KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

782K 50.3K 56.7K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

24 - TOPRAKLARIN KANI

12.5K 861 1.1K
By -zehradogan

Merhabalar... Biraz gecikmeli bir bölüm oldu. Bazı aksilikler yüzünden yazacak sağlıklı bir zihne sahip değildim. Umarım bu bölüm telafisi olur. Ben sizleri özledim siz de karakterlerimizi özlediniz sanırım.

Oy ve yorum yapmayı unutmayalım. Yine 500 yorum sınırımıza ulaşmadan bölüm gelmeyecek. İnşallah önümüzdeki Cumartesi yeni bölümle tekrar sizlerle olurum. Keyifli okumalar.

"Geçmiş için özür dileme, gelecek için söz ver."

O kadar farklıydı ki her şey, bu farklılığın henüz ne kadar canımızı yakabileceğini bilmiyordum. Doğruluğuna inandığımız gerçeklerin yalan olduğunu öğrenmek ne kadar da yaralayıcı... Kwang bana ailesinden bahsettiğinde gözlerinde bir beklenti vardı. İnanmasa da onlara bir gün kavuşabilmeyi umuyor gibiydi. Şimdi ise ona baktığımda bu hazırlıksız gelen his karşısında ne düşüneceğini bilemiyor gibi karmaşık bakıyordu. Bana ailesinin ne kadar fedakarlık yaptığından bahsetmişti. Hükümetin savcıları olsalar da bizim gibi direndiklerini söylemişti. Şimdi neredeydi o sözler? Bunca zaman ailesini yanlış mı tanımıştı? O küçük yaşında ailesi hakkında bildikleri ona böyle mi empoze edilmişti? Yoksa karşısında duran gerçekten anne ve babası değil miydi? Eğer Kwang'ın anlattığı gibiyse neden şimdi karşımızda Akhar olarak duruyorlardı? Bunları düşünmek bile çok yorucuydu. Kwang savaş hükmünü vereceğini söyleyen adama doğru adım atmaya başladı. İki adımdan sonra karşımızda duran robotlar silahlarını Kwang'a kaldırdı. "Kwang dur."

Refleks olarak ben de ona doğru atıldığımda kolundan tuttum. Kımıldamadı ama bana dönmedi de. Anne ve babasına bakıyordu. Kız kardeşine bakıyordu, hiç görmediği kız kardeşine... "Bir adım daha atarsan, robotlarım seni vurur," dedi bize doğru bakan adam. Kwang'ın ailesi ardından hemen o da maskesini çıkarmıştı. Daha önce gördüğüm bir yüz değildi. Seo ve Jun'a baktım. Öfke miydi yoksa hangi duyguydu bilemiyorum ama yüzleri de gözleri de kızarmıştı. Bir açıklamaya ihtiyaçları vardı ve Kwang hala tek kelime etmemişti. O pis sırıtışıyla karşımızda duran adam konuşmaya başladı. "Bir şey mi söyleyecektin Kwang Jee?" Kwang'ın kolunu yavaşça bıraktım. Biraz gerisindeydim ama yandan da olsa yüzünü görüyordum. Konuşan adama bakmadı. Doğrudan anne ve babasına bakarak, "Neden?" dedi. İkisi de öylece bakıyordu. Adam yine konuştu. "Daha açıklayıcı olmalısın Kwang Jee. Ne, neden?" Bunun üzerine Kwang yutkundu. Üstü kapalı bir soru gibi görünse de anne ve babası bu soruyu anlamayacak mıydı? Neden karşımdasınız? Neden Akhar'ın içindesiniz? Neden böylesiniz? Bu birçok soruyu soran bir kelimeydi.

Kwang tekrar konuştu. "Neden anne ve babamı görmüş olmama sevinemiyorum?" Soğuk bir ses tonuyla sormuştu ama sesindeki kırgınlık duyuluyordu. Kısa sessizlik sonrası nihayet babası cevap verdi. "Akhar bize hayal ettiğimiz gelecekten çok daha fazlasını vadetti. Şimdi olmasa bile yakında anlayacaksın oğlum. Hatta Akhar'a katılacaksın." Neler diyordu bu adam? Beyni mi yıkanmış bunların? Kwang bu anlamsızlığı fazla uzun tutamadı. Sinirden gelen gülmesini bastırmaya çalışarak konuştu. "Sen ne anlatıyorsun baba? Vadedilen gelecek bu mu?" diyerek robotlara doğru bir elini kaldırdı ve devam etti. "Robotların himayesinde yaşamak mı? Söyler misiniz? Hükümetin yönetimini kabul etmeyen anne ve babama şimdi ne oluyor da Akhar'ın koltuğuna geçiyor?" Abileri de kaşları çatık bir şekilde hem Kwang'a hem de anne ve babasına bakıyordu. Cevap gecikince Kwang devam etti. "Peki kız kardeşimiz? Neden orada? Bu şiddetli kararı verebilecek yaşta mı? Daha çocuk! Onu ilk defa görüyorum." Bu sefer annesi cevap verdi fakat Kwang'ı hiç dinlememiş gibiydi.

"Sana ölümsüzlük teklif edildiğinde bunu geri çevirebilir miydin?" Bu soru hepimizi birbirine gergin bir ifadeyle baktırmıştı. Annesinin sorusu üzerine Seo söze girdi. "Ölümsüzlük dediğin kulağa kıyamet gibi geliyor anne. Bu dünyada sonsuz bir yaşamı kim arzular ki?" Bu durumda bizimle ilk konuşan adam ağır ağır adımlarla önümüzde durdu. Derin bir nefes alarak, "İstediğiniz yaşta kalmanız mümkün. İnsan hafızası ve anılarını toplayabileceğimiz bellekler ürettik. Bu bellekler sizin vücut ölçülerinize özel olarak hazırlanan robotlara takıldığında artık ölümsüz bir vücuda sahip olacaksınız," dediğinde hayretle karşımızda bize donuk bakışlarla bakan o aileyi izliyorduk. Jun öfkeyle bağırdı. "Onların bedenlerinin bir makine olduğunu mu söylüyorsun?" Bu düşünce bizi ürkütmüştü. Yüzlerini incelemeye başladım. İnsan onlara bakınca robot olduğunu düşünecek bir çelişkiye bile girmiyordu. Kanlı canlı önümüzde duruyorlardı. Robot üretimi artık çok gerçekçiydi ve insanlardan alınan dokularla canlı bir görünüm veriliyordu. Yani bunun Akhar'ın gelecek planı olduğunu biliyorduk. Bunu ne zaman yapmışlardı? Şubelerde böyle bir şeye başlanmamışken, bunu onlara kim yapmıştı?

"Her şey sırayla Lee Jun Woo. Çok fazla sorunuz olduğuna eminim. Biz ise istediğimiz cevapları size sunacağız. Öncelikle gizlilikten bahsetmek istiyorum," diyen Akhar'ın adamı konuşmaya devam etti. Adını bilmediğim için hepsi şu an Akhar'ın adamıydı gözümde. Akhar ise artık sadece bu aptal yönetimin adıydı. Önümüzde, bir sağa bir sola ağır adımlarla gelip gidiyordu. "Her şeyi izliyorduk. Çoğu gördüğümüz hadsizliklere müdahale etmedik. Sonunda başka çarenizin kalmadığını anlayıp savaşa hazırlanacağınızı biliyorduk. Buradan bir çıkış yolu aradınız fakat biz her yerdeyiz. Akhar denilen şey bir saatin balans çarkı gibidir. Bu ülkenin en önemli parçasıdır. Yönetim olmadan ülke olmaz. Bu ekol yüzyıllardır kurulmaya çalışılan bir yönetim. Üzerinde yüzlerce bilim adamının düşündüğü bir robotlaşma fikri. Bu fikir her zaman vardı. İnsana daha iyi bir geleceği sunabilmenin tek yolu teknolojiyi kullanmaktır. Bizler de kullandık. Her biriniz yeni bir nesil oluşturmak için eğitildi. Şimdi ise bu ekolü bozacak ne varsa ortadan kaldırmanızı istiyorum. Eğitimsiz kimse ülkemde barınamaz. Bu savaş robotlaşma fikrini yavaşlatacak her unsuru ortadan kaldıracak. Bizler de ölümsüz vücutlar içinde yaşayacağız." Bu iştahlı konuşma henüz kimseye bir şey sordurtamamıştı.

Demek plan buydu. Elinde her şeye sahip olan herkes asla tatminlik duygusu yaşayamaz. Fazlaya alışmıştır çünkü... Aza tahammül etmez. Akhara da sonunda böyle bir ülkeye dönüşecekti. Zenginliğe alışmış, yaratıcıya nankör bir topluluk. Her şeye ulaşmış olmak onlara tanrılaşma duygusu veriyor olmalı. Bu sonsuz yaşama arzusu sadece onların amaçları uğruna yaşadığı bir cehenneme dönüşecek. Henüz buna inanmadıkları için de tanrıya savaş açıyorlar. Onların deyimiyle... Sanki her şey birdenbire oluşup birbirini mi buldu? Onlar bütün dinleri reddediyor. Yaratıcıyla bir yarış içine giriyorlar fakat bu dünyada hiçbir şeyin sonsuza dek devam etmeyeceğini daha doğrusu edemeyeceğini bilmiyorlar. Onlar Allah demekten hoşlanmıyor bile. Akhar'ın gözünde tanrı veya tanrılar sadece insanların uydurması. Bu tanrı ifadesi de ancak onların ağzına alabileceği bir kelime olurdu. Allah demek onları tetikliyor gibi duruyor. Neyin nesiyse bütün dinleri reddeden bu yönetim İslam'a gelince daha da öfkeleniyor. Sebebi ise onların tanrı algısına İslam'ı uyduramamaları. Sonuçta insan, kabullenemediği şeyi inkar eder... Mayasında vardır nankörlük.

Konuşan adam doğrudan bana bakarak, "Bu sizin inandığınız yaratıcının bile size sunamadığı bir şey değil mi? Ben size sürekli hastalık gören ve acizlik duyan bu bedenlerden kurtulmanın biletini veriyorum," dediğinde bu küfür kokan kelimeler beni sancılı bir öfkeye atıyordu. Ben de doğrudan ona bakarak konuştum. Sözlerimin vurmasını istediğim yerlere dikkat ederek... "Kendi ağzınla söylüyorsun. Bu aciz bedenin icat ettiği aciz makineler üretiyorsun. Elinden ne çıkarsa çıksın çürüyüp gidecek. Hayal dünyasında gezen sizlersiniz! Tüm bu kainatı yaratan Allah'ın kudreti aciz bir bedenin yaptıklarına güç yetiremez mi sanıyorsun? Bu nasıl bir ahmaklık?" demem üzerine karşımdaki adamdan kuvvetli bir kahkaha duyuldu. Ardından robotlarını işaret ederek konuşmaya başladı. "Bunlara mı aciz diyorsun? Kendi tasarladığın bu makinelerin ne kadar kudretli olduğunu sen de biliyorsun!" diye bağırdığında ben de sesimi yükselttim. "Kontrolü sağlayamayacaksın! O robotlar kendi sonlarını kendileri getirecek! Yeni bir sürüme yeni bir güncellemeye elbette gücün yetmeyecek. Baş edemeyeceğin makineler ürettin! Kontrolsüz güç karmaşa doğurur. Karmaşa da bir ülkeye gelecek veremez!"

Adamın verdiği bir işaretle robotlar silahlarını bana doğrulttu. Bu durumda Kwang tam önüme geçecekken adam, "Sakın!" diye ikazda bulunduğunda onu durdurdu. Konuşmaya devam etti. "Bak. Görüyor musun? Gücün kimde olduğunu? Delik deşik olman sadece bir parmağımı indirmeme bakar. Asıl konumuza dönelim," diyerek sakince planını anlattı. "Bu ülkeyi yöneten altı kişiyiz fakat elçilerimiz, memur ve vekillerimizin olduğu binamızda sizin şubelerinizin dışında çalışmalar yapılıyor. Siz bizi koruyacaksınız. Biz de ülkeyi koruyacağız. Hükümet personelleri ile çalışılan belleklerde insanların anıları toplanıyor," dediğinde Kwang'ın kardeşi olan küçük kızın yanına doğru yürüdü. Onun yanına geçip elini kızın başının arkasından çenesine yerleştirerek kucaklar gibi kendine çekti. Diğer eliyle de başını okşarken, "Bunun ilk tecrübesini de biriciğimiz denedi," demesiyle Kwang ona parçalamak ister gibi bakıyordu. Bir adım atması durumunda ise işlerin sarpa saracağını biliyordu. Silahlar hala benim üzerimdeydi. "Artık onun bedeni çelik kadar kuvvetli, kurşun geçirmez, yaşlanmaz, hastalanmaz ve eskimez. Abilerini hiç görmediği için sizinle bir anısı olmaması ne üzücü," derken Kwang, Seo ve Jun üzerinde gezdirdi bakışlarını o ürkünç adam.

Seo hiddetle konuştu. "Bu anıları bir bilgisayara da yüklesen sana istediğin cevabı verir! Böyle mi kandırıyorsun insanları? O çeliğin içinde bir ruh yok! Ona baktığımda kardeşimi değil insan şekli verilmiş bir makine görüyorum! Sen onları çoktan öldürmüşsün! Ölümsüzlük ise bu dünyayı robotlaştırma çabanı gerçekleştirmek için uydurduğun bir yalan! Senin vadettiğin şey bütün insanlığa ölümden başka bir şey sunmuyor!" dediğinde her yer buz kesilmişti. Maalesef durum buydu. Anılar bir fotoğraf bir video misali robotlara aktarılmış görünüyordu. Karşımızda onların anılarını koruyan bir çelik yığını vardı. Bu sessizliği bozan Kwang'ın annesi oldu. Ölü annesi... Seo'ya bakarak konuştu. "İlk bisikletini aldığın gün. Önce evin salonunda sürmeye çalışıyordun. Kırmızı bir bisikletti. Daha güneş yeni doğmuştu ve yeterince sürdüğüne inanıp pijamalarınla dışarı çıktın. Üzerine biner binmez bir iki pedal çevirmenle çamura düştün. Ağlayarak kalkıyordun. Canın acıdığı için değil. Yeni bisikletine çamur bulaştığı için..." diye devam edecekken Seo bu konuşmayı böldü. "Sus! Bir robotu dinlemeyeceğim!" Kadın ise konuşmaya devam etti.

"Göz yaşlarını sildim. Sana o bisikleti alıp tekrar sürmeni söyledim. O küçük çocuk hırslanarak kirli bisikletini sürmeye devam etti. Bir robot küçük bir çocuğun hırsını nasıl tanımlayabilir? Ben senin annenim ve bu çeliğin içinde bir ruhum var," diyerek bakışları Jun'a dönen kadın konuşmasını sürdürdü. "Benim hareketli çocuğum. İkiz olmanıza rağmen Seo senden birkaç dakika önce doğduğu için hep abi gibi davrandı sana. Küçükken bu şefkati anlamaz onunla aynı yaşta olduğun için seni korumasını sevmezdin. Ele avuca sığmaz yönün büyüyünce de devam etti. Fakat şimdi karşılıklı bir koruma iç güdüsüyle kardeş olmayı öğrendiniz." Sonra Kwang'a döndü. Tebessüm ediyordu ama gözlerinde hiçbir duygu yakalayamıyordum. "Abilerin senden önce askere gittiğinde çok da küçük sayılmazdın Kwang Jee. Daha çocukken başladı sizin eğitimleriniz. Hep onları bekledin. Ancak geri dönmeyeceklerini anladığında büyüdün." Bu anlatılanlar üzerine Kwang'a baktım. Başta gözlerinde gördüğüm o acı duygusu şimdi yerini öfkeye bırakmıştı. 

Kwang, "Allah'a nasıl dua etmem gerektiğini, onları bizden alan hükümete karşı beni nasıl uyardığını, ancak inancımı korursam başarabileceğimi söylediğini de hatırlıyor musun? Yoksa din ile ilgili anılar belleğine yerleştirilmedi mi?" dediğinde kadın Kwang'a takılı kalmış gibi bakmaya devam etti. Bunun üzerine küçük kızın başını okşayan adam söze girdi. Alaycı bir şekilde, "Aile anılarınızı Akhar'a katıldığınızda konuşursunuz çocuklar. Kısaca özet geçecek olursam şöyle anlatayım. Kendinize dikkat edin. Hesna Kaner, iletişimi dış şubelerden kestin. Fakat sen izlenmiyorum sanırken küçük kız senin bütün hareketlerini takip ediyordu," dediğinde kıza baktım. Kız konuşmaya başladı. "Senin şifrelerini kırmak çok zor olmadı. Kolayca ağ konumuna girdiğimde askeriyeden kaçıp civar şubelere edindiğiniz bilgileri aktarmak istediniz. Fakat hepsine gönderemeden geri dönmek zorunda kaldınız. Bu neler yapabildiğinizi görmek içindi." Benim şifrelerimi kıran hacker bu kız mıydı? Bir robot. En başından beri her şey boş bir koşuşturmaca mıydı?

Sonra yanındaki adam konuşmayı sürdürdü. "Tıpkı bu oyun gibi. Kanalizasyon kısmı seni öldürmek içindi sevgili Hesna. Yaşıyor olduğuna göre bundan çıkarman gereken bir ders olduğunu umarım kendinle konuşmuşsundur," dediğinde onu dikkatli dinleyişimi bölmeden söyleyeceklerini dinlemeye devam ettim. "Sizi kolayca öldürmemiz mümkün. Fakat ben yaşamanızı istiyorum. Bu yüzden size verilen görevleri yapın. Aksi olursa savaş sonrası mutsuz olursunuz." Bu yaşı 50 küsür olan adam dik duruşu ve manipüle taşıyan ses tonuyla konuştukça baygınlık geçiriyordum. İçim kasvete boğulmuştu. Ona bakarak keskince konuştum. "Peki sonsuzluk vadettiğin robot vücudunu neden kendinde denemedin?" Sorum üzerine gülümsedi ve, "Sırası gelecek," demekle yetindi. O altı kişiye baktım. Kwang'ın anne babası ve kız kardeşi. Bir de bizimle konuşan bu tanımadığımız yüz. Peki diğer ikisi kimdi? O sırada Doğa söze girdi. "Diğer iki kişi kim? Neden maske takıyorlar?" Adam yine gülümsediğinde kemerine taktığı maskeyi çıkarıp yüzüne geçirdi. "Böyle daha gizemli oluyor," dediğinde hepimiz ona iğrenir gibi bakıyorduk.

 Adam yine konuştu. "Bugün dinlenin Kwang Jee. Bu oyun yalnızca siz ve sizin gibi birkaç gruba tasarladığımız bir şeydi. Duyuru yap. Herkes serbest. Yarın ise askeriyedeki herkesi büyük salona topla. Akhar'ın geldiğini duyur. İzninizle, özel odalarımıza çekileceğiz. Sizin için çıkış o tarafta," diyerek yanımızdaki duvarı cebinden çıkardığı bir kumandayla açtı. Arkasını dönüp gittiğinde peşinden diğerleri de maskelerini takıp gittiler. Robotlar ise silahlarını bize doğrultarak onların ardından yürümeye devam etti. Matteo, "Buradan hemen çıkalım," diyerek açılan kapıya doğru yöneldi. Beklemeden ilerledik. Bu iğrenç yerden hemen çıkmalıydık. Koridorları aştık. Asansöre bindik ve nihayetinde oyuna başladığımız kata geldik. Az önce neler yaşamıştık öyle? Kwang'ı gözlüyordum. Onunla konuşmak istiyordum fakat Seo, "Kwang, sen bizimle gel," diyerek Jun ile birlikte bizden ayrıldı. Kwang onlara doğru gitmeden önce bana yaklaşarak, "Seni sonra bulurum," dediğinde başımı onaylar şekilde salladım. O da gitti. Ailesine ne olduğunu abileriyle görüşmesi gerekirdi tabi. 

Diğer erkekler de dağıldığında Medusa da Çağan'dan ayrılarak bana döndü. "Duş almadan konuşmak istemiyorum. Hesna, berbat görünüyorsun. Önce soyunma odalarına gidelim," diyen Medusa'nın ardından hızlı adımlarla yürüdük. Ahsen çok düşünceli görünüyordu. Doğa ise şüpheciydi. Diğer iki kişinin kim olduğunu düşünüyor olmalıydı. Acele bir şekilde gittik. Banyolara ulaştığımızda üniforma ve havlu ayarlayarak duşa girdim. Üzerimdekileri çıkardığımda ıslak ve yapış yapıştım. Suyu açtım. Ilık su altında rahatlamayı umdum. O kadar çok şampuan ve sabuna buladım ki kendimi hala daha kokuyormuşum gibi hissediyordum. Uzun bir süre kendimi yıkamaya devam ettim. Savaş psikolojisi hepimizi zorluyordu. Yarın ne olacaktı? Dış ülkeler savaşa hazır mıydı? Bizi neler bekliyordu? Zihnimi sıkıştıran bu düşünceler yüzünden kafamı koparmak istiyordum. Tamamen temizlendiğime inandığımda kurulanıp giyinmeye başladım. Çıktığımda diğerlerini saçlarını kurularken gördüm. Kirlileri çöpe attım. 

Saçlarımı da ıslak halinden kurtardığımda ensemin biraz üzerinde topuz yaptım. Buradan da çıkarak vaktin namazını kılmak için her zamanki odalarımıza gittik. Daha sonrasında ise dövüş salonuna yürüdük. Artık bir şeyleri konuşmamız gerekiyordu. Kwang'ın duyuru seslerini işittim. Herkesin bugün serbest olduğunu açıkladı. İnsanlar da dairelerine, yatakhanelere ya da kendilerine göre çalışma alanlarına dağıldı. Bir duvarın kenarında duran sandalyeleri çekerek dördümüz de karşı karşıya oturduk. Önce ne konuşacağımızı bilemeyerek belirli noktalarda takılı kaldı bakışlarımız. Sessizliği bozan ise Ahsen oldu. Bana bakarak, "Hesna, askeriyede ilk karşılaştığımız zamanı düşündüm de, ne kadar da küçük hesaplar yapıyorduk," diyerek gülümsedi. Daha doğrusu gülümsemeye çalıştı. "Evet," dedim ve devam ettim. "Mevcut sayı hakkında yalan söylemişlerdi. Yüzlerle hesap yapıyorduk ama şimdi binlerle uğraşıyoruz. Gerçi hiçbir çaba gerçek bir sonuca değmedi," dediğimde Medusa konuştu. "Karşımıza çıkan Akhar altı kişiden oluşsa da bu askeriye kadar elçilerinin çalıştığı bir yerdelermiş. Büyük oynuyorlar."

Doğa kaşlarını çatarak, "Matteo'nun anlatmadığı bir şeyler var," dedi. Bunun üzerine bütün gözler ona döndü. Ahsen, "Ne var?" diye sorduğunda Doğa aklındakileri anlatmaya başladı. "Beni koruyan kadın hakkında bir şeyler bildiğini söylemişti. Yani bunu açıkça ifade etti ama hiç konusu gelmedi. Bence o maskeli diğer iki kişiden en azından birinin kim olduğunu biliyor." Doğru. Böyle bir konu vardı. Doğa, "Matteo demişti ki, seni koruyanlar olsa da gerçekleri öğrenmek seni çok sevindirmeyebilir. Hatırlayın. Leyan gibi çocukların deney için toplandığı gün söylemişti bunu. Çocukları sakladığını beni koruyan kadın biliyordu. Bu yüzden onu bana yaklaşmaması konusunda tehdit ediyordu bunu biliyoruz. Bu olay kapandı ama Matteo bahsettiği gerçeklerden bana hiç söz etmedi," dediğinde derin bir nefes alarak ona cevap veren ben oldum. "Belki bu bir tahmindi Doğa. O iki kişiden biri senin bir akraban olabilir." Doğa yine kaşlarını çatarak, "Ne demek istiyorsun?" dediğinde diğerleri de bana baktı. 

Aklımdakileri söyledim. "Bence o kadın içeriden biri tarafından görevlendirildi. Ağzı nasıl kapalı tutuluyorsa o kadından hiçbir şey öğrenemedik. Akhar bunu da biliyor olmalı. Bir şey karşılığında korunman kabul edilmiş gibi duruyor," dediğimde Medusa da bana katıldı. "Ben de öyle düşünüyorum. Bu karşılık ise anı belleğini bir robota geçirmek olsa gerek. Seni gerçekten koruyanın o maskenin altında duran biri tarafından gerçekleştiğine adım kadar eminim." Bu kişi Doğa'yı korumak için robot olmayı kabul ediyor olmalı. Babası öldü. Kardeşleri de öldü. Annesi cezaevindeydi ama annesinin olma ihtimali de yoktu. Kocası yüzünden psikolojisi mahvolan biriydi. Annesini Akhar'ın içinde düşünemiyordum. Başka da kimse gelmiyordu aklıma. Yakında tanıdığım bir akrabası yoktu. Ahsen konuştu. "Kwang'ın ailesi gerçek bir robot. Sonsuzlukmuş. Ne kadar da ironik. İnsanlardan kullandıkları dokularla bir robot fikri olacağını herkese anlatmıştım. Gerçekten bu savaştan sonra Akhar herkese zorla sahip olacak. O adam çok tehlikeli. Ölmesi şart," dediğinde bir süre konuşmadık. 

Sonra Medusa, "Savaş yarın mı olacak?" dediğinde Ahsen bunu yine yanıtladı. "Dış ülkelerle sırayla savaşa gireceğiz ve bence bir ülke kapımıza dayanmak üzere yola çıktı. Geldiklerinde ise kuvvetli bir patlama olacağına eminim. Bize doğru gelen büyük bir şey olmasa Akhar bu kadar içimize gelip kendini erkenden göstermezdi." Doğa can sıkıcı bir şekilde nefes alarak, "Kesinlikle öleceğim," dedi. Ne ile karşılaşacağımızı biliyordu ama yasaklı kelimeleri söylemeden bunu anlatamayacağı ortadaydı. Aksi halde savaş öncesi başına bir bela gelmesini istemezdim. Ona fiziksel bir zarar verilmese bile şiddetli bir bedel ödetilirdi. "Zaten Akhar yarın ne ile karşılaşacağımızı anlatacaktır," desem de Doğa yine konuşmayı ölüme getirdi. "Ölmeden önce söylemek istediğiniz bir şey var mı?" İster istemez Medusa'ya baktık. Hala onun hikayesini bilmiyorduk. Doğa ona bakarak, "Matteo o gün kimliğini gizlesen de bir gün açık olacak demişti," sözünden sonra Medusa sandalyeden hızla kalkıp sesini yükselterek konuştu. "Bakıyorum da Matteo'yu sayıklar olmuşsun. Hücreye tekrar girdiği için üzgünsen yanına git!" Bunun üzerine Doğa da ayağa kalktı.

"Hoşuna gitmeyen ne Medusa? Adalet örgütünde bildiklerimden rahatsızsın ama iş kendine gelince sen de bir şey anlatmıyorsun," dediğinde ikisi de birbirine yaklaştı. Ahsen ve ben de ayağa kalkarak ikisinin arasına girdik. "Saçmalamayı bırakın," diyerek Doğa'yı oturttuğumda Ahsen de Medusa'yı geri yerine oturttu. Yine de Medusa oturduğu yerden sinirle konuştu. "Matteo benim hakkımda ne bilecekmiş! Kayıtlardan kim kontrol etse gerçek adımı bulmakta zorlanmaz. Mesele kimliğim değil. O gün yaptığı sadece sinir bozmaktı." Doğa aynı yükselişle ona gitmekten vazgeçerek sakin kalmaya çalıştı. Normal bir ses tonuyla, "Mesele ne peki? Anlat da bilelim," dedi. Ahsen'le bir Doğa'ya bir Medusa'ya bakıyorduk. Medusa başını elleri arasına alarak omuzlarını biraz geçen siyah saçlarını geriye attı. Doğrudan Doğa'ya bakarak, "Yeterince sorunumuz var. Benim hayat hikayem kimsenin hayatında bir şeyi değiştirmeyecek," dediğinde bunun ailevi bir mesele olduğunu anladım. Sandalyemi Medusa'ya yaklaştırarak elimi bir omuzu üzerine koydum. "Sorun değil Medusa. Seni anlarız. Hepimiz bir şeyler yaşadı. Kimsenin hayatında bir şey değişmese de birbirimize daha da yakın olduk," dediğimde Ahsen de konuştu. "Artık biz de aile gibiyiz değil mi? Arkadaş dediğin onu birbirinin acısıyla tanır."

Doğa da daha yumuşak olmaya özen göstererek, "Acı çekmek bir kusur değildir Medusa," dedi. Bunun üzerine Medusa gözlerini üzerimizde gezdirdi. Biraz düşündükten sonra sakin bir dille, "Acı çekmiyorum. Yaşanan her şey geride kaldı. Adımı bile geride bıraktım," dediğinde bir şey anlatmayacağını düşündüm ama biraz sessiz kalsa da konuşmaya devam etti. "Babam bana sonbaharın kızı derdi. Yazın yavaş yavaş son bulduğu, kışın soğuğunu hissettirdiği bu ayda doğduğum için... Geçiş ayı derdi. Yazın sıcaklığını üzerimde taşıdığımı ama kışın soğukluğundan da payımı aldığımı söylerdi. Eylül derdi bana. Bu mevsimi gözünde romantikleştirip dururdu. Babam eylüle çok anlamlar yüklerdi bu yüzden kimsenin beni Eylül diye çağırmasını istemedim. Geçmişi hatırlamamak için... Bu isim sadece onları özlememe sebep oluyor. Bir daha asla geri gelmeyecek o insanları özlemek istemiyorum. Kimseden duymak da istemiyorum. Onun yerine yılan saçlı, keskin dişli, dişi bir canavarın ismini kullanmayı daha uygun buldum." Kimse konuşmadı. Demek adı buydu. Eylül... 

"Festival günü evden çıkarken babam bana şöyle demişti. Eylül, sonbaharda gel. Her dışarı çıktığımda gezmeyi sevdiğimden eve çok geç gelirdim. Babam da ne kadar geç olursa olsun muhakkak geri dön manasında derdi bunu. İstediğin yere git, istediğini yap, mevsimler de geçse mutlaka geri dön. Bu sefer öyle olmadı. O gün evden çıktığımda bir daha geri dönemedim. Beni geçmişe götüren her şeyi unutmak istiyorum. Adımı bile hatırlamak istemiyorum. Ben yarınları severim, dünü terk ederim. Yarınları değiştirebilirim ama dünü değiştiremem. Bu yüzden benim için geri gelmeyecek anıları unutmak en iyisi." O buruk gülümsemesini dudaklarına yerleştirdiğinde eski haline dönmeye çalıştı. "Bunu yalnızca siz ve Çağan biliyor. Lütfen beni Medusa olarak tanımaya devam edin," dediğinde elini tuttum. Güven verici bir sıcaklıkla ona baktığımda bundan memnun olmuş gibi duruyordu. Doğa'ya döndü bakışlarım. Gözleri dolmuştu çünkü onun sevgiyle bahsedebileceği bir babası hiç olmamıştı. Kendi babası hep yabancıydı ona. Bir şey demeden kalkan Doğa'nın arkasından gitmek istedim. 

Medusa'ya baktığımda elimi hala tutuyordu ve, "Git," diyerek gülümsediğinde onun elini bırakarak Doğa'nın arkasından gitmeye başladım. Salonun kapısından çıktığında koridorda yakaladım onu. "Doğa," desem de durmadı. Yürümeye devam ediyordu ki en sonunda yavaşladı ve hemen yanındaki duvara sırtını yaslayarak yavaşça yere oturdu. Ağlıyordu. Hem de hıçkırıklarla. Bir şey demeden yanına oturdum. Ağlamak istemiyordu bu yüzden derin nefesler almaya çalıştı. Bana bakarak, "Her şeyi yanlış yapıyormuşum gibi hissediyorum. Son zamanlarda neden bu kadar hassasım? Bütün dengem birbirine girdi," dediğinde omuzuna dokunarak konuştum. "Yanlış bir şey yok. Hepimiz stresli zamanlardan geçiyoruz." Göz yaşlarını silerek ayağa kalktı. Ben de karşısında durduğumda, "Matteo ile konuşmalıyım. Tahmin de olsa bir bildiği varsa bunu duymalıyım," dediğinde gözlerimi onaylamış gibi uzunca kapatıp ona baktım. Hücreye doğru yürümeye başladık. Oyundan sonra hücreye girmesi gerekiyordu. Çok oyalanmayıp hücreye geri girmiş olmalıydı.

Hücre kısmına geldiğimizde hızlıca içeri girdik. Doğa kapıyı açtırdığında Matteo yerde oturuyordu. Bizi gördüğünde ayağa kalktı. Doğa ona doğru bakarak, "Sana bir şey sormak için geldim Matteo," dediğinde Matteo buna epey şaşırmış görünüyordu. "Sor," dedi. Doğa direkt söze girdi. "Beni koruyan kadın hakkında ne biliyorsun? O maskenin ardında gizlenen iki yüzden birinin benimle bir ilgisi var mı?" Matteo kollarını göğsünde bağlayarak kararsız bir şekilde Doğa'ya bakmaya başladı. Sanki anlatıp anlatmamak konusunda endişeleri vardı. Doğa, "Bir şey biliyorsan anlat," dedi. Bunun üzerine Matteo derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Beni tehdit ettiğinde adamlarıma onu takip ettiriyordum. Adamlarım onun Akhar'la iletişimi olduğunu öğrenmiş. Bir kadın sesi duymuşlar. Sana bir zarar gelmemesini ve pişman olduğu hakkında konuşup durmuş. Ben kim olduğunu bilmiyorum. Sadece Akhar'ın içinde tanıdığın bir yüz görebilirsin. Bu işin arkasında ne vardır ne yoktur bilemiyorum," dediğinde Doğa bir şey demedi. Matteo'nun da fazla bir şey bilmediği ortadaydı. 

Doğa bir müddet bir şey demedi ama gitmedi de. Bunun üzerine Matteo, "Başka bir şey mi var?" diye sorduğunda Doğa başını olumsuz anlamda salladı. Onun hücreden çıkıp çıkmaması konusunda bir şey söylemedi. Sanki Matteo da bunu bekliyordu. Doğa ise bir şey demeden hücreden çıktığında Matteo gergin bir şekilde yüzünü tavana kaldırarak ensesini eliyle esnetmeye çalıştı. Doğa'nın ardından gidecekken, "Hesna," diyen Matteo'ya döndüm. Ona baktığımda, "Benden hala nefret ediyor değil mi?" dedi. Sadece, "Bilmiyorum," demekle yetinip hücreden çıktım. Doğa bu sefer çok hızlı yürümüyordu. Onun yanında yerimi aldığımda, "Nereye gideceksin?" dedim. "Daireme gidiyorum. Uyuyacağım. Sen ne yapacaksın?" dediğinde Kwang'ı düşündüm. "Kwang'ı bulacağım." Bu söylediğimi başıyla onayladığında yürümeye devam etti. Ben ise Kwang'ın olabileceği yerlere bakmak için koridorları geçtim. Onunla konuşmak, onu anlamak istiyordum. Abileriyle ne konuşmuştu acaba? 

Bir diğer koridora döndüğümde duvar bitiminde Kwang'la karşılaştım. Gözlerine baktım. Duygularını anlamaya çalıştım. "Ben de seni arıyordum," demem üzerine hızla yaklaşarak sarıldı bana. Yüzünü omzuma gömdü. Havada kalan elimi başının arkasına götürerek saçlarında gezdirdim parmaklarımı. O öyle sessiz kalınca, "Evimize gidelim mi?" dedim. Biraz daha orada kaldıktan sonra doğruldu. Elimi tutup yürümeye başladığında ise karnımda hissettiğim sancıyla olduğum yerde kalakaldım. Benim duruşumla hala elimi tutan Kwang arkasına dönüp, "Ne oldu?" dedi. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki kasıklarımda hissettiğim sancı dizlerimin bağını çözdü. Dizlerim üzerine yere çöktüğümde karnımı tutarak ağrıdan dolayı inlemeye başladım. Öyle şiddetli ağrıyordu ki bu ben de kusma hissini getirmişti. Yanıma çömelip omuzlarımdan tutan Kwang, "Hesna, neyin var?" dediğinde sadece fısıldadım. "Ahsen..." dediğimde Kwang beni hızla kucağına alıp götürmeye başladı. Sanırım kist ağrı yapmaya başlamıştı. Birdenbire geldiğinde nefesim kesildi resmen. Kwang'ın kollarında iki büklüm acı içinde kıvranıyordum. 

Hiçbir şeyi duyduğum acıdan dolayı algılayamıyordum şu an. Kwang beni ne zaman revire getirmişti, Ahsen ne zaman üzerimde hologram açmıştı? Dişlerimi ağrıdan dolayı birbirine kenetlemiştim. Bir elimle yanımda duran Ahsen'in yakasını tutup güçlükle, "Ahsen! Bir şey yap," dediğimde Kwang'ın sorularını duyuyordum. Ahsen ise, "Radyasyon yüzünden bazı normal hastalıklar bile çok şiddetli geçebiliyor. Yumurtalıklarında kist vardı. Şimdi ameliyata alacağım," dediğinde yatağımla birlikte beni götürmeye başladılar. Evet, nükleer bomba yeryüzünde büyük bir radyasyona da sebep olmuştu. Ülkemiz bundan fiziksel olarak çok zarar görmese de diğer ülkelerde durum nasıl bilmiyorduk. Ağrılar beni bayıltacak kadar kuvvetliydi. Etrafımda duyduğum sesler birbirine karışıyordu. Bu inanılmaz ağrının şimdi geliş amacı neydi peki? Ağrının etkisi midemi bulandırıyordu. Gözlerim ise daha fazla bu duruma dayanamayarak karanlığa açıldı...

"Hesna?" Gözlerimi büyük bir yorgunlukla araladığımda hemen yanımda Kwang'ı gördüm. Ne kadar süre ne olduğunu bilmiyordum ama bütün vücudum uyuşturulmuş gibiydi. Kwang bir elini yanağıma yaklaştırıp yüzümü okşarken, "Ne kadar daha beni korkuttun diyeceğim ayçiçeği?" dedi. Bu sakin sorusunun altında aslında sinirlenen biri vardı. Ne kadar telaşlandığını anlayabiliyordum. "Ameliyat oldu mu?" diye uykulu bir şekilde sorduğum sorumu diğer tarafımda olan Ahsen cevapladı. "Sandığımdan daha kolay bir operasyon geçirdin. Radyasyon ve tek tip beslenme yüzünden vücut dengeleri bozuluyor. Karnında hissedeceğin ağrıyı çoğunlukla başında hissetmen gibi. Hastalıkların seviyeleri bile değişiklik gösteriyor. Fakat hologram ve gelişmiş makineler sayesinde ameliyatlar zahmetsiz gerçekleşiyor. Uygun ilaçlarla birlikte ağrılarından tamamen kurtulacaksın." Bunun üzerine ona gülümseyerek, "Teşekkür ederim," dedim. "Evinde dinlenebilirsin," dediğinde gülümseyerek yanımızdan ayrıldı. Kwang gözlerini dikmiş bana bakıyordu. 

"Neden bir rahatsızlığın olduğunu bana söylemedin?" dedi. Zaten ben de yeni öğrenmiştim. Onun elini tutarak, "Sakladığım bir şey değildi. Öğrendiğimde henüz net bir teşhis konulmamıştı. Belli olduğunda ise söyleyecek fırsatım olmadı," diye açıklama yaptım. O ise hala gergin duruyordu. Bunu sesine de yansıttı. "Seninle ilgili en ufak bir şey bile kaçırmak istemiyorum Hesna. Sana ait küçük bir şüpheyi bile anlat bana. İhtimal bile olsa haberim olsun." Ondan ilk defa böyle sert sayılabilecek bir şey duymuştum. Sesinde endişe vardı. Bir elimi yanağına götürdüğümde, "Ben iyiyim, endişe edecek bir şey yok," diyerek güzel bir gülümseme sundum. Şu an konu ben olmamalıydım. Onunla konuşmak istiyordum. Ailesi hakkında, Akhar hakkında neler düşündüğünü dinlemeliydim. Gözlerimin içine bakıyordu. Onu ilk defa böyle çaresiz görüyordum. Ailesiyle böyle karşılaşmak onun bütün duygularını dağıtmış olmalıydı. Gerçekten öldürülüp, yerine robotlarının yapıldığını düşünmek çok acımasızcaydı. 

O bir şey demeyince yataktan yavaşça kalkmayı denedim. Bunu engellemek istese de elimle bir şey yok der gibi rahatça oturur pozisyona aldım kendimi. Ona bakarak, "Evimize gidelim," dedim. Oturduğu sandalyeden kalktı ve elini başımın arkasına koyup kendine yaklaştırdığında alnıma bir öpücük kondurdu. Ayağa kalkmak için ellerimle yataktan destek aldım. O ise beni kucağına alarak doğrulmama bile fırsat vermemişti. "Ben yürürdüm Kwang. Gerçekten gayet iyiyim," desem de hiçbir şey demeden bir de üzerime çarşaf aldı. Üzerimde hastane elbisesi vardı bu yüzden yürürken bir yerim açık kalmayacak şekilde üzerimi örtmüştü. Revirden çıktık. Askerler serbest bırakıldığı için koridorlar boştu. Herkes dinlenmeye çekilmiş olmalıydı. Askeriyeden de çıktığımızda binamıza doğru yürümeye devam etti. Sulu kar yağıyordu. Şu an hafif olsa da bastıracağı belliydi. Kwang'ın göğsüne başımı iyice gömdüm. Belki de bu gece onunla rahat uyuyabileceğim son geceydi. Her an yeni bir haber gelebilir ve biz savaşa gözlerimizi açabilirdik.

Odamızın önüne geldiğinde kapımızı açtı ve içeri girdiğinde beni yatağa oturtturdu. İçim gidiyordu onu böyle üzgün görünce. Yüzünden okunan o karışık duyguları konuşmak istiyordum. "İyi şeyler olmayacak Hesna." Birdenbire söylediği bu cümleyle bana çekmeceden kıyafetlerimi verdi. Kendisi de üniformasını çıkarmaya başladığında ben de üzerimdeki hastane kıyafetini çıkardım. Rahat bir şeyler giydiğimizde Kwang en sonunda yavaşça yanıma oturdu. "Olanlar hakkında ne düşünüyorsun?" dedi. İçine kapanıyordu ve ben onu konuşturmak istiyordum. "Ben senin ne düşündüğünü merak ediyorum," diye anlatmasını umar bir ses tonuyla konuşmuştum. O da biraz sessiz kaldıktan sonra, "Ne diyebilirim ki... Artık ne düşüneceğimi şaşırdım. Abilerim asla onların gerçek anne ve babamızla bir alakası olduğunu düşünmüyor. Anıymış, insan vücuduymuş, ölümsüzlükmüş hepsi palavra. Zaten onlar olmadan büyümeye alışmıştım. Sadece birden önümde Akhar olarak görmek çok kötüydü. Ölmüş olmalarını bu düşünceye tercih ederim," dedi.

Derin bir nefes alarak konuştum. "Bu dünyada yaşadığımız sürece her kötülüğe şahit olacağız Kwang. Ailenizin size bütün imkanları sunmaya çalıştığına eminim. Onlar anlattığın gibi bu hükümete karşı gelip sizin için her türlü fedakarlığa katlanmış olmalılar. Orada duran makinelerden başka bir şey değildi. Bir şekilde işler ters gitmiş olmalı. Akhar'ın başında duran adam ise bunu ölümsüzlük adı altında kullanmış." Bakışları yerde sabit kaldığında gözlerini daldığı yerden ayırmayarak, "Eğer öyleyse, aileme ne yaptı?" dedi. Sessiz kaldım. Öldürülmüş olabilirlerdi. Tutsak olabilirlerdi. Bitkisel hayattaymış gibi vücutlarından faydalanılabilirdi. Her şey olabilirdi ve onunla bu ihtimalleri konuşmanın pek sağlıklı olacağını düşünmüyordum. Hayatta olduklarına inanmak ayrı öldüklerini kabullenmek ayrı sorundu. Bu konuda umut etmeye de umutsuz olmaya da gücü yok gibi duruyordu. Elimi onun yüzüne yaklaştırdığımda yanağını avucumun içine aldım. Kızaran gözlerle bana bakıyordu. Bir damla yaş dökülmüyordu o gözlerden.

Onun yıkılmasına izin vermeyen bir savunmayla konuşmaya çalıştım. "Bizim için önemli olan bu savaşın üstesinden gelmek. Belirsizliği kabullenmek zordur. Hiç olmazsa insan en kötüsünü bile hazmeder de şu belirsizliğe katlanamaz. Ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum. Endişe etme. Kardeşlerin yanında. Arkadaşların yanında. Ben yanındayım..." dediğimde gözlerimin en derinlerine baktı. Sonra yaklaşarak başını göğsüme yasladı. Bu koca adamı kollarım arasında görmek beni daha önce hiç tanımadığım bir sorumluluk duygusuna itiyordu. Saçlarının arasında gezdirdiğim ellerimle başını okşadım. Onu içime hapsedip konuşmaya devam ettim. "Ben senin ailen olacağım Kwang Jee. Biliyorum ki bu dünya böyle gitmez. Hak ettiğin o çocukluğu seninle beraber yaşayacağım. Bisikletler alıp seninle yarışacağım. Üzerimiz kirlenecek topla oyun oynarken. Uçurtma uçuracağız karın yağmadığı o mavi gökyüzünde. Belki seksek oynar, ip atlarız. Yeni oyunlar keşfeder, eskilerden de deneriz. Çiçeklerimiz olur evimizin balkonunda. Ne kadar uzun sürerse sürsün. Ne kadar imkansız olursa olsun. Seninle yaşamak istediğim hayallerim var." 

O sessizce göğsüme yaslanırken konuşmamı sürdürdüm. "Bazı sözler vardır. Artık klasikleşmiştir. İyi ki varsın gibi. Basitleştirilip her zaman söylenilmemeli ama şu an bu sözü çok derin yaşıyorum. Yarın yapamayacağım her şey için şimdi iyi ki demek istiyorum. Güzel sonlar yaşamak istiyorum seninle... Yarınlarımızı çalabilirler. O yüzden, bugün iyi ki varsın." Sonra usulca başını kaldırıp doğruldu. Gözlerime baktı. Yüzünü yaklaştırdığında tüm vücudumda hissettiğim bir duyguyla öptü beni. Onun sıcak kokusu yüzümü yakmaya yetmişti. Onu her zaman yanımda hissetmek benim için artık büyülü bir ana dönüşmüştü. Bu uzun öpücük ardından alnını, alnıma yasladı. Fısıltıyla konuştu. "Yarınlarımızı çalmalarına izin vermeyeceğim. Benim tek ışıltım sensin Hesna. Işığımı kimse benden alamaz. Sen olmasan karanlıkta kalırım. Yanımda yanmaya devam et ve yolumu aydınlat." Bu sözleri ardından oldukça sıcak hissetmemi sağlayacak dokunuşlarla yatağa uzandım. Umarım yarınlarımız olurdu. Çünkü bugünler bana yetmiyordu...

Bütün gece vedalaşırmış gibi yakındık birbirimize. Şimdi ise tekrar görev çağırıyordu. Kwang'a bol bol sarılarak yataktan çıktığımda askeriyeye gitmek için hazırlandık. Akhar'ın konuşmasını dinleyecektik. Savaş rüzgarları esiyordu. Savaş için her şey hazırdı. Bugün öğlene kadar emredilen işlerin sonunu getirdiğimizde Akhar konuşacaktı. Geçen saatler ardından vakit geldiğinde Kwang herkesi büyük salona topladı. Parmak uçlarım soğuktu ve ister istemez ellerim titriyordu. Akhar'ı beklerken Kwang yanıma geldi. Akhar'ın konuşma yapacağı yere bakıyordum. Kwang yanımda durduğunda o da karşımızdaki konuşma alanına baktı. Hala gözleri oradayken, "Korkuyor musun?" dedi. Bu soruya evet demek sanki çok yanlışmış gibi geliyordu bana. Sanki her zaman cesur davranmak zorundaymışım gibi... Her zaman cesur davranmak ise asla korkmamak mıdır? Korku duymadan mı cesur olunur yoksa bu iki duyguyla mı yaşanır? "Belki," dedim. O ise sanki az önce içimden geçirdiklerimi duymuş gibi konuştu. "Korku hissedebilenler cesaretiyle bunu gizler. Ne kadar korkarsan kork, cesaretini hep diri tut."

Ona bakıp buruk bir gülümseme sundum. Doğa da yanıma geldiğinde biraz uzağımızda Matteo'yu fark ettim. Konuşmayı dinlemek için hücreden çıkarılmıştı. Daha da gireceğini düşünmüyordum. Medusa, Çağan'ın göğsüne sırtını yaslamış onu belinden saran kollara tutunuyordu. Ahsen de biraz arkamızdaydı. Seo'nun ekibi de biraz arkada kalıyordu. Herkes sessizdi. Bu, ölümün çok yakınımızda olmasından kaynaklıydı. Kan dökülecekti ve bizler hiç unutmayacağımız travmalar bırakacaktık yarınlarımıza... Sevdiklerimi kaybetmekten korkuyordum. Bir şey yapamamaktan, elim kolum bağlı bir şekilde onların ölümünü seyretmek zorunda kalmaktan korkuyordum. Düşüncelerimi dağıtan seslerin geldiği yöne dikildi bütün gözler. O altı kişi sırasıyla konuşma yapılan duvarın önüne doğru yürüdü. Hepsinin yüzünde maske vardı. Ardından ise dört büyük robottan ikisi bir yana diğer ikisi de başka bir yana geçti. Boyları dört metre kadar vardı. Genişlikleri de bir o kadar yer kaplıyordu. Salona giriş yapılırken herkes kontrolden geçmişti. Kimsenin üzerinde silah yoktu. 

Yine Akhar içinden bizimle daha önce konuşan adam söze girdi. "Beklenen gün geldi! Bu savaş hazırlığı aylarınızı değil, yıllarınızı aldı. Eğitimleriniz ve kulüpler sizi bu savaşa hazırlıyordu. Düşman ülke bize doğru yola çıktı! Hava kararmadan daha da yakınımızda olurlar. Sizlere savaş sıralamanızı ve nasıl saldırıda bulunacağınızı görsel olarak anlatacağız." Bunun üzerine robotlardan bir tanesi hologramdan duvara görüntüler yansıtmaya başladı. Savaş gerçekten bugün mü olacaktı? Akhar yine konuştu. "Bazılarınız karadan, bazılarınız havadan, bazılarınız da denizden saldırı yapacak. Düşman yaklaştığında önce hava kuvvetleri ateşe başlayacak. Savaş ekipmanlarınız tam olsun. Denizden savunmamızı güçlü tutmalıyız. Ülkeye geçiş asla gerçekleşmemeli. Sınırda savaşacağız," dediğinde görüntülere bakarak anlatmaya devam etti. Nasıl bir dizilim olacağını ve karadan hücum gerçekleştiğinde savaş araçlarıyla nasıl durmamız gerektiği anlatıldı. Pilot ve dalgıçların belirlenip uygun konumlara konulacağı da konuşuldu. Medusa bu durumdan hiç hoşlanmamıştı çünkü Çağan büyük ihtimalle denizden savunma yapanların arasında olacaktı.

İlk olarak hava kuvvetlerinin çıkış yapacağını ve düşmanın görünmesiyle ateşlemelerin başlayacağı söylenildi. Savaş araçlarıyla şiddetli bir çarpışma olacağı da eklendi. İlk etapta yalnızca hava ve kara savunması olacağına karar verildi. Denizden giriş yapılabilecek yerlerin mayınla döşenmesi onları yavaşlatacaktı. Henüz ne şekilde bir geliş olacağını bilmiyorduk bu yüzden gelecekleri konum üzerine savunma halinde bekleyecektik. Akhar pilotsuz hava araçlarını çalıştırdığını ve düşmanın hareketlerini izlediğini söyledi. Bizim silahlanmalar ve araçlarımızda sıralamalarımızı ayarlamamız gerekiyordu. Bu da Akhar tarafından hazırlanmıştı. Bütün şubeler askeriyelerden aynı anda çıkış yapıp ortak nokta dediğimiz savaş sınırında bekleyecekti. Nasıl giyineceğimiz zaten derslerde anlatılıyordu. En sonunda Akhar animasyon şeklinde tasarlanan savaş videosunu bitirdiğinde yine konuştu. "Düşman gece veya sabaha karşı ülkemize yaklaşacaktır. Şu an deniz altında görev yapan askerlerin belirlenen bölgede makineler ile mayın kurması gerekiyor. Diğerleri verilen isimlendirmelere göre savaş araçlarını ayarlasın. Hava kuvvetleri uçacakları konumu alacaklar."

Sonra biraz durdu. Kimse konuşmadı. Salondaki gergin hava hakimiyetini sürdürüyordu. Akhar kısa sessizlik sonrası tekrar söze girdi. "Bize yaklaşan ülke radyasyondan oldukça zarar gören bir halk. Nükleer savaş o bölgenin insanlarında ciddi hasarlar bırakmış. Onları farklı bir görünüm içinde görebilirsiniz. Bu durum sizi korkutmasın. Onlardan sayıca fazla ve kuvvetli bir silahlanma içindeyiz. Savaş ayrıntılarını anlatmak üzere asayişle görevli askerler toplantı odasına gelsin." Bunun üzerine salondan ayrıldılar. Kwang, "Hemen dönerim. Detaylar konuşulur ve insanları bilgilendiririz," dedi. Başımı onaylar şekilde salladıktan sonra yanımdan ayrıldı. Peşine Doğa ve Ahsen geldi. Doğa karşıma geçip bileğini gösterdi. "Adalet örgütü tek düğmeyle bilekliği kollarımızdan düşürdü. Şimdi neler olacağını konuşabilirim," dediğinde Medusa da yanımıza geldi. "Anlat," dedim. Doğa çabuklukla konuşmaya başladı. "Akhar'ın da dediği gibi, ülkenin büyük bir çoğunluğu radyasyondan etkilenmiş. Birçok kişi mutasyon geçirmiş yani. Mide rahatsızlıkları ortaya çıkmış ve sürekli kusuyorlarmış. Hatta bunun kezzap kadar yakıcı olduğu söyleniyor. Aslında bir nevi canavar görünümlü insanlarla savaşacağız."

Konuşma gittikçe fantastik bir hal alıyordu. Doğa onların biçimlerini anlatmaya başladı. Onları asla yanımıza yaklaştırmamamız gerektiğini, aksi takdirde kolayca ölebileceğimizden bahsetti. İçime su serpmişti doğrusu. Medusa ise tedirgindi. Çağan'la yan yana olmak istiyordu. Deniz savunmasına gerek olmamasını umuyordu. Ahsen, "Biz sağlıkçılara büyük iş düşüyor. İş görebilecek bütün makineleri yanımıza almalıyız. Aksi bir durumda hemen müdahale etmeliyim. Biriniz yaralanır ve ulaşamazsam hepinizi gebertirim. Yakınımda durun ve sakın ölmeyin," dediğinde işaret parmağını da üzerimize kaldırmıştı. Rütbeli askerlerden bir konuşma daha bekliyorduk. Bu yüzden onlar gelene kadar salondan ayrılmayacaktık. Sonra birden Doğa'nın arkasında beliren kadın, "Benimle gelmen gerekiyor," dedi. Bu onu koruyan kişiydi. Doğa tam ağzını açacaktı ki kadın, "Soru sorma. Hemen gelmelisin," diyerek onun kolunu tuttu. Bu hamle üzerine Matteo göründü. "Çek o elini," diyerek kadına ikazda bulundu. "Sen bana emir verme yetkisinde değilsin," diyen kadının elinden Doğa'yı alarak kendine çekti. "Sen de Doğa'ya emir verme yetkisinde değilsin." Matteo, kadını kudurtmaya hazır gibi duruyordu.

Kadın öfkeyle Matteo'ya bakarak, "Acil bir durum. Seni ilgilendirmez," diyerek Doğa'nın koluna tekrar uzandığında Matteo, Doğa'yı arkasına alır gibi yine kendine çekti. "Doğa'yı ilgilendiren her şey beni de ilgilendirir." Bu cümle üzerine herkes Matteo'ya baktı. Çağan da yanımıza gelmişti. Kadının yanında iki adam belirdiğinde Matteo'ya yaklaşarak birisi, "Kızı bırak," dedi. Doğa bu saçmalığa kaşlarını çatarak bakıyordu. Diğerlerimiz ise şaşkındı çünkü Matteo bariz bir şekilde Doğa'yı koruyordu. Matteo, "Onu bırakırsam sizi bırakmam," dediğinde kudurtma gülüşünü de yüzüne takınmıştı. Adamlar ısrarla, "O bizimle gelecek," dediklerinde Matteo onların üzerine yürüdü. Çağan ise araya girip Matteo'yu göğsünden ittirirken, "Sakin kal. Akhar burada, sıkıntı çıkmasın," dedi. Bunun üzerine adamlar hala konuşuyordu hatta Matteo'nun önünde duran Çağan'ı ittirdiler. Bir iki adım sendeleyen Çağan'ın ardından Medusa araya girdi. "Kimse sizinle gelmeyecek! Defolun gidin buradan!" Adamın biri Medusa'nın kolundan tutup geriye savurdu. Çağan, "Karıma?" diyerek adamın suratına bir yumruk geçirdi. Matteo da diğerine sıktığı yumruğu çoktan yerine yerleştirmişti.

"Çağan! Matteo! Durun," desem de adamların üzerinden ayrılmadılar. Bunun üzerine Seo ve ekibi bu şiddetli dövüşe geldiler. Hepsi birini tutunca Seo, "Neler oluyor burada?" dedi. Bu defa başta konuşan kadın, "Yeter! Doğa benimle gelecek," demesiyle Matteo kahkahayı kopardı. "Öyleyse ben de onunla geleceğim," demesiyle öne atıldım. "Ben de geleceğim." Arkamdan Medusa ve Ahsen de öne çıktığında kadın çaresiz bir şekilde, "Gelin!" dedi. Yürümeye başladıklarında arkalarından gittik. Seo ve ekibi buraya anlam veremeyerek bakıyordu. Salondan çıktığımızda Doğa yanında yürüyen Matteo'ya, "Az önce yaptığın neydi?" dedi. Matteo rahat bir tavırla, "Ne yapmışım?" demesiyle Doğa gözlerini devirdi. "Benimle ilgili her şey seni nasıl ilgilendirebilir?" Doğa'nın sorusuna yanıt vermeyen Matteo hızlı adımlar atarak onun önüne geçti. Bu durumda cevap vermeyip yürümesi üzerine Doğa arkasına dönerek bana onu işaret etti. Anlamayan gözlerle bana bakıp bu neydi şimdi der gibi bakıyordu.

O esna da yanımda yürüyen Medusa, Çağan'a, "Sakin kal dedikten sonra adamlara dalman çok ironik," dedi. Çağan ise, "Sana dokunan ele ne yapmalıydım?" demesiyle Medusa bundan keyif alarak Çağan'ın sırtına sıvazlar gibi vurdu. "Aferin. Ben de öyle yapardım. Hatta yapıyordum ki aptal adam bana dokunma cüretini gösterdi." Bu ikisi tam tencere kapaktı. Çağan duruşunu dikleştirerek, "O yüzden gereken yapıldı hayatım," diyerek devam ettiler. Kwang hala toplantıda mıydı acaba? Ahsen birden yanımda belirerek, "Bence o kadın Doğa'yı Akhar'a götürüyor," dedi. Ona baktım. Konuşmaya devam etti. "Akhar'dan birisi Doğa'yı görmek istedi. Bu kadın da aracı. Doğa'ya nasıl bir açıklama yapılacak merak ediyorum." Bunu ben de merak ediyordum. Eğer bir yakınıysa, nasıl hem Akhar olup hem Doğa'yı korudu. Neden Akhar'ın içindeydi? Aklıma bu konuyla ilgili soru geldikçe içim daralıyordu. Nihayetinde birkaç koridor geçtikten sonra kadın bize bir kapı açtı. Soğuk bir ifadeyle, "Girin," dedi. Doğa en önde, kapının karşısındaydı. İçeri girdi. 

Ardından biz de girdiğimizde duvarlarla çevrili bu boş odada kimse yoktu. "Burada bekleyin," diyerek odadan dışarı çıkan kadın arkasından da kapıyı kapattı. Doğa, "Umarım bütün bunların bir açıklaması vardır," derken beklemeye başladık. Ahsen, Medusa, Çağan, Matteo, Doğa ve ben... Kiminle karşılaşacağımızı merak ediyordum. Çok geçmeden kapı açıldı. Akhar'ın içinden olan bir kişi maskeli bir şekilde içeri girdi. Herkes dikkatli bir şekilde gelen kişiye bakıyordu. Kanalizasyondayken odaklanıp da diğer maskelilere bakamamıştım ama kadın olduğu anlaşılıyordu. Onların üzerinde de siyah takım elbise vardı. Maskeli kişi konuştu. "Doğa Perla ile yalnız görüşeceğim." Soğuk ve tehditvari bir ses tonuydu bu. Maske yüzünden sesi pürüzlü geliyordu. Kim olduğunu anlamak zordu. Sesi olduğu gibi yansıtmayan özel bir maske olduğu belliydi. Bunun üzerine Doğa ona doğru bir adım atarak, "Onlar benim arkadaşlarım. Kalmalarını istiyorum. Belli ki beni tanıyorsun. Koruduğuna göre..." dedi. Yine derin sessizlik kara bulut gibi üzerimize çöktü. Herkes birbirine bakıyordu. Kadın ise bir şey demek yerine ellerini yüzüne götürdü ve maskeyi çıkardı.

Gördüğüm yüzle bakışlarım gerildi. Beklemezdim... Doğa'nın soluğu kesilmiş gibi kadına bakıyordu. Sarıya dönük saçları ensesinde sıkıca toplanmıştı. Doğa da gördüğüm yeşil gözler aldığı yaşla yüzüne olgun bir görünüş sunuyordu. Doğa'ya baktım. Dudakları aralandı, çenesi titredi. Gözleri doldu ve öfkeli bir bakışla kadını izlemeyi sürdürdü. Sonra bir hıçkırıkla gözlerinden yaşlar süzüldü. Hesap sormak istediği belliydi ama başaramayacak gibi duruyordu. "Anne!" dedi... Bir adım attı sonra devam edemedi. Yumruklarını sıkıyordu. Daha fazla duramadı ve ona doğru koştu. Boynuna atlar gibi sarıldı ona. "Anne... Çok zordu. Neden hiç gelmedin?" Doğa ağlıyordu fakat o kadın onun annesi değildi. Kadın elini bile kaldırmadı. Tepkisiz bir yüz ifadesiyle öylece durdu. Annesine benzeyen bu kadın Doğa'nın teyzesiydi. Çocukluğundan beri Doğa, teyzesinin ailesiyle hiç konuşmadığını, onlardan uzakta yaşadığını söylerdi. O kadını sadece bir kere görmüştüm. O da Doğa'nın annesinin mahkemesi olduğu gündü. Doğa ona tepki vermeyen teyzesinden ayrıldığında ona yine öfkeyle baktı. Herkes şu an annesi olduğunu düşünüyor ve bir şeyler anlamayı umuyordu.

Doğa birkaç dakika da olsa annesini karşısında hayal etmek istemiş olmalıydı. Sonra kendini topladığında sanki az önce anne diye sarılmamış gibi sert bir ses tonuyla konuştu. "Annem nerede? Yıllarca yoktun. Ailemizden şikayet edip dururdun. Anne ve babamın evliliğine lanetler savururdun. Haklı olarak tabi. Fakat merak ediyorum," diyerek teyzesinin etrafında ağır ağır yürümeye başladı. Gözündeki yaşları elinin tersiyle silmişti ama akmakta ısrar ediyorlardı. Konuşmaya devam etti. "Yıllarca ahlak dersi veren ve kendi kardeşini beğenmeyen biri şimdi Akhar'ın tarafında mı?" Tekrar onun önünde durarak, "Size ne yaptılar böyle? Vicdanını rahatlatmak için yeğenini uzaktan uzağa korudun mu aklınca? Neyin içinde olduğunun farkında mısın sen? Annemi aldığı kararlar yüzünden sevmedin ama onun sana ihtiyacı vardı. Babamı öldürdüğünde vereceğin desteğe ihtiyacı vardı. Parana değil sana ihtiyacı vardı teyze! Allah aşkına bana elle tutulur bir şeyler söyle. Bana bu saçmalığı açıklayabilecek bir şeyler ver!" dedi. Annesi babasıyla severek evlenmişti fakat evlilikleri kabustan başka bir şey değildi. Teyzesi ise hep annesine o adamla evlenmemesi gerektiğini söylerdi. Bu yüzden onlardan uzaklaşmıştı. Sözleri hiç dinlenilmediği için.

Kadın yine soğukkanlı görünmeye çalışıyordu. Doğa'nın söyleyecekleri bittiğinde konuşan o oldu. "Bazen elinle değiştiremediğin bir şeyin aynı kalmasına izin verirsin. Annen babanı bırakamazdı. Baban da onu bırakmadı. İkisinin de sebepleri farklıydı. Mutsuzluğu seçtiler sonunda ise ikisi de öldü." Doğa son cümle üzerine başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Annem... Annem ölmedi. Cezaevindeydi. Festival gününden önce onunla görüşmüştüm," dedi titrek bir ses tonuyla. Kadın ise, "Festival günü her yer ateşe verildi Doğa. Annen devletin kurumlarında çalışan biri değildi. Onu kurtarabilecek bir gücüm yoktu," dediğinde Doğa bunun olabileceğini de zaten biliyordu. Sadece onu son kez gördüğünü bilmeyi isterdi. "Benim için nasıl gücün vardı peki?" Doğa başını kaldırıp dik durmaya çalıştı. İçi kan ağlıyordu ama güçlü durmaya çalışıyordu. "Annem için hiçbir şey yapmadın! Akhar'ın içinde bile mi onu koruyamadın? Beni de bıraksaydın! Bıraksaydın da öldürselerdi." Kadın derin bir nefes aldı. "Her şeyin bir bedeli vardır Doğa. Senin için vücudumu değiştireceğim." Doğa bu sözün sahibine tuhaf bir şekilde baktı.

Ben ise ne demek olduğunu çok iyi anlamıştım. Karşılığı elbette olacaktı. Belki annesi için bir şey yapamamıştı ama Doğa için yapmaya çalışıyordu. Bunu da kendi bedenini metal yerine koyarak yapacaktı. Kadın tekrar konuştu. "Adalet örgütünde olduğuna göre bilirsin. Bugün insanlar arasında bir savaş olsa da yarın başka bir şeyin savaşını vereceksiniz. Bu, bugünden belli. Akhar'ın başkanı robot tasarımlarını ilerletti. Savaştan sonra hafızam bir belleğe geçirilip benim için tasarlanan robota takılacak. Seni koruyabilmek için bu teklifi kabul ettim. Şimdi ise bunu bana boşuna yaptırmamış olmanı isteyeceğim senden. İyi savaş ve geri dön." Boşuna mı? Bu tabir hiç de iyi bir gelecek sunmuyordu. Teyzesine doğru konuştum. Aramızda biraz mesafe vardı. "Bu geleceği siz onaylamıyor musunuz? Hafızanız da ruhunuz gibi bir robotun içinde yaşamayacak mı yoksa?" demem üzerine kadın bana bakarak gülümsedi. "Hesna Kaner, öncelikle her zaman Doğa'nın yanında olduğun için sana teşekkür ederim. Soruna gelecek olursam, böyle bir şey mümkün değil." 

Bu cevap hiç de hoşuma gitmemişti. "Öyleyse Akhar'ın diğer üç üyesine ne oldu? Eski bedenlerinden hafızaları kopyalanınca öldürüldüler mi?" Bunu korkarak sormuştum. Ölmelerini istemezdim. Kadın yine bana gülümseyerek, "Kwang'ın ailesinden bahsediyorsun. Sizinle şu an bu bilgileri paylaşamam. Mücadele etmeye devam edin. Öğreneceksiniz. Toplantıya geri dönmeliyim," diyerek Doğa'nın yanağına dokundu. Özür diler gibi baktıktan sonra da arkasını dönüp gitti. Kapanan kapının ardından Doğa yorgun bakıyordu. Düşen omuzları her şeyden ne kadar usandığını belli ediyordu. Ben ise içimde biriken gergin nefesi geri bıraktım. Doğa'ya doğru yürüdüm. Omzuna dokunup bir şey söyleyecekken başını yerden kaldırıp bana baktı. "Salona geri dönelim," diyerek de dışarı çıktı. Arkama baktım. Herkes yorgun görünüyordu. Medusa sinirle söylenerek kapıya doğru ilerledi. "Savaşacak kafa bırakmadılar," dedikten sonra o da çıktı. Peşinden de Çağan. Matteo'ya baktım. Düşünceliydi. 

Matteo, "Akhar'ın içindekiler bile sadakat konusunda problem yaşıyor gibi duruyor," dedi. Doğru. Doğa'nın teyzesi Akhar'a mı çalışıyordu yoksa öyle mi görünmek istiyordu emin değildim. Tek bildiğim ona da güvenemeyeceğimizdi. Matteo'ya net bir şekilde, "Onu bilmem ama bu grupta benzeri olursa asıl problemi ben yaşatırım," dedim. Bunun üzerine şaşırmış gibi baktı. "Neden öyle dedin?" Sorusu karşısında onun niyetini anlamak istiyordum. Bu yüzden onun hakkında şüphelerimi giderecek sorular soracaktım. "Doğa bir saçmalığı daha kaldıramaz Matteo. Bu grup hakkında düşüncen nedir bilmiyorum ama..." diye devam edecek olan cümlemi böldü. "Düşüncem gerçek bir şeyler yaşamak. Gerçek bir şeyler yaşamak istiyorum Hesna." Ciddiydi. "Umarım bu isteğin geçici bir heves değildir Matteo." Doğa'yı incitmesini istemiyordum. Evet bizlere çok yardımı dokunmuştu. Yine de aklıma ilk zamanlar geliyordu ve Doğa'nın hoşlanmayacağı bir durumla karşılaşmasını istemiyordum. Matteo, "Değil," dediğinde daha fazlasını söylemedi. Bunun üzerine, "Peki nedir? Gerçeklikten kastın? Bu yalnızca grubun dostluğuna olan bir merak mı yoksa senin için yeni bir eğlence mi bilemedim." deyince bakışları daha da ciddileşti.

"İkisi de değil," dediğinde bu adamın hiçbir zaman istenilen cevabı vermeyeceğini biliyordum. "Ona aşık mı oldun?" demem üzerine bu soruyu bekliyormuşçasına sustu. Sonra yine aynı ciddiyetle, "Ben de onu anlamaya çalışıyorum," dedi. Ben bir şey demeyince konuşmaya devam etti. "Bazı duyguları anlamak için uğraşıyorum. Sizi tanımak istiyorum. Bu yönetime rağmen bir inancı sıkı sıkıya tutmanın ne demek olduğunu bilmek istiyorum." Her şeye rağmen kendinde bir şeyleri iyileştirmek istediğini görebiliyordum. Bu yeterli olur muydu? Matteo değişmeye mi çalışıyordu yoksa zaten artık olduğu kişiyi mi gösteriyordu emin değildim. Yalnızca Doğa'nın canı yanmasın istiyordum. Onu daha da iyi anlamak adına konuştum. "Benden nefret ettiğini söylemiştin. Bu gruptan da nefret ettiğini sanıyordum. Şimdi inancımızı merak ediyorsun öyle mi?" İlk defa bir şeyle alay etmeyerek konuşuyordu. "Nefret ediyordum. Bazı duyguları tanımaya çalıştığım gibi bazılarını da terk etmeyi deniyorum. Nefret gibi, öfke gibi... Çabalıyorum," dediğinde bekletmeden söze girdim. "Bunu görebiliyorum. Şimdilik çabalıyorsun. Bu sürekli olacak mı onu merak ediyorum."

Matteo, "Doğa'yı korumak istemeni anlıyorum. İnan bana ben de onu korumak istiyorum. Karşılık beklemiyorum. O ne derse, ne yaparsa haklı. Onu zamanında korkutup üzdüğüm için kendime çok kızıyorum. Bilmiyorum, ben..." diyerek sustu. Samimiyetine inanmak istiyordum. Bu yüzden biraz da cesarete ihtiyacı olduğunu düşündüm. "Sen akıllı bir adamsın Matteo. Yaptıkların için teşekkürü hak ediyorsun. Fakat biz senin için henüz bir şey yapamadık. Bunun sebebi ise güvenin ve saygının zamanla, üstelik çabayla kazanılması. Bu savaş için önemli bir isimsin. Kendini kanıtla çünkü hiçbirimiz seni kaybetmek istemeyiz. Aksi bir şey olursa da şaşırmaz, yolumuza bakarız." Düşünceli hali devam ettiğinde, "Sence bir şansım olur mu?" dedi. Sanırım Doğa'yı kastediyordu. "Doğa'nın duyguları karmaşıktır. Çözmesi zordur. Tabi senin de inatçı bir kişiliğin olduğunu düşünürsek bir şansın olabilir," dediğimde yere bakıp gülümsedi. Sonra, "Yalnız burada herkesin inadı birbiriyle yarışır," demesiyle cevap verdim. "Yarışır ama yorulur. Kararlı olursan Doğa da yorulacaktır. Belki tabi. Ben onun adına bir şey diyemem." 

Doğa, Matteo hakkında konuşmayı hep reddetmişti. Bu yüzden Matteo'yu sevebilmesi bana imkansız geliyordu. Fakat belli mi olur? Benim de Kwang'ı sevebilmem imkansızdı. Daha fazla bir şey demeden açık bırakılan kapıya yürümeye başladım. Ben çıkınca Matteo da gelmeye başlamıştı. Salona geçtim. Artık toplantının bitmesini umuyordum. Kızların yanına geçtim. Çağan da Medusa'nın yanındaydı. Matteo da geldiğinde Çağan'a, "Bizim de toplantıda olmamız gerekirdi," dedi. Çağan ona bakarak, "Bu biraz seçici olmuş. Öncesinde katılacak kişiler belirlenmişti. Bizim adımız yok," diye cevap verdi. Nihayetinde herkes Matteo ile konuşmaya başlamıştı. Çok geçmeden toplantıdan çıkan askerler görünmeye başladı. Kwang'ı gördüğümde konuşma yapılan alana doğru yürüdü. Herkes onların girmesiyle susmuştu. Kwang herkesin karşısında durduğunda konuştu. "Bu geceye hazırlıklı olmalıyız. Savaş kıyafetlerinizi giymeniz için anons yapılacak. Sonrasında bütün askerler şubelerden çıkış yapacak. Böylelikle bize doğru gelen orduya karşı hazır bulunacağız. Şimdi denizde belirlenen sınıra mayın yerleştirmek için deniz altında çalışan komando ve dalgıçlarımız işine başlasın. Gerekli ekipmanlarınızı hazırlayın."

Medusa, Çağan'a bakarak, "Denizaltılarını kullanacaksınız. İşiniz bittiğinde dalgıç kıyafetleri yerine savaş kıyafetleri giydiğinizde dikkatli ol. Hava soğuk. Denizde üşütme. Bizden önce orada olacaksınız. Seni bulacağım. Hemen yanımda savaşmanı istiyorum." endişeyle konuşmuştu. Çağan ise sakin bir şekilde, "Merak etme aşkım. Sen beni bulmadan ben seni bulmuş olurum," diyerek yanağını öptüğünde ondan ayrıldı. Takip cihazlarımız ve iletişimimiz olacaktı. Sürekli irtibat halinde olacağımızdan birbirimizden ayrılmayacaktık. Kwang düşman hakkında konuşmasını sürdürdükten sonra herkesin dağılmasını söyledi. Herkes kendince hazırlıklarını yapmak için dağılırken yanımıza geldi. Onun gelmesiyle abileri de ekibiyle yanımızda yerini aldı. Kwang, "Düşmanlarımız birer canavar. Yani Akhar'ın anlatmasına göre öyle. Onları kendinize çok yaklaştırmayın. Ağızlarından kezzap kadar güçlü bir sıvı akıttıkları söyleniyor," dediğinde Jun buna iğrenir gibi baktı. "Daha kötü ne..." diye devam edecekken Seo onu susturdu. "Sakın o cümleyi tamamlama. Her zaman daha kötüsü oluyor," dediğinde artık hepimiz ayrıldık.

Saatler hızla ilerliyordu ve adrenalini şimdiden hissediyorduk. Gergin ve endişeliydik. Artık güneş tamamen battığında Kwang anons verdi. Giyinmek için binamıza gittik. Bizim kıyafetlerimiz odamızdaydı. Binaya girdiğimizde odamızda hazır bıraktığımız kıyafetlerimizi aldık. Zırh gibi kurşungeçirmez yeleklerimizi giydik. Dizliklerimiz, kolluklarımız hatta botlarımız bile özel yapımdı. Siyah ve kalınca giyindiğimiz üniformanın sonunda kasklarımızı takacaktık. Kwang benim kaskımı alıp başıma geçirirken, "Dikkatli olmanı istiyorum Hesna," dedi. Kaskı geçirdiğinde konuştum. "Aynı şeyi ben de senden bekliyorum," dediğimde o da kaskını taktı. Silahlar için kemerini de bağladığında bu silahları askeriyeden alacaktık. Bacağıma takacağım bıçaklı kemeri de benden önce alıp önümde eğildi. Ayağımı kaldırarak dizimin üzerine kadar getirdiği kemeri taktığında ayağa kalktı. "Bunu iyi kullanacağını biliyorum ve umarım kullanmak zorunda kalmazsın," dedi. Onu öpmeyi şu an çok istemiştim ama kaskım takılıydı. Motor kaskları gibi tasarlanmalarının yanında kurşun geçirmiyordu da. Hazır olduğumuzda odadan çıktık.

Savaş hava araçlarını kullanacak kişiler çıkış yaptı. Havada öncesinde büyük bir çarpışma olacağa benziyordu. Ayarlatılan savaş araçlarına bindik. Seo'nun ekibi başka bir araca binmişti. İçlerinden biri hava aracı kullanacaktı diye hatırlıyorum. Askeriyeden verilen çağrıyla araçlar çalıştırıldı ve savaş noktasına doğru gitmeye başladık. Kwang kullanıyordu ben de yanındaydım. Matteo, Doğa, Medusa ve Ahsen de arkadaydı. Çağan diğer asker ve robotlarla mayın işini bitirmiş olmalıydı. Robotların ayaklarında teker görevini üstlenen bir mekanizma olduğundan onlar da araçların arasından kendilerini sürüyordu. Bu yolculuk birkaç saati aldığında varış noktasına ulaştık. Kar ve karanlık hava bütün kasvetini sunuyordu. Araçlar sırasıyla yan yana dizilmişti. Ateşlemeler yapılacak hatta inip bizzat dövüşecektik. Gökyüzünde ateşlemeler görüyorduk. Havada çatışma başlamıştı bile. Büyük bir şey üzerimize doğru geliyordu. Hava araçları yer ve gök dahil düşmanı hedef alıyordu. Sesler hiç hoş gelmiyordu. Tanklarla birlikte çıkılan bu yolda umarım bu işi kolay bitirirdik. Fakat geçen zamanla birlikte bize doğru gelen düşman görünmeye başlamıştı. Kaskımdaki görüş merceğini dürbün gibi kullanarak gelenleri görmeye çalıştım. Gördüklerim ise bütün kanımı dondurmaya yetmişti. "Kwang... Biz ne ile savaşıyoruz?"

Bölüm sonu...

Artık düşman göründü. Gelecek bölüm savaşın sürdüğü olaylar okuyacaksınız. Uzun bir bölüm olacak çünkü bu kitabımızın son bölümü olarak düşündüm. Bakalım neler olacak var mı sorularınız?

Sonda hızlı bir bitiş oldu çünkü savaş bütünlüğünü diğer bölümde okumanızı istiyorum. Fikirleriniz neler paylaşın benimle. Merak ediyorum artık sonlardayız. Tabi yolculuğumuz bitmiyor ikinci kitap kaldığı yerden devam edecek.

Oy vermeyi unutmayalım. 

Instagram: fairymits

Tiktok: fairymits

Continue Reading

You'll Also Like

33.9K 2.6K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
6.5K 1.2K 14
"Sadece soruma cevap ver Layla." Gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma diz çöktü. İşaret parmağını havalandırarak göğüsümün üstüne doğrulttu. "İntik...
782K 50.3K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
905 201 14
Daha kibar bir dili olsaydı kelimeleri insanı kandırabilecek kadar tatlı gelirdi. Fakat bir erkek, güzel bir sesi olmasına rağmen cümlelerini dik baş...