PARÇALI HAYATLAR SAĞ-SOL...

By onuseviyorum105

42.5K 4K 2.9K

Türkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da da başkaldırı yılı olan 1968 yılının gençlik eylemleri, Üniversitedeki boyk... More

Ben Bışar
Ben Zafer
İstanbul'a Yolculuk
Sosyalist Düşünce Derneği
İlk Karşılaşma
Kavga
Veda
ilk temas
Ülkü Ocakları
Ömer'in kıskançlığı
şikayet
Oya Sencer olayı
Zamansız Yumruk
Zafer'in İlgisi
Zafer'in kokusu
Kıskançlık
Beklenmedik Öpücük
Dertleşmek
Zafer'in Geçmişi
Senden Gidemiyorum
Aşk Acısı
Çatışma
Çıkmaz Yol
Sevgilim Mi?
İlk Sevişme
Bırakma Beni Zafer
Delirmek
İntikam
Turan'ın Öfkesi
Seni Çok Özledim
Baran'a Zorbalık
Sadece Öp Beni
Ruhların Birleşimi ( yarı smut )
Baran'ın Katilleri
Korkuyorum
Şüphe
Kırmak
Z Harfi Kim ?
Hasretinden Prangalar Eskittim
İçine Kapanmak
Ölümden Bahsetme
Vazgeçirmek
Kanlı Pazar
Kaza
Yaşayan Ölü
Cevabı Bulunmayan Sorular
Üç Fidanın İdamı
FİNAL
Duyuru

Red ediliş

928 91 59
By onuseviyorum105

Bışar'ın ağzından

🍂


Dudaklarıma öyle bir yapışmış, öyle sert öpüyordu ki şok olup bir tepki bile veremiyordum. Engellemeye çalışamıyordum. Çünkü yine hayvan gibi çenemi sıkıyordu. Boğazımdaki eli gevşeyince duvardaki sırtımı biraz kaydırıp öksürmeye başladım.

Bir dakika sonra kafamı kaldırıp nefes nefese yüzüne baktığım gibi yumruğu yüzüne geçirdim. Başı diğer tarafa savrulduğunda hemen toparlanıp, kocaman açılan gözleriyle dönüp bana baktı tekrardan.

"Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim Bışar" dedi

Oda kendinde değildi. Hızla alıp verdiği nefeslerden anlıyordum. Ulan, Allah'tan Memo Ramo'lara gitmişti de bu görüntüye şahit olmadı. Görseydi hiç iyi olmazdı benim için. Ailede ki itibarım, yerle bir olurdu. Sinirle kaldırdığım işaret parmağımla, açık olan kapıyı göstererek "Siktir git lan buradan!!" diye gürledim. Müthiş bir öfke sarmıştı her yanımı. Ben eşcinsel değildim. Tamam belki saygı duyuyordum ama benim öyle bir yönelimim olmadı, hem olsaydı da bu bildiğin tacizdi.

O yerinde kıpırdamayınca, gömleğinin yakasına elimi atıp sertçe buruşturduğum gibi, kapıya doğru götürüp dışarı çıkardım. Üzerine de kapıyı kapattım. Sinirden ellerim titriyordu adeta.  titreyen ellerimi, saçlarıma götürüp parmaklarımı sertçe daldırdım. Sakinleştirmeye çalışıyordum kendimi. Yok böyle olmayacaktı. Sakinleşemiyordum.

Gözlerim yere kaldığında, kıyafetleri burada kalmıştı. Sırtımı büküp poşeti parmaklarım arasına kısaltarak doğruldum ve arkamdaki kapıya elimi attım lakin beni durduran birşey var gibiydi. Kapıyı açmadan öylece kapıyla bakıştık.

Saniyeler sonra elimi, dudaklarıma götürüp attığımda, alev almış gibi yanıyorlardı. Ulan, öpecek başka kimsemi yoktu. Sinirden yüzüm buruş buruştu. Yahu bir kız dururken beni neden öpersin ki. Hayır bir kız da böyle aniden öpülmezdi ki. Nevrim döndü sandım dudakları dudaklarımdayken.

Derin bir off çekip gözlerimi kapatıverdim. Kaşlarımı havalanarak üst dudağımı ağzıma aldım öfkeden. Hadi herşeyi geçtim, kafasını kanlar içinde bırakıp, kaçtığın adamın yeğenini neden öpüyorsun ki.

Amcam aklıma gelince, salise beklemeden sinirle kapıyı açtığımda, milim kıpırdamadan, onu kapı dışarı çıkardığım gibi üzgün bir halde yerinde bekliyordu. Üstüne üstlük yağmur daha da çok şiddetli yağıyordu.
Göğsüm, derin nefesler almaktan, inip kalkarken, poşetteki kıyafetlerini ona uzattım. Yok eğer almazsa sokağa fırlayacaktım en son.

Üzüntüden kapanıp açılan gözlerine beş saniye kadar bakıp sinirden seğiren dudaklarımı oynattım. "Al lan kıyafetlerini. Sonra da defol git bu evden. Gözüm görmesin bur daha seni"

Beni duymuyor, öylece bana bakıyordu hareketsiz bir şekilde. Bir adım ona yaklaştım ve yakasına tekrar tutunarak "Bana bak. Beni öptüğünü hiç kimseye anlatmayacaksın. Duydun mu beni!!"

Her kelimede, mavilerinin en derinlerine bakarak tek tek söyledim. Anlasın ki bir daha cüret edemesindi. Terk bir mimik kıpırdatmayınca, yakasından ittiğim gibi, hızla içeri girdim ve kapıyı kilitledim. Salona geçerek bir sağıma, bir soluma gidip geliyor, volta atıyordum resmen.

Sabahtandır evde yalnız başınaydım. Memo, Ramazan'lara gitmişti. Ben de üniversitede sınava girdikten sonra, Mesut ile biraz oturup sonra da direk eve atmıştım kendimi. Sınavımı elimden geldiğince hepsini yapmaya çalıştım elbette. Kaşımdaki bandaj ise olduğu gibi yerinde duruyordu. Dernekteki arkadaşlara, düştüğümü zor ikna etmiştim. Devrim başkana ise amcama söylememesi için yalvarır tonda konuştum. En son ikna olmuş olacak ki, kaşımdaki bandajı çıkarıp, enfeksiyon kapmaması için yenisiyle değiştirmişti.

Düşüncelerimden sıyrılıp, odama gitmenin en iyisi olacağına karar kılarak yürüdüm. Odaya geçtiğim gibi, ayaklarım beni pencere önüne götürdü. Önce beni buraya sürükleyen ayaklarıma güzel bir saldırdım. Sonra bakın olan merakımdan dolayı perdeyi hafif kaldırıp dışarıya baktım. Ee gitmemişti  Arabası hala yerinde duruyordu. Yağmurdan dolayı arabanın içini de zar zor görüyordum zaten. Gözümü biraz daha kısıp baktığımda arabanın içinde kimse gözükmüyordu.

Ağzımın kenarıyla 'Nerde lan bu' kendi kendime konuştum. Yine sinir bedenimi teslim almaya hazırlanınca "Ulan" deyip dış kapıya doğru fırlayıverdim. Eğer hala kapının orda bekliyorsa, ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Kapıyı bir süre açmadan derin soluklar aldım. Bismillah deyip tam kapıyı açıyordum ki, şimseğin çakmasıyla içerisi bir anda bembeyaz oldu.

Bu da ister istemez beni ürpertti. Birde lanet gelsin ki Zafer'e içim acımıştı biraz. Bu yağmurda şimdi kesin sırılsıklam olmuştu kapının önünde...

Demir kapıyı yavaşça açtığımda, kapı hafiften ses çıkardı. Haliyle kapı da benim mübarek küfürlerimden nasibini almış oldu. Başımı biraz dışarı çıkardığım da Zafer'in merdivenlerde oturmuş, ellerini kucağında birleştirmiş gördüm. Gözlerini de, tek bir yere sabitlemişti. Kıyafetlerine. Yağmurda üzerine yağdığı için, sırıl sıklam bir halde, tir tir titriyordu. Elleri. Allah'ın manyak psikopatı, arabana binip siktir olup gitsene.

Kapıyı biraz daha aralık bıraktığımda sırtı soğuktanmı, benim varlığımdan mı bilmiyorum ama çokça gerildi. Poşete koyduğum kıyafetleri de su içinde kalmıştı. Bir an gözlerimi vicdan azabından yumdum. İçim acımıştı çünkü.

Hayır ben şimdi bunu nasıl içeri alayım. Allah'tan yağmur yağıyordu. Muhtemelen Memo'da muhtemelen gelmezdi. Dakikalarca elim kapının pervazında, alt dudağımın kenarını dişleyerek ona baktım. Her şimşek çaktığında, bedenini daha net görünüyor.

Sırtı ise bana dönüktü. Halen kapıda durmuş ona baktığımı da biliyordu. Çünkü içeriden gelen koridorun loş ışığından dolayı gölgem yansıma yapıyordu. Kollarımı pervazdan alıp birbirine doladım.

Bana bakmadan "İçeriye gir haydi. Yoksa hasta olacaksın!" dedi üzgün ve titreyen sesiyle

Başımı karanlık gökyüzüne kaldırarak, Allah'tan kendime sabırlar diledim. Kendini düşünmüyor, benim hasta olmamı düşünüyordu hala.

Pişman olacağım bir karar verip "İçeri geç" diye seslendim

Sırtı duyduğu kelimelerle daha çok gerildi. Başını omzunun üzerinden çevirip yüzüme baktığında, dakikalar içerisinde, gözlerinin feri kaymış, yüzünün de acayip solmuş gördüm.

Afallasam da, yine de yüzümdeki ifadeyi sabit tutarak "İçeri geç haydi. Hasta olursan bir de vicdan azabı çekmek istemiyorum" dedim.

Bunu söylememle titrek yarım bir nefes bıraktı. Başını hafifçe salladığında, kollarımı çözüp içeriye adımladım.
Salonda yakılan sobadan dolayı, İçerisi sıcacıktı.

Gidip, sobaya baktığımda, odunların yavaş yavaş sönmeye yüz tuttuğunu gördüm. Çok geçmeden kapının kapanma sesi sanki yüreğimdeki bir kapıyı açmış gibi ağırlık yaptı bana.

Arkamdan ayak seslerini kulağıma ilişince, öylece durup bekledim. Eğer arkamı dönersem nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum!.
O yüzden bütün bu saçma olanları yaşanmamış varsayacak, dillendirmesine müsade etmeyecektir.

Elimle koltuğu işaret ederek "Sen geç otur. Bende sobaya odun atacağım. Isın biraz" dediğimde "Kuzenin evde yokmu ?" diye soru sordu.

Üzgün çıkan sesiyle konuştuğunda, önce sinirle cevap vermeyi düşündüm. Sonra vazgeçerek, onu bugün insan yerine koyup, konuşmayı deneyecektim.
Belki benim peşimi bırakırdı.

Dudaklarımı aralayarak "Yok, o Ramazan'lara gitti. Bu yağmurda gelmez. Hem saat de epey geç oldu"

Dönüp yüzüne baktığımda, dudaklarını birbirine bastırıp, kafasını hafifçe salladı. Bu masum hali içimde azda olsa yumuşamama neden olmuştu. Ardından bakışmayı kestim ve balkona koyduğumuz odunlardan iki tane kovaya koyup, salona geri geldim ve sobanın kapağını açıp, odunları içine attım.

Zafer'e göz ucuyla baktığımda, soguktan dudaklarının titredigine şahit oldum. Odunlar çabucak yansın diye kartonları kesip, sobaya attım. Kalan son kartonu da çakmağın ateşiyle tutuşturarak içine atıp kapağı kapattım. Dakikalar sonra içerisinin soğukluğu azda olsa kırılıp, yerini sıcağa bıraktı.

Üstü ıslaktı, bu gidişle eve de gidemezdi.
Yağmurda, bana inat olsun diye, gittikçe şiddetini artırdıkça artırıyor, beni çileden çıkarıyordu. Sanki herşey Zafer bu gece burada kalsın diye anlaşmışlar gibi benimle inatlaşıyorlardı.

Başımı iki yana sallayıp gözümü pencereden alarak beni gerdikçe geren herife baktım. "Şey istersen sen kıyafetlerini değiştir. Ben de sobanın üzerine su koyayım. Sonra Sıcak birşeyler içersin"

Evime misafir gelmiş gibi davranmaya çalışıyordum. Beyefendi olacaktım ona karşı bugün. Umarım bana az önceki öpücükten bahsetmezdi. Yoksa demlikteki sıcak suyu kafasına boşaltırdım.

Yüzüme, çekinceli bir ifade ile bakınca yeminimi bozup konuştum. Ona parmak uzatarak "Az önceki olayı yaşanmamış gibi varsayıyorsun. Tamam mı?!!"

Yüzünü asıp, kalın üzgün bir sesiyle "Tekrardan özür dilerim" dedi.

Böyle söyleyince salak gibi afalladım. "Önemi yok. Dediğim gibi üstünü değiştir. Bende çay yapayım için ısınsın biraz"

"Iı şey, kıyafetlerim ıslandı da. Yani giyilecek gibi değiller!" Cevap vermeden odama gittim ve sırf geceleri rahat edeyim diye iki beden büyük aldığım eşofman ve kazağımı getirip ona uzattım. Sonuçta geçen gün öyle yada böyle, o da benimle ilgilenmişti.

"Ben mutfaktağa geçiyorum. Bunlar benim kıyafetler inşallah sana olurlar. Sen giyince gelirim"

Kıyafetleri elimden alıp, başını hafif eğip "Teşekkür ederim" dedi.

Derin bakan gözlerine daha da bakmadan, mutfağa doğru adımladım. Mutfağa geçtiğimde, içimden 'Of Allah'ım, umarım kimse görmeden, duymadan gider bu herif' diyordum.

Demliğe biraz su koyup, salona geçtiğimde, üstünü değiştirmiş, koltuğa yayılmıştı
Demliğe su koyduğum suyu sobanın üstüne de koydum ve tekrar mutfağa geçtim. Bardak ve şekeri tepsiye koydum. Salona geçmek istemiyordum. Yüzüne bakınca utanma hissiyle karşı karşıya kalıyordum. Uyandığımı hissedince de sinirleniyordum. Her an saldırabilirdimde...

Su kaynayana kadar, sandalye çekip kalçamı oraya yasladım. Masaya yasladığım ve yumruk yaptığım elime çenemi yaslayıp düşündüm kaç dakika. İçimde bir sıkıntı vardı ama neydi tam olarak, bende bilmiyordum. Çözemiyordum bir türlü.

Kaç dakika orada oturdum, bende bilmiyorum. En son ayağa kalktım. Tekrar tekrar derin nefesler alıp tepsiyi tuttum. Kaldırdığım gibi de salona geçtim. Zafer'in koltukta uyuyordu.

İçimdeki iyilik meleği ile kötülük meleği savaş haline girip benimle konuşmaya hızla. Önce iyilik meleği kulağıma güzelce fısıldayıp beni pamuk etti

'ya seni gerçekten seviyorsa'
'ya sen onun için farklıysan'

Hemen ardından kötülük meleği devreye girdi ve iyilik meleğine bir tekme atıp beni öfkeme tekrar teslim etti

'O koskoca ülkü ocakları başkanı ya sen'
'Amcana acımayan sana niye acısın'
'Sen solcusun, seni denemek istedi sadece'

Diye kafamda binlerce soru ile koltukta uyuyan, iri adamın masum yüzüne baktım. Başımı iki yana sallayıp ikisine de kapıdışarı ettim. Bardakları salondaki masaya koydum ve çayı da, demlikte fokurdamaya yüz tutan sıcak suyun içine koyup kapağını üzerine tekrar koydum

Sobanın yanından ayrılmadan, başımı bir tur dönderip koltukta uyuklayan adama baktığımda, hâlâ titriyordu. Salise dahi beklemeden odama koşar adım yürüyüp  battaniyemi alıp, getirdim. İki kat olacak şekilde üzerine örttüm.

Battaniye bedeniyle buluştuğunda, çocuklar gibi battaniye sarıldı. Bu hâline istemsizce gülümsedim. Uyanık zafer değilde beş yaşında bıyığı çizilen çocuk var gibiydi. Battaniyeyi arka tarafına da sıkıştıracaktım ki, yine o eşsiz kokusu burnuma geldi. İçim bir hoş olduğunda, adamı daha da koklayasım gelmişti. Elimden olmadan, daha çok koklamak için esmer boynuna doğru kafamı eğdim, boynu çok pürüzsüz duruyordu.

Hilal bıyıkları, ensesine kadar uzun saçları gerçekten çok yakışıklı biriydi. Her anlamda, her kızın hayalini süsleyen bir erkekti. Yaşı da tamdı artık. Otuzlu yaşının en başındaydı sanırım. Belki daha otuz bile olmamıştı. İstese hemen evlenebilirdi. Hayır neden az önce beni öpüyorsun ki!!! Sonra aklıma hapisten yeni çıktığı geldi. Demek ki hemen evlenmek istemiyordu. Yaşamadığı gençliğine vakit ayıracaktı belki de. Gençliğinin henüz çok baharında iken hapishaneye girmişti. Koca bir ömür. Koca bir sekiz yıl.

Biraz daha boynuna eğilecektim ki demlikten taşan çay, sobanın üstüne dökülüp ses çıkardı. Haliyle Zafer gözlerini aralayarak bana baktı.

Resmen burun buruna gelmiştik. Bu sefer bana bakmaya çekiniyordu. Gözleri sürekli kaçamak oyunlar oynuyordu.

Yutkunup "Iııı şey. Üşüyordun üstünü örteyim dedim. İstersen kalk çay iç. İçin ısınsın"

Gözlerini kapatıp, tamam anlamında, kafasını salladı. Bende hızlıca doğrulup sobanın üzerinde duran demliği elime alıp masaya götürdüm ve bardaklara çayı döktüm.

Gözümü hafif kaldırıp ona bakarak "Kaç tane şeker katayım" dediğimde, parmağıyla bir tane diye işaret verdi, ardından gülümseyerek "Bu kimin battaniyesiydi?" diye sormasıyla kaşlarım aniden çatıldı. Kiminse kimin amına koyayım. Neyse sinirlenmeyecektim. Öyle karar almıştım çünkü.

Boğazımı temizleyip "Benim battaniyem"  diye yanıt verdim.

Zaten Memo'nun battaniyesinde kimse uyuyamazdı. En büyük korkusu birinin onun yatağında yatmasıydı. Kıyafetlerini de pek paylaşmazdı. Yemeğini de. Tarağını da...tek Kaşım havada asıldı. Biraz durup düşününce, içimden Memo'ya bir güzel sövdüm. Pinti herif

Tepsiyi alıp, çayı kendisine uzattığımda, teşekkür edip direk aldı ve içti. Dudakları az da olsa, hala titriyordu. Dışarda eksi bilmem kaç derecede,
Jaç dakika boyunca yağmur altında kalmıştı...

Çayını içtikten sonra ayağa kalktı ve yüzüme bakmadan "Ben gitsem iyi olacak" dedi.

Karşılık vermeden başımı salladım. Dışarda da yağmur hala şiddetli yağıyordu ama burda da kalsın istemiyordum açıkçası. Yalnız bu havada, arabayla kaza yapma ihtimali de vardı.
Zira solmuş yüzünde hala yorgunluk akıyordu.

Dış kapıya doğru yürüdüğümüzde, kapıyı açmamla elektriklerin gitmesi bir oldu. Üstüne üstlük etrafı önce aydınlık yapan, ardından büyük bir sesle çakan şimşekle beraber, kapıyı tekrardan kapatıp sırtımı oraya yalsadım. İçerisi zifiri karanlık olmuştu.

Yutkundum ve stabil bir sesle "Şey, eğer istersen bu gece burada kal. Hem yağmur da yağıyor, kaza felan yaparsan vicdan azabı çekerim. Ama eğer istersen tabi"

Dediğimde, sessizce güldü. "Sen ona korkuyorum desene" dedi

Haklıydı ama bunu belli etmek istemedim. Bunu da bilmesine gerek yoktu, her boku da bilmesindi. Acaba, arada bir titreşim gösteren kulaklarımdan, haberi var mıydı ?
Umarım yoktu! Umarım hiçbir zaman da olmazdı...

"Ne alaka ya, korkmak ve ben. Peh. Sadece sen geberirsen vicdan yaparım" dediğimde, elini kapının çilingirine atıp "İyi peki sen bilirsin. Ben gidiyorum" diye kur yaptı.

Durdum ve düşündüm. Eminim ki tek kalırsam sabaha selam okunurdu. Gururumu bir kenara fırlatarak hafif sinirle konuştum. Dalga geçerek konuşması biraz canımı sıkmıştı çünkü.

"Evet, korkuyorum ne var yani bunda. Herkesin korkuları var sonuçta, senin yok mu?"

Beni şoka uğratan bir cevap verdi "Var" deyip elini omzuma attı "Seni kaybetmekten çok korkuyorum" dedi.

Sertçe yutkundum. Bir süre ikimizden de ses çıkmadı. Ardından meraklı bir ses tonuyla sordum. Çünkü ben eşcinsel değildim. Daha önce bana bu şekil yaklaşan kimse olmamıştı. Ki yaklaşsında istemiyordum. Bu durumu her ne kadar normal görsemde, toplum tarafından kokmuş bir et parçasından halliceydi bu tür duygular. Çünkü kimse yediği bokları konuşmaz, başkalarının, kimi sevdiğine bakardı. Bunu kendine tehdit sayardı.
Hayır anlamıyorum. Sevginin neresi tehdit sayılıp toplumu bölerdi ki...

Sevgi öldürmez, yaşatırdı halbuki. Güzelleştirirdi. Toplumu ayrıştırmaz, birleştirirdi. Seni karanlık mağaranda bırakmaz, en tepeye çıkarırdı.
Peki toplum bu saydıklarımın hangisinden korkuyordu. Cevap vereyim hepsinden!!!

"Neden. Neden beni kaybetmekten korkuyorsun peki" diye sordum.

🍂

Continue Reading

You'll Also Like

829 102 5
İki oyuncunun birlikte oynadığı dizinin sürecinde, kamera arkasında olan olayları birlikte okuyacağız. Eşcinsel kurgu.
128K 5K 38
Ağlamak çözüm değil ama ağlamadan da yapamıyor insanoğlu.. Dışlamadan, reddetmekten, yoksaymaktan... Kısacası nefret etmeden de yapamıyor.. Farklılı...
32.7K 2.9K 32
"Keşke..." dedim sesim kısılırken, "Keşke senin için atsaydı kalbim en başında. En azından, bu kadar kırılmazdı." Nemli gözleriyle, gözlerime baktı...
67.7K 5.5K 23
Yıl 1983 İstanbul. Alevi dedesinin torunu Ali Kemal ve fakültenin reisi ülkücü Göktuğ. Talihsiz bir karşılaşma , talihsiz bir birliktelik. Pek çok çı...