KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

786K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

25 - ONURLU MÜCADELE

11.2K 832 1.2K
By -zehradogan

Merhaba... Biraz duygusalım. Birinci kitabın son bölümündeyiz. Bunu iki kitap olarak ayarlamamın sebebi kitabın şu an sayfa sayısının çok olmasından dolayı. Ayrı bir dosyada kelime ve sayfa sayısını incelediğimde tahminimce 500 sayfa civarı bir kitabı elimize alıyoruz. Tabi bu yayınevinin kitap ölçüleri ve puntosuna göre değişiklik gösterir. Gerçekten güzel, ciltli bir kapak içinde bu kitabı okumak istiyorum. Bunun için destekleriniz çok önemli. Bir de tabi olay örgüsüne göre iki seri halini aldı.

İlk kitapta savaşa kadar kaleme alınan bir olay örgüsü okudunuz. İkinci kitapta ise savaştan sonraki bir hayata başlayacağız. Bölüm sonuna genel yorumlarınızı ve duygularınızı yazmayı unutmayın. 500 yorumun altına düşmeyelim. Ben bölüm sonunda sorularımı size soracağım. Başlayalım o halde.

"Zamanı akıllıca kullan."

4 saat önce...

Çağan savaş başlamadan önce tekrar kardeşini görmek istedi. Oyundan sonra çocukların olduğu odaya girilmesine izin verilmemişti. Kwang'ın anne ve babasını gördükten sonra Leyan'a ne olduğunu anlamak istiyordu. Bunu ben de öğrenmek istediğimden Akhar'ın konuşmasından sonra Çağan ve Medusa'ya katıldım. Çağan çocukların olduğu odaya geldiğinde Leyan'ı görmesiyle hızlı adımlarla ona yürüdü. Öyle kuvvetli sarıldı ki ona sanki bırakırsa ölecek gibiydi. Ardından konuşmaya başladı. "Leyan," diyerek kardeşinin başını elleri arasına aldı. "Sana bir şey yaptılar mı? Bana doğruyu söyle. Bu odada hiç farklı bir şey oluyor mu? Sizi kontrol etmeye geldiklerinde, hatırla. Tuhaf bir şeyler oldu mu?" Leyan'ın yüzünü dikkatle izledim. Geçen görmemin aksine bu defa gözlerinde donuk bir bakış yoktu. Normal görünüyordu. "Bir şey var," dedi. Çağan gözleri parlayarak kardeşine baktı. "Nedir o?" dediğinde Leyan'dan duyduklarım kafamda birçok senaryo yazmıştı bile. "Bizi haftanın belli günleri ruhsal sağlımız için görmeye gelen bir psikolog var. Ona üzerimizde yapılan işlemler yüzünden beynimizin tembelleşmesini önlemek için hayatımızdan önemli anılarımızı anlatıyoruz. Bizi dinliyor, konuşmalarımızı kaydediyor ve gidiyor." 

Kaşlarım gerilirken Medusa'ya baktım. Onunla göz göze geldiğimizde bu duydukları ardından şüpheyle bakıyordu. Çağan gözlerini anlamaya çalışır gibi uzunca kapatıp kaşlarını çattıktan sonra Leyan'a bakarak, "Ne psikoloğu?" dedi. Sesine endişe tohumları ekilmişti. Leyan, "Bilmiyorum abi. Sadece anılarımızı anlatıyoruz. Sonra acı duymamamız için bize iğne vuruyorlar. O iğneyi alınca uyuşmuş gibi hissediyorum. Kendimde değilmişim gibi geliyor ama bunun travmalarımızı unutmamız için yapıldığı söyleniyor. Anlattığım anıları ise hatırlamamaya başlıyorum. Nedenini sorduğumda ilacın işe yaradığını ve iyileşeceğimizi söylüyorlar," dedi. Çağan onun omuzlarından tutarken kardeşine doğru eğildiğinde, "Ne acısı Leyan? Siz acı mı duyuyorsunuz?" derken kafasında bir şeylerin haritasını çizmiş görünüyordu. Leyan, "Fiziksel olarak değil ama sadece kemiklerimi cam gibi hissediyorum. Çok kırılganım. Psikolojik olarak böyleymiş," dedi. Şimdi aramızda bir şeyleri konuşmanın zamanıydı. Çağan kardeşinden ayrılarak duvar dibine gittiğinde Medusa ve ben onu takip ettik. 

Çağan ne olduğunu düşünür gibi durduğunda ben aklımdakini söyledim. "Onları robot olmaya hazırlıyor olmalılar. Robot bedenleri tasarlanıyor olabilir. İnsan formunu verebilmek ve insan gibi hissedebilmek için anı aktarımı yapıyorlar. Vurdukları ilaçlardan sonra ise bedenleri zayıf kalıp..." dediğimde daha fazla devam etmedim ama Çağan benim yerime bitirdi. "Ölecekler..." Medusa bu duruma sinirlenmişti. "Bu mu ölümsüzlük? Anıları bir makineye yüklemek o makineyi insan kılmıyor. Akhar yalnızca insan özelliklerini görebildiği zeki makineler istiyor. Bu sadece cinayet. Robotlarına hayat verebilmek için insanları öldürüyor. Bunu da sanki onların rızasını alıyormuş gibi yapmanın da bir yolunu bulmuş. İnsanları ölümsüzlük diyerek kandırıyor." Çağan sıkıntıyla ensesini kaşıdı. "Bunu durdurmazsak nüfusu tamamen makinelere çevirecek. Onlar ölüyor ki bedenleri yeni bir makinede hayat bulsun. Akhar'ın yapmaya çalıştığı bu." Sonra yine hızlı adımlarla Leyan'ın karşısına geçti. "Leyan... Savaş bitecek ve geri geleceğim. Onlara hiçbir şey anlatma. Duydun mu beni?" 

Leyan bu sözlerin ne anlama geldiğini biliyormuş gibi gülümsedi. Bu kırık bir gülümsemeydi. "Sanırım yavaş yavaş öleceğiz abi..." Çağan bu cümleye kızgın bir ses tonu katarak, "O ne demek Leyan? Tabi ki ölmeyeceksin," dese de Leyan buna hiç inanmış gibi durmuyordu. Derin bir nefes aldığında konuştu. "Bizi burada boşu boşuna tutmuyorlar. Faydalanmak zorundalar. Amaç ne henüz bilmiyorum ama benim bilincimi çaldıkları ortada." Kwang'ın anne ve babası yaşıyor olabilir miydi? Robot kopyaları tasarlanmıştı ama belki de hala anı aktarımı için onları konuşturuyorlardı. Bu olabilir miydi? Robot tasarımları bittikten sonra da onlarla bir işleri kalır mıydı? Hiçbir şey bilmiyorduk. Akhar'ın büyük planları olduğunu görebiliyorduk ama hepsine hakim değildik. Çağan fazla zamanının olmadığını biliyordu. Hazırlanıp savaş için yola çıkmalıydık. Leyan'ın omuzlarından tutarak, "Sadece dediğimi yap. Senin için döneceğim ve bunu birlikte halledeceğiz," dedi. Leyan ise abisinin bu sözlerinde bir umut göremiyormuş gibi konuştu. "Peki ya geri dönemezsen?"

***

Savaş araçları ve robotlardan yansıyan ışıklarla etrafın karanlık görüntüsüne rağmen düşman seçiliyordu. Gece görüşü olan bu kasklarda gittikçe yaklaşan saldırı net bir şekilde ortadaydı. Tank kullanan askerler ilerlemeye başladı. Kar taneleri kum fırtınası gibi etrafta uçuşuyordu. Savaş iki tarafın birbirini görmesiyle çoktan başlamıştı. Böyle bir şeyin içinde olmak dehşet verici hissettiriyordu. Arkama baktım. Arkadaşlarım düşmanın gelişini ciddiyetle izliyordu. Doğa, "Anlatılanlardan daha da iğrençmiş," diye bir yorumda bulundu. Düşmanla aramızda 2 kilometre kadar bir mesafe vardı. Kaskımın görüş ekranında merceği büyülterek düşmanı incelemeye başladım. Kaskın hologram ve önümüzdeki cam kısmı yüzümüze zayıf, mavi bir ışık veriyordu. Siyahlar giymiş bir motorcu gibi görünüyorduk. Deri görünümlü kalın kumaş hem bizi soğuktan koruyor hem de kurşun geçirmez yapısıyla bizi güvende tutuyordu. Kwang, "Biz arkada duracağız. Tank komutanları ateşlemeye başlayacak. Onu aştıkları zaman biz yaklaşacağız ve ülkeye geçiş vermeyeceğiz. Hava araçları da ateş ettiği için kolay bir şekilde bize kadar yaklaşamayacaklardır," dedi. 

Bu sadece bir varsayımdı. Düşman yaratık gibi duruyordu. Aslında insan görünümündeydiler. Fakat yüzlerinde çok fazla bozulma vardı. Derileri dökülüyor gibi pullanmıştı. Radyasyonla birlikte ciltlerinde oluşan yanık izine benzeyen yaralar onlara ürkütücü bir görünüm veriyordu. Ellerine baktım. Bazılarının ellerinin boyutu normalden büyük ve eşit olmayan uzunluk ve kısalıktaydı. Bazıları ise daha az hasar almıştı ama genellikle hayvanlar gibi saldırıya geçen insanlar vardı. Bizim aksimize onların üzerinde yeşil kamuflajdan üniforma görüyordum. Bizim kadar tankları yoktu. Hava araçları da gördüğüm kadarıyla az sayıdaydı. Askerlerimiz onların savaş araçlarına ateş açmaya başladı. Bu durumda hepsi delirmiş gibi araçlardan dışarı çıkıp bize doğru koştular. Matteo, "Ne yapıyor bunlar?" diyerek öne doğru eğildi. Hepimiz bu insanların neyi olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Tankların yanından koşan insanlar kurşunların hedefi olsa da, yara almayanlar hala büyük bir hırsla buraya doğru koşuyordu. Hava araçları onlar üzerine ateşleme yapıyor ve patlamanın etkisiyle havaya uçan insan parçaları görüyorduk. 

Medusa, "Sayıları çok fazla. Öleceklerini bilmelerine rağmen buraya doğru koşmalarının amacı ne? Bu ne saçma bir savunma." dediğinde ağızları açık ve iştahlı bir şekilde ellerindeki silahlarla koşan insanlar hiç aklı başında durmuyordu. Ahsen, "Radyasyon onları vahşileştirmiş. Yöneticileri savaş emrini verdiğinde bu amacı ne pahasına olursa olsun yapma eyleminde gibi duruyorlar. Normal bir insanın koşma hızından hızlılar. Aştıkları mesafeye bakın," dedi. Mutasyona uğramış bu insanlar yanımıza yaklaştığı sürece bizden de ölümler olurdu. Kesinlikle olurdu çünkü onlarda korku olsa böyle fütursuzca tankların önüne atlamazlardı. Bu saldırıya karşı aracımızdan ayrılmayarak silahlarla onların bize yaklaşmasını engelleyebilirdik. Hava araçları onlara ne kadar ateşleme yapsa da hepsi dağıldığı için hala bu tarafa yaklaşabilenler vardı. Hepsi ölene dek geri çekilmeyecek gibi duruyorlardı. Robotlarımız henüz savaşa dahil olmamıştı bile. Onların tarafında olmak istemezdim. Önümüze kim gelse sayı ve teknolojimizden korkmalıydı.

Tank birlikleri, hava araçlarıyla koordineli olarak ateş ediyordu. Ateş gücü ve zırh korumasıyla onları un ufak edebilecek güçte olan bu makineleri aşmaları imkansız olurdu. Yine de onların gelişi çok ürkütücüydü. Henüz robotlarımız harekete geçmemişti. Akhar bu savaşı izlediği insansız hava araçlarıyla yönetiyordu. Hayatlarını riske atamayacakları için onlar burada değildi. Kasklarımızda olan cihazlarımız da birbirimizle iletişimimizi sağlayacaktı. Konuşmak için bir düğmeye basıp dinlenir hale getirebilirdik. Şimdi Akhar konuşuyordu. "Robotları harekete geçireceğim. Herkes nereye ateş açtığına dikkat etsin. Robotlara bir zarar gelmemeli. Hala yaklaşmaları durumunda arkada kalan birlikler de içeri girecek," dedi. Bununla birlikte yanımızda kalan robotlar düşmana doğru yürümeye başladı. Kollarını kaldırmalarıyla koşar halde olan askerleri kurşunlamaya başladılar. Duyduğum her silah sesi kulağıma öyle yoğun geliyordu ki her şey bana bu karanlık karın içinde ne yaptığımızı sorgulatıyordu.

Medusa, "Çağan nerede kaldınız? Denizden saldırı var mı?" dediğinde Çağan'la iletişim kurmaya çalışıyordu. Çağan'ın sesi kasklarımızda duyuldu. "Emir bekliyoruz. Mayınlar hazır ama şu an denizde bir hareketlilik yok," dedi. Kasklarımızdaki iletişim bizim ve Seo'nun ekibine bağlıydı. Birimize bir şey olması durumunda irtibat halinde olacaktık. Robotları izlemeye başladık. Dakikalar sonunda 4 metre uzunlukta olan bu makineler düşmanla buluşmuştu. Fakat onların tankları da robotları hedef alıyordu. Robotlar ise bu ateşlemelerden etkilenmiyordu. İnsanlar robotların ayaklarına dolanıp onları silahla vurmaya başlamıştı. Robotlar ise insanların üzerine basarak ve silahlarını kullanarak ilerlemeye devam ediyordu. Bu mücadele bir müddet sürdü. Biz hala arkadaki yerimizden ayrılmamıştık. Savaş araçlarını kullanan bütün askerler sıralanmış bir şekilde ülkenin önünde bariyer gibi duruyordu. Gece karanlığını aydınlatan tek şey robotlar ve araçlardı. Gergin hava bütün olumsuzluğunu birbirine katıyordu. 

Elimdeki silahı istemsiz olarak sıkı sıkıya tuttum. Bunu fark eden Kwang elini silahıma doğru yaklaştırdığında destek vermek adına elimi tuttu. Ona baktım. Bu kısa bakış bile ona karşı özlemimi arttırıyordu. Başlarda kızıyordum kendime. Neden diyordum. Neden bu hiç tanımadığım adam hayatıma girdi? Şimdi ise anlıyorum. Başından beri kader onu bana yazmıştı sanki. Hala neleri sever, neleri sevmez bilemiyordum. Bunları keşfetmek için yeterli bir zaman tanınmamıştı bizlere. Bu onu daha çok merak etmeme sebep oluyordu. "İyi olacağız," dedi. Gözlerimin onun her cümlesini onaylar gibi baktığına emindim. Sonra arkasına dönerek, "Birbirimizi kollayalım ve fazla uzaklaşmayalım. Birimizin yardıma ihtiyacı olduğunda diğeri yardım edemeyecek kadar uzakta olmasın. Bu savaşı biz alacağız," dediğinde önüne döndü. Karşıya bakarken konuşmaya devam etti. "Bu şimdiden belli. Kontrolsüz bir şekilde kurşun önüne atlıyorlar. Robotlardan geçemezler. Geçseler bile onlara sınırı aştırmayız." Cümleleri ardından olan biteni izlemeye devam ettik.

Robotlar önünde hareketlilik gösteren her şeyi öldürüyordu. Fakat saldıran insanların sayısı oldukça fazlaydı. Vazgeçmiyor ve robotların önüne atlıyorlardı. Araçlarıyla ilerleyenlere direkt olarak havadan saldırı yapıldığı için fazla gidemiyorlardı. Hepimiz gergindik çünkü düşman kendini klonlar gibi akın akın geliyordu. "Şuraya bakın," diyerek işaret parmağımla bir robotu gösterdim. Robotun etrafını saran insanlar üst üste çıkarak üzerini kaplıyordu. Başka robotlar onlara ateş etse de sürüler halinde hücum etmeye devam ettiler. En sonunda omuzlarına kadar çıktıklarında, "Onlar ne yapıyor?" dedim. Kaşlarım öyle gerilmişti ki bu kontrolsüz saldırının amacını anlamaya çalıştım. En sonunda ise insanların ağzından kusar gibi çıkardıkları sıvıyı gördüm. Bu sıvıyla birlikte robotun sıvıya bulaştığı kısımlar erimeye başladı. Doğa, "Mutasyondan dolayı mideleri değişik bir sıvı üretiyor. Hayvanların iç güdüsü gibi onların da savunma mekanizması olarak yaptığı şey kusmak." dediğinde hepimizin ağzı açık kaldı. Çünkü gördüğümüz görüntü bize imkansızı sunuyordu. Matteo, "Bir kusmuk 4 metrelik makineyi nasıl devirebilir?" dedi. 

Cidden kusmuğun değdiği yerler eriyordu ve kafa kısmından aldığı sıvıyla robotun başının bir yarısı erimişti. Etrafındaki insan yığını ile düşen robotun ardından büyük bir telaş yaşadık. Bu öyle kuvvetli maddelerden yapılıyordu ki kaplamanın erimesi mümkün değildi. Fakat robot kafasına dökülen sıvıyla erimiş ve yere devrilmişti. Akhar'ın sesini duyduk. "Kwang Jee! Savaş aracı birlikleri harekete geçsin! Saldırın!" Bunun üzerine Kwang askerler tarafından kendi sesiyle de teyit etmek için kasktan bütün askerlere hitap etti. "Bütün birlikler! Saldırı emri verildi!" Herkes aynı an da araçlarını sürmeye başladı. Asıl çarpışma şimdi yaşanacaktı... Kwang, "Yaklaştığımızda aracın önü açık olacak. Önüme kim gelirse vurun!" dediğinde Matteo oturduğu yerden ayağa kalkarak aracın üstünde açık olan camdan gövdesini dışarı çıkardı. Onun ateş sesleri geldiğinde diğerleri de yan taraflardan nişan almaya başladılar. Ben de kollarımı camdan çıkararak silahımı ileri doğrulttum. Kwang daha da yaklaştığında ateşlemeye başladım. Matteo'nun çılgınlar gibi gelen kükreme eşliğinde bağırış sesleri her kurşun sesiyle birlikte kulağımızdaydı. Yaklaştıkça düşmanın yüzü gözümde daha da korkunç bir hal alıyordu. Çok fazlalardı ve aracın önüne sürü halinde koşuyorlardı. 

Kwang'ın, "Sıkı tutunun!" demesi hepsini ezeceğinin habercisiydi. Gaza sonuna kadar bastığında vurduğumuz insanlar yere birer birer düşerken karanlığın içinden gelmeye devam ediyorlardı. Bu durumda birkaçı araca çarptığında Matteo hızla içeri girdi. Çarptığımız insanlar aracın önünden üzerine doğru savrulmuştu. Matteo baktı ki bu savrulma devam ediyor tekrar gövdesini aracın tavanından dışarı çıkardı. Aracın önünden bir kişi bile eksiltmek çok önemliydi. Medusa, "Bunu radyasyon yapmış olamaz! Bu vahşilerin insan olduğuna emin miyiz?" derken kurşun sesleri de kesilmiyordu. Bir tanesinin daha araca çarpmasıyla kafası ön cama girdi. Kırılan camla birlikte bütün karın soğuğu aracın içine dolmuştu. Üstüne üstlük kafası cama giren askerin boynuna kadar akan kan üzerime kadar sıçradı. "Kwang çıkar şunu!" dememle birlikte Kwang sağa sola manevralar yaptı. Adamın kafası hala camdan çıkmayınca Matteo, "Hepimizi öldürecek!" diyerek aracın tavanından elleriyle destek alıp cama sıkışan kafaya bir tekme attı. Bu tekmeyle yerinden çıkan kişi ön camı neredeyse tamamen indirdi. Beraberinde şaşırdığım nokta adamın ağzından dökülen sıvıydı.

Bu camın nasıl kırıldığına ayrı şaşırmıştım çünkü bu özel yapım camlar çok sağlamdı. Nasıl bir basınç oldu ise kırılmıştı. Bu insanlarda kesinlikle başka bir şey vardı. Matteo'nun tekmesiyle ileri doğru savrulan adamın ağzından dökülen yeşil sıvı bütün midemizi bulandırdı. Ağzından aracın önüne doğru boydan boya dökülen kusmuk, kaputu olduğu gibi eritti. Böylece aracın önü yamuldu ve kaputtan dumanlar çıkmaya başladı. Kwang, "İnin!" diye bağırdığında kendimizi atar gibi dışarı çıktık. Motor sıvı yüzünden yanmaya başladığında araçtan alevler çıktı. Hepimiz araçtan koşarak uzaklaştık. Arkamdan patlama sesini duymamla kendimi koştuğum yöne doğru ileri attım. Yüzüstü karın içine düştüğümde başımı ellerim arasına almıştım. Büyük gürültü koptu. Aracın parçaları tamamen dağıldığında ayağa kalktım. Bağırış sesleri duyuyordum. Alev parçaları havada uçuşuyordu. Etrafı duman bürümüştü ve kar soğuğu bu elbiseden bile az da olsa hissediliyordu. Silahımı tuttum. Temkinli bir şekilde etrafıma bakmaya çalıştım ama duman sis gibi etrafımda olduğu için görüşümü kapatıyordu. Sonra üzerime doğru koşan bir gölge görmemle silahı gelen kişiye doğrulttum. 

Üzerime atlamasıyla silahı ateşledim. Vurulmasına rağmen üzerime doğru atıldığı için adamın altında kalmıştım. Yere düşmemizle ardı ardına karnını kurşunlamaya başladım. Tam ağzından o zehirli sıvı çıkacaktı ki onu üzerimden savurmayı başardım. Alnının ortasına tekrar ateşlediğimde artık çırpınmayı bıraktı. "Sen nesin böyle?" derken  tedirgindim. Yüzünden ve karnından akan kan, karın üzerini kırmızıya boyamıştı. Yere çömelerek ne olduğunu anlamaya çalıştım. Yüzüne doğru yayılan kan onu tanımlamamı engelliyordu ama yine de neye benzediğini anlayabiliyordum. Cildi neredeyse kurtlanmış gibi yaralarla doluydu. Ölü bir tabaka vardı yüzünde. Üzerimdeyken ağzını açmıştı ve nefesi çöp gibi kokuyordu. Midelerinden salınan sıvı yüzünden olmalıydı. Bu insanlar hastaydı ve radyasyon içlerine kadar yayılmıştı. Bu iğrenç görüntü midemi bulandırmakla beraber beni üzmüştü de... Tedavi edilemez miydi? Dışarıda insanların başına gelen bu muydu? Topraklarımızda hayat olduğu için bizimle savaşıyorlardı. Onlara bakınca pek de haksız sayılmazlardı. Herkes yaşamak istiyordu fakat kimse bunu beceremiyordu.

Sonra bir an da etrafım dolmaya başladı. Gördüğüm sadece düşman askerler ve duyduklarım da kurşun sesleriydi. Kendimi savunacak bir şeyin arkasında durmalıydım çünkü onların da silahları vardı. Kaskımdaki iletişimi açarak, "Kwang! Neredesiniz? Etrafım sarıldı," dememle birlikte üzerime doğru atıldılar. Onlardan uzaklaşmak adına koştum. Bizim savaş araçlarından birine girmeliydim. Kaskımın içinde Kwang'ın sesini duydum. "Seni alacaklar Hesna. Olduğun tarafa geçemiyorum çok kalabalıklar." Koşarken bir yandan arkama nişan alıp gelenleri vuruyordum. Henüz savaşın başındayken yaralanmak istemiyordum. Ayaklarıma doğru atılan kurşunlar beni ıskalıyordu. Üzerime kurşun gelirse de bu kıyafet beni koruyacaktı. İçimde de çelik yelek vardı. Kolumu bacağımı koparmadıkları sürece kolay kolay ölmezdim. Koştum ve arkamdaki sürü çoğalmaya başladı. Tam o esnada önümde duran savaş aracından bir el bana uzanarak, "Atla!" dedi. Seo'nun bana uzattığı eli tutarak aracın içine girdim. Beni içeri çektiğinde arkamda kalan düşmanı silahıyla taramaya başladı. Peş peşe atılan kurşunlarla birlikte aracın içine oturdum. 

Jun, "İyi misin Hesna?" dedi. Ethan ve Bartu da bana bakıyordu. "Sayınız eksik," dedim soru sorarcasına. Aracı Jun kullanıyordu. Seo, Ethan ve Bartu kapılardan düşmana ateş açmaya devam ederken Ethan cevap verdi. "Jonah hava kuvvetlerinde, havadan saldırı yapan birlikler arasında. Diego denizde savunma yapıyor. Boris ise tank birliklerinde olduğundan bizimle değil." Aldığım cevapla onlarla birlikte araca gelen düşmana sıktığım her kurşun sanki diğerlerinin doğmasına sebep oluyordu. Kurşunun giysilerimize işlemediğini anlamış olacaklarından belki de üzerimize atlamayı tercih ediyorlardı. Jun bir yandan aracı topluluğun etrafında sürerken biz de ateşliyorduk. Seo, "Hesna! Orada ne oldu? Araç neden patladı?" dedi. Aracın içinde kendimi sabit tutmaya çalışıyordum çünkü Jun arabayı deli gibi kullanıyordu. "Kwang bize doğru gelen düşmanın önüne sürmeye devam edince biri ön cama girdi. Ağzından çıkardığı sıvı kaputu eritince de motor yandı," dediğimde hala onlara ateş ediyorduk. Jun, "Bu nasıl bir radyasyon? Neden kimse yaratıklara karşı savaşacağımızı söylemedi?" derken birine çarpmıştı. 

Seo bu duruma sinirlenerek, "Jun Woo! Öldürecek misin bizi? Atlama şunların önüne!" dediğinde neden vurduğumuz kimsenin kolay kolay yere düşmediğini düşündüm. O sırada düşman askerlere çok yakın olduğumuzdan birinin önünden geçmemizle aracın lastiğine doğru kustu. Lastik eridiğinde aracın ağırlığı da eriyen tarafa doğru eğildi. Seo, "Dur Jun dur! Sana o kadar yaklaşma dedim!" demesiyle Jun aracı durdurdu. Seo arka tarafa doğru bakarak bir şeyler araştırırken biz de karşımızdaki askerlere vurmaya devam ettik. Jun da bu sefer araçtan çıkarak makineli tüfeğini kullanmaya başladı. Seo araçtan çıkardığı uzun testere ve kılıç türünde olan kesici aletleri elimize verirken, "Onların da giysisi ya sağlam ya da başka bir şeyden dolayı kolay kolay yara almıyorlar. En temizi kellelerini almak. İnin! Eski usul dövüşelim bakalım," diyerek Jun'un yanına indi. Jun bir yandan aracın lastiğini değiştirmek için ekipmanını çıkarmıştı. Seo'ya baktım. İner inmez yanına doğru yaklaşan bir askerin omzuna kılıcını savurdu. Omzuna vuran kılıcın keskinliğiyle kolu yere düşen askerin kendisi hala yere düşmemişti. Seo, askerin göğsüne de kılıcını saplayınca ayağını adamın gövdesine bastırıp kılıcı çekti. Adam kolu ve göğsünden fışkıran kanlarla birlikte yere düştü. 

Seo tıpkı bir kılıç ustasıymış gibi hamlelerini yaparken ona uzanan her uzvu doğruyordu da. Biz de kılıçlarla araçtan indik. Benim kılıcım testere dişli, biraz eğimliydi. Şimdi hepimiz aracın önüne dağılmış bir şekilde üzerimize atlayan bu insanlara karşı kılıçlarımızı kullanmaya çalışıyorduk. Birisi bana doğru geldiğinde adamın karnına elimdeki kılıcı savurdum. Testere cinsinde olduğu için çekmemle kılıcın dişlerine takılan bağırsaklar tümüyle dışarı çıktı. Kanla birlikte bağırsaklar adamın iki bacağı arasından sarktı ve can çekişleri içerisinde yüzüstü yere düştü. Donmuş gibi önümde yığılan adama baktım. Sonra gözlerim etrafıma dağıldığında ekip önlerine geleni kesiyordu. Havada uçuşan el, kol ve bacak. Önüme kesilmiş bir kafa düştüğünde ise refleks olarak kusma hissiyle öğürdüm. Elimi ağzıma götürüp bir iki adım geri çekildiğimde Seo konuştu. "Hesna'yı koruyun! Ona bir şey olursa Kwang'ın gazabından kurtulamam!" Bir yandan elimle ağzımı kapatmışken bir yandan da bana gelenlere doğru kılıcımı kullanıyordum. Sonra ansızın biri üzerime atladığında ikimiz de yere düştük. Üzerimdeki asker kaskıma kafa atıyor ve dişleriyle de kaskı kırmaya çalışıyordu. Üzerime atlamasıyla kılıcım yere düşmüştü.

Kusacağını anladığımda belimdeki silahı güçlükle çıkararak namluyu gırtlağına dayadım. Ateş etmemle hareketleri yavaşlayan adamın ağzına kan dolunca sola doğru üzerimden attım. Kaskıma kan bulaşmıştı. "İğrenç!" diyerek yerde kendi kanıyla boğulan adamın kafasına da ardı ardına kurşun sıkınca Jun koşarak yanıma geldi. "Öldü artık!" diyerek kaskımın camına bulaşan kanı koluyla sildi. Yere düşen kılıcımı da almıştı. Elime verirken, "Yenge gözünü seveyim kendini öldürtme!" dedi. Nasıl bir karmaşaydı bu böyle? En sonunda bize doğru yaklaşan düşmanın içine girerek kılıcımı sağa sola manevralarla çeviriyor ve aldıkları kılıç darbeleriyle onları yere düşürüyordum. Kaskımda duyduğum ses Ahsen'e aitti. "Hesna, yanına geleceğim! Seni görüyorum sağ tarafını aç!" dediğinde sağ tarafımdan gelenleri doğramaya başladım. Ben önden saldırmaya başlayınca arkalarından bana doğru gelen Ahsen'i gördüm. Kolunun altına aldığı kendinden büyük makineli tüfekle arkadan askerleri vuruyordu. Silah sesleri, kılıç sesleri birbirine girmişti. Önümdeki askerlerle dövüşmekten etrafıma bakamıyordum bile.

"Ahsen! Tam önündeyim. Beni vurmazsın değil mi?" Onu görsem de aramızda hala mesafe vardı bu yüzden kask yoluyla birbirimizin sesini duyuyorduk. Zaten bu gürültüye seslenerek kendimizi duyurmak imkansızdı. Etrafı taramalı tüfekle tarayınca ister istemez ürkmüştüm. Ahsen ise ses tonundan güldüğü belli olarak, "Merak etme, seni görüyorum," dedi. Bu konuşmalar kaskın mikrofonunu açtığımızda iki ekip arasında da duyuluyordu. Bu yüzden dikkat ettiğimde diğerlerinin de sesini duyuyordum. Matteo, "Kwang bize araç çağırttır! Gebereceğiz burada!" derken Kwang da aynı onun gibi yüksek cevap veriyordu. "En az 3 araç çağırdım! Gelene kadar geberme!" Onların çevresi de sarılmış olmalıydı. Doğa ve Medusa'nın da sesi geliyordu. Doğa, "Birinin kafasını kopardım!" dediğinde Matteo buna şaşkınlıkla cevap verdi. "Daha yeni mi birinin kafasını kopardın? Yavrum benden öğreneceğin çok şey var!" Ethan, Bartu, Jun ve Seo da bize yakın bir şekilde dövüşüyordu. Burası çok kalabalık olmuştu. Hava kuvvetleri, biz de etrafa yayıldığımız için dolu bölgelere bomba bırakamıyordu. Havadan silahlarla ateşlense de onları püskürtemiyorduk.

Doğa, "Senden kafa koparmayı öğrenmeyeceğim Matteo!" dediğinde Matteo'nun cevabı gecikmedi. "İhtiyacın var gibi duruyor!" Medusa da artık çok bunalmış gibi, "Allah aşkına Çağan! Çık şu denizden ne var orada?" dedi. Fakat Çağan'dan ses gelmedi. Ahsen sonunda yanıma ulaştığında bana sırtını döndü. Sırt sırta verdiğimizde önümüze biriken düşmana hamlelerimizi yapmaya başladık. Ahsen tüfeğini kullanırken ben de belimde olan iki silahı kullanıyordum ama yeterli değildi. Seo'nun beni aldığı araca yakındık bu yüzden Ahsen, "Ethan! Hesna'ya da tüfek lazım. Hem de ağır makine!" dediğinde Ethan'ın araca koştuğunu gördüm. Onun da sesi kaskımızda duyuldu. "Hemen geliyor!" derken aracı çalıştırıp bize doğru sürdü. Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle de aldığı tüfekle önümüzdekileri vurmaya başladı. Etrafımızda dönerken biraz önümüzü açmasıyla aracın arkasına geçip bir makineli silah seçtim. Aracın arkasına sırtımı dayadım. Makineyi yere kurmaya başladığımda Ahsen de önüme geçerek bize doğru gelenleri engellemeye çalıştı. Düzeneği kurduğumda, "Ahsen! Çekil!" demem üzerine makineyi kullanmaya başladım. 

Yere sabitlediğim makineli tüfeği sağa sola çevirerek önümdekileri ardı ardına vuruyordum. Ethan da ağır bir tüfek alarak Ahsen'in yanında onlarla mücadele etmeye başlamıştı. Bir yandan bizimkilerin sesi kaskta duyuluyordu. Jun, "Seo kızma ama bir şey oldu," dediğinde kaskta Seo'nun kükreyen sesi kulaklarımı kırdı. "Yine ne yaptın?" Bunun üzerine Jun, "Biraz yaralanmış olabilirim. Kolumu hareket ettiremiyorum," dedi. Seo Korece konuşmaya başladı. Sanırım ağır küfürler ediyordu. Galiba kardeşinin yanına ulaşmıştı çünkü sesi daha da yükseldi. "Kolun çıkmış geri zekalı!" Bunun üzerine Ethan araçtan aldığı sağlık ekipmanlarıyla onların yanına koştu. Yine Seo hızını alamayarak Jun'a Korece konuşmaya devam ediyordu. Umarım ciddi bir şey yoktur diye düşünürken bir süre sonra Ethan'ın sesi de duyuldu. Bu süreçte biz önümüzdeki askerleri kurşunlamaya devam ediyorduk. Ethan, "Omuz çıkığı redüksiyonu. Kolu çıkmış, ben şimdi yerine takarım," dedi. Jun ise itiraz cümlelerini sundu. "Lego mu bu Ethan takarım ne?" Jun gerçekten şaka gibiydi. Ethan sabırla konuşmasına devam etti. "Uygun manevralarla yerine oturtacağım. Eklemler birbirinden ayrılmış kendi kendine iyileşmez," dedi. 

Seo da söze girdi. "Kolu çıktıysa nasıl böyle tepkisiz duruyor? Ağrımıyor mu Jun?" derken aslında ona kızması çok fazla endişelenmiş olmasındandı. Ethan, "Adrenalinden şimdi anlamıyor ama ben yerine yerleştireyim nasıl bağıracak gör," demesiyle Jun rahat bir şekilde konuşmasını sürdürdü. "Bana bir şey olmaz. Ben..." diye devam ederken Ethan kolunu yerine takmış olacak Jun bir an da acıyla bağırdı. Onun inleme sesleri devam edince iletişimi bir süre kapattım çünkü kulaklarım sağır olacaktı. Bu vahşiler de üzerimize geldikçe artık azalmaya başlamışlardı. Ahsen, "Hesna şurayı temizleyip diğerlerinin yanına gidelim. Kwang'ın olduğu taraf çok kötü durumda," dedi. Elimden geldiğince daha hızlı olmaya çalıştım. Kurşunların önüne atılan bu insanları anlayamıyordum. Önemli bir şey duyabilme ihtimaline karşı iletişimi tekrar açtım. Jun acı dolu bağırışlarını dindirmeyi başarmıştı. Sanırım başka yaralar da almıştı. Önümüz açılınca araca geçtik. Sürmeye başladım. Onlara silah vermeliydik. Ethan, Jun, Seo ve Bartu'yu geçtik. Ethan, Jun kolunu oynatmasın diye omzunu destekleyecek bir kolluk takmış görünüyordu. 

Biraz ileride Kwang'ı gördüm. Gerçekten burada çok fazla yoğunluk vardı. Her yer karışmış görünüyordu ve yetişemiyorlardı. Doğa, Medusa, Matteo, Kwang hepsi ayrı yerlerdeydi. Tam düşmanın ortasından geçtiğimde Ahsen herkesi kurşunlamaya başladı. Bizi fark ettiklerinde kaskımda Doğa'nın sesini duydum. "Buraya silah lazım Hesna!" Rüzgar ön cama kar tanelerini çarpıyordu. Karın yağışı şiddetlenecek gibi duruyordu. Sadece araçlar ve robotlardan görünen ışıklarla olduğumuz alanlar aydınlanıyordu. Işığın ulaşmadığı yerler kapkaranlıktı ve o karanlıktan gelen düşman durmuyordu. Ahsen kask iletişimiyle konuştu. "Ethan, orayı halledince bizim yanımıza gelin." Hepimizin bir yerde olması daha güvenli olurdu. Ethan cevap verdi. "Hemen geleceğiz." Doğa'ya yaklaştığımda diğer tarafta yaptığım gibi buraya da makineli tüfeği kurdum. Doğa araca silahını değiştirmek için koştuğunda ben de arkasından silahı kullanmaya başladım. Ahsen de kendi savunmasını oluşturmuştu. Her şey çok gürültülüydü. Saat gece yarısını geçiyordu. Doğa'ya baktığımda çok yüksek barutlu ve kalibreli ağır bir silahla araçtan çıkmıştı. 

Medusa da Kwang ve Matteo ile kendilerini savunmaya çalışıyordu. Burayı açar açmaz onların yanına gidecektik. Doğa'ya, "Aranızda yaralanan var mı?" diye sordum. "Herkes iyi," dediğinde rahatlamıştım. Robotlara baktım. Biraz ilerimizde her noktada düşmanı püskürtüyorlardı. Fakat üzerlerine yoğun bir birikme vardı. Düşman ağızlarındaki sıvıyla onları eritebildiğini keşfedince daha da hücuma geçmişti sanki. Akhar'ın bu işten hiç hoşlanmadığı belliydi. Robotlarından birine bir şey olması durumunda bizi hemen harekete geçirmişti. Hava araçlarının yaptığı ateşlemeler yeri titretiyordu adeta. Karın üstünde yaşanan bu hengame inişli çıkışlı bir zemin oluşturmuştu. Koşmak da hareket etmek de artık çok yormaya başlayınca kar ve bu soğuk, işleri daha da zorlaştırmıştı. Matteo, "Arkadaşlar buraya geçebilirseniz çok iyi olur!" dediğinde onun tarafına baktım. Sırtüstü yere düşmüş önüne atlayan düşman askerlerini kurşunluyordu. Hepsini bir yere çekmeliydik. Doğa ve Ahsen'e ithafen, "Araca binin! Ahsen sen direksiyona geç!" dediğimde bir planım olup olmamasını sorgulamadan önlerindeki askerlere silah atışları yaparak geri geriye araca bindiler. Kurduğum makineli silahı aracın arkasına yerleştirip ben de en son bindiğimde, "Bizimkileri alacağız, etraflarından dön ki diğerlerini de bu tarafa çekelim," dedim. Ahsen sürmeye devam etti.

Yani plansız bir düşmanla çatıştığımıza inanamıyordum. Radyasyon düşünme yetilerini de mi kaybettirmişti? Düzgün bir savunma sistemleri yoktu. Ahsen bizimkilere daha da yaklaştığında resmen arkadan bir düşman ordusu geliyordu. Bizi gören Medusa kendini savunarak bu tarafa koşmaya başladı. "Medusa devam et ben arkanı koruyorum!" dediğimde daha hızlı koştu. Böylelikle arkasından gelen herkesi taramalı tüfekle azaltmaya çalıştım. Ahsen bunun için yavaşlamıştı ve Medusa yeterince yaklaşınca ona elimi uzattım. Uzattığım eli tutmasıyla kendini aracın içine attı. Şimdi Matteo ve Kwang'ı almak kalmıştı. "Ahsen! Daire çizmeye devam et!" demem üzerine onların etrafında aracı sürmeye devam etti. Matteo ve Kwang artık sırt sırta vererek sağa sola ateş ediyorlardı. Bu durumda onların araca yaklaşması ve düşmanı çemberimiz altına almamız gerekiyordu. Aracın arkasından atacağım el bombalarını ayarlamaya başladım. Onları iyice toparladığımızda üzerlerine bomba atacaktım. Peşinden ise hava kuvvetlerinden yardım almamız gerekiyordu. Kaskımda Jonah'ın sesini duydum. "İyi toparladınız. Sizi izliyorum. İşaretinizle oraya ateşleme yapacağım," dedi. 

Bunun üzerine daha fazla bu insan yığınını kontrol edemeyeceğimizi anlayınca, "Kwang! Hemen araca koşun!" dedim. İkisinin de olduğu yeri silahlar ile açmaya çalıştık. Bu iş ise dakikalar sürmüştü. Bu yoğunluğa inanamamıştım. Artık Kwang ve Matteo araca koşabilince iki el bombası aldım. Aracın tavanından açık olan kısma çıktım. Belimden destek alarak aracın üzerinde durduğumda Ahsen'e, "Ahsen ben söyleyince gazı köklemen gerekiyor," dedim. O da bundan memnun olmuşçasına, "Zevkle," dedi. Kwang ve Matteo hala koşuyordu. Onların içeri girmesiyle bombaları atacaktım. Ahsen onlar için resmen durduğunda ikisi de nihayetinde kendilerini araca attı. Bunun üzerine Ahsen'e, "Hazır ol!" dememle aracı sürmeye başladı. Biraz daha düşmanın bizi takip etmesine izin verdim. İyice bu tarafa doğru yığıldıklarında elimdeki ilk bombanın pimini çekerek Ahsen'e, "Şimdi!" diye bağırdım. Çoktan kuvvetlice düşmanın üzerine fırlattığımda diğer bomba içinde aynısını yaptım. "Gazla!" Bombaların ikisi de peş peşe patladığında Ahsen gerçekten çok hızlı sürüyordu. 

Peşine hava kuvvetlerinin de yardımıyla bu bölge temizlenecekti. "Jonah, bölgeyi tarama yapabilirsiniz," demem üzerine peşimizden bombanın patladığı yere ateşleme yaptılar. Bu da bir şey demesine gerek kalmadan bize cevap olmuştu. Her şeyi o kadar hızlı yapmıştım ki şimdi ellerim titriyordu. Aracın üzerinden inmeye çalışırken belimi kavrayan eller tarafından aşağı çekildim. Kwang beni belimden kavrayarak kendine yaklaştırmıştı. Kollarımı boynuna dolayarak ona uzunca sarıldım. Bu kasklarla sarılmak biraz zor olmuştu ama önemli değildi. Onun için korkmuştum. Beni kollarıyla tamamen sardı. Bu sıkıca sarılmanın ardından kollarım boynunda kaldı ama geri çekilerek yüzüne baktım. Çok korkmuş görünse de farklı bakıyordu. Göz bebekleri gözlerimde hızla geziniyordu. "Çok yeteneklisin..." dedi. Bu açık iltifat karşısında neredeyse kızarabilirdim. Konuşmaya devam etti. "Zekisin, akıllısın, cesursun," derken hayran bir ifadeyle bakıyordu. Belimi saran kolları beni havada tutuyordu. Sonra araç tökezlemeye başlayınca açılır tavandan dengesini kaybetmemek için tuttu. Diğer eliyle ise beni daha sıkı sardığında, "Yanımda kal," dedi. Herkesin kasktan bizi duyduğunu unutmuş muydu acaba? Beni tek eliyle iyice kendine yaslamıştı. O kaslı kolu arasında belim incecik kalmıştı.

Onun görünüşümden ziyade yaptığım işler ve kişiliğim için ettiği iltifatları daha çok seviyordum. Görünüşümle anılmayı hiç sevmedim. Güzelliğin öncelik görüldüğü insan zihniyetinin aksine ben her zaman yaptığım işlerle anılmayı severdim. "Kalacağım..." dedim. Ona çok dikkat etmeliydim. Gözümün önünde zarar görmesine katlanamazdım. Onun yanında kalmak için elimden geleni yapacaktım. Sonra gülümseyerek beni yere indirecekti ki aracın bir şeye çarpmasıyla ikimiz de sarsıldık. Herkes araçta bir yere savrulduğunda Kwang sırtüstü düşerek beraberinde beni de üstüne almıştı. Onun üzerine çok sert düştüğüm için bir yerinin acımamış olmasını umdum. Gerçi benim ağırlığım ona ne kadar hasar verirdi ondan da şüpheliydim. Hala belimi bırakmayarak benimle birlikte yerden kalktı. "Herkes iyi mi?" Kwang'ın sorusuyla Ahsen konuştu. "Birden önüme çıktı. Düşman asker burada çok fazla. Destek lazım." Araç sanki yamuluyordu. Sola eğimli bir şekilde gitmemiz üzerine Ahsen, "Lastik patlamış," dedi. Araca çarpan kişi kusmuğunu lastiğe bulaştırdıysa tabi patlardı. Ahsen aracı durdurduktan sonra hepimiz yeniden silahlandık. Araçta ağır hasar olmuş olmalıydı.

Kwang tekrar konuşurken hepimiz silahlarımızı daha sıkı tuttuk. "Araç konumuma acil destek bekliyorum! Buraya, acil destek gönderin!" Kasklarımızdan herkesin konumu kolayca tespit ediliyordu. Araçtan çıkmak zorunda kaldığımızda bu sefer silah düzeneğini kuran Medusa oldu. Silahı kurarken bir yandan söyleniyordu. "Çağan neredesin Allah'ın lütfu? Neredesin? Seni çok güzel döveceğim..." Çok geçmeden Seo da ekibiyle görünmüştü. Jun kolu alçıda gibi bir şeye takıldığından diğer kolunu kullanıyordu. Ethan şoför koltuğundan indiğinde Seo ve Bartu da araçtan çıkmıştı. Şimdi ortamızda kalan düşmana karşı kendimizi savunuyorduk. Bir araç daha geldiğinde içinden askerlerimiz çıktı. Birisi Doğa'yı koruyan kadındı ve doğrudan Doğa'ya koşuyordu. Ona dikkat ettiğimde Doğa'nın kolundan tutarak konuştu. "Benimle geliyorsun! Seni korumam emredildi." Doğa kolunu ondan sertçe kurtararak, "Sen neden bahsediyorsun? Savaşmalıyım!" dedi. Kadın onun gırtlağına doğru silahının namlusunu değdirince, "Beni zorlama Doğa Perla! Seni güvenli bir yere götüreceğim. Bu savaşta olmamalısın. Teyzen öyle istiyor," dedi. Bu sözlerin ardından çoktan onların yanına varmıştım. Doğa'nın boynuna değen silahın namlusundan tutarak yavaşça aşağı indirdiğimde kadına, "Seninle gelmeyecek," dedim.

Kadın bana öfkeyle bakarak, "Ona iyilik ettiğini mi sanıyorsun? Arkadaşının güvende olmasını istemiyor musun?" dedi. Onun güvende olmasını elbette istiyordum ama birlik olmalıydık. Hepimizin canı önemliydi ve bu birilerinin saklanmasıyla korunamazdı. Aynı öfkeyle kadına karşı konuştum. "Ben onu güvende tutacağım. O da beni!" Doğa'nın önünde duvar gibi durduğumda kadın beni öldürmek ister gibi bakıyordu. O sırada yanıma doğru gelen düşman askerini fark ettiğimde silahımı kullanmaya başladım. Diğerlerini de peşinden getirdiğinde Doğa'dan biraz uzaklaşmak zorunda kalmıştım. Bunu fırsat bilen kadın Doğa'yı çekiştirmeye başlamıştı. Tam yine Doğa'ya gidecekken kadının arkasından gelen düşman askeri nişan aldım. Fakat kadının ensesinden bıçağını sapladığında ben ateş etmek için geç kalmıştım. Benim boynuna attığım kurşunla ağzından kan tükürmeye başlayan adam kadının gırtlağından bıçağının bir ucunu çoktan çıkarmıştı. Adama ardı ardına kurşun attığımda yere düştü. Kadına sapladığı bıçak ise ağzında biriken bütün kanı kaskına doldurmuştu. Doğa tam karşısında olduğu için boynundaki bıçağın şiddetli darbesi Doğa'nın yüzüne olanca kanı sıçratmıştı. 

Kadın gözleri açık bir şekilde dizlerinin üstüne düştüğünde Doğa kuvvetli bir çığlık attı. Bu çığlık kasklarımızda duyulduğunda Matteo, "O Doğa mıydı?" diye endişeyle konuştu. "Doğa'ya bir şey mi oldu?" Matteo'nun meraklı ve korku duyan soruları devam ederken önümdeki askerlerden arınmaya çalıştım. Doğa önünde yığılan kadına hayret dolu gözlerle bakıyordu. Onun yanına zar zor ulaştığımda, "O, o sadece bana yardım ediyordu!" dedi. Yere düşürdüğü silahı aldım. Çenesinin altından kaskını tutarak kadına bakan gözlerini bana çevirmesine sebep oldum. Kana bulanan kaskı dehşete düşmüş haliyle birleşince korkunç bir görüntüye sahip olmuştu. Düşürdüğü silahı karnına doğru dayadığımda, "Al bunu ve devam et!" dedim. Matteo asla susmuyordu ve, "Hesna! Ne oluyor orada?" diyordu. Hala ona bir cevap vermemiştim, Doğa'nın şaşkınlığını ona atlattırmaya çalışmakla meşguldüm. Kadın ayaklarımın yanında yüzüstü yatıyordu. Doğa'ya, "Durma! Savaş şimdi başlıyor!" diyerek bedenini kadından çevirerek düşmana bakmasını sağladım. Silahı onun ellerinde tutar pozisyona alıp, "Kullan şunu! Durma Doğa! Duramazsın!" dediğimde bize doğru gelen başka askerleri öldürmeye devam ettim.

Bir yandan Doğa'yı izlediğimde karşısına biriken askerleri yeni görmüş gibi atağa geçti. Silahını kullanıyordu ama hala şaşkınlığını atlatamadığı belliydi. Devam etmeliydik. Hayatta kalmak için buna mecburduk. Doğa ile aramı açmamaya çalışıyordum. Onu gözlemeye devam ederken yanına Matteo'nun koştuğunu gördüm. Kaskının altından çenesini tutarak yüzünü incelemeye başladı. Yaralanıp yaralanmadığını kontrol ediyor gibiydi. "Ne oldu sana?" dediğinde Doğa arkasından gelen askerlere bakıyordu ve atamadığı hırsını ondan çıkarırcasına, "Sana ne Matteo! En iyi yaptığın işe devam et!" diyerek düşmanı öldürmesini ima etti. Matteo ise çenesindeki elini bırakmayarak diğer kolunu arkasına çevirip ardı ardına ateş etti. Bakışlarını Doğa'dan ayırmamıştı ama arkasındakileri indirmişti. "Sana bakarak her işime devam edebilirim," dedi. Doğa ise kafasını geri alarak çenesini tutan elden uzaklaştı. Kaskının önünde görüşünü engelleyen kanı koluyla biraz daha silmeye çalıştı. "Matteo oyun oynama benimle!" derken Matteo'nun arkasından gelenleri vurmaya da gayret ediyordu. Bu durumda ben tek başıma gebermemek için mücadele veriyordum.

Matteo'nun sesi kaskımdaydı. "İstersen oynarız küçüğüm. Oyunun adı ölüm özgürlüğü olsun. Eğer ölürsem seni özgür bırakacağım. O çirkin bulduğun yüzümü de bir daha görmeyeceksin." Doğa'ya baktım. Özellikle bu sözler üzerine ne düşündüğünü merak ettim. Doğa ikisine doğru gelen bir askere bakmadan ateş ettiğinde doğrudan Matteo'ya bakıyordu. Ona gözlerini diktiğinde, "Şimdilik kazan Matteo. O çirkin yüzüne şu an ihtiyacımız var," dedi. Ondan ayrılarak savunmasına devam ettiğinde Matteo, Doğa'dan çok da uzaklaşmamıştı. Bu sözlere bile sevinmiş gibi duran Matteo için üzülmeye başladığıma inanamıyordum. Aslında Doğa'nın Matteo'ya karşı bu kadar sert davranmasının bir nedeni vardı. Kuran-ı Kerim'de şöyle yazar. Mümin kadınlar kafir erkeklere, kafir erkekler de mümin kadınlara helal değildir. (Mümtehine:10) Ayetin hükmü açıktı. Müslüman bir kadın, Hristiyan bir adamla evlenemez. Evlenirse zina etmiş olur. Böyle bir nikah da geçerli değildir. Doğa'yı en çok rahatsız eden de bu olmalıydı. Matteo bunu bilmiyor ve İslam'ın inceliklerini anlamıyordu. Doğa da kendini korumaya çalışırken sözlerinin ona ne şekilde yansıdığını umursamıyordu. 

Zaten her şey yeterince zordu. İstediğim dini yaşamak benim hakkım olmalıydı. Fakat bu hak elimizden alınmıştı. Hayatta kalma savaşımız bu duruma alıştığımız anlamına gelmiyordu. Biliyordum ki eğer kendimi biraz dinlersem delirirdim. O kadar nefret ediyordum ki bu durumun içinde olmaktan, çaresizliğim kendime öfkemi de artırıyordu. Dinim için yeterince mücadele etmiş miydim? Üzerimden tesettürümü almalarına izin vermeden, ölümse ölüm... Şehadetle ölmeli değil miydim? Ben... Ben, ölemedim. Sadece yaşama iç güdüme karşı gelemedim ve bir gün kaybettiklerimi geri kazanabilmeyi umdum. Baştan örtümü kaybetmemek için verdiğim direniş yeterli miydi? Düşündükçe kendimi öldüresim geliyordu. Sadece tesettür de değil. Bu yaşıma kadar haramlardan sakınmaya çalışılarak büyütülmüştüm. Şimdi ise koruyabildiğim ne vardı? Doğa'nın bütün bu düşüncelere Matteo'nun ekleniyor olması da onu sıkıyordu. Onunla asla birlikte olamayacağına çok emindi. Matteo Müslüman dahi olsa, ki bu çok uzak bir ihtimal, Doğa asla kafasında kurduğu olmaz çizgisini olura çevirmezdi. Matteo neden değişsindi ki? Doğa hayali düşünmezdi. O Doğa'nın hayatını 100 defa da kurtarsa, ona farklı bir bakışla bakmazdı. Doğa kimseye bakmazdı çünkü kendini sevgiden de sevilmekten de çok uzak görüyordu.

Şartlar farklı olsaydı... Hep bu cümleyi kurduğumu fark ettim de şartlar asla bizim yönümüze göre şekillenmeyecekti. O şartları kendimiz oluşturmalıydık. Bunu nasıl yapacağımı da henüz bilmiyordum. Hava kuvvetleri yardım da etse bu vahşileri durduramıyorduk. Bu tıkanış dakikalarca sürdü. Aslında onlardan çok fazla sayıda kişiyi öldürüyorduk ama bir şekilde sonları gelmiyordu. Artık sinirden ağlayacak raddeye gelmiştim. O kadar dolmuş ve yorulmuştum ki dizlerim artık tutmuyordu. Sonra hemen yanımda Kwang'ı gördüm. Kaç tane silahı birlikte taşıyordu. Her şeye yetişmeye ve bu savaşı kısa tutmaya çalışıyordu. Fakat savaş sabaha kadar hala devam eder gibi duruyordu. Kwang artık yanıma geldiğinde nefes nefese kalmış halini düzenlemeye çalıştı. Bana kendinden silah takviyesi yaparken, "Neden seni yanımda görmek isterken bir şekilde uzağımda kalıyorsun?" dedi. Ona gülümseyerek karşılık verdim. "Çünkü ikimiz de savaşırken kendimizi kaybediyoruz." Bunun üzerine gelen düşmana karşı yine silahımı kullanmaya başladığımda o da buna katıldı. Bana gülümseyerek verdiği yanıt çok hoştu. "Beni kaybetme..."

Her şeyin düzelmesine çok ihtiyacımız vardı. Çarpışmaya devam ederken Kwang şimdi hep yanımdaydı. Yeri sarsan patlama ise bizi saniyelik durdurmuştu. Denizdeki mayınlar patlamış olmalıydı. Bu patlama sesine Medusa'nın bağırışı eklendi. "Çağan!" Patlamayı duyunca düşündüğü elbette ilk Çağan olmuştu. Zaten savaş başladığından beri aklı ondaydı. Denizde ekibimizden Çağan ve Diego vardı. Bir aksilik çıkma düşüncesi beni de korkutmuştu. Medusa bağırarak konuşmaya devam etti. "Çağan beni duyuyor musun? Cevap ver!" Korkuyla Kwang'a baktım. O da kaşlarını çatmıştı ve gözlerinde endişe vardı. Umarım iyilerdir diye düşünürken üzerimize bir hava aracı alçalmaya başladı. Yardımın çoktan gelmesi gerekiyordu. Burası yine çok kalabalıklaşmıştı ve bu patlama da bütün motivasyonumuzu düşürmüştü. İçimizden birine bir şey olması durumunda mahvolurduk. Çağan'ın sessizliği bizi gerçekten ürkütüyordu. Kaskta Seo ara ara konuşuyordu ve Diego'dan da bir ses duymamıştık. Medusa, "Çağan! Umarım bu sessizliğin ölümüne işarettir yoksa seni ben öldüreceğim!" diye delirmiş gibi bağırdı.

O sırada bize doğru alçalan hava aracının alt bölmesinin kapısı açıldığında iki kişi ellerinde tuttuğu ağır silahlarla görünmüştü. Duyduğumuz ses ise heyecanımızı tekrar yerine getirdi. Çağan keyifle, "Senin elinden bir ölmediğim kalmıştı, onu da deneyimleriz karım," dediğinde elinde tuttuğu silahı düşman askerlere ateşledi. Cidden ateşledi çünkü elindeki alev makinesiydi. Alevleri görmemizle alandan uzaklaştık. Medusa öfkeli ve biraz da rahatlamış şekilde, "Şov yapma. Elindekiyle yakacağım seni görürsün sen!" dedi. Çağan yine keyifle, "Sen beni çoktan yakmadın mı aşkım?" derken Kwang'la her zamanki Medusa ve Çağan der gibi birbirimize baktık. Bizi de keyiflendirmişlerdi. Çağan ve Diego hava aracının altında kalan düşmana ateş püskürtürken biz de çevresinde kalanları vuruyorduk. Bu karmaşaya robotlar da katıldı. Kollarını kaplayan silah tasarımlarıyla düşmanın alevlerin dışına çıkmamasını sağladılar. Alevlerin şiddeti karın üzerinde cesetlerle birlikte simsiyah bir görüntü sunmaya başladı. Havaya yayılan duman ve toz parçaları önümüzü karartıyordu. 

Sonra gözlerim bu hengamenin dışında kalan bazı hareketlenmelere takıldı. İçime tuhaflık tohumları çoktan ekilmişti. Karmaşadan biraz uzaklaşıp hareketliliği anlamaya çalıştım. Karanlığın içinde bize zıt doğrultuda giden bir araç vardı. Kaskımın görüşünü yakınlaştırdığımda aracın bizden olmadığını anladım. Düşman asker geri mi çekiliyor diye düşünürken bizim tarafın askerlerinin de araçta olduğunu fark ettim. İster istemez, "Bu da ne demek?" dediğimde kendi kendime sorduğum bu soruyu Kwang duymuş ve bana soru sormuştu. "Bir şey mi gördün?" Ondan çok da uzaklaşmadığım için kargaşanın içinden çıkıp hemen yanıma geldi. Bana bakıp, "Ne oldu?" dediğinde ileriyi işaret ettim. "Askerlerimizi mi kaçırıyorlar?" sorum üzerine ciddiyetle merceğini ayarlayarak gösterdiğim yere baktı. Direkt başka bir bağlantısını açarak emir verdi. "Bölgeme yardım gerekiyor. Ters konuma doğru giden düşman aracında askerlerimiz var. Tekrar ediyorum. Düşman aracında askerlerimiz var. Acil destek robotları konumuma gelsin." Bağlantısını kapatınca, "Gitmeli miyiz?" dedim. O ise bu fikri hiç sevmeyerek, "Desteği bekleyelim. Bizim için tehlikeli olur. Ekipten ayrılma," dedi.

"Askerlerimizi nereye götürüyorlar?" Soruma karşılık yine ciddiyetle cevap verdi. "Kazanamayacaklarını anladılar. Bu yüzden rehin alabildikleriyle ülkelerine geri çekiliyorlar gibi duruyor." O öyle deyince ben de, "Doğru. Çok sayıda askerlerini kaybettiler. Gittikleri yerde insanlara ihtiyaçları olmalı," dediğimde sıkıntıyla iç çekti. Bana dönüp elimi sıkıca tuttu ve kalbine götürdü. Göğsü üzerine bastırdığı elimi içine alıp saklamak ister gibi, "Sakın yanımdan ayrılma," derken gözlerinde endişeye sarılı bakışlar görüyordum. Ben de korkuyordum. Onu yeni bulmuş gibi hissediyordum. Bu kadar yeniyken de ondan biraz uzak olmayı düşünemiyordum. Gülümseyerek biraz da rahatlamasını umarak konuştum. "Hiçbir yere gitmiyorum Kwang Jee. Her zaman yanında kalacağım." Dünden beri aynı sözleri söylüyordu. O benimle böyle masum konuşunca içime bütün sıcaklığını dolduruyordu. O da gülümsediğinde olayı daha fazla dramatize etmeyerek, "Bana nasıl hitap edeceğin konusunda artık çalışmalısın," dedi. Bu beni epey güldürmüştü. Ona ayçiçeği kadar özel bir şeyler söylemek istiyordum. Gözlerine bakarak konuştum. "Sen benim en ihtiyaç duyduğum anlarda huzuruyla esen rüzgarımsın. Üşüdüğümde beni ısıtan baharımsın. Üzüldüğümde duymak istediğim şiirlersin. Bana verdiğin o küçücük fotoğrafta gökyüzünü gösteren hayallerimsin..."

Ona biraz daha yaklaşarak, "Ve en önemlisi Kwang Jee, bana umutlarımı hatırlatan en büyük desteğimsin," dediğimde onun dudaklarında gördüğüm gülümseme bu hayatın en güzel manzarasıydı. Yavaş yavaş bu masal gibi insanın benim için ne kadar da doğru olduğuna alışıyordum. Onunla dinleniyor, onunla direniyordum. O kaskın altındaki yüzün her santimini öpmek istiyordum. Umarım buradan çıktığımızda, bunun için yeterince zamanımız olurdu. Sözlerim onu sevindirmişti. O her güzel anlamı taşıyan gözlerle bana bakarken, "Bana aşkı hissettiriyorsun," dedi. Her şeyden uzaklaşıp bu sözün içinde yaşamak istedim. Onunla aşkı tanımak ve kalbime saklamak... Bu sihirli anı bozan bir şiddetle Kwang sarsıldığında sırtından alevler çıkmaya başladı. Onun arkasından gelen düşman asker ona kontrolsüzce atıldığında ardı ardına kurşunlar attım. Adam yere yığılsa da Kwang'ın üstü adamın yanan kıyafeti yüzünden omuzlarını sarmıştı. Elleriyle omuzlarına vurarak ateşi söndürmeye çalışan Kwang'ın üzerine atladığımda onu yere düşürdüm. Sırtı karın içine gömüldüğünde ellerime doldurduğum karları alevlerin üzerine bastırdım. Ateşi söndürmüştüm ama tepemde dikilen askeri çok geç fark etmiştim...

Kwang'ın gövdesine kurşun sıkıldığında delicesine kalkıp gelen düşmanı savurmaya çalıştım. Dakikalarımı alan bu tek mücadelem sonunda bize yaklaşan herkesi öldürebilmiştim. Tekrar Kwang'ın üzerinde durdum. "Kwang! Bana bak," diyerek omuzlarını sarsıyordum. Neden gözleri kapalıydı? Üniformanın onu koruması gerekiyordu. Ateş yüzünden aşınmış mıydı yoksa? Bu sefer kıyafetinden tutarak sarstım onu. "Kwang!" Korkuyla neler dedim bilmiyordum ama en sonunda oldukça yüksek bir sesle, "Ahsen! Ethan! Kwang yaralandı ne olur buraya gelin," dediğimde gözlerini güçlükle açmaya çalışıyordu. Zorlanarak konuşuyordu. Ne dediğini anlayabilmek için başımı yüzüne yaklaştırdım. "Kaskım," diye fısıltı gibi çıkan sesine karşılık ellerim boynuna gitti. Kaskını yavaşça çıkardığımda arka tarafında bir delik olduğunu gördüm. Kurşun resmen kaskta asılı kalmış gibi duruyordu. Göğsümün içine yeni hava girebilmiş gibi nefes aldım. Kask, kurşunun girmesine engel olsa da Kwang'ın kafasının arkasına dokunduğumda elime kan bulaştı. İçeri girmese de kurşunun ucu orayı yakmış ve elimde pürüzlü et parçalarını hissetmeme sebep olmuştu. Az da olsa aldığı basıncın onu baygın düşürdüğü ortadaydı. Kimse beni duymuyor muydu? "Ahsen!" diyerek Kwang'ın üzerinden kalkıp yardım çağırmaya çalıştım. 

Fakat Kwang bileğimi tuttu ve beni durdurdu. "Yanımda kal," dedi. Yine söylüyordu. Her zaman olduğu gibi ama gitmezsem ona nasıl yardım edecektim? "Kaburgam yanıyor," dedi. Korkuyla üniformasının düğmelerini koparır gibi açtığımda ellerimi göğsünde gezdirdim. Kurşun geçirmez yeleği sağlam bir şekilde duruyordu. Biraz daha kaburgasının aşağı ve sol tarafına doğru elimi götürdüm. Anında elim kızgın yağa dokunmuş gibi yandığında elimi kendime doğru çektim. Eldiven takılı olan elimi aynı yere götürdüğümde kurşunun yeleğe kaskı gibi geçmiş olduğunu gördüm. Keşke Akhar robotları kadar şu kıyafetlere önem verseydi! Boşuna mı giydik bunları? Kurşunu saplanan yelekten çıkardığımda yeleği yan tarafından da açtım. Kurşun derisini yakmıştı. Teninin kıpkırmızı kızarmış olduğunu görmek gözlerimi doldurdu. "Kwang..." dedim kırık bir ses tonuyla. Onu böyle yaralanmış bir şekilde görmek yüreğimi ağrıtıyordu. Kalkmaya çalıştım ama tekrar bileğimi tutarak beni kendine yaklaştırdı. "Kwang bırak... Yardım getireceğim," dedim sesimi güçlükle çıkarmıştım. Dolan gözlerimden yanaklarımın ıslandığını hissettim. Kafasına aldığı basınç onu sersem etmiş olacak, hologramla bir şey olup olmadığına bakılması gerekiyordu. 

Kaskımdan Ahsen'in sesi geldiğinde, "Hesna! Kwang'ı koru. Gelmeye çalışıyoruz," demesiyle dudağım büzüldü. O dağ gibi adamı böyle yaralı görmek zoruma gidiyordu. Sesimi güçlü tutmaya çalıştım. "Acele edin," dediğimde pek de kuvvetli bir ses çıkaramamıştım. "Gitme," diye sessizce duyduğum o kelime elimi yüzüne götürmeme sebep oldu. Yanağını okşayarak, "Sen gitme," dedim. "Üstelik sana bu kadar aşık olmuşken..." Gözlerini açmamıştı ama dudağı yukarı doğru kıvrılmıştı. Tamamen gülümsediğinde gözlerini açarak bana baktı. "Bunu duymam için alevler arasında yanmalı, üzerine de kurşunlar mı yemeliydim?" dedi. İster istemez bu serseme güldüm. "Sanki bilmiyorsun," diye kızar gibi konuştum. "Neyi bilmiyorum?" diyerek kolunu kaldırdı. Arkamdan gelenleri silahıyla vurduğunda peş peşe ateşlemişti silahını. Tekrar kalktığımda yine bunu engelleyerek diğer elini sırtıma koydu ve beni kendine çekti. "Neyi bilmiyorum?" diye tekrar sorduğunda arkamdan gelenlere doğrulttuğu silahla vurmaya devam ediyordu. "Kwang şu durumda," dediğimde sözlerimi bitirmeme fırsat vermeden konuştu. "Evet! Şu durumda beni şımartmanı istiyorum," dedi. Yok bu adam, yani bu çocuk, bebekti bu bebek! Koca bir bebek!

Hala o sözleri duymak ister gibi bakışlarını gözlerime dikti. Ona yaşlı gözlerle baktım. "Aşığım sana... Seni seviyorum ve eğer ölürsen ne yaparım bilmiyorum." Sözlerim üzerine kocaman gülümsedi fakat sonra ciddiyetle konuştu. "Beni senden ölüm bile ayıramaz ayçiçeği..." Öylece baktım ona. Sonra devam etti. "Seni öyle bir aşkın içinde yaşatacağım ki bedenim toprağa da karışsa ruhum sana sarılmaya devam edecek." Ona kaşlarımı çattığımda, "Başka yaran var mı?" diye sordum. Ölümden bahsettikçe kalbim acıyordu. Son sözleriymiş gibi konuşmasını istemiyordum. Güldüğü anlaşılan bir ses tonuyla konuştuğunda düşman askerleri kurşunlamayı da ihmal etmiyorduk. "Başımda kurşunun baskısını hissettiğimde açıkçası bayıldım gibi oldu," diye toparlamaya çalışması üzerine omzuna vurdum. "Sana şimdi bayılmak nasıl olur gösteririm!" derken o benimle uğraşmaktan hoşnut görünüyordu. "Ben zaten sana bayılıyorum," demesi de beni hayrete düşürüyordu. Bize doğru gelenlere karşı silahımı kullanırken, "Adam savaşın ortasındayız! Etrafımız yanıyor!" deyip ciddiyete davet etme çabam işe yaramadı. "Yansın," derken neyse ki uzattığı ve rahatça söylediği bu kelimeyle kalmayıp savunma yapmaya devam etmişti.

Ben onun için endişeden ölürken onun rahat tavrı beni bir türlü rahatlatamıyordu. O hala yerde yatıp gelenleri vururken ben ayağa kalkmış askerin üzerine yürüyordum. "Bitin artık bitin! Sonunuz gelsin!" diye bağırarak Kwang'ı korumaya devam ediyordum. Onun yerden kalkmaya çalıştığını görünce, "Kalkma!" diye resmen haykırdım. Afallamış gibi baktığında tekrar konuştum. "Başına kurşun yedin! Kafanı oynatma!" Yüzü sanki benden çekinir gibi bir hal aldığında dediğimi yaptı. Kafası karın içine gömülüydü, gökyüzüne bakarak, "Sadece sıyırdı diyebiliriz," diye konuşan masum sesi bu bebekle ne yapacağım sorusunu sordurtuyordu bana. Artık burası da kalabalıklaşmaya başlamıştı. Sonunda Ahsen'in sesini duydum. "Geldik!" dediğinde yanında Ethan da vardı. Ethan, "Neresinden yaralandı?" diye sorunca başı ve göğüs kafesinin altı olduğunu söyledim. Ahsen hologramı çıkarıp Kwang'ın kafasına tuttu. Biraz incelediğinde kaşları gerildi. "Bir şey görünmüyor ama hemen kalkma. Kafa travmaları şakaya gelmez beyin kanaması geçirebilirsin," deyince yine boğazıma bir düğüm takıldı. Çantasından çıkardığı plastik bir kavanozun kapağını açtı. Kwag'ın kafasını sağa doğru yavaşça çevirip ense tarafına doğru kavanozdan aldığı macun gibi bir sıvıyı yaraya sürmeye başladı ve, "Bu yaranın onarımını sağlayacak," dedi.

O sırada Ethan da hologramı alarak Kwang'ın  kaburgalarına baktı. Onlara bakarken boğazıma eller dolandı. Bir asker arkamdan gelip boğazıma beni boğarcasına sarılmıştı. Bunu gören Kwang, "Ethan!" diye bağırdı. Kalkıp hemen müdahale etmesini emreder gibi. O sırada hologram görevini Ahsen üstlendi. Ethan silahını çıkararak arkamdaki askeri vurdu. Elleri çözülen askerin karnına dirseğimi geçirerek ona döndüm. Sağlam bir yumruğu suratına geçirdiğimde zaten vurulmuş olduğundan kolayca yere düştü. Düşmesiyle kafasını bir de ben kurşunladım. Ethan tekrar Kwang'ın yanına çöküp Ahsen'in tuttuğu hologramda bir şey olup olmadığına baktı. "Sadece yanık. Ciddi bir zarar görmemiş derken bu sefer kavanoza o uzanıp Kwang'ın yanığına macundan sürdü. Acıyla kısa da olsa yüzünü buruşturan Kwang, "Daha ne kadar yatacağım?" dedi. Ethan bu soruya cevap vermeyerek ayağa kalktı ve bana, "Sakın kalkmasına izin verme," deyince Ahsen'le etrafımıza ateş açmaya başladılar. Bu sefer Kwang'ın yanına ben geçip yeleğini kapattım. Üniformasını tekrar iliklemeye başladım. "Üşüdün mü?" diye sorarken hala onu giydirmeye devam ediyordum. "Senin yanında mı?" diye sorduğu imalı sorusunun peşine yine konuştu. "Senin yanında yanıyorum güzelim."

Başımı sağa çevirir gibi içimden tövbe estağfurullah derken, gözlerimi sabır diler gibi kapattım. Sonra doğrudan ona bakıp gülümseyen yüzüne, "Kafana bayağı sağlam vurulduğu belli oluyor," dedim. Onu giydirmem hoşuna gitmiş gibi ellerime bakıyordu. Üzerini düzeltip vücudunu, kollarını, başka yarası olup olmadığından emin olmak ister gibi kontrol ettim. Hala yüzünde muzip bir gülümseme vardı. "Kalkacağım," dedi. Sinirleneceğimi biliyordu bu yüzden yere onu mıhlar gibi bağırdım. "Seni o karın içine gömerim Kwang Jee!" diyerek ayağa kalktım. Ahsen ve Ethan'a yardım etmeye başladım. Çağan ve Diego hala hava aracından ateşleme yapıyordu. Artık bu bölge tamamen yandığında aracı içindekilere bırakarak aşağı indiler. Medusa, Doğa ve Matteo da bizim tarafımıza geçmişti. Diego kendi ekibinin yanına geçerken Çağan da bize doğru savunma yaparak geliyordu. Onun yaklaştığını gören Medusa, Çağan'a doğru koştu. Sanki sarılacaklardı. Çağan ona doğru gelen Medusa'ya kollarını açar gibi olduğunda Medusa, Çağan'ın karnına bir tekme attı. Çağan yere sırtüstü düştüğünde bunu hiç beklemediği ortadaydı. Medusa, "Savaşın başından beri seninle konuşmaya çalışıyorum! Neden cevap vermedin?" dedi.

Çağan ise kabahatini kabul edercesine ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Hayatım, inan bağlantımız deniz birliklerine bağlıydı. Savunmamız boyu onlarla iletişim kurdum," deyince Medusa Çağan'a doğru eğilip işaret parmağıyla tehditvari konuştu. "Biraz daha geç kalsaydın!" diye sözlerine devam edecek olan Medusa'nın ayağına Çağan çelme attığında onu üzerine düşürmüştü. "Sabaha kadar canımı okuyabilirsin ama seni fazlaca özledim," diyen Çağan bu sefer Medusa'yı altına almıştı. Daha fazla da onları izleyemedim. Artık bir araca binip kendimizi tehlikeden biraz uzaklaştırmalıydık. Yine dakikalarca süren bu mücadelemizde Kwang'a da bakmayı sürdürdüm. Kafasını yerden oynatmayarak gördüklerini kurşunlamaya devam ediyordu. Ahsen, "Hesna. Bak bakalım kalkabiliyor mu?" deyince Kwang'a yürüdüm. Kafası karın üzerinde artık donmuş olmalıydı. "Gel bakalım koca adam," diyerek onu kolundan tuttum ve yavaşça kaldırdım. O da bacaklarından destek almıştı. "Başını oynatma. Bana bak," dedim. Gözlerini açıp kapadığında etrafına bakmaya başladı. "Ağrıyor mu? Başın döndü mü?" derken çok endişeliydim. O ise boynunu çıtlatır gibi kafasını sağa sola çevirdi. "İyiyim, sorun yok," dediğinde yerdeki kaskına uzanır gibi oldu. Ondan önce yere eğilip kaskını aldım ve eline verirken, "Sen yere eğilme. Başını da çok oynatma," dedim.

Başka bir savaş aracının bize geldiğini gördüm. Önümüzde durduğunda içinden bir askerimiz çıktı ve Kwang'a, "Bu sizin için," dedi. Beraberinde başka askerler de çıkmıştı. Anlaşılan bu bölgeyi onlar devralacaktı. Artık robotların olduğu bölgelerde olsak iyi olurdu. Zira bu kadar tehlike bana çok fazla gelmişti. Kwang araca doğru gittiğinde, "Sen kullanma. Ani bir çarpma olur da kafana darbe alırsan hiç iyi olmaz," dedim. Diğerleri hala düşmanla uğraşıyordu. O sırada dehşet bir kalabalık yanımıza geldi. Değil araca binmek etrafıma bir iki adım atamaz olmuştum. Bize kılıç lazımdı. Dibime kadar giren bu askerlerin içini deşebilmem için bir kere savurmam hepsini doğrardı. Bu düşüncem havada kalmamıştı. Medusa ve Çağan araca ulaşmış ve içinden kılıç gibi kesici aletleri bize atmışlardı. Önüme düşen kılıcı almadan önce önümü kurşunlamaya başladım. Gelenler üzerime düşer gibi olduğunda onlara tekme atarak kendimden uzaklaştırıyordum. Bir de karla karışık yağmur yağmaya başlamıştı. Elime aldığım kılıcı sağıma ve soluma savurduğumda karınlarından kesilen askerler can havliyle geri çekildi. Biri de benim gibi bir kılıç çıkarmıştı. Kafama doğru inen kılıcı kendi kılıcımla durdurdum. Şimdi şiddetli darbelerle kılıçlarımız havada çarpışıyordu. Diğerlerine bakamıyordum ama hepsinin gürültüsü kulaklarımdaydı.

Kılıcım onun kılıcının baskısıyla yüzüme doğru gelmeye başladı. İki elimle kılıca asılıyor ve yüzüme inmesini engellemeye çalışıyordum. Düşman ise tek elini kullanıyordu ve diğer elini bana nasıl uzattığını anlamadan yüzümde tokat gibi bir darbe hissettim. Elinin tersiyle yüzüme gelen şiddetli vuruş beni yüzüstü yere düşürmüştü. Hemen doğruldum ama ayağımın üstüne kalkacak fırsatım olmamıştı. Kafama doğru inen kılıçtan kendimi yuvarlayarak kurtuldum. Ben yuvarlandıkça yerde kılıç darbeleri beni takip ediyordu. En sonunda dizlerim üzerine kalkarak adamın dizlerine kılıcımı salladım. Dizleri kesilen adamdan kanlar fışkırdı. Yine de benim kalkmama fırsat vermeyerek kılıcını kullanmaya devam ediyordu. En sonunda Kwang'ın bacağıma taktığı küçük bir bıçağı alarak adamın gırtlağına doğru fırlattım. Gırtlağına saplanan bıçakla ağzından kan kusan adam can çekişerek yere düştü. Belimden bir silah alarak uzağımdakilere ateşlemeye devam ettim. Bu sırada diğer elimde hala kılıç vardı. Gelenin kafasını koparacak, gidenin kafasına da kurşun sıkacaktım. Bu arsız düşmanı yere sermek çok güçtü.

Medusa şoför koltuğuna geçebilen tek kişiydi bu yüzden, "Atlayın şu araca!" diye onun bağıran sesini duydum. Çağan onun hemen yanına oturmuştu. Matteo ve Doğa da kendini araca atabilmeyi başarmıştı. Peşine Ahsen de araca bindiğinde dışarıda kalan Ethan, Kwang ve bendim. Kwang'ın etrafındaki kalabalığa Doğa'nın önüme fırlattığı ağır makineyle ateş açmaya başladım. O sırada araç içinden savunma yapmaya devam ediyorlardı. Ethan da araca koştu. Kwang'ın da etrafı açıldığında ikimiz geri geri giderek düşmandan sıyrılmayı başardık. Şimdi hepimiz aracın içindeydik. Çağan, "Çalıştır Medusa!" diye bağırdığında Medusa aracı bir türlü kaldıramamıştı. "Çalışmıyor!" dedi. Bu sırada Çağan aracın neden çalışmadığını anlamaya çalışır gibi göstergelere, aracın içine bakmaya başladı. Olayın adrenaliyle bağıran Çağan, "Hayatım el frenini indirsene!" dedi. Medusa ise çabuklukla el frenini indirdiğinde, "Bağırma bana! Kafa mı kaldı ben de!" diye onu bastırmıştı. Sonunda hareket eden aracı uçurur gibi kullanan Medusa robotların olduğu bir bölgeye gitmek için yol aldı. Gerçekten iyi kullanıyordu ama bu heyecan insana bildiğini de unuttururdu. Ellerimin titremesine engel olamıyordum.

Böylece robotların olduğu tarafa da geldiğimizde buradaki askerlerin etrafa kontrolsüz ateş açtıklarını gördüm. Ellerindeki silahları çok sersem kullanıyorlardı. Kwang, "Araçtan inmeyelim. Kurşun önüne atlayamayız. Savunmamızı buradan yapacağız," dedi. Çağan, "Medusa onlara biraz yaklaş," dediğinde Medusa ölümcül bakışlarını Çağan'a sundu. "Eniştem de aynısını söyledi. Tekrar etmene gerek var mı?" dediğinde Çağan suçluluk duygusuyla dudağını ısırdı. Onun yanına hemen gelemediği için Medusa'dan kızgın ve gıcık edici tavırlar göreceğini biliyordu. Medusa onun için çok korkmuştu. "Aşkım tabi ki sen en iyisini bilirsin," diyerek Medusa'nın suyuna gitmeye çalışan Çağan'a içten içe güldüm. Matteo aracın açılır tavanına çıkarak yerini aldığında düşmana nişan almaya başladı. O sırada bizi fark eden düşman yığını bize geldi. Robotlar taramalı bir şekilde ateş açsa da üzerlerine atlayan bazı düşmanın kusmuğuna maruz kalıyor ve koca makineler eriyordu. Akhar kesinlikle bu durumdan hiç memnun değildi. Bir tarafı eriyen robotlardan biri düşmanın bize doğru geldiğini görünce bu tarafa ateşledi. Fakat kontrolsüz saldırısı aracın altına gelince yığılan düşmanla araç devrildi. 

Aracın üstünde kalan Matteo kara çok fena düşmüştü. Beli kesinlikle darbe almış olmalıydı. Devrilen aracın içine dolan düşmanı vurmaya çalışıyorduk. Kwang, "Aracın açılır tavanından çıkın!" diye bağırdı. Sağa doğru devrilen aracın sol kapılarında düşman askerler vardı. Çıkış sadece açılır tavandı. Ahsen, Ethan, Doğa eğilerek açılır camdan çıkmaya başladı. Kwang ile birlikte kapıdan içeri atlamaya çalışan düşmanı geri püskürtmeye çalışıyorduk. Medusa ve Çağan da ön koltuklardan bize yardım ederek çıkmaya çalışıyordu. Medusa öfkeyle, "Bu robot neden şimdi araca ateş etti?" diye bağırıyordu aynı zamanda. "Düşmanın ağzından akıttığı sıvı onları eritiyor. Sanırım eriyen mekanizması odağını şaşırtmış olmalı," dedim. Matteo acı dolu inlemelerle bağırıyordu. Onun sesleri de kasklarımızın içindeydi. Sonra Doğa'nın sesini duydum. "Sorun ne Matteo?" Kwang da beni arkasına alarak, "Hesna! Sen de çık," dedi. "Medusa sen de!" diye eklediğinde Çağan ve ikisi kapıdan girmeye çalışan düşmanı kurşunlamaya devam etti. Eğilerek dizlerim üzerinde açılır camdan dışarı çıktım. Matteo yerde sırtüstü yatıyor iki yanında ona bakan Ahsen ve Ethan duruyordu. Matteo, Doğa'ya, "Oyunu kaybedeceğim galiba," dedi. Doğa ise, "Boş konuşma Matteo. Sadece belini incittin. Kalk ayağa," derken çok soğukkanlıydı.

Ethan ve Ahsen'in yardımlarıyla ayağa kalkan Matteo, "Ölsem rahatlar mısın rahatlamaz mısın anlayamadım doğrusu," dedi. Doğa ise ona cevap vermeyerek araç üzerine yığılan düşmana karşı silahını kullanmaya başladı. Tam ben de arkamı döndüğümde aracın altında büyük bir patlama oldu ve birkaç takla attı! Asker yığıntısı tarumar olurken araç birkaç metre savrulmuştu. Medusa ile birlikte araca doğru koştuk. Robotlardan biri düşman askere ateş açarken bizi hiç görmüyordu bile. Kontrolünü kaybetmiş gibi oraya buraya savurduğu silahlar her yerdeydi. Araç yine yana yatıktı bu yüzden tavanındaki açılır camdan içeri girdik. "Kwang!" diye bağırmam üzerine zorla ayağa kalkmaya çalıştığını gördüm. "Bir şey oldu mu?" sorum üzerine iyiyim der gibi başını salladı. "Çıkalım hemen," dediğinde koluna girdim ve onu çıkarmaya çalıştım. Bu sırada Medusa, "Kaşın yarılmış. Var mı başka yaran?" dediğinde Çağan'ın kaşından damlayan kan gözüne akıyordu. Tek gözü kapalı konuşan Çağan, "Aşkım sen benim için endişelenme. Sen endişelenince benim muhakkak bir yerim acıyor," dedi. Bunun üzerine Medusa, Çağan'ın gözüne akan kanı koluyla sildi. Silmesiyle nasıl bastırdıysa Çağan'dan acı dolu bir inleme işittik. "Sus! Hak ediyorsun."

Dördümüz de araçtan dışarı çıktık. Saatleri atlatarak savunmamıza devam ettik. Korkuyordum. Bu duyguyu hiç bu kadar yoğun yaşamamıştım. Korkunun üzerine gittiğim için de vücudum artık çok gerilmişti. Hepimiz oldukça yorulmuştuk. Bu saate kadar ciddi yaralanmamış olduğumuz için Allah'a şükrettim. Umarım kimseye bir zarar gelmeden geri dönebilirdik. Düşman asker artık seyrek bir hal almaya başlamıştı. Gittikçe azalıyorlardı. Kimisi ise rehin aldıkları askerlerimizle ülkelerine dönüyordu. Robotların çoğu ağır hasar almıştı ama yine de savaşı biz almışız gibi görünüyordu. Saatlerin ilerlemesiyle gecenin karanlığı yavaş yavaş açılmaya başladı. Bu da sabah namazının vaktinin girdiğini gösteriyordu. Saatten kontrolünü yapınca da bundan emin oldum. Bu İslam'ın peygamberi en çetin savaşta bile namazını terk etmemişti. Düşman ordusunun Müslümanlardan 3 kat daha fazla olduğu bilinen bir savaşta Allah'a secde etmişlerdi. Şimdi bir kısmımız savaşırken bir kısmımız da namaz kılıyordu. İlk Seo ekibiyle namaz kıldığında Kwang ve diğerleri de onları koruyordu. Sabah namazının vakti girdiğinde nasıl savunacağımızı Kwang ile konuşmuştuk.

Bunu gören Matteo hayretle konuşmaya başladı. "Savaşın ortasında bile mi Kwang Jee! Bu yaratıcıya nasıl bir bağlılıktır ki ölümün ortasında kendisine ibadet ettiriyor?" Şaşkınlığı ses tonunu bile değiştirmişti. Kwang ise abileri ve diğer ekibin önünde Çağan'la birlikte dururken bu savunmaya hepimiz katılmıştık. Kwang, "Bizim peygamberimiz savaşta da olsa namazını terk etmemiştir Matteo. O savaşta nasıl kıldı ise biz de öyle yapacağız!" dediğinde gelen düşmanı silahıyla vurmaya devam ediyordu. Matteo yine şaşkın bir ifade ile, "Size savaşta bile bunu yaptıran korku mudur Kwang Jee? Bu din size ne yapmış böyle?" dedi. Kwang ise rahat ve güler bir şekilde ona cevap verdi. "Bu öyle bir din ki Matteo, uğruna yaşadığın müddetçe seni ölürken bile üzmüyor!" Matteo ise anlamıyormuş gibi hala üsteliyordu. "Nasıl yani? Şimdi ölecek olsan bile buna üzülmez misin?" Kwang da bu soruya karşılık, "Allah onun için yaşayanları öldüğünde üzmez Matteo!" dedi. Matteo, "Bunu nasıl bilebilirsin ki?" dedi. Doğa da bu sözleri şaşkın bir ifadeyle dinliyordu. Kwang yine aynı heyecan ve bilgelikle cevap verdi. "Biliyorum! Beni yokken var etmedi mi? Dünyayı önüme serdi. Bunun bir borcu olmalı. Kutsal kitabında ise her şeyi açıkladı. Kur'an-ı Kerim her sorunun cevabını verir. Onu oku! Yanlış bir şey bulamayacaksın."

Matteo'ya baktım. Öylece Kwang'a bakmaya başladı. İlk defa onun yüzünde alışık olmadığım bir ifade görüyordum. Şaşkınlıkla konuşmaya devam etti. "Kitaplar her zaman doğruyu söyler mi? İnsanlar kitapları istediği gibi yazıyor." Kwang, "Benim yaratıcım onu korudu. Ona hiçbir el kötü niyetle dokunamaz. Değiştirilemez ve bozulamaz!" deyince Matteo ona gelen düşmanı daha da sert düşürmeye başladı. Bir şeyleri sorguluyor gibi duruyordu. Yine Matteo, "Öyleyse anlat! Bu din için ne gereklidir?" dediğinde Kwang, Matteo'ya açıkça gülümsedi. Hala birilerini öldürürken ona doğru konuştu. "Kalp ile teslimiyet ve şehadetin bu dine girmek için yeterlidir Matteo!" Matteo da hissedilen heyecan çok net görünüyordu. "Hemen girmekten bahsetmedim. Hem şehadet de ne demek? Zaten ben bunun için çok geç kalmadım mı? Senin yaratıcın savaşta bile ona ibadeti bekliyor. Ben bu teslimiyeti ona veremem!" Kwang hiç bozulmayarak onu cevapladı. Matteo da gördüğü bu merakı kaybetmek istemediği ortadaydı. "Onun senin ibadetine ihtiyacı yoktur Matteo! Fakat senin ona ihtiyacın var! Bunu anladığında ise hiçbir ibadet sana zahmet vermeyecektir!" 

Matteo bağırarak ve etrafındakilerden kurtulmaya çalışarak Kwang'a yaklaşmaya başladı. "Bana şehadeti göster Kwang Jee!" Kwang onun daha iyi anlayabilmesi için İtalyanca konuşmaya başladı. Onun dilinden konuşunca Matteo da daha şaşkın ifadeler gördüm. Anladığına emin olunca Kwang yine Türkçe devam etti. "Şehadetle Allah'tan başka ilah olmadığına ve peygamberinin de kulu ve resulü olduğuna iman etmiş olursun. Söylemek ister misin Matteo? Bu din sana bu dünyayı çirkin gösterecek ve sen ahiret hayatı için yaşamayı arzulayacaksın!" dedi. Doğa'ya baktım. Dikkatli bir şekilde Matteo'yu izliyordu. Kask da Matteo'yu duyan herkesin şaşkınlık geçirdiğine emindim. "Pişman olacak mıyım?" diyen Matteo'ya gülümseyerek baktı Kwang Jee. Sonra da ona doğru yürüyerek elini omzuna koydu. "Bunu daha önce yapmadığın için pişman olacaksın. Bu din sana güzel yaşadığın sürece hiçbir pişmanlık vermeyecek." Sözlerinin ardından diğerleri namazdan kalktığında bizi korumaya başladılar. Böylece sıra bize geldi. Kızlar olarak biz de namaz örtülerimizi ayırdığımız bir çantadan çıkardık. Biz kıldığımızda ise geriye Kwang, Çağan ve Matteo kalmıştı. Soğuk sabah saatlerinin hissedilmesiyle daha da artmıştı sanki. Matteo hala Kwang'a bir şeyler soruyor ve sorularının cevabını da net bir şekilde alıyordu. 

Matteo etrafına çaresizce baktı. Bu tereddütlü haline karşılık Kwang onu omuzlarından tutarak sarstı. "Eğer şimdi ölürsen Matteo, sana ahirette hiçbir şey verilmez! Şehadet et! Anladıysan şüpheye gerek yok. Doğrular her zaman mücadele verir ve doğrulara her zaman açılan bir savaş vardır. Bu haktır! Hakkı herkes göremez! Sen görebiliyor musun?" Kalbim delicesine atıyordu. Matteo'nun gözleri sanki yaşa boğulmuştu. Acı çekiyor gibi bir yüz ifadesi vardı ama gülmeye çalışıyordu. Kwang'a bakarak, "Bana şehadeti söyle!" dedi. Buna büyük bir memnuniyet duyan Kwang onun tekrarlaması için kelime kelime şehadeti söylediğinde en sonunda ikisi de tamamladı. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh!" Bu sözler ardından bütün erkekler Allahuekber diyerek ikisinin yanına gitmeye başladı. Tekrarlanan bu kelimeyle Matteo'nun yüzü gülüyordu. Buna inanamayarak bakıyordu herkese. Doğa'nın da gözleri dolmuştu. Şaşkınlıktan bütün dişlerini göstererek gülüyordu. Medusa, Ahsen hepimiz. Bu olay yorgunluğumuzu üzerimizden atmış gibi bir hafiflik sundu bizlere. Sonra üçünün rahatça namaz kılabilmesi için herkes tüm gücüyle onları koruyarak çatışmaya devam etti. 

Bir süre sonra Akhar'ın sesi hepimizin kasklarında duyuldu. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Kwang Jee! Savaş bittiğinde bu yaptığının hesabını bizzat soracağım!" Kimse bu sözleri önemsemedi. Herkes mutluydu. İleride düşmanın geri çekildiğini görebiliyorduk. Fakat bizim üzerimize gelen son bir topluluk kalmıştı ve birkaç aracıyla bizi çembere almışlardı. Ne yapmaya çalışıyorlardı? Araçların birinden çıkan düşman üzerime atladı. O sırada robotlardan biri bize doğru geliyordu. Üzerimdeki robota nişan aldığında düşman askerin bedeni parçalara ayrıldı. Onu üzerimden atarak robota baktım. Nefes nefese kalmıştım. Arkası gelmeye başladı. Düşman birkaç aracıyla yanımızdaydı. Arkama baktığımda Kwang, Matteo ve Çağan'ı da bize doğru gelirken gördüm. Kwang var gücüyle etrafı kurşunlamaya başladı. Fakat Kwang'ın üzerine bir ağ atıldı. Ona doğru koştum. "Yardım edin!" Kimse Kwang'a doğru ilerleyemiyordu. O ise düşman askerlerin arasında yalnız kalmıştı ve araca bindiriliyordu. Büyük bir mücadeleyle ona doğru koşmaya çalıştım. "Kwang!" O benim ona doğru geldiğimi görünce oturtulduğu yerden, "Gelme sakın!" dedi. Elbette onu dinlemeyecektim. Çoktan zincirlere bağlanmıştı. Onu araçlara alan askerler ise daha insan görünüyordu. 

Diğerleri gibi boş bakmıyor ya da vahşi görünmüyorlardı. Kwang'ın üzerinde onu hareketsiz bırakmışlardı. Koştum. Giden aracın arkasından bütün gücümle koşmaya devam ettim. "Hesna geri dön!" Kwang'ı ülkelerine götürüyorlardı. Gözlerime yaşlar dolarken ağlamaya başladım. Ondan ayrılma düşüncesiyle bütün göğsüm yandı. Dizlerim boşaldı düşecek gibi oldum ama devam ettim. "Dönemem!" diye bağırırken araca ateş etmeye çalıştım. Bunun üzerine aniden direksiyonu önüme kırdıklarında araçtan 7-8 kişi indi ve üzerime bir ağ attılar. Ateş etme çabam yarım kaldığında birisi yüzüme doğru şiddetle vurmuştu. Kaskın içinde aldığım darbeyle yere düştüm. Kaskımı çıkardılar ve beni sürükleyerek araca götürdüler. Kwang, "Bırakın!" diyerek itiraz cümlelerini sunuyordu. Algım yerinde miydi? Onun yanına götürülüp bağlandığımda başımı göğsü üzerine yasladım. Bütün bu hengame sonunda hızla paket edilmiştim. Bizi aracın içinde bir kafese fırlattılar. Kwang'ın kaskını da çıkarmışlardı. Yanıma doğru süründü. El ve ayaklarımız keskin zincirlerle birbirine bağlıydı. "Hesna!" Kendimi kaldırmaya çalıştım. Oturmaya gayret ettiğimde bana gelen Kwang'ın omzuna yüzümü yasladım. Bir şeyler diyordu ama anlamıyordum. Burnum kanıyordu. Gözlerine baktım. Bu kötülüğün içinde iyinin yanında olmak bana huzur veriyordu. Evet, korkuyordum. Bilinmeze açılan bu yolculukta ne yapacağımızı düşündüm. Kafesin içine eller girdi ve baktığım o güzel gözleri görmemi engelleyen bir şeyle gözlerimi bağladılar. Şimdi her şey karanlıktı. Kararan bu bilinmezlikle savaşın bizim için bitmediğini görebiliyordum. Başka insanlara dönüşmek istemiyordum. Fakat yeni bir ülke, yeni bir yönetim demekti. Biz ise yeni bir şeyin parçaları olacaktık...

Devam edecek...

Zor bir hayata başlayacağımız aşikar. Bu bölüm için düşünceleriniz neler? Duygu ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum. 

Bir savaş hazırlığını okudunuz. Bu savaşı da hep birlikte yaşadık. Üzüldük, ağladık, güldük, sinirlendik. Her duyguyu hissettik. Ben çok hissettim. Yani bu benim için gerçekten önemli bir hikaye oldu. Onlardan öğrendiğim şeyler de oldu. Sizler ne hissettiniz? Bu bölüm karakterler hakkında neler düşündünüz?

Çok uzun bir arayla gelmek istemiyorum. İkinci kitabın gelişi haftalar, aylar sürmeyecek. Ben sizlere Instagram hesabımda da gerekli açıklamaları yaparım. Anket yaparım, soru sorarım. Bilgilerimizi tazeleriz. (fairymits) hesabına sizleri bekliyorum. Hesapta okur grubum da var katılmak isteyenler bu adresten dm atabilir. Asıl hesabım da (zhradgn_) Her zaman konuşmak için müsaidim sizlerle güzel bir yolculuğumuz oldu. (ayciceklisayfalar) hesabı da kitap alıntılarını paylaştığım bir sayfa. Desteklerinizi bekleyeceğim. Tiktok hesabında da adresim (fairymits) 

Yani demem o ki her zaman iletişim içinde kalalım. Gelecek kitaba dair beklentileriniz ya da tahminleriniz var mı? Şu an için kurguyu iki cilt düşünsem de belki kurgu olur da açılırsa devam edebilirim. Olabilir yani. Çok uzun olmasını isteyenler var çünkü. Ben de Kış Gündönümünden nasıl ayrılırım bilemiyorum. 

Hiçbir yere gitmeyin... Yeni bölümlerle sizlerle olacağım. Kendinize çok iyi bakın... 🌻

Continue Reading

You'll Also Like

10.3K 806 13
Bazen denemek gerekir, Nironya olmamak için.
909 201 14
Daha kibar bir dili olsaydı kelimeleri insanı kandırabilecek kadar tatlı gelirdi. Fakat bir erkek, güzel bir sesi olmasına rağmen cümlelerini dik baş...
35.4K 2.7K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...