YABANCI NEFES (3 HAFTAYA DÜZE...

By maisie_ruby

190K 19.8K 14.9K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... More

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
5| Ateş çemberi
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2

12|Geçmiş'in bıraktığı izler

7.8K 816 648
By maisie_ruby

(Cavanşir Məmmədov.) İki tane foto seçtim. İkiside Cavanşir.



(Turan Əhmədov.)

Uygun birini bulamadığım içini bunu kullanacağım.

12|Geçmiş'in bıraktığı izler.

"Bazen, bazı dokunuşlar yakar insanoğlunu."

Gece'nin en göz alıcı sonu, şafak vaktiydi.

Turuncu, sarı ve kırmızı rengin birleşimine boyanan gökyüzü yavaş yavaş açılmaya başlıyordu. Üzerimde namaz elbisem varken, kollarımı göğsümde birleştirmiş, sağ omzumu duvara yaslamıştım. Odada İnci'nin uykudayken homurdanma seslerinden başka hiçbir ses duyulmuyordu.

Namaz sonrası uyku tutmadığı için en göz alıcı renge boyanmış gökyüzünü izliyordum.

İçim huzurla doluyor, yüreğimde garip bir titreme hissediyordum.

Yüreğimi titreten konu gökyüzü değil, oturma odasında namaz kıldığını gördüğüm kocamdı. Artık kocam olmuştu. Kocam olduğu için kocam demekte sıkıntı yoktu. En çok senin kocan Aysu. Tamam. O anlamda söylememiştim ben. Sadece alıştırma yapıyordum. Tabi canım! İç sesime içten içe göz devirerek, omzumu duvardan ayırdım.

Bir kaç dakika sonra İnci uyanacak ve tiz çığlığını herkese duyuracaktı.

Hep böyle yapıyordu. Odadan sessizce ayrılarak mutfağa doğru adımladım. Kolidordan geçerken, Turan'ın kaldığı odanın ışığının açık olduğunu gördüm. O da benim gibi uyuyamamıştı demek ki. Önce çay suyunu koydum. Sonra kabın içinde kalan soğumuş börekleri tavaya koydum. Onlar ısınana kadar İnci'ye mama hazırlamaya başladım. Bu aralar patates püresi veya havuç püresi çok tüketiyordu. Sabah sabah ağır geleceği için mama hazırladım. Biberonu elimde sallayarak, ağlamaya başlayan İnci'nin yanına gittim.

Ayaklarını kaldırmış, elleriyle tutuyordu. Bunu yapmasına rağmen, ağlamasını kesmemiş beni görünceye kadar durmamıştı. Beni -daha doğrusu biberonu- gördüğü zaman bu kez heyecanla beşiğinde haraketlenmeye başladı. Gülerek kucağıma aldım. Ben vermemiş biberonu tutmuş, dudaklarına yaslamıştı.

Emme sesi içimi ısıtırken, gözlerini kapatarak mamasını içmeye devam etti. Ara sıra gözlerini aralıyor burada mıyım diye bakıyordu. Maması biterken biberonun ucunu dişlemeye başladı. Yemek sonrası hep bunu yapıyordu.

"Ağğ!!!"

"Ne ağ? N'oldu?"

Biberonu atarak haraketlendi. "Ba!" Turan'ı mı istiyordu? Ba diyebileceği bir Turan vardı. Kucağımda düz tutarak ayağa kalktım. Odadan ayrılırken, sola doğru dönerek iki adım attım. Kapıyı tıklatırken, Turan içeriden nefes nefese, "Gel!" dedi.

Kapıyı hafif aralarken, sağ elini beline yasladığını, sol kolunu yere sabitleyerek şınav çektiğini gördüm. Her eğilip durduğunda zemine çarpan künyenin sesi, omuzlarının gerilip sert durması, en önemlisi de sol omzunun arka tarafında duran koca bandajı gördüm.

İlk önce onu ilk kez rahatca izleyebildiğim için heyecanlandım. Ardından yarasını gördüğüm için telaşlandım.

Terden saçları birbirine karışmış Turan, alttan bana bakarak, "Nəsə olub?" diyerek sordu. Bir şey mi oldu?

Göğüs kafesimden fırlarcasına atan kalbimi hisseden İnci, elini kalbime yasladı. Yutkunarak Turan'a baktım. "Hiçbir şey olmadı. İnci seni görmek istedi." Baş sallayarak, yerden kalktı. Yarasını sormak istiyordum. Tabi heybetli vücudu istemsizce iç çekmeme neden olmasaydı. Üzerinde yine siyah kargo kemerli pantolonu vardı. Kemerin çıkmış ucunu düzelterek, koltuğa attığı havluyu aldı. Hiç istifini bozmazken, üzerini kurulamaya başladı.

"Elə bil bu vaxtı gözləyirmişsən." Sanki bu zamanı bekliyormuşsun.

Gözlerim yuvalarından çıkarken, heyecandan hep yaptığımı yaparak saçmalayama başladım. Heyecanlanmak beni cesaretlendiriyordu. Böyle de değişik biriyim işte.

"Kocam değil misin? Bakarım."

Bu cevabı beklemezken, havluyu göğsünde sabit tuttu. Saçlarının gölgelediği gözlerini çekinmeden gözlerime sabitledi. Gözlerini kapatan o saçları oradan çekmek ve gece'nin eşsiz karanlığına benzeyen gözlerini görmek istedim. Avuç içim karıncalanıyordu, saçlarına dokunamadığım için. Sanki farketmiş gibi saçlarını geriye iterken, artık tüm çıplaklığıyla bana bakıyordu.

Gözleri; orman rengi gözlerime gece'yi sunuyordu.

Her zaman aydınlık olan zihnim, onu görür görmez karanlığa bürünüyordu. Ve bu karanlık beni korkutmuyordu. Aksine durgunlaştırıyordu. Zihnim sadece Turan'a bakarken, onu dinlerken, onu düşünürken sakinleşiyordu.

Aramızdaki yoğun enerji, İnci'nin çığlık atmasıyla son buldu.

"Ba! Ih!" diyordu Turan'a kollarını uzatırken. Turan gülerek, bu kez siyah sweatına uzandı. Üzerine geçirdik sonra bize doğru adımladı. O an gelme be adam! diyerek bağırmak istedim. O bana yaklaştıkca kendime hakim olamıyordum. İnci'yi kucağına alarak, bana baktı.

"Yanıq iyi gəlir eləbil?" Yanık kokusu geliyor sanki? Kalbim yanıyor, diyemeyeceğim için, "Börekler yandı!" diyerek telaşla konuştum.

Mutfağa doğru koşarken, "Aklım nerede benim!" diyerek kendime kızdım. İki çift gözde. Ben buna cevap veremem...

Ocağın altını kapatırken, somurtuyordum. Aç kalmıştık. Ne yiyecektik biz şimdi!

Mutfağa giren ve somurtan yüz ifademi gören Turan kahkaha attı. Ona ters ters bakarak, kollarımı sıvazladım. Zaten kömür olmuştu. Sıcak suyu üzerine dökerken, Turan susmamıştı. Yetmemiş İnci de gülmeye başlamıştı.

Hainler!

Yandan onlara bakarken, "Sussanıza ya!" dedim. Turan'ın dudaklarında kahkahasından geriye sırıtış kaldı. İnci'yi kucağında zıplatarak, "Nə deyir bu qız?" diye sordu. Ne diyor bu kız? İnci zıplamanın etkisiyle gülerken, aynı şeyi tekrarladı.

"Xoşuna gəldi qızım? Hə?" Hoşuna mı gitti kızım? Ha?

Turan öyle derin ve içten kızım diye sesleniyordu ki...Yetmiyor her kızım deyişinde İnci ona mutlulukla bakıyordu. Turan'ın ona kızım demesini seviyordu.

Mutlulukla Turan'a bakan İnci, "Ağğğğ!!" diyerek bağırdı.

Yüzünü yalandan buruşturan Turan, "Balamsan niyə qışqırırsan?" diye sordu. Çocuğum niye bağırıyorsun?

İnci bir kez daha bağırdı. Turan cevap olarak onu yukarıya kaldırdı. Göbeği çıkan karnını yalandan dişler gibi yaparken, "Buna bax sözümə qulağ asmır!" dedi.

Karşımda duran ikili gözlerimi dolduracak derecede çok masum ve güzeldi. İnci'nin kahkahaları, Turan'ın her defasında durup, kız çocuğunun mutluluğuna hayran olurcasına bakması.

Bu görüntüyü bilmem kaç paragrafla anlatamazdım ama bir kaç cümleye sığdıracak olursam, en sevdiğim kitabın en güzel ayrıntılarıydı. Hani bazı ayrıntılar olur ya kalbimizi fetheder. Fethetmesine rağmen, yazının üstünü büyüsü bozulmasın diye çizemezsin. İşte onlar da üstünü çizemediğim o cümleydi.

Turan yandan bana en derin bakışını atarken, iç çektim. Şuan gözlerinin güzelliğinden tutulan dilim çözülseydi sözsüz şu cümleyi kurardım.

Gözlerin diyorum. Gecenin en güzel ayrıntısı, gözlerimin en güzel parçası.

"Belə baxma mənə." Böyle bakma bana.

"Neden?"

Yutkundu. Gözleri gözlerimde mekik dokunurken, "Özümü qəribə hiss edirəm." dedi. Kendimi garip hissediyorum.

Omuz silkerek, "Hissedebilirsin. Sonuçta ben bakıyorum." dedim.

Dudakları büzülmüş, gözleri kısılmıştı. "Dünən utanırdın. İndi maşAllah dil dil ötürsən." Dün utanıyordun. Şimdi maşAllah durmadan konuşuyorsun.

Ona ters ters bakarak önüme döndüm. "Hiç konuşmam görürsün." Bulaşık süngeriyle yumuşayan kömürümsü şeyleri temizlerken, arkamdan iç çektiğini duydum. Ben gideceğini düşünürken o yanıma yaklaşarak tam yanımda durdu. İnci'yi yere koymuş, emeklemesine sebep olmuştu.

Bana göre aniden olan ama yavaşca haraket eden Turan, iki elini de yanımdan mutfak tezgahına yasladı. Teni tenime değmiyordu ama nefesi sağ yanağıma süzülüyordu. Dudaklarını sağ kulağımın üzerinde hissederken, "Çox qaşınırsan həkim qız." dedi. Həkim qız sözünü bastırarak söylemişti. Çok kaşınıyorsun doktor kız.

Onu umursamamış gibi yaparak işime odaklanmaya çalıştım. Yandan hafif dönerek, "Azıcık geri bassana sen!" dedim. Erkeksi kıkırdaması içime işlerken dediğimi yaptı. Dediğimi yapmasına rağmen, soru sormayı da es geçmemişti.

"Niyə?" Neden?

Elime verdiği kozla, "Kendimi garip hissediyorum." dedim. Bana dut yemiş bülbül gibi baktı. Artık nasıl oluyorsa.

"Sən çox təhlükəli bir qadınsan." Sen çok tehlikeli bir kadınsın.

Eğilerek, yerde dönmek için tepinen İnci'yi kucakladı. "Gəl qızım biz gedək. Yoxsa bu dəli bizi də dəli edəcək." Gel kızım biz gidelim. Yoksa bu deli bizi de deli edecek.

Arkalarından sadece, "Sensin deli!" demekle yetinmiştim.

Önce tavadaki kirleri temizledim. Ardından buzdolabında bulduğum yumurtayı, domatesi ve biberleri aldım. Menemen yapacaktım. Yaklaşık yarım saat içinde menemeni yaparken, oturma odasındaki masayı hazırladım.

Bu sırada Turan ve İnci'nin kahkaha sesleri oturma odasından yükseliyordu. İnci'yi oturtmuş, önüne oyunlarını dizmişti. Hem oyuncaklarla oynuyor hem de İnci'yi güldürüyordu.

İki elini yüzüne kapatarak, açtı. İnci kahkaha atarken, "Topbuş qarnını yiyərəm sənin. Gülməyə bax!" dedi. İnci o kadar içten gülmüştü ki, en son geriye düşmüş, buna rağmen gülüşünü durdurmamıştı. Tombul göbeğini yerim senin. Gülmeye bak!

Sırtımı duvara yaslarken, "Yemek hazır. Soğutmadan yiyelim." dedim. Baş sallarken, İnci'yi kucakladı. Bebek sandalyesine İnci'yi koyarak yanına geçti. Ben de yanına geçmeden önce çayları koymuştum.

"Ellerine sağlık." Oturmamı beklemeden yemeğe başlamamıştı. Hatta işaret parmağımı tuza batırıp emdikden sonra benim gibi yaparak yemeğe başlamıştı. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesselemin sünnetlerinden biriydi bu. Ve bu sünneti sadece ben değil Turan da biliyordu.

Menemenin tadı hoşuna gitmiş olacak ki, "Çox ləzzətlidi. Əllərinə sağlıq." dedi. Sevmesi çok hoşuma gitmişti.

"Afiyet olsun." dedim ona gülümserken. Beraber bir aile gibi kahvaltı ederken kendimi huzuru bulmuş hissettim.

&&&

Kahvaltı sonrası ben işe giderken, İnci'yle Turan ilgilenecekti. Bu yüzden rahattım.  

Odamda oturup dosyalarla ilgilenirken, bir yandan da iki gün sonra olacak nikahı düşünüyordum. Şahit olarak yine Orhan abi ve Firengiz'i çağıracaktık. Diğerleri henüz öğrenememişti evlendiğimizi. Ne tepki verecekler bilmiyordum ama verecekleri tepkiyi merak ediyordum.

En çok babamın öğreneceği zaman ne yapacağını.

Muhtemelen umursamaz, keskin laflar söylerdi. Bir de bebeğimizi gördümü daha neler neler derdi.

Odamın kapısı tıklatılırken içeriye Aysel girdi. Yorgun gözüküyordu. Dün geceden beridir nöbetteydi ve akşam saatinin bitmesine daha 2 saat vardı.

"Biraz dinlen istersen."

Aysel elindeki dosyayı masama bırakarak, "Birazcık uyusam yeter." dedi. Ona anlayışla gülümserken, "Uyu bakalım." dedim. Direkt kendini koltuğa atarken, cenin pozisyonunda uzandı. Bir kaç dosyaya daha baktıktan sonra odamdan ayrıldım. Aysel'in yerine bakmam gereken bir iki hasta hasta vardı.

İlk başta Nur ve bebeği geliyordu.

Nur'un yattığı odanın önüne gelerek kapıyı tıklattım. Ne zaman gelsem Elçin abiyle sarılarak uyuyorlardı. Çok tonton bir çiftti. İçerden gelen sesle kapıyı araladım. Nur odada tekti. Hatta tekerlekli sandalyede oturuyordu.

"Nur? Bir yere mi gidiyorsun?"

Baş sallayarak tebessüm etti. "Oğlumu görmeye gidiyordum." Heyecanla konuşmuştu. Heyecanına tebessüm ederken, "Götüreyim o zaman seni." dedim.

"Elçin gelir ya şimdi. Yorma kendini."

"Ne olacak canım. Taşırım ben."

Tekerlekli sandalyeyi iterek odadan ayrıldık. Bebeklerin olduğu kata inmek için asansörü kullanmamız gerekiyordu. Bu yüzden beşinci kata tıklayarak aşağıya indik. Bebek katına girer girmez kulağımızı tırmalayan bebek sesleriyle içimi heyecan kapladı.

Acaba bir gün benim de İnci'den başka bir bebeğim olacak mıydı?

İnci'yi kabullenmiştim artık. Eskiden korkuyordum ona bakamamaktan, onu incitmekten ama şimdi öyle değildi. Belki de ona tek başına bakmayacağım diyeydi bu rahatlığım.

Bazen biz insanlar yaslanacağımız birilerini arardık. Benim en büyük dayanağım Rabbimdi. Rabbimin varlığını, onun kudretini, şefkatini, merhametini, sevgisini bilmeseydim muhtemelen şuan yaşıyor olmazdım.

Bu yüzden sırtımı Allaha güvenerek yaslıyordum.

"Elçin!" diye bağıran Nur'la kendime geldim. Elçin abi gözleri dolu dolu küvözdeki bebeğine bakıyordu. Yanında Cavanşir abi de vardı. Ne ara gelmişti yahu? Eşinin sesini duyar duymaz ona döndü. Benim yerime kendisi sandalyeyi sürüklerken, bana baş selamı verdi.

Selamını alırken, Elçin abinin yanında olan Cavanşir abiye baktım. "Abi? Ne zaman geldin?" Soruma karşılık önce tebessüm etti. Ardından, "Bir kaç dakika olmuştur abiciğim." dedi.

"İyi yapmışsın. Firengiz nerede peki?" Beraber pencerenin yanına ilerledik. Yüzünü buruştururken, "Delilik peşinde. Çalış diyorum yok ben çalışmayacağım diyor. Hayır yani annemler görse bu kız delirdi der." dedi.

Turan ve timi ne çok seviyordu deli kelimesini kullanmayı.

"Kendi işini kurmak istiyordu en son. Ben inanıyorum, hayırlısıyla kuracak." Cavanşir abi iç çekerek bana yandan baktı.

"Yeter ki, bir geleceği olsun be bacım." Bacım sana derler hacım. Yapmasam olmazdı Aysu! Allah bana sabır versin. İç sesim ayrı, etrafım ayrı garip. Garip olan bence sensin gülüm. Bence, fikrimce. Gülün ömrü kısa olur iç ses. Doğru.

Biz orada zaman geçirirken, acilden beni çağırdıkları için gitmek zorunda kalmıştım.

&&&

Elleri deri ceketinde ilerleyen Cavanşir, kapşonunu kafasına çekti. Dışarıda tufan kopsa yeriydi. Aniden güneşli hava değişmiş yerine kasvetli hava gelmişti.

Olsun Cavanşir kasvetli havayı daha çok seviyordu.

Aysu'nun odasının önünden geçecekken, aniden içeriden çıkan Aysel'le duraksadı. Gözleri şişmiş ve kızarmıştı. Bu yüzden yemyeşil ve kahverengi karışımı gözleri daha bir güzel gözükmüştü. Cavanşir ona isteği dışı çok bakarken, gözlerini sıkıca kapattı. Bu kadar bakmamalıydı.

Aynı şekilde Aysel de böyle düşünüyordu. Cavanşir'in üzerinde koyu yeşil renk sweat ve kargo pantolonu varken onun üzerinde de deri ceketi vardı. Kapşon kafasında olduğu için saçları dağılmış, kaşının üzerindeki çizgiyi kapatmıştı. Masmavi gözleri saçlarının arasından genç kızı izliyordu.

İkili gözlerini aynı anda çekti. Ve aynı anda kalpleri tekledi.

Konuşmadılar. Öylece bakmak onlara yetti.

Sanki akrep yelkovanı aynı noktada durdu. Ve onlar kalplerinin ritmiyle yaşamaya devam etti.

&&&

Kucağında İnci askeriyede onu uyutmak için gezen Turan, bir yandan da konuşuyordu.

"Qızım niyə yatmırsan sən?" Kızım niye uyumuyorsun sen?

İnci ağlak ifadeyle mızıldandı. Turan kız çocuğunu kucağında zıplatarak, "Tamam ağlama. Təzə sakitləşmisən onsuzda." dedi. Tamam ağlama. Yeni sakinleştin zaten.

İnci yeniden ağlamaya başlarken, Turan onu kollarına uzandırdı. Sağa sola hafifçe dönerek, "Yatsın balam. Yatsın İnci qızım." dedi. Uyusun bebeğim. Uyusun İnci kızım.

İnci daha çok ağlarken, Turan gözlerini sıkıca kapattı. Aysu olsaydı ne yapacağını söylerdi şimdi. Dudaklarını İnci'nin şakağına yaslayarak, derin bir öpücük kondurdu. Ağlamasının şiddeti dakikalar geçtikçe artarken Turan kız çocuğunun başını bu kez göğsüne yasladı.

Yine ağlaması durmazken, başını boynuna yasladı. İşte o an kız çocuğu sustu.

Çünkü soluduğu koku bir zamanlar alıştığı babasının kokusu gibiydi. Bu durum göz doldurtacak ve yüreği yakacak derecede acı veriyordu.

Turan susan İnci'nin başına elini yaslayarak kulağına fısıldamaya başladı. Fısıldadığı şey bir zamanlar Fatima annemizin evlatlarına okuduğu ninniydi. Turan bu ninniyle büyümemişti ama duyduğu zaman hep huzur bulurdu.

İnci'nin derin nefesleri ortamın sessizliğine yoldaş oluyordu.

Turan başını kız çocuğunun başına yaslarken, iç çekti. Bu bir kaç ay içerisinde huzuru her zaman olduğu gibi namazda, Allah'a dua etmekte, Aysu'nun orman rengi gözlerinde ve İnci de buluyordu.

Aysu'nun gözleri...

Baktığı gözlerin rengini istese bile anlatamazdı genç adam. Sanki sıradan olan o göz renginin bir tanımı yoktu. Orman yeşili dese olmaz sadece yeşil dese hiç olmazdı. Orman yeşilini sadece gözlerinin derinliğinde kaybolduğu için derdi. Derinlik...

Genç kadının gözleri uçsuz bucaksız ormanın en derin kuytusuydu. Turan'ın simsiyah gözlerine, zihninin karanlık mahzenine yakışan en güzel koyu renkti. Öyle bir koyuluktu ki, karanlık yerine aydınlık oluyordu.

Genç kızın sanrısı belirdi zihninde. Necə də gözəldi.. diyerek iç çekti içten. Nasılda güzel.

Hep olduğu gibi göğüs kafesinde hissettiği titremeyle iç çekti. Hoşlanıyordu Aysu'dan. Ve bunun sadece hoşlanmayla kalmayacağını da biliyordu.

Turan öylece askeriye bahçesinin ortasında kız çocuğu rahatça uyusun diye haraket etmemek üzre durdu. Kaç saat geçti, kaç kez birileri selam vererek geçti sayamadı ama en son İnci boncuk gözlerini araladı. Yaslandığı boyundan başını çekerken, minik yumruğuyla gözlerini ovaladı. Ağzı açık esnerken, Turan iki parmağının tersini kız çocuğunun dudaklarına yasladı.

İnci ona tebessüm ederek bakan adamdan utanırken, utandığı adamın boynuna sarıldı. Turan kıkırdarken, "Balaca kişmiş." dedi. (Kişmişin anlamı kuru üzüm demek. Burada Turan kız çocuğunun gözleri bal rengi olduğu ve o renkte kuru üzüm olduğu için böyle seslendi. Sadece bir hitap kelimesidir.)

İnci'nin bebek kokusunu içine çekerken, arkadan gelen adım seslerini işitti. Gelenler Orhan ve Oktay'dı.

"Komandir? Əlinizə uşaq yaman yaraşıb." dedi Orhan. Komutanım? Elinize çocuk baya bir yakışmış.

Turan gözlerini devirirken, "Hər gələn bunu deyir. Bezdim artıq." dedi. Her gelen bunu diyor. Bıktım artık.

Oktay elini Turan'ın omzuna koymadan önce, "Aysu gəlib. Sizi otağınızda gözləyir." dedi. Aysu geldi. Sizi odanızda bekliyor. Genelde rahat konuşurlarken, karargâhta hep ciddi olurlardı.

"Tamam. Siz İncini tutun. Amma ağlatmayın qızımı. Qızım ağlasa başınıza oyun açaram." Tamam. Siz İnci'yi tutun. Ama ağlatmayın kızımı. Kızım ağlarsa başınıza açılmadık oyun bırakmam.

Orhan ve Oktay hemen, "Baş üstə komandir!" diyerek bağırdı. İnci irkilirken, korkudan ağlamaya başladı. "Getməmiş beləsiz! Getsəm nələr olar." Emredersiniz komutanım! Gitmemiş böylesiniz! Gitsem neler olur.

Oktay kız çocuğunu kucağına alırken, "İnci qız? Qorxma. Bunda qorxulacaq heçnə yoxdu." diyerek kucağında onu hafif zıplatarak ilerlemeye başladı. İnci kız? Korkma. Bunda korkulacak hiçbir şey yok.

Orhan arkadan onunla ilerken, bir sağa bir sola dönerek kız çocuğuyla oynuyordu. "Aha da yoxa çıxdım! Hardayam mən?" Aha da kayboldum! Neredeyim ben?

İnci heyecanla durmadan yer değiştiren Orhan'ı bularak gösteriyordu. Oktay'ın dudaklarında yer edinen buruk tebessüm, geçmişin sancılı, küflü nefesineydi.

&&&

İşlerim biter bitmez soluğu karargâhta almıştım.

Turan'ı oraya geleceğime dair bildirmek için arıyordum ama açmıyordu. Bu yüzden ikilemde kalsam bile gelmiştim. Şimdiyse odasında oturmuş etrafı inceliyordum. Koyu renk tonların hakim olduğu odada bir tane dolap, koltuk ve çalışma masası vardı. Bir de masasının üzerinde mine çiçeği saksısı vardı.

Orada çok oyalanmadan ellerimle oynamaya başladım. Odası temiz ve düzenliydi. Evde de olduğu gibi. Tüm odaya erkeksi hoş kokusu yayılmıştı. İçime kokusunu çektikce kalbim tekliyordu. Genelde böyle kokuları solumayı seviyordum. Ben kendi kendime konuşurken, kapı tıklatarak açıldı.

Tıklatarak açtı! Erkek yaağğhh!

Pargasının önü açıkken, parlayan künyesi ilk dikkatimi çeken olmuştu. Künye iki göğsünün arasında duruyordu. Bakışlarım zor bela kalbimi rayından çıkaran gözlerine çevirdim. Üzerinde, gurur duyacağım askeri üniforması varken, gözlerim gözlerinde tutuklu kaldı. Şuan gözlerine bakmasam muhtemelen üniformanın ona nasıl yakıştığını ve cuk oturduğunu konuşurdum.

Kendi koltuğuna geçmek yerine, önümdeki küçük masaya oturdu. Geçmeden öncede pargasını çıkarmış koltuğa atmıştı. Şuan sadece tişörtle kalmıştı. Artık mesafe sıkıntımız yoktu. Pekâlâ kalbime zoru vardı ama!

Hafif eğilirken dirseklerini dizlerine yasladı. Birbirine kenetlediği elleriyse dizime değiyordu.   Elleri, heyecandan titreyen ve buz kesen bedenimin aksine sıcacıktı.

"Əvvəlcə xoş gəldin." dedi bana alttan bakarken. Öncelikle hoş geldin. "Sonrada niyə gəldin? Nəsə olub?" Sonra neden geldin? Bir şey mi oldu?

Kaşlarım çatılırken, "Yanına gelmek için illa bir şey olması mı gerekiyor?" diye sordum.

Çatılı kaşlarımın ortasına parmağını bastırarak, "Çatma qaşlarını. Tez qocalarsan." dedi. Çatma kaşlarını. Çabuk yaşlanırsın.

"Konumuz bu mu?"

Baş sallayarak sırıttı. "Bəli." Evet. Elimi omzuna geçirerek inlemesine neden oldum.

"Əlin çox ağırdı." Elin çok ağır.

Benim dikkatimi çeken şey ise elime bulaşan kan oldu. "Ne zaman yara aldın?" Elim hâlâ havadaydı. Aslında buraya gelme sebebim tamamen yarasıyla ilgiliydi. Sabahtan beridir sormak isteyip sormayı geçiştiriyordum. Bu yüzden buraya gelerek hem yarasına bakacak hem de ne zaman yaralandığını öğrenecektim.

"Vacib bir şey deyil." Önemli bir şey değil.

"Sana önemli mi değil mi diye sormadım. Ne zaman oldu dedim." Ayağa kalkarak deri ceketimi çıkardım. Pargasının üzerine atarken, başı göğsüm ve karnım arasına denk gelen Turan iç çekti.

Cevap vermeyince, ellerimi tişörtünün uçlarına koyarak çekiştirdim. Bu durum gülmesine neden olurken, "Belə bir fantaziyan olduğunu bilmirdim həkim qız." dedi. Böyle bir fantazin olduğunu bilmiyordum doktor kız.

Ağzının ortasına vurarak, "Sussana be adam! Şurada işimi yapmaya çalışıyorum." dedim. Çantamdan spirti alarak elime sıktım. Elimi temizlemeden eldiven giymezdim. Ardından elime eldivenlerimi geçirdim. Bandajı hafif aralarken, fazlasıyla kanlandığı için ne yarası olduğuna bakamadım. Bu yüzden, "Sağlık çantası var mı?" diye sordum.

"Dolapta var."

"Kalk getir." Bana şaşkınlıkla bakarken, "Ne? Ellerimde temiz ekdiven var. Kirlenmesini istemem." dedi.

Gözlerini devirerek ayağa kalktı. Göğsüm sert göğsüne çarparken, geriye düşecek olan beni tuttu. Sağ kolu belime sarılırken beni kendine çekti. Ona tutunmuyordum. Ellerim hâlâ havadaydı ama çok yakındık. Fazla yakındık.

Nefesi yüzüme çarparken, gözleri gözlerimde mekik dokudu. "Axırım olacağsan Aysu." dedi. Sonum olacaksın Aysu. "Və bunu sadəcə gözlərimə baxaraq edəcəksən." Ve bunu sadece gözlerime bakarak yapacaksın.

Aniden gelen itirafına mı yoksa sıcacık dudağını yanağımda hissetmememi şaşırayım bilemedim. Tek yaptığım dudaklarımın aralık durmasıydı.

Gözleri bu kez dudaklarıma giderken, hızla kapattım. Öperdi falan. Bu kez direkt kefen aramaya başlarlardı. Önüme bıraktığı çantadan gerekli malzemeleri masaya bırakarak, eline aldığı eldiveni bana gösterdi.

"Birdən lazım olar." dedi imayla. Birden lazım olur.

Gözlerimi kaçırarak, yarasıyla ilgilenmeye başladım. Ben yarasıyla ilgilenirken, başını karnıma yasladı. Bedenim kaskatı kesilirken, yutkundum. Ani yaklaşımları beni bitiriyordu!

"Sanki bunu bekliyormuş gibisin Turan." dedim sabah ki lafını ona vurarak.

Gülerken, sıcak nefesi karnıma yayıldı. Farketmeden karnımı içime çekerken, iki elinide belimin iki yanından koydu. İnkar etmedi. Onun yerine baş parmağıyla tenimi okşadı.

"Turan..." diyerek fısıldadım.

Alttan bana bakarken, "Hmm?" diyerek sorguladı.

"Ben değil ama sen benim sonum olacak gibisin. Bıraksana be adam! İşimi yapamıyorum."

Sol dudağı kıvrılırken omuz silkti. Alnını tekrardan karnımı yaslarken, "Yerim rahattı." dedi. Yerim rahat.

Sinirle dişlerimi sıkarken, işimi bitirmeye koyuldum. Sinileniyordum çünkü dalga geçiyordu!

"Dalga geçme benimle!"

Başını geriye çekerek, sinirli ama yumuşak sesiyle konuştu. "Aysu səninlə yaxınlıq qurmağı sevirəm. Qurduğum yaxınlıqda səni ələ salmıram. Hər yaxınlığımı səhv başa düşəcəksən, işimiz var səninlə. Qabağcadan deyim." Aysu sana yaklaşmayı seviyorum. Kurduğum yaklaşmada seninle dalga geçmiyorum. Her yaklaşımı mı yanlış anlayacaksan, işimiz var seninle. Önceden söyleyeyim.

Başını geri karnıma yaslamıştı. Konuşmadım. Tekrardan yarasına odaklandım. Ona söylemeyi çekiniyordum. Korktuğum şey beni sevmek yerine dalga geçmesiydi. Bunu yapacak biri değildi ama korkuyordum işte.

Yarasına bandaj taktıktan sonra eldivenlerimi çıkardım. Titreyen ellerimi kömür karası saçlarına geçiremeden ellerimi bileklerimden tuttu. Tutuşu sıkıydı. Bileklerimin incindiğini hissediyordum. Bıraktığı zaman kızaracaktı.

"Toxunma!" dedi hiç görmediğim sert sesi ve ifadesiyle. Dokunma. Gözleri kısılmış, kaşları çatılmıştı. Ellerime yüzünü buruşturarak bakıyordu. Gözlerimi kırparken yutkundum. Varlığımı gözlerime baktıktan sonra hissederken, gözlerini sıkıca kapattı.

"Saçlarıma toxunulmağından xoşum gəlmir." Saçlarıma dokunulmasından hoşlanmıyorum.

"Ben sadece kafanı çekmek için dokunacaktım."

Ellerimi hâlâ sert tutuyordu. Yüzümü buruşturmamak için kendimi sıkarken, "Bağışla." dedi. Özür dilerim. Bu sırada elimi bırakmıştı.

Bileklerime kadar elbisemin uçlarını çekiştirerek, "Önemli değil." dedim. Evet önemli değildi. Ona dokunmamalıydım. Gidip ellerimi yıkamak istiyordum.

Ona gülümserken, kalbim can yakıyordu. "Lavabo nerede? Gidip ellerimi yıkayayım." Ellerimi yıkamak ve gözüme gözüken, zihnimi darmaduman eden görüntülerden arınmak istiyordum.

"Aysu mən üzr istəyirəm. Həqiqətən saçlarıma toxunulmağından xoşum gəlmir." Aysu ben özür dilerim. Gerçekten saçlarıma dokunulmasından hoşlanmıyorum.

Ellerimi iki yanımdan yukarı kaldırırken, "Olur öyle şeyler. Hem sorun değil." dedim. Önce gözlerime baktı. Gerçekten öyle mi diye. Sonra baş salladı. "Çıxan kimi sağdan ikinci qapı." Çıktığın gibi sağdan ikinci kapı.

Kapıya ilerlerken, "Açar mısın. Ellerim kirli. Bulaşmasın şimdi boşuna." dedim.

""Heçnə olmaz." Hiçbir şey olmaz.

"Sen yinede aç." Baş sallayarak kapıyı araladı. Peşimden gelirken, lavabonunda kapısını araladı. Kendimi hızla lavaboya atarken, arkamdan kapıyı kapatmıştı. Bakışlarım musluğa giderken yutkundum. Nasıl açacaktım? Ellerim kirliydi. Musluk temiz. Ellerimin kiri oraya bulaşacaktı.

"Sana kaç kez diyeceğim ellerin kirli, bir yere dokunma diye!"

Başım sağ tarafıma eğilirken, gözlerimi zemine sabitledim. "Ellerim kirli değil ki baba..." Gözümün önünde geçmişten kareler vardı. Onlardan kurtulmam için kendime gelmem gerekiyordu. Ellerimdeki bu siyahlık neyin nesiydi?

"Ellerin kirli senin! Baksana kapkara olmuş. Ne yaptın? Çikolata mı yedin yine? Kaç kez diyeceğim sana yeme diye!"

Sol gözümden akan yaş, kirli avuç içime damladı.

"Babacığım annem bir kerecikten bir şey olmaz dedi." Ellerimi ona yaklaştırıp gösterecekken, vebalıymışım gibi beni geriye itti. "Hem tüm arkadaşlarım dişleri çürüyene kadar çikolata yiyormuş. Benim dişim bile çürümez ki bir kerecikten."

"O anan sokuyor zaten aklına böyle şeyleri."

Nereden bulduğunu bilmediğim eldiveni giyerek dokunmuştu bana. Dokunmakta denmezdi. Omzumu baş ve işaret parmağıyla iğrenerek tutmuş, bir ömür travma olacak sözler söylemişti.

"Çok iğrenç bir kız çocuğusun biliyor musun? Hayvanlar gibi yemek yiyorsun. Ellerini hep kirletiyorsun. İğreniyorum Aysu senden. İğreniyorum!"

Avuç içime tırnaklarımı batırarak kanların çıkması için uğraşıyordum. Üç kez yıkamış en son tırnaklarımın içini bile yıkamıştım. Titreyen avuç içimi ışığa doğru tutarak, ellerime baktım. Çok titriyordu. Titremesi geçmiyordu.

Zihnim durmadan fısıldıyor beni incitiyordu.

Islak ellerimi kulaklarıma bastırarak, "Tarih 23.04.2022. İyisin. Geçmiş artık yok. Unuttun. Güvendesin." dedim. Bir lavabo kalmıştı güvenini hissetmediğim. Artık o da olmuştu.

İç çekerek, kapattığım gözlerimi araladım. Üzerime aniden yorgunluk çökmüştü. Hemen şimdi burada uyurdum. Geçirdiğin kriz sonrası bedenin ayrı ruhun ayrı yorgun düşmüş. En son aylar önce kriz geçirmiştim. O da köy'e atılan bomba zamanıydı.

Şimdi de Turan'ın aniden sert konuşması, ellerime istemeden de olsa yüzünü buruşturarak bakması...

"Aysu? Yaxşısan?" Sonrada bana eskisi gibi yumuşak, masum ifadeyke konuşması...

Bu adam gerçekten kalbimin sonu olacaktı.

&&&

Akrep yelkovanı 25.04.2022 gelirken, benim üzerimde beyaz uzun bir elbise, ellerimde lotus buketi varken, Turan'ın üzerinde ona yakışan damatlık vardı.

Özellikle seçmişti bu buketi Turan. Benim elime çiçeği uzatırken, bir kucağında İnci vardı. Dışarıdan gören bizi bir aile gibi görüyordu. Öyle değil misiniz zaten?Artık öyleyiz.

Elimde çiçek buketini sıkıca tutarken, nikah memurunun bana soru sorduğunu gördüm.

"Sen Taşkın kızı Aysu Akçay, iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta Fikret oğlu Turan Ahmedov'u eş olarak kabul ediyor musun?"

Bakışım yanımda duran bana merakla bakan Turan'a döndü. O an sadece mecbur olmasak bile evlenmek isteyeceğim adamın o olduğunu düşündüm. Ya da hissettim.

Dudaklarımı mikrofana getirirken, "Evet." dedim.

Turan ayrı, İnci ayrı tebessüm etti bana.

"Sen Fikret oğlu Turan Ahmedov, Taşkın kızı Aysu Akçay'ı iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta eş olarak kabul ediyor musun?"

Turan önce İnci'ye sonra bana baktı. Dudaklarında tebessüm oluşurken, "Evet." dedi benim gibi.

Ve biz o gün gerçekten evlendik.

***

Bölüm sonuuuu.

Öncelikle nasılsınız? Okullar açılıyor yarın. Umarım hayırlı bir sene olur bizler için.

15 eylül ben de başlıyorum okula. Allahın izniyle yazarınız artık moda tasarımcısı olacak.   Bir maşAllahınızı alırım.

Bu yüzden bölümler gecikebilir.

Vaktim olunca yazacak ve atacağım artık.

Ay evlendiler artık!

Ay ben ve Cavanşir pekiiii. Canım tatlı biz djdjjdj

Neyse Allah'a emanetsiniz çiçeklerim böceklerimmm. Aşağıdaki hesaplarımı takip ederseniz sevinirim. Her türlü spoiler paylaşıyorum.

Wattpad; maisie_ruby

İnstagram; maisie_ruby_

Tik tok; maisie_rubys

Continue Reading

You'll Also Like

ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

119K 5.5K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
1M 55.7K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
7.9M 398K 77
Bordo Bereli cesur bir askerin ve başarılı bir doktorun hikâyesi... ''Halide sana deli gibi aşık!'' En yakın arkadaşım, sevdiğim adama sırrımızı söy...