PAYİDAR | Gerçek Ailem

Par lunabne

2K 219 463

Gecenin karanlığında, ormanın derinliklerindeki o soğuk kulübeye iki tohum düştü. Kendilerine yazılmış olan k... Plus

1. Bölüm : ''Terk-i Diyar''
3. Bölüm : ''Kukla''
4. Bölüm : ''Şüphe Tohumu''
5. Bölüm : ''Kıvılcım''
6. Bölüm : ''Kalp Hırsızı''

2. Bölüm : ''Mayıs''

293 33 79
Par lunabne



2. Bölüm : ''Beni ittikleri elleriyle onu sevmişlerdi.''

Neden?

Fazla ağır bir soruydu. Çocukken çokça altında kaldığım, şimdilerde bile gücümün yetmediği bir soruydu benim için. Bir türlü cevabını bulamamıştım, kimse de yardım etmemişti.

Birisi karşıma çıkıp bağırmalıydı, ''Bu yüzden Dila!'' demeliydi. Acımadan, bağıra bağıra söylemeliydi bütün nedenlerimin cevaplarını.

Neden ben, neden o kadar küçükken, neden izin verdiniz, neden peşimden gelmediniz... Çok nedenim vardı ama aksine hiç cevabım yoktu. Bunlar şimdiden çok geçmişin sorularıydı, küçük Dila'nın.

Çünkü şu anki Dila ne sorularla, ne de yalan cevaplarla ilgilenmiyordu. Onun ilgisini çeken tek şey, karanlık zihninde sıkışıp kalan intikamıydı.

Küçücükken kalbimin etrafına can çekişe çekişe ördüğüm zırh, beynimde dönen oyunlara karşı çıkmasın diyeydi.

Kalbin hüküm sürdüğü bir bedende, beyin işlevsiz kalırdı çünkü.

Direksiyonu sıkan parmaklarım ağrımaya başlamış, bir elektrik dalgası gibi kollarıma yayılıyorken ben gözlerimi bile kırpmıyordum. Gördüğüm hiçbir şeyi unutmadım, şimdi karşımdaki manzarayı da zihnime kazıdığıma emin oluyordum.

Karşımda büyük bahçelerinde, uzun bir masada kahvaltı eden Altun ailesi vardı. Kahkahalar havada uçuşuyor, gözlerinin içi gülüyordu hepsinin. Gözlerimi onlardan çekip dikiz aynasına sabitledim.

Kocaman olmuş gözbebeklerimin etrafını saran yeşillerle karşı karşıya geldim. Gözlerimin beyazına kan oturmuş, damar damar olmuştu.

Onların gözlerinin içi gülerken, benimkiler kan ağlıyordu.

Haksızlıktı.

Hırsla tekrardan onlara çevirdim bakışlarımı. Bu ettikleri son huzurlu kahvaltı olacaktı. Bundan sonraki her yemeklerinin onlara zehir olduğundan emin olacaktım. Benim gibi, huzursuz oturacaklardı o masada. Eksik hissedeceklerdi, yalnız.

Sinirle soluduğumda kapıların açılma sesi kulaklarımı doldurdu. Kimlerin geldiğini biliyordum, babam dün akşam olanlardan sonra onları aramış olmalıydı. Adar beni yanıltmadan konuşmaya başladı ''Bizsiz mi Dila Hanım?''

Sağıma döndüm, gözlerime dikkatle baktığında sıkıntılı bir nefes verdi ''Bitecek, bugün bitireceğim.'' tekrardan önüme döndüm, ''Daha fazla beklemek yok, anlıyor musunuz?'' arka koltuktaki Akın öne eğildi ve kollarını iki koltuğa yasladı.

''Başkan biz seni anlıyoruz ama öfkeyle karar vermiyorsun değil mi?'' diye sorduğunda burnumdan bir nefes vererek güldüm, çenemle onları işaret ettim ''Baksana Akın, ne kadar mutlular. Ben neden kendime bunu yapıyorum, onların hesap günü geldi de geçiyor.''

Birkaç dakika kimse konuşmadı. Arabada benim sinirli soluklarım, parmaklarımı direksiyona vurarak tuttuğum ritimden başka bir ses yoktu. Ardından gülümseyerek masaya gelen Doruk çarptı gözüme. Yerimi doldurdukları Doruk.

Beni ittikleri elleriyle onu sevmişlerdi, bana ayırdıkları sevgiyi de ona vermişlerdi.

Son noktam onu görmek olmuştu galiba çünkü belimdeki silaha uzanmam bir saniye bile sürmemişti.

Dört parmağımla üstünden tutup, baş parmağımı kabzasına yasladım ve sürgüyü çektim. Bu sırada sol elimle de kapıyı açıp dışarıya adımlamıştım.

''Buyurun cenaze namazına...'' Akın'ın mırıldanmasıyla Adar ona söylenmeye başladı, ''Susta yürü bizimki ateşini aldı gidiyor.''

Kapımı kapatma gereği bile duymadan önümdeki bahçe kapısına doğru ilerledim...

••••••••••

Yazardan

Altun ailesi klasikleşmiş pazar kahvaltılarından birini yaşıyordu. Az sonra olacaklardan habersiz gülüp eğlenirlerken, Dilruba Altun'un gözleri masaya yeni gelen oğluna takıldı. Elindeki telefonu masaya bırakıp annesinin yanına adımladı evin en küçük üyesi. Arkasından sarıldı ve yanaklarından öptü, bu sırada evin diğer erkekleri huysuzca mırıldandılar.

Dilruba ise buruk bir gülümsemeyle baktı hepsine, huzurlarını kaçırmak istemedi. O yüzden dilinin ucuna gelen cümleleri her zaman yaptığı gibi kalbine gömdü.

''Aslan.'' babasının seslenmesiyle Aslan tabletinde olan bakışlarını ona çevirdi, ''Buyur baba.'' sıkıntılı bir nefes verdi Kutay. Bakışlarını eşine değdirdi ardından tekrardan büyük oğluna çevirdi, ''Kolyeden çıkan çipi getir, izleyelim.''

Aslan ayaklandı, arkasındaki korumasına laptopu getirmesini söyleyip babasının yanına doğru adımladı. Koruma geldiğinde, elindeki flash belleği yerine taktı.

Birkaç gün önce aramıştı Akif onları, ''Size güzel bir yıldönümü hediyesi vereceğim.'' demişti Kutay'a. Yıllar sonra ilk defa onun sesini duyan Dilruba kötü bir şeylerin geldiğini anlamıştı. Hayatlarını mahveden adam, birden tekrar belirivermişti.

Dila da bir haberdi arkasından çevrilen işlerden. O çipin içindeki her şeyi aldı sanıyordu ama hayır. Koruması, Akif'e sadık bir adamdı.

Çipten görüntünün yalnızca bir kısmını alabilmişti Dila, en çok canını yakan kısmını.

Ekranda beliren dosyayı açtı Aslan, ardından bir video belirdi. Dört dakikalık bir video. Herkes masanın başına toplandı, siyah ekranda ise bir tarih belirdi.

13 Mayıs 1998.

Doruk'un doğum günüydü bu tarih. Dilruba gördüğü tarihle elini kalbine götürdü. Kutay Altun ise sesli bir nefes verdi. Bu adam fazla olmaya başlamıştı, artık kalemi kırılmalıydı.

''Bizim bir kızımız olmadı Dilruba! Aslan, Boran, Çağın, Ediz ve Doruk, anlıyor musun? Başka yok, bizim başka çocuğumuz yok. Bir kızımız hiç yok!''

Dilruba beş yıl önce duyduğu konuşmayı tekrardan duyunca gözlerini kapattı. Görüntünün devamında Aslan ona unutmasını söylüyordu, ''Nasıl unuturum annem. Ben doğurdum, ben.''

''Böyle durumlarda travma sonrası stres bozukluğu görüldüğünü söyledi doktor.'' Boran annesine sarıldı, ''Kaç yıl geçti, unut artık.''

Ardından görüntü bozuldu, düzeldiğinde başka bir sahne vardı. Küçük bir kız vardı ekranda, sarı saçları belinin de aşağısına dökülüyordu. Taş çatlasa on yaşındaydı.

Ormanlık bir alanda, kollarını ileriye doğru uzatmıştı. Hemen birkaç metre ötesinde ise cam şişeler vardı. Kameranın açısı değiştiğinde, küçük kız yandan görünüyordu. Aslan ileriye uzattığı ellerindeki simsiyah silahı gördüğünde kaşlarını çattı. O yaşta bir kız çocuğunun ne işi vardı silahla? Ve lanet olsun şu anda ne izliyorlardı?

''Hadi, kızım.'' Akif'in sesi duyuldu videodan. Ardından kız tetiğe bastı, üst üste. Camların kırılma sesi geldi, ardından Akif'in kahkahasıyla yüzünü buruşturdu Dilruba.

''Sana ne kadar da benziyor Dilruba, tam bir Altun kızı.''

Kutay yumruk yaptığı elini masaya geçirdi, ''Dalga geçiyor bizimle, kapat şunu Aslan.''

Aslan ise ekrana bakakalmıştı, annesi yıllarca doğruyu söylemiş olabilir miydi? Abisinin hareket etmediğini gören Boran laptopa eğildi, ''Siz onu unuttunuz ama o sizi hiçbir zaman unutmayacak.'' hızlıca videoyu kapattı, Akif son sözlerini söylerken.

Aslan geriye doğru birkaç adım atmıştı ki garaj kapısının sesini duydu. Adımlarını durduran sesin hemen ardından onu gördü. Dila'yı, açık artırmadaki rakibini.

Magazinde çokça gördüğü, gördüğü zaman ekrandan ayrılana kadar izlediği kadını. İstemeden de olsa, onu gördüğü zaman takılı kalıyordu.

Aslan düşüncelerinden kurtuldu, ardından bakışları Dila'nın ayaklarının önündeki bedenlere kaydı. Üç koruması yerde cansız bir şekilde yatıyordu.

Bu görüntü elinin beline gitmesine neden oldu, lakin silahını çekmeden bekledi. Diğerleri de, abilerinin yanına dizildiler.

Dila kendinden emin adımlarla yürümeye başladı. Siyahlar içindeydi, üzerindeki tek renkli şey, ömrü boyunca lanet ettiği gözleri ve saçlarıydı. Kutay Altun yerinden kalkmadı, Dilruba ise az önce olanların şokunu atlatamamıştı.

''Dila Akdemir, ne cüretle benim karşıma böyle çıkıyorsun?'' Aslan'ın yüksek sesiyle keyifle sırıttı Dila. Daha şimdiden onların canını sıkmayı başarmıştı.

''Benden çalınanı almaya geldim Altun.'' Dila'nın sesinin de Aslan'dan aşağı kalır yanı yoktu. Yıllardır biriktirdiği öfkesi, nefreti sesine bulaşmıştı. Tam Aslan'ın önünde durdu, karşısındaki adamlara baktı. Abilerine.

Yanında durmaları gerekirken, karşısında duran abilerine baktı meydan okuyan gözleriyle.

''Yirmi beş milyonluk bir şeyden mi bahsediyorsun?'' diye sordu Aslan dudağının sol köşesi kıvrılırken. Zihni halen az önce yaşananların bulanıklığındaydı. Ama içten içe Dila'nın bir kolye için buraya gelmeyeceğini biliyordu.

''Yirmi beş yıllık bir şeyden bahsediyorum Aslan Altun.'' bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi indirdi.

Onu unutan abisinin gözlerinin tam içine baktı, lanet etti. Gözleri aynıydı.

Boran çözmeye çalışır gibi Dila'yı incelerken, Çağın oldukça şaşkındı. Abisine nasıl da dikleniyordu bu kadın, sesi ne kadar da güçlüydü.

Aslan ise karşısındaki kadının neyden bahsettiğini anlamıyordu, o sırada Kutay ayaklandı. ''Neymiş bu yirmi beş yıllık mevzu?'' Kutay'ın sesiyle Dila kısa bir an gözlerini kapatıp açtı.

Katlanamıyordu bu adamın sesine.

''Bizim bir kızımız olmadı Dilruba!''

''Sana bu aptal cesaretini veren o mevzu ne, Akdemir?'' Kutay karşısındaki kıza baktı kaşları çatılı, evine böyle gelmeye nasıl cesaret etmişti?

''Dedim ya, benden çalınanı almaya geldim.'' Dila gözlerini Aslan'ın gözlerinden çekmeden cevapladı, Kutay'ın sorusunu.

Dişlerini birbirine bastırmaktan çenesi ağrımaya başlamıştı. Halbuki konuşmaya bile gerek yoktu, şimdi sağ elini kaldırıp hepsinin kafasına bir delik açmalıydı.

''13 mayıs 1998,'' Dila bakışlarını Doruk'a çevirdi.

Söylenen tarihle aile üyeleri buz kesilirken Dilruba'nın gözleri yanmaya başladı. ''Benden o tarihte birçok şey çaldınız, bende karşılığını misliyle almaya geldim.''

''Akif Akdemir'in size selamı var.'' duydukları isimle silahlarına davranan aile üyelerinden hızlı davrandı Dila. Silahını Doruk'a çevirdi.

Gözlerinin tam içine bakarken bir saniye bile düşünmeden vurdu onu, ikizini.

Hiç düşünmedi, ne yaptığını sorgulamadı. Akif'in bunu yapacağından haberi bile yoktu ama yine de onun ismini verdi, öyle anlaşmışlardı. Hiçbir zaman söylememişti ama Dila farkındaydı, Akif'in bu aile ile bambaşka bir derdi vardı.

Ne olduğunu bilmiyordu, elbet bulacaktı ama şimdilik çıkarları uyuştuğu için önemsemiyordu.

İkisinin de tek ortak noktası Altunların soyunu kurutmaktı ve Dila ilk adımı atmıştı.

Ağaçlardaki kuşlar uçuştu, etrafa derin bir sessizlik çöktü ve tek ses silahtan çıkan o mekanik ses oldu.

Doruk dizlerinin üstüne, Dila'nın tam önüne düştüğünde hepsi yüksek sesle ismini bağırdı. Dila ise derin bir nefes aldı, hafiflemiş gibiydi.

Altun erkekleri silahlarını Dila'ya doğrulttuğu sırada, Dila da silahını Doruk'un eğilmiş başına yasladı. ''Hâlâ yaşıyor.''

Doruk, Dila'nın ayaklarının dibindeydi.

Bir eli yere yaslı, diğer eli karnından sızan kanların üzerindeydi. ''Oğlum!'' Dilruba'nın haykırışıyla gülümsedi Dila.

Bir anneye bu acıyı yaşatmayı elbette istemezdi, lakin ona bu acıları yaşatan da bir anneydi. Kendi annesiydi ve şimdi oğlu için gözyaşı döküyordu.

''Dila, gitmeliyiz.'' Akın'ın sesiyle sert bir nefes verdi Dila. Silahını kaldırmadan bakışlarını dostuna çevirdi. Akın tam olarak Aslan'ın kalbine nişan almış, ters bir hareket yapmasını bekliyordu. ''Daha değil, işim bitmedi Akın.''

Dila önüne döndüğünde Aslan ona yaklaştı. Silahını Dila'nın alnına dayadığında hareketlenen arkadaşlarını elini kaldırarak durdurdu Dila.

Ardından gözlerini Aslan'ın gözlerine sabitledi, ''Kardeşinin ölmesini istemiyorsa, beni vuramaz.'' dedi Dila gülümseyerek.

Aslan tam anlamıyla cehennemi yaşıyordu. Küçük kardeşi, üstlerine titredikleri kardeşi can çekişiyordu. Bu kadının derdini bilmiyordu ama Akif işin içindeyse az önce gösterdikleri videoyla bir ilgisi olabilirdi.

••••••••••

Dila

Yıllarca kalbimin tam ortasında bir volkanla yaşamıştım. Bir zamanlar küçük bir ateş parçasından ibaret olan bu kıvılcım büyümüş, bir volkana dönüşmüştü. Kimse söndürmek için bir çaba sarf etmemişti, üstelik pek sevgili babam bizzat kendisi harlamıştı bu ateşi.

Şimdi ise sanki çatırdağını hissediyordum. Kalbimin üzerinde kırıklar oluşuyor ve aralarından ateş parçaları süzülüyordu sanki.

İkizim Doruk, ayaklarımın dibindeydi. Beraber can bulmuştuk, aynı karnı paylaşmıştık ve beraber doğmuştuk. Ben doğduğum gün ölmüştüm, şimdi ise o ölecekti.

Ölmek kolaydı, asıl zor olan ölüyken yaşamaktı.

Soğuk metal tam olarak şakağımdayken Aslan'ın bakışları saçlarımda gezindi. Bir şeyleri çözmek ister gibi inceledi ve gördüm, aradığı sorunun cevabını bulmuştu.

Doruk'un öksürüğüyle derin bir nefes çektim ciğerlerime, ardından gözlerimi yansıması olan gözlere çevirdim.

''Çabuk arabayı hazırlayın!'' Boran gür sesiyle bağırdı ve Doruk'a doğru yöneldi. Onu kucaklayacağı anda silahımı biraz geriye çekip ayaklarının dibine sıktım.

''Kimse bir yere gitmiyor.'' sakin sesimle daha çok sinirlenen Boran sert bir nefes verdi.

Kan kaybetmesi için bekliyordum, Doruk'un ayaklarımın dibinde can vermesi kalbimdeki volkanı söndürecekti sanki.

Yıllarca kanamıştım, yirmi beş yıldır kan kaybediyordum. Babam olmayan adamdan baba sevgisi dilenirken, ölmüştüm. Abim olarak görürüm dediğim Gökhan'ın yaptıklarıyla biraz daha öldüm. On sekiz yaşımda, daha çok öldüm. Hiçbirinde nefes almayı bırakamadım, yaptığım tek şey bu bataklığa daha fazla batmak oldu.

Doruk'un nefesi kesiliyordu, Dilruba hanım hızla ona koştu. Bir şey yapmadım, küçümseyici bakışlarımla onları izledim.

''Oğlum!'' Doruk'u göğsüne çekti ve saçlarını okşadı, ardından kafasını kaldırdı ve kıpkırmızı gözlerini bana çevirdi. ''Ne istiyorsun bizden? Akif hâlâ ne istiyor bizden!''

En sevdiğim soruya gelmiştik demek, ''Ölmenizi.''

''Sen, sen şeytansın...'' fısıldarken gözlerini kıstı, dikkatlice süzdü beni. Soğuk gözlerimi, küçümseyici bakışlarımı inceledi.

''Anne.'' diyemedim, ''Ben senin kızınım, şeytan kadar kötü de olsam beni sevemez misin?'' diyemedim.

Kalbim teklese de, suratımdaki küçümseyici bakış sarsılmadı. Ben şeytansam, beni var eden onlardı.

''Öldürmek istediğin biri varsa bu benim. Bırak onu hastaneye götürelim.'' Aslan Altun neredeyse bana yalvaracaktı.

Dudaklarımı büzdüm, ''Bu kadar çok mu seviyorsun kardeşini, canını verecek kadar?''

''Evet, canımı verecek kadar.'' beni unutmayı seçen abim, aynı karnı paylaştığım kardeşi için canını veriyordu.

Onları bitirmek için geldiğim yerde sözleriyle daha da dibe çekildiğimi hissediyordum.

Gülümsedim, ''Peki o halde.'' silahımı Doruk'tan çektiğimde Boran hızla ona koştu. Annesinin kucağından kardeşini alıp arabaya doğru koşmaya başladığında Aslan da adım atacaktı ki, onu durdurdum.

''Şşş... Sen kalıyorsun.'' silahımı kaldırıp onun göğsüne yasladığımda, Adar yanıma gelerek elindeki silahı aldı.

''Bırak lan abimi!'' Çağın bize doğru gelecekti ki Aslan gözlerimin içine baktı. ''Gidin Çağın, Doruk'u yetiştirin.''

Pek sevgili abilerim itiraz edecek gibi olduklarında Aslan tekrardan konuştu, ''Gidin dedim size! Baba, halledeceğim.'' kıstığı gözleriyle gözlerime bakıyordu.

Ben ise alayla bakıyordum ona, ''Aynen babası, halledecek.''

Adar ve Akın, Aslan'ın kolundan tutarken arkalarına geçtim. Altunların korumaları bana silahını doğrultmuştu fakat aslanın tam sırtında, kalbinin üzerinde tuttuğum silah yüzünden ateş edemiyorlardı.

Çıkışa doğru yürümeye devam ettiğimizde, Boran annesini ve Doruk'u çoktan götürmüştü. Bir ihtimal yaşayabilirdi Doruk, zamanında yetişebilirlerse.

''Bu burada bitmedi Akdemir!'' bana benim olmayan soyadımla seslendiğinde Kutay Altun'a döndüm, oldukça sinirli görünüyordu. Bir oğlunu vurmuş, bir oğlunu ise almıştım. Bunu doğmadığını sandığı kızının yaptığını bilse, yüzü kızarır mıydı sanmam.

''Aksine her şey daha yeni başladı!'' diye bağırdım gözlerinin içine bakarken.

Garaj kapısının önüne geldiğimizde bir araba hızla bize yaklaştı ve tam önümüzde sert bir fren yaptı. Orduyu aratmayacak kadar bir kalabalık, arkasında onu takip eden arabalardan hızla indi.

En öndeki arabanın sürücü kapısı açıldı, içerisinden bir adam indi. Bu adamı tanıyordum, Altunların aile dostlarının oğluydu. Barkın Kandemir, öfkeyle soluklanırken sertçe kapattı arabasının kapısını.

Aslan'ın tam önünde dikilerken, onu süzdüm bir süre. Uzundu, oldukça uzun ve iriydi. Kömür karası gözleri, öfkeyle parlıyorken aynı renk saçları alnına dökülmüştü. Sert adımlarla karşıma dikildiğinde bakışlarımı gözlerine çıkardım.

''Herkes iyi mi?'' bana bakmadan Aslan'ı hedef aldı gözleri.

''Doruk ölüyor, diğerleri yaşıyor. Şimdilik.'' sesimle bakışları bana döndü.

''Doruk'tan ne istedin?'' kısık gözleriyle beni incelerken kollarımı göğsümde birleştirdim, ''Şahsi algılamasın, soyadı Altun olduğu içindi. Küçükten başlayayım dedim.''

Şahsi algılasındı, belki de içimde bir yerlerde onu kıskanmıştım.

Barkın önce Aslan'a baktı, ardından onu kollarından tutan Akın ve Adar'a. Silahını belinden çıkardı ve alnıma yasladı. Bu hareketiyle ortamdaki herkes silahlarını birbirine çekmişti.

Sıkılmıştım artık. Sesli bir nefes verdim, ''Aslan'ı arabaya bindirin.'' Akın ve Adar onu götürürken, Barkın mermiyi namluya sürdü.

''Aslan'ı bırakacaksın, bende kafana bir delik açmayacağım.'' rahat tavrımın onu daha da sinirlendirdiğini biliyordum.

''Öyle mi?'' gülümseyerek ona bakarken bana bir adım daha attı, kafasını eğip yüzlerimizi yaklaştırdı.

''Öyle.'' derin, boğazdan gelen sesiyle dudaklarımı büzdüm. Onlarla dalga geçtikçe, sinirlerinin daha da gerildiğini fark etmiştim .

''Ama Doruk'un hayatı hâlâ benim ellerimde.'' telefonumu çıkarıp ekranı ona çevirdim. Gittikleri hastanenin uzaktan çekilmiş bir fotoğrafı vardı.

Fotoğrafa baktı bir süre, ardından kısık bakışlarını bana çevirdi. Silahını alnımdan indirdi, ''Seni bulacağım.''

Geriye doğru bir adım attım, ''Çok kurcalama, kaybolursun.'' gözlerimi gözlerinden çekmeden geriye doğru birkaç adım daha attım.

Arabanın kapısını açana kadar beni izledi, kapıyı açıp bindiğimde göz temasımız kesilmişti.

Barkın Kandemir, oyuna dahil olmuştu.

Kesinlikle kaybedecekti.


••••••••••



Selamm! Bölümü beğendiniz mi? Asıl önemli soru kurguyu beğendiniz mi olacak. Asil çok ağır bir kurgu olduğu için daha yormayan bir şeyler yazıp kafa dağıtmak istedim. Umarım hoşunuza gidiyordur, tabii daha kaoslara, gizemlere girmedik.:)

Yıldızı parlatmayı unutmayalım lütfen, sizleri seviyorum!

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

453K 14.6K 24
(Cinsel içerikli sahneler, yaş farkı ve daddy isuess içermektedir.) Ölü çocukluklar yaşamaya devam eden ölü insanlar doğurur... Kapak @-necirvan a ai...
200K 12.7K 22
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...
54.8K 483 4
Doğruluk mu cesaret mi?? Kitabın ismini değişeceğim! İddia sonucu bu ismi koymak zorunda kaldım
63.2K 3.3K 24
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...