KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

790K 50.7K 57K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1

8.7K 1K 1K
By -zehradogan

Merhabalar, nasılsınız? Yeni bölüm için hazır mıyız?

Birinci kitabımızın bitimine iki bölümümüz kaldı ve benim üzüldüğüm bir nokta var. Gerçekten emek vererek yazıyorum ve bu kurguyu kitap olarak da elime almak istiyorum. Bunun için desteklerinize ihtiyacım var. Bölüm başlarında istediğim yorum sayılarına lütfen dikkat edelim. Etkileşim olsun, yorumlar olsun ki kitabımız dikkat çeksin. Yorum sınırı koyup öyle bölüm atmaya devam etme düşünceleri beni sarıyor çünkü gerçekten beni düşüncelerinizden mahrum bırakıyorsunuz.

Genel olarak his ve düşüncelerinizi ben paragraf aralarında okumak istiyorum. Bölüm sonunda da sizden genel bir yorum alabilir miyim? Şöyle uzun uzun konuşalım, buraya kadar gelmişiz acaba bu kitap sizlere neler kattı? En azından 500 yorumun altına düşmeyelim.

NOT: Sizleri bekletmemek adına bu bölümü iki kısım olarak atacağım. Cumartesiye kadar bölüm 500 yorum sayısına ulaşırsa Cumartesi günü Savaş Hükmü bölümünün ikinci kısmını okuyacaksınız. Lütfen gerçek yorumlar yapalım. Sayıyı düşünceleriniz dışında kelime, harf ya da rakamlarla doldurmayalım. 

Evet, başlayalım o halde. Keyifli okumalar.
🌻



"Zaman sadece geçer ve onu izleyenler için hiçbir şeyi değiştirmez."

"Sürekli ne olacağı belirsiz günler... Her şeyi hayalimize uydurma çabasıyla yaşıyoruz. Fazlaca sıkıldım bu koşturmadan. Belki de hiçbir şey iyiye gitmeyecektir. Belki de her şey en kötüsünü yaşamayı hak ediyordur. Uzun bir sessizlik arıyorum artık. Beni bunaltan her şeyden uzaklaşmak istiyorum. Mümkünmüş gibi her gün umduğum şeye bak! Travmalarla dolu bir hayatı yaşamayı ben seçmedim! Kimsenin hayat hikayemi bilmesini de istemedim! Kalbim çatlaklarla dolu ve ben daha fazla acımı sızdırmak istemiyorum..." Doğa her geçen gün o evden kaçmanın bir fırsatını bulup bana geliyordu. Annesi de daha fazla babasıyla mücadele edemiyordu. Geleceğinden hiçbir beklentisi olmayan bu kızın hayata dair en ufak bir iyimserliği yoktu. Akıllıydı, çalışıyordu. Pekala en iyi eğitimleri görmüştük zaten. Sorun o değildi. Sorun mutluluktu ve ona asla ulaşamayacağına çok emindi. "Doğa, zamana bir hükmün olmasını istiyorsan ona dokunmalısın. Zaman sadece geçer ve onu izleyenler için hiçbir şeyi değiştirmez."

Anılarım en kör anlarda karşıma çıkıyordu. Arkadaşlarımızı artık göremiyordum. Kwang'la birlikte dar tünellerden geçiyorduk. Elimi bırakmıyor ve arkasını kontrol ederek koşmaya devam ediyordu. Tünelin içinde geçitler kapanıyor ve bizi dar labirentlere sokuyordu. Bu metrelerce genişlik ve uzunlukta olan tünelin içi aslında daha dar geçitlerle düzenlenmiş bir karmaşığa sokuyordu bizleri. Yerler ıslak, sanki üzerine yağmur yemiş gibi bastıkça adımları çamura buluyordu. Lağım kokusu da koştukça nefes aldırmayı zorlaştırıyordu. Üstelik burası soğuktu da... "Kwang bekle!" diyerek artık durdum. Elimdeki hologramı açarak işaret panellerini kontrol etmeye başladım. "Onlardan çok uzaklaştık. Birlikte çıkmalıyız," diye eklediğimde nefes nefese kalan soluğunu düzenlemeye çalışarak konuştu. "Geçitler kapanır ve zamanında bir diğer tünele yetişemezsek tamamen ayrılmış oluruz. Bunun geri dönüşü de olmaz. Merak etme herkes koştuğu için birbirimize yakınız ama duvarlar görmemizi engelliyor," dediğinde hala hologramdan bir şey anlamaya çalışıyordum. 

Sesler duyuyorduk ama yankı yaptığı için kimin nerede olduğu hiç anlaşılmıyordu. Hologramda gördüğüm tünelin haritası sabitti fakat geçitler değişiyordu. Yol haritaya uymayınca haritanın ne anlamı kalırdı ki? Bu tabletle ne yapmamız bekleniyordu acaba? Geçitler artık hareket etmeyi bıraktığında biz de durmuştuk. 20 dakikamız olduğu söylenmişti. Şimdi tüneller açık ve sabit haldeydi. Birbirimizi kaybetmeden koşmalı mıydık? Hologramda olduğumuz yerde kırmızı ok ile gösterilen bizdik. Tablet üzerinde yan duvarları görüyordum. Arkamızdaki geçit kapanmıştı ve önümüzde üç dar tünel vardı. Ne olduğunu anlamak için mecburen birini deneyecektik. Biri muhakkak bizi herhangi ikiliye götürecekti. Aklımdaki bir olasılığı doğrulamak için en sağdaki tünele koşarak, "Buraya," demem üzerine Kwang da peşimden koştu. Şimdi dar bir tünelin içinden bir sonraki geçide kadar koşmalıydık. Birazdan arkamızdaki tünel de kapanacaktı. İlk yaptığımız gibi tünellere girişimiz bizi ikinci kez üç ayrı tünel girişine çıkardı. Durup düşünmeye ihtiyacım vardı. Lağım kokusu da dayanılır gibi değildi.

Kwang durup bana yaklaştığında, "Bu olay kendini ne kadar tekrarlayacak?" dedi. Zihnimi kurcalayan düşüncelerimi ona hızlıca anlattım. "Şimdi düşünelim Kwang. 14 kişi olarak tünele giriş yaptık. Hareket eden geçitlerin olduğu bir labirentin içindeyiz. Bu geçitler belirli bir hızla değişiyor ve bizi farklı noktalara taşıyor. Geçit kapandığında bir sonraki geçit için önümüze üç dar tünel çıkıyor. Seçtiğimiz tüneller bizi farklı noktalara çıkardığı için buluşamıyoruz. Ayrıca 15 dakikamız kaldı," dediğimde elimdeki tablete baktı. "Bir fikrin var mı?" diye sorduğunda ise derin bir iç çektim. Hızlıca konuşmaya devam ettim. "Biz hareket ediyoruz ama haritada bir değişiklik yok. Rota aynı. Bu durumda..." diye konuşmaya devam edecekken duraksadım. Kwang, "Ne oldu?" diyerek merakla yanıma yaklaştı. O sırada yeni bir geçit açıldı. Kwang yine kapanmadan geçmek için hareket ettiğinde onu kolundan tuttum. "Dur! Şunu deneyelim," diyerek orta tünele yönelmişken onu sağa çektim ve koşmaya başladık. Dar tüneli koşarak sonuna geldiğimizde yine geçit biraz sonra arkamızdan kapandı. Bu sefer yalnız değildik. Matteo ve Doğa tam karşımızdaydı.

"Hesna!" Doğa heyecan ve şaşkınlıkla adımı söylediğinde dördümüz de birbirimize nefes nefese kalmış bir şekilde bakıyorduk. Kwang bana dönerek, "Aklında ne var Hesna? Nasıl onlara denk geldik?" dedi. Tekrar yeni geçit açılmadan onlara hızlıca olanı anlattım. "Geçitler değişse de tabletteki rotamız değişmiyor. Öyleyse karşımıza ne kadar tünel çıkarsa çıksın tabletteki rotayı kullanacağız. Tablet üç seçenek olarak önümüze gelen tünellerden hep sağ tarafı işaretlemiş. Yani oyunun bu aşaması hızlı olmayı gerektiriyor. Mantık ya da zeka değil. Hep sağı kullanarak bitişe ulaşacağız," dediğimde yeni açılan geçitle yine önümüze üç tünel geldi. "Koşun!" diyerek sağ tünele koştuğumda Kwang hemen arkamdan, Doğa ve Matteo da peşinden koştu. Bu tüneli de bitirdiğimizde arkamızdaki geçit kapandı. Doğa'nın sorusuyla kısa bir endişe yaşadım.  "Diğerleri ne yapıyor? Onlara nasıl ulaşacağız?" Tünellere baktım. Diğerlerine haber vermemiz için ayrılmamız gerekiyordu. Nefes nefese, "Ayrılalım. Yeni geçitte muhakkak birileriyle karşılaşacağız. Onlarla sağ tünele girin. İkinci geçidimizde tekrar birlikte olacağız," demem üzerine önümüzdeki üç tünel yine açıldı. Ben koştuğumda Doğa da hemen arkamdan geldiği için Kwang ve Matteo diğer iki tünele girmek zorunda kaldı. 

Hızla koştuğumuz tünelin yine sonuna geldik. "Boş! Kimse yok!" Doğa panikle konuştuğunda ona döndüm. "Tamam. Sorun yok. Burada kimseye denk düşmedik ama bir sonraki için yine ayrılalım. Ben yine sağı kullanacağım. Ortaya gir ve karşılaştıklarınla bir sonraki geçitte sağ tüneli kullan." Çaresizce başını olumlu anlamda salladığında orta tünelin karşısına geçti. Ben de sağa geçerek geçidin tekrar açılmasını bekledim. Doğa'ya dönüp, "Bir dahakine muhakkak sağa gir," dedikten sonra tüneller açıldı ve hızla içlerine girdik. Kan ten içinde kalan bedenim bu geçidin sonunda birilerine ulaşabilmeyi diliyordu. Kendimi zorla tünelin sonuna attığımda arkamdan geçit yine bir süre sonra kapandı. Hemen yanımdaki tünelden Çağan ve Medusa çıktı. "Sonunda! Sonunda birini gördük." Medusa güçlükle nefes alarak bana dönmüştü. "Arkamda durun. Sağı kullanacağız," diyerek tünelin önüne geçtim. Çabuk olmalıydık. Zaman kısıtlıydı. Medusa, "Neden sağ?" dediğinde yine hızla konuştum. "Çıkışa bu şekilde ulaşacağız. Tablet bu yolu gösteriyor. Amaç hızlı olmak. Süremiz bitiyor. Tünel açıldığında düşünmeden koşun!"

Tüneller artık daha çabuk açılıp kapanmaya başlamıştı. Sözlerimin bitimine tüneller açıldığında var gücümüzle diğer geçide koştuk. En sonunda 14 kişinin bir tünelden geçmesi gerekecekti. Umarım bu dar ve yan yana iki kişinin bile birlikte geçemeyeceği tünelden 14 kişi arka arkaya zamanında geçerdi. Umarım başarırdık. Bu yolun da bitimine ulaştık. Beraberinde Kwang, Matteo ve Doğa ile karşılaşmamız da iyi gelmişti. Kwang hemen yanıma gelerek, "Ayrıldıkça birleşmemiz bir sonraki geçide kalıyor ve zaman yok. Sağı kullanalım. Geriye kalanlar elbet bir yerde sağ tünelleri de kullanacaklardır," dedi. Ardından yeni geçidin tünelleri yine açıldı. "Koşun!" diyerek tünele girdiğimde önden gidenin gerçekten hızlı olması gerekiyordu. Bu yüzden kendimi hızlı olmak için epey zorladım. Daha hızlı koşmalıydık yoksa o tünellerin içinde tost olacaktık. Nefes nefese tünel sonuna ulaşmak için herkes geberse de koşmaya devam etti. Sonunda ise sayımız gözümde büyüdü. Jonah, Bartu, Diego, Boris, Seo ve Jun yanımızdaki tünelden çıkmıştı. Jun, "Herkes buradaymış!" dedi. En azından altısı birlikteydi. Şimdi sadece Ethan ve Ahsen kalmıştı.

Kwang, "Tünel açılacak. Sağa giriyoruz. Çok hızlı olmalıyız," dediğinde üç tünelden sağdakinin önüne geçti. Jun olayı anlamaya çalışır gibi bakıyordu ama Seo çoktan sıraya girdiğinde, "Hadi! Ne yaptıklarını biliyor olmalılar. Hızlanalım!" dedi. Ethan ve Ahsen'i diğer geçitte bulursak bu turun işkencesi bitecekti. Umarım orada olurlardı. Tüneller açıldı! Kwang'ın arkasından var gücümle koştum. İçimden oyuna da aldığım şu kokuya da etmediğim laf kalmamıştı. Dar tünelde kendimi dışarı attığımda arkamdan diğerleri de çıktı. Etrafıma baktım ama Ethan ve Ahsen yoktu. Bu geçitte de mi yoklardı? "Kwang! 5 dakikamız kaldı!" diye panikle söylediklerim üzerine herkes telaşla birbirine baktı. Yeni geçitte onlarla karşılaşmazsak bu turu ekip olarak birlikte bitiremezdik. Tek çare yeni geçidin açılmasını beklemekti. Yan tünelden sesler duyduk. Henüz arkamızdaki geçit kapanmamıştı. Sesin geldiği orta tünele doğru gitmemle girişinde Ahsen ve Ethan'ı gördüm. "Ahsen! Geçit kapanacak neden orada duruyorsunuz?" 

Sesleri net duyulmuyordu ne konuştuklarını anlamaya çalışıyordum. Diğerleri de yanıma gelip tünelin başındaki Ethan ve Ahsen'e bakmaya başladılar. Seo, "Ethan! Hadi artık!" dediğinde Ethan, Ahsen'e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. "Nefes al Ahsen. Çok az kaldı." Ahsen'in kapalı alan korkusu onu daha fazla yürütmüyor olmalıydı. Nefes alamıyor gibi görünüyordu. Jun arkamdan öyle bir bağırdı ki kulağım delindi sandım. "Ethan! Onu al ve buraya koş!" Bunun üzerine Ethan bizden tarafa bakıp tekrar Ahsen'e döndü. Onu hızla kucağına alıp bize doğru koşmaya başladı. Jonah ve Bartu da, "Daha hızlı Ethan!" derken herkes ona daha hızlı olması için haykırıyordu. Ethan tünelin ortasına kadar geldi. "Devam et! Geçit kapanacak!" Sesleri eşliğinde Ethan bize artık çok yaklaşmıştı. Tam kendini çıkarmıştı ki arkasından tünel kapandı. Gerçekten kıl payıydı. Başarmıştı! Kucağında titreyen Ahsen'le oradan çıktığında önümüzdeki tüneller hemen açıldı. Nefes almaya fırsat kalmadan 14 kişi olarak arka arkaya koşmaya başladık.

Jun, "Nereye kadar devam edecek?" diye sabırsızca söylenirken tablete bakıyordum. Bu tüneli de zorla bitirmiştik ve önümüzdeki geçit açılacaktı. "Bu son!" dedim aniden. Neden bilmiyorum ama herkes bağırarak konuşuyordu. Yüksek voltajda adrenalin yaşıyorduk. Tabletteki konum bu tünelin son olduğunu gösteriyordu. Hazır bir şekilde beklememiz ardından son tünel de açıldığında koşmaya devam ettik. "Hadi!" Herkes birbirine komutlar veriyordu. Tünelin sonunda kendimi kontrolsüzce dışarı attım. Yüz üstü yere düşecek gibi olduğumda Kwang kollarımdan tutup tekrar dengemi sağlamama yardım etti. Tablet yeni bir harita çıkardığında başımı kaldırıp etrafa baktım. Arkamızdaki tünel de kapandığında her yer zifiri karanlık oldu. Sadece tabletten yansıyan ışık vardı. Bu tek ışık olduğundan herkes tabletin parlaklığını yansıttığı yüzüme bakıyordu. Sanki her şeyi ben biliyormuşum gibi gelen sorularla birlikte... "Şimdi ne yapacağız?" Kaç aşama var? Her yer karanlıkken nasıl oynayacağız? Herkes iyi mi? Hesna tablet nasıl bir rota çıkarıyor? Bizi sağ tünellerin çıkardığını nereden bildi?" Başımı tabletten kaldırarak beni izleyen topluluğa baktım. "Arkadaşlar, anlatacağım. Sabırlı olun," diyerek tabletteki konumu anlamaya çalıştım. 

Kaşlarımı çatmış bir şekilde ekrana bakıyordum. Kwang da o kadar yakınıma girmişti ki kafasını neredeyse tablete sokacaktı. "Sanırım..." diye devam edecekken bir takım ışıklar açıldı. Herkes yanan ışıklara baktı. Yerde silindir şeklinde yanan kırmızı parlaklıklar vardı. "Haritadan anladığıma göre ışıkların hepsini toplayıp çıkışa ulaşmamız gerek," demem üzerine Jun söze girdi. "Çok şükür, kolay bir görev. Hemen toplayalım," der demez ışıklara doğru bir adım atmasıyla üzerimize su sıçradı. Seo, "Jun!" diye öne doğru bir adım atmıştı ki küçük bir dalga daha ayaklarımızı ıslattı. "Durun!" Kwang'ın sesiyle kimse kımıldamadı. Sudan başlarını çıkaran Seo ve Jun birbirlerine bakarak tartışmaya başladı. "Bir plan yapalım kardeşim, ne atlıyorsun her şeye!" Jun kahkaha atıp, "Sen neden peşimden geliyorsun?" dediğinde Kwang'a bakarak sadece onun duyabileceği bir sesle konuştum. "Bu ikisinin abilerin olduğuna emin misin?" dediğimde kaşlarını kaldırıp eliyle başının arkasını kaşımaya başladı. "Biraz hızlılar sadece," dedi. Gözlerimiz karanlığa alışmıştı. Önümüzde uzun ve geniş bir havuz var gibi duruyordu. 

Ahsen'in nefes alış verişlerini duyuyorduk. Ethan ve Medusa ona sakinleşmesi için bir şeyler söylüyordu. Emin olmak için, "Ethan, sen de bir bakar mısın?" diyerek tableti ona uzattım. Dikkatini Ahsen'den alarak tablete baktı. Yazılımdan anladığı için karışık görünen haritada bir çıkış yolu o da bulabilirdi. O tabletle ilgilenirken ben Ahsen'e yaklaştım. "Her şey yolunda mı?" diye sorduğum soruma başını olumlu anlamda salladı. Bu sefer tedirgin olan Doğa gibi duruyordu. Suyu fark ettiğinde yüzü huzursuz bir ifade aldı. Yüzemiyordu ve oyunun suya girmek olduğuna emin olduğu için çok rahatsızdı. Ona doğru yürüdüm. Hemen yanında Matteo vardı. "Doğa, halledebiliriz. Panik olma yeter," desem de bu sözlerin onun için rahatlık sunamayacağını biliyordum. Bu Matteo'nun dikkatini çekmiş olacak bana ona bakarak bir soru yöneltti. "Neden? Bir şey mi var?" Doğa onun meraklı gözlerine ifadesiz bir şekilde baktıktan sonra, "Yüzme bilmiyorum," dedi. Matteo buna nasıl cevap vermesi gerektiğini düşünüyor gibi duruyordu. Cevabı da çok gecikmedi. 

"Oyunu anlayalım. Nasıl atlatacağımıza bakarız," dediğinde Doğa onu gözleriyle süzmeye başladı. O esnada Ethan, "Evet. Hesna'nın dediği gibi bu tünel boydan boya havuzla kaplı. Dipte yer alan silindir şeklinde ince led ışıkları toplayarak bütün oyuncuların havuzun sonuna ulaşması gerekiyor. Fakat bir süre sınırlandırması yok. Nedenini anlayamadım," dediğinde hala havuzda olan Seo ve Jun'dan konuşma sesleri gelmeye başladı. Jun, "Su ısınıyor mu bana mı öyle geldi?" diyerek Seo'ya baktı. Tedirgin bir ifadeyle etrafına bakan Seo aceleyle konuştu. "Süre yok çünkü kaynamadan çıkışa çok hızlı bir şekilde yüzmemiz gerekecek!" Herkes birbirine bakıyordu. Medusa, "Kaç çubuk var? Uzunluk ne kadar?" diye panikle soru sordu fakat Çağan bunu sert bir ses tonuyla yanıtladı. "Anladığım kadarıyla onu ölmeden önce deneyimleyip buluyoruz. Uzunluk ve derinlik fazla ise çıkışa kadar su kaynamadan hızlı yüzmeliyiz!" Kwang bunun peşine hemen konuştu. "Yan yana dizilin. Herkes önünde gördüğü ışıkları alarak yüzmeye devam etsin!" dediğinde herkes belirli aralıklarla havuz başına dizildi. Bir adım sonramızın duvarlara kadar suyla dolu olduğu bir tüneldi burası. Yorulduğumuzda ise dayanacak hiçbir yer yoktu. 

Doğa korkarak, "Ben ne yapacağım?" dedi. Yüzündeki o mahcup ifade beni üzüyordu. Ona yüzmeyi öğretemediğim için kendime içten içe kızdım. Matteo, "Ben Doğa ve çantaları taşıyayım. Siz ledleri toplayın," dediğinde Jonah ve Bartu'nun sırtındaki çantalara uzandı. İkisi de Matteo'ya içinde ip ve ilk yardım gibi eşyaların olduğu çantaları uzattı. Doğa, Matteo'ya ilginç bir şekilde bakıyordu. Matteo bir sırt çantasından aldığı emniyet ipini çıkardı. Bu araba koltuklarında olan kemerler gibi bir ipti. Sonra çantayı önüne aldı ve kollarını da geçirdi. Diğer çantayı da Doğa'nın kollarından geçirerek onun sırtına koydu. Çok hızlı davranıyordu. Aldığı emniyet ipini de Doğa'nın belinden geçirip ona arkasını döndü. "Sırtıma çık." Doğa karşısında hızla hareket eden bu adamı şaşkın gözlerle izliyordu. Biz de onlara şaşırarak bakmaktan kendimizi alıkoyamamıştık. Doğa bir şey deme şansı olmadığını biliyordu bu yüzden önünde ona sırtı dönük bir şekilde eğilen adama yaklaştı. Kollarını omuzlarına attığında Matteo onun sırtına dayanan Doğa'nın bacaklarını kavrayarak sırtına aldı. Tuttuğu emniyet ipini de önünde bağlamıştı. Çantalardan biri Matteo'nun önünde diğeri de Doğa'nın sırtındaydı. 

Matteo, Doğa panik olup sırtından kaymasın diye onu kendine bağladığında yine hızla konuştu. "Belime sarıl Doğa. Sen sadece sabit dur. Ben yüzeceğim," dedi. Doğa, Matteo'nun omuzları üzerine koyduğu ellerini beceriksizce onun beline yerleştirdi. Bu sefer Matteo onun ellerinden tuttu ve karnı üzerine getirdi. "Sıkı sarıl," diyerek de baskın konuşması üzerine Doğa'nın ellerini kendi karnı üzerinde bağlamasına sebep olmuştu. Matteo havuza yaklaşarak bize döndü ve, "Biz size yetişiriz. Siz ışıkları toplayın," diyerek yavaşça suya girdi. Kimseye engel olmamak için de en kenara gitmişti. Duvar dibinden yüzmeye başladı. Doğa biraz başını kaldırarak onun sırtında hareketsiz bir şekilde duruyordu. Seo ve Jun, "Neyi bekliyorsunuz? Su ısınıyor dalın artık!" dediğinde hepimiz başıyla birbirini onayladı. Bir yanımda Kwang diğer yanımda ise Medusa vardı. Bartu, Jonah, Diego, Boris, Ethan, Ahsen, Çağan, Medusa, ben ve Kwang belli aralıklarla yan yanaydık. Seo ve Jun da çoktan dibe dalıp ışıkları toplamaya başlamıştı. Matteo da sırtındaki Doğa ile duvar dibinden yüzmeye devam ediyordu. Ortamın tuhaflığıyla birlikte Kwang, "Hadi!" dediğinde hepimiz suya atladık.

Tuttuğum nefesle birlikte dibe doğru gözüme kestirdiğim ilk ışığa doğru yüzdüm. Su şimdiden ılıktı ve sanırım kaynayana kadar da ısınmaya devam edecekti. Dibe doğru yüzüyordum fakat derinlik beni ürkütmüştü. Dipte ince çubuk gibi silindir şeklinde olan kırmızı ledler gergin bir görüntü sunuyordu. Elimi uzatarak sonunda zemindeki ilk çubuğu aldım. Ayaklarımı zemine koyarak zıplar gibi suyun yüzeyine doğru yüzdüm. Benimle birlikte bir kaç kişi daha çıktığında Kwang, "Durmayın!" diyerek derin bir nefesle tekrar suya girdi. Ben de tekrar nefes alarak ikinci kırmızı çubuğa doğru yüzdüm. Bu işlem birbirini tekrarladı. Isınan su da artık nefes almamızı zorlaştırmaya başlamıştı. Daha ilk oyunun stresini üzerimizden atamadan kendimizi suyun içinde bulmuştuk. Birazdan yahni olacaktık! Bu havuz nereye kadar uzuyordu acaba? Tekrar nefes alıp dibe daldım. Kollarım çok yorulmuştu. Isınan su yüzünden gözlerimi de kolayca açamaz olmuştum. Dipteki çubuğu almamla bir kolumun altında 7 tane çubuk birikti. Bunlarla yüzmek de artık güç bir hal almıştı. Yüzeye çıktım. Artık beynimden buhar çıktığını hissetmeye başlamıştım. Medusa'nın sesini işittim. Biraz geride kalmıştı. "Yeter! Ne zaman bitecek bu?" 

Çağan da onunla aynı anda çıkmıştı. Medusa'ya bakarak, "Biraz dayan prenses. Çok az kalmış olmalı," dediğinde Medusa çaresizce tekrar nefes alıp suya girdi. O tekrar suya girince Çağan da aynı şekilde dibe daldı. Medusa hem atılgan hem cilveliydi. Onunla ilk karşılaştığımda prenses demezdim asla. Daha çok şövalye gibiydi. Çağan'ın prensesi olabilirdi tabi. Biraz yanımda kalan Kwang yeni çıktığında ona baktım. Yüzü artık kızarmaya başlamıştı. Başıyla ileriyi işaret edip tekrar suya daldı. Konuşmak ya da durmak sadece enerji harcıyordu. Tekrar suya girdim. Suyun sıcaklığı ciddi derecede hissedilmeye başlamıştı ve gözlerimi açamıyordum. Parlaklığı biraz görünce elimle zemini yokluyor çubuğu alıp çıkıyordum. Seo'nun ekibi önceki hayatlarında da asker olduklarından bizden daha eğitimliydiler. Çağan ve Kwang daha iyi yüzebilecekken bize yakın gidiyorlardı. Arada arkalarına dönüp bizi kontrol ediyorlardı. En geride Ahsen kalmıştı. Ethan da onu gözlüyordu. Su çok sıcak olmaya başladığından sinirleniyordum da. Ben soğuk insanıyımdır. Fazla sıcaktan hep nefret etmişimdir.

Devam ettik. Öyle zor bir durumun içindeydik ki ölüm boğazımıza yapışmıştı. Can havliyle çok hızlı davranmaya çalışıyorduk ama sanki ağırlaşıyordum ve yüzmek artık çok zor geliyordu. "Hesna! Kwang!" Çağan bize seslendiğinde ikimiz de ona döndük. Tekrar dalacakken bizi durdurmuştu. Aceleyle konuştu. "Bu çubuklarla tekrar dalması çok zor. Siz elimizdekileri alın ve düz devam edin. Böylece biz daha rahat toplamış oluruz." Kwang bunu mantıklı bularak, "Tamam! Çabuk verin," dediğinde Medusa ve Çağan bize doğru yüzdü ve ellerindeki kısa çubukları bize verdiler. Elleri boşalınca hızla dibe dalmaya devam ettiler. Arkadan Ahsen ve Ethan da geldiğinde, "Siz de verin," diyen Kwang böylece onların çubuklarını da almıştı. Şimdi bacaklarımı daha güçlü çırpıp yüzmeye başladım. Kwang'la ağır ağır gidiyorduk ama dayanmak zorundaydık. Diğerleri bizim epey önümüzdeydi. Biraz daha yüzünce Matteo ve Doğa'ya yaklaştık. Matteo da artık yavaşlamıştı. Kwang, "İyi misiniz?" diye sorduğunda Matteo geniş kulaçlar atmaya çalışıyordu. "Henüz ölmedik!" diye yanıt veren Matteo durmadan yüzmeye devam etti. Şimdi arkada sadece dördümüz kalmıştık. 

Sonunda çıkışı görmeye başladığımızda yanan ışıklarla birlikte bize doğru el sallayan Seo ve Jun sudan çıkan ilk isimler olmuştu. "Acele edin!" diyerek bize sesleniyorlardı. Diğerleri de sudan çıkmıştı. Kalan son gücümle bacaklarımı kullandım. Nihayet onlara yaklaşmıştık. Daha da yaklaştığımızda ellerimizdeki çubukları onlara uzattık. Matteo sudan güçlükle çıktığında önündeki çantayı çıkardı Doğa da sırtındaki ağırlıktan kurtuldu. Herkesin yüzünde biriken terler ve kafasından çıkan buharlar vardı. Matteo belini bile çözemeden sırtındaki Doğa ile birlikte duvara yaslandı. Duvara sırtını yaslayan Doğa oluyordu bu durumda. Ethan çubukları toplayarak, "Hadi! Tünel kapısı açık. Çıkalım buradan!" diyerek tünelden geçti. Peşine düşünmeden diğerleri de gittiğinde Çağan son kez arkasına dönüp, "Kwang! Çıkmalısınız!" dedi. Sudan kendimizi çıkarmıştık ama yürüyecek hal kalmamıştı. Bütün çubukları dışarı çıkardıklarında tünelin kapısı hareket etti. Tam biz de kapıdan geçecekken Matteo'nun hala kalkamadığını fark ettik. Kwang, "Matteo! Hadi!" diyerek bir koluna girip onu kaldırmaya çalıştı. 

Ben de karnında bağladığı ipi çözmeye çalıştım. Doğa baygınlık geçiriyor gibi kendinde görünmüyordu. Sıcak ikisini de çarpmış olmalıydı. İpi çözdüğümde ben de Doğa'nın koluna girdim ve onu kaldırmaya çalıştım. Fakat bacaklarım titriyordu ve dizlerim üzerine düşüp kendimi kaldırıp duruyordum. Yanımıza gelmeye çalışan Çağan ve Medusa'nın suratına tünel kapısı sertçe kapandı. "Kwang! Kapı!" dediğimde Matteo ve Doğa'yı bırakıp kapıya koştuk. Otomatik kayar kapı metalik bir yapıdaydı. Zorlamaya başladık. Sürgülü ortadan kapanan kapı bizim ittirmemizle açılacak gibi durmuyordu. Arkasından diğerlerinin de sesi geliyordu. Bu kapı neden kapanmıştı şimdi? Burası artık çok karanlık olmuştu. İşin kötü tarafı artık suyun kaynama sesini duymaya başlamıştık. "Kwang! Bizi duyuyor musunuz?" Bu Seo'nun sesiydi. Kwang, "Evet!" dediğinde kapının ardından yine konuşuldu. "Çantalarda aletler var kapıdan ayrılın! Açacağız!" Bunun üzerine kapıdan geri çekildik. Zaten ayakta duracak gücüm yoktu. Kapının önünden biraz uzaklaşarak olduğum yere yığılır gibi oturdum. Havuzdan kaynayan su burayı buhara boğmuştu.

Dakikalar geçmeye başladı. Kwang karşımda oturmuştu. Su gibi terli alnıma yapışan saçlarımı topluyordu. Her şey sırılsıklam ve yakıcıydı. Matteo ve Doğa yan yana oturuyordu oldukları yerden kımıldayamamışlardı. Hala kapıyı açmaya zorlayan arkadaşlarımızın sesi geliyordu. Matteo sırtını duvara vermiş kafasını da geriye bayılmış gibi yaslamıştı. Yutkunup güçlükle konuşmaya çalıştı. "Doğa, iyi misin?" Bu soru karşısında Matteo'yla aynı durumda olan Doğa dudağının kenarıyla gülümseyerek konuştu. "Matteo Marino, birinin hayatı için kendi canını riske mi attı?" Matteo bu soru karşısında gülümsedi. "Ne bu? Senin bir çeşit teşekkür etme yöntemin falan mı?" Onun kuru bir kusura bakma lafı karşısında özür dileme şeklini beğenmeyen Doğa bu kinayeli soruya gerçekten gülümsedi. "Beni ikidir şaşırtıyorsun," diyen Doğa yoğun buhar yüzünden zar zor konuşmuştu. Matteo, "O zaman üçüncüsüne ne dersin?" diyerek Doğa'ya çevirdi başını. Ona baktığında Doğa da Matteo'ya döndü. Neler söyleyeceğini merak eder bir ifadeyle Matteo'ya baktı. 

"Özür dilerim..." Doğa'nın Matteo'dan çıkan bu iki kelimeyi algılamaya çalıştığı belliydi. Matteo sözlerine devam etti. "Ölürsek diye söylüyorum... Ölmeden önce yaptıklarım için duyduğum pişmanlığı sana anlatmalıyım. Bu iki kelimeyi söylemenin benim için ne kadar zor olduğunu bilmeni isterim." Onun konuşmaya devam eder hali üzerine Kwang'la birbirimize baktık. Onları ilk defa sessizce konuşuyor görmek bizi de şaşırtmıştı. Matteo, "Her zaman yalnızdım. Hayatım boyunca tek bir arkadaşım bile olmadı. Bana itaat eden adamlarım vardı ama o kadar. Kimsenin hayatıma dahil olmasına izin vermedim. Veremezdim çünkü bunun bana bir zayıflık olduğu diretilmişti. Silahlarla büyümüştüm. Sen benim ilk defa bu kadar muhatap olmak zorunda olduğum birisin. Kimseyle yumuşak bir iletişimi olmayan bir adamın tavırları seni çıldırtıyor biliyorum," dediğinde ikisi de buruk bir ifadeyle gülümsedi. "Ben sözler veremem Doğa. Öyle süslü cümlelerim de yoktur. Fakat tanımak istiyorum. O duygusuz adamın hislerini tanımak istiyorum," dedi.

Doğa bu cümleler karşısında bir süre sessiz kaldı. Sıcaklık yavaş ve sessiz konuşturuyordu. Birazdan gerçekten yığılıp kalacaktım. Doğa'dan gelecek cevabı merak ediyordum. Gülümsüyordu ama gözleri kapalıydı. Yavaşça konuştu. "Ben de tanımak istiyorum... Hisleri olan o adamı." Bunun üzerine Matteo ona dikkatle baktı. Kwang şaşkın bir şekilde onları izliyordu. Onun bu hali içten içe beni güldürmüştü. Matteo, "Ateşkes diyebilir miyiz?" dediğinde Doğa gözlerini açıp muzip bir ifadeyle konuştu. "Ona davranışlarına göre karar vereceğim." Matteo bunun büyük bir adım olduğunu biliyordu bu yüzden memnun görünüyordu. "Dediğin gibi olsun." O sırada kapıdan şiddetli bir ses duyuldu. Aralanan kapı arasından Seo, "Kwang! Hemen dışarı çıkın!" dedi. Sürgülü kapıyı çok az aralamışlardı. Bu yüzden hala açmak için mücadele ediyorlardı. Kwang kalkıp elimi tuttuğunda beni de kaldırmaya çalıştı. Doğa ve Matteo da güçlükle yerinden kalktığında kapıya yöneldim. Çok az aralanan kapıdan Kwang beni geçirdiğinde onların da geçebilmesi için hala biraz daha açılması gerekiyordu. Doğa da arkamdan gelmişti. İkimiz de oradan çıktığımızda derin nefesler almaya çalıştık.

Ahsen ve Medusa yanımıza gelmişti. Diğerleri ise kapıyı açmaya çalışıyordu. Sonunda sürtünerek de olsa iki kapı arasından zar zor geçen Kwang bana doğru geldi. O bana doğru geldiğinde yüzümü elleri arasına aldı. "İyi misin?" Başımı olumlu anlamda sallayarak kollarımı beline doladım. Beni içine hapseder gibi sarıldı. Vücutlarımız çok sıcaktı. Gerçekten bir dakika daha dayanacak halimiz kalmamıştı. Bizi ayıran etrafı aydınlatan ışıklar olmuştu. Boş, geniş bir odaydı burası. Etrafımıza bakıp nasıl bir oyun olacağını anlamaya çalıştık. Sonra karşımızdaki duvara takıldı gözlerimiz. Orası karanlık görünüyordu ta ki cam kapsüllerin de ışıkları açılana kadar. Bu kapsüller bir insanın girebileceği uzunluk ve genişlikteydi. 14 tane cam kapsül önümüzdeki duvarda sırasıyla duruyordu. Herkes huysuzca söylenmeye başlamıştı. Bu saçmalığı anlamaya çalışıyorduk. Ethan herkesi susturan cümleleriyle elindeki tablete bakarak konuştu. "14 asker kapsüllere girer ve kapsüller kapanır. Sonrasında yalnızca birinin kapsülü açılmasıyla oyun başlar." 

Biri mi? Ne yapacak o birisi? Tableti ondan alarak bu aşamayı anlamaya çalıştım. Ekrana baktığımda 14 kapsülden birinin ışığı yanıyordu. Oyun bize bu sefer ne yaptıracaktı ki? Seo, "Girelim o zaman. Ne olacaksa olsun," dediğinde Jun da ona katıldı. "Aynen. Bu saçmalığın bir an önce bitmesini istiyorum," diyerek kapsüle yürüdü. Seo, Diego, Boris, Bartu, Jonah da kapsüllere gitmeye başladı. Ethan, bize bakıyordu. Kwang, "Kapsüllere girmeden bir şey anlayamayacağız gibi duruyor. Gidelim," dediğinde biz de boş kapsüllere doğru yürüdük. Ahsen artık çok daralmış görünüyordu. Herkes sırılsıklamdı. Hala üzerimizden buhar çıkıyordu. Kwang'ın yanındaki kapsüle girdim. Herkes beklemeye başladı. Kısa sürede cam kapsüllerin kapısı kapandı. Işıklar söndü. Sadece kapsüllerin içinde yer alan ışıklar odaya parlaklık sunuyordu. Herkes birbirine bakıyordu. Bizi neyin beklediğini bilmiyorduk. Kapsüllerin ışıkları sırasıyla yanıp sönmeye başladı. Galiba şimdi birinin kapsülü açılacaktı.

Işıklar yanıp sönmeye devam etti. Kalbim bütün hızıyla atıyordu. Vücudum çok yorgundu. Bu ışık merasimi biraz devam etti. En sonunda ise durdu. Evet durdu ve ışığı yanan tek kapsül benimki oldu! Tepemde yanıp sönen ışıkla birlikte kapsülüm de açıldı. Böylelikle odanın da bütün ışıkları açıldı. Bütün gözler şimdi beni izliyordu. Kwang'a baktım. Çatık kaşları bu işten hiç hoşlanmadığını belli ediyordu. Şimdi kapsülden çıkmalı mıydım? Etrafımı inceleyerek kapsülden dışarıya bir adım attım. Kwang gözleri bana kilitlenmiş bir şekilde adımlarımı izliyordu. Kendimi dışarı çıkardığımda kapsül arkamdan kapandı. Şimdi bu boş odada sadece ben vardım. Diğerlerinin ağız hareketlerini görüyordum ama kapsüller dışarıya ses geçirmiyor olmalıydı. Onların da beni duyacağını sanmazdım. Odanın ortasına doğru adım atmaya başladım. Bu sessizlik beni işkillendirmeye başlamıştı. Soğuk bir odada, metalik yüzeylere yankılanan adımlarımın sesi yükseliyordu. Bunu yalnızca benim duymam da daha çok gerilmeme sebep oluyordu. Odada soğuk hissedilse de üzerimdeki kıyafetler hala sıcaktı. Sonra duvarların ardından birtakım sesler işittim. Bu sesler beraberinde inip kalkan göğsümün arasından kalbimi dışarı fırlatacak kadar ürkütücü görüntüleri önüme serdi...

Bölüm sonu...

Evet, dediğim yorum sayısına ulaştığımızda Cumartesi günü bölümün ikinci kısmını atacağım. Oy vermeyi unutmayalım.

Sizce Hesna nelerle karşılaşacak? Ayrıca buraya bir genel yorum alabilir miyim? Bir paragrafla bu kitaba dair düşüncelerinizi benimle paylaşır mısınız?

Karakterler hakkında neler düşünüyorsunuz?

İkinci kısımda Akhar'la bir karşılaşma yaşayacağız. Bu bölümü uzun tutmak istemiştim ama ikiye bölmek durumunda kaldım. Son iki haftadır yoğun işlerim vardı. Instagram'dan görenler bilir. Son iki bölümlerimiz geç geldi ama hoş görün. Instagram ( fairymits ) hesabından bana ulaşabilirsiniz. Bölüm analizleri yaptığımız, sohbet ettiğimiz grubumuz da hala devam ediyor isteyenler dm atabilir.

Yeni bölümde tekrar görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

152K 7.7K 69
Bir uçurum vardı, aşağısı görünmeyen bir uçurum. Ben, bu uçurumun başındaydım. Rüzgarın beni götüreceğini söylediler, fakat hatalarım, benim fırtına...
237K 28.9K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...
211K 10.3K 28
"Fazla takıntılı olma, geçmişe takılı kalırsan geleceği göremezsin." Dedi gözlerimin en derinlerine bakarak. "Yanlış düşünüyorsun, geçmişi unutmam i...
YASAK DENEY By 👑

Science Fiction

168K 16K 34
Tarih boyunca sadece birkaç kez cesaret edilen ve eşine az rastlanan, insanlık dışı bir yöntemle yapılan dil yoksunluğu deneylerine bundan yirmi iki...