Taç Kimde?

_ecem_araz_ tarafından

6.1K 664 101

Hayat inanılmaz zorlayıcı koşuşturmaları ve bu da olmaz artık dediğin engellerinin arasında yitip giderken ba... Daha Fazla

1. Bölüm - Çöpçatanlık Yarışı
2. Bölüm-Fanatik
3. Bölüm - Maç
4. Bölüm - Seans
5. Bölüm - Yakın Arkadaşlar
6. Bölüm - Nevzat Demir Tesisleri
7. Bölüm - Doğum Günü
8. Bölüm - İlk Maç
9. Bölüm - İlk Buluşma
10. Bölüm -Kod Adı İlk Randevu: Büyük Ada
11. Bölüm - İfşa
12. Bölüm - Düğün
13. Bölüm - Ayrılık
14. Bölüm - Fenerin Maçı Var
15. Bölüm - Memleket
16. Bölüm - Kavga ve Gerçek
17. Bölüm - Aşk ve Kariyer
18. Bölüm - Rüya
19. Bölüm - Can
20. Bölüm - Sözleşme
21. Bölüm - İzdivaç mı?
22. Bölüm - Sergi
23. Bölüm - Tatil
24. Bölüm - Çıkrıkçı İlyas
25. Bölüm - Kız Kulesi
26. Bölüm - Tesadüfler Silsilesi
28. Bölüm - Yenge
29. Bölüm - Yara
30. Bölüm - Nikahta Keramet Vardır
31. Bölüm - Bütün Kızlar Toplandık
32. Bölüm - Bisküvili Pasta
33. Bölüm - Yanlış Anlaşılma

27. Bölüm - Bir Ömür Böyle...

159 17 2
_ecem_araz_ tarafından

İş yerinde çalışırken gözüm ikide bir Mahur'un masasına takılıyordu.

Bugün gelmeyeceğini söylemişti. Önceki günde oldukça kötü görünüyordu. Hatta onu o şekilde görmeyeli uzun zaman olmuştu. En son bazı ailevi problemleri olduğunda ofise öyle gelmişti.

Ama şimdiki konu biraz daha farklı gibiydi.

Bende az çok tahmin etsemde Mahur'da ucundan biraz çıtlatıp sonra ayrıntılı konuşuruz demişti.

Konu şuydu ki Berk Cihan daha yeni sosyal medyaya bir kızla birlikte düşmüştü. Kız ile kol kolalardı. Daha magazine yansımasa da Twitter kaynıyordu. Mahur'da iyi bir Twitter çevresi edindiğinden dolayı elbet o da bunu görmüştü.

Açıkcası ben Mahur'un Berk Cihan'a karşı bu kadar yoğun hisler beslediğini bilmiyordum. Hatta aralarında bu kadar bağlanacak bir şey olduğunuda anlamamıştım. Küçük bir flörtleşme sanmıştım ki bu da kısa sürmüştü. Ancak Mahur konuşmayı kestiklerinden bu yana pek iyi görünmüyordu.

Bugün de aynı şekilde gelmemesi aslında Mahur'un Berk Cihan'a baya değer verdiğinin kanıtı gibiydi.

Derin bir nefes aldım. O sırada telefonumun şarjı azaldığından dolayı uyarı verdiğinde çekmecemi açtım. Ancak yoktu. Masanın üstüne şöyle bir göz attıktan sonra yine bulamayınca bu sefer şarjımı arabada bırakıp bırakmadığımı düşündüm.

Ayağa kalkıp ofisten çıktıktan sonra arabaya gittim. Zaten arabaya girer girmez şarjı buldum. Kapıyı açıp torpidodan şarj başını aldıktan sonra kabloyu da USB girişinden çıkardım. Ofladıktan sonra dikiz aynasından şöyle bir tipimi düzelttim. Torpidodan ıslak mendil alıp göz altlarıma akan rimelimi hafifçe temizledikten sonra ıslak mendilimi geri kapatıp torpidoyu da kapattım.

Arabadan çıkıp kapıyı kilitledikten sonra bina kapısından içeriye girdim. Ofise doğru döndüğümde ise ofis kapısının önüne büyük bir gül demeti bırakan birisini gördüm. Kaşlarımı çatıp bir kaç adım attığımda ise o kişi arkasını döndü ve şaşkınca karşımdaki Berk Cihan'a baktım.

Berk Cihan'da başını kaldırıp beni gördüğünde önce gözleri kocaman açıldı. Ardından şaşkınca "Elif?" dedi.

Hemen arkasına, kapının önündeki gül demetine baktı. Ardından yeniden bana dönüp "Şey..." dedi.

Derin bir nefes alıp "Bende gidiyordum şimdi." dedi ve başını eğip ilerledi. Tam yanımdan geçiyordu ki "Berk Cihan." dedim.

Durduğunda arkamı dönüp "Biraz konuşalım mı?" dedim.

Bana baktı. Ardından "Elif bence sen bu meseleye hiç girme. Benim yüzümden Mahur ile tartışmanızı istemem." dedi.

"Mahur böyle bir şey için bana kızmaz. Ayrıca bende bu sorun neyse bir an önce hallolsun istiyorum."

Berk Cihan iç geçirdi. Ardından "Pekala." dedi.

Başımı sallayıp ilerlediğimde Berk Cihan'da peşimden geldi. Yerdeki çiçekleri alıp kapıyı açtıktan sonra Berk Cihan'da peşimden içeriye girdi.

Çiçekleri masama bıraktıktan sonra kenardaki koltukları Berk Cihan'a işaret ettim.

Berk Cihan oturduğunda "Bir şey içer misin?" dedim.

"Yok teşekkür ederim."

"Pekala." dedim ve karşısına oturdum.

İç çekip "Öncelikle aranızda tam olarak ne oldu bende bilmiyorum. Ne yaşadınız neler konuştunuz bilmiyorum. Sadece Mahur'un anlattığı kadarını biliyorum. " diyerek söze başladım.

"Ancak sen buraya kadar gelip bu gülleri getiriyorsan, Mahur diğer yandan bu kadar üzülüyorsa ikinizde hala bir şeyleri bitirememişsiniz diye düşünüyorum. Tabi bunun aksini düşünüp düşünmemek sana kalmış. Ancak sorun ne, onu anlayamıyorum işte."

Berk Cihan yutkundu. Ardından arkasına yaslanıp "Açıkçası bu pek senin yardım edebileceğin bir şey gibi değil Elif. Bu benim halletmem gereken bir şey gibi." dedi.

"Neden halletmiyorsun o zaman?"

"Korkuyorum." dedi Berk Cihan.

"Elif bak ben dışarıdan hovarda, onunla bununla dolaşıp duran birisi gibi görünüyor olabilirim. Ama bunların ne kadarı doğru zor söylerim. Sende artık bu camiada sayılırsın. Sende biliyorsundur bu kameraların, yalan haberlerin zorluğunu. Ben... Ben Mahur'dan gerçekten hoşlanıyorum. Onu da üzmek istemezdim ama kötü olduğum bir anda çok yanlış cümleler kurdum, çok ağır konuştum. Şimdide karşısına geçmeye korkuyorum. Nasıl desem... Mahur çabucak duvar örebilen birisi. Bir anda uzaklaşıp bir anda bitirdi. Şimdi karşısına geçip kendimi anlatsam ama yine de beni istemese ne hissederim bilmiyorum. Evet benim suçum farkındayım. İlişkimizi sürekli bir arada bir derede bıraktım. Ama bende korktum. Mahur'u kaybetmekten, onu üzmekten korktum. Şimdi de korktuğum başıma geldi. Karşısına geçip konuşsam da bir şey değişecek gibi değil zaten."

"En azından yürekli bir şekilde kaybedersin. Yüreksiz bir korkak olup sevdiğini bile söyleyemeyen bir erkek olarak mı hatırlasın seni. Bunu mu isterdin?"

"Onu seviyorum Elif. Hayır cevabını kabul etmek istemiyorum. Yeniden beraber olalım istiyorum."

"Bir adım atmadan bu gerçekleşmez. Sen özrünü dile ve elinden geleni yap. Eğer bende Mahur'da sana karşı bir şey olduğunu hissedersem bende sizin için elimden geleni yaparım."

Berk Cihan yutkundu. Ardından "Her yerden engelledi beni." dedi.

"Yarın randevuları geç bitiyor. Sonrasında da ofise uğraması gerekiyor." dediğimde bana baktı. Ardından başını sallayıp "Anladım." dedi.

Gülümsediğimde Berk Cihan'da gülümsedi. O sırada kapı çaldı.

Ayağa kalkıp kapıya ilerledikten sonra kapıyı açtığımda ise karşımda Dinçer'i buldum. Elinde bir poşetle gelmişti.

Gülerek "Selam güzelim benim." dedikten sonra bana sarıldığında bende gülümseyip Dinçer'e sarıldım.

"Hoşgeldin." dedim.

Geri çekilip yüzüne baktığımda ise Dinçer'in yüzündeki gülümseme silindiğini ve kaskatı bir ifade oluştuğunu gördüm. Arkamı dönüp baktığı kişi olan Berk Cihan'a baktığımda Berk Cihan'da karşısındaki Dinçer'e bakıyordu.

O sıra Dinçer'in bakışları bu sefer masanın üstündeki kocaman kırmızı gül buketine takıldı.

Yeniden Berk Cihan'a baktığında gözünde ateş çıkıyor diyebilirdim.

"Noluyor burada?" dedikten sonra "Bunun ne işi var burada? Seni rahatsız mı ediyor?" dedi ve bir adım attı.

Aniden koluna yapışıp "Hayır hayır!" dedim. Ardından önüne geçip "Saçmalama Dinçer." diye mırıldandım.

O sırada Berk Cihan'da ayağa kalktı.

"Benimle probleminiz ne bilmiyorum ama Elif'e karşı düşündüğünüz gibi duygular beslemiyorum."

"Besleseydin birde!" dedi Dinçer alayla gülerek.

Araya girme ihtiyacı hissettim.

"Mahur'a çiçek getirmiş. Mahur hakkında konuşuyorduk."

Dinçer bana baktı. O an bakışlarının yumuşadığını hissettim. Başını eğip alnımdan öptükten sonra kulağıma "Elimdekileri alıp mutfakta tabak hazırlayabilir misin?" diye fısıldadıktan sonra poşeti uzattı.

Poşeti elinden alıp "Berk Cihan'ı geçirip..." diyordum ki Dinçer gülümseyerek "Onu ben geçiririm. Sen git hadi." dedi.

Daha fazla uzatmak istemediğim için Berk Cihan'a döndüm. Mahçup bir gülümseme ile "Görüşürüz." dediğinde Berk Cihan'da dudaklarını birbirine bastırarak gülümseyip hafifçe başını eğdi. Bense ikiliye baka baka mutfağa ilerledim. Bunu Dinçer ile sonra konuşacaktık.

Elimdeki poşetleri tezgaha koyduktan sonra tabak çıkardım. Ardından poşetleri açtım. Açtığımda ise ev yemekleri ile karşı karşıya kaldım. Ben bu adamı cidden yerdim ama artık ya! Onu bile yerdim yani, öyle açtım.

Karnıyarık ile pilavı iki tabağa koyduktan sonra ayranı da bardaklara doldurdum. Hepsini masaya götürürken Dinçer'de mutfağa girdi.

"Naptınız?" dediğimde Dinçer ciddi bir şekilde "Ensesinden tutup dışarı fırlattım yüzsüzü." dediğinde şaşkınca Dinçer'e baktım. Ancak Dinçer o an gülümseyip "Şaka yapıyorum." dedi. Ben tabakları masaya koyduktan sonra ise elimden tutup beni kendine çekti.

Kollarını sıkıca bana sardığında "Sana şöyle doya doya sarılamadım." dedi ve başımın üstünden öptü.

Bende kollarımı Dinçer'e sarıp başımı göğsüne yasladığımda Dinçer "Bu hafta sonu seni istiyoruz demek he?" dedi.

"Sorma. Ev ölüm gibi. Yavaş yavaş geliyorlar memlekettekiler."

O an anneannemlerin, teyzemin, yengemlerin gelişleri bir bir gözümün önüne geldi. Her biri geldiğinde ise Dinçer ile nasıl tanıştığımızın, nasıl bu duruma geldiğimizin, internette dolaşan haberlerin doğru olanlarının ve çok ünlü görüp görmediğimin hikayesini tekrar tekrar anlatmak durumunda kalmıştım. Artık kabak tadı vermişti.

"Kalabalıksa gel bizde kal."

Başımı kaldırıp Dinçer'in dalga geçip geçmediğine baktım. Ciddi gibiydi.

"Aynen. Akşam da pijama partisi yaparız."

"Aa çok güzel olur bak. Sonuçta 2 hafta sonra da Dila'da evleniyor. Bir Bride To Be yapmamız yok mu?"

Kıkırdayıp geri çekildim. Ardından masaya baktım.

"Hadi yiyelim. Çok acıktım ben."

Dinçer ise iç çekip "Yiyelim bakalım." dedi.

. . .

Yarın olan isteme için annemler ile Sapanca'daki yazlıkta haldur huldur işlere giriştiğimiz günün akşamı bahçede biz yorgunluk kahvesine çayla cila yaparken Eylül sandalyesine yayılarak oturmuş çekirdek çitliyordu. Maalesef ben onun kadar rahat değildim. Çekirdek yedikten abartısız 5 dakika sonra yeni sivilceme merhaba diyorduk. Annemde benle aynı genetik kodlara sahip olduğundan dolayı kaç yaşına gelmiş kadın da benim gibi sivilce korkusundan yiyemiyordu. Eylül sağolsun ikimizin yerine de yiyordu.

"Şimdi kaç kişi oluruz? Çünkü bizim taraf baya kalabalık."

"Dinçer'in tarafı da kalabalık gibi." dedim Dinçer'in gelecek dediklerini düşününce. Öyle ayrıntılı gelecek çok kişi yoktu. Amcası ve oğulları son dakika işleri çıktığından dolayı gelemiyordu. Dayısı, eşi, anneannesi ile dedesi köyden geliyordu. Onun dışında diğer dedesi Hulusi Talat Şahaplı ve Dila'nın nişanlısı Sinan gelecekti. Aslında çok da kişi yoktu.

"Eniştemler falan bile geldi. Bizi geçme şansları yok. Ayrıca yarın eniştemin Dinçer Abi'yi görünceki tepkisini çok merak ediyorum. Kara kartalım diyip sevmez inşallah." dedi Eylül gülerek.

Annem "Orasını bende kestiremiyorum. Geçen baktım Facebook'da Dinçer'i arka planda Barış Manço'nun Kara Sevda müziği ile 'Bizim damat.' yazarak paylaşmış." dediğinde şaşkınca "Şaka yapıyorsun?" dedim.

Annem başını iki yana salladı.

"Vallaha yıldım bunların bu fanatikliğinden." dedi bıkkınca.

"O değil de bırak Dinçer Abi'yi, dedesi gelicek. Eniştem asıl Hulusi Talat Şahaplı ile karşılaşacak. Yarın adamın yıllardır gördüğü rüya gerçekleşecek. Öyle bir gün."

Güldüm. O sırada masanın üstündeki telefonum çalmaya başladı. Herkes telefonuma baktı. Ekrandaki ismi okuduğumuzda ise annem direkt bana baktı.

"Damat arıyor." dedi Eylül'e.

Eylül ise "Eniştem ya." dedi gülerek.

Uzanıp telefonu açtıktan sonra "Alo?" dedim.

"İyi akşamlar güzelim. Napıyorsun?"

Telefonun sesi az çok dışarıdan duyulduğundan dolayı Eylül kaşlarını kaldırarak anneme bakıp "Güzelim!" dedi ve beni gösterdi.

"Bu mu güzelim? Ahahaha!" diyerek anneme doğru sesizce güldü. Ayağımla sertçe bacağına vurduğumda ise bana dönüp "Acıdı be!" Dedi.

"Annemlerle bahçede çay içiyoruz."

"Hmm. Sapanca'dasınız değil mi?"

"Evet. Yarın için hazırlık yapıyorduk."

"Heyecanlı mısın?"

"Biraz. Yani o da şimdilik."

"İyi. Güzel. Peki... İki dakika dışarı çıkma şansın var mı?"

"Nasıl yani?" dedim şaşkınca.

Ardından kafamı uzatıp bahçe kapısından dışarıyı görmeye çalıştım ancak pek mümkün değildi.

"Dışarıdayım bekliyorum."

"Babamlar evde. Gelemem ki." dedim telaşla.

"Bir şey olmaz. Sen Hülya Anne'ye selamımı söyle, o halleder." dediğinde anneme baktım. Zaten duyuyordu.

Annem ise gülümseyerek "Git git." dedi.

"Nasıl?" dedim ağzımı oynatarak.

"Tamam ben hallederim. Git sen."

Anneme baktım dik dik. Bu kadına da bir şeyler oluyordu yani. Normalde hiç yapmayacağı işti.

"Kapının önünde misin?" dedim telefondaki Dinçer'e.

"Evet."

"Tamam geliyorum." dedim ayaklanırken.

Telefonu cebime koyup "Gidiyorum o zaman ben." dedim annemlere.

Ardından içeri bakıp "Cüzdanımı alsa mıydım? Lazım olur mu?" dedim.

Eylül ise "Tabi. İstersen Dinçer Abi'nin bir karnını doyur. Sevaptır gariban doyurmak." dedi.

"Salak!" diye söylendikten sonra mom jean kot pantolonum, keten gömleğim, kahverengi penye şalım ve parmak arası terliklerimle bahçe kapısından çıktığımda Dinçer'in arabası karşımdaydı.

Kapıyı açıp Dinçer'e baktığımda gülümseyerek "Atla." dedi.

Arabaya bindiğimde Dinçer gülümseyerek beni süzüp "Her halinle bu kadar güzel olman suç olmalı artık." dediğinde kızarsam da konuşma yetimi daha kaybetmediğimden "Sana da merhaba." dedim ve kemerimi bağladım.

Dinçer'de arabayı çalıştırıp olduğumuz yerden ayrıldı. Birlikte ilerlerken "Nereye gidiyoruz?" dedim.

"Yarın ki yoğunluktan önce şöyle bir gezelim, kafa dinleyelim dedim. Sapanca Gölü'nün orda bir yürüyüş yaparız."

"Güzel olur aslında. Akşam nasıl görünüyordur merak ettim. Hiç gitmemiştim."

Dinçer gülümseyip "Göreceğiz bakalım." dedi.

Arabayı bizim yazlığın olduğu siteden çıkarırken kaşlarımı çatıp Dinçer'in siteye nasıl girdiğini düşündüm. Böyle her geleni alıyorlarsa güvenlikle bir konuşmak lazımdı.

"Sen kaçta çıktın yola?"

"Çok olmadı. İki, iki buçuk saat falan."

"E daha geri dönmeyecek misin? Yorgun argın buraya kadar geleceğine yatıp dinlenseydin keşke."

Dinçer gülümseyerek bana baktı. Ardından uzanıp eliyle yanağımı okşadı. Ardından yanağımı sıktı.

"Ah!" dediğimde dişlerini sıkıp "Çok tatlısın!" dedi dişlerinin arasından. Geri çekilip şaşkınca Dinçer'e baktım. Bu adam da her gün başka bir huyunu ortaya çıkarıyordu.

Gülümseyerek çenemden tuttuktan sonra önüne döndü ve "Sen beni merak etme." dedi.

Çenemdeki elini tutup parmaklarımı parmaklarımı parmaklarına geçirdikten sonra "Nasıl merak etmeyeyim? Gerçekten bu kadar koşuşturmanın içinde düşüp bayılacaksın diye korkuyorum. Akşam kaçta yattığın belli değil. Zaten sabahın köründe kalkıp antremana geçiyorsun. Sonra maçlara gidip geliyorsunuz. Gerçekten nasıl hala böyle duruyorsun anlamıyorum." dedim.

Kısaca bana baktı. Yüzünde bir gülümseme vardı. Ancak... O kadar farklı bakmıştı ki anlık kalbim durmuştu sanırım. Gözlerinde ifade o kadar güzeldi ki arabanın içindeki karanlıkta bile gözlerindeki ışıltıyı görebiliyordum.

Gülümseyerek önüne döndü. Bende önüme baktım. Anlık olarak kalp atış hızımı düzenlemem gerekiyordu sanırım.

Bir süre sonra sohbet etmeye devam ettik ve bu şekilde yol hızlıca bitti. Sapanca Gölü'ne vardığımızda arabadan inip telefonumu cebime koydum. Dinçer'de arabayı kilitledikten sonra elini uzattığında bende elini tuttum.

El ele yürürken renkli ışıklarla aydınlatılmış yol çok hoş görünüyordu. Heyecanla Dinçer'e baktım.

"Ne kadar güzel yapmışlar burayı!"

"Gece gezebiliyor muyuz acaba?" dedi Dinçer.

"Gezeriz herhalde. Böyle ışıklandırdıklarına göre."

"E gidelim o zaman."

Birlikte el ele yürümeye devam ederken derin bir iç çekip etrafa baktım.

"Gerçekten sabah yakıcı güneş altında yürümektense böyle sessiz sakin, yıldızların altında yürümek daha hoşmuş."

"Bir tane yıldız da benim yanımda var. Hayatımda belirdi ve gece gibi karanlık olan hayatımı aydınlattı."

Başımı kaldırdım ve gülümseyerek Dinçer'e baktım.

Dinçer ise el ele tutuştuğumuz eli havaya kaldırdı ve elimin üstünden öptü. Benim kalp krizi işi artık uzun vadeliye dönmüştü.

O sırada gölün kenarındaki iskeleye girmek üzereyken bir sürü ateş böceği ortaya çıktığında "Dinçer! Ateş böceği!" dedim.

Hayatımda ilk defa ateş böceği görüyordum.

"Çok güzelleeeer!" dedim hayranlıkla etrafa bakarken.

Bir yandan da iskelenin ucuna doğru yürürken sazlıkların arasındaki ışıltılar beni benden alıyordu. Arkada şehir ışıklarının olduğu bu alan ateş böcekleri ile oldukça güzel bir manzara oluşturmuştu.

"Dinçer burası çok güzel." dedikten sonra arkamı döndüğümde Dinçer olduğu yerde, elleri cebinde gülümseyerek bana bakıyordu. Tam o an bir melodi çalmaya başladı. Şaşkınca çevremizde çalan melodiye odaklanırken bir anda sazlıklar ve yürüdüğümüz iskele aydınlandı. Etrafımızı aydınlatan küçük ışıklar beni daha da şaşırtırken arka planda çalan şarkı dikkatimi çekti.

Son Arzum çalıyordu.

Ben şaşkınca etrafımızda olan bitenleri izlerken Dinçer eli cebinde yavaş yavaş bana yaklaştı. Tam karşıma geçtiğinde başımı kaldırıp Dinçer'e baktım.

"Seni ilk gördüğümden bu yana güzelliğin, gözlerindeki o ışıltılı bakış hep beni sana hayran bıraktı. Ancak seninle vakit geçirdikçe o güzelliğin altındaki o narin, masum ve yeniliklerle dolu ve çocuksu ruh beni kendine bağladı. Şu geçen zamanda geriye doğru baktığımda en huzurlu ne zamandı diye sorsalar Ela ile yan yana olduğum günler diyebilirim. En çok seninle huzur buldum. En çok sana güldüm ve seninle güldüm. Ve bir tek sana aşık oldum. Açıkçası şu an sana nasıl yavaş yavaş aşık olduğumu, hangi huyunu en çok sevdiğimi ve sana nasıl yavaş yavaş bağlandığımı anlatsam bu oldukça uzun sürecek."

Dinçer o an yavaşça eğildiğinde ben nefesim kesilecek sandım. Dinçer diz üstü çöktüğünde ışıklar yavaş yavaş söndü. Ve sadece etrafımızı aydınlatan ışıklar yandı. Ve o an nefesim kesilecek sanmadım, kesildi.

Dinçer elinde bir kutu çıkardıktan sonra kutuyu açtıktan sonra kutunun içinde bir ışık yandı.

Ortasında mavi bir safirin olduğu yüzüğün iki
yanında safir taşından biraz küçük iki tane inci vardı. Yüzük güzel bir el işlemesiyle ben ustalık, zanaatkarlık işiyim diye bas bas bağırıyordu.

Ve bu bir evlilik teklifiydi.

Dinçer gülümsedi.

"Ve ben o kadar uzun bir süre dayanabileceğimi sanmıyorum. O yüzden... Benimle evlenir misin?"

Gözlerim neden bilmiyorum ama istemsizce doldu. Bu anın şaşkınlığından mı yoksa Dinçer'in söylediklerinden dolayı mı bilmiyorum ama saçma sapan bir şekilde oturup ağlamak istiyordum.

"Dinçer." diye fısıldadım.

Burnumu çekerek bakışlarımı yüzükten çevirip Dinçer'e baktım.

Gülümseyerek bana bakıyordu bir cevap almayı beklerken.

Elimle ağzıma bastırdıktan sonra burnumdan derin bir nefes aldım ve o an başımı salladı. Dinçer'in gülümsemesi genişledi. Olduğum yerde eğilip bende dizimin üstünde durduktan sonra "Evet." diye fısıldadım ve hızla Dinçer'e uzanıp sıkıca sarıldım.

"Seninle evlenirim."

Dinçer'de sıkı sıkı bana sarıldıktan yanağımdan öptü. Ardından geri çekildi ve elinde kapattığı kutuyu tekrar açtı. İçinden yüzüğü çıkardığında o hafif loş ışıkta elinin titrediğini görebilmek beni şaşırtmıştı.

Bende aynı gerginlikte elimi kaldırdığımda Dinçer elimi tutup öptü. Ardından uzanıp yüzüğü parmağıma taktı.

Bir süre ikimizde parmağımdaki yüzüğe bakarken Dinçer "Bir an kabul etmeyeceksin sandım..." dedi ve nefesini dışarıya verdi. Ardından elini yanağıma koydu. Ona baktığımda uzanıp alnımdan öptü ve kollarını sıkıca bana sarıp "Seninle bir ömür böyle..." Dedi.
. . .

İsteme günü makyajım yapılırken kızlar yüzüğüme bilmem kaçıncı defa bakmakla meşguldü.

Mahur "Yalnız tam kralliyet filmlerinden çıkmış gibi bir yüzük." dedi Mahur bu benzetmeyi bir kaç defa daha yaptıktan sonra.

Esin "Bu inciler gerçek mi yani?" dediğinde Hazal "Yok dedesi hactan getirmiş." dedi.

"Ne var be? Sen kaç kere gerçek inci gördün hayatında?"

"Gerçek mi diye de sormam ama." dedi Hazal. Ardından "Normalde bu şekil eski tarz şeyler sevmem ama bende çok beğendim yüzüğü. Çok şık duruyor. Özellikle parmağında çok zarif duruyor. Güle güle kullan hayatım." dedi.

"Teşekkür ederim." dedim.

O sıra makyajım da bitmek üzereydi.

Makyajım bitirdikten sonra lila rengi, belden bağlama detaylı uzun parçaların olduğu üstümü giyindikten sonra şalımıda bağladım.

Kızlarda son hazırlıklarını yaparlarken bende hazırlananlar dışındakilerle birlikte fotoğraf çekildim. Ardından birlikte aşağıya indik. Ben yavaş yavaş merdivenlerden inerken yengemin bir anda "Ay Elaaaa! Çok güzel olmuşsuuuun!" demesiyle salondaki tüm gözler üstüme döndü. Dayım, teyzem, amcam, halam, yengelerim ve eniştelerim... Onun dışında babannem, anneannem ve dedelerim... Büyük eniştem olan Ekrem eniştem ve onun hanımı... Ayrıca tüm bu kişilerin çocukları ve dahası onların da çocukları... İşte bu kişilerin hepsi bana baktığında gerçekten de oldukça büyük bir aile olduğumuzu farkettim. Ve bacaklarım birbirine dolandı.

"Teşekkür ederim yenge." diye mırıldandım.

Ancak buna karşılık yengem birden ağlamaya başladı.

"Ay biz bu günleride mi görecektiiiik! Kocaman oldu da evlenip barklanacak! Daha dün küçücüktü!"

Biz kızlarla şaşkınca yengeme bakarken yengemin bu anlık yükselmesiyle diğer yengem, teyzem ve halamda ağlamaya başladı. Ben daha da panikledim. Üstüne buna annemde eklendiğinde fenalaşma noktalarına geldim.

Ben bu ortamı nasıl toplayacaktım şimdi?!

Hazal "Hülya Teyze sakin ol, tamam ya! Sanki kızı gurbete mi gönderiyorsunuz? Zaten normalde de gurbette yaşıyordu! " diyerek salak saçma bir teselli vermeye çalışıyordu. Diğer yandan Mahur ile Esin'de yengemlere bakıyorlardı.

Anlık olarak kolonyalar havalarda uçuştu. Bir ayılıp bir bayılmalar oluştu. Ta ki bizim bu on dakikadır toparlayamadığımız ortamı peş peşe gelen korna sesleri toparladı.

Teyzem "Ay geliyorlar!" diyerek bir anda ayağa fırlayıp gözyaşlarını silip üzerine çekidüzen verdikten sonra yengemlerde aynı şekilde toparlandı. Onların bu anlık bir anda hanımefendiye dönüşmelerine şaşkınca bakarken sanki az önce ayılıp bayılan biz gibiydik.

Diğer yandan korna sesleri arttı. Onlar dışında bir ses daha vardı ki bunun tulum olduğuna emin gibiydim.

İlyas Dedem kaşlarını çatıp "Bunlarda kız istemeye değil kız almaya geliyorlar sanki!" diye söylendi. O sırada tulum sesi, bir yandan da şarkıyı söyleyen kişinin sesi yaklaştıkça yaklaştı.

Biz hemen peş peşe kapıya dizilirken seslerde arttı. Delikten baktığımda içeriye adım atan Dinçer'in ailesini gördüm.

Derin bir nefes aldım ve geri çekildim.

Bir kaç saniye sonrasında ise kapı çaldı.

"Açıyorum." dedim anneme bakarak.

Annem başıyla onay verdiğinde derin bir nefes aldım ve kapıyı araladım.

İlk gördüğüm kişi Dinçer'in babası Mehmet Akif Bey'di.

Uzun boyuyla direkt gözüme çarpmıştı. Ardından Yeşim Hanım'ı gördüm.

Gülümseyip "Hoşgeldiniiiiz." dediğimde Yeşim Hanım "Hoşbulduk kızım hoşbulduk." dedi. İçeriye doğru ilerlerken bir anda karşımda yöresel karadeniz kıyafetleri ile bir teyze belirdiğinde şaşkınca teyzeye baktım. O sıra Yeşim Hanım hemen konuya el atıp "Annem ve babam Elif kızım." dediğinde anladım anlamında başımı salladım ve "Sizde hoşgeldiniz." diyip kadının elini öptüm. Kadın beni şöyle bir baştan aşağıya süzüp "Gelun güzelmuş." dedi. Ardından peşindeki eşi, Dinçer'in dayısı olduğunu düşündüğüm adam, onun eşi ve çocuklarıyla birlikte içeriye ilerledi.

Oldukça tuhaf bir andı.

Onların ardındansa Ekrem Enişte'min en büyük beklentisi olan Hulusi Talat Şahaplı ortama giriş yaptı. Adam bastonu ve takımı ile karizma bir giriş yaparken bana bakıp "Hoşbulduk kızım." dedi.

Gülümsediğimde ilerisindeki Yeşim Hanım'ın annesiyle babasını gösterip "Bizim dünürlerde bunlar işte." dediğinde gülerek "Tanıştığıma memnun oldum. Sizinlede, dünürlerinizlede." dedim.

"Bende kızım bende. Zaten biz daha çok görüşürüz. Şimdi arkadakiler oldukça heyecanlı. Onları çok bekletmeyelim." dedi ve gülerek ilerledi.

Ardındansa Dila elinde çikolata kasesi ile belirdi.

"Yengeeeeeemmmm! Çok güzel olmuşsuuuuuuuun!" dediğinde kıkırdayıp "Sende çok güzel olmuşsun!" dedim.

"Ay teşekkür ederim. Nişanlımın yanına yakışayım dedim." diyip başını kaldırdı ve cilveli bir şekilde yanındaki Sinan'a baktı. Sinan gülümseyip gayet sakin bir şekilde "Merhaba. Hayırlı olsun." dediğinde "Teşekkür ederim." dedim.

Dila elindekileri Eylül'e verip Sinan ile birlikte içeriye ilerlediğinde ise asıl beklediğim kişi geldi. Ömrüüüümü, kurt bakışlımı dünden bu yana göremiyordum. Şimdide en arkada kalmıştı. Masum masum elindeki çiçekler ile bana bakarken sımsıkı sarılmamak için kendimi zor tuttum.

"Hoşgeldin." dedim elindeki gül buketine uzanırken.

"Hoşbuldum." dedi gülümserken. Ardından diğer elindeki orkideyi anneme uzattı "Buyrun." diyerek.

Annem bir anda utandı falan.

En sonunda kıpkırmızı bir ifade ile "Teşekkürler oğlum." dedi. Bu kadının bu utangaçlığı beni bitiriyordu.

Annem orkideyi elinden aldığında geriye kalan tek dal gülleride Eylül ile Azra'ya verdiğinde Eylül "Teşekkürler Dinçer Abi." derken aynı anda Azra "Teşekkürler enişte." dedi. Eyvallah canımın parçası kardeşim diye cevap verse Dinçer, Azra asla bozulmazdı. Annem elbiseyi bile zor zahmet giydirmişti. Ona kalsa GAP baskılı pijaması ile bugün milleti ağırlıyor olacaktı. Elbise kaşındırıyormuş ağamı.

Dinçer en son bizi geçip sondaki babamla karşı karşıya kaldığında ise babam "Bana da çiçek yok mu Dinçer Bey?" dedi. Dinçer afalladığında babam alaycı bir şekilde güldü.

Psikolojik baskını az uzaklarda devam ettirir misin be adam?! Şimdi mi bunun sırası?!

"Hoş buldum Kadir Bey."

"Hoşgeldin demedim." dedi babam suratsız suratsız.

Bu adam niye böyleydi?!

"İyi. Evlendikten sonra Ela ile size geldiğimizde dersiniz o zaman."

Dinçer babamı es geçip ilerlediğinde biz hepimiz şok içinde Dinçer'e bakıyorduk.

O babama rest mi çekmişti?! Allahım nolur babam bunun altında kalsın!

Eylül "Sigma savaşı gibi." dediğinde ise Azra Sigma yüzü yapmakla meşguldü.

İnşallah bugün verilirdim de şu stres son bulurdu.

. . .

Evde herkes yerine oturmuştu ancak gergin bir sessizlik vardı. Özellikle babam kitlenmiş bir şekilde Dinçer'e bakıyordu. Ama Dinçer'deki rahatlık paşa dedemde yoktu.

Arkasına yaslanmış keyifli bir ifade ile etrafa bakıyordu. Bu adamın kudurtuculuğu şaka mıydı? Çünkü aynısını maçlarda da yapıyordu. Aynı taktiği babama uyguluyor olamazdı herhalde... İnşallah uygulamıyordu yani.

En sonunda annem lafa giriş yapıp bana döndü ve "Kızım sen kahveleri yap en iyisi." dedi.

Bizim evinde paşası buydu.

Gergince etrafa baktım. Bunların da pek kahve içesi yok gibiydi sanki anne. Emin miydik? Papatya çayı daha iyi olurdu sanki?

Annem hala dik dik bana baktığında artık ayağa kalktım.

Ben ayağa kalktığımda Mahur, Hazal, Esin ve diğer kuzenlerim Seda ile Burçak'da ayaklandı.

Birlikte mutfağa girdiğimde kuzenim Seda diğer kuzenim Burçak'a dönüp "İçerideki o ortam neydi ya? Aşırı gerildim." dediğinde Burçak "Sorma ya. Bende gözümü kırpmaya çekindim bir ara. Kadir Abi inşallah seni verir Ela." dedi.

Kahve bardaklarını hazırlarken "Demeyin şöyle şeyler! Zaten aşırı gerginim." dedim.

O sırada Mahur "Ya şimdi şey dicem... Bu Dinçer'in anneannesi falan da has karadenizli görünüyor. Bunlar içeride birbirlerine silah çekmesinler?" dediğinde gergin bir şekilde Mahur'a baktım.

"Lafın gelişi yani." dedi Mahur olayı toparlamaya çalışırken.

"Bir inatlaşma olmasında." diye dua ettim.

"Karadeniz damarı. Tutar mı tutar." dedi Seda.

"Kim alır sizce?" dedi Mahur.

Burçak "Adamlar Rize'li. Haçen Eğrisinde Ordu'nun üstündeler. Hiç belli olmaz." dedi ve gergince kahvelere baktı.

Kahveleri tek tek ayarlarken en son damat kahvesini yaptım. Açıkcası hayatım boyunca hep kahveye tuz atılmaz mı, atmamak nedir diye yükselen birisiydim. Ancak ortam o kadar gergindi ki üstüne birde kahveye tuz atıp 'Aaa acaba ne tepki verecek?' diye bekleyemezdim. Bunlar artık hep romantik anlardı. Mesela 'Better Together' yazısının altında yan yana da oturmuyorduk. Bunlar hep babanın kızı vereceğinden net emin olunduğunda yapılan hazırlıklardı. Ama ben emin değildim.

Kahveyi yapıp bardağa boşaltacağım sırada Eylül bir anda içeri girip "Tuz attınız mı?!" dedi nefes nefese. Hepimiz şaşkınca ona döndüğümüzde Eylül "Attın mı?" dedi ve bana döndü.

Bir anda herkes bana döndüğünde o an bile isteye atmadığımı söyleyemezdim herhalde.

"Ay! Unutuyordum az daha!" dedim sahte bir oyunculukla. Ancak Eylül bu oyunculuğuma kanmış gibiydi.

"Of abla ya! Minnoş musun sen?! Kendine gel artık!"

Eylül cezveyi elimden kapıp tuzluğu aldı. Bir tatlı kaşığı tuzu cezvenin içine boşlattığında "Oha!" dedim. Ancak aynı anda herkes bana öldürücü bakışlar attığında "Yani... Biraz fazla olmadı mı?" dedim.

Hazal o an öne çıktı.

"At kız! Oğuz'da bana sen kocacı mısın ya nazlı prenses diye dalga geçmişti! Kocam boğazı yana yana içmişti o kahveyi!"

Hazal'ın da desteği ile Eylül cezveyi bir güzel karıştırdı.

Kurt bakışlıma yapılır mıydı bu?! Yanınıza kâr kalır sanıyorsunuz ama... Kış soğuğu geçirir ama... Kurt... Kurtlar... Kurt kışı atlatır ama... O soğuk algınlığını atlatır... Kışın yediği karı, ayazı... Kurdun... Herkes yerini bilsin.

. . .

Herkes kahvelerini yudumlarken bende gergince köşede oturuyordum. Elimdeki tepsinin kenarlarını gerginlikten sımsıkı tutmuş bir halde baş köşede oturan babamların yan tarafında oturan Dinçer'e bakıyordum.

Dinçer ise kahvesine uzanıp ağzına götürmüştü. Herkes o an heyecanla gülüşüp, Dinçer'i izleyip videoya çekerken bense bu kısmı hemen atlatıp diğer kısma geçmek istiyordum. Artık gün bitseydi lütfen.

En sonunda Dinçer kahveyi içip tek seferde kafasına diktiğinde herkes 'Helal!" diyip şaşkınca Dinçer'e bakmışlardı. Aynı anda Eylül'ü bir öksürük krizi tuttuğunda aynı anda herkes kısaca ona baktı. Ancak hemen Dinçer'e geri döndüler. Ama Dinçer'de başını kaldırıp gülümseyerek bana baktı. Aynı anda Eylül'ün de bana nefret dolu baktığına emindim. Çünkü o an kimse bilmiyordu ki son dakika Dinçer'in kahvesi ile Eylül'ün kendi için kenara ayırdığı şekerli kahveyi değiştirmiştim.

Özür dilerim gençler. Kindarlığıma zeval geldi. Artık bende kocamcıyım sanırım...

Ama bu ortamda benim bile karnım kasılıp midem bulanırken Dinçer'e ek olarak bunu yapamazdım. Eylül'e yapmak daha mantıklı gelmişti.

Dinçer keyifle arkasına yaslanırken kısaca Eylül'e baktım.

Neredeyse gözlerinden ateş çıkıyordu.

En sonunda Hulusi Bey boğazını temizledi. Ardından kahvesini kenara bırakıp bana bakarak "Eline sağlık güzel kızım." dedi.

"Afiyet olsun." diye mırıldandım.

Bu sefer Hulusi Bey Dinçer'in diğer dedesine bakıp "Temel Bey. Siz konuşmak ister misiniz?" dedi.

Temel Bey şöyle bir dikleşti. Etrafa sert bakışlar attıktan sonra "Benum yaşum sizunkinden azdur. Eee böyük adam böyük konuşir. Siz devam edun." dediğinde Hulusi Bey başıyla onayladı. Ardından "O zaman ben iki cümle edeyim, sonra konumuza gelelim." dedi.

"Öncelikle bizi ağırladığınız için teşekkür ederiz. Uzun bir zamandan sonra böyle bir yerde eski bir dost ile de yan yana oturacağımı hiç düşünmezdim ama kadere bak ki bugün buradayız." dedi ve dedeme baktı.

Dedem ağır ağır başını sallarken Hulusi Bey hafifçe gülümsedi.

"Açıkcası biz bu yollardan geçeli uzun zaman oldu. Tabi bizim zamanımızda durum böyle değildi. Görücü usulü oluyordu ama tabi bizde sevmedik değil. Benim hanımı kaybedeli uzun zaman oldu." dediğinde ortamda bir "Allah rahmet eylesin." sesi yükseldi.

"Sağolun." dedi Hulusi Bey. Ve yutkundu.

"Çok severdim kendisini. Öyle görücü usulü falandı ama asıl siz sorun öyle miydi diye. Değildi tabi. Büyükler öyle sanıyordu. Ben benim hanıma tutulalı baya bir zaman olmuştu oysa. Ölüm bizi ayırana kadar da sevmeye devam ettim. Eee kara sevda dedikleri budur. Atışırsın, tartışırsın, kavga edersin ama sonunda kendini yine orda huzurlu hissedersin. Hanımcı olan dünyada cenneti yaşar diye boşuna dememişler." dediğinde ortamda bir gülüşme oldu.

Bu ortamdaki buzları eritmenin ilk adımıydı.

"Şimdi bizde burada oğlumuz ile kızımızın hayırlı bir işine ortak olmak için varız. Gönlümüzden geçen bellidir. Biz Elif kızımızı çok sevdik. Ki oğlumuzda kızımızı görmüş, pek bi sevmiş. Eee büyükler olarak da bizde onların mürüvvetini görmekten mutluluk duyarız. Yanisi... Allahın emri, peygamberin kavliyle kızınız Elif'i oğlumuz Dinçer'e istiyoruz."

O an nefesim kesildi. Gergince babamlara baktım.

Dedem yavaşça başını salladı. Ardından "Tabi biz büyükler olarak konuşuyoruz ama birde kızımıza soralım, sonra da kızımızın babası cevap versin." dediğinde babam bana baktı.

Ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama bakışlarımız kesiştiği an bana kaşlarını çattı. Kedi yavrusu gibi bakmıyordum umarım.

Babam iç çekti. Ardından başını eğip önüne döndü.

"Çocuklarımız istedikten sonra, gönlüne düşeni kabul ettikten sonra bize pekte bir söz düşmüyor aslında." dedikten sonra sustu ve Hulusi Bey'e baktı.

Ancak ortam hala sessizdi. Bir hareketlenme olmamıştı. Şimdi vermiş miydi? Ben tam anlayamamıştım da. Herkes babama bakarken babamda şöyle bir şaşkınca ona bakanlara doğru baktı.

"Hayırlısı olsun yani." dedi tekrardan. Ancak hala bir hareketlenme yoktu. Herkes birbirine bakıyordu.

BABACIM VERDİĞİNE DAİR NET BİR CÜMLE KURAR MISIN ARTIK?!

En sonunda babam omuzlarını düşürüp 'Anlayın artık!' dercesine "Verdim kızı." demesiyle etraftan "Hadi hayırlı olsuuuuuuun!" sesleri yükseldi.

Yanımdaki yengemden "Kalkın büyüklerin elini öpün!" uyarısını almamla birlikte ayaklandığımda karşıdaki Dinçer'de ayaklandı.

Ben hemen onun tarafına gidip anneannesine ilerlerken Dinçer'de yanımdan geçip anneanneme doğru ilerledi.

Dinçer'in anneannesinin elini öperken anneannesi "Maşallah maşallah." diye fısıldadı. Artık dualı bir gelindim. Aynen kuzum, hiç beklemediğin bir anda oluyor.

Dedesinin, Yeşim Hanım'ın, Mehmet Akif Bey'in elini öptükten sonra en son Hulusi Bey'e vardığımda Hulusi Bey'in elini öptüm. Hulusi Bey elimi sıkıca tutarken "Var ol kızım." dedi.

"Bundan sonra benimde kızım sayılırsın. Sürekli yanıma uğrayabilirsin, seni ağırlamaktan mutluluk duyarım. Bizim oğlan arada canını sıkarsa da gel bana söyle, ben onun kulağını çekerim." dediğinde gülerek "Gerek kalacağını pek düşünmüyorum." dedi.

Hulusi Bey gülüp "Bende pek düşünmüyorum aslında. Sen bizim haytayı sağlam dize getirirsin." dedi.

Hulusi Bey'den sonra Dinçer ile yan yana geçtik ve bu seferde kendi ailelerimizin ellerini öptük. Dedem ağlamaklı bir hal aldığından dolayı ona biraz uzun sarıldım. Ancak biraz daha sarılırsam ağlayacaktım.

El öpme faslı bitince arkamı döndüğümde Dinçer'de yanıma gelmişti.

Bakıştığımızda sarılmamak için zor tutuyordum kendimi. Ama ne yapmamız gerektiğini de bilmiyordum. Ayakta karşı karşıya dikiliyorduk. En sonunda o heyecanla elimi uzattığımda elini uzattı ve tokalaştık.

TOKALAŞTIK! KURBANLIK DANAYA GİRER GİBİ TOKALAŞIP KAFA TOKUŞTURDUK!

Ayrıldığımızda büyüklerde ayaklanmıştı. Hulusi Bey dedeme bakıp "Eee yüzükleri kim takıyor İlyas?" dediğinde dedem "Sen tak Hulusi Bey. En büyüğümüz sensin nihayetinde." dedi.

Hulusi Bey başını sallayıp karşımıza geçtiğinde Eylül elinde tepsiyle hemen yanıbaşımıza dikildi.

Hulusi Bey tepsiden yüzüklere baktı. Ardından Dinçer'e "Yüzüklerinizi siz takın. Şimdi benim gözüm görmüyor." dediğinde Dinçer gülümseyip tepsiden yüzükleri aldı. Önce benimkini parmağıma taktığında ince alyans evlilik teklifi yüzüğümün yanındaki yerini aldığında Dinçer'in keyifli gülümsemesi genişledi. Bende diğer alyansı alıp Dinçer'in sol elinin yüzük parmağına taktığımda yengem "Sol evlilik parmağı, söz ve nişan için sağa takacaktın sağa." dedi. Ellerimize baktığımızda ikimizinde sola takılıydı. Bu gerekli bir şey miydi ki?

Dinçer "Bir şey olmaz. Evlenicez zaten." dediğinde yengem kıkır kıkır bir güldü. Nasılda hoşuna gidiyordu varya. Alemin en büyük shipcisi romantik bir an yakalamıştı nasıl olsa.

Hulusi Bey tepsiden makası alıp kurdeleye geçirdiğinde biraz deniyor gibi yapmıştı. Ardından gülerek "Bunu benim demem tuhaf olacak ama... Makas kesmiyor." dedi.

Yaşlı kurt seviyordu belli ki bu işleri. Az önce yüzüklerimizi bu kadar insanın içinde birbirimize taktırtmak için de yaptığı gözüm görmüyor numarasını ben yememiştim haberi olsundu.

Mehmet Akif Bey gülerek yanımıza yaklaşıp tepsiye cebinden çıkardığı 400 lirayı şak diye attığında Eylül'ün gözü dönmüştü. Hissedebiliyordum, eve yeni kıyafetler girecekti sanırım.

Hulusi Bey "Hala kesmiyor." dedi.

Bunun üzerine Mehmet Akif Bey bir ikiyüzlük daha attı. Oldu mu sana 600! Sanırım Eylül uzun zamandır istediği ceketi alacaktı.

"Yok kesmiyor bu." dedi Hulusi Bey. Bu sefer Mehmet Akif Bey güldü ve yüz dolar attı. Bunun üstüne Hulusi Bey kurdeleyi tek seferde kesti. Eylül para saymaya mı gidiyordu? Biri onu tutabilir miydi acaba? Herkes alkışlamaya başladığında Dinçer bana döndü. Bu sefer dayanamayacaktım vallaha. Uzanıp sıkıca Dinçer'e sarıldığımda Dinçer'de bana sarıldı. O kadar rahatlamış hissediyordum ki artık uzun bir süre bu rahatlık ile yaşardım.

Biz huzur içinde sarılırken kalabalıktan bir ses yükseldi.

"HADİ FOTOĞRAF ÇEKİLELİM!"

Tabi ki Dila'ydı!

Uzuuun uzun ellerimizdeki alyanslarımızdan kurdelalarımızın uzandığı fotoğraflar çekilirken bir anda Dinçer'in dedesi Temel Dede cebinden bir burma bilezik çıkarıp "Hadi hayurlara vesile olsin." diyerek koluma taktığında sanki herkesin bizden gizli ayarlamış olduğu o takı töreni başladı. Herkes bir anda dağılıp çantalarından, ceplerinden takılarını takarken biz Dinçer ile şaşkınca birbirimize bakıyorduk çünkü takı takılacağına dair bir şey konuşulmamıştı. Sözde takı takılınıyor muydu ya?

Bir anda bileğimde üç dört tane bilezik belirirken Dinçer'in takımının yakaları da altınlarla bezenmişti. Her takısını takan özel olarak ayrıca fotoğraf çekilirken gerçekten küçük çaplı bir takı töreni yaşanmıştı.

En sonundaysa resimler çekilmiş, işler halledilmiş, herkes hazırlanan yiyecekleri yiyerek sohbet etmeye başlamışlardı.

Biz gençlerde kenardaki masaya kurulmuş pasta, börek, dolma yiyorduk.

Tabağımdaki kalan son böreği yanımda oturan Dinçer'in tabağına koyduğumda bana baktı.

Geri yaslanıp "Şiştim." dedim.

O sırada Dila yanındaki Sinan'a baktı. Ardından abisine dönüp "E abi gitmiyor muyuz, hadi!" dedi.

"Nereye?" dedim kaşlarımı çatıp.

Dila "Ya gençler olarak kendi aramızda after party yaparız demiştim de ben. Bizde abimle Beyoğlu'nda bir yeri kapattırmıştık. Şimdi kalkmazsak gecikiriz." dedi.

Dinçer göz ucuyla bana baktı. Ardından eğilip "Eğer istemezsen..." dediği sırada "Gidelim." dedim cümlesini kesip.

Bileğimdeki burmaları çıkarmaya çalışırken "Gerginlikten içim daraldı." dedim.

. . .

Merhabaaa merhaba herkese merhaba. Bu bölüm biraz duygusal biraz minnoş ilerledik.

Artık evlilik teklifimizi aldık, ve artık nişanlıyııııız!💍✨

Kadir Baba'da bizi verdi Hulusi Dedemiz sağolsun duygusal konuşmasıyla gönlümüzü yumuşattı. Ayrıca lütfen Ela'ya kahveye tuz atmadı diye kızmayın. Yarine kıyamadı minnoş🥹

Umarım sizde bölümü beğenirsiniz.

Hepinize iyi günler, iyi eğlenceler ve iyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum🫶🏻✨

İnstagram: _ecem_araz_

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

119K 590 5
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...
822K 16.2K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
2M 94.7K 45
" Ya oooff!" Bağırmam ile zilimin çalması bir oldu. Kim bu yaa şimdi, zaten sinirliyim ! Kapıya gidip bakmadan açtım. Karşımda baya uzun ve dağ...
4.7K 714 33
^ Siz: Fırat, seni çok seviyorum. Siz: Hemen kaçma. Siz: Seni çok seviyorum ve karşına çıktığım günden sonra da seni çok seveceğim. Siz: Ne olursa...