KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

786K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2

9.6K 957 1.2K
By -zehradogan

Merhabalar, nasılsınız? Stresli bir bölüm bırakmıştık şimdi ise bu stres üzerine eklenerek devam edecek. Müsait olduğum haftalarda bölümü haftada ikiye ayırarak yayımlayabilirim. Bu hafta böyle denedim. Yorum sayısına ulaşılmış. Yine 500 yorumun altına düşmeyelim. Bölüm başlarında verdiğim yorum sayısına ulaşmadan bölüm atmayacağım. Oy vermeyi unutmayın...Başlıyoruz, keyifli okumalar...

Sesler kesildiğinde sürgülü duvarlar açılmaya başlamıştı. Kulaklarıma çarpan keskin sesler beni ürkütüyordu. Kwang gözümün görebileceği bir yer kadar bana yakın olsa da ona ulaşamıyordum. Hepsi öfkeyle önümde biriken insanlara bakıyordu. Evet, insanlar... Simsiyah giyinmiş olarak, ellerinde uzun ya da kısa her çeşidi bulunan bıçaklarla üzerime ağır ağır geliyorlardı. Kafalarında ise yine siyah renkte ve yüzlerini göstermeyen kasklar vardı. Kimisinin elinde testere biçimli, kıvrımlı, çatallı kesici aletler de vardı. Duvarlar ardından gelen bu bıçakların sesiydi. Ürkütücü bir şekilde metalik duvarlara vurdukları aletler en rahatsız edici haliyle şimdi gözümün önündeydi. Onların içeri girmesiyle duvarlar tekrar kapandı. Kapsüllere doğru baktım. Kwang oradan çıkabilmek için camı kırmak uğruna yumruklar atıyordu. Bazıları ise çaresizce olacakları izliyordu. Oyun basitti. Bir kişinin kaybı, herkese kaybettirecekti.

Tahminimce bu askerler de başka oyunlardan dahil olmuştu. Onların görevi de kapsülden çıkacak kişi ile dövüşmekti sanırım. Tek kişiye 10 kişi ise fazla adaletsiz olmamış mı? Beşi arkamda beşi ise karşımda dizilmiş duruyordu. İçlerinden birinde gördüğüm uzunca bir bıçağa takıldı gözlerim. Onu almalıydım. Böylece kendimi daha iyi savunabilirdim. Korkmalı mıydım? Başta bunun bir oyun olduğunu düşünme fikirlerim hüsrana uğramaya başlamıştı. Ölüm pahasına mı buradaydık? İyi de neden? Bu saçmalığın içinde olmak sadece biraz daha delirmemize sebep oluyordu. Ne faydası vardı? Kwang'a tekrar baktım. Elleri cama vurmaktan artık kızarmıştı. Durmadan da devam ediyordu. Kendini boşuna incitiyordu. Onun bu hali üzerine yutkunamadım. Yüzünü ellerim arasına alıp, sabret demek istiyordum. Beraberinde ona söyleyebileceğim en güzel hitaplarla acıyan ellerini öpmek istiyordum. Gözlerimi ondan güçlükle alıp etrafımdaki adamlara baktım. Bir tanesi bana doğru hızla geldiğinde buna kendimi hazırlamıştım.

Uzun bıçağını gözüme kestirdiğim adam bana saplamak için kolunu uzatmış geliyordu. Ona doğru sıçrar gibi uzun adımlar attığımda adamın bıçak tutan elini bileğinden kavrayarak bacakları arasından kaydım. Adam, onu bileğinden tutup geriye doğru asılmam üzerine havada takla attı. Sırtüstü yere düştüğünde ise bıçağı elimde kalmıştı. Son zamanlarda dövüş konusunda epey çalışıyordum. Kendimi oldukça geliştirmiştim. Bunun üzerine diğerleri de bana doğru geldiğinde bıçağı kullanmaya başladım. Başka bir asker boğazıma doğru bıçağını hızlı hamlelerle sallıyordu. Ben ise her hareketinde kendimi geri çekerek savunma oluşturuyordum. Yine boğazıma doğru gelen keskin aletleri durdurmak için askerin koluna elimdeki bıçağı sapladım. Peşine bacağımı kaldırıp karnına tekme atmam üzerine yere yığılırken arkasındakileri de düşürdü. Bu hızlı ve keskin hareketler dakikalarca sürdü. Kol ya da bacaklarını yaralıyordum. Elime bir bıçak daha geçirdiğimde iki elimi de kullanmaya başladım.

Birden üç tanesi üzerime atıldı. Arkamda da iki kişi vardı. Diğerleri ise yerde kıvranıyordu. Beş kişi birden saldırmaya başladığında iki kolumu da çizdiler. Tekme atmak için bacaklarımı kullandığımda ise ayak bileklerime kadar kesikler atılmıştı. Artık yorulmuştum ama pes etmedim. Bunun üzerine kapsülümün açılma sesini duydum. Bununla birlikte etrafımdaki askerler duvarları arkalarına alarak hareketsiz bir şekilde dikilmeye başladı. Bu da neydi şimdi? Kwang'a baktım. Soluk soluğa kalmış bir şekilde beni izliyordu. Camı kırma çabalarını kapsülün açılmasıyla durdurmuştu. O da şimdi ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Duvarların önüne dizilen askerlere dönerek, "Ne yapmamız gerekiyor?" desem de hiçbiri cevap vermedi. Kapsüle doğru yürüdüm. Açıldığına göre girmem gerekiyordu sanırım. Bu başka birinin devam edeceği anlamına mı geliyordu? Elimi derin kesilen bir omzuma götürdüm. Elime bulaşan kanla hissettiğim yanma hissini yüz ifademe yansıtmamaya çalıştım. Kwang yalnız dövüşmek zorunda olmama yeterince sinirlenmiş görünüyordu.

Kapsüle girdiğimde peşinden kapanmasıyla başka bir kapsül açıldı. Kwang'a bakıyordum. Onun kapsülü açılmıştı. Gözlerini benden alarak karşısına baktı. Yavaşça kapsülden dışarı bir adım attığında ensesini gevşetmek ister gibi kafasını geriye doğru sağa ve sola eğdi. Duvar kenarlarına dizilen adamlar Kwang'ın önüne doğru yürümeye başladı. Şimdi asıl kanın döküleceğini net bir şekilde öngörebiliyordum. Bunun hıncını fena çıkaracaktı. Ona doğru sakar gibi beceriksiz gelen askerlerden birinin suratına sağlam bir yumruk geçirdi. Çenesine aldığı darbeyle yere yığılan adam geri kalkamadı. Aynısını ona gelen iki askere de yaptığında yumrukları yiyen adamlar geri doğru bayıldı. Kwang vurduğunu indiriyordu. Askerler bıçaklarını kullanamıyordu bile. Kwang dövüşürken gerçekten devasa birine dönüşüyordu. Buna öfke de eklendiğinde karşısındakini bakışlarıyla bile öldürebilirdi. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki Kwang kendisine hiç dokunulmaya fırsat vermeden herkesi yere indirmişti. Olanları ağzım açık izlediğimi fark ettiğimde ağzımı kapattım. Sonunda kimse yerden kalkamaz olduğunda Kwang bu tarafa baktı. Kimse hareket etmiyordu. Bunun üzerine bütün kapsüller açıldı.

Kapsülümün açılmasıyla Kwang'a doğru hızlı adımlarla yürüdüm. O da bana doğru geliyordu. Birbirimize yaklaştığımızda kollarımı hafifçe tutarak yaralarıma baktı. "Beni korkuttun ayçiçeği," dediğinde ona sanki çok uzun süre sonra kavuşabilmişim gibi hissettim. Yaralarımda gezinen ellerini tuttum. Ellerinin üstü yumruk atmaktan kıpkırmızı olmuştu. "Senin beni korkuttuğun kadar mı?" diyerek ellerinin üstünü öptüm. Deli çocuk! Kendini parçaladı. Bana sıcak bir gülümsemeyle baktığında yüzümü elleri arasına aldı. "Sana uzak bırakılmaktan nefret ediyorum," diyerek yüzünü bana yaklaştırdığında arkadan bir öksürük sesi geldi. Diğerlerinin varlığını yeni hatırlamış gibi irkildik. Utanarak ondan bir adım geri çekildim. O ise olduğu yerde doğrularak derin bir nefes aldıktan sonra, "Sanırım bu aşama da bitti. Ethan, tablet yeni rota çıkarıyor mu?" diyerek dikkatleri bizim üzerimizden dağıttı. Ethan incelemeye başladığında, "Bekleyelim," dedi. Kaç aşama vardı bilmiyorduk ama bu kanalizasyonda biraz daha durursak bir haftalık bir kokuyla yaşayabilirdik.

Doğa, Medusa ve Ahsen yanıma geldi. Ahsen, "Yaraların çok derin mi? Canın yanıyor mu?" dediğinde hala çok korkuyor görünüyordu ama kendini toparlamıştı. Sol omzumu ona doğru göstererek, "Şurası biraz derin kesildi galiba," derken o çoktan bir çantadan sargı bezi çıkarmıştı. Paket içinde olduğu için ıslanmamıştı. Bir şişe de açık yaralara sürülen sıvı ilaç çıkardığında, "Düğmelerini aç," dedi. Kapsüllere dönük olduğumuz için herkes karşımızdaydı. Kızlar önümde dursa da arkamı döndüm. Düğmelerimi açmaya çalıştım ama ellerimin titrediğini fark ettim. Parmak uçlarım bıçakları fazla sıkı tutmamdan ötürü uyuşmuştu. Bunu fark eden Kwang ilk düğmeyi açma çabam karşısında ellerini göğsüme yaklaştırdı. Açmaya başladığında havada kalan ellerimi indirdim. Bir kaç düğmeyi açtığında yaralı kolumu üniformadan çıkardı. Ahsen'in sürmek için yanıma yaklaştığı ilacı kendi alarak yarama döktü. Ahsen ona başka bir bez verdiğinde kanı temizlemeye başladı. Yine kaşlarını çatmış kesik izine bakıyordu. Korece bir şeyler de mırıldanıyordu.

Ben de kaşlarımı merakla çattığımda, "Ne diyorsun?" dedim. Omuzumun hemen altında olan kesiği sargı beziyle sararken, "Hiç, kendi kendime sinirleniyorum," cevabını verdi. Tamamen sardığında diğer kesiklere de ilaç sürdü. "Yaktı mı?" diye sorduğunda suratımı buruşturduğumu fark ettim. "Çok değil," dediğimde işi bitmişti. Kolumu geri üniformaya geçirdiğimde açıkta kalan düğmelerimi iliklemeye başladı. O sırada gözüm kızlara kaydı. Medusa'nın üzerimizdeki sıcak bakışlarını yakalamıştım. Herkesin gözü üzerimizdeydi. Ne kadar yakın olduğumuzdan haberleri yoktu tabi. Kwang, "Ben diğerlerine bir bakayım," diyerek yanımızdan ayrıldığında kızlara ağır ağır döndüm. Elbette hemen lafa atlayan Medusa oldu. "Kızım, siz hayırdır? Yakınlaşmalar görüyorum. Sizin aranızda bir şeyler mi oldu?" derken sırıtıyordu. Doğa ve Ahsen de ondan farksız değildi. Onlara durumu gayet açıklayacak bir soru sordum. "Yani, kocam değil mi?" dediğimde Medusa heyecanla bana daha çok yaklaşıp yerinde hafifçe zıpladı. "Ne? Gerçek mi oldunuz siz yoksa?" Doğa ve Ahsen buna gülmüştü. Ben de gülerek, "Evet Medusa, bayağı gerçek olduk," dedim.

Medusa çığlık atmamak için kendini tutuyor gibi duruyordu. "Allah'ıma şükürler olsun," diyerek nefesini boşalttı. Ahsen, Medusa'nın kolundan tutup kendine çekerken, "Onları anlıyorum da biz seni anlayamadık. Siz nasıl bu kadar çabuk yakın oldunuz?" dedi. Evet, Çağan başta Medusa'dan biraz uzak duruyor gibiydi. Medusa, Ahsen'e doğru yüzünü yaklaştırıp, "Bir gün çok konuşuyordu. Nefesini kestim. Sonra gerisi geldi," dediğinde göz kırpmıştı. Ahsen ondan geri çekilirken, "Nasıl kestiğini sormayacağım," dedi. Doğa bu konuşulanlara gülmekle yetindiğinde, "Sanırım yeni oyun başlayacak," diyerek diğerlerine doğru yürüdü. Medusa onun arkasından, "Sana da sorularım olacak Doğa hanım. Kendini hazırla," dediğinde onlara doğru yürümeye başladık. Ethan, "Hologram yeni harita açıyor," diyerek bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. Bu defa her ne yapacaksak artık son olmasını umdum. Hislerim bu düşüncemi ne yazık ki onaylamıyordu. Ethan'ın konuşmasıyla kapsüller duvarın içine doğru çekildi. Sonrasında duvar iki yana açılarak bize yeni bir odanın girişini gösterdi.

Gördüğüm karışıklıklar ne yapacağımız konusunda bana bir fikir vermemişti. Oda yine metalik duvarlarla örülmüş, yerler boylu boyunca tamir eşyalarıyla doluydu. Demir parçaları gibi yerde yığın haline gelmiş eşyalar sanki kayıp eşya dükkanına sokmuştu bizi. Hava, metal kokusuyla doluydu. Ethan etrafı sessiz izleyişimizi bozarak, "Tablet şu an 45 dakikadan geriye doğru saymaya başladı," derken sesine tedirginlik bulaşmıştı. Sebebi ise kimsenin bir şey anlamamış olmasıydı. Herkes garip bir şekilde Ethan'ın gösterdiği ekrana bakıyordu. Medusa ortaya atılarak eşyalara bakmaya başladı. Kendine yığından bir kaynak maskesi, kaynak elektrot, tel ve çubuklar aldı. Sonra elleri dolduğu için ayağıyla yerdeki tekerleği göstererek, "Çocuklar, sanırım bizden bir araç yapmamız bekleniyor," dedi. Buna Jun cevap verdi. "Araç mı? 45 dakikada mı?" Herkes bu imkansız gibi birbirine baktığında Çağan, Medusa'nın karşısına geçerek elindekileri alırken bize döndü. "O işini bilir. Aracı süs olsun diye yapmayacağız herhalde. Gelecek aşamada kullanmamız gerekebilir. Hemen başlayalım," diyerek tekrar Medusa'ya döndü.

Medusa eline yerden bulduğu eldivenleri geçirerek, "Bana şu ortayı açın," demesiyle Diego, Bartu, Boris hepsi eşyaları kenarlara dizip ortayı açmaya başladı. Hep birlikte Medusa'nın tarif etmesi üzerine araç için uygun eşyalar aradık. Medusa metal levhaları bir araya getirerek aracın şasi yapısını oluşturdu. O kadar ciddi ve seri hareket ediyordu ki bütün ustalığını konuşturmaya hazır gibiydi. Yine araç için lastik istediğinde hepsi önüne geldi. Bu durumda aracın iskeletini hala yapmaya çalışıyordu. Çağan'ın yardımıyla büyükçe bir tekerleği diğer tamir ekipmanlarıyla birleştirerek tekerlek yataklarını oluşturdu. Dakikalar sonunda aracın temel iskeleti ortaya çıkmıştı. Sıra motor yapımına geldiğinde farklı demir parçalarıyla da tasarımlarını destekledi. Kullanılabilir aletleri ve motorun karmaşık parçalarını bir araya getirdi. Elektrik sistemini de kurmak gerekiyordu bu yüzden tel ve pilleri uygun bölgelere yerleştirdi. Kabloları kontrol etti. Pillerin doğru voltajda olup olmadığını da test etti. Bu işlemler de tamamlandığında geriye aracın dış cephesi kalmıştı. Araç biçimsiz görünüyor olsa da ortaya 45 dakika da dört tekerin gidebileceği bir yapı çıkardığımız için mutluyduk.

Boris tank komutanı olduğu için araçların dış yüzeyinden de iyi anlıyordu bu yüzden yığın içinden en sağlam levhaları seçti. Aracın dış yüzeyini bu levhalarla kapladık. Medusa kaynak makinelerini kullanarak parçaları birleştirmeye başladı. Gerçekten kaynakçı olmanın hakkını vermişti. Yüzündeki maskeyi işi bittiğinde çıkardı. Kan ter içinde kalan yüzü yaptığı işten memnun görünüyordu. Araçta sadece şoför koltuğu vardı. Diğerlerimiz kasa gibi yaptığımız yerde ayakta duracaktık. Ethan, "Hemen silah seçin. Süre bitmek üzere," dediğinde yığın içindeki silahları da kendimize göre seçtik. Fazladan da aldık. Bu araçla ne yapmamız gerektiğini silahlara bakınca da anlayabiliyorduk. Sanırım bizi zorlu bir parkur bekliyordu. Araç içine yerleştiğimizde biraz sıkışmıştık. Kwang belimi kavrayarak beni kendine yaklaştırdı. Kulağıma doğru eğilerek benim duyabileceğim bir sesle konuştu. "Bana yakın dur." Buna cevap olarak belimi kavrayan elinin üzerine elimi yerleştirdim.

Başımı kaldırdığımda beni izleyen gözlerini yakaladım. Gözlerini kaçırmıyor, oldukça korumacı bakıyordu. Bu adama her baktığımda içimden bir ip çözülüyordu sanki. Allah biliyor, çok hoşuma gidiyordu. Araçta durup beklerken önümüzdeki duvar açılmaya başladı. Medusa araca dokunarak, "Beni haksız çıkarma ne olur," dedi. Evet, araçla konuşuyordu. Gerçekten uğraşmıştık ve nasıl çalışacağını merak ediyordum. Boris aracı çalıştırdı. Motorun sesini duyduğunda Medusa, "Bebeğime bak! Ne güzel sesi var," dedi. Çağan onun bu tepkisine karşılık, "Makinelerle olan iletişimin çok iyi doğrusu," derken sesinde biraz kıskançlık seziliyordu. Medusa onun karnına dirseğiyle hafifçe vurup, "Senden iyi olmasın kocam," dedi. Duvarlar açılmıştı. Boris aracı sürmeye başladı. Yavaş bir şekilde gidiyorduk çünkü henüz tablette düzgün bir rota çıkmamıştı. Ethan'dan bir şeyler duymayı bekliyorduk ama o tabletten görüntülediği holograma öylece bakıyordu. En sonunda elindeki tableti bana uzatarak, "Hesna, sen bakar mısın? Ben bir şey anlamadım, " deyince benim yerime Kwang uzandı ve tableti elime verdi.

İncelemeye başladığımda bir yığın karmaşık yol güzergahı gördüm. Kırmızıyla gösterilen ok işareti bizdik ve dümdüz gitmemize rağmen harita bizi farklı yollara sokuyordu. Bu nasıl bir saçmalıktı böyle? Üstelik girdiğimiz yer yine karanlıktı. Önümüzü bile göremiyorduk çünkü aracın farları için hiçbir malzeme yoktu. Birden, "Boris, aracı durdurur musun?" dememle birlikte zaten çok yavaş giden araç hafifçe durdu. Haritaya baktım. Değişen harita bizim durmamızla şimdi sabit kalmıştı. Yine konuştum. "Tekrar sürebilir misin?" Boris bu sorumla hareket etti. Aracın hareketiyle haritada konum noktaları yine değişmeye başladı. "Tekrar dur," dediğimde yine durduk. Herkes ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışır gibi gözlerini bana dikmişti. Burası ne kadar genişti ya da nereye kadar nasıl bir yol vardı hiçbir fikre sahip değildik. Aracın arka kısmındaydım, elimle araçtan destek alarak bacağımı kaldırıp indim. Benim araçtan çıkmam üzerine Kwang, "Hesna, neden indin? Tehlikeli olabilir, araca dön," dese de tablete bakarak aracın etrafında gezinmeye başladım. Tek ışık tabletten gelen ışıktı, etraf ilginç bir şekilde hafif karanlıktı.

Benim yürümem üzerine haritanın bana sunduğu yolu takip ettim. Kwang da hemen ardımdan geldiği için şimdi yanımdaydı. Anladığım kadarıyla araç bir şekilde tabletin sinyalini engelliyor ve hareket halindeyken bize yolu göstermiyordu. Öyleyse aracı neden yaptık? Yaya olarak çıkan harita karşısında araçtakilere seslendim. "Yürüyeceğiz. Birkaçınız buraya gelin." Tabi kimse bu durumdan hoşnut olmadı. Araçtan inerken Jun, "İneceksek neden bunca zahmete girdik?" diyerek kendi kendine söyleniyordu. Açıklayıcı olması adına konuştum. "Araçta kullandığımız malzemeler tabletin sinyalini etkiliyor. Bilinçli olarak kurulmuş olmalı ki yürümemiz istenmiş." Tableti onlara göstererek, "Bakın. Şimdi yol güzergahı çalışıyor," dediğimde tableti elimden alan Ethan oldu. Biraz incelediğinde, "Bitişe baktın mı? Araçla orada olmamız isteniyor," dedi. Bunun üzerine herkes birbirine baktı. Sessizliği bozan Kwang oldu. "Öyleyse yaya olarak haritaya göre yürüyeceğiz. Silahlar olduğuna göre de aracı korumamız isteniyor," demesi üzerine yürüyecek olanları belirledik. Aracı ve kendimizi güvenli bir şekilde bitişe ulaştırmalıydık. Boris aracı sürüyordu. Onunla olan Diego da yanında kaldı. Biri aracı sürerken tek kişi belki de aracın üzerinde savunma yapma için yeterli olmazdı. Bu yüzden Matteo da Doğa ile araçta kalacağını söyledi. Geçen oyundan yürüyemeyecek kadar yorgun olmasını anlıyordum.

Jun ve Seo aracın önüne doğru yürüdüler. Peşinden Jonah ve Bartu da gitti. Ahsen, "Aracı neden ya da kimden koruyacağımız sorusuna bir yanıtınız var mı?" dediğinde Kwang'la birbirimize baktık. Birazdan öğrenecektik nasıl olsa. Ethan, "Gidelim. Buradan da tez zamanda çıkarız inşallah," diyerek diğerlerinin yanına yürüdüğünde Ahsen de peşinden gitti. Medusa, "Bu iş hoşuma gitmedi ama neyse," diyerek Çağan'ın elini tuttuğunda onlar da ilerledi. Tableti Ethan'a vermiştim. Onlar önden yolu kontrol edip gidecek biz de Kwang'la arkada kalacaktık. Aracın içinde kalan Boris, Diego, Matteo ve Doğa da etraflarına dikkatle bakıyordu. Aracın önünde kalan ekip hızla ilerliyordu. Şu an bir tehdit yoktu. Bir silah sesi duyana dek hızlı davranmamızda fayda vardı. Kwang'la birlikte önden yürüyenleri takip eden aracın ardında çok yakın ya da çok uzak kalmayarak koşuyorduk. İlerledikçe duvar kenarlarında ışıklandırmalar görmeye başladık. Etraf hala loştu. Sanırım düz bir şekilde ilerleyecektik fakat ilk oyunda olduğu gibi duvarlar değişecekti. Labirent gibi yolları tekrarlayacaktık. Hafif bir tempoyla arkadan koşarken Kwang'a, "Bunun bir sonu olacak mı?" diye sordum. Arkasını kontrol ederek ağır ağır koşmaya devam etti.

"Ben de bunun son olmasını umuyorum," dediğinde hala etrafta bir hareketlilik yoktu. Islak kıyafetlerimiz de üzerimize iyice yapışmıştı. Hiç iyi durumda değildik. Sessizlik devam ederken ayağımda hissettiğim bir şey üzerine aniden yüzüstü yere düştüm. Sesli bir şekilde acıyla inlemem üzerine silah sesleri duydum. Kwang ayağımın dibindeki bir şeyi kurşunluyordu. Beni kolumdan tutup kaldırırken, "Koşun!" diyerek öndekilere komut verdi. Ayağımı her ne tuttuysa her şey çok hızlı olmuştu. "Ne olduğunu görebildin mi?" derken koşuyorduk. Diego ön tarafa bakarken Matteo ve Doğa da arkamızdan gelebilecek her ne ise silahlarını doğrultmuşlardı. Doğa, "Siz ikiniz iyi misiniz? O da neydi öyle?" dediğinde tekrar silah sesleri duyuldu. Bu sefer ses öndekilerden gelmişti. Jun, "Küçük robot arkadaşlarımız var!" diye ön taraftan bağırmıştı. Kwang'la etrafımıza bakarak koşuyorduk. O sırada Matteo ve Doğa'nın silahları arkamızdan duyulmaya başladı. Bizi kovalayan şeyleri vuruyorlardı. Matteo aracın kasasından, "Çok fazlalar!" diye bağırdığında yine ayağıma bir şey sarıldı. Bunun üzerine ayağıma batan keskin jiletler hissettim. Silahımı kullanarak ayağımdaki robottan kurtulmaya çalıştım.

Arkama bakma fırsatı bulduğumda bir düzeine robotun peşimizden geldiğini gördüm. Bunlar asıl tasarımlarını yaptığımız robotlara yardımcı ve ek olarak tasarladığımız robotlardı. Aynı şekilde yan taraflardan da robotların tekerlek sesleri duyuluyordu. Metalik kaplamalı, tekerlekleri ve silah şeklinde kol tasarımı olan bu robotlar yarım metre boyundaydı. Her adımımda yerde hissettiğim kurşunlar onlardan geliyordu. Bu robotların kutu görünümündeydi. Yanlarında silahtan iki kol ve baş kısmında kesici aletlerin değiştiği bir kol daha vardı. Yani altında metalik tekerlekleri olan metal bir kutunun üzerinde üç ölümcül kol düşünürsek pek de şekilli şeyler tarafından kovalanmadığımızı anlayabiliyorduk. Etrafımız epey sarılmıştı. Kwang, "Matteo! Ön tarafa söyle, buraya iki kişi daha lazım!" dediğinde arkaya ateş etmeyi keserek hemen öne haber verdi. Biraz sonra aracın ilerlemesiyle iki tarafta duran Medusa ve Çağan'ı gördük. Bizim koşmamız üzerine geride kaldıklarında arkaya nişan almaya devam etmişlerdi. Robotlar biraz seyrek gelmeye başladığında ikisi de yanımıza koştu.

Çağan, "İyi misiniz?" dediğinde arkadan ve yandan gelen her cisme vurmaya devam ediyorduk. Kwang, "Biz iyiyiz. Önde durum ne?" dedi. Ayağıma batan kesici cisimlerin acısını saymazsam evet iyiydim. Doğranmadık yerim kalmamıştı. Çağan, "Aracın ön tarafından da çok robot geliyor. Eğer bu yol çok uzun sürerse işimiz hiç kolay olmaz," derken nefes nefese koşmaya devam ediyorduk. Silah sesleri ve bağırmalarla dolu dakikalar geçirdik. Aracın içindekiler de uzak mesafeden yaklaşan robotları vuruyordu. Harita sadece aracın dışında çalıştığı için önde güzergahı takip edenlerin çok hızlı olması gerekiyordu. Burası nasıl döşenmişti? Burada böyle bir yer yapabilmek için yıllarca üzerinde çalışılmış olmalıydı. Akhar resmen bunca eğitimi gerçekleşecek savaş için hazırlamıştı. Yaptıkları gerçek bir kabus gibiydi. Bu koşturmaca bayağı zaman aldı. En sonunda ise karşımızdaki araç yavaşlayıp durmuştu. Kwang, "Boris! Neden durdunuz?" demesine kalmadan ön tarafta ardı ardına silah sesleri duyuldu. Büyük bir çatışmanın ortasındaydık. Matteo bize doğru seslendi. "Ön tarafı sardılar!" Arka taraftan gelen olmayınca Medusa, Çağan, Kwang ve ben diğerlerinin yanına koştuk. Önümüze gelen robotları vurmaya başladık. Çok sayıda robot aracın etrafını sarmıştı.

Araca nişan alan robotları def etmek için araca biriktirdiğimiz mermileri de silahlara doldurup durduk. Ethan herkesin duyabilmesi adına bağırarak konuştu. "Böyle olmaz! Hızlanamıyoruz bile! Diego, çantadan bana halatı at!" Bunun üzerine Diego araçtaki çantalardan birinden sağlam bir ip çıkararak Ethan'ın önüne fırlattı. Halatın kemer kısmını beline bağlayarak, "Beni aracın arkasına bağlayın. Yönlendirmemle ilerleyeceğiz. Herkes araca binsin!" dediğinde Jun ve Seo onu aracın arkasına kadar götürdü. Herkes birbirini koruyordu. Halatın diğer ucunu aracın arkasına bağladılar. Biz de bu durumda etrafı kurşunlayarak kasaya binmek için mücadele verdik. Ethan'ın ayak tabanlarına kendimize kalkan olarak kullandığımız levhalardan da bağladılar. Son olarak Seo ve Jun da araca binince ikisi de, "Sür Boris, sür!" dediler. Şimdi aracın üzerinden robotları kurşunlamaya devam ediyorduk. Araç çalışınca Ethan kendini sanki kayak kayar gibi bacaklarını biraz kırarak geriye yaslanıyordu. İki eliyle tuttuğu tablette dengesini koruyarak güzergahı kontrol ediyordu. "50 metre sonra iki tünel yolu çıkacak. Sola dön!"

Boris bu hengameye duyamayacağı için arkada olduğumuzdan Boris'e yönleri biz söyledik. "50 metre sonra sol tünel!" Ethan silahların hedefi olmasın diye onun arkasından gelen her robotu fazla yaklaşamadan vuruyorduk. Ethan'ın komutlarıyla 50 metre sonunda Boris sol tünele girdi. Şimdi her şey daha karanlıktı ve önümüzü göremiyorduk. Ethan, "Düz devam et! Önün boş!" dedi. Biz de Boris'e, "Ön boş Boris, sürmeye devam et!" dedik. Bu şekilde yönlendirmeler devam etti. Ethan'ın ayaklarının altındaki levhalar sürtünme sebebiyle yerde küçük kıvılcımlar çıkarıyordu. Ethan düşmemek için direniyordu Boris ise hızlı sürmeye devam ediyordu. "Boris solda tünel girişi olacak. Şimdi kır direksiyonu!" dediğinde herkes resmen haykırdı. "Boris direksiyonu sola kır!" Bunun üzerine ani dönüş sebebiyle Ethan düşecek gibi olsa da bir eliyle halata asılarak kendi dengesini korudu. "Hızlan! Son düzlük!" Ethan'ın bağırmasıyla hep birlikte bağırdık. "Gaza bas!" Boris aracı hızlandırarak düz devam etti. Arkadan gelen robotları vurmaya devam ediyorduk.

Bu yol da kısa sürdüğünde Ethan, "Yavaşla ve dur!" dedi. Biz yine bağırdık. "Yavaşla ve dur!" Boris gazı keserek yavaşladı ve en sonunda durdu. Durunca Jun ve Seo araçtan direkt indi ve Ethan'ın yanına koştu. Biri belindeki halatı biri de ayaklarını çözdüğünde Ethan bacaklarını açarak yere oturdu. Dengede kalmak için bütün vücudunu kastığından bacakları çok acıyor olmalıydı. Ahsen de araçtan inerek Ethan'ın yanına koştu. "Yaralandın mı? Bir şeyin var mı?" diye sorduğunda Ethan güçlükle yerden kalkarak doğruldu. "Bacağıma kramp girdi," dediğinde bir bacağının üzerine basamıyor acıyla yüzünü buruşturuyordu. Biz de indik. Aracın önünde büyük bir kapı vardı. Tablette yeni oyun aşaması görünüyor olmalıydı. Hepimiz Ethan'ın yanına gittik. Onun elinde zar zor tuttuğu tableti alarak hologram açtım. Jun ve Seo, Ethan'ın koluna girmişti. Ahsen, "Baldır krampı mı? Neresi acıyor?" dedi. Bunun üzerine Ethan, "Evet, sağ baldır," diye onu yanıtladı. Ahsen bunun üzerine Jun ve Seo'ya, "Onu duvara götürün," dediğinde iki kolundan tutarak duvar dibine götürüldü. Bu durumda bir yandan benden haber bekleniyordu. Tablet henüz net bir aşama getirmemişti.

Duvarın önüne gelen Jun, Seo, ve Ethan'nın peşine Ahsen konuşmaya başladı. "Ne yapman gerektiğini biliyorsun Ethan. Topuklarını yere bastır. İki elinle de duvarı it. Sağ bacağını yarım adım geri at. Biraz gerilme hareketleri yapmalısın. Geçmezse sırtüstü yere yatarsın ayağını yukarı doğru esnetiriz." Üçü biraz Ethan'la ilgilendi. Geri kalanlar ise birbirlerinde bir kurşun yarası olup olmadığını kontrol etti. Tablete bakıyordum. Çok sürmeden yeni aşama haritası önüme geldi. Ardından da aracın önündeki kapı açıldı. Kwang, "Ne yapıyoruz?" dediğinde derin bir nefes alarak konuştum. "Yine pek iç açıcı bir oyun olmayacak. Gidelim," diyerek kapıya doğru yürüdüm. Diğerleri de gelirken oyunun haritasını anlatmaya başladım. "Düz bir tünel yolu var. Tünellerden birinde bir cisim var. O cismi bitiş noktasına ulaştırmamız gerekiyor." Medusa söze girdi. "Bunu yaparken hangi ölüm tehlikelerinden döneceğiz acaba?" İlerlerken hala onlara oyun hakkındaki düşüncelerimi söyledim. Ahsen, Ethan, Jun ve Seo da bize katıldı. Ethan zar zor kendini yürütmeye çalışıyordu.

Kapıdan içeriye girdik. Çok şükür yolu aydınlatan ışıklandırmalar vardı. Fakat sadece önümüzdeki düz yolu ışıtıyordu. Uzun geniş bir koridor gibiydi. Sağ ve sol duvarların dibinde ise yuvarlak küçük tünel girişleri vardı. İrili ufaklı girişleri sırasıyla denememiz gerekiyordu. Birinde hedef cisim vardı. Onu da sona ulaştırmamız gerekiyordu. Yalnız bu çok uzun bir zaman alabilirdi çünkü irili ufaklı girişler bir kara delik gibiydi ve yan yanaydı. Şimdiden önümün görebildiği yere kadar 20 delik vardı. Ahsen sıkıntıyla, "Bunların içine gireceğimizi söylemeyin bana," dedi. Ethan'ın bacağı da kendini çok yürütüyor gibi değildi. Tablette ise sayaç başlamıştı. "30 dakika!" diye bağırmam üzerine herkes gergin bir ifadeyle birbirine baktı. Konuşmaya devam ettim. "Sırasıyla bütün tünel girişlerini deneyeceğiz. Küre şeklinde parlak bir cisim göreceksiniz. Kim bulursa diğerlerine haber versin ve küreyle birlikte bitiş noktasına ulaşalım." Kwang da benim ardımdan konuştu. "Ethan ve Ahsen siz düz ilerleyin. Ne kadar uzun olduğunu öğrenelim. Bizi bitiş noktasında bekleyin." İkisi de tünellere bu şartlar altında giremeyeceği için önden gitmeleri mantıklıydı.

Seo, "Hadi o zaman başlayalım!" diyerek duvar dibine gitti ve bir tünel içine girmek için niyetlendiğinde tekrar konuştu. "Bu tünel ağızları aşağı doğru gidiyor. Yani kayarak inip tırmanarak çıkmamız gerekecek." Medusa bu duyduklarından hiç hoşlanmayarak, "Daha neler!" dedi. Kwang, "Hyung bir gir bakalım çıkması mümkün olmazsa halatla tek tek girmek zorunda kalırız," dedi. Bunun üzerine abisi, "Tamam deneyeceğim," diyerek dar tünelden içeri doğru kaydı. Biraz bekledik. Kwang tünel ağzına kulağını yaklaştırarak onu dinliyordu. Seo aşağıdan bağırdı. "Burada bir şey yok! Çıkıyorum!" Kwang ona seslendi. "Tırmanabiliyor musun? Zor mu?" dediğinde Seo yine konuştu. "Çok dik değil. Biraz eğimli. Dar olduğu için kol ve bacaklarınızı kullanarak çıkabilirsiniz. Diğer tünellere girin hemen!" Bunu duymamız üzerine hepimiz koşarak tünellere dağıldık. Sırasıyla hepsini deneyecektik. Tüneller birbirine orantısızdı. Çok dar olanlar da vardı biraz geniş olanlar da vardı. Erkekler daha kalıplı olduğu için büyükleri tercih etti. Biz de girebileceğimiz tünellerden kaymaya başladık. Bacaklarımı bir tünelden içeri sarkıtarak ellerimle destek alıp aşağı kaydım. Tableti kolumun altına almıştım. Tünel sonuna indiğimde hiçbir şey yoktu. Geri tırmanmaya başladım.

10 dakika geçmişti bile ama kimseden bir ses duyulmuyordu. Koridor ne kadar devam ediyordu acaba? Bunu düşünürken Jonah'ın sesini duydum. "Ethan! Bu yol daha ne kadar uzun?" Sona doğru ışıklandırmalar az olduğu için bitiş noktası karanlık görünüyordu. Ethan'dan ses geldi. "Çok mesafe yok. Acele edin!" Tünellere girip çıkıyor küreyi bir türlü bulamıyorduk. Kollarım tüneli tırmanmaktan artık acımaya başlamıştı. Birkaç tünel daha denedim. Zar zor girdiğim bir tünelden çıkıp hemen yanındaki tünele girecekken yine Jonah, "Buldum!" diye bağırdı. Tünele girmeyerek sesin geldiği yere doğru koştum. Diğerleri de geldi. Tünel içinde olanlar da çıktı. Jonah bir süre sonra elinde parlayan kırmızı bir küreyle çıktı. "Koşun! Bitirelim şu oyunu!" dediğinde ise hep birlikte bitiş noktasına koşmaya başladık. Ahsen ve Ethan orada bizi bekliyordu. Ahsen, "Burada küre için bir yer var. Onu koyduğumuzda kapı açılacak sanırım," dedi. Bunun üzerine Jonah elindeki küreyi duvarda oyuk olarak yapılmış yere götürdü.

Süreye baktım. Daha zamanımız vardı. Jonah tam küreyi yerine yerleştirecekken yan duvarlardan küçük delikler açıldı. "Yere yatın!" Kwang'ın komutuyla hepimiz hızla yere yattık. Deliklerden kurşunlar atılmaya başladı. Kulaklarımı tıkayarak başımı iki elim arasına almış yüzüstü yatıyordum. Bir süre üstümüzde silah atışları devam etti. Bu nereden çıkmıştı şimdi? Kesinlikle izleniyorduk ve her adım bizim için zorlaştırılıyordu. Sesler durdu. Delikler geri kapandı. Tekrar yavaşça kalkmaya hazırlandık. Jun, "Şu küreyi koyup çıkalım artık buradan!" dediğinde Jonah büyük bir halt yemiş gibi dudağını ısırdı. Jun onun ellerini boş görünce, "Küre nerede?" dedi. Jonah gergin bir nefes boşaltarak, "Yere yattığımda elimden düştü," dediğinde Jun ona donuk bir ifadeyle baktı. Seo ise, "Nereye düştü?" derken Jonah küçük bir tüneli işaret ediyordu. "Kim girecek oraya? Ne kadar zamanımız kaldı?" Seo hızla konuşmuştu. Birden Seo'nun söylediği şey ile Jun, "Oraya ancak Hesna girebilir," dedi. Epey dar bir tüneldi. Herkes bana baktı. Kwang ölümcül bakışlarla Jun'a bakıyordu. Bunu fark eden Jun, "Yani, biraz minyon tipli olduğundan dedim. Başka kim sığacak oraya?"

Kwang bu sözlere gözlerini uzunca kapattı. Sinirlenmemeye çalıştığı belliydi. Jun devam etti. "Ahsen desem klostrofobisi var. Oraya giremez. Doğa desem tünelin dibinde bir sürpriz olabilir. Su doludur belki boğulur falan o da alamaz. Medusa'nın kolları, bacakları uzun. Tünelin içinde direk gibi durması lazım o da küreyi alamaz. Biz erkekler hiç giremeyiz," diye devam edecekken Kwang konuştu. "Tamam. Anladık." Tableti Ethan'ın eline verdim. O sırada Kwang çantadan ip çıkardı. Belime kemer gibi geçirdiğinde, "Tırmanacak zamanın olmaz. O dar tünelden bir şey çıkabilir. Bu silahlar boşuna patlamamıştır. Küreyi al. Seni çekeceğim," dedi. Bu olumsuz cümleleri duymak pek iyi gelmemişti. "İçimi ferahlattın," diye dalga geçer sesimin ardından tünelin içine girdim. Kwang, "Seni yavaşça bırakacağım," dediğinde iple beni dibe indirmeye başladı. Tünel o kadar dardı ki omuzlarımla sürtünerek içeri giriyordum. Nefesim daralmıştı ama cesur olmaya çalıştım. Beni bırakmaya devam ettiğinde nihayet boşluğa çıktım. Bir iki metre daha indirildiğimde yere ulaştım. Küre buradaydı. Bu diğer tüneller gibi değildi. Durduğum yerde sağa ve sola doğru giden bir yol vardı. Bu yol nereye gidebilir diye düşünürken küreyi elime aldım.

İpi kendime iki defa çektiğimde yukarı çekildim. Tünel ağzına geldiğimde zamanımız az olduğu için küreyi aşağıdan yukarı doğru fırlattım. Kapı hemen açılmayabilirdi. Küreyi fırlatmamla Jun'un sesini duydum. "Aldık!" Tekrar bükülerek tünelin içine başımı soktum. Kwang beni çekmeye başladı. Ortaya kadar yaklaşmıştım ki tünelden bir ses geldi. Panikle, "Kwang!" dediğimde tünel darlaşıyordu. Kilidi açılmış gibi çıkan ses beni ezeceğinin sinyalini vermişti. Kwang yukarıdan bağırdı. "Ne oldu?" Elimi kemer yerine götürdüm. Tünel omuzlarımı sıkıştırmaya başlamıştı bile. Ortaya bile gelememişken yukarı doğru beni çekmesine imkan yoktu. "Tünel darlaşıyor! Beni bırak!" Kwang itiraz dolu cümleler kuruyordu. Onu dinlemedim. Kemeri çözerek aşağı doğru kaydım. Kollarım tünelin dışına çıktığında çıkış yerini tutarak kendimi sürtünerek dışarı attım. Başım neredeyse eziliyordu! Tünelden çıkınca iki metre kadar kendimi kontrolsüz bir şekilde tünelden attığım için sırtüstü düştüm. Sırtım aşırı derecede acımıştı. Kwang beni yukarı çıkarmaya çalışsa daha çıkamadan ortada ezilirdim herhalde. Başımı yukarı kaldırdım. İçinden kaydığım tünel tamamen kapanmıştı. Ayağa kalktım. "Bir bu eksikti!"

Yukarıya umutsuzca baktım. Bazı sesler duyuyordum ama yankı yaptığı için seslerini net alamıyordum. Canım da ruhum da iyice daralmıştı. Ben onları net duyamıyordum ama belki beni duyarlardı. Ufak bir ses bile çıkarsam hayatta olduğumu bilirlerdi en azından. "Siz devam edin! Ben bir yolunu bulurum!" dediğimde onlardan gelecek sesi dinledim. Pek bir şey anlamayınca kendi yoluma baktım. Geldiğimiz yolun tersine gitmek mantıksız olacağından ileriye doğru yürümeye başladım. Yanıp sönen ışıklar vardı. Burada lağım kokusu aşırı derecede hissediliyordu. Geniş ve uzun bir tüneldi. Gökyüzünü görmeye çok ihtiyacım vardı. Yaka cebimden Kwang'ın bana hediye ettiği fotoğrafı çıkardım. Ayçiçeklerine gülümseyerek baktım. Fotoğraf hala sapasağlamdı. Tünelin kaldırım kenarlarından yürüyordum. Ortadan su akıyordu. Resmen kanalizasyonun içindeydim. Ne kadar devam edeceğimi bilmeden yürümeye devam ettim. "Daha kötüsü ne olabilir diyorum, daha kötüsü başıma geliyor!" diyerek bağırdım. İçime öfke dolmuştu ve artık patlayacak raddeye gelmiştim. "Akhar! Saçmalıktan başka bir şey değilsin! Nefret ediyorum bu aptal düzeninden!" Sesim etrafta yankılandı. O sırada arkamdan bir ses işittim. Bir hava akışı mı olmuştu?

Arkamdan uğultu gibi gelen sesler bir şeyi buraya getiriyor gibiydi. Dikkatli adımlarla arkama bakarak yürümeye devam ettim. Fakat buraya doğru tünelin yarısına kadar dolu bir su geliyordu. Koşmaya başladım. "Kafayı yiyeceğim!" Arkama bakmadan koştum. Kanalizasyonun olanca suyu beni ezip geçmeden şuradan çıkabilmeyi umdum. Koştum ama su o kadar yakınıma ulaşmıştı ki beni içine alacaktı. Yani şu an atık suların özel kanallarla atıldığı bir lağım döşemindeyim öyle mi? Nefesimi tuttum... Su sırtımdan vurarak beni içine aldı ve akış yönüne doğru sürüklendim. Gözlerim sımsıkı kapalı, suyun atılacağı yere doğru sürüklenirken başımı bir yere çarpmamak için ellerim arasına almıştım. Suyun yüzeyine çıktım. Derin bir nefes aldığımda bütün lağım kokusu içime doldu sanki. Sular artmıştı ve neredeyse tavana değecektim. Tazyikli su beni dibe doğru çekiyordu. Sanırım bir kanaldan içeri girecektim. Kalbim delicesine çarpıyordu...

Gözlerim kapalıydı ve soğuk suyun içinde oradan oraya savruldum. Başka bir yöne doğru sürüklendiğimi hissettim. Nefes alacak alan kalmamıştı çünkü dar bir tünelin içine girmiştim. Artık çıkabilmek istiyordum. Daha dar bir tünele girdim. Çırpındıkça ellerim tünel duvarlarına çarpıyordu. Kuvvetli sesler duyuyordum sanki arkamdan tünel kapakları kapanıyordu. Dayanamayacak raddeye geldim. Refleks olarak ağzımı açmamla su yuttum. Artık kesinlikle nefesim tükenmişti. Sinir ve korku karışımı bir çok duygu içimde karmaşaya sebep olmuştu. Su beni şiddetle götürürken artık tünel içinden dışarı çıktım. Hissettiğim nefesle derin soluklar aldım. Öksürmeye başladım. Hatta kustum da... "Hesna!" Yere kapaklanmıştım. Tüneldeki suyla yere sürüklenmiştim. Ellerimden destek alarak dizlerim üzerinde emekler gibi duruyordum. Kusmaya da devam ediyordum. Öğürme geçer geçmez kusmam devam ediyordu. İçim dışıma çıkmıştı. Gözlerimi açamıyordum. Duyduğum sadece Kwang'ın sesiydi. Saçlarımı ensemde toplayarak yanı başımda bekliyordu.

Kusmam durduğunda kımıldamadan öylece kaldım. Nefes almaya çalıştım. Başımı kaldırarak Kwang'a baktım. Eminim berbat görünüyordum. "Tamam, nefes almaya devam et. Geçti. Buradayım," diyerek başımı okşayıp saçlarımı düzeltmeye devam ediyordu. Kusmuğumun üzerinden çekildim. Ayağa kalkmaya çalıştığımda Kwang kolumdan tuttu. Diğerlerini fark ettim. Herkes buradaydı. Kızlar telaşla yanıma geldi. Kwang beni karşısına alarak yüzüme dokundu. "Hesna, bana bak güzelim. Güvendeyiz sadece nefes al," diyerek birbirine karışan saçlarımı düzeltmeye devam etti. Yine öğürdüğümde ondan ayrılarak yere doğru kustum. Kendime gelmek istiyordum ama pis koku buna izin vermiyordu. Saçlarımı tutmaya devam etti. En sonunda yere ağzıma biriken bütün tatsızlığı tükürerek doğruldum. İğrençtim şu an. Gerçekten leş bir durumun içindeydim. Ayakta durmaya çalışarak Kwang'a baktım. "Tamam. İyiyim," dediğimde çıktığım tünele döndü bakışlarım. Resmen o dar yerden fırlatılmıştım. Yerler su ve kusmuk doluydu.

Etrafı incelemeye başladım. Boş ve kocaman bir odanın içindeydik. Hepsi pişmanlıkla bana bakıyordu. Jun, "Yenge çok özür dilerim. Bilseydim böyle olacağını seni oraya sokmazdım," derken ne kadar komik göründüğünün farkında mıydı acaba? Jonah da, "Benim hatam, küreyi ben düşürdüm. Siz iyi misiniz?" dedi. Onlara bakabilmek için gözlerimi açmaya çalıştım. Bana bir şey olmasından mı yoksa vereceğim tepkiden dolayı mı korkmuşlardı orasını anlayamadım. Kwang da zaten onlara hala sinirle bakıyordu. "Bir şeyim yok. Neredeyiz biz?" dedim. Ethan tableti bana uzatarak, "Yeni bir harita yok. Buradan çıkış da yok. Bekliyoruz," cevabını verdi. Tableti aldım. Siyah ekrandan başka bir şey görmeyince ona geri verdim. Biraz nefes almaya ve rahatlamaya çalıştım. Doğa endişeli bir yüz ifadesiyle omuzuma dokundu. "Çok korktum Hesna. Gerçekten iyi misin?" dedi. Sorun olmadığını söyledim. Aramızda birtakım konuşmalar geçti. Bir şeyi bekliyor gibiydik.

Çok geçmeden bir demir kapıdan açılma sesi duyduk. Önümüzdeki duvarın sağ tarafından birileri geliyordu. Şiddetli adımların sesi yaklaşıyordu. Hepimiz bir savunmaya hazırlanır gibi temkinli duruyorduk. Kwang elimi tutuyordu. Çok yakınımdaydı. Gördüğümüz devasa gölgeler bakışlarımızı yukarıya doğru çevirmişti. Üzerimize doğru gelen 4 büyük yapı, robotlardan başka bir şey değildi. Bunlar tasarladığımız robotlardı. Karşımızda yan yana durduklarında adımlarından çarpan metalik ses kulaklarımızı doldurdu. Silahlarını yavaşça bize doğrulttular. Hepimiz silahsız bir şekilde duruyorduk. Bu muydu varmaya uğraştığımız yer? Ölecek miydik? Jun, "Bu da ne demek oluyor?" diye bağırdığında ona cevap veren bir ses oldu. Bu 14 kişinin dışında bir sesti. "Sabırlı ol evlat. Öğreneceksin..." Bu söz üzerine robotların önüne doğru 6 kişi yürümeye başladı. Hepsi siyah takım elbiseliydi ve yüzlerini kapatan siyah maskeler takmışlardı. Bunlar da kimdi böyle? Robotların önünde durduklarında bir süre öylece bize baktılar. Jun hiç sabırlı değildi bu yüzden, "Siz kimsiniz?" dedi. İçlerinden birisi bir adım atarak konuştu. "Biz bu yönetimin tasarımcılarıyız." Esrarengiz bir ses tonuyla konuşmuştu.

Gördüklerimizi algılamaya çalışma çabalarımızla karşımızdaki kişi konuşmaya devam etti. "Lee Kwang Jee... Akhar'ın geleceğini size iletmiştik. Fakat biraz erken olacağını söylemeyi unutmuşuz." Bu insanın içine rahatsız edici bir şekilde korku salan bir sesti. Bunlar ne demek oluyordu? Herkes garip bir şekilde onlara bakarken konuşan kişi sözlerine devam etti. "Biz Akhar'ın kendisiyiz..." Herkes donmuş bir şekilde onlara bakıyordu. Bu 6 kişi mi Akhar'dı? İçlerinden ikisi maskelerini çıkardı. Bir kadın ve erkekti. Maskelerini indirmelerini beklemiyordum. Bununla birlikte Kwang'ın yüzünde tuhaf bir ifade gördüm. Gözleri şaşkınlıkla açıldığında Jun ve Seo'nun da aynı şekilde olduğunu gördüm. Neler oluyordu? Seo bir adım öne yürüyerek, "Anne? Baba?" dedi. Büyük bir şaşkınlıkla etrafıma baktım. Herkes birbirine ürkerek bakıyordu. Kwang tepkisizdi. Anne ve baba ne demek? Nasıl anne ve babaları olabilir? Maskesini açan adam konuşmaya başladı. "Sizi çok iyi yetiştirmişiz..."

Bu sefer kadın konuşmaya başladı. "Kız kardeşiniz de burada," dediğinde rahatsız edici bir gülümsemesi vardı. Çok tuhaf bakıyorlardı. İnsanın baktığında içini öyle huzursuz eden bir şey vardı ki o yüzlerde, bunu tarif edemiyordum. Öne doğru gelen kız da maskesini çıkardı. Leyan'ın emsallerinde bir kızdı. Aynı donuk bakış o kızda da vardı. İlk konuşan adam onların yanına geçerek, "Bu oyunun seviyeleri size özel olarak sunuldu. Her zaman izlenildiğinizi unutuyorsunuz. Bütün o hükümete karşı savaşınız bir hiçe dönüştü," dediğinde kimse ağzını açıp bir şey soramamıştı. Şu an o kadar farklı bir atmosfer içerisindeydik ki bunu ifade edemeyecek kadar derin sorular içindeydim. Adam bize doğru pis bir sırıtışla geliyordu. Diğerlerinin yüzündeki o donuk bakış onda yoktu. Doğrudan Kwang'a bakarak konuştu. Bu sözler de bizim hayretimizi arttıran başka bir konu olmuştu. "Askerlerini hazırla Kwang Jee. Savaş hükmünü veriyorum..."

Bölüm sonu...

Artık Akhar'la karşılaşıldı. Akhar'ın aslında sadece bir kişiye isabet eden bir isim olmadığını öğrendiniz. 6 yöneticiden sadece 3 kişinin yüzünü gördünüz. Bu konu hakkında düşünceleriniz neler?

Bölüm hakkında bir genel görüşünüzü söyleyin bakalım. Son iki bölümümüzü yine haftada ikiye ayırabilirim. Böylece haftada iki bölüm okumuş olursunuz. Bu tamamen benim müsaitliğime göre. Size ben gelişmeleri duyuru yaparım.

Artık savaş okuyacaksınız. Karşı ülkeyle bir çatışmamız olacak. Gelecek bölümlere dair merak ettiğiniz şeyler ya da teorileriniz var mı?

Oy vermeyi unutmayalım.

İnstagram: fairymits

Tiktok: fairymits

Continue Reading

You'll Also Like

10.3K 806 13
Bazen denemek gerekir, Nironya olmamak için.
35.4K 2.7K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
909 201 14
Daha kibar bir dili olsaydı kelimeleri insanı kandırabilecek kadar tatlı gelirdi. Fakat bir erkek, güzel bir sesi olmasına rağmen cümlelerini dik baş...
Tacın Laneti By Zey

Historical Fiction

60.7K 4.1K 30
● Wattys2019 Ödülleri - Tarihi Kurgu Kategorisi Kazananı ● • • Devam Hikâyesi: Tacın Bedeli • • Fransa'da doğup küçük yaşta babaları ile İngiltere to...