PARÇALI HAYATLAR SAĞ-SOL...

By onuseviyorum105

42.1K 4K 2.9K

Türkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da da başkaldırı yılı olan 1968 yılının gençlik eylemleri, Üniversitedeki boyk... More

Ben Bışar
Ben Zafer
İstanbul'a Yolculuk
Sosyalist Düşünce Derneği
İlk Karşılaşma
Kavga
Veda
ilk temas
Ülkü Ocakları
Ömer'in kıskançlığı
şikayet
Oya Sencer olayı
Zamansız Yumruk
Zafer'in İlgisi
Zafer'in kokusu
Kıskançlık
Beklenmedik Öpücük
Red ediliş
Dertleşmek
Senden Gidemiyorum
Aşk Acısı
Çatışma
Çıkmaz Yol
Sevgilim Mi?
İlk Sevişme
Bırakma Beni Zafer
Delirmek
İntikam
Turan'ın Öfkesi
Seni Çok Özledim
Baran'a Zorbalık
Sadece Öp Beni
Ruhların Birleşimi ( yarı smut )
Baran'ın Katilleri
Korkuyorum
Şüphe
Kırmak
Z Harfi Kim ?
Hasretinden Prangalar Eskittim
İçine Kapanmak
Ölümden Bahsetme
Vazgeçirmek
Kanlı Pazar
Kaza
Yaşayan Ölü
Cevabı Bulunmayan Sorular
Üç Fidanın İdamı
FİNAL
Duyuru

Zafer'in Geçmişi

791 85 56
By onuseviyorum105


"Ramazan çok naif biri, beni de abisi gibi görüyor, yanlış anlamanı gerektirecek bir durum yok yani"

🍂

Dediğimde, rahatlamış bir ifadeyle bana baktı. Nazikçe elini koltuğa işaret edip

"Otursana şöyle" dedi.

Sesimi çıkarmadan karşı koltuğa geçip oturdum. Bir yanım deli gibi merak ediyordu. Amcamla ne gibi bir husumetleri vardı da o gece amcamı yaralayıp kaçmışlardı. Yada hapishanede ne yaşamıştıda midesini bozmuştu. Bir yanım beni öptüğü için hala kızgındı ama bugünlük sinirlenmeyecektim. Ve söze girdim

"Neden, o gece Amcam'ı yaralayıp kaçtınız" diye ilk taşı attım ortaya. Sesim biraz sinirli çıkınca, anında yanıt verdi

"Kaçmadım. Yani askerler bize doğru geliyordu. O gece de darbe olunca Alptürk, korkudan koştu. Koşarken de kolumdan çekip kendisiyle beraber sürükledi" deyip gözlerimin içine baktı. Bir süre daha bekleyip, sözlerine devam etti "Alptürk, öğretmenlik okuyordu. Onun da babası, o daha küçükken vefat etmişti. Annesi ve kız kardeşine bakacak kimse yoktu. Yani yakalanamazdı. Yakalanmasına izin vermezdim"

Yanıtı bu olunca, sinirlendim. Sesim de hafif öfkeli çıktı. "Ulan, benim de amcamdan başka kimsem yoktu. Ona birşey olsaydı ikinci kez babasızlığı tadacaktım"

Benim öfkeme yaptığı tek sey, sertçe yutkunmak ve bakışlarını çeknek oldu "Tek suçlu ben değildim. Amcanında suçu vardı"

Aralarındaki mevzuyu bilmediğim için boş boş bakındım sadece. Amcam bize hiçbir şey anlatmadı çünkü. Daha doğrusu evdekini dışarı, dışardakini eve taşımazdı. Resmen sır küpüydü bu mevzu.

Çenemi dikleştirerek "Ne suçu vardı peki?"

Belki Zafer söylerdi lakin o da amcam gibi anlatmamakta kararlıydı "Amcan ile olan meselem, sadece ikimizi ilgilendirir. Bunu anlatamam" sona doğru sesine bağırtı ekletti.

Sanırım oda artık sinirlenmeye başlamıştı. Konuyu biraz daha derine çekmek istedim.

"Tamam, Amcam'la olan meseleye şimdilik karışmayayım. Peki amcamı kanlar içinde bırakıp neden gittin? Hadi Alptürk kolundan çekti. Sen? Niye yardım etmeyip kaçtın? Birde hemşirlik yapıyormuşsun o zamanlar!!" dedim sinirli ve alay kokan bir ses tonuyla.

"Dalga geçeceksen yatalım!!"

Kalın sesiyle bağırdığında, ister istemez geri adım atasım geldi. Bu adamın tersi çok pisti. Çünkü birkaç gün önce bizzat tadına bakmıştım. İkinciyi tadamazdım.

"Tamam haydi anlat. Ses çıkarırsam dünya alem siksinler beni"

Ağzımdan küfür kaçınca, burnundan soluyup, koltuğun üstündeki küçük yastığı sinirle bana fırlattı. Yastık direk ağzım ve burnuma gelince 'Ahh' diye bir inleme çıktı ağzımdan.

Yüzüme ters ters bakıp "Ağzından bir daha o kelimeyi duyarsam. Dünya alemden önce, ben seni sikerim oğlum. Tamam mı lan?" dedi.

Artık sabrımın sonlarındaydım. Ne sanıyordu lan kendini bu. Kendi kendine gelin güvey olmuş birde. Hayır ona söz verdim de benim mi haberim yoktu. Yastığı alıp, bu sefer ben yüzüne fırlatıverdim. Ellerimi de yumruk haline getirip ona doğru sinirle parmak uzattım.

"Bir daha bana o yastığı atarsan" bir soluk alıp "Atarsan, günah benden gider!" devamını getirmeye götüm yemedi tabii.

O da bana sinirle bakıp yan bir gülüş attı dudaklarına "Hmm, naparsın. Söyle hele bakayım!" dedi.

Başımı diğer tarafa çevirip, rüzgar gibi yerimden kalkarak "İyi ben odama gidip uyuyacağım. Seninle daha fazla oturup, sinirlerimi laçka etmeyeceğim. Sabah olunca da defolup git. Gözüme gözükme" dedim.

Tam adım atıyordumki, bileklerimden tutarak sakin bir sesle "Tamam, haydi geç otur. Bari bu gece insan gibi konuşalım karşılıklı" dediği zaman, yüzüne baktım. İnsan namına birşey varmı diye! yok. Hiç birşey göremedim ama oturacaktım, merak ediyordum çünkü.

Bu gece uzun olacaktı sanırım. Sobadaki odunlar kül olmasın diye kovaya koyduğum son odunu da sobaya atarak tekrar yerime geçip oturdum.
Saat çok geç değildi. Normalde bu saatlerde uyumazdım. Ya Ramo bize gelirdi yada Ayşe bu saatlere kadar kalır sonra evine giderdi. Bende onlar gittikten sonra kitap okurdum. Zafer'e baktığımda utançla birşey soracaktı lakin çekiniyordu sanırım.

Yüzümde mimik oynatmadan "Söyle, birşey isteyeceksen çekinmene gerek yok" dedim.

Tebessümle "Sobanın üzerine bir çay daha koysana. içimiz ısınsın"

Dediğinde, battaniyeyi üstümden atıp, muma doğru gittim. Çünkü karanlıkta birşey gözükmüyordu. Ardından hiç düşünmeden direk mutfağa gittim.
Bu konuda asla acaba mı diye düşünmezdim. Düşmanım dahi olsa, benden birşey isteyince veriyordum.

Demliği güzelce yıkayıp içine musluktan su koydum. Tepsinin içine de bardak, şeker ve çayı tekrardan koyup salona geldim. Sobanın üstüne demliği koydum su ısınsın diye. Balkonda bir odun dahaa getirip sobaya attım.

Ardından tekrar yerime geçtim ve battaniye sıkıca sarıldım.


Zafer'e baktığımda, minnetle dudak büküp "Eyvallah!" dedi. Ulan harbi çok yakışıklı bir adamdı.

Teşekkür ettiğinde, dudaklarımı birbirine bastırıp, kafamı hafifçe salladım. Kafamı pencereye taraf çevirdiğimde hâlâ yağmur yağıyordu arada şimsek çakınca da sohbetimize eşlik ediyormuş gibi oluyor, geceye renk katıyordu.

Sessizliği bozup araya girdim "Ee midemi hapishanede bozdum dedin. Nasıl becerdin bunu?"

Meraklı bir şekilde konuştuğumda, bana biraz uzunca baktı, baktı. Sonra kafasını kafasını sallayarak anlattı.

<<<( 27 mayıs 1960 ) Darbe Günü>>>

Zafer'den

Ahmet'i öylece kanlar içinde bırakıp eve doğru koşuyorduk. Kendimde değildim. Sadece sarsak bir şekilde Alptürk'ün adımlarını taklit ediyordum. Arkamızda ise askerler...

Alptürk bana göre biraz daha soğukkanlı davranıyordu. Kolumdan tutup hızlıca ıssız bir evin bahçesine çekti. Vakit kaybetmeden, yere düşsemde hızlıca tilarlandım ve odunların olduğu tarafta doğru koşup saklandık. Havada yavaş yavaş karanlığa gömülüyordu. Bu tarafa gelen askerler de, Allah'tan bizim olduğumuz tarafa bakmadılar.

Alptürk'te en az benim kadar telaşlı, korkulu ve ne yapacağını bilemiyordu. Ağzımdan ufak bir hıçkırık kopunca, Alptürk hemen elini ağzımı getirip sessiz olmamız konusunda sessizce uyardı ve başımı omzuna yasladı.

Kafamı omzuna alıp sessizce saçlarımı eliyle düzleştirerek, kendince sakinleştirmeye çalıştırıyordu ama ağlamalarım şiddetlenmişti.

Göz ucuyla sokağa baktığımda, iki tane askeri araç geçip gitti. Askerler umrumda değildi. Kafamın içinde bir sürü pişmanlıklar geçiyordu

"Ne diye Ahmet'in üzerine gittin ki!! Neden darbe olacağını bile bile, elini kana buladın ki!!" diyordum. Diğer yanım 'Umarım Ahmet'e birşey olmamış olsun' diyordu.

Aradan kaç saat geçti bilmiyorum, Alptürk kolundaki saate baktığında gece on ikiye geliyordu artık. Ardından, Alptürk etrafı kontrol ede ede beni alıp eve doğru götürdü.

"Bana bak, birşey olmayacak ne sana ne de o piç Ahmet'e" diyordu ama sanki kulaklarım sağır olmuştu.

Ben korkak biri değildim. Hiçbir zaman da olmamıştım. Ben hastanede insanlar iyileşsin diye uğraşırken bugün kendi ellerimi kana bulamıştım. Biliyordum bu son olmayacaktı. Bir kere alnıma yazıldı. Böyle yaşayacaktım artık

Bundan sonrası ilahi bakış açısıyla yazıldı.

🍂


Eve yetiştiklerinde, Derya Hanım koşar adım kapıyı açtı. Oğlunu perişan bir halde görünce, elini hızla ağzına götürüp fal taşı gibi açılan gözlerle şokla baktı. Kendinden hayli uzun oğlunu kendine  eğerek sıkıca sarıldı boynuna. Ağzını açıp ne olduğunu sormak istiyor ama kalbini ağzında atıyor sanıyordu.

Çok telaşlıydı. Umarım kötü birşey olmamış olsun diyordu içinden. Kocası da evde yoktu. Darbeden dolayı görevinin başında olmak zorundaydı. Ardından Alptürk'e bakarak

Titreyen dudaklarıyla "Yavrum ne oldu size? Neden bu haldesiniz?" diye sordu. Oğlunu kendinden uzaklaştırarak perişan olmuş yüzüne bakmaya başladı.

Bir Alptürk'ün çökmüş omuzlarına, bir oğlunun bayıldı bayılacak haline bakarak mekik dokuyordu. Oğlu yıkılmış durumdaydı. Alptürk cevap vermeden kafasını sağ tarafına çevirerek can dostuna baktı.

Zafer, dolu gözlerini annesinden ayırmadan "Anne ben katil oldum" deyiverdi. Sonra da hıçkırarak annesine sarıldı.

Derya hanım şok olmuş bir şekilde boynuna sarılan oğluna sarılamadı bile. Ne demek 'katil oldum'. Oğlu bu dünyadaki en masum, en adaletli kişiydi.

Bu yüzden oğluna hep hayrandı. Ne demek katil oldum. Kafasının içi allak bullak olmuştu. Bu üç kelimeyi beyninde oturtmaya çalışıyordu ama yok. Hangi anne bu kelimeleri sindirebilirdi ki! Lakin canı, ciğeri, ilk göz ağrısı, bu gece ben katil oldum anne deyip kendisine sarılmıştı. Hemde darbe gecesi. Yakalansaydı anında öldürürlerdi.

Zafer, annesine nazaran daha sıkı sıkı sarılmış, küçük bir çocuk gibi annesinden yardım dileniyordu. 'Anne o ölmesin' diyordu. 'Onu öldürmek istemedim. Sadece yumruk attım' diyordu.

Derya Hanım'ın kulakları her kelimede daha çok sağır oluyor, ağzını açıp ne diyeceğini bilemiyor, gözünde yaşlar anında kuruvermişti

Oğluna sıkıca sarılarak beraber salona geçtiler. Aradan kaç saat geçti bilinmez Zafer dayanamayıp annesinin kucağında uykuya daldı.

Derya hanım başını çevirip, Alptürk'e baktı. Herşeyi öğrendikten sonra elini ağzına götürüp, oğlunu uyandırmamak için sessiz sessiz içine ağlamaya başladı. Biliyordu, oğlu uyanırsa teslim olmak için herşeyi deneyecekti. Nitekim öyle de olmuştu. Derya hanım sabaha karşı uyandığında Alptürk'ün koltukta uyuduğunu gördü, ama oğlunu göremedi. Banyoya koştu yoktu. Diğer odalara baktı yoktu. En son masanın üzerinde bir yazılı kağıt gördü.
Ve okumaya başladı;

"Annecim, affet beni!! Bugün bir suç işledim. Cezamı çekmek zorundayım. Yoksa hayatım boyunca bana verdiğiniz isime layık olamayacağım. Hiç bir zaman affetmeyeceğim kendimi. Daha fazla bekleyemezdim. Ne olur affet beni. Seni çok seven oğlun"

Yazısını görünce "OĞLUUUMM" diye haykırdı. Alptürk bu bağrışa gözlerini aralayarak koltuktan fırlayıp Derya teyzesine baktı. Derya hanım, keskin bir bıçak gibi ayağını kaldırıldığı gibi Alptürk'e koşup, yakasını tuttuğu gibi kendisiyle beraber karakola sürükledi. Alptürk'te onun oğlu gibiydi.

Bu yüzden ondan başka kimseden yardım isteyemezdi. Beraber karakola gittiler hemen. Fakat çok geç kalmışlardı. Çünkü oğluşu, teslim olmuştu. Kocasıyla da iletişime geçemiyordu. Askerler bütün telefonları durdurmuştu. Sokaklar da ful askerler dolaşıyordu. Sokağa çıkma yasağına uymayanları askere baş kaldırı varsayıp direk tutuklanarak cezaevine atıyorlardı. Orda başlarına ne gelirdi bilinmyorlardı.

Komiserlerden birisi yanlarına gelince, Zafer'i iki dakikalığına da olsa göstermişlerdi. Derya hanım, Zafer'in yanına gittiğinde, oğlunun yüzü gözü kanlar içinde gördü.

Ağlamaktan dudakları titremeye başlamıştı. Bir gecede oğlunun gözlerinin feri gitmiş, yüzü tanınmayacak haldeydi. Ahmet'ten de henüz haberleri yoktu. Ölmüş olma ihtimali daha yüksekti.

Zafer, Ahmet'e yumruk attığında, Ahmet arkaya doğru sendeleyerek ayağı taşa da takıldı ve kafasını sert bir şekilde kaldırıma vurmuştu. Kafasında direk kan gelmişti. Hatta öyle ki birkaç saniyede baya kan kaybetmişti. Zafer hemşirlik yaptığı için de anlıyordu az çok.

Aradan iki gün geçtiğinde, Kayseri'deki cezaevine yollamışlardı Zafer'i. Çünkü Ahmet'in ailesi şikayetçi olmuştu. Ahmet ise hala yoğun bakımındaydı. Aslında bu iyiye işaretti ama darbe günü kasten adam yaralamaktan tam on beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Babasının, Alparslan Türkeş ile dostluğu malum olduğundan, Alparslan Türkeş'in de araya girmesiyle cezasını 8 yıla indirmişlerdi. Aslında cezası 7+1'di.

Yedi yıl hapishanede, son bir yılı ise haftada bir imza atması gerekçesiyle tutuksuz yargılanacaktı.

Hapishanede iken, ilk günler çok çetin geçmişti Zafer için. Yakışıklı, kalıplı ve uzun boylu bir delikanlı olmasına rağmen, ilk başlarda hem çok dikkat çekmiş, hemde pek ciddiye alınmamıştı. Hatta kaç kere ölümlerden dönmüştü.
Özellikle babasının, bir yıl sonra milletvekili olması ve gardiyanların ona ayrıcalıklı davranması, diğer mahkumların tepkisine neden olmuştu.
Her hafta solculardan dayak yiyiyor ama hiçbirinde de sesini çıkaramıyordu. Tek başınaydı çünkü.

Lakin, Milli Birlik Komitesi tarafından 1961 yılında, Başbakan Adnan Menderes'in ölümüne ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ömür boyu hapsine karar verilmesiyle. Birkaç ay sonra Celal Bayar'da Zafer'in kaldığı hapishaneye girmişti. Aynı koğuşta kalmaları ve sağcı kesimin ısrarla Celal Bayar'ın koğuşuna gitmek istemeleri, Zafer'i biraz olsun rahatlatmıştı.

Bir nevi kendini yavaş yavaş koğuş ağalığına hazırlıyordu. Ağalık için yaşı cok gençti fakat diğer solcu mahkumlardan çok çekmişti. Kimisinden öcünü alırken kimisi de hakkında çıkan ölüm emriyle, dar ağacına asılıp öldürülmüşlerdi.

Onlar teker teker yok olunca, hapishane artık Zafer için daha çekilir hale gelmişti. Babasının desteğiyle de tahliye olanları ülkü ocaklarına yönlendiriyordu.
Aradan geçen iki yıldan sonra hapishane, Zafer'den soruluyordu. Her yerden gücü artmıştı. Buda demek oluyordu ki Zafer'in de ülkü ocaklarına katkısı en az babası kadar vardı. Hatta daha fazlaydı.

<<<Günümüz>>>

Bışar'dan

Zafer'i soluksuz bir şekilde dinledim. O anlatırken, bende demliğe çay koyup demlenmesini bekliyordum. Ardından bardağa doldurdum, ona verdim.

Çayı içtikçe daha çok anlatası geliyordu.
Benimde meraklı bakışlarıma bakıyor, gülümseyip anlattıkça anlatıyor, omuzları daha rahatlıyordu. Neredeyse bir buçuk saat boyunca ara ara çayını içip tekrar devam ediyordu. Sesimi hiç çıkarmadım. Sadece anlatsın istiyordum. Zaten kalın sesi ve düzgün diksiyonuna mayışmıştım. Şiir gibi geliyordu.

Bazı yerlerde ona hayran olmama neden olmuştu tabi. Ama belli etmiyordum. En azından amcam olayını az çok öğrenmiş oldum. Ama üzüldüğüm birçok noktada vardı. Örneğin; hemşirlik mesleğini çok sevdiğini anlatmıştı. Fakat sadece birkaç sene yapabilmişti.

Ardından ağzımı vay be anladımda  büktüm "Yani sen koskoca Cumhurbaşkanıyla aynı koğuşta kaldın haa" dediğimde, güldü

"Biraz öyle oldu. Ama çok durmadı sonra başka bir koğuşa götürdüler. Onun sayesinde benim kaldığım koğuş sağcıların olmuştu" dedi düşünceli bir şekilde.

"Karanlıkta çok kaldım dedin. Ne demek istedin" dediğimde elini sallayarak "boşver" dedi dalgınca.

Gözlerimi devirdim. Hayır neden boşver diye bir kelime var ki. Boşver deyince daha çok meraklanıyordum.

Başını kaldırıp bana baktı ve hafifçe gülümsedi. Saate baktığımda gece 12'ye gelmek üzereydi.

"Uykun mu geldi?" diye sorunca başımı salladım. Sonra birden esnemem gelince elimi ağzıma götürüp örttüm.

Evet uykum vardı lakin daha çok sohbet etmek istiyordum. Sobadaki odunlarda köz haline gelmişti ama içerisi hala sıcaktı. Zaten üstümüze kalın battaniye de atmıştık. Soğuk işlemiyordu yani.
Sabaha kadar da yeter de artardı bu sıcaklık.

"Tamam sen uyu. Bu arada eşofmanların çok rahatmış" dedi.

Gülümseyip kolunu burnuna götürüp kokladı. Koklayınca ister istemez yutkundum. Bir yandan da hayret ettim. Ona Kısa gelmisti ama olmuştu yani. Dar falan değildi. Normalde de iki beden büyük almıştım. Birde üstüne zayıfladığımdan olmuştu üç beden.

"Biliyor musun. Seni öptüğüm için hiç pişman değilim" dedi iç çekerek. Gözlerimi devirip "Bu konuyu konuşmayacaktık hani?"

"Dedin ama..."

Diye söze girince direk "Aması yok, ben erkeklerden hoşlanmıyorum, bu konuyu da açma bir daha" dedim.

Bu sefer sesli yutkundu. Sessiz odada herşey duyuluyordu.

"Neden kız arkadaş edinmiyorsun kendine. Ya da neden ısrarla ben?" Yine dayanamamıştım. Meraklılar gibi soruverdim. İradesizliğimi sikeyim resmen. Bir süs kapa o çeneni!!

"Boşver" dedi. Başını yastığa yaslatarak uyuma pozisyonuna geçti.

Kaşlarımı kaldırıp sinirle gözlerimi kapattım. İki dudağımı da dişlerim arasına aldım. Ardından elimi koltuklara koyup, ayağa kalktım. Niyetim onun yanına adımlamaktı, lakin ayağım halıya takıldı ve onun olduğu tarafa doğru sendeleyip düştüm.

Kafam, karnına düştü. Hızla doğrulup kendimi düzeltim. Halıya sesli küfürler saydırdığımda, gülme sesi kulağıma ilişti.

Ses tonu o kadar kalın, o kadar güzel çıkıyordu ki gülüşü şarkı gibi geliyordu. O öyle gülünce bende sakarlığıma ister istemez güldüm. Bir süre nedensizce sırıtarak bakıştık.

Bana göz kırpıp arkasını döndü. Kalbim neden hızlı attı ki şimdi? Herhalde halıya takılınca öyle korkudan şey olmuştu. Evet evet bu sikik halıdandı. Ama kokusu evin dört bir yanına yayılmıştı. Onu daha çok koklamak istiyordum.

Ee buna ne uyduracaktım ben şimdi off, amına koyayım neden beni öptü yav bu şimdi..

"Şey, ya senin bu parfümünün markası nedir?"

Demiştim size irademi sikeyim...

Tekrar bana döndü. Kaşlarını kaldırıp alnını kırıştırdı. Dudağında yarım bir gülüş belirdi.

"Neden?"

Elini ensesine atıp yüzüme baktı. Ee ben şimdi ne diyecektim. Seni kokladıkça koklayasım mı geliyor diyecektim. Dersem yer yarılsındı ki...

Sonra dürüst olmak istedim. Bakışlarımı kaçırıp hafif gülümseyerek konuştum

"Kokusu çok güzel çünkü"

Güldü. Ardından iç çekerek "Çok merak ediyorsan. Benim yanıma gelirsin sana sonra söylerim. Çünkü kokusu özel üretimden yapılıyor" tekrar göz kırptı. Göz kırpınca kalbim tekledi.

Neyse boş verip yatağıma gittim. Ve sinirle "Neyse gerek yok. Sormadım say"

Uyumadan önce mumu söndürüp koltuğa geçtim

"lütfen sabah erkenden gitmiş ol. Kuzenim görürse benim için hiç iyi şeyler olmaz"

"Tamam erken gitmeye çalışırım. İyi geceler" dedi.

Bende diledim. Aradan geçen birkaç dakikadan sonra

"Herşey için çok teşekkür ederim" dedi yine.

Sesimi çıkarmadım. Ve gözümü kapattığım gibi uyumuştum. Zaten kokusu odanın her yerine sinmişti. Onun etkisiydi belki de. Gözümü açınca saat sabah dokuzdu. Arkamı dönüp koltuğa baktım aceleyle, gitmişti.

Battaniye ve eşofmanlarımı güzlece katlayıp kenara bırakmış, üzerine de bir not bırakmıştı.

Koltuktan ayaklarımı sarkıtarak ayağa kalktım. Kağıda baktığımda çok güzel bir el yazısıyla

"Günaydın" yazmıştı. Ağzım kulaklarıma kadar gerildi. Manyak.

Aradan geçen 2 saatin ardından kapı açıldı. Memo elinde bir poşetle içeri girdi.

🍂

Continue Reading

You'll Also Like

67.5K 5.5K 23
Yıl 1983 İstanbul. Alevi dedesinin torunu Ali Kemal ve fakültenin reisi ülkücü Göktuğ. Talihsiz bir karşılaşma , talihsiz bir birliktelik. Pek çok çı...
11.8K 616 28
Tesadüfen gelenler bir ömür gitmezler...
ESİR By xdangerxz

Historical Fiction

73.2K 5.7K 85
II Dünya savaşı... Esir düşen Üsteğmen ve onu konuşturmaya çalışan Yüzbaşının hikayesi. Dikkat:Şiddet,küfür içerir.
35.3K 2.6K 31
İki genç delikanlı ve intikamdan doğan bir aşk hikayesi... Eşcinsel İçerik... 21.02.2021 - 20.07.2021