Like California | Taekook

By dameadrasteia

4.5K 736 1.7K

Sevgili Taehyung, aylar sonra seninle California'da tekrar karşılaştığımız o geceyi hatırlıyor musun? More

2: ''İlk Randevu ve İlk Hayal Kırıklığı''
3: ''Santa Monica İskelesi ve İlişkiler''
4: ''Eski Sevgili ve Terk Edilmek''
5: ''Taehyung'un Geçmişi''
6: ''Son Akşam Yemeği''

1: ''Tanışma''

1.3K 162 371
By dameadrasteia

Taehyung

Babamın bizi terk ettiği günü, dün gibi hatırlıyorum.

Dokuz yaşındaydım, annem alkolikti, bitmek tükenmek bilmeyen yığınla psikolojik ilaç kullanıyordu. Babam, bizden bıkmıştı. Henüz dokuz yaşında olmama rağmen karşıma geçmiş ve bana "Taehyung, artık kocaman bir oğlan oldun. Ben gittiğimde artık annene sen bakacaksın." demişti. Kocaman bir oğlan mı? O zamanlar, geceleri karanlıkta eşyaların yansımasını, korktuğum hayvanlara benzetttiğim ve hüngür hüngür ağladığım günlerdi.

Küçük, korkak, ilgisiz ve terk edilmiştim.

Annem benimle ilgilenemiyordu. Okulda öğretmenlerim kilo kaybetmeye başladığımı fark etmişti. Bir gün eve devlet tarafından gönderilmiş olan bir kadın ve adam geldi. Beni yetiştirme yurduna götürmek için. Annem o gün bile sarhoştu, hiçbir açıklama yapamadı, kendisini savunamadı. En acısı da bana kal diyemedi. Bana bakamadığını biliyordu, boyun eğdi. Dokuz yaşında hem annemi hem de babamı kaybettim.

Bunların hiçbiri sorun değildi. Sahiden. Eğer babam yaşasaydı ona sana hiç kızmıyorum, derdim. Hiç üzülmedim, baba. Yurtta büyümek, senin yanında yaşamak gibi hissettirdi bana. Aynı ilgisizliği ve terk edilmişliği tattım tekrar. Kalbim hiç kırılmadı, hiç kimse bir daha senin gibi beni üzemedi.

Zaman geçtikçe, daha iyi hissetmeye başladım. Arkadaşlarım vardı, arada sırada dışarı çıkıyorduk. Okuldan sonra paramızın yettiği kadarıyla kafelere gidiyor, bilgisayar salonlarında vaktimizi boşa harcıyorduk.

Nam Joohyuk ile tanıştığımda on sekiz yaşındayım, o sıralar artık kafelere ve bilgisayar salonlarına, çalışmaya gidiyordum. Yurttan ayrılmama bir yıl kalmıştı, para biriktirmeliydim ve Amerika'ya taşınmalıydım. Hayallerim vardı: Sade, hoş ve umut dolu.

Joohyuk çok zengindi. O benim bir ayda kazandığım paraları birkaç saatte kız arkadaşlarının gönlünü yapmak uğruna boşa harcıyordu. Benimle tanıştığında, beni tavlamak içinde aynı numaraları denemişti. Nedense bana komik geldi.

Parayla beni satın almaya çalışan bir adam, sevgiden ne anlardı?

Ya da sevilmek benim ne işime yarardı?

İkisine de ihtiyacım yoktu. Bu yüzden onu görmezden geldim, sahiden, peşimden koşmasına sebep olmak ya da onun ilgisini, diğer kız veya erkeklerin aksine ona sırnaşarak değil de onu kendimden iterek kazanmaya çalışmamıştım. Joohyuk'u sevmiyordum. O güne dek kimseyi sevmemiştim. Sevgi ne demek asla öğrenememiştim.

Bir gün çalıştığım kafeye geldi.

Patronum olacak herif, tam iki aydır paramı vermiyordu. Bana, "Senin karnını doyuruyorum, daha ne istiyorsun ki?" diye soruyordu. "Paranı da yakında veririm, aceleci olma."

Sigara molasına çıkmıştık. Adamın yakasına yapıştım, "Paramı ver." dedim, ona. Bu şehirden kurtulmalıydım. Kaliforniya'ya taşınacaktım. Orada yeni bir hayatım olacaktı. "Paraya ihtiyacım var!"

Herif bana sağlam bir yumruk attı, burnumun kırıldığını o an hissettim. Deli gibi kan kaybediyordum, beyaz tişörtüm, mavi kot pantolonum kan lekeleriyle dolmuştu. Kaldırımın kenarına çöktüm. İlk defa o gün gözlerim doldu, hem paramı kaybetmiştim hem de işimi.

"Sikeyim seni!" diye bağırdı, bu Joohyuk'tu. Adamın üzerine atladı. Herif iri yarı, şişman ve koca kafalıydı ama Joohyuk o kadar hırslıydı ki adamı yere serdi, yumrukladı, bayılmasına neden olacak kadar çok dövdü onu.

Elleri kan lekeleriyle doluydu, artık o da kanıyordu. Utanmadan bana "Canın acıyor mu?" diye sordu.

Sağ elimle hâlâ kanayan burnumu sıkıca tutarken gülmeye başladım. Sesim boğuk ve gülünç çıkıyordu. "Sen deli misin? Kendi haline bakmadan canımın acıyıp acımadığını soruyorsun. Siktiğimin eli parçalanmış."

"Ne fark ettim biliyor musun?" Joohyuk kaldırımda tam dibime oturdu.

"Ne?" dedim, sahiden umursamıyordum. Öylesine sormuştum.

"Bence sen bugün bana âşık olacaksın."

"Siktir oradan."

"Sahiden." dedi, gülmeye başladı. Gülünce kırışan burnu sevimliydi. "Bugünden sonra bana fena âşık olacaksın."

Ayağa kalkmaya çalışmadım, ondan kurtulmaya da. Sadece omuzlarımı silktim, "Belki," diye yanıt verdim, "belki olurum."

"Seni hastaneye götüreyim." dedi.

"Param yok. Son param siktiğimin herifindeydi, onu da kaybettim."

"Kalk hadi." dedi, beni kolumdan tuttu. Zaten kanlı olan beyaz tişörtüm daha da beter duruma gelmişti.

"Bırak," dedim, "tişörtümü mahvediyorsun."

Bir kez daha güldü. "Deli herifin tekisin."

Tekrar "Belki." dedim.

"Başka kelime bilmiyorsun, hadi kalk, seni hasteneye götüreceğim. Herif burnunu kırmış."

"İyi ya, artık beni beğenmezsin." Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, ıslanmış bir kedi gibi mahzun bakıyordum. "Kırık bir burunla güzel gözükemem sana."

Joohyuk, dalgalı sarı saçlarıma dokunmak istediğinde sol elimle onu engelledim. Hiç bozulmadı. "Çok güzelsin," dedi, "bir burunla güzelliğin gölgelenmez. Kusurlarınla seni daha çok severim."

Bu defa beni kaldırmasına izin verdim.

***

Kırık burnumla Joohyuk beni sevmeye devam etti.

Bir sene sonra yurttan ayrıldım ve Joohyuk'un yanına taşındım. Joohyuk'un annesi yargıç, babası yazılım mühendisiydi. Müthiş zenginlerdi. Dört katlı, müstakil bir evleri vardı, en alt katı, bizim Joohyuk'la yaşadığımız bölümdü ve yatak odamızın kapısını açtığımızda karşımıza güzel, kocaman bir havuz çıkıyordu. Orada defalarca yüzdük, seviştik ve partiler verdik.

Yazın hep birlikte Busan'a, Joohyuk'un memleketine gidiyorduk. Orada daha mütevazi, daha küçük bir yazlıkları vardı. Gitmek istemiyordum, kendimi fazla utanmaz hissediyordum ama Joohyuk'un ailesi beni inanılmaz seviyordu; daha doğrusu, bana acıyorlardı.

Bana acımalarına göz yumduğum vakitlerde bende onları çok seviyordum. Bir ailem varmış gibi hissediyorum, tuhaf, sevgiyi onlarla birlikte öğrendim.

Sevginin tamamen sahte bir şey olduğunu da.

On dokuz yaşıma ayak bastım. Joohyuk, Kaliforniya'ya taşınmayı teklif etti. Babası, bize çoktan bir ev almıştı. Demiştim ya, müthiş zenginlerdi. Onlar için bu para hiçbir şey demekti.

Ben ise yıllarca çalışıp yalnızca bilet paramı ayarlayabilmiştim. Hayat sahiden adaletsizdi. Bunu yadırgamadım.

Hiç düşünmeden kabul ettim.

Yirmi, yirmi bir, yirmi iki yaşımı Joohyuk ile Kaliforniya'da geçirdim. İlk çatırdamalar başladı.

Joohyuk'ta annemi gördüm. O da bağımlıydı; partilerde, ne olduğunu umursamadan uyuşturucu kullanıyordu, fena içiyordu, hiç durmadan, saatlerce ve o anlarda annem gibi davranmaya başlıyordu.

Beni sevdiğini daha çok söylüyordu, tıpkı annemin babama söylediği gibi.

Beni asla bırakmayacağını söylüyordu, tıpkı annemin söylediği gibi.

Bağımlı olmadığını, istese bırakacağını, bunun bizim hayatımızı etkilemeyeceğini söylüyordu, tıpkı annemin babama söylediği gibi.

Bir gün, fena kavga ettik. Joohyuk'a yumruk attım o da onun için boyattığım sarı saçlarımdan tutup beni duvara fırlattı.

Mahvolmuştu, yemin ederim, saatlerce ağladı ve defalarca özür diledi. Çıldırmış gibiydi. "Bebeğim," dedi, yarı çıplak bir halde yatağa uzanmıştım ve ağlıyordum. Neden ağladığımı bilmiyordum, canım mı yanmıştı? Hayır, dayak yemeğe alışkındım.

Ama hayır, sevdiğimden dayak yemeye alışkın değildim.

Oysa ilk ben ona vurmuştum. Fena yumruk atmıştım, sol gözünün altı bir hafta boyunca çürük bir mor renginde kalmıştı. Haksız olduğum halde, yine de incinen taraf bendim. Bu yüzden ağlıyordum.

"Özür dilerim, güzelim, lütfen ağlama."

Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve ellerimi, tekrar karnıma çektiğim bacaklarımın arasına sıkıştırdım.

"Ağlamıyorum, hatalı olan bendim, boş ver."

"Sana vurmamalıydım."

"Ben de vurdum, ikimizde hatalıyız."

"Yaralandın mı?"

"Hayır." dedim. "İyiyim. Uyumak istiyorum."

"Seni seviyorum."

"Ben de."

Bana arkadan sıkıca sarıldı, bir süre ağladı ve defalarca kez beni zaafı olan saçlarımdan öptü. Sonunda uyuyakalmıştı, ben uyuyamadım çünkü yalan söylemiştim.

O gün yara almıştım, çünkü Joohyuk tıpkı annem gibiydi.

***

O yılın sonunda Kore'ye geri döndük.

Ayrılmamıştık. İlişkimiz devam ediyordu, eskisinden bile daha sancılıydı, Joohyuk'un sevgisi arttıkça davranışları da değiştiyordu. İlk senemizde birlikte barlara giderdik, Kaliforniya'da eşcinseller için müthiş mekanlar vardı. Dans ederdik, başkalarıyla, birbirimizle. Bundan eğlenirdik, birbirimizi kıskanmıyorduk.

Sanırım sevgimizden emin olduğumuz zamanlardı ve o günler bitmişti.

Joohyuk tuhaf, zehirli ve kıskanç bir adam oldu. Okula giderken bile bana karışıyordu. Cal diye bir arkadaşım vardı. Çok yakındık, aynı bölümde okuyorduk ve yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Bir gün, Joohyuk evde yokken Cal'ı ders çalışmaya eve çağırdığım için Joohyuk beni kıskandı ve inanılmaz saçma bir kavga çıkardı.

Onu mutfağa sürükledim. "Sen sahiden delirmişsin."

"O herifin sana aşık olduğunu göremiyor musunuz?"

Ellerimi sarı saçlarım arasına daldırdım ve çekiştirmeye başladım.

"Saçlarına dokunma," dedi bana, "canını yakma."

"Saçlarımla ilgilendiğin kadar duygularımla ilgileniyor musun?"

"Her zerrene aşığım."

"Sadece bedenime." Başımı usul usul salladım. "Duygularım senin için önemli değil."

Beni belinden tutup kendine çekti ve dudaklarımdan öptü, öpüşü bile nazik değildi. Hırs ve öfke doluydu. "Seni çok seviyorum."

"Biliyorum."

"Öyleyse bir daha böyle şeyler söyleme."

"Tavırlarından sıkıldım, neden anlayamıyorsun?"

Buzdolabından bir bira aldı ve kapağını sertçe açtıktan sonra birkaç yudum peş peşe içti. "Seni kıskanmam suç mu?" Şişeyi sertçe tezgaha bıraktı. "O adamın sana bakışlarını hissediyorum ve bundan rahatsız oluyorum."

Sonunda patlamıştım: "Ben senin arkadaşlarından rahatsız olmuyorum, sende bana aynı anlayışı göstermek zorundasın!"

"Taehyung..." Ben öfkelendiğimde hep geri adım atardı.

Bazen beni kaybetmekten bu kadar korktuğu için, endişeleniyordum.

"Seni çok seviyorum."

"Biliyorum." dedim, bir kez daha.

Ama bende seni seviyorum demek içimden gelmedi.

***

Busan'da yazlıkta huzurlu, keyifli ve sağlıklı vakit geçirdik. Annesi ve babası ile birlikten Joohyuk'la hiç kavga etmiyorduk çünkü Joohyuk sınırsızca alkol tüketemiyor, hatta ağzına bile sürmüyordu. O ayıkken her şey çok güzeldi, onu yazlıktayken tekrar çok sevdiğimi hissettim.

Hafif ılık, rüzgarlı bir gecede sahil kenarında, ayak uçlarımızla kumları eşeliyorken "Seni çok seviyorum." dedim. "Sensiz bir hayatı düşünemiyorum."

Çıplak omzuma, tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. "Düşünme de zaten."

O sene ilk defa Joohyuk'un ablası Hyekyo ile tanışacaktım. Ablası Japonya'da yaşıyordu, bu sene bir pilotla nişanlanmıştı. Herifin adını hiç bilmiyordum. Sadece sosyal medyada birkaç fotoğraf gördüm.

Yakışıklı bir adamdı. Gülünce tavşana benziyordu. Joohyuk bu özelliğiyle dalga geçmişti, bence sevimliydi.

Bir yaz akşamında, yemekte buluştuk. Hyekyo, bana o kadar sıkı sarıldı ki daha önce karşılaşmışız gibi hissettim. Çok sıcakkanlıydı. Ayrıca dehşet güzeldi, girdiği ilk andan itibaren ondan gözlerimi alamamıştım, ışıl ışıl parlıyordu, o konuşurken herkes Hyekyo'yu izliyordu. Ben de öyle.

Ona hayran kaldım.

Sonra nişanlısı geldi, biraz geç kalmıştı çünkü uçuşu vardı. Gelince Joohyuk ve bana ithafen "Sizin oralardan geldim." dedi gülerek, sahiden güldüğünde tavşana benziyordu ve sevimliydi.

O zaman Kaliforniya'dan geldiğini anladık. İkimizde ona gülümsedik. Ben onun kadar güzel gülümseyemediğim için biraz bozuldum, güldüğümde bir şeyler yapmacık, lezzetsiz duruyordu.

Sanırım hayatla ilgiliydi.

Joohyuk, ablasının nişanlısına karşı biraz daha temkinliydi, yan yana otururken elimi çok sıkı tutuyordu. Biraz kıpırdandım, "Elimi acıtıyorsun."

Yaptığından utandı. "Özür dilerim."

"Tamam, boş ver."

Ayaklanmak üzereydim, bu gece biraz midem bulanıyordu ve keyifsizdim.

"Jungkook, Taehyung'la tanışmış mıydın?"

Hyekyo'nun sorusuyla mecburen durmak zorunda kaldım.

"Hayır." dedi, döndü ve gözlerimin içine baktı, "ilk defa görüyorum."

Göz göze geldik.

Başımı sallayarak söylediklerini onayladım, utandığım için gözlerine uzun süre bakamamıştım, başımı önüme eğdim. Kendimi yavru köpek gibi hissediyordum. İlk defa birisiyle tanıştığımda muhakkak utanır, sıkılırdım. Bu özelliğimden nefret ediyordum. Ahmak gibi göründüğüme emindim.

Joohyuk'un anne ve babası erkenden yatmaya gitti. Gençleri baş başa bırakalım diye düşünmüş olmalıydılar. Dördümüz kalmıştık, herkes şarap içiyordu, benim midem kötüydü, önümde meyve suyu duruyordu. Joohyuk getirmişti, ilgili sevgili rolü oynuyordu. Yapmacık buldum, normalde beni umursamazdı.

Zaten portakaldan da nefret ederdim, önümde portakal suyu duruyordu.

Hyekyo, "Joohyuk bana yardım eder misin?" diye sordu kardeşine, "Tatlıları getirelim."

Neden böyle yaptığını anlamadım. Sanırım bizi baş başa bırakmak istiyordu, böylece kaynaşabilecektik. Kaynaşmak falan istemiyordum, Joohyuk'un sinirle gerilen alnındaki damarları fark etmiştim, yumruklarını sıktığı için parmak boğumları bembeyaz kesilmişti.

Kendimi savunmasız hissettim ve oturduğum yere biraz daha sindim.

Jungkook bana "İyi misin?" diye sordu.

Joohyuk kaç kere bana bu soruyu sordu diye düşündüm ve ilk kıyasım burada başladı.

"İyiyim," dedim, "midem kötü biraz."

"Sana ilaç getirmemi ister misin?"

"Boş verin." dedim. Bu kelimeyi ne kadar çok kullandığımı sanki biliyormuş gibi dudaklarında ufak bir gülümseme belirdi. Neden gülüyordu?

"İlk zamanlar uçakta sürekli midem bulanırdı."

"Öyleyse ilk zamanlar sizin uçağınıza binmediğim için şanslıyım."

Keyifle kıkırdadı. Dönüp ona bakmak zorunda kaldım, sahiden çok güzel gülüyordu.

"Çok komiksin, Taehyung."

Benimle birkaç dakika önce tanışmıştı ve ismimin dudakları arasından çıkan telaffuzu, sanki daha önce ismimi defalarca kez söylemiş gibi hissettirdi.

"Teşekkürler."

"Sahiden ilaç istemiyor musun? Senin için ilaç getireceğim."Ağzımı açmıştım ki, "Boş veremem." dedi. "Bazı şeyler boş verilmez."

Joohyuk beni her zaman boş verirdi.

***
Jungkook bu gece kalacağı odadan küçük sırt çantasını aldı ve bana ilaç getirdi. Teşekkür etmeye fırsat bulamadan geri mutfağa döndü ve elinde bir bardak su ile geldi. Ben ilaçları içine dek başımda beklediğinde, sanki babam benimle ilgileniyormuş gibi hissettim.

Joohyuk ise bundan hiç memnun olmadı.

Tatlı yemek istemediğini söyleyip odasına çıkmak istedi, "Ben biraz daha oturabilirim." dedim, gitmek istemiyordum.

Jungkook'un bizi kavga ederken duymasını istemiyordum.

"Sensiz uyumam." dedi, eğilip dudaklarıma sert bir öpücük bıraktı. Bu öpücük bile uyumayacağımızın göstergesiydi, kavga etmeden uyumamız imkansızdı. Ürperdim. "Hadi kalk, güzelim."

Mecburen kalktım. Terastan çıkmadan önce, dönüp Hyekyo'ya ve Jungkook'a özür diler gibi baktım. Tanıştığımız ilk gece böyle bir şeye şahit olmalarını hiç istemiyordum.

Merdivenlerden çıkarken Joohyuk bana "O herif seninle neden ilgilendi?" diye sordu.

"Midem bulanıyordu." deyip kestirip attım.

"Bana söyleyebilirdin."

"Sormadın."

"O neden sordu?"

Gerçekten saçmalıyordu. Odaya girdik ve kapıyı sertçe kapattı. Yatağa oturdum. Üzerimdeki siyah tişörtü kollarımından sıyırdım ve gövdemi çıplak bıraktım. Joohyuk hâlâ cevap bekliyordu.

"Nereden bilebilirim? Sen sahiden normal değilsin. İyi misin diye sordu işte herif, bende midemin kötü olduğunu söyledim ve o da bana ilaç getirdi. Hepsi bu."

Altımdan siyah, kot pantolonumu sıyırdım ve iç çamaşırımla kaldım. Yatıp uyumak istiyordum. Sahiden berbat haldeydim.

"Benden isteyebilirdin."

"Senden de meyve suyu istedim." dedim. Bana portakal suyu getirdin ve ben portakaldan nefret ederim diyemedim, konuyu açmadım bile. Kavga etmek istemediğim içindi.

Joohyuk beni asla anlamadı: "Ben istediğini getirdiğimde bana somurttun ama o herif getirdiğinde yüzünde gülücekler açıyordu."

"Sadece minnettardım."

"Bana karşı neden değilsin? Sana yaptığım onca şeyin ardından?"

Başımda dikiliyordu, gözlerim dolduğu için iyice eğilip büküldüm. "Paranla beni bu yaşıma kadar getirdiğin için teşekkür ederim."

"Öyle demek istemedim..."

"Boş ver. Ben ne olduğumu biliyorum."

Ondan asla para istememiştim. Bana bakmasını da.

Hepsini Joohyuk yapmıştı; benden ayrılamıyordu, bağımlı gibi bir şeydi ve bunun o da farkındaydı. Bu yüzden canı yanıyordu. Canı yandığı için benimde canımı yakmaya çalışıyordu.

"Gerçekten. Para falan umurumda değil."

Dizlerimin üzerinde duran ellerimi tuttu ve öpücükler kondurmaya başladı. "Boş ver." dedim, tekrar. "Alınmadım."

"Buradan gidelim mi?"

"Hayır, uyumak istiyorum."

Bir çırpıda soyundu, yatakta sağıma döndüm ve elimi yanağımın altına koydum. Gözlerimi kapattığımda, sırtımda sıcak ve ıslak dudakların varlığını hissediyordum. Kıpırdandım. "Sevişmek istemiyorum."

Joohyuk beni duymuyor gibiydi, dudakları omzundan boynuma doğru uzandı. Daha sert daha hırslı öpüyordu. Sırt üstü döndüm. "Sahiden," dedim, "hiç havamda değilim, başka zaman."

"Artık beni sevmiyorsun." dedi. Sarhoş olsaydı çocuk gibi ağlardı.

"Alakası yok." dedim. "Hadi uyuyalım."

Ona sarılmak için hamle yaptığımda bir çırpıda ayağa kalktı ve "Siktiğimin hayatında beni hiç sevmedin!" diye bağırdı.

"Sus." dedim, Joohyuk'un aksine fısıltıyla konuşmaya çalışıyordum. "Annenler duyacak."

Ellerini kısa, siyah saçları arasına daldırdı. "Beni sevmiyorsun. Seni asla mutlu edemiyorum; tatillere götüyorum, her istediğini alıyorum, bir şeyi canın çektiğinde gecenin körü bile olsa bulup sana getiriyorum, seni kendi ellerimle yıkıyorum, güzelim saçlarını ellerimle boyuyorum. Ama yetmiyor sana, her zaman bana karşı minnetsiz ve huysuzsun."

"Ben buyum." dedim. "Özür dilerim. Bilerek yapmıyorum."

Joohyuk'a ilk defa üzüldüm. Sorun bende miydi?

"Her zaman beni ilgisizlikle suçladığını biliyorum. Peki ya sen?" diye sordu, "Sen benim en sevdiğim şeyi biliyor musun? En yakın arkadaşımı?"

"Haklısın, bilmiyorum. Çünkü en yakın arkadaşın da en sevdiğin şey de alkol ve sen sarhoşken seninle konuşamıyorum."

"Neden!" diye bağırdığında, camlar kırılacak sandım. "Neden alkol kullanmamdan bu kadar nefret ediyorsun! Bir içkiyi bu kadar sorun haline getiriyor olamazsın! Sen ruh hastasısın!"

"Sanırım öyleyim." dedim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "İstersen ayrılabiliriz."

Joohyuk'a "ayrılmak" kelimesini kullanmam onu sahiden çıldırttı. Beni kolumdan yakaladı ve ayağa kaldırdı. Beni tekrar fırlatacak sandım, "Senden ayrılmak isteyen kim? Neden ikide bir bunu söylüyorsun? Derdin ne Taehyung!"

"Bilmiyorum." dedim, dudaklarım titriyordu. Biraz daha soru sorarsa ağlamaya başlayacaktım. "Sana ve bana baktığımda, karşımda anne ve babamı görüyorum."

Duraksadı.

Gözlerim yaşardı, ağlamak istemiyordum ama elimde değildi. Keşke geçmişte birileri benimle ilgilenseydi, sanırım buna çocukluk travması deniyordu. Zihnim sürekli Joohyuk'u alkol kullanırken gördüğünde anne ve babamı aklıma getiriyordu. Ettiği kavgaları, annemin komaya girmesini ve babamın "Öl artık, ikimizde kurtulalım." demesini, sonra tıpkı Joohyuk ve benim ilişkimde olduğu gibi babamında anneme olan bağımlılığı yüzünden tekrar annemi hastaneye götürmesini, annemin midesi yıkandıktan ertesi günlerde çok tatlı, çok sakin bir kadın olmasını, alkol aldığını anda içinde çıkan canavarı, babama saldırmasını, babamın hıncını benden çıkarmasını, en sonunda evi terk edişini, annemin bana bakamayışını ve ben yurda yerleştirildiğimde ertesi sene intihar edip ölüşünü.

"Atlatamıyorum." dedim, artık ağlıyordum. Gözlerimden yaşlar o kadar süratli dökülüyordu ki, ben bile kendime şaşırdım. Sahiden çok zayıf bir çocuktum.

"Neyi atlamıyorsun?"

"Yaşananları."

"Sana annenin babana davrandığını gibi mi davranıyorum?"

"Sonumuzun aynı olacağını hissediyorum."

O zaman Joohyuk'un da ağladığını hissettim. Biz berbat, acınası bir haldeydik.

***

Saat sabahın beşiydi, o gece hiç uyumadım. İçimden bir şeyler çoktan kopup gitmişti.

Kalktım ve banyoya gittim. Parlak, dalgalı sarı saçlarım omzuna dökülüyordu. Joohyuk saçlarıma aşıktı. Gece bile saçlarımı okşadı, uyuyana dek defalarca kez öptü onları. Belki de Joohyuk'da sevgi görmemiş bir çocuktu, saçlarımla ilgilendiğinde, o sevgisini gösterme şekliydi ve ben anlamıyordum. Bilmiyorum. Artık bir önemi kalmamıştı.

Banyo dolaplarında makas aramaya başladım. Ortalığı kurcaladım, biraz da ses çıkardım ama Joohyuk uyanmadı. Aradığımı buldum. Aynanın karşısında kendime baktım, cılız vücudum, kızarmış gözlerim ve burnumun üst kısmında duran yara iziyle çirkin görünüyordum. Joohyuk'un beni sevmesinin tek nedeni saçlarımdı.

Saçlarımı kestim.

Kafama göre makası daldırıyordum, kulak hizama kadar kestim parlak tutamları. Saçlarım dehşet vericiydi, iğrenç gözüküyordu. Bu halde dışarı çıksam deli olduğumu düşünürlerdi, buna hiç şüphe yoktu. Umursamadım.

Biraz ağladım, annemin okşadığı saçlarımdan her zaman nefret ettiğimi Joohyuk'a hiç söyleyemedim ve saçlarımı kaybettiğimde, ölen annemin bu kez de içimde öldüğünü hissettim.

Banyodan çıktım ve üzerimi giyindim. Pasaportum ve cüzdanım dışında hiçbir şey almadım yanıma, giysilerim, elektronik eşyalarım, hepsi Joohyuk'undu. Cüzdanımdaki para da onundu ama paraya ihtiyacım vardı. Diğer eşyalarımı bırakırken kendimi daha az adi hissetmeye çalıştım.

Odadan çıkıp gitmeden önce Joohyuk'u dudağından öptüm. O, hayatta âşık olduğumu sandığım ilk kişiydi.

Gitmeden önce komodinin üzerine ufak bir not bıraktım. İlk âşkımın bunu hak ettiğini düşünüyordum.

"Joohyuk," diye yazarak başladım nota, "Sen saçlarıma aşıktın ama ben hiç sevmedim onları."




Like California, Taehyung'un "For Us" şarkısından esinlendiğim kısa bir hikâyeydi ve uzun süredir taslaklarımda duruyordu. Oysa finaline sadece iki bölüm var, bu yüzden yazıp  tamamlamak istiyorum, umarım keyifle okursunuz. Yakında görüşmek üzere

Continue Reading

You'll Also Like

Lech By Vex

Teen Fiction

18.9K 2.7K 16
Sen insanların dilinde bir güneşsen ben ayım, Taehyung; belli zamanlarda senin önüne çıkar ve bizi buluştururum. Sonra bir gün çarpışırız ve evren b...
34.3K 3K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
91.4K 7.2K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
110K 10.5K 25
Yitirilen güzellikler, yaşanamayan ya da açıklanamayan sevgiler, karşılaşılan vurdumduymazlıklar; incelikten, saygıdan yoksun durumlar, umutların tük...