Like California | Taekook

By dameadrasteia

4.5K 735 1.7K

Sevgili Taehyung, aylar sonra seninle California'da tekrar karşılaştığımız o geceyi hatırlıyor musun? More

1: ''Tanışma''
3: ''Santa Monica İskelesi ve İlişkiler''
4: ''Eski Sevgili ve Terk Edilmek''
5: ''Taehyung'un Geçmişi''
6: ''Son Akşam Yemeği''

2: ''İlk Randevu ve İlk Hayal Kırıklığı''

732 132 445
By dameadrasteia


Jungkook

Joohyuk'un erkek arkadaşı ile tanıştığımız talihsiz gecenin ardından Taehyung, gece ansızın evi terk etme kararı almış ve sabah olduğunda çoktan gitmişti.

Güneşin doğuşunu kara bulutların arasından göremeyeceğimiz kadar şiddetli bir yağmur başladı. Rüzgarın uğultusu, yıldırımın düşmesiyle patlamaya benzer çıkan yüksek ses, Joohyuk'un haykırışlarını biraz olsun bastırabiliyordu. Çocuğu pek tanımıyordum, sanırım yirmi beş yaşındaydı. Aylak, serseri, akılsız ve hastalıklı birine benziyordu.

Dün gece, erkek arkadaşına dakikalarca, gereksiz yere bağırdıktan sonra, sabah terk edildiği haberini alınca yıkılmasını biraz gülünç buldum. Hyekyo'ya dile getirmesem ve sükûnetimi korusam bile, genç adamın, Joohyuk gibi çocuksu bir heriften kurtulmasına sevinmiştim.

Biz Hyekyo ile terasta oturup kahvelerimizi içerken Joohyuk'un annesi yanımıza geldi. "Taehyung'un neden böyle bir şey yaptığını anlayamıyorum bir türlü, Joohyuk berbat durumda."

Hyekyo olaylara mantıklı bir bakış açısı getirdi. Sanırım annesi bunu yapmakta zorluk çekiyordu. "Galiba dün gece yaşadıkları kavga ile ilgili. Taehyung kırılmış olmalı."

"Kırılmış olabilir ama pasaportunu dahi alıp gitmesine gerek var mıydı? Joohyuk bunu hak etmedi."

"Joohyuk'un neyi hak edip neyi hak etmediğini bilemeyiz, anne. Bence Taehyung'un üzerine gelmeyin."

Hyekyo'nun ellerini sıkıca tuttum. Avukat olduğunu özel hayatında da belli ediyordu; adaletli, dürüst bir kadındı.

Hyekyo'nun annesi Soojin huzursuzlandı. "Taehyung her zaman olayları abartmayı seven bir çocuktu zaten." derken, dün akşam yemekte sergilediği bütün tavırların sahte olduğunu fark ettim.

Kaşlarımı hafifçe çattım. "Dün akşam gayet sakin, uslu ve saygılı gözüküyordu." dedim, henüz genç, toy bir adamı bu şekilde eleştirmesinden rahatsız olmuştum; üstelik kendi oğlu yirmi beş yaşında olmasına rağmen sevgilisi onu terk ettiği için çocuk gibi ağlarken...

İnsanlar, sahiden etrafındakileri eleştirmekten kendi gözlerinin önündeki noksanlarını görmeye fırsat bulamıyorlardı.

"Jungkook, bildiğin gibi değil, tatlım." dedi Soojin, bana endişeyle bakıyorken. "Taehyung'u on sekiz yaşından beri tanıyorum. Her zaman psikolojik sorunları vardı. Onu yanımıza aldık, yardım ettik ancak görüyorum ki bir hiç uğruna çabalamışız. İlk fırsatta bizi bırakabilirdi. Ne yazık..."

"Anne, bahsettiğin bir köpek yavrusu değil." diye çıkıştı, Hyekyo. Öfkelendiğini hissedebiliyordum; biçimli kaşlarını sertçe çattı ve dudaklarını birbirine bastırıp, derin, hırslı bir soluk aldı. "Üstelik, Taehyung'un, size ona bakmanız için yalvardığını hiç sanmıyorum. Dün akşam gözlemlediğime göre Joohyuk'la uğraşması karşılığında, onu kullanan sizlersiniz."

Soojin konuşmak için hamle yaptı ancak Hyekyo, lafı annesinin ağzına tıkadı: "Lütfen anne, yirmi sekiz yaşındayım, bana anne ve babamın ne fıtratta insanlar olduğunu anlatmaya kalkma sakın."

"Joohyuk'un normal birisi olduğunu savunmuyorum..."

Gözlerimi tavana diktim, savunulacak bir tarafı yoktu da zaten.

"Joohyuk'u küçüklüğünden itibaren o kadar şımarttınız ki, kabından taştı artık. Her istediğini elde etme arzusu onu takıntılı birisi haline getirdi. Taehyung'u sevmiyor, şu an yukarıda ağlama sebebi de sevgi değil, sadece hırs."

"Lütfen sessiz ol Hyekyo," dedi Soojin, resmen yalvarıyordu. Joohyuk'un duyma ihtimali onu dehşete düşürmüş olmalıydı.

O an takıntılı olan tek kişinin Joohyuk olmadığını fark ettim. Annesi de hiç normal sayılmazdı.

"Taehyung'a kafayı takmış bir halde, çok yazık, sizde bunu gördüğünüz halde sessiz kalıyor ve yirmi iki yaşındaki genç bir oğlanın hayatı ile oynuyorsunuz."

"Yeter!" Soojin sinirle ayağa fırladı. "Biz kimseyi zorlamadık, Joohyuk'ta Taehyung'a aşıktı ve göreceksin, geri gelecek. O zaman söylediklerinden pişman olacaksın."

"O zamana kadar burada kalmayı düşünmüyorum, anne,"dedi Hyekyo, sakindi ancak kırıldığını anlamamam mümkün değildi, "bugün yaşananlar bana buraya neden gelmek istemediğimi hatırlattı, pişmanım ki nişanlımı da buraya getirdim ve sizinle tanıştırdım."

Ancak ben hiç pişman olmamıştım.

Bu sayede Taehyung ile tanışma fırsatı buldum.

***

Aradan altı ya da yedi ay kadar geçmişti sanırım. Çalıştığım Japon havayolu firması, şirketini Amerika'ya taşıma kararı aldı ve uçuş rotalarını tamamen değiştirdi. Artık uçuşlarım Amerika'dan Avrupa'ya olacaktı.

Zorlu geçen birkaç ayın ardından Hyekyo ile ayrılma kararı aldık.

Hyekyo'yu seviyordum, onun da beni sevdiğinden hiç şüphe etmemiştim ancak ikimizde hayatlarımızı duygularımızla değil, mantıkla yöneten tiplerdik. Dostça ayrıldık, sık sık görüşeceğimize dair birbirimize söz verdik.

Doğrusu, duygusal bir insan olmadığım halde bekar hayatına uyum sağlamakta zorlanmıştım. Hyekyo ile dört yıllık bir ilişkimiz vardı. Alışmak bir miktar zaman aldı.

Bir yaz akşamı, arkadaşlarımın da isteğiyle Kaliforniya'da bir gece kulübüne gittik; kalabalık, kaotik ancak eğlenceli bir ortamdı. Daha çok Kaliforniya Üniversitesi'nde okuyan gençlerin takıldığı bir mekândı. Arkadaşlarımın bazıları gençlerle takılma fırsatını kaçırmadı. Ben biraz alkol alıp bir köşeye çekildim, kimseyle takılmak istemiyordum. Keyfim zaten yerindeydi.

Taehyung'u yedi ay sonra ilk defa orada gördüm.

Üzerinde pullu, renkli bir ceket vardı. Spot ışıkların altında parıldıyordu. Yedi ay önce gördüğümün aksine saçları artık kısaydı ve sarı değildi, sanırım doğal saç rengine dönmüştü. Işıktan ayırt edebildiğim kadarıyla açık bir kahverengiydi. Güzel gözüküyordu, onu kaçırmadığıma sevindim ve hemen ayağa kalktım.

"Taehyung?" Neredeyse yetişemeyecektim, zayıf, ince kolundan yakalamak zorunda kaldım. "Beni hatırladın mı?"

"Evet." dedi, beni gördüğüne hiç hoşlanmamış gibiydi. Suratında anlayamadığım bir ifade belirdi, neredeyse ürktüğünü düşünecektim. "Hatırladım. Jungkook, Hyekyo'nun nişanlısı."

Bir çırpıda "Biz ayrıldık." dedim. Taehyung'un benimle konuşmaya çekinmesini Hyekyo'ya bağlamıştım. Bu vesileyle Taehyung'u rahatlatmaya çalıştım.

"Ne?" Çok şaşırmış gibiydi. "Neden? Siz..."

"Dışarıda anlatmamı ister misin?" derken kulağına eğildim. Müziğin ve dans eden insanların gürültüsünü bastırmak için bağırmak zorunda kaldım. "Sesini zar zor duyabiliyorum."

Taehyung her zamanki uysal haliyle başını sallayarak onay verdi. Birlikte gece kulübünden dışarı çıktık ve gürültü ve kalabalığı arkamızda bıraktık.

"Neler oldu? Neden ayrıldınız?" diye sordu, tekrar. Sahiden üzüldüğünü hissettim ve ona gülümsedim, çok masumdu. Yalnızca bir akşam tanıdığı insanların ilişkisiyle ilgileniyor, onlar için endişeleniyordu; oysa endişelenilecek kişi kendisiydi.

"Çalıştığım firma Japonya'dan çekilme kararı aldı. Şirketi tamamen Amerika'ya taşıdılar. Anlayacağın artık uçuşlarım Amerika ve Avrupa kıtaları arasında olacak ve Hyekyo ile görüşmem neredeyse imkansız."

"Neden o da seninle Amerika'ya gelmedi?"

Duvara yaslanan Taehyung'a tekrar gülümsedim ve cebimden bir sigara alıp yaktım. "Sanırım yetişkin olduğunda anlayacaksın, Taehyung. Bir noktadan sonra, başka birisi için hayatını değiştirmek normal gelmeyebiliyor. Ne ben Hyekyo için işimden, hayatımdan vazgeçebilirdim. Ne de Hyekyo benim için."

"Peki ya aşk?"

"Aşk, kitaplarda okuduğun kadardır, Taehyung. Gerçeklik barındırmaz."

Eğer geleceğimi görebilseydim asla böyle bir cümle kurmazdım ama ben, utanmadan devam ettim:

"Gerçek hayatta ne ilişkiyi yürütür ne de karnını doyurur. Sadece duygularını yönlendirir; sen de bazı hisler doğurur. Çoğu da acıdır, tatlı olan... bilmiyorum ben hiç rastlamadım."

"Daha önce âşık olmuş gibi konuşuyorsun."

"Hiç âşık olmadım." dedim. Ukalanın tekiydim. "Ve olmam da, benim kafa yapıma pek uymuyor."

"Hyekyo'ya âşık değil miydin?"

"O benim için ideal kadındı. İyi bir mesleği, sivri bir zekası, sıcak ve samimi davranışları vardı. Anlayacağın, benim için mükemmeldi, onu sevdim ama buna aşk diyemem, o zaman seni aldatmış olurum."

"Şaşırdım," dedi, irileşen gözlerinden ve şapşal şapşal bakan suratından bunu anlayabiliyorum, "sizin birbirinize aşık olduğunuzu sanmıştım."

"Henüz çok gençsin Taehyung, her ilişkiyi ya da her beraberliği aşk olarak adlandırabilirsin. Otuz yaşına geldiğinde ne demek istediğimi anlayacaksın."

Sanki söylediklerimden ders çıkaracakmış gibi beni dikkatle dinliyordu, bu sırada sigaramın sonuna geldim ve hem üşüdüğüm hem de Taehyung'tan ayrılmak istemediğim için bir tane daha yaktım. Merak ettiğim bazı şeyler vardı, sadece sözün yerinin gelmesini, sabırla bekliyordum.

"Sen de içmek ister misin?" Sigara paketini Taehyung'a uzattım.

"Hayır, kullanmıyorum."

"Hatırladığım kadarıyla alkol de kullanmıyorsun, değil mi?"

"Evet." Başını önüne eğdi, rahatsız olduğunu, bir şeylerin onu mahzunlaştırdığını fark ettim.

Soru sormaya devam ettim. "Öyleyse gece kulübünde ne işin var? İçmiyorsan böyle ortamlar sıkıcıdır."

"Çalışıyorum," dedi sakince, "aslında mesaim bitmişti, tam gitmek üzereydim ki seninle karşılaştım."

Beyaz gömleğimin kol kısmını kıvırıp saatimin ekranına baktım, dördü on geçiyordu. "Zor olmuyor mu? Bu saatte? Hem evin nerelerde?"

Sanki soruma cevap vermek istemiyormuş gibiydi. Başını biraz daha önüne eğdi, yüzünü neredeyse hiç göremiyordum. O sahiden utangaç bir çocuktu.

Çenesini tuttum ve başını kaldırdım. "Bir sorunun mu var? Bana anlatabilirsin. Sana yardımcı olabilirim."

"Hayır," dedi, "boş ver, sahiden bir sorunum yok."

"Sana boş veremeyeceğimi daha önce söylemiştim."

Ona yedi ay önce yine benim yardım ettiğimi hatırlamış olmalıydı ki sonunda bana tekrar güvendiğini hissettim. Yüzündeki endişeli, utangaç hal, yerini buruk bir gülümsemeye bıraktı.

"Joohyuk'un evinde kalıyorum."

Kaşlarımı çattım, o oğlandan hiç haz etmiyordum ve Taehyung kadar masum bir gencin hâlâ Joohyuk'tan kopamamasına kızmıştım. Sonra onların hâlâ genç olduklarını hatırladım, 'aşk'a inanıyor ve aşkı yaşatmaya çalışıyorlardı.

Anlayışlı olmaya gayret ederek "Sanırım aranızdaki problemleri hallettiniz." dedim.

"Hayır," dedi, "Sadece Joohyuk'un bunu kabullenmesi için biraz daha vakite ihtiyacı varmış. Ona yardım etmek zorunda değilim ama elimden gelen bir şey de yok. Arada sırada benimle kalıyor, çoğunlukla gidiyor. Bilmiyorum. Tuhaf bir ilişki."

İçimden gelenleri hiç çekinmeden dışa vurdum ve "Çok tuhaf." dedim. "Sen onun anne babası ya da bakıcısı değilsin. Artık hayatta yalnız ve bununla kendisi baş etmek zorunda."

"Biliyorum."

"Öyleyse etrafına doladığı zincirleri kır ve ondan kurtul. Hayatını yaşamalısın."

Uysal, sıcak bakışlarıyla gözlerimin içine baktı, sahiden çok güzel, çekici bir çocuktu ve bir anlığına Joohyuk'un Taehyung'a neden bu kadar bağımlı olduğu konusunda bir fikir edinmiştim.

"Doğduğum andan itibaren hayatımı yaşadığımı hiç düşünmedim. Kimse de bana hayatını yaşamalısın demedi. Joohyuk kendisi için ondan uzaklaşmamamı bekliyordu, Joohyuk'un ailesi oğullarını mutlu etmemi, annem bana elini bile sürmeden yaşamamı..."

Sesi titrediği için sustu.

"Bana anlatabilirsin." dedim.

"Yeterince kırıldım," dedi, "artık konuşmak istemiyorum. Yaralarım kanıyor."

Bu defa bende susmak zorunda kaldım. Taehyung narin bir oğlandı ve onu sıkıştırmam sadece huzursuzlanmasına, tıpkı Joohyuk'un ailesine yaptığı gibi benden uzaklaşmasına sebep olurdu.

O gün, sabaha karşı ayrıldık. Onu evine götürmem konusunda ısrarcı oldum, başta kabul etmedi ama ısrarıma daha fazla dayanamazdı, çok yorgundu.

Evi iki katlı, müstakil, havuzu ve güvenliği olan, sade, şık, yolun iki tarafı boyunca zenginlerin yaşadığı bir caddenin üzerindeydi. Hâlâ Taehyung'a aşık olduğundan şüphe etmediğim Joohyuk'un onu güvende tutmak, sağlığından emin olmak için böyle bir karar aldığını o an anlamıştım ve ilk defa ona saygı duydum.

Taehyung bana kuru bir teşekkür ederek arabadan indi ve hemen evine girdi, bende etrafı hafızama kazımak istercesine iyice inceledim.

Bunun son gelişim olmayacağını o zamanlar hissetmiş olmalıydım.

***

Taehyung

Joohyuk olmadan yaşamaya alışalı yedi ay olmuştu.

Başlarda bunun zor olacağını düşündüm. Benimle birlikte herkesin aynı fikirde olduğunu biliyordum. Joohyuk'u terk ettiğim gecenin sabahıydı sanırım. Joohyuk'un annesi Soojin beni aradı ve "Yapamazsın," dedi, "yol yakınken geri dön ve daha fazla canınız yanmasın."

"Oğlunuz benim canımı yeterince yaktı." diyemedim. Bunun yerine haklı olduğu hakkında birkaç cümle zırvaladım ve telefonu kapattım.

Yıllarca ekmek yediğim kapıyı suratlarına kapatıp kaçıyor oluşum kadını öfkelendirmişti. Hak verdim.

Yardıma ihtiyacı olan zavallı bir çocuk olmama o kadar alışmışlardı ki oğullarını aynı durumda bıraktığımda benden nefret ettiler.

Kaliforniya'ya geri döndüm. Her şeyi arkamda bırakmakta kararlıydım. Joohyuk ile yaşadığımız eve yalnızca eşyalarımı toplamak için geri geldim. O gece Cal'un yanına gidecektim ve Joohyuk'tan sonsuza kadar kurtulacaktım.

Cal'a beni kapının önünde beklemesini rica ettim. Bir çırpıda yukarıya çıkıp eşyalarımı toplamaya başladım. Lanet olası evde o kadar çok hatıram ve eşyalarım vardı ki çok zorlandım. Toparlamam neredeyse bir saatimi aldı ve bu da kapıdan çıkmadan Joohyuk ile karşılaşmam demekti.

Joohyuk ile koridorda karşı karşıya geldik. Bana kızaran gözleriyle, yalvarırcasına bakıyordu. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu, resmen ağlıyordu. "Taehyung nereye gidiyorsun?"

Yanından geçip gitmek ve kapıya ulaşmak istedim. "Buradan taşınıyorum Joohyuk, her şey için üzgünüm."

"Üzgün müsün? Sadece üzgün müsün?"

Ne diyeceğimi bilemedim. Keşke daha duygulu birisi olsaydım, belki iki-üç etkileyici cümle söyleyebilirdim ancak ben sadece omuz silkmekle yetindim. "Üzgünüm Joohyuk, başka bir şey elimden gelmiyor."

"Bana yaşattığın bu acının aynısını yaşayacağını biliyorsun değil mi?"

Ne demek istediğini anlamadım. "Sanki yeterince acı çekmemişim gibi..."

"Bu daha hiçbir şey." dedi. Şimdi dar koridorda karşı karşıyaydık ve kaçmamın imkanı yoktu. "Bir daha hiçkimse seni benim kadar sevmediğinde ne demek istediğimi anlayacaksın. O zaman gerçek acıyı göreceksin."

"Bilmiyorum," dedim, "artık âşk hakkında bir şey düşünmek istemiyorum, tek istediğim yaşamak ve ben seninleyken boğuluyorum."

Sözlerim Joohyuk'un canını çok yakıyordu. Gözleri doldu ve karşımda tekrar çocuk gibi ağlamaya başladı. İki elimi havaya kaldırdım ve "Bak işte," dedim. Pes etmiş gibi bir halim vardı. "sürekli bunu yapıyorsun. Ağlıyorsun, kızıyorsun, kendini acındırıyorsun. Tüm bunlar olurken karşımda bir çocuk var. Ben artık bir oğlan istemiyorum." dedim, artık tükenmiştim.

"Bir adam istiyorum."

Sonra, o adamın bulmak için yedi ay boyunca bekledim.

***

Jungkook ile tekrar karşılaştığımızda bunun bir tesadüf olduğunu düşündüm ve üstünde durmadım. Bu süre zarfında Joohyuk'un evinden tamamen taşınmak için gereken parayı toplamıştım ve artık kendi evime çıkabilecektim.

Bir gün Kaliforniya sokaklarında elimde kahvem ve kiralayabileceğim evlerin adresi ile aylak aylak dolaşıyordum. Cadde üzerindeki lüks restorandan Jungkook çıktı ve tam önümde düştü.

"Taehyung, ne güzel tesadüf."

"Öyle." dedim, hâlâ Jungkook'tan biraz utanıyordum. Konuşmakta tereddüt ettim. "Buralarda mı yaşıyorsun?"

"Evet. Dün taşındım."

"Güzel." dedim, ne söyleyeceğimi bilemediğim için tekrar enseme kadar uzayan saçlarımı kaşıdım. Yakışıklı suratına asla bakamıyordum. "Ben de ev arıyorum." derken, elimde tuttuğum kağıtları gösterdim.

"Taşınmaya mı karar verdin?"

"Evet. Joohyuk ile konuştum. Birkaç güne gideceğimi biliyor."

"Artık sorun çıkarmıyor mu?"

"O bile pes etti," dedim, "artık herkes hayatına devam etmek istiyor."

Sahiden Joohyuk bile pes etmişti. Onu ertesi gece aradığımda sadece tamam dedi ve kapattı. Ona oğlan çocuğu istemiyorum dediğimde bir şeyler değişmişti, buna sevindim. Joohyuk'un kalbini kırsam bile onu değiştirebilecektim. Böylece hiç olmazsa benden sonraki sevgililerine daha iyi davranabilirdi.

"Sen de istiyorsun değil mi?"

"Çabalıyorum."

Beni kalabalık caddenin ortasında dikilmekten kurtardı ve kolumdan çekerek restoran ile bir reklam firmasının binası arasına soktu. Dar sokakta sırtımı duvara yaslamıştım ve Jungkook'ta bir adım önümde duruyordu, "Sana yardım etmek istesem çok mu ileri gitmiş olurum?"

"Nasıl bir yardımdan bahsediyorsun?"

"Ev arkadaşı olalım."

Duraksadım, nedense bu teklifi kabul etmek bana ayıp gelmişti. Sanırım o zamanlar hâlâ ahlaklı bir adamdım ve Hyekyo'ya karşı içimde bir vicdan azabı uyandı.

"Bunun doğru olduğunu sanmıyorum."

Gitmemden endişe eder gibi kolunu duvara yasladı ve beni duvar ile arasına sıkıştırdı. "Neden doğru olmasın?"

"Sen ve ben..." diyebildim, "tuhaf bir ikiliyiz"

"Bu hoş değil mi? Birbirimize bu kalabalık şehirde arkadaşlık etmiş oluruz. İkimizin de buna ihtiyacı var."

"Senin arkadaşın olamam." Elimin altında hissettiğim sert göğsüne aldırış etmemeye çalışarak onu kendimden uzaklaştırdım. "Joohyuk ve Hyekyo bunu öğrenirse... bilmiyorum."

Gitmek istedim ve o "Seninle bir randevuya çıkmayı çok isterdim!" diye bağırdı, arkamdan. Cesareti yüzünden ağzım açık kaldı ve geri dönüp ona baktım.

"Sen ciddi misin?"

"Hem de çok. Seninle görüşmek istemem tuhaf mı? Taehyung..." Yanıma ağır ağır yürüdü. "Ben yaşlı bir adam sayılırım. Artık arzularımı insanların görüşlerine göre belirleyeceğim o aşamayı, çoktan geçtim. Seninle görüşmeyi çok istiyorum ve ne Joohyuk ne de Hyekyo çekinmeme neden olur. İstersen onları şimdi arayabilirim."

"Hayır," dedim, "hayır gerek yok buna. Kimse bilmesin." Ne yazık ki ben hâlâ o aşamayı geçememiştim ve utanıyordum.

O ana dek Jungkook'u hiç dikkatle incelememiş, arzularımın sebebi yapmamıştım ancak o an bana doğru gelirken, yakışıklı suratına alıcı gözle baktım. Sahiden felaket yakışıklıydı ve arkadan topladığı saçlarıyla çekici ve hatta fazla seksi gözüküyordu.

Zihnim bir anda onunla yatarsam ne olur diye sorguladı. Sadece zevk diye düşündüm. Eğer onunla yatakta olursam sadece müthiş bir zevk alırım.

Ona aşık olacağımı asla düşünmedim.

"Öyleyse benimle randevuya çıkmayı kabul et."

Dudaklarımı ısırarak başımı salladım ve "Pekâlâ." dedim, "yarın akşam seninle buluşacağım."

Bana öyle güzel güldü ki ona aşık olurum diye çok korktum. Yanımdan geçerken çenemi sevdi ve "Görüşürüz Taehyung." dedi, "yarın akşam için sabırsızlanıyorum."

Uzaklaşırken uzun zamandır beni tavlamaya çalıştığını yeni fark ettim, beni gece kulübünde gördüğünde sergilediği ilgili tavırlar, evime bırakmayı teklif etmesi, benimle tekrar karşılaştığında arkasına dönüp gitmek yerine benimle konuşmaya çalışması. Jungkook'un hislerinin yeni olmadığına emindim ve nedense bundan hoşlandım.

Aklıma Joohyuk'a söylediğim o cümle geldi: "Bir adam istiyorum."

Jungkook benim adamım olabilecek miydi?

***

"Los Angeles'ta birbirinden güzel İtalyan restoranları olduğunu biliyor muydun? Seni onlardan birine götürmeme izin ver.

Akşam 8'de kapının önünde olacağım. Eğer gelmezsen, niyetini anlamış olurum."

Jungkook'un telefon numaramı nasıl bulduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak akşam üzerine yakın telefonuma bu mesajı bırakmıştı.

Beni gitgide şaşırtıyordu, sahiden benden bu kadar hoşlanmış mıydı? Yoksa sadece Joohyuk'un beni nasıl kolayca elde ettiğini görmüş ve aynı duygulara mı kapılmıştı?

Bilmiyordum ve boş verip eski sevgilimin neredeyse ailesine girecek olan adam için özenle hazırlanmaya başladım:

Üzerime siyah, tül, transparan bir gömlek giydim ve bir an bu tercihimden tereddüt ettim ancak beni restorana götüreceği aklıma geldi ve güzel gözükmem gerekiyordu. Altıma da siyah deri pantolon geçirdim, minik topukları olan kısa botlarımı giydim. Üzerime ceket giyip giymemek konusunda bayağı kararsızken sonra vazgeçtim.

Kendimi, bedenimi saklamaya her zaman alışkındım ve artık tutsak olduğum o kafesin dışına çıkmak, hayatımı yaşamak istiyordum.

Açık kahverengi, hafif uzamış olan saçlarımı düzleştirdim ve minik halka küpelerimi taktıktan sonra, takı kutumun içinde bana parlayan gümüş göğüs piercinglerimi gördüm. Tüm cesaretimi topladım ve göğüs ucuma, bana zevk veren acıya katlanarak piercingi taktım. Transparan gömleğim altından gözüküyordu ve bu fikir çok hoşuma gitmişti.

Aynanın karşısında kendimi gülümseyerek incelediğim sırada kapının önüne yaklaşan arabayı fark ettim ve yatak odamın camına çıktım. Jungkook tam vaktinde gelmişti.

"Taehyung," dedim ve aynanın karşısında duran suretime baktım, "ya bu adamla mutlu olabilirsen?"

Dizlerimin parçalanacağını bildiğim halde bir ihtimalin peşinden hiç durmadan koştum.

***

Jungkook beni aşağıda bekliyordu. Bana söylediği vakitte dışarı çıktım ve ona niyetimi belli etmiş oldum.

"Geldin." dedi, o an Jungkook'un hiç umudu olmadığını fark ettim, beni kapının önünde gördüğü için çok şaşırmıştı. Siyah, ceylan gözleri biraz irileşti ve tavşan gibi bana bakmaya başladı.

"Geldim."

"Gelmeyeceğini düşündüm."

"Biliyorum," dedim, benim için kapıyı açtı ve bende oturdum. "gelmek istedim."

Jungkook kapıyı kapatmadan önce eğilip bana bakmaya başladı. Bakışlarında samimi duyguları ve arzusunu hissettim.

O da yanımda, sürücü koltuğundaki yerini aldı ve arabayı çalıştırdı. Joohyuk'un evi Inglewood şehrindeydi. Jungkook ise beni Santa Monica sahiline götürdü.

Gecenin karanlığında, ışıl ışıl parlayan kalabalık şehre göz gezdirdim; insanlar yarı çıplak, gruplar halinde, ellerinde içki şişeleriyle yürüyorlardı, kimi üstü açık arabalarında son ses müzik dinleyip bağırışırken, kimi de kaykayla yolun kenarında el ele tutuşmuş kayıyordu. Bazıları hâlâ deniz kenarında yüzüyor, uzanıyor, kumların üzerinde içki içiyor, gülüşüyorlardı.

Camı açtım ve rüzgârın yüzüme çarpmasına izin verdim. Şehirde capcanlı bir hayat, yanımda ise beni arzulayan bir adam vardı. Mükemmel hissettirdi.

Jungkook'a döndüm ve ona "Santa Monica sahilini sever misin?" diye sordum.

"Batı Los Angeles'ta yaşayıp sevmemek mümkün mü?"

"Bu yüzden mi batı yakasına taşındın?"

"Hayır," dedi, "aslında taşınmak gibi bir fikrim yoktu, genelde firmanın bize ayırdığı otellerde kalmayı tercih ediyorum."

"Öyleyse neden fikrini değiştirdin?"

Bakışlarını yoldan bana çevirdi ve midemde kelebeklerin uçuşmasına sebep olacak biçimde hoş bir gülümseme ile baktı.

Fikrini değiştiren ben miydim?

Jungkook'un Beverly Hills'te ev tuttuğunu öğrendim, beni de semtinde bir restorana getirmişti. Burası orta yaşlı, iyi meslek sahibi, zengin ve ünlü insanlarla doluydu.

Kendimi pek buraya ait hissetmemiştim ancak Jungkook belimden tutup beni kendisine çektiğinde, tıka basa dolu restoranda sırtım Jungkook'un göğsüne yaslı bir şekilde yürürken ve elim sıkıca elini tutuyorken hiç olmazsa güvendeydim.

Birlikte Jungkook'un rezerve ettiğini masaya oturduk. Jungkook beni seyrediyordu, ben ise ne konuşacağımı bilmediğim için önümdeki ihtişamlı masayı seyrediyordum.

"Hep böyle misin?" diye sordu, bana.

"Nasılım?"

"Utangaç."

"Sanırım," dedim, "çocukken de böyleydim."

"Bana kendin hakkında hiçbir şey anlatmayacak gibisin ama ben kim olduğunu çok merak ediyorum."

Ona yıkık, dökük ve sefil bir hayattan söz etmek istemedim. Utangaç oluşumun ezilmekten kaynaklandığını da. Artık bir kişinin daha bana acımasını istemiyordum. Yaşadıklarımı sadece özet geçerek anlatmaya karar verdim:

"Babam ben çok küçükken bizi terk etti, annem de ben on yaşındayken öldü. Ben yurtta büyüdüm," dedim, içki içmeyi sevmezdim ancak önümdeki beyaz şaraptan birkaç yudum almak zorunda kaldım, "on dokuz yaşımda yurttan ayrıldım, o sıralar Joohyuk ile tanışıyorduk ve bana birlikte yaşamayı teklif etti. Gidecek bir yerim olmadığı için... bilmiyorum, belki de kolay yolu seçtim ve ben de kabul ettim."

"Onu seviyor muydun?" diye sorduğunda, gayet ciddi olduğunu fark ettim ve yalan söylemek istemedim.

"Evet." dedim, "bu başka bir adamla randevuya çıktığımda söylenebilecek bir şey mi bilmiyorum ama ona aşıktım."

"Seni kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum." derken gülümsedi, o elindeki kristal bardaktan daha sert bir içki içiyordu. Bardağı masaya biraz sert bıraktı ve dilini ağzının içinde gezdirirken, sol yanağına bastırdı.

"Geçmişte neler yaşadığım seni etkiler mi?" diye sordum, biraz gerilmiştim.

"Hayır," dedi, "ben geçmişinle ilgilenmiyorum."

Jungkook'ta Joohyuk gibi yalan söylüyor olabilir miydi?

"Pilotların her gittiği şehirde bir sevgilisi olduğu doğru mu?" diye sordum, bir çırpıda. Hem konuyu değiştirmek istiyordum hem de sahiden bunu merak ediyordum.

Jungkook'un keyfi yerine geldi ve kıkır kıkır güldü. "Öyle bir adama mı benziyorum?"

"Evet." dedim, dudaklarımı büzdüm ve başımı mekanik bir şekilde birkaç kez art arda salladım. "Çok çapkınsın, eğer bana davrandığın gibi gittiğin Avrupa şehirlerinde de başka kadınlara veya erkeklere böyle davranıyorsan, onları kendine kolaylıkla aşık edebilirsin."

"Sen de bana âşık olacak mısın?"

Bakışlarımı önümdeki tabağa çevirdim. "Bilmiyorum."

"Çok sevimlisin." dedi, hâlâ gülüyordu. "Utandığında sahiden, aklımı kaçırmama sebep olacak kadar sevimli gözüküyorsun."

"Bilerek yapmıyorum..." diye sızlandım.

"Bilerek yapmadığını biliyorum, bu yüzden senden çok hoşlanıyorum, benim hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum fakat," bugün yapmış olduğu gibi tekrar çenemden tuttu ve başımı kaldırıp ona bakmamı sağladı, "sen gerçeksin, Taehyung. Davranışların, olduğun kişi... Farklı olmana, kendini özelleştirmeye ihtiyacın yok. Olduğun halinde herkesten ayrısın."

"Sanırım hayatla ilgili." dedim.

"Hiçbir şey hayatla ilgili değildir, Taehyung. Hayat mutlak değildir; onu değiştirebiliriz. Geçmişte yaşadığın her ne varsa, umutsuz olduğun, hayal kırıklığına uğradığın ve pes etmeye karar verdiğin, hiçbirisinin sonsuza dek sürmesine gerek yok. Sen istersen, mutlu olabilirsin."

Ne yaşadığımı bilmiyordu. Kafamın içinde nelerle mücadele ettiğimi de ancak bir çift dikkatli gözün zihnimin en derinliklerine kadar hücum ettiğini ve beni anlamaya çalıştığını hissettim.

İşte Jungkook bana bunu yapıyordu, bana umut veriyordu.

Sonunda birileri beni anlarsa, bana yardımcı olabilir.

"Bunu biliyorum," dedim ve hiç utanmadan yalan söyledim. Mutlu olabileceğime falan inanmıyordum: "Ve inanıyorum da."

"Biliyor musun? Şu an olduğu gibi bakışlarını ne zaman benden kaçırdığını öğrendim."

"Ne zaman?"

"Karşındaki kişinin duygularını fark edebileceğini hissettiğin zaman. Mesela az önce yalan söyledin ve gözlerini kaçırdın. Utandığında, etkilendiğinde de bu yüzden gözlerini kaçırıyorsun. Senin neler hissettiğini fark ederim diye."

"Bu benim için tehlikeli." dedim.

"Olmamalı."

"Bana umut vermemelisin," dedim, bu defa bakışlarımı kaçırmadım ve gözlerinin içine baktım, "çünkü o zaman sana tutunurum ve sen de gidersen..."

Sözümü kesti ve "Gitmem." dedi. "Gitmek için bir sebebim yok."

Bu sözünü de inanmak içimden gelmedi.

"Evlenecek miyiz?" diye sordum, dalga geçiyordum.

Ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve bana doğru yaklaştı:"Neden olmasın?"

"Senin kalbinle değil zihninle hareket eden bir adam olduğunu sanmıştım." dedim.

Sanırım bu lafım onu biraz şaşırttı ve kendisine getirdi. Bir anlığına neredeyse kaşlarını çatacak gibi oldu, içinden "Sahiden bana ne oldu?" diye geçirdiğine, yemin edebilirdim.

"Bence bu sadece bir arzu." dedim, işaret parmağımla önce kendimi sonra Jungkook'u gösterdim ve elimi bir süre ikimiz arasında gezdirdim.

"Seni arzuladığımı inkar etmiyorum-"

"Sevişmek istiyorsan buradan çıktığımızda sevişebiliriz ama bana sakın umut verme."

Biraz sert ve kızgın konuştum. Jungkook yutkundu; benimle sevişmek istiyordu, bu basitti. Onu yadırgamadım.

"Beni tamamen yanlış anladın."

O an kendimi biraz basit hissettim.

"Sorun yok," dedim, "boş ver, seninle sevişirim."

Yemeklerimiz sonunda geldi. İştahım tamamen kaçmıştı, zorlukla birkaç lokma aldım. Jungkook'ta sert içkisini art arda içti ve yenisini istedi.

Kurduğum edepsiz cümleler Jungkook'un susmasına sebep olmuştu; belki de tamamen haklıydım ve lafı Jungkook'un ağzına tıkamıştım. Bilmiyorum.

"Eve gidelim mi?" diye sordum birkaç dakika sonra, "sanırım burada işimiz erken bitebilir."

Jungkook bana o ana dek hiç görmediğim bir bakış attı; sert, acımasız ve öfkeli.

"Senden etkilendim. Belki de hayatımda gördüğüm en güzel, en çekici adamsın ve arzularım da senin için canlandı ama seni buraya sevişmek için çağırmamıştım." dedi.

Yanlış bir şey yaptığımın farkındaydım ve bu gerilmeme sebep oldu. Kalbim dehşet hızlı atıyordu ancak Jungkook sert sözlerine devam etti:

"Kendini bu kadar basite indirgeyen sensin ve böyle hissetmemen için elimden geleni yapan da bendim. Hiç olmazsa bana karşı biraz saygılı olabilirsin." Ayağa kalktı. "Gidelim." dedi, "seni eve bırakacağım."

"Üzgünüm," dedim, ayağa kalktım. "sanırım her şeyi berbat ettim."

"Evet." dedi ve hiç çekinmeden o ana kadar fark etmediğim gerçekleri yüzüme çarptı: "Beni Joohyuk ile kıyaslayıp seni sadece seks yapabileceğim birisi olarak gördüğümü iddia ettiğinde, sahiden her şeyi berbat ettin." Tam karşıma dikildi ve kolumdan biraz sert tuttu. Öfkeyle konuşurken dudakları arasından çıkan nefesi yüzüme çarpıyordu. "Ama Taehyung, ben hiçbir zaman o oğlan çocuğu olmadım. Bir adam gibi onurlu davrandım; duygularımı açıkça seninle paylaştım ve seni yemeğe davet ettim."

O gece için son cümlesini söyledi ve beni günlerce aklımdan çıkamayacak olan, keskin, acı bir gerçeklikle baş başa bıraktı:

"Ama belki de bir oğlan çocuğu olan sensindir; bu yüzden karşında bir adam olduğunda ona nasıl davranman gerektiğini henüz öğrenememişsindir."

Continue Reading

You'll Also Like

16.3K 1.7K 11
2016 İlkbaharında, resim bölümü öğrencisi Kim Taehyung'un yolu, dönemin bakanı tarafından yetiştirilen asker Jeon Jungkook ile kesişti. Asker Taeko...
3.3K 284 22
jeongguk'un potansiyeli vardı ama taehyung ona çoktan aşık olmuştu.
708 122 6
birlikte blast adında bir müzik grubu kurduğu sevgilisiyle çok ağır bir kavga sonucu ayrılan ve grubun solistliğini bırakan taehyung, yaklaşık iki yı...
5.4K 604 17
Kirli bir binanın beşinci katı, on dokuz buçuk yaşım ve pas tutmuş ruhum. Bir de o. Herkeslerden itinayla sakındırdığım o... Pas tutmamış her bir par...