sargı bezleri | skz.

By weare_allheroes

1.6K 228 219

ondan geriye say ve her sefer için bir mum üfle. angst. skz. More

-giriş-
-1-
-2-
-4-

-3-

105 10 9
By weare_allheroes

o kadar uzun zamandır yazmıyorum ki hikayenin nasıl gittiğini unuttum (yorum yazın)

____________________________________________________

-hyunjin-

son zamanlarda gerek içimde, gerek etrafımda sebebini bilmediğim ve tarifini de yapamadığım bir huzursuzluk vardı.

bana kafayı yedirtecekti.

kendimi umursamaz veya fazla düşünen tipte biri olarak tanımlayamazdım, zira bunun ayrımını dahi yapamayacak kadar kendimle çelişiyordum. ancak size şu kadarını söyleyebilirim ki hastalıklı zihnimi ve ileride yaşayacağım gelecek hayatımı kesinlikle minho'yu ve boktan tavırlarını önemsediğim kadar önemsemiyordum.

evet, minho umrumdaydı.

bizimkilerle içmeye gittik.

aslında başlarda gitmeye pek yanaşmamıştım. bilirsiniz, barları ve içlerindeki o ağır, rahatsız edici havayı gecenin geç saatlerine kadar ciğerlerime çekmeye hiç mi hiç meraklı değildim. buna rağmen yine de arkadaşlarımın iyiliklerini düşünmedim ve onlara da barların ne kadar boktan mekanlar olduğunu anlatıp gitmekten vazgeçirmeye çalışmadım. ne yaparlarsa yapsınlardı, ama benim sığ düşünceli kırık aklım yine planlarını evde oyun oynamaya yönelik yapmıştı.

kısaca, arkadaşlarımın peşinde kuyruk gibi dolanıyordum. bir mekan seçtiler ve bana belirledikleri saatte evimin önünde olmam gerektiğine dair tatsız bir kısa mesaj yolladılar. mesajı görmedim. aslında, bildirimin geldiğini görmüştüm ancak changbin, bildirimlerini umursayacağım türden biri değildi. ben de son derece gamsız bir tavırla bildirimi yukarı kaydırmış ve son zamanlarda oynadığım en ilginç cri-ops ranked müsabakasına geri dönmüştüm.

o gece planlarım sabaha kadar konsolun başında ağzımın suyu akana kadar maç yapmaktı, yani en azından kapım kırılırcasına yumruklanmaya başlayana ve beni yerimden hoplatana kadar öyleydi.

changbin'in yine vizeler hakkında alması gereken notları almadığını ve benden not dilenmek için yazdığını düşünüyordum, ne yalan söyleyeyim. lakin ne dersler, ne sınavlar, ne de changbin'in tutuşmuş götü umrumun kenarından dahi geçmezdi.

sorarsanız size takımı taşıdığımı söylerdim ama bunun gerçeklikle uzaktan yakından alakası yoktu. hiçbir zaman iyi veya kötü bir oyuncu olmamıştım, hep vasattım. yine de kızları etkilemek için sık sık yalan söylediğim olurdu.

itiraf ediyorum.

ölünce konsolu sinirle sıkıp yere bıraktım ve ayağa kalkıp gürültülü bir şekilde yumruklanan kapıma doğru ilerledim. ben kapıyı sertçe açıp hesap sorar gibi karşımdaki üçlüye bakarken onlar da bana aynı bakışları atmaktan çekinmiyorlardı. "on altı dakika oldu hyunjin, ne bokuma bekletiyorsun bizi?"

seungmin her zamanki ciddi ama bir o kadar da sinir bozucu olan tavrıyla iğneleyici bir tonda konuştuğunda istemeden yüzümü ekşittim ve kapıyı ardına kadar dayayıp gözlerimi devirdim. "anneniz miyim ben sizin oğlum, bir boku da bensiz yapamıyor musunuz?"

"hyunjin git altına bir don çek gel sikmeyim."

ofladım. ciğerlerimde zehirli bir madde varmış da ölümle yaşam arasındaymışım gibi tükürdüm içimdeki tüm nefesi, gözlerini devirdiler. arkamı dönüp aynı umursamazlıkla odama ilerleyip açık oyun ekranını görmemeleri için girer girmez kapıyı sertçe örttüm. yine de evde olduğum zamanlarda yaptığım çok az şeyden biri oyun oymamaktı ve emindim ki oyunu onlara tercih ettiğimin pekala da farkındalardı.

dolabımı açmadım. onun yerine çalışma masamın önündeki sandalyeye gelişigüzel fırlattığım eşofman altımı ve sweatshirt'ümü üstüme geçirdim. evet, direkt geçirdim çünkü evin içinde genelde iç çamaşırlarımdan başka bir şey giyme gereği duymazdım.

saçlarımı arkada bağladım. epey uzamışlardı ve artık katlanamayacağım ölçüde sinirlerimi bozuyorlardı. bazenleri onları serbest bırakmak ve ipekten bir örtünün ardına saklanır gibi küçülmek olması gerekenden de iyi hissettiriyordu ama genel anlamda yaşadığım duygular bu kadar olumlu değillerdi.

kapımı açtığımda seungmin'in evime girdiğini gördüm. chan ve changbin dış kapının önündeki merdivenlere oturmuş, anlamadığım bir konu hakkında konuşuyorlardı. bakışlarımı onlardan çektim ve odamın kapısını kapatıp seungmin'in yanına ilerledim. "oyun oynuyordun, değil mi?" inkar etmedim ama onaylamadım da. ellerimi eşofmanımın cebine sokup üstten ona bakındım. "felix'e laf ederken hiç aynadaki görüntünü aklına getirmedin, değil mi?"

yerdeki bir şeylerle uğraşıyordu. sehpanın üzerine bıraktığım çantam ve içinde, asla düzenli olmayan tüm o notları düzene sokuyor gibiydi. "ne yapıyorsun?" dedim onu boşvermek adına, bu konu hakkında konuşmak istemiyordum.

"sehpanın üzerinde o kadar dağınık duruyorlardı ki, toplamadan edemedim."

"benim ev düzenimle bu kadar ilgili olman rahatsız edici."

kafasını kaldırıp bir süre gözlerime baktı, ardından elinde ne varsa olduğu gibi aldığı yere bırakıp çöktüğü yerden doğruldu ve derin bir nefes aldı. "kimin evi olsa aynısını yapardım."

bir şey söylemedim. söyleyebileceğim bir şey yoktu. açıkça bana davranışının bana özel olmadığını söylemiş ve cevabımı dahi beklemeden arkasını dönmüştü. normaldi, çünkü bir cevap beklemiyordu. çünkü vereceğim cevabı umursamamıştı.

kapıyı kilitleyip dışarı çıktım ve arabaya doluştuk. seungmin ve chan arkaya geçince ben de changbin'in yanına oturmuştum. hava soğuktu. kasımın başlarındaydık ve bazen geceleri olması gerektiğinden de soğuk geçiyordu. cüzdanım ve telefonum yanımdaydı, arabanın içerisi de sessizdi. tüm bunların arasında sırtıma bir ceket bile almamış oluşumu dert etmedim.

mekan küçüktü ama her zamanki gibiydi. bizimkiler pek yenilikçi insanlar değillerdi. ya da belki de mekanın sahibiyle ahbap olup içkileri ucuza getirmek gibi ilkel ama son derece işe yarar bir yol bulmuşlardı. neticede her eğlence gecemizi istisnasız burda geçiriyorduk.

buna tezat olarak, oturduğumuz belli bir masa yoktu. rastgele bir masaya çöküp dirseğimi masaya koydum ve çenemi elime yaslayıp sızlandım. saat erken değildi ve eve gitmek istiyordum. umursadığım şeyler arasında dereceli oyunda kaybettiğim puanları geri almak vardı, ne istediğini bile bilmeyen gerizekalı arkadaşlarımla içmek değil.

"yüzünden düşen bin parça hyunjin."

"hayırdır, neyi kutluyoruz?"

"changbin sünnet oldu onu kutluyoruz hyunjin, bazen deli ediyorsun beni." seungmin tam karşıma oturmuştu ve çattığı kaşlarıyla bana tam manasıyla korkutucu olan bir manzara sunuyordu. bu görüntüye katlanmak zorunda olduğumu bilmek sinir bozucuydu. aslında, sinir bozucu olan seungmin değildi ama sinir bozucu olan tam olarak seungmin'di. mimikleri, ses tonu, iğnelemeleri, küçümser ve yargılar bakışları sizi kendinizi sorgulatacak haddeye getirebilecek kudretteydi.

seungmin ve kişiliği çok boktandı ama bazen ona hayır demek bedenime epey zor geliyordu.

sertçe masaya dayadığım koluma vurdu ve kafamın sarsılmasına sebep oldu. beklemediğim bu fiziksel şiddetten ötürü kaşlarım çatılsa da daha ağzımı aralayamadan konuşmaya başladı tekrar. "kes hyunjin, sızlanmak yok. hep böylesin. gs maçı olmasa gelmiyorsun."

gs maçlarına da defalarca kez gitmediğim olmuştu ama ben oturup cri-ops ranked kariyerimi baştan sona en ufak ayrıntısına kadar anlatmak yerine basit bir göz devirme hareketiyle onu geçiştirdim ve kafamı tamamen başka taraflara çevirdim.

o sırada garsonu çağırıp bir şeyler istediler. bana ne istediğim sorulduğunda fark etmediğini, kafalarına göre bir şeyler getirebileceklerini söyledim. seungmin ve changbin birbirlerinin epey ilgisini çekiyormuş gibi görünen koyu bir sohbete daldılar ve ne ilginçtir ki chan da onları dinliyordu. normalde benim yapacağım da onlarla birlikte eğlenmek olurdu ama bugün yaşama karşı kendimde en ufak bir heves kırıntısı dahi bulamıyordum.

içerisi bunaltıcıydı, söylemiştim. barlar hep böyle olurdu. böyle yerleri sevmiyor değildim, yalan söyleyemem ancak bu akşam böyle bir yerde takılacak enerjimin olduğunu sanmıyordum. bir kadın gelip cilveli şekilde ellerini omuzlarımda gezdirseydi, karşılık verip de belini kavrayacağımı dahi sanmıyordum.

son derece günah olan tüm bu cezbedici işleri düşünürken heyevanlanmıyor oluşumu düşünürek söylüyorum ki içeceklerin gelmesini beklerken hiçbir bok anlamadığım tüm o muhabbetleri dinlemek tam anlamıyla ölüm gibiydi. ayağımla yere düzenli bir ritim tutturmuştum ve her fırsatta ofluyordum.

kalabalık değildi ancak tenha da sayılmazdı, haliyle sakin olmadığı gibi gürültülü de değildi. küçük bir çocuk gibiydim o gece. mızmız hareketlerle annesinin dikkatini çekmeye çalışan ve bir an önce ortamdan gitme peşinde olan küçük bir çocuktum işte. tek fark şu ki; benim arkadaşlarımda ne vicdan vardı, ne de anne olabilecek kapasite.

herkes bira alınca bana da aynısından, bir bardak bira sipariş etmişler. başım ağrıyordu, içmekten kaçınmak için her şeyi yapardım ama çocuk gibi davranıyor olsam da çocuk muamelesi görmek sinirlerimi bozardı. bu yüzden istemiyor da olsam o bardağı içeceğimin farkındaydım, yapabilirsem belki içtiğim içkiyi en aza indirebilirdin ancak.

"vizeler girecek." changbin son derece isyankar tavırlarla yüzünü sertçe sıvazladı. chan geçen yıl kıl payı geçmişti ama bu sene kalacak gibi görünüyordu. seungmin gözlerini devirip bana yaptığı gibi changbin'e vurdu.

"derslerde uyuyorsunuz, sonra da böyle zırlıyorsunuz."

"derslere girmedim ki amına koyayım."

"girseydin changbin." bardaktan bir yudum almadan evvel yandan kınayan bir bakış atmıştım. buna karşılık yüzünü aşırı ölçüde buruşturarak burnunu kıvırdı ve beni hastalıklı birkaç bakışla süzdü.

"herkes senin kadar zeki değil hyunjin." bir şey söylemeyi tercih etmedim ve bakışlarımı başka bir tarafa çevirerek onu tamamiyle görmezden geldim.

"profesör august bir buket çiçeğe tav olur. hallederiz." changbin sızlanmaya benzer birkaç mırıltı çıkarıp dudağını büzdü.

"öğretmenlerin iyi niyetini kullanmış oluyoruz." seungmin bakışlarını fazla ani şekilde changbin'e çevirdi ve ciddi misin der gibi uzun süre onu süzdü. changbin bunu fark edince dudaklarını yalayıp başını uzaklara çevirmişti.

"kendine gel istersen."

"haklı." diye onayladım seungmin'i. changbin başkalarının, özellikle de öğretmenlerin iyi niyetini düşünecek cinsten biri değildi çünkü. hoş, hiçbirimiz değildik.

"iyi be. şaka yapalım dedik kakaya çevirdiniz."

bar yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başladığında ciddi anlamda boğulacakmış gibi hissettim. dışarısı soğuktu ama bulunduğum yer fazla insanın iç içe olmasından kaynaklı olacak, bunaltıcı bir sıcak basmıştı beni. tuvalete gideceğime dair birkaç şey zırvalayıp masadan kalktım ve dışarı çıktım.

sigara paketim yanımda değildi. evden kısmen aceleyle çıktığımdan ötürü, cüzdanımdan başka bir şey almamıştım. en yakın markete gidebilirdim ancak buna zahmet edemeyecek kadar da üşeniyordum. ben de sırtımı duvara dayayıp başımı arkaya yatırdım ve derin bir soluk çektim ciğerlerime.

tam bedenim edindiği oksijenle birlikte gevşeme fırsatı bulmuştu ki yanımdan gelen tanıdık kalın ses tonuyla hafifçe gözlerimi araladım. "konum at öyleyse." benim minnoş kuzen tam arkasını dönmüş, kulağında tuttuğu telefona bir şeyler mırıldanıyordu.

buraya dört kişi geldiğimizi sanıyordum ama felix'i de görmek açıkçası beni şaşırtmamıştı. kafeterya ve maç sırasında olanlardan sonra ona karşı duyduğum duygu büsbütün iğrençleşmişti.

sırtında deri bir ceket vardı, muhtemelen önü açıktı ama arkası dönük olduğu için içine ne giydiğini göremiyordum. altında her zamanki siyah kargo pantolonlarından birini geçirmiş, gangster kombinini tamamlayan botlarının içine sokmuştu. saçları bağlanabilecek kadar uzundu ama bugün serbest bırakmıştı.

ben kıstığım gözlerimle sakin sakin onu izlerken o telefonu kapattı ve aceleci tavırlarla merdivenlerden aşağı indi. karanlık sokakta yürümeye başlamadan evvel telefonunu ceketinin cebine attı ve kaba ama hızlı olan adımlarla küçülmeye başladı. ben de onun sırtını seyrettim.

o gözden kaybolunca yan tarafımdan gelen çakmak taşının sesi ve minik sarı ışıkla kafamı o yöne çevirdim ve bu sefer cidden şaşırdım. dudakları arasındaki sigarayı yakıp derin bir nefes çekti ve muzip bir gülümsemeyle felix'in gittiği yönü işaret etti. "nasıl da topuklarını götüne vura vura gitti ama."

kaşlarımı çattım. "nereye gitti ki?" sanki sigaraya karşı hissettiğim ihtiyacımı hissetmiş gibi cebindeki sigara paketini çıkarıp kapağını açtı ve içinden bir dal almam için bana uzattı. tereddütle pakete  bakarken dudakları arasındaki dalı tutup ağzından çekti.

"benim her zamanki mekanlarımdan birine."

uzatılan paketten bir dal çıkarıp dalı dudaklarıma götürdüm. sigarasını dudaklarına götürüp yüzüme doğru eğildi ve dalların ucunu birbirine sürttü. derin bir nefes çekip sigaramın ucunu yaktım ve geri çekildim. "sen gönderdin, değil mi?"

histerik şekilde güldü ve o da doğrularak sırtını duvara yasladı. "onunla uğraşacak isteğim veya vaktim yok."

bunun üzerine sırtım duvara değerlen bacaklarımı kırdım ve alçalarak çömeldim. sigaradan çektiğim nefesi dışarı üflerken minik ateşi seyrediyordum. "birbirinizi seviyor gibiydiniz."

güldü. komik bir espri yapmışım kadar yüksek değildi ama kendimi kötü hissettirecek kadar da alay barındırıyordu. o da yanıma çöküp sigara kokan nefesini karanlık geceye üfledi. "felix'in, serseri çocukların hayatının ilk aşkı olduğunu sanan liseli kızlardan hiçbir farkı yok."

"senden hoşlanıyor mu?"

"belki." kafasını çevirip bana baktı. ilk başta bir şey söylemedi, bir süre yüzümü izledikten sonra güldü. "bu onu daha da acınası yapar."

"en azından aldatacak bir sevgilisi yok." bu sefer gerçekten komik bir şey söylemişim gibi, sesinin içerden duyulduğuna emin olduğum kadar yüksek bir sesle güldü.

"yapma hyunjin. jisung'u aldatmış olmamı kınamadığını ikimiz de biliyoruz." biraz önce haline gözlerimi devirdiğim changbin ile aynı kaderi yaşıyor olmam beni biraz garip hissettirmiş olsa da, minho'nun sözleri daha ilgi çekici gelmişti o an için.

"ne demeye getiriyorsun?"

"biz birlikte olduğumuz günden beri her fırsatta eşcinsel oluşumuzla bizi aşağılıyordun hyunjin. sevgilimi bir kadınla aldatmış olmamı ayıplamadığının farkındayım." ben güldüm bu sefer.

nasıl böyle nokta atışı tahminlerde bulunurdu bilmem ama minho hep zeki biri olmuştu. zekası etkileyiciydi. minho'nun kendisi de etkileyiciydi.

evet, minho umrumdaydı.

"haklısın." diyebildim yalnızca.

"ben her zaman haklıyım bebeğim." gözünü kırpıp sigara izmaritini yere attı, ardından ayağa kalktı. "sigara verişime de bir anlam yükleme. seni gördüğüm yerde kafanı parçalayasım geliyor."

"o fotoğrafları jisung'a ben atmadım." bakışlarını uzaklardan çekip bana çevirdi ve doğru söyleyip söylemediğimi tartar gibi yüz ifademi izledi. yüz ifadesi değişmişti. deminki alay dolu, serseri surat gitmiş; yerini tamamen ciddi ve son derece soğuk olan koyu gözleri almıştı.

"sana inanmıyorum." dedi, ben de omzumu silktim. fotoğrafları jisung'a atmak için hiçbir sebebim yoktu. bunu da ona defalarca kez söylemiştim.

kendi bilirdi.

"kendin bilirsin." dedim zaten ona da. "ama birisine fotoğraflarını benim ona attığımı söyleyecek olursan bu beni kahpe değil, kahraman yapar minho. herkes bizim kadar kirli düşünmüyor."

"bir şey yapmadan önce sonuçlarının ne olacağını hiç düşünmüyorsun, değil mi?" diye sordu. anlamadığım için kaşlarımı çattım. "saçlarını kes." arkasını dönüp gitti.

dürüst olacağım, minho'nun psikolojisini hiçbir zaman anlamadım. kafasındaki çarkların dizilimi alışılmışın çok dışındaydı. minho tehlikeli biriydi, aynı zamanda da güvenilmezdi.

minho ilgi çekiciydi benim gözümde. iyi biri olsaydı belki arkadaş bile olurduk. karizmatikti, çevresi çoktu, eli kolu uzundu. kurnazdı, her işini hallederdi. derslerine çalışmazdı ama dersleri kötü de değildi. görünenin aksine, uyuşturucu kullanmazdı çünkü en büyük silahı olan aklını teklikeye atmayı göze alamazdı.

minho tanrının verebileceği her özelliği alarak doğmuş biriydi. sadece bunları yanlış yerde kullanıyor veya kullanma zahmetine girmiyordu.

ama dedim ya, minho kirli düşünürdü. ben ona günahımı bile vermezdim.

bir süre olanları düşündüm, ardından tekrar içeri girmek için ayağa kalktım. içeri girdiğimde minho'yu gördüğümü söyleyip söylemeyeceğime karar vermeye çalışıyordum ki, bizimkilerin masada olmadığını gördüm. kaşlarım çatıldı ve bir süre etrafı aradım, ardından telefonuma bakmak aklıma geldi.

chan'ın changbin'e uyuşturucu içirdiği ve seungmin'in onları eve bırakmak zorunda olduğuna dair, yazım kurallarından son derece yoksun başka bir kısa mesaja donuk gözlerle bir süre bakmamın ardından hesabı ödeme gereği duymadan dışarı çıktım. eve yürüyerek dönecek olmak canını sıkıyordu ama en azından bir dal sigara içebildiğim için de olabildiğince keyifliydim.

______________________________________________________

sizce ben nereye bağlayacağım yani bu hikayeyi

Continue Reading

You'll Also Like

191K 7.9K 36
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
151K 17.1K 38
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
15.5K 608 25
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...
27.9K 3.5K 67
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...