ZAMAN SARNICI

By as_nighthawk

16.7K 1.3K 261

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... More

1: Bir Gece Ansızın
2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
10: Sorular Ve Sorgular
11: Boomerang
12: İlkler Ve Şimdiler
13: Bir Bakışta Bin Anlam
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
18: Kırk Birinci Tilki
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

4: Altın Kafes

865 63 8
By as_nighthawk

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

"Yüzü çok güzel, acaba gözleri ne renk?" kulağıma dolan uğultular nihayet anlamlı bir bütün haline gelmeye başladığında birbirine yapışmış gibi ayrılmamakta direnen göz kapaklarımı zor bela aralamıştım nihayet.

"Yeşil." diye mırıldandım başımdaki sesin sahibi kıza. Gözlerimi tam anlamıyla açmayı başardığımda etrafıma bakındım ama tanıdık gelen hiçbir şey yoktu. Neler olduğunu hatırlamak için biraz kendimi zorladığımda sarnıçta bulunan ceset, zaman yolculuğu safsatası, pazar, tokat, baş dönmesi... Hepsi bir bir zihnime dolmuştu. Aklımı dört bir yandan kuşatan anılarla hızla dirseklerimin üzerinde doğruldum.

"Daha iyileşmedin, istirahat etmelisin." diyerek omzumdan iterek tekrar yatıran kıza baktım. 19 - 20 yaşlarında kumral, kahverengi gözlü, açık tenli ve üzerinde dönem dizilerinde gördüğümüz cinsten kıyafetler olan tabiri caizse çıtı pıtı bir kızdı. Yatağımın yanına kurulmuştu. 

Onun bir adım arkasındaki ona göre bir tık daha esmer kalan kız da ayakta dikilmiş bana bakıyordu.

"Ne oldu bana, neredeyim?" bir yandan güçlü çıkarmaya çalıştığım sesimle sorularımı sormuş, bir yandan da bulunduğum mekanı inceliyordum. 

Taş duvarlarla örülmüş kapalı bir mekandaydım. Duvarların önüne tahtadan raflar, rafların üzerlerine de içlerinde değişik renkli sıvılar ve otlar olan şişeler sıra sıra dizilmişlerdi. Muhtemelen bir şifahaneydi burası.

"Seni çarşının ortasında baygın bulmuş ağalardan biri, alıp buraya getirmiş." diye açıkladı, esmer olan. Konuşurken ben gözlerimi dikmiş ona bakıyordum ama o hiç tam anlamıyla gözlerime bakamamıştı. Bakışları yüzümde saliselik misafir olup hemen sahibi tarafından kaçırılıyordu. 

"Peki burası neresi?" diye yineledim sorumu. "Ve lütfen konuşurken yüzüme bakın." diye de son direktifimi verdim.

"Saraydasın." açık tenli olan gülümseyerek cevabımı verirken, ben doğru duyup duymadığımı anlamak için kendime biraz zaman verdim. Ne demek saraydayım? Bu kez bana engel olmalarına izin vermeden doğruldum yattığım yerden. 

"Ne demek 'saraydasın', benim ne işim var burada?" deyip yattığım yer yatağından ayaklarımı dışarıya çıkarıp hızla ayaklandım. Üstümü başımı düzeltme bahanesiyle elim karın çevremi yokladığında sakladıklarımın yerli yerinde durduğunu fark edince küçük bir rahatlama yaşadım. Başımı kaldırıp karşımdaki kızlara baktığımda tedirgince birbirlerine bakıyorlardı.

"Ne kadar zamandır buradayım?" umarım sarnıca gitmek için yeterli zamanım vardır. Kenara konulmuş botlarıma yaklaşıp hızlıca ayaklarıma geçirdim. Neyse ki silahımı falan çıkarmıştım oradan. 

"Öğleden sonra getirdiler seni, neredeyse yarım gündür buradasın." sorduğum her sorunun cevabı daha büyük bir kaosa sürüklüyordu beni.

"Nasıl çıkabilirim buradan?" alacağım cevaptan korkarak sorduğum bir diğer soru da buydu.

"Çıkamazsın." sesinin kısıklığı muhtemelen tepkimden çekindiği içindi, ki oldukça haklıydı çekinmekte zira her an çıldırabilirdim.

"Af Buyur?" diye mırıldandım kızın üzerine doğru yavaş adımlarla yürürken. Ben ilerledikçe kızlar geriye doğru gitmeye başlamışlardı. Sayı olarak fazla olmalarının hiçbir ehemmiyeti yoktu çünkü gözlerimdeki deli bakışları görmüşlerdi.   

"Seni buraya getiren ağa, ne gidecek bir yerinin ne de kimin kimsen olmadığını söyleyince seni hareme aldılar. " derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Sakinleşip mantığımla hareket etmem gerekiyordu. Gözlerimi kapatıp bir süre sakince düşünmeye çalıştım. Daha sonra hızlıca açtığım gözlerimi karşımdaki açık tenli kıza diktim.

"Derhal bana yetkili birini çağırın!" benden daha çok çekinen esmer kız hızlıca başını sallayıp odanın çıkışına ilerledi. Ben de sırtımı raflardan boşta kalan yerdeki duvara yasladım. Gözlerimi taş zeminde dolaştırsam da zihnim kaçış yolunu reflekslerim ise karşımdaki kızın ters bir hareketini arıyordu. Kısa süre sonra kapıya yaklaşan adım sesleri duyduğumda doğrulup beklemeye başladım.

Kapı açıldığında içeriye otuzlu yaşlarda, yine döneme göre giyinmiş bir kadın, arkasından da az önceki esmer kız girdi. 

"Nihayet uyanmışsın hatun." bana doğru konuşmasıyla onu incelemeye bir son verip gözlerimi yüzüne diktim.

"Ben burada kalamam, gitmek istiyorum." dedim hışımla. Kadının yüzüne ufak bir gülümseme kondu.

"Neden gitmek istiyorsun? Burada sana iyi bakarız merak etme. Hem elin iş tutar, hem de hayırlısıyla sana bir koca buluruz evlenir, yuvanı kurarsın, fena mı?" Kadın yüzündeki gülümsemeyi bozmasa da söylediklerine koşulsuz itaat bekler bir otorite sahibi gibi duruyordu.

"Anlamıyorsunuz, benim ailemin yanına dönmem gerek. Buraya gelmeyi ben istemedim, o manyak herif zorla getirmiş beni. Üstelik ben esir, köle - artık adı her neyse -  değilim, beni alıkoyamazsınız!" sonlara doğru sesim sertleşirken beni tiye alırlarsa ne halt edeceğimi düşünüyordum. Keşke en başından Türk olduğumu söyleseydim. Eminim başıma bunlar gelmezdi. Şimdi Türk olduğumu söylesem konuşmamı nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Hiçbir şey yapamazsam kaçmanın bir yolunu bulurdum illa ki.

"Ailen nerede?"  soruyu sorarken ki ses tonu beni germişti. Hadi yalan söyle de yakayım çıranı der gibiydi.

"Mora'da."  diye mırıldandım, yüzüne özlem oturmuş bir kız çocuğu gibi.

"Neyle gidecektin?" sorularla beni sıkıştırıp, teslim olmamı sağlamaya çalışıyordu. Biraz daha devam ederse, üzerimdeki gözlerini çekmesi için teslim olmuş numarası yapacaktım.

"Gemiyle."  en nihayetinde bu devirde Yunanistan'a uçakla gidecek halim yoktu ya!

"Bu vakitte limanda gemi falan kalmamıştır. Yarın sabah durumunu konuşur, ona göre bir karara varırız. Gitmen gerekirse gidersin, kalman gerekirse kalırsın." itiraz istemeyen ses tonuyla omuzlarımı sahte bir yenilmişlikle düşürdüm. Yüzümde üzgün ve bir o kadar da yorgun bir ifade olması, kadının yüzündeki kendinden emin gülümsemeyi artırdı. Elini düşen omuzlarımdan birine koyup, samimiyetle ovaladı.

"Endişelenme, senin için iyi olan neyse o yapılır." gözlerimi devirmemek için zor tuttum kendimi. Benim için iyi olanı ben bilirdim, teşekkürler(!) Bunları söylemek yerine dudaklarıma zoraki küçük bir gülümseme kondurdum. Ben de bir şey biliyorduysam, bunlar beni bırakmazlardı. En iyisi kaçmaktı, bunun içinde yapabileceğim ilk şey onlara uyum sağlayıp, gözlerini üzerimden çekmelerini sağlamaktı. Köprüyü geçene kadar her şeye eyvallah diyecektim.

Göreve başladıktan sonra kendimi hiç psikolojik açıdan bu kadar yorgun ve çökmüş hissetmemiştim. Şuan ağlamanın sınırındaydım. Biraz daha bu yerde tıkılıp kalırsam kaçınılmaz olacaktı ağlamak benim için. 

"Kızlar seni hamama götürsünler bir güzel yıkan, sonra da yat iyice bir dinlen. Dediğim gibi sabah konuşuruz." deyip kızlara işaret verdi ve bulunduğumuz odadan çıktı. O çıkar çıkmaz kızlar bana doğru gelip ikisi iki yandan kollarıma girdiler ve beni odadan çıkardılar.

Zemini de duvarları da taş olan koridorlarda ilerlerken, tek ışık kaynağı duvarlarda asılı olan meşaleler sayesinde önümü çok rahat bir şekilde görebiliyordum. Yine kızların yönlendirmesiyle geldiğimiz koridorda çift kanatlı ahşap bir kapının önünde durduk. Kızlardan açık tenli olan kolumdan çıkıp kapıyı araladı ve girmem için kenara çekildi. İçeriye doğru adımladığımda esmer kız da kolumdan çıkmıştı. Ben önde onlar arkamda içeriye girdiğimizde her ne kadar önden yürüsem de tüm algılarımı açmış arkamdakilerin hareketlerini sezinlemeye çalışıyordum. 

Girdiğimiz yer mermerlerle kaplı olsa da ortada ne göbek taşı ne de herhangi bir su teknesi falan olmaması karşımdaki kapılardan birinin asıl hamam olduğunu düşünmemi sağlamıştı. Bulunduğum yer sanırım küçük bir antre, hol... artık adı her neyse idi.  

"Reyhan sen git, giyecek bir şeyler getir. Ben de yıkanmasına yardım edeyim." Açık tenli konuştuğunda nihayet içlerinden birinin adını öğrenmiştim. Esmer olan yani Reyhan başını sallayarak hamamdan çıkmak için kapıya yöneldi.

"Reyhan!" seslenmemle dönüp bana baktı.

"Efendim." ilk başta ki konuşmamıza göre artık daha cesurdu hareketleri.

"Rica etsem bana da içine eşyalarımı koyabileceğim kese gibi bir şey getirir misin?" dedim aklıma silahlarımı falan saklayabileceğim bir yer gelirken.

"Nasıl bir şey istiyorsun ki?" 

"Ya ailemin verdiği bir kaç küçük eşyam var, onları içine koyup, boynumdan asmak istiyorum. Öyle bir şey var mı?" umarım vardır, yoksa eşyalarımı ne yapacağımı hiç bilmiyordum.

"Var var, getiririm ben şimdi." deyip hızlı adımlarla girdiğimiz kapıdan çıktı. Bakışlarımı açık tenli kıza çevirdim.

"Senin adın ne?" artık gerçekten isimleri ile hitap etmek istiyordum.

"Gülcan benim adım. Senin ki de Helen'miş galiba Kalender ağa öyle söylemiş." dediğinde söylediğim yalanı tekrar hatırlayarak başımı salladım. Yalanların arasında tıkılıp kalmıştım resmen. Bana dair tek bir gerçek bile yoktu burada.

Biraz sonra kapı açılıp içeriye elinde küçük bir heybeyle Reyhan girdiğinde, Gülcan yandaki kapılardan birini açtı ve geçmem için çekildi.

"Sen burada üstünü çıkar, kenardaki havlulardan üstüne sar ben de suyu hazırlayayım. Reyhan seni kapıda bekler." beklemese şaşardım. Göz devirme isteğime zoraki engel olup açtığı kapıdan içeriye girdim. Reyhan da arkamdan girip, elindeki heybeyi oturma alanının üstüne koyup bana gülümseyerek çıktı ve ardından kapıyı da kapattı.

O çıkar çıkmaz heybeyi açtım ve en üstte duran hemen hemen istediğime yakın olan keseyi elim aldım. Onu kenara koyup heybenin içindeki kıyafetleri de çıkardığımda hızla soyunmaya başladım. Bahçeden çaldığım kıyafetleri çıkardığımda kendi kıyafetlerim kalmıştı üstümde. Ama artık onları üzerimde tutmazdım çünkü kızların giydiği kıyafetlere bakınca yakası açık, kolları dirsekten tül ve açık olan bildiğimiz dönem dizisi kıyafetleriydi. Benimse üzerimde siyah boğazlı kazak, hemen üstünde deri ceketim ve altımda kot pantolonum vardı. Yani o kıyafetlerin altına kendiminkileri giyinemezdim. En doğrusu kıyafetlerimin hepsinden kurtulmaktı.  

Hızlıca kendi üstümdekileri de çıkardığımda, kendi kıyafetlerimi çaldığım kıyafetlerin arasına iyice saklayıp heybenin içine koydum. Kazağımı çıkarmadan önce içine sakladığım silahlarımı, kimliğimi falan Reyhan'ın getirdiği kesenin içine doldurup, ağzını iyice sıktım ve raflardaki havluların arasına sakladım. Belimdeki kemerimi de aynı yere sakladıktan sonra iç çamaşırlarımı da çıkarıp, yeni gelen kıyafetlerin yanına koydum, onları tekrar giyinecektim. Zira burada sutyen olduğunu pek sanmıyordum. 

Raflardaki havlulardan birini vücuduma sarıp, saçımdaki tokayı da çıkarıp bileğime taktım ve etrafı son bir kez kontrol edip kapıyı aralayarak dışarıya çıktım. 

Çıktığımı gören Reyhan sırtını yasladığı duvardan doğruldu ve gülümseyerek bana baktı.

"Ben hazırım." aferin Gonca, kız görmüyor sanki hazır olduğunu. Benim konuşmamla gülüşü büyüyerek başını salladı ve tam karşımızdaki kapıya doğru yürüdü. 

"Bu taraftan." dediğinde peşine takılıp ben de girdiği kapıdan girdim. Tahmin ettiğim gibi gerçek hamam burasıydı. Gülcan da benim gibi soyunmuş ve havluya bürünmüş bir su teknesinin yanında bekliyordu. Ben ona yaklaşırken Reyhan geri de durmuş ve bekleme pozisyonu almıştı.

Gülcan'ın yanına gittiğimde eline aldığı bir tas suyu bana doğru döndürmüştü ki, onu elimle durdurdum.

"Teşekkür ederim ama kendim yıkanabilirim." deyip elindeki tası aldım ve başımdan aşağı döktüm. Her ne kadar bir duş başlığı kadar hoş olmasa da bu da idare ederdi.

Gülcan, "Ama-" diye itiraz edecekken onu, "Lütfen!" diyerek susturmuştum.

******

 Beni iliklerime kadar rahatlatan hamam sefasından sonra giyinme için kıyafetlerin bulunduğu odaya girdim. Kurulandıktan sonra çamaşırlarımı üzerime geçirdim ve gelen kıyafetleri incelemeye başladım. Dört parçadan oluşan kıyafetlere baktığımda nasıl giyineceğimi bir türlü anlamamıştım. Havluyu tekrar vücuduma sardım ve kıyafetleri elime alarak odanın kapısını araladım ve karşımda bekleyen Reyhan'a gözlerimi diktim.

"Bunları nasıl giymem gerekiyor?" sorumu duyduğunda kahkaha atmamak için kendini sıktığını buradan bile anlayabilmiştim. Ne vardı bunda gülecek, herkes bilmek zorunda mıydı? 

"Bu ikisi yatarken giymen için," deyip elimdekilerin ikisini kendi eline aldı. "diğer ikisi de gün içinde giyinmen için." dediğinde elindeki kıyafetleri alarak odaya yöneldim. Kapıyı kapatacakken Reyhan'ın hâlâ gülen suratına bakıp göz devirdim.

"Gül gül, içinde kalmasın." deyip kapıyı suratına kapattım. Kapının ardından kıkırtı sesleri geliyordu. Başımı iki yana sallayıp işime döndüm.

Gecelik olarak giyinmem gerekenleri giyinip, havluların arasına sakladığım keseyi ve kemerimi aldım. Keseyi açıp her ihtimale karşı içini tekrar kontrol edip ağzını sıkıca bağladım  ve üzerimdeki geceliği yukarıya kaldırıp, çıplak bacağımı orta çıkardım. Daha rahat sarabilmek için oturma alanına bacağımı boylu boyunca uzattım ve kemeri altından geçirip üstüne keseyi koydum. Kemeri bacağımın ve kesenin etrafında bir kaç tur sarıp, keseyi iyice bacağıma yapışık hale getirdim. Ayağa kalkıp üzerimi düzeltip herhangi bir sıkıntı olup olmadığını kontrol ettim ama neyse ki bir sıkıntı yoktu. Kendi kıyafetlerimi koyduğum heybe midir, bohça mıdır neyse, onu açıp, botlarımı da içine koydum ve ağzını sıkıca bağladım. Yarın için giyeceğim kıyafetleri de bohçayla birlikte elime aldığımda nihayet hazırdım.

Kapıyı aralayıp çıktığımda çaprazda kalan bir kapı da eş zamanlı olarak açılmış ve üzerinde benim gibi geceliği olan Gülcan dışarıya çıkmıştı. Reyhan garibim ise bizi beklemekten bir hal olmuştu anladığım kadarıyla. Çünkü biz çıkar çıkmaz yüzünden 'hele şükür' ifadesi resmen okunuyordu.

Geldiğimiz koridora çıktığımızda derin bir nefes aldım, hamamın havası basmıştı iyice.

"Eee kızlar, sizin yolunuz nasıl düştü saraya?" iki yanımda yürüyen kızlara teker teker bakmıştım sorumu sorarken. 

"Ben Acem diyarındanım, babam tüccardı. Bir gün onun kervanıyla birlikte yola çıkmışken eşkıyaların baskınına uğradık. Babamı öldürdüler, beni de esir pazarında sattılar. Annemle kardeşlerim ne haldeler bilmem. Bir daha ne gördüm ne de haber alabildim." Reyhan'ın söyledikleriyle eş zamanlı olarak gözlerine oturan hüzün içime dokunmuştu. Hikayelerde okuduğumuz, filmlerde, dizilerde izlediğimiz o hayatların gerçekten başına gelen birilerinin olması, üstelik o kimselerin şimdi yanı başımda olması tüylerimi ürpertiyordu.

Kendini anlatma sırası Gülcan'a gelince gözlerimi ona diktim. Yüzüme yalın bir gülümsemeyle baktı.

"Ben devşirme olarak geldim." dediğinde kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

"Nasıl yani?" diye mırıldandım. Devşirmenin ne olduğunu bilsem de, onların benim bunu bildiğimden haberleri yoktu. Üstelik birebir yaşayan birinden duymak, okumaktan daha keyifliydi.

Taşlık diye tahmin ettiğim yere geldiğimizde sıra sıra dizilmiş yer yataklarını ve bizimle bir örnek giyinmiş kızları görünce kendimi bir an kız yurdundaymışım gibi hissettim.

"Şöyle ki, Trabzon'da yaşayan Rum bir ailenin kızıydım. Bir gün devlet görevlileri kapımızı çaldılar ve aileme beni sarayda eğitim görmem için verip vermeyeceklerini sordular. Ailem de beni vermek isteyince... işte yıllardır buradayım." Gülcan konuşarak, yan yana dizilmiş üç yatağın önüne geldiğinde eliyle bana kenardakini gösterdi ve o da ortadakinin üzerine oturdu. Biz otururken Reyhan da üstünü değiştirmek için yanımızdan ayrılmıştı.

"İstersen eşyalarını oraya koyup, kilitleyebilirsin." diyerek her yatağın baş ucunda bulunan küçük dolapları gösterdiğinde teşekkür mahiyetinde gülümseyip, elimdeki heybeyi ve yarın giyineceğim elbiseyi dolaba koyup kilitledim. Anahtarı da alarak ucundaki küçük ip sayesinde sutyenimin kol askısına bağlayıp içime sarkıttım. Eşyalara bir şey olması korkusundan çok, olası bir kurcalama sonucunda kendi kıyafetlerimi görürlerse nasıl açıklayabileceğimi düşünmek istemiyordum açıkçası. Gülcan'ın dikkatle hareketlerimi izlediğini fark ettiğimde ilgisini başka yere çekmeye çalıştım.

"Ailen seni isteyerek gönderdi öyle mi?" bir tarih sever olarak işleyişin nasıl olduğunu bilsem de, üzerimdeki ilgiyi en kolay soru sorarak dağıtabileceğimin de bilincindeydim.

"Evet, buradaki çoğu kızın durumu böyle. Reyhan gibi köle olarak gelenlerin sayısı çok az. Burası hanedan mensuplarının yaşadığı yer olduğu gibi, bir mektep de aslında. Kızlar küçük yaşta ailesinin izniyle saraya getirilip burada eğitim görür. Daha sonra yaşı yaklaşanlar için münasip kısmetler bakılmaya başlanır. Beyler, paşalar gibi. Bazılarımız da Hünkarımız ve şehzadelerimiz için hazırlanırız." diye bir solukta anlattı.

"Peki ya yaşı geldiği hatta geçtiği halde evlenemeyenlere ne oluyor?" bu konuyu gerçekten bilmiyordum.    

"Onlar da çekip çevirmekte maharetliyse eğer, haremde kalfalık yaparlar. Yok buna da mahareti yoksa saraydan çıkarılıp, kendisine tahsis edilen evde küçük de olsa bir maaşla yaşamaya başlarlar." dediğinde anladığımı belli eden bir mırıltı çıkardım. Tam o sırada Reyhan da gelince Herkes kendi yatağının içine girdi. Ben de yorganı açıp gireceğim sırada açılan bacağım ve on değen dikkatli bakışları görmezden geldim. Çünkü açılan bacağım keseyi sardığım bacağım değildi.

"Helen hatun?" Gülcan'ın seslenişiyle ona döndüm.

"Efendim Gülcan?" gözlerindeki meraklı parıltılar buradan bile ışıldıyorlardı.

"Hamamda da soracaktım, soramadım." deyip kirpiklerinin altından utangaç bakışlar atmaya başladı.

"Seni dinliyorum." dedim devam etmesi için. Kaçamak bakışları tekrar bacağıma değdiğinde kaşlarımı çatıp bacağıma bakmaya başladım. Benim göremediğim bir şey mi vardı acaba, ya da bu kız niyeti mi bozmuştu?!

Ne oluyor ya! 

"Senin vücudunda niye hiç tüy yok?" sorusu ağzından çıktığında kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Bir yandan da sesim çıkmasın diye elimle ağzımı kapatmaya çalışıyordum. Biraz gülmemi durdurabildiğimde derin bir nefes aldım ve Gülcan'ın utançtan kızaran yanaklarını sıkmamak için kendimle bir iç savaşa girdim. Sanırım hangi yüzyılda yaşadığının hiçbir ehemmiyeti yoktu, kadın olmak her zaman zordu.

"Kusura bakma Gülcan, böyle bir soru beklemiyordum. Boş bulundum." diyerek gülüşümü açıkladıktan sonra sorusuna vereceğim cevabı kısa süreliğine düşündüm. En nihayetinde ona lazer epilasyondan bahsedecek değildim.

"Mora da ablamın bir arkadaşı vardı, böyle otlarla falan bir karışım yapardı. Onu sürmüştük, ondan sonra hiç çıkmadı." diye uydurabildiğim en iyi yalanı uydurmuştum.

"Peki hangi otları kardığını biliyor musun?" umutla sorduğu soruya vereceğim cevap için üzgündüm.

"Maalesef, bilmiyorum." deyip yeni sorulardan kaçınmak için yalandan esnedim.

"Neyse sen de hastaydın zaten yatalım da dinlen biraz." diye mırıldanırken çoktan yatağına uzanmıştı bile. Ben de hızlıca yorganın altında girip gözlerimi kapattım.

"Allah rahatlık versin." Gülcan'ın sesini duyduğumda gözlerimi aralayıp ona baktım ve gülümseyerek karşılık verdim. Tekrar gözlerimi kapattığımda bu cehennemden çıkış yolları için bir şeyler düşünmeye çalıştım. Umarım geç olmadan buradan kurtulmanın bir yolunu bulabilirdim.  

Burası başkalarının cenneti, benim ise altın kafesimdi.

*******

Taşlığın kapısından gelen tıkırtılar sayesinde anında gözlerim açılmıştı. Yıllardır aldığım askeri eğitim ve polisliğim neticesinde asla derin uyku uyuyamıyordum. En ufak bir ses anında  bütün algılarımı açık hale getiriyordu. 

Başımı yattığım yerden kaldırıp kapıdan içeriye giren, dün şifahanede benimle konuşan kadın girmişti. Elinde altın renginde küçük bir çıngırak tutuyordu. Arkasında bir tane daha kız vardı.

Kadın bir anda çıngırağı sallamaya başlayınca çıkan sesten dolayı kulaklarımı kapatmak istedim.  Neyse ki çok sürmeden çıngırağı sallamayı bırakmıştı. Uyuyan kızlardan yükselen huysuz mırıltılar eşliğinde yattığım yerden doğruldum. Yanıma baktığımda Gülcan ve Reyhan'ın da uyananlar kervanına katıldığını gördüm.

"Hayırlı sabahlar kızlar." Reyhan'ın uykulu çıkan sesine daha dinç bir şekilde karşılık verdim.

"Hayırlı sabahlar." Gülcan da sabah selamımıza eşlik ettikten sonra doğrulsak da yorganın altından çıkmaya kimsenin niyeti yokmuş gibi olduğumuz yerde duruyorduk. 

"Hadi kızlar, bugün çok işimiz var. Biliyorsunuz ki, Hünkarımız 2 gün sonra sefere çıkacak, onun yokluğunda tahta vekaleten bakmak için şehzade Tuğrul bugün sancaktan dönecekler." dediğinde kızlardan heyecanlı kıpırtılar yükselmeye başlamıştı. Ah, hayır! İşte bu sahne tam da dizilerdeki gibiydi. Muhtemelen görünüşünün, karakterinin hiçbir ehemmiyeti yoktu, şehzade sıfatı taşıyor olması buradaki birçok kızın kalbinin heyecanla kıpraşmasına sebep oluyordu. Çünkü bu kızların asıl istediği bir erkekten, aşktan ziyade; onlara sosyal statü veya güç kazandıracak bir aşk veya erkekti. Onaylamaz bir şekilde başımı sallarken gözlerim kızaran yanaklarıyla, gözlerindeki parıltılara işlemiş heyecanıyla, etrafına utangaç bakışlar atan Gonca'ya kaydı. Sende mi Brütüs?!

"Ne zaman gelir şehzademiz Mihriban kalfa?" karşı sırada yatağında oturan kız yüzünde imalı gülüşüyle, bakışlarından açıkça okunan 'geliyor gönlümün efendisi' halleriyle niyetini fazlaca belli ede ede sormuştu. Onun bu cüretkar tavrı karşısında bakışlarım istemsizce Gülcan'ı bulduğunda, kızın tavrı onu hiç rahatsız etmiş gibi durmuyordu. Bu genişliğe ilk başta anlam veremesem de buranın harem olduğunu bağıran tarafım ile her şey bir kez daha oturmuştu kafamda. Ama şöyle bir gerçek vardı ki, bu sistemi anlayabileceğimi pek sanmıyordum. Benim olan benimdir; bırakın başka bir kadın ile paylaşmayı, gözü dişi sineğe değse benim için o adam bitmiştir. Yani harem kesinlikle bana göre bir yer değildi, Hünkara yahut hanedandan birilerine racon kestiğimi düşünüyordum da hayali bile komikti. Gerçi Hünkar da bana gelip, 'ben racon kesmem kafa keserim' deseydi alırdım bence cevabımı. Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimden arındım. Daha önemli bir mevzuu vardı; ben ne zaman buradan çıkacaktım?

"Öğlene doğru gelmiş olurlar. O vakte kadar bütün işleri bitirmeliyiz çünkü akşama şehzademizin gelişi şerefine eğlence tertip edilecek." kadın geniş salonda sesini duyurabilmek için yüksek perdeden bağırdığında kızlar heyecanlarına yenilerek ayaklanmaya başladılar. Mihriban denilen kadının taşlıktan çıkmak üzere bize arkasını döndüğünü gördüğümde, diğerlerine aldırmayıp hızla ayağa kalktım ve yatağın kenarına dün gece sıkarmış olduğum hasırdan sandaletleri ayağıma geçirdim ve kadının peşinden koşturdum.

"Mihriban kalfa!" diye seslendiğimde arkasını dönüp bana bakmış ve ona yetişmemi beklemişti.

"Hayırdır hatun ne oldu?"

"Ben saraydan ayrılmak istiyordum; hatırlarsanız dün de söylemiştim. Siz de bana bugün haber vereceğinizi söylemiştiniz." bir solukta anlatmıştım derdimi. Kadının yüzünden küçük bir düşünce ifadesi geçti sonra yüzü aydınlandı.

"Saraydan iki gün önce bir cariye kaçmıştı. Her yerde arattık ama bir yerde bulamadık. Seni bulan ağa da arayanlardan biriydi, kızı tanımıyordu. Senin de dilimiz hem çok iyi hem de bir yabancı gibi konuştuğunu, bir de kimsesiz olduğunu duyunca seni o sanmış. O yüzden saraya getirmiş zorla. Aldığımız karara göre gidebilirsin. Ama gidecek bir yerim yok diyorsan burada da kalabilirsin." kadın sözlerini bitirdiğinde yüzüme yayılan geniş tebessüme engel olamamıştım. "Karar vermeden önce iyi düşün, maşallah pek güzelsin, sultanlarımızdan yahut da şehzadelerimizden birinin ilgisini çeksen, başına talih kuşu konardı. Yerinde olsam kalırdım." son söylediklerine gözlerimi devirmek istiyordum.  

"Hayır, teşekkür ederim ama gitmek istiyorum." dediğimde başını salladı.

"Eğer acelen yoksa hazırlıklara yardım et de öyle git, ne kadar kalabalık o kadar hızlı en nihayetinde." bu kez de ben başımı sallayarak onayladım onu.

"Tamam, yardımcı olurum elimden geldiğince." dediğimde kadın tek eliyle omzumu sıvazlayıp önce yanımdan daha sonra da taşlıktan ayrıldı. Bende hızlıca yattığım yere, kızların yanına döndüm. Onların yavaştan yataklarını topladığını görünce ben de yatağımı toplamaya başladım.

"Ne konuştun Mihriban kalfa ile?" sorusuyla Gülcan'a baktım.

"Gidebilir miyim diye sordum, o da gidebileceğimi söyledi." dedim yorganı katlarken.

"Nasıl yani, gidecek misin?" yüzünün düşmesini anlamamıştım. Bu kadar çabuk bağlanmış olamazdı değil mi? Ah Gülcan'ım üzümlü kekim, seni çok üzerler bu dünyada.

"Evet, size yardım edip gideceğim." dedim omuz silkerek.

"Şehzademizi görmeden mi gideceksin?" bu kez soran Reyhan'dı. Umursamazca omuzlarımı silkeledim.

"Merak ettiğim söylenemez." sesimde hislerim kadar umursamazdı.

"Ah, ah! Bir görsen böyle söylemezsin. Şu hareme bak kasvetinden geçilmezdi ama şehzademizin adı bile yetti baharı getirmeye." Gülcan'ın hülyalı sesine dayanamayıp kahkaha attım. 

"Bakıyorum da pek seviyorsunuz şehzademizi." dedim gülüşümü saklamayarak.

"Onu görüp de sevmemek kimin haddine?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı.

"Gönül ne zamandan beri had hudut dinliyormuş?" sinirim sesime yansıyordu. 

"Valla hiç kızma Helen, Bir kızın isteyebileceği her şeye sahip biri şehzademiz." gözlerimi devirdim.

"Şan, şöhret, güç, zenginlik... Kızlar sadece bunu mu isterler sanıyorsun?" sesimdeki alay kolayca fark edilebiliyordu.

"Evet bu saydıklarının hepsi var, ama bunlar diğer şehzadelerimizde de var. Niye sadece şehzade Tuğrul için bu kadar heyecanlanıyoruz sence?" Bu kez Reyhan'ın sesini duyduğumda ondan böyle bir çıkış beklemediğimi fark ettim.

"Bilmem neden heyecanlanıyormuşsunuz?" alayım hala devam ediyordu.

"Çünkü en yakışıklıları o," dediğinde kendimi tutamadan kıkırdadım. Sakinleşip gözlerimi devirerek Reyhan'ın yüzüne baktım. "Ayrıca inanılmaz yardımsever, nazik, düşünceli, yetenekli... Daha sayabileceğim bir sürü meziyeti var. Yani ona hayran olmak, düşündüğün gibi küçülten değil yücelten bir davranış. Hele bir de onun sevgisine mazhar olabilme ihtimali... Bunu düşünmek bile mideme yumruk yemiş gibi hissettiriyor." En azından kelebekle uçuyor falan dememişti. Buna da şükürdü. Hayır yani adamı öyle bir anlatmıştı ki, istemsizce merak ettiğimi fark ettim ve fark ettiğim an söz konusu merakımın suratına en afilisinden bir tokat yapıştırıp, geri yolladım. 

Dün akşam ağzından kerpetenle laf aldığımız Reyhan gitmiş yerine yılların savunma avukatı gelmişti sanki. Boşuna dememişler sessizden korkacaksın diye. Ayrıca sanki yaklaşık yirmi dakika önce içimden geçirdiklerimi duymuş gibi cevap vermesi, hafiften bir taraflarımı tutuşturmadı desem yalan olurdu.

"Boşuna konuşuyorsunuz kızlar, nasıl olsa şehzademiz yine hiçbirimizi umursamayacaklar." diye iç geçiren Gülcan'la bakışlarım da ona dönmüştü. Bir yandan da topladığım yatağı onların koyduğu yere sığdırmaya çalışıyordum. Çabamı gören Reyhan hemen yardıma gelmişti.

"Hani çok nazikti, düşünceliydi şehzadeniz(!) Niye umursamıyormuş sizi?" bu konu üzerinde yapacağım hiçbir konuşmada alayım beni terk etmeyecekti sanırım. Bu kez de Reyhan gözlerini devirmiş ama susmayı tercih etmişti. Bu konuda düşüncelerimi değiştiremeyeceğini anlamıştı muhtemelen. Ama Gülcan şehzadeyi savunmayı kendine bir görev saydığından, sağlam bir görev bilinciyle savunma yapmaya devam etti.

"Şehzademiz kendisiyle konuşma cüretinde bulunan kim olursa olsun nezaketini koruyarak cevap verirler lakin, harem, kadın işlerine asla bulaşmazlar. Varsa yoksa devlet işleriyle meşgul olurlar. Diğer şehzadelerimizin en az iki tane gözdesi olurken, onun yanında hanedan üyesi sultanlarımızdan başka hatun görmedik." işte şimdi gidip adamı alnından öpesim gelmişti. Osmanlı yıkıldıysa bunda en büyük etki hiç şüphesiz heva heveslere aldanıp işini savsaklayan devlet adamlarına aitti.

"Kaç şehzade var?" dediğimde aslında muhtemel sonlarını düşünüyordum. İçlerinden biri tahta geçer ve diğerlerinin sonu olurdu.

"Üç tane sancağa çıkmış şehzademiz var, bir tane de henüz 6 yaşlarında olan küçük şehzademiz var." Gülcan'ın açıklamasıyla birlikte günlük kıyafetlerimizi almış ve bir duvar boyunca uzatılan paravanlara doğru taşlığın ortasında birlikte yürümeye başlamıştık.

"Anladım." mırıltımı duyup duymadıklarından emin değildim. Aslında buraya planlı gelmiş olsaydım muhtemelen herkesle tanışmak isterdim, çünkü her biri tarihi birer hazineydi benim için. Ama maalesef ben buraya paldır küldür gelmiştim ve yapmam gereken ilk şey merakımı gidermek değil de can güvenliğimi sağlamak olmalıydı.





Continue Reading

You'll Also Like

969K 47.3K 70
0545 *** ** **: Hanımefendi şemsiyeniz bende kalmış Siz: Pardon tanıyamadım? 0545 *** ** **: Kader Ortağın 0545 *** ** **: Ruh Eşin 0545 *** ** **: v...
platonik (ÇT) By ...

Science Fiction

176K 10.1K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...
51.2K 1.8K 39
Tarihi Kurgu Kategorisinde 1numara -11.11.2023 Zaman -11.01.2024 1numara. Mila, hayatının en zor anını yaşarken kendini birden 1682'de Aysima olarak...
135K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️