, "Ben çıkıyorum." dedi, hafif bir tebessümle.

Taehyung'un bakışlarını eşine döndü. Jungkook'u incelediği sırada kaşlarını çattı; giymiş olduğu dar, siyah, boğazlı kazağa baktı. Kol kasları ve geniş sırtı yüzünden neredeyse yırtılacakmış gibi duruyordu. Öte yandan dardı, Jungkook'un kaslı göğsünü belli ediyordu. Bakışlarını aşağı çevirdi. Kazağı pantolonun içine atmış, kemerle sabitlemişti. Taehyung, eşinin ince beline bakarken bu kadar mükemmel bir fiziğe sahip olmasından nefret ettiğini düşünüyordu. Kaslı baldırlarını saran dar, siyah kota bakmaktan vazgeçmişti.

Önüne döndüğü sırada, "Ceketini üstüne giy." dedi, sakince.

Jihoon ne olduğunu anlamadığı için saf bir şekilde küçük babasına baktı, "Neden ki, hava soğuk değil?"

Taehyung oğluna baktığı sırada, elindeki tabağı sehpaya bıraktı ve oturduğu yerden kalktı. İçinde fırtınalar koparken sakin olmaya çalışıyordu, "Babanın üstündeki çok çirkin, o yüzden."

Bu sırada Jihyo boya kalemlerini ve resim defterini toplamış, salonun bahçeye çıkan sürgülü kapısını açarak içeri girmişti. Konuşmalara şahit olduğu için, babasının çirkin kelimesini aklına takabileceğini düşündü ve, "Bence çok güzel, baba." dedi, tatlı bir tebessümle.

İki masum çocuğunu seyreden Taehyung gülümsemeden edemedi. Çocukları fazlasıyla iyi niyetliydi. Ne yazık ki, Jungkook'un çevresindeki insanlar pek de öyle değildi. Eşini süzmekten utanmıyordu. Üstelik bunu, Taehyung'un gözleri önünde yapanlar bile vardı. İnsanlar fazla arsızdı; kocası ise onlara görsel şölen sunacak biçimde, fazla seksi...

"Babanızı yolcu edeceğim." diyerek Taehyung, çocuklarını salonda bıraktı. Jihyo ve Jihoon babalarına el sallarken, Jungkook sessiz bir şekilde olan biteni takip ediyordu. Çocuklarına aynı şekilde el salladı, "Sizi seviyorum!" diyerek çocuklarına veda etti ve önden giden eşini kapının önüne kadar takip etti.

Taehyung'un onu kıskanması hoşuna gittiği için, dakikalar önce yaşanan olayları unutmuştu. Gülümsedi, surat asan eşine, "İstersen üstümü değiştirebilirim." dedi. Bu aslında üstünü değiştirmekten öte, bir barışma teklifiydi. Taehyung öfkelense bile eşini çok çabuk affederdi. Jungkook bunu biliyordu. Her zaman olduğu gibi, evden küs ayrılmak istemiyordu. Bu sebepten geri adım atmaktan gocunmadı.

Taehyung kahverengi irislerini eşine dikti, "Spor yapmayı bırakmalısın." diyerek çok farklı bir noktaya değinmesi, Jungkook'un gülmesine sebep olmuştu. Taehyung, eşini çoktan affetmiş; aralarında yaşananları unutmuş, o an içinden geçen yeni fikirlere odaklanmıştı.

"Nereden çıktı bu şimdi?"

"Bu kadar etkileyici bir adam olmana dayanamıyorum."

"O zaman benim seni fanusa kapatmam gerekiyor."

"Sen insanların dikkatini daha fazla çekiyorsun, Jungkook. Baksana, eski sevgilin sırf senin için buraya taşındı."

Jungkook birkaç adımda eşinin yanına yaklaştı ve kolları arasına alıp sıkıca sarıldı. "Sanırım bugün yaşananlardan dolayı ikimizin de sinirleri bozuldu." diyerek, aralarında esen soğuk rüzgarlardan bahsetti. Elleri, eşinin sırtını bulduğunda yumuşak bir şekilde okşamaya başladı. "Bu olayı daha fazla konuşup uzatmak istemiyorum. Canımızı sıkmaktan öteye gitmiyor çünkü. Aynı şekilde Seokjin'le buluşmak zorunda olduğum içinde üzgünüm. Sadece... gitmek zorundayım, anla beni. Ne olursa olsun o benim kardeşim."

"Anlıyorum." dediği sırada Taehyung'ta kollarını eşinin ince beline sarmıştı. "Belki de Seokjin'e sinirlendim ve hıncımı senden aldım. Sonuç olarak o bunu biliyor, anlıyor musun? Bizim yalnızca hafta sonu ailecek bir şeyler yapma fırsatımız olduğunu biliyor. Ve buna rağmen seni çağırıyor oluşuna sinirleniyorum."

"Haklısın." dedi, Jungkook. Eşinin pembe saçlarına dudaklarını bastırdı, ardından çenesini yasladı. "Bu konuda gerçekten haklısın, ama elimden gelen bir şey yok."

"Yalnızca... lütfen konuş onunla. Aranızı bozmak gibi bir amacım yok, sakın yanlış anlama beni. Sadece nazik bir şekilde, ona senin bir ailen olduğunu söylemelisin. Kendimi geçtim, Jungkook. Gerçekten, artık alışmaya başlıyorum fakat çocuklarımız da seni özlüyor ve vakit geçirmek istiyorlar. Sürekli bahaneler üretmekten sıkıldım, artık üretecek bahanemde kalmadı zaten."

"Bugün konuşacağım, söz veriyorum."

Taehyung geri çekildiğinde eşine her zaman olduğu gibi yoğun bir sevgiyle bakıyordu. Dudaklarına uzandı ve yumuşak bir öpücük kondurdu. "Seni yemeğe çağırmadığım için özür dilerim." diye fısıldadığı sırada dudaklarını bu defa eşinin yanağına bastırdı. Kollarını eşinin boynuna dolarken, burnunu da hafifçe yanağına sürtüyordu. Gözleri kapalı bir şekilde konuşmayı sürdürdü, "Sadece o an sinirlenmiştim çünkü bugünle ilgili planlarım vardı fakat şimdi biliyorum ki akşam yemeğine bile gelmeyeceksin. Ve sürekli bunları düşündüğüm için, içten içe sana karşı hırslandım. Bu yüzden öyle davrandım, gerçekten çok özür dilerim. Çok çocukça bir hareketti."

Jungkook, bir süre sessizliğini korudu; o sırada ilk defa Taehyung'a içinden geçenleri anlatmak istiyordu. Eşinin davranışa kırıldığını, ondan başka hiç kimsesi olmadığı için her küstüklerinde kendisini berbat hissettiğini, bazı onlarda Taehyung'a sığınmaya çok ihtiyacı olduğunu, anlatmak istedi. Fakat bundan vazgeçmesi için birden çok sebebi vardı.

Bu sebepten, "Sorun yok, güzelim." diyerek, kırgınlıklarının üzerini bir kez daha yüreğindeki solmuş çiçeklerle örttü.

"Bazen düşünüyorum da..." dediği sırada Taehyung, bazı gerçekleri gün yüzüne çıkardı. "İlişkimiz sorunsuz ve harika değil."

Jungkook, eşinin ne düşündüğünü anlayamadığı için kaşlarını çattı, "Anlayamadım?"

"Açıkçası, dışarıdan bakıldığında herkesin imreneceği türden bir ilişki yaşıyor olabiliriz ama içten içe böyle değil. Herkes bana, uyumlu, sevecen, nazik, anlayışlı ve mükemmel bir baba olduğumu söylüyor. Belki öyle, belki de değil fakat eşin olarak sahiden öyle miyim? Çok düşünüyorum... Sana sürekli aksi davranıyorum, çok çabuk kalbini kırıyorum ve sonra çok çabuk bunu düzeltiyorum. Düzeltiyorum ama kırgınlıkların bir anda silinip gidiyor mu? Yoksa, seni yaralıyor muyum? Kalbini kırdığımda bunu aklına takıyor musun? Bunu bilmiyorum. Ve eğer cevabını öğrenebilirsem, kendi davranışlarımı düzeltmek için uğraşabilirim. Çünkü ben gerçekten, kendimi yeterli bir eş olarak görmüyorum."

Jungkook eşinin sözleri karşısında, oldukça şaşırmıştı. Eşinin olgun olduğu konusunda en ufak bir şüphesi yoktu fakat bu denli düşünceli ve olgun oluşu karşısında şaşkınlığını gizleyemedi; bu şaşkınlık, hayranlığın bir getirisiydi. Jungkook bir kez daha eşine hayran kalmıştı.

Taehyung hayatını paylaşmak istediği, sevdiği, değer verdiği tek insandı. Bunun dışında Jungkook, ağabeyine karşı bile oldukça mesafeliydi. Fakat Taehyung her zaman farklı olmuştu. Güzelliğinin çok dışında, Taehyung fazlasıyla özel bir insandı. Jungkook'un verebileceği somut bir örneği yoktu, yalnızca hisleri onu bu şekilde düşünmeye itiyordu.

"Sen benim için her şey demeksin, Taehyung." dedi, Jungkook. Bu sırada bakışları, eşinin parlak irislerini buldu. Sağ eliyle yanağını kavradı, böylece Taehyung başını hafifçe sola eğerek yanağını eşinin avcuna bastırdı. "Benim hayatımsın, eşimsin, çocuklarımın babasısın. Bazen davranışların değişebilir, yanlış tepkiler verebilirsin ya da kalbimi kırabilirsin ama bu senin yeterli bir eş olmadığını göstermez. Herkes hata yapar, bende yapıyorum. Mesela dakikalar önce sana haber vermeden evden çıkmayı düşünmüştüm... Bu yüzden kendini suçlama lütfen, hatalar yapacağız bu çok normal. Ayrıca kimsenin mükemmel bir evliliği olamayız. Farklı düşüncelerimiz, karakterlerimiz, yaşanmışlıklarımız ve huylarımız var. Böyle bir durumda, tam olarak uyum sağlamamız fazla imkânsız değil mi?"

"Evet," diye mırıldandı, esmer olan. "Bunu daha önce de konuşmuştuk."

"Önemli olan, birbirimize olan sevgi ve saygımızı kaybetmemek." diyerek Jungkook, bir kez daha geçmişte evlilikleri hakkında konuştukları cümlelere atıfta bulundu.

Fakat bir şeyi es geçmişti; Taehyung ise bunu hatırlatma görevini üstlendi ve, "Güvenimizi de." diye fısıldadı.

Jungkook unutmamış, yalnızca es geçmeyi tercih etmişti. Bunu söylemeye dili varmamıştı fakat eşi tarafından bizzat hatırlatıldığında dudaklarındaki tebessüm yavaş yavaş soldu. Jungkook çok iyi biliyordu. Sorun Taehyung'un davranışlarında değildi.

Sorun, Jungkook'un geride bırakmaya çalıştığı geçmişinde, zayıf olduğunu bildiği halde güçlü tutmaya çalıştığı kişiliğinde, karmakarışık zihninde, başarısızlıklarla dolu kariyerinde, hayatına soktuğu yanlış insanların içinde saklanıyordu; Sorunu, Jungkook ta kendisinde barındırıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
4K 524 7
"Bay Kim, sizin yanınızda biraz daha kalmak için, bu gömleğin içinde siz olabilirim." I know I'll fall in love with you, baby And that's not what I...
3.9K 441 15
Kim Taehyung ailesini katleden tüm herkesi tek tek öldürmeye başlar. Ancak ölüm listesine aldığı Jeon Jungkook'un, ailesinin ölümüne yol açan adamın...
3K 197 12
"Ben bilmiyorum." "Neyi?" "Sevmeyi. Ben seni nasıl seveceğimi bilmiyorum." Bir süreliğine askıda Omegaverse Alfa kook Omega tae #topjk-1🍾 #jeontaeh...