Paradise | Taekook

By dameadrasteia

67.3K 6.9K 10.4K

"Eğer beni terk edersen, elimde, avucumda ne varsa alıp gideceksin. Benden çocuklarımı, ailemi ve biricik eşi... More

1| ''Remember when was the last time you put them to sleep''
2| ''Don't you love me anymore?''
3| ''You don't know what kind of hell you're in yet, Jungkook.''
5| ''You're not lying to me, are you?''
6| ''You're going to get that man out of our life, darling.''
7| ''I will ruin his life.''
8| ''I miss you every moment that you're not with me, Jungkook.''
9| ''Stop putting the cost of your mistakes on me.''
10| ''You're not even trying to fix our relationship...''
11| The sensitive heart tired of lies.
12| ''You would appreciate me for not doing any more to you.''
13| ''I feel like you're turning into a liar, Jungkook.''
14| ''Though you know you'll lose, you're dragging us into war.''
15| ''Maybe it's best for us to end this marriage.''
16| ''What ruined our marriage, Jungkook?''
17| ''There are other things that I haven't told.''
18| ''Our disaster is approaching, but we're just making love.''
19| ''My dad said he likes blond men...''
20| ''There are things Jungkook is hiding from you, Taehyung.''
21| ''Run away now or when i find you, you will be shattered in my palms.''
22| ''Taehyung wants to divorce me.''
23| ''Because it's all over, Jungkook. We're over.''
24| ''You don't know how wild I am when I envy Taehyung.''
25| ''I don't want this marriage to continue anymore.''
26| ''Accept divorce, Jungkook.''
27| ''Are you aiming to kill me with your red hair?''
28|''You will never fully feel the pain I suffered when I lost my family.''
29| ''The world is yours.''
30| ''One day I will come back home.''
31| ''I have no one but my husband.''
32| ''I never thought in my life that love could hurt me this much.''
33| Our last night together.
Final | Habil & Kabil

4| ''I'm used to you keeping your work prior to your family.''

2K 234 138
By dameadrasteia


4: "I'm used to you keeping your work prior to your family."


Son bir haftadır, Jihyo'yu Jungkook babası okula götürüyordu. İkili bu düzene alışmış sayılırdı, her ne kadar Jihyo olduğundan yarım saat önce uyanmaya başlasa da bunu sorun etmiyordu. Bunun sebebi, artık Taehyung babasının sabahları erken uyanmak zorunda kalmamasıydı. Tüm gün Jihoon'la ve ev işleriyle uğraşan babası, artık Jihyo'ya daha az vakit ayırıyor; dinlenmeye fırsat buluyordu. Jihyo, bu sebepten oldukça mutluydu. Babasının yorulmasını istemeyen küçük kız, sırf bu sebepten erken uyanmayı bile sorun haline getirmiyordu. Jungkook babası onu öperek uyandırdığında, mızmızlanmak yerine gülümsüyor, kollarını babasının boynuna doladığında, ikili birlikte yataktan kalkıyordu.

Bu konuda Jungkook'ta artık mutlu ve huzurluydu. Eşinin çok yorulduğunu düşündüğü için, uzun zamandır içinde bir huzursuzluk vardı. Artık bu duruma daha fazla razı olamazdı. Ortağıyla konuşmuş, sabahları geç kalacağını söylemişti. Jaehyun ise anlayışlı bir iş arkadaşıydı. Bunu sorun etmiyordu. Kendisi büroyu erkenden açabilirdi. Jungkook'un aksine bir ailesi olmadığından, sorumluluğu yok sayılırdı. Hiç değilse büronun sorumluluğunu üstüne almak istemiş, yakın arkadaşının yükünü azaltmıştı.

Jungkook ve Jihyo kısa sürede, yeni düzenlerine alışabilmişlerdi. Jihyo birinci haftanın sonunda, her gün olduğu gibi gülerek uyandı. Kollarını babasının boynuna doladığında, Jungkook ve Jihyo banyonun yolunu tutmuştu. Jungkook ilk önce kızının yüzünü yıkamasını bekledi, ardından taburenin üstüne çıkardığı kızının, aynayı görebilmesini sağladı.

Jungkook, banyo dolabını açtı ve iki tane toka çıkardı. Tokaların üstünde büyük çilekler vardı. Jungkook bu çilekleri sevmiyordu. Kızının saçını toplarken tutamlar çileğe sıkışıyor ve yaptığı işi bozuyordu. Yanaklarını şişirdiği sırada, içinden Taehyung kadar güzel örmeyi diledi ve kızının kıvırcık tutamlarını örmeye başladı.

Jihyo, dikkatli bir şekilde babasının iki yana ayırıp ördüğü saçlarına aynadan bakarken kıkırdadı, "Baba, sanırım biraz yamuk oldu." derken, gülümsüyordu. Babasının saçlarını yamuk örmesini sorun etmiyordu. Sınıftaki tüm arkadaşlarının annesi vardı ve anneler bu konuda daha yetenekli oluyordu. Jihyo'nun ise iki tane babası vardı ve saç örmekte doğal olarak zorlanıyorlardı. Taehyung, bunu senelerdir yaptığı için artık alışmış olsa da, Jungkook bir haftadır izlediği videolara rağmen, hâlâ olayı kavrayamamıştı.

"Videoda böyle yapıyordu," dedi, kaşlarını çatarken. Kızının az önce ördüğü saçlarını incelerken kafası karışmıştı, "Nerede yanlış yaptığımı anlamıyorum."

Jihyo tabureden indiği sırada gülümseyerek babasının bacağına sarılmıştı, "Önemli değil." diye mırıldandığında, tek amacı babasının bunu kafasına takmamasıydı. Jungkook babasını tanıyordu. Yaptığı işte başarısız olmak, onu üzüyordu. Jihyo babasının üzülmesini istemediği için, "Bence bu şekilde daha güzel oldu." dedi.

"Sahiden böyle mi düşünüyorsun?"

"Evet, kesinlikle. Herkesin saçı aynı şekilde olurken, benimki farklı olacak. Herkesten farklı olduğum için de en güzel ben olacağım!"

Jungkook, minik kızının söylediği şeye çabucak inanmıştı. Tavşan dişlerini ortaya çıkaracak biçimde gülümserken, "Hiç böyle düşünmemiştim." dedi, masum bir şekilde.

Jihyo'nun, babasına bakarken adeta gözleri ışıldıyordu. Yirmi sekiz yaşında bile olsa babası, bazen çok masum ve sevimli olabiliyordu. Kendisiyle dizi izlerken, çocuk gibi seviniyor; bazen ise heyecanlanıp koltukta zıplamaya başlıyordu. Ya da küçük babası eğer sevdiği yemeği yaparsa, küçük bir çocuk gibi koşarak mutfağa gidiyordu.

En çok da Jihyo, babasının küçük babasına yaptığı sevimliliklere bayılıyordu. Eğer küçük babası kendisine kızarsa, gönlünü alabilmek adına çeşitli şirinlikler yapıyordu. Bir keresinde, bahçenin ortasında, Jihoon'un küçük piyanosuyla kendi kendine şarkı söylemişti mesela. Jihyo o günü çok net hatırlıyordu. Tüm siteye rezil oldukları için Taehyung babası utansa da, kendisi çok eğlenmişti. Jungkook babası huzur veren sesiyle şarkılar söylemiş, ardından seni seviyorum diye bağırarak tüm siteyi ayağa kaldırmıştı.

"Baba," demişti Jihyo, babasının bacağını serbest bırakırken. Birkaç adım geriye çekilmiş, babasının yüzünü net bir şekilde göreceği pozisyona geçmişti. "Bazen çok sevimli oluyorsun ve yirmi sekiz yaşında olduğuna inanamıyorum."

Jungkook kıkırdadı, "Öyle mi?" demişti, incelttiği sesiyle. "Kaç yaşında gibi gösteriyorum mesela?"

"Küçük babamla aynı yaştaymışsın gibi."

"Keşke... Keşke öyle olsaydık."

Jihyo babasının neden keşke dediğini anlamadığı için kaşlarını çattı, "Neden böyle söylüyorsun ki?"

"Çünkü yaşlanıyorum." dediği sırada Jungkook, kızını kucağına aldı. "Taehyung baban ise hâlâ genç, henüz yirmi dört yaşında. Ama Jungkook baban otuzuna dayandı, yaşlanıyor."

"Bence yaşlı gözükmüyorsun ve aksine, çok ama çok yakışıklısın."

İkili banyodan çıkıp, Jihyo'nun odasına ilerlediği sırada Jungkook bir kez daha güldü, kızının iltifatı onu mutlu etmişti. "Öyle miyim sahiden?"

"Evet. Benim gördüğüm en yakışıklı baba sensin!"

"Taehyung baban duymasın..."

"Ama, Taehyung babam da çok güzel."

Jungkook kızının sözleri karşısında, eşinin güzelliğini hatırladı. Eğer kızları olmasa kalan son yarım saatini, yatakta uyanan eşini izleyerek geçirebilirdi. Dün gece geçirdikleri güzel gecenin ardından, yalnızca onun tişörtünü üstüne geçirip mışıl mışıl uyuduğunu biliyordu. Nemlendiği için sarı saçları kıvırcıklaşmış, dudakları ve gözleri, saatlerdir uyuduğu için şişmişti. Eşi her zaman çok güzeldi fakat Jungkook uyurken onu seyretmekten, ayrı bir zevk alıyordu. Saatlerce eşinin güzelliğini seyretmek istiyordu, aklına kazıdığı her bir detayı teker teker incelemek; senelerdir keşfetmiyormuşçasına yeniden keşfetmek istiyordu. Ne yazık ki bu uzun zamandır mümkün olmuyordu ve Jungkook, bu konuda oldukça mustaripti.

"Evet, Taehyung baban bu dünyadaki en güzel insan."

"Bence de!"

Babası Jihyo'yu yatağın üstüne bıraktığı sırada, okul kıyafetlerini çıkarmaya gitmişti. Jihyo bu sırada babasıyla konuşmaya devam ediyordu. İkilinin konuşmasını bölen, kapının önünde beliren minik beden oldu. Jungkook dolaptan kızının kıyafetlerini çıkardığı için, oğlu Jihoon'u görememişti. Jihyo ise kardeşini fark ettiği anda ayağa kalktı.

"Jihoon, neden uyandın?" dedi, şefkatli bir ses tonuyla. Jihoon gözlerini kaşıyıp, kollarını ablasına uzattı. Jihyo kardeşini kucağına alacak kadar güçlü değildi, bunun yerine pembe halısına bağdaş kurarak oturmuş, kardeşini kucağına çekmişti.

Jihoon iri dudaklarını büzdüğü sırada, ablasının kucağına oturdu. Başını, ablasının omzuna yasladığında, "Uykum kaçtı." diye mırıldandı. Jihyo, kardeşinin sevimli hallerine kıkırdadı. Uykum kaçtı demesine rağmen, hâlâ uykusu olduğu belliydi. Erkek kardeşi uyumayı çok seviyordu ve eğer ablasında Taehyung babasının kokusunu hissetseydi, kucağında uyuyabilirdi bile.

Bu sırada Jungkook, büyük pembe dolabın içerisinde zorlukla da olsa kızının okul kıyafetlerini buldu. Yaptığı işe o kadar odaklanmıştı ki, çocuklarının sesini duymuyordu. Arkasını döndüğünde, kızını yatağın üstünde göremedi. Bakışları odanın etrafında gezindiği sırada, dudaklarında kocaman bir tebessüm oluştu.

Kızı, küçük bedenine rağmen kardeşini kucağına almıştı. Oğlu ise, başını ablasının omzuna yaslamış mızmızlanıyordu. Jungkook çocuklarının yanına yaklaşıp dizlerinin üstüne çöktü, "Jihoon." diye mırıldandığı sırada oğlunun terden ensesine yapışmış olan siyah saçlarını okşuyordu. "Bir sorun mu var?"

"Uyumak istiyorum ama uyandım işte." demişti, Jihoon sızlanarak.

Neredeyse ağlayacak gibi olması Jungkook'un gözünden kaçmadı. Kızının kucağından minik oğlunu aldığı sırada, bu defa kızının az önce ördüğü saçlarını, şefkatle okşadı. "Kardeşini uyutup geliyorum, üstünü bugünlük kendin giyebilir misin?"

"Evet giyebilirim, baba."

"Beslenme çantana koyacağın sandviçleri dün gece hazırlamıştık babanla." dediği sırada oğlunun başını boynuna yaslayıp sırtını okşamaya başladı. Jihoon uykusuz kaldığında oldukça mızmızlanıyordu. Jungkook bunu bildiği için, kucağındayken uykuya dalması için yerinde sallanmaya başladı. "Çilekli sütün, muzun ve sandviçlerin, masanın üstünde. Onları ben mutfağa inene kadar çantana koyarsan çok sevinirim, bebeğim. Jihoon'u uyutup geleceğim tamam mı?"

"Merak etme, babacığım." dedi Jihyo, gülümseyerek. Bu sırada çekmecesinden arı desenli çorabını çıkardı. Her sabah kıyafetlerini babaları giydirse bile, o nasıl giyinmesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden kendine güvendiğini belli ederek, kıyafetlerini eline aldı ve giyinmeye başladı.

Jungkook, kızına son kez göz gezdirdiğinde bir sorun olmayacağını düşünerek kucağındaki oğlunun odasına adımladı. Bu sırada Jihoon'un gözleri tamamen kapanmıştı. Babasının kollarına tutunan elleri yavaşça kayarken, sızlanmaları yerini düzenli nefeslere bıraktı.

Jungkook, oğlunu kucağındayken uyuttuğu için seviniyordu çünkü Taehyung gibi olamamak onu korkutuyordu. Taehyung, hem kızına hem de oğluna aynı anda kolaylıkla yetişebiliyordu. Jungkook ise oğlunu uyutmak için kızını yalnız bırakmak zorunda kalmıştı. Kızının büyüdüğünü ve artık bazı şeyleri kendisinin yapması gerektiğini biliyordu. Yine de yalnız bırakmak içine sinmemişti. Belki içine atlet giymeyi unutur diye düşündü, kış aylarında oldukları için kızının hasta olması onu ürkütüyordu.

Oğlunu yatağına yatırdığı sırada, Taehyung'un yaptığı gibi duvar tarafına, dağılmış olan yastıkları dizdi. Bunu neden yaptıklarını tam olarak bilmiyordu. Yalnızca Taehyung yapmıştı ve kendisine de mantıklı gelmişti. Yatağın duvara yaslı olmayan kısmı ise, eşi özel yaptırdığı için birkaç santim yüksekti ve demirliydi. Jungkook tehlike arz etmediğini bilse de, içini rahatlatmak adına diğer tarafa da yastıkları dizdi. Geri çekildiğinde gülmemek için dudaklarını ısırdı. O kadar çok yastık dizmişti ki, oğlu gözükmüyordu bile. Eğer Taehyung, kapının önünden oğluna bakmak isterse göremeyebilirdi. Jungkook bunu düşündüğünde kendini tutamayıp kıkırdadı ve birkaç yastığı kaldırdı. Daha normal gözüktüğüne karar verdiğinde, oğlunun saçlarına minik bir öpücük kondurup, "İyi uykular." diye fısıldamayı ihmal etmedi.

Jungkook, Jihoon'un odasından çıktığında hızlı adımlarla kızının odasına yürüdü. Geç kalmadığını ve hâlâ Jihoon'la ilgilenecek vakti olduğunu düşündüğü için mutluydu. Jungkook, çocuklarına yetmek istiyordu. Tıpkı Taehyung gibi, iki çocuğuyla da aynı anda ilgilenebilmek, onları mutlu etmek ve hiç olmazsa bir konuda, başarılı olabilmek istiyordu. Başarısızlık, Jungkook'un bu hayattaki en büyük sorunuydu. İş hayatında olmasa bile, hiç olmazsa aile hayatında bu sorunla karşılaşmak istemiyordu ve bunun için, elinden gelen her şeyi yapıyordu.

***

Jungkook büroya ulaştığında, karşısında Seokjin'i görmeyi beklemiyordu. Bakışlarını ağabeyinin yüzünde gezdirdiği sırada dişlerini sıktı ve gözlerini kaçırdı. Elindeki çantayı sertçe deri koltuğa fırlattığında kendisinin aksine Seokjin oldukça rahattı.

Elindeki kahve fincanını yavaşça eğilip önündeki sehpaya bıraktıktan sonra takım elbisesini düzeltip gülümsedi. "Hoş geldin, kardeşim."

"Neden geldin, Seokjin?" dedi Jungkook, sert bir şekilde.

Aklına, Jimin ile aralarında geçen konuşma geldiği için çoktan sinirlenmişti. Tüm suçu ağabeyinin üstüne yüklüyordu. Eğer ağabeyi, kendisini ve ailesini ifşa etmeseydi Jungkook, tehlikede olmayacaklarını düşünüyordu.

"Kardeşimin yeni açtığı bürosunu ziyaret etmek istedim yalnızca." dedi, Seokjin. Hâlâ sakinliğini koruyordu, "Neden sinirlisin bu kadar?"

Jungkook tüm dürüstlüğüyle, "Senin yüzünü gördükçe sinirleniyorum." demişti. Buna karşın Seokjin neşeli bir kahkaha attı. Kardeşinin ona karşı olan nefreti, yalnızca kendisini güldürüyordu. Gözünde hâlâ sinirlerini kontrol edemeyen küçük bir erkek çocuğuydu.

"Minnettar olman gerekirken şu söylediğin şeylere bak." dedi Seokjin, ses tonuyla kardeşini kınadığını belli ediyordu.

"Ailemi tehlikeye attığın için mi sana minnettar olmalıyım?!"

"Aileni tehlikeye atan biri varsa, o da benim yanıma sığınmayı kabul etmediğin için sensin." demişti, Seokjin. Sevgilisiyle kardeşinin arasında geçen konuşmaları bildiği için bu konudan bahsetmedi. Direkt olarak aklında bulunan fikirden bahsetti, "Aileni korumama izin ver, kardeşim."

"Kendi ailemi kendim koruyabilirim."

Seokjin başını iki yana salladı. Jungkook'un sözleri ona anlamsız geldiği için, "Kendi aileni korumayacağını çok iyi biliyorsun." dedi, böylelikle Jungkook'un zayıf noktasını irdeledi ve canını yaktı. "Bunun için yeterli değilsin."

Jungkook'un başarısızlığı kabul edemediğini, yeterli olmadığını düşündüğü her konuda kendisini hırpaladığını bilmesine rağmen Seokjin, kardeşinin canını yakmaktan çekinmemişti.

Bu defa Jungkook yalnızca, "Öyleyim." demekle, yetindi. Söyleyebilecek başka bir şey bulamadı. İçten içe güçsüz ve yetersiz olduğunu kabullenen bir adam için, fazlasını söylemesi mümkün değildi. Seokjin ve Bay Kim, bu konuda oldukça başarılıydı. Jungkook'un zayıf noktasını biliyor, Jungkook'u etkisiz hale getirme konusunda her daim başarılı oluyorlardı.

"Jimin'in söyledikleri doğru olsa bile, sana ve ailene zarar vermeye cesaret edemezler Jungkook. Bunu biliyorsun, kimse benim aileme zarar veremez. Buna asla izin vermem."

Jungkook, ağabeyinin sözlerine güveniyordu. Seokjin'in nüfuzunun farkındaydı. Bu zamana kadar asla zarar görmemiş, yıkılmamıştı. Yapabildikleri tek şey, bir ihbar üzerine Jimin'i hapse atmaktı. Bu bile, Seokjin'i yıkmak için yeterli değildi. Düşmanları, Seokjin'e göre oldukça güçsüzdü.

"Yine de başımızı belaya soktun."

"Ailen tehlikede değil." dedi, Seokjin sakin bir şekilde. Amacı, kardeşinin içini rahatlatmak ve ona yardımcı olmaktı. "Yine de izin ver, sana tamamen güvende olmaları için yardım edeyim."

"Nasıl yapacaksın bunu?"

"Öncelikle sitenin etrafına adamlarımı yerleştirmeme izin ver."

"Bundan nefret ettiğimi biliyorsun."

"Yedi yirmi dört evinizin etrafında olacak ve sizi koruyacak adamlardan bahsediyorum, Jungkook. Çocuklarının ve eşinin güvenliği için."

"Pekâlâ." dedi, Jungkook. Her ne kadar bundan rahatsız olsa da, Seokjin haklıydı. Mesela çocuklarının ve eşinin güvenliği olduğundan, kabullenmekle yetinmişti.

"Aynı zamanda bu adamlar, Taehyung evden çıktığında, Jihyo okulda olduğunda da olacak ve onları koruyacak. Bana kızdığını biliyorum, ama bunları yapmama izin ver. Böylece sana ve ailene olan hatamı kapatabileyim."

"Bunların hiçbiri hatalarını kapatmıyor, Seokjin. Senin yüzünden ifşa oldum, çocuklarımın ve eşimin hayatını tehlikeye attım."

"Benimle tekrar iş yapmaya başladın, Jungkook. Bu ne demek oluyor, biliyor musun? Zaten, başına bunlar gelecekti. Artık teslimata ve toplantılara birlikte gideceğiz, seni tanıyacaklar. Bundan kurtuluşun yok."

"Seninle teslimata gelmek istemiyorum."

"Ama bu akşam geleceksin." dedi, Seokjin. Bu sırada oturduğu yerden kalkıp kardeşinin karşısına dikildi. "Bu teslimat benim için önemli ve ortağım olarak senin de yanımda olman gerekiyor."

"Ben..." dediği sırada, ağabeyinin gözlerinin içine baktı. Korkak gözükmek istemiyordu fakat, teslimatlar onu çok ürkütüyordu. Bakışlarıyla bu durumu haykırmasına rağmen Seokjin'in yüzündeki ifade bir kaya kadar sertti. Kardeşini hazırlamak, içindeki ürkek çocuğu yok etmek istiyordu.

"Ben ne?" dedi tek kaşını kaldırıp, kardeşine doğru birkaç adım atarken. "Korkuyorum demeyeceksin değil mi?"

Jungkook başını iki yana salladı, "Korkmuyorum."

"Güzel..."

Seokjin memnun bir ifadeyle gülümsedi. Kardeşinin üzerinde kurduğu baskıdan habersizdi. Yalnızca onu geleceğe hazırladığı düşünüyordu. Her ne kadar Jungkook inkâr etse de, elinde sonunda kendisinin yanına geleceğini biliyordu. Jungkook'un bu durumdan kurtuluşu yoktu, henüz farkında değildi. Seokjin ise başında beri biliyor ve rahat davranıyordu.

Kardeşini on sene beklemişti. Bir on sene daha beklemeye tahammülü yoktu. Bir an önce işlerinin başına geçmeli ve kendisine yardım etmeliydi. Seokjin bu uğurda, kardeşinin üstüne gelmeyi ve korkutmayı kendisine vazife görüyor, bundan çekinmiyordu.

*** 

Taehyung'un bugün yapacak çok işi vardı. Uzun süredir temizlemediği ev, artık kendisini rahatsız ediyordu. Bir yandan ise, dün gece eşiyle geçirdikleri zevk dolu dakikalardan sonra, yorgun olduğunu hissediyordu. Kalçası ve beli sızlıyordu, bu onun iş yapmasına engeldi. Öte yandan, ev işleriyle ilgilenen kendisiydi. Jungkook'ta her gün yorulmasına rağmen, işe gitmeye ve bizim için para kazanmaya devam ediyor diye düşünüyordu. Bu düşünce, onu evi temizlemeye itse de, kısa sürede bundan vazgeçti. Jungkook kalça ağrısı ne demek bilmiyordu... Üstelik Taehyung, Jungkook kadar iri ve güçlü değildi. Eşine göre oldukça minik kalan bedeni çok çabuk hassas düşüyordu.

Yapacağı tüm işleri bir kenara attığı sırada, kendisini koltuğa attı. Kalçası ve beli sızladığında yüzünü buruşturmadan edemedi. "Jungkook," diye mırıldandı, kendi kendine. "Neden bu kadar sertsin ki..."

"Bir şey mi söyledin, baba?"

Halının üstünde Legolarıyla oynayan oğlunun sesiyle Taehyung gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. Dört yaşındaki oğluna rezil olma fikri, yanaklarının kızarmasını sağlamıştı. "Hayır," derken sesinin telaşlı çıkmasına mâni olamadı. "Yalnızca kendi kendime konuşuyorum, bebeğim."

Jihoon başını salladığı sırada, emekleyerek babasının ayak ucuna gelmişti. Elleri babasının çıplak bacaklarını bulduğunda, "Baba." diye mırıldandı, sevimli bir şekilde. Bu sırada minik elleriyle babasının bacaklarını seviyordu.

Taehyung, gelişme çağında olan oğlunun bacaklarının ağrıdığını bildiği için bunu sık sık yapardı. Bir nevi Jihoon, bunu babasına minnettar olduğu için yapıyordu. Kendisiyle ilgilendiği için, o da babasıyla ilgilenmek istiyordu. Bunu nasıl yapacağını henüz bilmiyordu. Bunun için çok küçüktü. Bunun yerine, o da babasından gördüklerini uygulamaya karar vermişti.

"Efendim, bebeğim?"

"Bugün büyükannemin yanına gidelim mi?"

"Büyükanneyi mi özledin?"

"Evet!"

Jihoon'un, diğer ailesine olan sevgilisi Taehyung'u mutlu ediyordu. Her ne kadar dört sene evlenmiş ve yeni bir aile kurmuş olsa da Taehyung, diğer ailesine de oldukça düşkündü. Kız kardeşini, babasını ve annesini çok seviyordu. Sık sık görüşemiyor olsalar bile aralarındaki bağlar hiç zayıflamamıştı. Ailesine bu konuda minnettardı, evlenip evden gitmiş olsa bile, kendisini dışlamamışlardı.

Oysa bir yerden sonra, ailesinden uzaklaşması normaldi. Artık Taehyung'un ailesi, çocukları ve eşiydi. Evlendikten sonra bu durum değişmeliydi, önceliği, çocukları ve eşi olmalıydı. Ne yazık ki sorunlar tam olarak burada başlıyordu. Taehyung'un ailesi bunu kabullenemiyordu. Özellikle de babası, önceliğini Jungkook'a vermesinden hoşnut değildi.

Jungkook'u hiçbir zaman sevmemişti. Henüz on sekiz yaşındayken oğlunun bir erkekle ilişkisi olması kabullenebileceği bir durum değildi. Üstelik Taehyung üniversiteye başladığında, Jungkook'un dördüncü senesiydi, aralarındaki yaş farkı Bay Kim için fazlaydı. Bu ilişkiyi desteklememesi için birçok sebebi vardı. Henüz okulu bitirmeden oğlunu evliliğe ikna eden Jungkook'a karşı kinliydi. Oğluna henüz doyamadan, evden gitmesini hazmedemiyor, suçu Jungkook'ta buluyordu.

Taehyung bir süre düşündüğünde, "Pekâlâ, gidelim." diyerek oğlunun isteğini yerine getirdi. Bir süredir ailesiyle görüşmediğinden, onları özlemişti. Aynı zamanda evi temizlemesi için birilerini çağıracaktı. Bu süre zarfında oğluyla evde beklemektense ailesinin yanına gitmeyi tercih etmişti.

Oğlunu kucağına aldığı sırada, Jihoon sevinçle el çırpmaya başladı. "Dedemle oyun oynayacağım!" diye neşeyle bağırıyordu.

Hem Taehyung hem de Jihoon, saf ve temiz duygularla Bay Kim'i çok seviyordu. Oysa Bay Kim'in Jungkook'u küçük düşürdüğünden ve kötülemeye çalıştığından habersizlerdi. Ilımlı davranışların gerçek sebebinin, aslında göz boyamak olduğunu göremiyorlardı. 

Jihoon, bunu görmek için fazla küçüktü; Taehyung ise, bunu kabullenmeyecek kadar iyi niyetliydi ve saftı...

***

Kim ailesinin evinde büyük bir neşe hakimdi. Minik Jihoon, büyük malikanenin içinde oradan oraya koşuşturuyor, dedesi, Bay Kim ise onu gülerek yakalamaya çalışıyordu. Ortamı Jihoon'un kahkahaları doldururken Taehyung gülümseyerek oğlunu izliyordu. Uzun zamandır ilk defa bu kadar gülüyordu ve Taehyung, bu durumdan mutlu olmuştu.

"Jungkook ile aranız nasıl, oğlum?" diye sordu Bayan Kim, kocasının aksine Jungkook'a daha ılımlı bakıyordu çünkü Jungkook'un, oğluna olan aşkını görüyordu. Bu da onu sessiz kalmaya itiyordu. Ona göre öncelik olan sevgiydi ve Jungkook, bu sevgiyi hem oğluna hem de torunlarına çok güzel sağlıyordu.

"Gayet iyi." dedi Taehyung, aralarında geçen sorunları tabii ki de annesine anlatmayacaktı. Taehyung ilk evlendiği zamanlarda bunu yapmıştı ve eşi, onu bu konuda ikaz etmişti. "Aile sırlarımızı kimseye anlatamazsın, bebeğim." dediğinde, Taehyung Jungkook'un sözlerini aklına kazımıştı. Başını iki yana sallarken kıkırdadı ve dudaklarını ısırdı, "Her zaman olduğu gibi, anne."

Bu sırada kucağında Jihoon ile birlikte Bay Kim, salona girmişti. Taehyung elinde tuttuğu kahve fincanını kibarca sehpaya bıraktığında ayağa kalktı. Dakikalardır koştuğu için, oğlunun terlediğinin farkındaydı. Kollarını Jihoon'a uzattığında, "Üstünü değiştirmeliyiz, bebeğim." dedi. Jihoon babasını ikiletmeden dedesinin kucağından babasına gitti. "Çok terlemişsin," derken, Taehyung oğlunun önüne düşen tutamları geri tarıyordu.

Bu sırada Bay Kim, bakışlarını oğlunun yüzünde gezdirdi ve düz bir ifadeyle, "Akşam hep birlikte yemek yiyelim." dedi, Jungkook'tan bahsettiği için sert tonu sert çıkmıştı. "Jungkook'u da çağır."

Taehyung, bakışlarını babasına çevirdiğinde gülümsedi. Esmer olan hâlâ babasının eşine karşı sert olduğunu anlayamıyordu. Eğer anlayabilseydi, babasının böyle yapmasına izin vermez ve eşini ezdirmezdi. İlk önce kendisi elinden tutar ve kocasına destek olurdu fakat, bulundukları konumda Taehyung bunu yapmıyordu. Jungkook'u yalnız bırakıyor, ellerini tutmak yerine; herkes gibi davranarak itmeyi tercih ediyordu.

"Pekâlâ, arayacağım." derken, geniş malikanede eskiden kaldığı odayı buldu. Getirdiği sırt çantasından, bebek mavisi bir tişört ve atlet çıkardığında, oğlunun terli kıyafetlerini çabucak değiştirmişti. "Artık koşmak yok, Jihoon." dediği sırada, oğlunun saçlarını seviyordu. "Başka kıyafetin yok, tamam mı?"

Jihoon yalnızca başını salladı. Kendi evlerinin neredeyse üç katı olan bu evde vakit geçirmeye bayıldığı için seri bir şekilde odadan çıktı ve evin içinde dolanmaya devam etti. Bu defa babasının emirlerine uyuyor, koşmuyordu.

Taehyung, oğlunun kirli kıyafetlerini getirdiği sırt çantasına koyduğunda cebinden telefonunu çıkardı ve kocasını aradı. Akşam için kendisini, buraya çağıracaktı. Telefon kısa sürede açıldığında, Jungkook'un, "Güzelim?" sesini duydu, Taehyung. Bu ince ve huzur kokan ses, eşinin tebessüm etmesini sağladı.

"Müsait misin, sevgilim?"

"Evet, müsaidim. Bir sorun mu var?"

"Akşam için babam seni yemeğe davet ediyor,"

Jungkook, babam kelimesinden sonra duraksamıştı. Tam karşısında oturan Seokjin bunu fark ettiği için gözlerini kısıp, kardeşini incelemeye başladı. Herkes gibi Seokjin'de kardeşinin uğradığı haksızlıkları bilmiyordu. Eğer bilseydi, Bay Kim'i yaşatmazdı zaten.

Jungkook bakışlarını kardeşinin yüzünde dolaştırdığı sırada, "Gelemem." dedi, çabucak. Seokjin ile teslimata gitmesi gerekiyordu. Eğer gitmeseydi, korkak damgası yiyecekti. Jungkook bunu istemiyordu. "Başka bir işim var." diyerek, eşini reddetmiş oldu.

Taehyung kızgınlığını ses tonundan belli ediyordu, "Akşam vaktinden bahsediyorum, Jungkook. Mesaiden sonra gelebilirsin. O saatte müvekkilinle görüşeceğini söyleme bana."

"Bugün bazı görüşmeleri yetiştiremedim ve akşam vaktine bıraktım."

"Bir günlüğüne iptal edebilir veya yarın sabaha erteleyebilirsin, Jungkook. Ailenden önemli olduğunu düşünmüyorum."

"Taehyung, benim için çok önemli bir mesele olmasaydı gerçekten gelirdim." derken aslında yalan söylüyordu. Jungkook, Bay Kim'den ve onun davranışlarından o kadar bıkmıştı ki, kaçacak delik arıyordu. Yemeğe gittiğinde başına gelecekleri az çok bildiğinden ise çekiniyordu. Üstü kapalı bir şekilde Bay Kim'in kendisine dokundurduğu lafları bir tek Jungkook anlıyordu ve bu onun için bir işkenceydi.

"Bahane üretmekten sıkılmadın mı gerçekten?" Taehyung'un ansızın söylediği cümleler, ikisinin de duraksamasına sebep oldu. Fakat Taehyung sinirlenmeye başlıyordu, "Neredeyse her akşam eve geç kalıyorsun, daha birkaç gün önce bunu konuştuk ve sen, artık işleri akşama bırakmayacağına dair söz verdin bana!"

"Taehyung, gerçekten-"

"Biliyor musun?" derken Taehyung'un sesi kısılmıştı, "Önemli değil, Jungkook. İşlerini ailenden öncelik tutmana alıştım artık."

Ardından telefonu, eşinin suratına kapattı.

Jungkook bu tepkiyi beklemediği için donakalmıştı. Taehyung ise hızlı hızlı soluklanırken, elindeki telefonu yatağa fırlattı ve odanın etrafında dönmeye başladı. Neredeyse her gün, akşama sarkan işler onu artık kuşkulandırıyordu.

Taehyung, eşine güvense bile yavaş yavaş içinde filizlenen şüphe tohumlarını hissediyordu.

Ellerini sarı saçlarının arasından geçirip çekiştirdiği sırada, "Hayır." diye mırıldandı kendi kendine. "Jungkook böyle bir şeyi asla yapmaz, saçmalama Taehyung."

Taehyung'un sessiz bir şekilde fısıldadığı cümleler, kapının arkasında kendisini dinleyen babasının kulağına ulaştığında, adamın dudaklarında belirli belirsiz bir tebessüm oluştu. Sanki dakikalardır oğlunu dinlemiyormuş gibi, uzun koridorları takip edip merdivenlerden aşağı indi. Jungkook'a hiçbir zaman güvenmiyordu ve belli ki, Jungkook oğlunu aldatıyordu. Eğer yaşlı adam, oğluna gerçek bir sevgi besleseydi bu durumdan üzülebilirdi; kendisi ise bunun yerine kıkırdamakla yetindi. Bu da Jungkook'a olan nefretinin sebebinin asıl sebebini açıklıyordu.

Bay Kim, oğluna hiçbir zaman sevgi gösterememişti. Bunu istese bile yapamıyordu. Yapısı gereği, duygusuzun tekiydi. Fakat Jungkook, onun yapamadığı her şeyde başarılıydı. Oğluna sevgiyi tattırmış, yoğun duyguların tümünü hissettirmeyi başarmıştı. Bay Kim, başarılı olamadığı şeyi Jungkook'un yapmasına tahammül edemiyordu. Kendisi oğluna sevgi besleyemezken, bir yabancının oğlunu delicesine sevmesine ve âşık olmasına katlanamıyordu. Aslında Bay Kim, yalnızca Jungkook'un sevgi konusundaki başarısını kıskanıyordu.  

Continue Reading

You'll Also Like

32.3K 3.9K 18
alfa kim taehyung ve onun leylak çiçeği omegası jeon jungkook.
293K 7.9K 51
Köyün ağası ve hizmetçinin kızı arasında 2000lerde geçen bir aşk hikayesi. Azad annesinin ısrarları üzerine önüme gelen ilk kızı sana gelin diye alm...
2.4K 478 30
TaeHyung JungKook'u gerektiğinden çok daha fazla seviyordu, ve şimdi işler düzeltilemeyecek kadar bozuk. [CR: breathsless] [TR: yuungishi] Başlangıç...
503K 57.5K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.