MORANA

By isilsugultekinn

233K 23.3K 30K

Morana. Morana 'ölüm' demekti. Arsen Morana gözlerinde ölümü taşıyordu, damarlarında kurbanlarının kanı akıyo... More

GİRİŞ- & 'RUH SANCISI'
'İLK KURŞUN'
'KÜLLER'
'O HİS'
'KUMAR MASASI'
'YAKMAYAN ATEŞ'
'GÜVEN'
'SİYAH KEDİ'
'YALANCI TEMAS'
'ARZUNUN GÖLGESİ'
'ZİHİN KURŞUNU'
'ÇEKİŞME'
'İZLER VE ÇİZGİLER'
'KRALLIK'
'SIRLARIN MEZARLIĞI'
'KAN VE SEÇİM'
'CANAVARIN ANAHTARI'
'KAN VE BEYAZ'
'CAN KIRIKLARI'

'ZAFER DAİMA SENİN'

13.3K 1.3K 2.4K
By isilsugultekinn


Beni istediğini söyleyen gözlerin,

Ah sevgilim ben kalbi atmayan bir cesedim.

Yine de tut elimi,

Attır yeniden bu kalbi.

Outta My Head- Omit, Rick Jansen, Ordell


Morana'nın ne istediği hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Kalbim.

Varlığını annem çok kısa da olsa benimle ilgilendiğinde ,bana gülümsediğinde hissederdim, bir kalp varlığını iki kez hissettirirdi.

İlki, kırıldığı zaman.

Ben en yakın arkadaşıma güvenmiştim, kırılmıştı, anneme inanmıştım tekrar kırılmıştı. Ben ise dizlerimin üzerine çöküp ellerimle kırıkları toplamaya çalışmıştım.

O kırıklar ellerime batarken kalbimde derin yaralar açtı. O yaralara yasladım sırtımı, gözlerimi diktim gökyüzüne.

Yeter, dedim. Daha fazla kırılacak bir kalbim kalmadı.

Buz tuttu kalbimin damarları, buz tuttu göğüs kafesim. Kimseyi sokmadım oraya, kimseye beni kıracak değeri vermedim kırıldıktan sonra.

İnsanlığımdan uzaklaştım, belki de ben bir canavara dönüştüm. Yumruklarını göğsüne dayayıp uyuyan bir canavara.

Bazı insanlar canavarları da sever diye umut ettim ancak kimse beni sevemezdi. Kimse dönüştüğüm kişiyi sevemezdi, ben bile.

Tara sen umut etmekten bile acizsin, sen sevgiyi nereden bileceksin?

İkincisi, aşık olduğu zaman.

Ben hiç aşık olmamıştım. Sevmiştim, sevişmiştim, yarı yolda bırakılmıştım. Hissettiğim şeyin aşk olmasını istemiştim, aşık olmak için kendimi zorlamıştım.

Ama olmamıştım.

Eski zamanlarda tanıdığım bir kız vardı, çok iyi tanırdım. Aşık olmuştu, kabuğundan çıkışını, gülümsemesini görmüştüm. Bana demişti ki, kalbimi hissediyorum Tara.

Bir hastane odasında oturuyorduk, onun fazla zamanı kalmamıştı. Çocuk ise o ölene kadar yanındaydı.

Sessizce göçüp gitmişti dünyadan, kalbini çocuğa bırakarak. O an anlamıştım, aşkın yüceliğini. Herkesi bulmazdı, şanslı olanları bulurdu. Hiçbir zaman şanslı bir insan olmamıştım.

Ghandi'nin dediği gibi, "Korkaklar sevgisini gösteremez. O cesurların ayrıcalığıdır."

Uçurumdan aşağı gözü kapalı atlayan Tara, sevgi konusunda koca bir korkaktı. İki tane sevgilim olmuştu hiçbir zaman onlara kendimi açamamıştım. Hep maskelerin ardına saklandım, kimsenin bana olan sevgisine güvenmedim.

Birinde terk ettim, diğerinde terk edildim.

Erkekleri eğlencem olarak görmeye başladım, canım istediğinde birileri ile konuşur kimyamız tutarsa biraz vakit geçirirdim. Hislerim konusunda kendime güvenmezdim, erkeklere ise asla güvenmezdim.

Morana benden imkansızı istiyordu.

Morana artık bende olmayan bir şeyi istiyordu.

Morana, kanla yıkanmış bedeniyle karşımda durup benden kalbimi istiyordu.

Gözlerimi kan damlaları olan boynuna ardından can acıtacak bir güzellikte olan yüzüne çevirdim. Gözleri, gözlerimi esir almıştı, silahın soğuk namlusu göğsümdeydi.

Parmaklarımı silahın soğuk metalini kavradı silahı yavaşça aşağı indirdim.

"Bende olmayan bir şeyi sana veremem Morana," dedim yavaşça. Morana elini uzatıp çenemi kavradı, baş parmağı ile elmacık kemiklerime bulaşan kanı sildi.

Yüzüm uyuşurken güzel gözlerine değdirdim yeşilliklerimi.

"Yanılıyorsun Tara," diye mırıldandı ismimi hafif bir aksanla söyleyerek. "Sende var olmayan bir şeyi istemiyorum, henüz farkında değilsin," dedi elini yüzümden çekerek. Yanıma geçip bileğimi tuttu usulca. Yüzüme doğru eğildi ancak gözleri yüzüme değil karşıya bakıyordu.

"Belki de ben fark etmeni sağlarım," dedi. "Senin için bunu yaparım minik yıldız,"

Nefesim kesilirken beni hafifçe bileğimden çekti. Herkesin gözü üzerimizdeydi, sırtımı dikleştirip onu izledim.

Bileğimdeki parmakları nabzımın üzerindeydi, baş parmağını oraya bastırıyordu. Kimse yanımıza gelmedi, herkes uzaktan bizi izlerken mekanın çıkışına yöneldik.

Yerde yatan son bedenin üzerinden geçerken omzumun üzerine düşen saç tutamını geriye attım.

"Pablo yarın beni arasın," dedi Morana tam çıkışta duran garsona bakarak. Garson elindeki servis tepsisine sıkıca sarılmıştı, gözleri irileşirken başını onaylarcasına salladı.

"Burası tarafsız bölge değil miydi ya?" dedim alaycı bir sesle. Morana bana bakmadan arabanın kapısını açtı. Kapıyı tutup geçmem için beklerken yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Ön koltuğa oturup arkama yaslanırken sesini duydum.

"Anlaşılan artık değil. Ama her hareketin bir sonucu olduğuna göre bunun da bir sonucu olacaktır." Kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Aracı çalıştırdığında motorun kükremesi sokağı inletti. Hızla ana caddeye çıkarken üst kısımdaki aynayı açtım.

Yüzüm kan içindeydi, kan elbisemi lekelemişti.

"Torpido gözünde ıslak mendil var," dedi Morana direksiyonu sıkıca kavrayarak. Torpido gözünü kavrayıp aşağı çektim. Paketinden çıkardığım ıslak mendil ile yüzümü bastırarak ovalarken yeşil gözlerim parlıyordu. Boynumu ovalarken üzerimde bir çift göz hissettim, Morana bana bakıyordu.

"Seni karargâha götüreceğim, pek hoş karşılanmayabilirsin." Morana'nın cümlesi üzerine kaşlarım havalandı.

"Neden?" Sorum üzerine Morana'nın dudaklarının ucu kıvrıldı.

"Diğer örgütlerin aksine bizimki birbirine çok bağlıdır. Kan yemini ederler, yabancıları hoş karşılamazlar. Bizden biri olmadığın sürece sana şüphe ile bakacaklar."

Aynayı yukarı doğru sertçe itip kapatırken kanla lekelenen mendili avucumun içine sıkıştırdım.

"İlk defa örgütün dışından biri ile çalışmıyorsundur. Alışmış olmaları gerekmez mi?" Dedim gittikçe artan hız göstergesine bakarak.

"Çalışıyorum. Ancak hiçbirini karargâha götürmüyorum." Cümle havada asılı kaldı, omuzlarım gevşetirken saç tokamı çektim. Saçlarım omuzlarıma dökülürken Morana'ya baktım.

Gözleri hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemezmiş gibi saçlarımda dolandı.

"Bu senin bileceğin iş Morana. Sana beni götür diye yalvarmıyorum sonuçta," dedim sert bir şekilde. Morana yavaşça gülümsedi, düzgün dişleri ortaya çıkarken köpek dişlerinin hafifçe sivri olduğunu fark ettim.

"Bu benim bileceğim iş Tara," dedi alaycı bir şekilde. "Ben yanlış ata hiçbir zaman oynamam."

Cümlesini başka yere çekmeyi düşünsem de çocukça kalacağını fark ettim bu yüzden sessiz kaldım. Savana'nın dışına sürerken dikiz aynasından arkayı kontrol etti.

"Akbaba simgesi olan örgüt, ne kadar güçlü?" dedim. Morana işaret parmağını direksiyona vururken yüzüğü ufak bir tıkırtı çıkardı.

"Güçlü olmaları deliliklerinden geliyor, hiçbir kuralları yok. İpini koparmış köpek gibi sağa sola salça oluyorlar. Başlarındaki kişi Helix, çok daha güçlü birine çalışıyor. Onun verdiği pis işleri hallediyor onun dışında başıboşlar. Annenin Helix'i dolandırdığını düşünüyorum herhangi bir adamını değil."

Helix'in kime çalıştığını düşünürken kafam anneme gitti.

"Helix'in dış görünüşü hakkında belirli bir şey var mı?" Morana sorum üzerine birkaç saniye sessiz kaldı.

"Gözünün üzerinde haç işareti var, gözlerini kapattığında haç işareti ortaya çıkıyor. Kaşının üzerinden göz altına doğru.Gözünün hemen altında ise Satan yazıyor." Satan, şeytan.

Kanım donarken dudaklarım hafifçe aralandı. Ben bu adamı görmüştüm, bizim evde.

Annem şuh kahkahalar atarken kahkahaları çığlığa dönüşmüştü. Zevk çığlığı olduğunu sandım, annemin bazı müşterileri ile oyunlar oynadığını biliyordum. Adam çıkarken dayanamayıp koridorun ucundan ona bakmıştım. Kapıdan çıkmadan arkasını dönmüştü, hayatımda gördüğüm en korkutucu yüz hatlarına sahipti.

Annem adam gittikten sonra kendisini odaya kilitlemiş birkaç saat çıkmamıştı. Ona bir şeyler sorduğumda ise kendi işime bakmamı söyleyip başından savmıştı.

Morana yüz ifademin değiştiğini fark etse de soru sormadı. Kafamı cama yasladığımda çakıllı bir yola girdik. Ormanın içinde ilerlerken  birçok karga havalandı.

"Kargalara bak," dedim istemsizce.

"Onlar karga değil, kuzgun." dedi Morana. Araba yavaşlayınca demir devasa kapıların önüne geldiğimizi fark ettim. Demir kapının iki yanında kuleler vardı, kafamı kaldırdığımda nöbetçileri gördüm. Uzun namlulu silahlarla bekliyorlardı. Demir kapı yana doğru kayarak açılırken Morana hafifçe gaza bastı. Bakışlarımı karşımda uzanan iki binaya çevirdim. Birbirine tünel ile bağlanan binalar siyah renkteydi. Kapıda iki kişi daha bekliyordu, Morana hemen kapının önünde durdu. Arabadan indi, elimi kapı koluma attığım an kapı açıldı.

Morana elini uzatıp gözlerime baktı.

Elim uzun ince elinin içinde kaybolurken avuç içlerimi bir ateş yaladı. Beni hafifçe çektiğinde arabadan çıktım. Ilık bir rüzgar saç tutamlarının arasında dolandı,  belime düşen saçlarımı havalandırdı.

Morana elini çekti, parmaklarını hafifçe birbirine sürterek kafasını çevirdi.

"Hoş geldiniz," dedi merdivenlerden inen orta yaşlı bir adam. Saçlarının iki yanı kırlaşmıştı, yaşının ellilerde olduğunu tahmin ettim. Morana arabanın anahtarını attığında havada yakaladı.

"Hoş bulduk, diğerleri odada mı?" Morana'nın sorusu üzerine adam kafasına onaylarcasına salladı. Arabanın arkasına ilerlerken topuklarım toprağa battı.

"Arkayı açsana," dedim.

"Adamlarım getirir," dedi silahımı alacağımı anladığında. Omuzlarımı hafifçe silktim, kimseye vermek istemiyordum. İnatla arabanın arkasında durup ona bakarken Morana anahtarı verdiği orta yaşlı adamına döndü.

"Arkayı açar mısın?" dedi kısaca. Adam elindeki anahtara bastığında bagaj otomatik olarak açıldı. Juliet'i içinden alıp, bata çıka Morana'ya yöneldim.

Morana kolunu uzattığında elimi dirseğinin altına koydum. Birbirimize bakarken rüzgar esti, Morana kafasını çevirdi.

"Taşıma önerisinde bulunmayacağım, silahınla aranda garip bir bağ var." Morana'nın alaycı sesine karşı gülümsedim.

"O benim yol arkadaşım, kimseye dokundurmam," dedim. Morana beni anlarcasına baktı, ardından beni kapıya doğru çekti. Geniş merdivenleri tırmanırken kapıdaki adamlar kafasını eğip Morana'yı selamladı.

İçeri girdiğimizde birkaç kişi köşede konuşuyordu, Morana'yı gördüklerinde susup kafalarını eğdiler.

"İyi geceler beyler," dedi Morana yanlarından geçerken. Hepsi ağızlarının içinde bir şeyler gevelerken gözlerindeki parıltıyı fark ettim. Morana'ya saygı duymalarının yanında ona sevgi de besliyorlardı.

Asansöre doğru ilerlerken aramızda garip bir sessizlik vardı. Asansörün kapısı sağa doğru kayarken içeriyi mavi bir led ışık aydınlattı. Morona içeri girdiğinde tuşlara döndü. Bina altı katlıydı, en üstte ise küçük bir kutu duruyordu. Kutuya şifreyi tuşladı ardından altıncı katın düğmesine bastı. Asansörün ışıkları maviden kırmızıya döndüğünde yüzüne baktım.

Işığın gölgeleri çökük yanaklarında, keskin hatlı çenesinde dolaşıyordu. Siyah bir saç tutamı alnına düşüyordu. Gömleğinin hafifçe açık bıraktığı geniş göğsünde ardından köprücük kemiğinin başladığı yere kaydı gözlerim. Köprücük kemiğinin üzerindeki çukur çenesini yukarı kaldırdıkça derinleşiyordu.

Kafasını birden bana çevirdiğinde bakışlarımı kaçıracak fırsatım olmadı. Gözleri gözlerime sabitlendiğinde içim çekilir gibi oldu. Bana bir adım yaklaşıp kafasını eğdi.

"Sende merak mı uyandırıyorum Tara?" Kadife gibi sesi hafifçe boğuklaşırken tüylerim diken diken oldu. İçimi görür gibi bakıyordu, içimdeki karanlığın farkında gibi. Boynumdan yukarı yürüyen ateşi hissederken dolgun dudaklarına kaydı bakışlarım. Dudaklarındaki gizli gülümseme bastırmaya çalıştığım şehveti besledi.

Kırmızı ışığa zıt giden bir siyahlığa sahipti.

Dudaklarım aralandığında bakışlarını oraya çevirdi, ufacık hareket etsem dudaklarımız birbirine değerdi. Kalbim hızlandı, tanıdık kokusu içimde büyüyen dokunma arzusunu arttırdı.

Ölümü arzulamak hiç bu kadar yaşıyor gibi hissettirmemişti. Asansör durduğunda geri çekildi, parmağım çıplak bileğine dokundu.

Ufacık bir dokunuş elimi titretti, Morana da ellerini yumruk haline getirdi.

Hissediyordu, hissediyordum.

Kapı açıldığında dışarı bir adım attı, anın etkisinden kurtulmaya çalışarak onu izledim. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlanmıştı, kasıklarıma doğru tırmanan elektrik beni terk ederken kafamı kaldırdım. Morana ile koridorun sonuna doğru ilerlerken topuk seslerim koridorda yankılanıyordu.

Hiç olmadığı kadar sessizdik, anın etkisi zihnimi bulandırmıştı. Morana'nın böyle bir etkisi vardı. Vücudum bana en ufak bir temasında harekete geçiyordu.

Koridorun sonundaki odanın şifresini tuşladığında içeri girdik. İçeride uzun bir masa  üzerinde ise bir harita vardı. Tavana uzanan çift kapılı pencere sonuna kadar açıktı, içeri giren ılık meltem siyah kadife perdeleri hareket ettiriyordu.

Uzun masanın çevresinde dört kişi vardı. Biri uzun boylu saçları üç numara olan bir kadındı. Biri Eris, diğeri ise Mavi'ydi. Dördüncü kadını tanımıyordum, sarı saçları ensesinde sıkı bir topuz şeklinde toplanmıştı. Eris odanın dibindeki çalışma masasında oturuyordu, bizi gördüğünde çalışma masasından aşağı atlayıp uzun masaya doğru ilerledi.

"Tara Baver, tekrar karşılaştık," dedi sırıtarak. Ela gözleri yüzümdeyken gözüm kulağının üzerindeki kum saatli kurukafaya takıldı. Sarışın kadının dövmesi elinin üzerindeydi, saçları kazılı kadının ise göğsünde.

"Selam Eris," dedim kafamı sallayarak. Eris üzerindeki gömleğin kollarını dirseğine doğru sıvarken sarışın kadının mavi gözleri üzerimdeydi.

"Ahu," dedi Morana sarışın kadını işaret ederek. "Bilge," dedi kısa saçlı kadın Morana'nın ismini söylemesine fırsat vermeyerek. Kafamı hafifçe salladım.

"Tara, keskin nişancımız olacak bu gece," dedi Morana masaya yaklaşarak. Hepsi sessiz kaldı, Eris ise bıyık altından gülüyordu. Masaya yaklaştığımda Savana şehrinin haritası gözüme çarptı. Dağların olduğu kısım ile şehrin diğer ucu işaretlenmişti.

"Bu gece hedefimiz vali yardımcısının Salvador'a yapacağı teslimatı engellemek, oğlunu kaçırmak. Duruma göre öldürülebilir ama canlı daha çok işime yarar," dedi Morana kollarını masaya dayayarak. Bileğinden dirseğinin içine doğru uzanan damarlar belirginleşmişti.

Salvador ismini duyduğumda sırtım gerildi, Salvador'un başında olduğu örgütü biliyordum. Savana'daki herkes bu ismi bilirdi, Salvador demek tehlike demekti. Eski bir örgüttü, Morana'dan önce şehrin hakimi sayılırdı. Her karar onun önünden geçerdi kimse yüzünü bilmezdi.

"Vali yardımcısının oğlu kaç yaşında?" diye sordum.

"Neden soruyorsun?" dedi Ahu mavi gözlerini kısarak. Yüzü güzeldi ancak yüz ifadesi güzelliğini bozuyordu. Yüzüme diktiği gözlerinde bana karşı olan şüphe tohumlarını görebiliyordum. Benden hoşlanmamıştı ya da bana güvenmiyordu. Ben iki seçeneğin de aynı anda onda barındığını biliyordum.

"Çocuk öldürmem," dedim net bir şekilde. Ahu biçimli dudaklarını aşağı doğru büktü.

"Sana ne emredilirse onu yapmak zorundasın," dedi tizleşen bir sesle. Mavi gözlerindeki öfke adeta dalgalanırken buz kesen gözlerimi gözlerine diktim.

"Ben öyle çalışmam Ahu," dedim isminin üzerine basarak. Ahu ağzını açtığı anda Eris ellerini kaldırdı.

"Sakin olun hanımlar, altı üstü basit bir görev," dedi sırıtarak. Ahu bana bakarken ben de gözlerimi onun üzerinden ayırmıyordum. Aramızdaki gerginlik soğuk bir savaşa dönüşürken Morana'ya döndüm.

"Çocuksa bu işi yapmıyorum, Arsen." dedim net bir şekilde ona dönerek. Odadaki dört kişi şok içinde kalırken nereye bakacaklarını şaşırdılar. Morana'nın gümüşi gözleri bana odaklandığında bana yaklaştı. Parmak uçlarıyla saçlarımı hafifçe geriye itti, dudakları kulak kepçeme dokundu. Fısıltısı zihnime hücum ederken öylece kalakaldım.

"İsmimi başka şartlar altında da dudaklarından duymak isterim minik yıldız,"

Bacaklarımdan kasıklarıma yayılan ateşi bastırmak istercesine yumruklarımı sıktım. Morana birden benden uzaklaştı, masaya doğru yürürken sesi odayı inletti.

"Yirmi yaşında, muhtemelen senden daha fazla kişi öldürmüştür Tara. O ve valinin oğlu ikisi de Salvador'un himayesinde," Morana'nın sesinde bir duygu yakalasam da ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Salvador'un adını söylerken gri gözleri adeta koyulaşmıştı. Anın etkisinden kurtulmak istercesine boğazımı temizledim ardından çenemi dikleştirdim.

Ahu dalga geçer gibi bir kahkaha attığında dikkatim tamamen dağılmıştı

"Onlardan daha az kişi öldürmüşse bu kıza nasıl güvenelim? Acemilerle çalışmıyoruz diye biliyordum," dedi Ahu ufak burnunu kırıştırarak.

Morana birden kafasını kaldırdığında siyah saç tutamı alnına düştü, gümüşi gözleri Ahu'yu buldu. Hiçbir şey demeden ona bakarken Ahu'nun yüzü git gide düştü. Morana adeta onu gözleriyle azarlarken Ahu bakışlarını kaçırdı.

"Teslimatı alacağız ama oğlanı ne yapacağız?" dedi Bilge öne çıkarak. Boyu neredeysen Morana kadar uzundu, asker botlarını yere doğru hafifçe vurdu.

"Vali yardımcısından istihbarat alacağız, Salvador'un ağzının içine bakıyor. Bir şey öğrenmek istiyorum, onun dışında oğlanı salarız gider," dedi Morana bakışlarını Bilge'ye çevirerek. Ahu'nun gözleri yerdeydi, Morana'ya bakamıyordu. Haritanın üzerine eğildim, tren yolu iki tepenin arasından geçiyordu. Muhtemelen tepelerin birinde ben olacaktım. İki tepenin arasından geçen yol ikiye ayrılıyordu. Bir taraf sola dönerek şehirden çıkıyordu, diğer yol ise şehrin çevresinden dolanıyordu.

"Salvador teçhizat sıkıntısı çekiyor, bu geceki teslimata ihtiyacı var," dedi Morana. Birden doğrulup açık cama doğru kafasını çevirdi. Simsiyah bir kuzgun pencerenin kenarında duruyordu.

Morana alçak sesle ıslık çalıp kolunu kaldırdı. İri kuzgun havalandı ve Morana'nın koluna kondu. Hayatımda gördüğüm en iri kuzgundu. Ayak bileğinde ince rulo şeklinde bir kağıt vardı. Morana kağıdı aldığında kuzgun Morana'nın omzuna çıktı. Kafasını Morana'nın siyah saçlarına sürttü.

Morana kağıdı okuduğunda kaşları hafifçe çatıldı. Birkaç saniye durduğunda düşündüğünü görebiliyordum.

"Görev yarın akşama ertelendi. Trenin yola çıkış gününü değiştirmişler," dedi alçak sesle. Sesinde karanlık bir tını vardı.

"Emin misin Morana?" Dedi Eris ona yaklaşarak. Eris'in ela gözlerinde de şüphe tohumları geziniyordu. Morana kafasını onaylarcasına salladı, dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Trenin rotasını değiştirmişler, şehrin dışından giden bir rota oluşturmuşlar," Morana cümlesinin bitirir bitirmez gözleri Mavi'yi buldu.

"Mavi, arkadaşına bir sor bakalım. Şüphelendikleri bir durum mu oluşmuş? Sebebi bana gelen bilgide yazmıyor," Mavi kafasını onaylarcasına sallayıp dudağındaki piercingi dişledi.

"Yarın akşam üzeri tekrar toplanacağız. Tara, Efes ile çalışacak, her duruma karşı iki keskin nişancı bulundurmamız daha iyi olur," dedi Morana elinin tersiyle kuzgunun tüylerini okşayarak. Kuzgun gagası ile Morana'nın parmağındaki gümüş yüzükleri hafifçe gagaladı. Kuzguna yaklaşıp elimi uzattım, kuzgun ince bir çığlık atıp simsiyah gözlerini yüzüme dikti.

"Aman Tara bu hayvan deli valla, gözlerini oyar," dedi Eris bana bakarak. Morana havadaki elimi yavaşça tuttu.

Parmaklarımız iç içe geçtiğinde ellerimi saran sıcaklık hissine direndim.

"Apollon," dedi Morana alçak bir sesle. Kuzgun Morana'ya baktıktan sonra benim koluma atladı. Zayıf bileğim kuzgunun ağırlığı karşısında hafifçe titredi. İri pençeleri bileğimi çizerken büyülenmiş gibi kuzguna bakıyordum.

Hayatımda gördüğüm en güzel hayvanlardan biriydi, pençelerinden biri bembeyazdı. Boşta olan elimi ona uzattığımda gagasıyla uyarırcasına elime vurdu.

"En fazla bu kadar arkadaş canlısı olabiliyor," dedi Morana gözlerimin içine bakarak. Kuzgun kolumdan havalandı ardından köşede duran uzun kuş oturağına geçti.

Odadaki herkes Morana ile birleşen elimize bakıyordu.

"Bu gece iyi dinlenin, Mavi, kafan şimdiki gibi güzel olmasın yarın, yoksa bozuşuruz," dedi Morana parmaklarımı bırakarak. Mavi'nin yüzü bembeyaz oldu, şaşırarak ona baktım. Mavi'nin kafası güzel gibi görünmüyordu.

"Ben iyiyim, kafam güzel değil." Mavi'nin sesi itiraz eder gibi çıktığında Morana ona döndü.

"Yalandan nefret ederim, biliyorsun," dedi sakince. Mavi susup dudaklarını birbirine bastırdı, diğer eliyle kaşındaki piercingleri çekiştirdi.

"Tara sizin odada kalsın bu gece," Morana Bilge'ye bakarak konuşmuştu. Bilge'nin çekik gözleri hafifçe kısılsa da kafasını onaylarcasına salladı.

"Uyumadan bir şeyler içelim mi?" dedi Eris bana yaklaşarak. Dışarıda ölümcül bir sıcaklık vardı, buz gibi bir şeyler içsem kendime gelirmişim gibi hissediyordum.

"Bana uyar," dedim alçak sesle. Morana haritanın üzerine eğildiğinde Eris hafifçe belimi iteledi, kızlar da odanın dışına doğru ilerlerken onları izledim. Odadan çıktığımızda kapı kapandı, tiz bir ses çıkararak kilitlendi.

Ahu birden bana döndü.

"Bilge ile bir kat aşağıda 401'de kalıyoruz," Yüzündeki ifade durumdan hoşnut olmadığını gösterirken ona gülümsedim. Biri bana sinir oluyorsa ona daima gülümserdim, kudurtucu bir etkisi vardı.

"Tamam."  Eris elini silahıma doğru uzattı, parmaklarım sıkıca kutunun kulbunu kavradı.

"Sadece odana götüreceğim ardından gelip seni terasa çıkaracağım," dedi. Ahu ile Bilge kıpırdamadan bize bakıyordu. Kutuyu terasa ardından odaya sürüklemek yorucu olacaktı, en sonunda pes ederek kutuyu ona uzattım.

"Bir şey olursa alnında kara delik açarım," Hafifçe gülümsememe karşılık Eris düzgün dişlerini sergileyerek sırıttı. Bilge de uzaklaşmak istese de Ahu onun kolunu tutup ayrılmasını engelledi. Eris bir an durup bize baktı ardından uzaklaşıp yangın çıkışının merdivenlerine ilerledi. Kapıyı itip çıkarken, kapı arkasından tok bir sesle kapanırken Ahu'ya döndüm. Bana bir şeyler söylemek ister gibi kıvrandığının farkındaydım.

"Eski sevgilimle bir şeyler içecek olman ne hoş. Baştan söyleyeyim sadık biri sayılmaz," dedi Ahu kollarını göğsünde kavuşturarak.

"Kendime sevgili aramıyorum. Sorun yok benim için," dedim. Ahu dehşete düşmüş bir şekilde yüzüme baktı.

"Sen gözüne Morana'yı kestirdin sanırım ama hiç şansın yok," dedi. İkinci kez. İkinci kez biri bana şansın yok diyordu, içimde kabarmaya başlayan öfkeyi hissediyordum. Morana herkesin içinde bana yakınlaşmıştı, bu yüzden Ahu'nun amacımı yanlış algılaması beni şaşırtmamıştı.

"Belki de onun benimle şansı yoktur Ahu, kıçın tutuşmuş gibi  konuşuyorsun anlamadım," dedim. Ahu'nun dudakları şaşkınlıkla aralandı ardından hemen kapandı.

"Umarım ağzının laf yaptığı kadar iyi nişancısındır. Sana güvenmiyorum, Morana seni buraya neden getirdi onu da anlamış değilim," dedi. Bilge Ahu'nun kolunu tutup çekse de Ahu gitmemek için direndi.

"Güvenini istemiyorum Ahu. Bana savaş açmamanı da tavsiye ederim, günün sonunda canı yanacak kişi ben olmam çünkü," Sesim alçaktı, dudaklarımı bir gülümseme esir almıştı.

Ahu'nun yüzüne yayılan şok dalgası izledim, Bilge bu sefer onu sertçe çekti. Ahu dengesi bozularak onu izlerken 'sürtük' kelimesi dudaklarının arasından yuvarlanarak çıktı. Ahu ile saç başa girmeli bir mahalle kavgasına girişmeyecektim, eski sevgilisi ile bir şeyler içecek olmam hoşuna gitmemişti. Bunu anlayabilirdim ama onu daha çok öfkelendiren şeyin Morana ile el tutuşmamız olduğunu fark etmiştim. Bir de Morana'nın birden bana yaklaşması. Bunu unuma, diye fısıldadı zihnim.

Bana güvenmiyordu bunu anlamıştım, böyle bir tavır içerisine girmesine gerek yoktu.

Gözlerine kırgınlık da yerleşmişti çünkü. Diğerlerinin suratı Ahu'nun suratının aldığı şekle girmemişti, Bilge hiç umursamamıştı. Diğerleri de. Ahu'nun gerçek derdinin ne olduğunu Eris'ten öğrenebilirdim.

Ayrıca gerçekten bir şeyler içmek istiyordum.

Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde kafamı çevirdim, Eris'in yüzü görüş alanıma girdi.

"Bir kat yukarı çıkacağız," dedi yangın merdivenlerini işaret ederek. Onu izlerken cevap verme gereği duymadım. Apartman boşluğunda topuk seslerim yankılanıyordu, saçlarımı ensemden bükerek topladım. Terasa çıktığımızda ılık bir rüzgar esiyordu. Terasta bir bar vardı, barmen oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Terası ikiye bölmüşlerdi, diğer kısmı çimden bir duvarla ayrılmıştı. İç kısmında ne var göremiyordum. Bakışlarımı o kısımdan ayırıp çevrede gezdirdim, etrafta banklar olsa da teras boştu.

"Cin tonik alıyorum," dedi Eris bara ilerleyerek. Kafamı onaylarcasına sallayıp banklardan birine oturdum.

"Bol buzlu," dedim arkasından. Eris arkasını dönmeden baş parmağını onaylarcasına kaldırdı. Terasın bu geceye mi özel yoksa hep mi boş olduğunu merak ettim. Terastan önümüzde uzanan orman görünüyordu, kuzgunlar sürü halinde havalanırken Eris önüme buzlu içkiyi bıraktı. Uzun ince bardağı elime aldım, parmak uçlarım soğuktan uyuştuğunda bardağı yanan yüzüme bastırdım.

Hava sıcaktan ziyade nemliydi, nemli havalarda boğulur gibi hissediyordum.

"Yine birilerini tepesini attırdın," dedi Eris yanıma oturarak. Aramıza özellikle mesafe bırakmıştı, fark etmiştim. Uzakta olmaası daha iyiydi, biri bana çok yaklaştığında tedirgin hissediyordum.

Bu tedirginlik sadece bir insanda işlemiyordu, sebebini henüz çözememiştim.

"Benden ziyade sen tepesini attırdın gibi, eski sevgilinmiş," dedim içkimden bir yudum almadan hemen önce. Eris sırıtıp hafif kemerli burnunu sıktı.

"Beni kafaya taktığını sanmıyorum, onun başka dertleri var," Kendi içkisinden bir yudum alıp bana baktı.

"Morana mı mesela bu dert? İkinci bir Karen vakası gibi hissettim," dedim iç çekerek.

"Karen çok önemli biri değil ama Ahu Arsen'in çocukluk arkadaşı. Onu herkesten kıskanıyor. Sizi de odada o halde görünce..." dedi Eris ellerini iç içe geçirip bana bakarak. Odada herkes el ele tutuşmamızı görmüştü, bunu imâ ediyordu. Morana'nın kulağıma fısıldamasına da şahit olmuşlardı. Kim olsa aynı şeyi düşünürdü.

"Kuzgun elinden benim elime geçti, bunda abartılacak bir şey yok." Sesimin umursamaz çıkmasına gayret etmiştim, yoksa hissediyordum. Bizimki basit bir temas değildi, içime ateş yürümesinden Morana'nın ise gerilen ellerinden fark edebiliyorum. Bana yaklaşmasını ise es geçmiştim.

Eris de bunun farkındaydı.

"Tara, sadece sen değil bunu herkes görebiliyor. Morana asla dışarıdan insan getirmez buraya, hele yeni tanıdığı bir kızı. Onu ben de uzun zamandır tanıyorum. Ama sana farklı bakıyor. Bunu övmek için söylemiyorum, övülecek bir şey değil. Bana göre riskli bir şey," dedi bardağını iki yana sallayarak. Buzlar önce birbirine çarptı ardından bardağa çarparak ufak bir tıkırtı çıkardı.

Morana'nın bana olan tavrını riskli olarak tanımlaması kafamı karıştırmıştı.

"Riskli derken?" Dedim tek kaşımı hafifçe kaldırarak.

"Arsen'in özelini sana açacak değilim ancak onun hayattaki amacı farklı. Bir amaç için yaşıyor, sen ise onun kafasını karıştırıyorsun. O el temasından sonra Arsen kafasını plana veremedi, başka şeyler düşündüğünü fark edecek kadar iyi tanıyorum onu. Bu gece teslimat olmaması ise işimize geldi,"

Bir süre durup Eris'in bana söylediklerini hazmetmeye çalıştım. Eris sandığımdan daha zeki bir adamdı, Morana'nın durumunu fark etmesi ise onu ne kadar iyi tanıdığını gösteriyordu.

"Morana benim geçici olarak patronum. Söylediklerine ise katılmıyorum, bence siz abartıyorsunuz," dedim bardağı dudaklarıma götürerek.

"Keşke abartsam," Bu cümleyi alçak sesle kurarken kafasını hafifçe iki yana sallamıştı.

"Neyi abartsan Eris?"

Kadifeyi andıran bu gizemli ses tonunu nerede duysam tanırdım. Arkamı döndüğüm gibi bize bakan Morana ile göz göze geldim. Ellerini cebine sokmuştu, kol kasları gergindi. Apollon isimli kuzgunu omzuna tünemiş dikkatle bize bakıyordu.

Eris'in dudaklarındaki tebessüm titredi,  gözlerinden ise bir panik dalgası geçti.

"Ahu ile olan ilişkisinden bahsediyordu," dedim sakin bir şekilde. Yalan söylerken Morana'nın gümüşi gözleri yüzümde dolaştı. Eris ise kafasını onaylarcasına salladı.

"Öyle mi? Ben de benim dedikodumu yaptığını düşünmüştüm," Morana'nın dudaklarından çıkan cümleye zehirli gülümsemesi eşlik etti.

İçgüdülerim tehlike diye haykırırken içkiyi dudaklarıma götürdüm. Morana elini Eris'in omzuna koyduğunda Eris'in bardağı tutan parmakları bembeyaz kesildi. Morana Eris'in kulağına doğru eğildi.

"Demek ki yanlış düşünmüşüm," dedi yavaşça. 

Eris'in dudaklarındaki gülümseme yavaşça solarken derin bir nefes aldı.

"Belki de bunu seninle sonra konuşuruz," dedi Eris  ayağa kalkarak. Morana ile kafa kafaya geldiklerinde Apollon bir çığlık kopararak havalandı. Morana hafifçe omuz silkti.

"Elbette Eris." Eris bana doğru döndüğünde gözlerindeki ciddiyet  beni şaşırttı.

"İyi geceler Tara," dedi terasın çıkışına yönelmeden hemen önce. Eris'in uzaklaşan sırtını izlerken Morana elini uzattı.

"Seni bir yere götüreyim, bugünkü konuşmamız yarım kalmıştı," Mırıltısı ensemdeki tüyleri diken diken ederken elimi eline koydum. Elimi saran uyuşmayı göz ardı ederken boşta kalan elimle içkimi aldım.

"Olur," dedim sadece. Morana elimi bırakıp kafası ile çimden duvarla ayrılmış yeri işaret etti.

Çim duvara yaklaşırken sarmaşıkla örülmüş kapısını fark ettim. Morana kapıyı ittiğinde nefesim kesildi. İçeride kimsenin olmadığı bir bar vardı ama beni etkileyen şey büyük jakuzinin olduğu platformdu. Platformun üzerine çıktığım an yakamozun düştüğü deniz hemen karşımda uzanıyordu. Jakuzinin suları köpürerek akarken içkimden bir yudum daha aldım.

"Girmek istiyorsan girebilirsin," dedi Morana kendisine içki hazırlarken. Ayakkabılarımı çıkardığımda ayak tabanlarımın sızladığını hissettim. Ayağımı suya soktuğumda ılık olduğunu fark ettim.

"Yanımda bikini yok, sadece ayağımı sokabilirim." Sesim hayal kırıklığı barındırıyordu, jakuzinin sularının tazyikli olduğunu görebiliyordum. Suyun masaj yapar yoğunlukta sırtıma vurmasının hayalini kurdum bir an.

"Çıplak da girebilirsin," dedi Morana elindeki içkiyle yanıma geldiğinde. Ona ters ters baktığımda omuz silkti.

"Gözlerine ziyafet çekmek istediğimi nereden çıkardın?" Morana kahkaha attığında ona baktım. Düzgün dişleri ortaya çıkmıştı, tek yanağında ise ufak bir gamze vardı.

"Özgüvenine hayranım Tara," dedi yanıma geldiğinde. Ayakkabılarını çıkardı, ayaklarını suya sokmak için platformun üzerine oturdu. Ben de onu taklit ettiğimde elbisemin etekleri jakuzinin içinde yüzmeye başladı.

"Doğru söylüyorum ama," Homurdanmam üzerine gözlerimin içine baktı. Sıvı gümüşü andıran gözlerine bakarken kalbim ritim değiştirdi.

"Aksini iddia etmedim," dedi alçak bir sesle. Yoğun bir sıcaklık kalbimden göğsüme doğru yol izlerken Morana içkisinden bir yudum aldı. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmamıştı.

Bakışlarımı çeken ben oldum, aramızdaki çekim beni delirtecekti. Hayatımda böyle bir şey başıma gelmemişti, vücudum Morana'nın yaptığı her harekete tepki veriyordu.

"En son konuşmamızda, bu işlere nereden bulaştığını sormuştum." Sesim pürüzlü çıkmıştı, Morana da kafasını çevirdi, gözlerini aya dikti.

"Çocukluktan. Ben doğduğumdan beri bu işlerin içindeyim Tara." Sesindeki yoğunluk içimi ürpertti.

"Ailecek mi? Yoksa bir tek sen mi?" Sorum haddini aşmış olabilirdi, Morana cevap vermezse onu anlardım.

"Aile." Kestirip atmıştı. Bardağı kafama diktim, Morana'nın kolay bir hayatı olduğunu düşünmüyordum. Ilıklaşan içkiyi bitirdiğimde bacaklarımı jakuzinin içinden çıkardım, ayağa kalktığımda ıslak elbise bacaklarıma yapışarak ağırlık yaptı.  Bacaklarımı zorla hareket ettirerek bara yöneldim. Votka şişesini elime aldım, Morana'ya yöneldiğimde üzerindeki gömleğin birkaç düğmesini açtığını fark ettim. Gömleği başından çıkardığında beyaz kaslarla örülü sırtı görüş alanıma girdi. Sırtının bir çok yerinde irili ufaklı yara izleri vardı. Morana ayağa kalktığında karın kaslarının başladığı yerde beş tane uzun, paralel bıçak izi  dikkatimi çektim.

İzler pütürlüydü. Morana'nın mermer gibi tenindeki ufak kusurlar.

Beş izin yanında ufak bir şekilde tarih yazıyordu. Omzunun başında ise devasa bir kuzgun dövmesi vardı. Kuzgunun kafası iskelet şeklindeydi. İskeletin alın kısmında ise küçük bir kum saati dövmesi vardı.

"Üzerindeki elbiseyi çıkart, gömleğimi giy," dedi boğuk bir sesle. Üzerimdeki elbise ıslaktı, kan kokuyordu. Kafamı onaylarcasına salladığımda Morana topuzumdan dağılıp sırtıma düşen saçlara dokundu. Ardından yavaşça yana itti. Saç derimin uyuşmasını görmezden gelmeye uğraştım.

Elbisemin fermuarını aşağı çektiğinde elbisem vücuduma yapışarak aşağı ilerledi. Kalçamın tam üzerinde durdu. Sırtım Morana'ya dönükken tek kolumla göğüslerimi kapatmıştım.

Morana parmağının ucuyla ensemden sırtıma doğru bir çizgi çekti. Tüylerim diken diken olurken gömleği  başımdan aşağı geçirdi.

"Gerisini ben hallederim,"  Sesim titremişti, yutkunarak gömleğin geniş kol kısmına kollarımı soktum. Gömlek bana büyüktü ancak kalçalarımı kapatmaya yetmişti. Bacaklarıma yapışan elbiseyi aşağı sıyırıp olduğu gibi bıraktım. Morana'nın gömleğinden gelen parfüm kokusunu içime çektim.

İnsanın kokladıkça koklayası gelen bir kokuydu. Morana'ya döndüğümde gözlerimiz kesişti, saçlarım belime doğru dağılmıştı. Boynum ve çenemde temizleyemediğim kan lekeleri vardı. Arabada bir kısmını temizlemiş diğer kısmını ise üşenerek boşvermiştim.

Morana bana bakıyordu, beni ilk defa görüyormuş gibi bana bakıyordu. Kanım kaynıyordu, kalbimin ritmi bozulmuştu.

Ben karşısında sadece gömlekleydim, gözlerimi heykeltraş elinden çıkmış gibi görünen vücudundan zor alıyordum. Eğer geniş göğsüne dokunursam, ya da ona en ufak bir temasta bulunursam arkası gelecekmiş gibiydi.

Yanacaktık, cehennem ateşinden bile daha yoğun bir şekilde.

Morana bana yaklaştığında sıcaklığını hissettim. Bir eli belimi kavradı, diğer eli de aynı şekilde. Ellerinin sıcaklığını gömleğin üzerinden dahi hissediyordum.

Beni havaya kaldırdığında dudaklarımdan ufak bir çığlık koptu, beni jakuzinin içine attığında gözlerimi kapadım. Bacaklarımın ve bedenimin jakuzinin zeminine çarpmasını beklesem de bu gerçekleşmedi.

Jakuzi çok derindi, adete ufak bir havuz gibiydi. Suya gömüldüm, duvarlardan çıkan tazyikli su bedenime çarptı. Suyun üzerine çıktığımda sadece ayak parmak uçlarım zemine değiyordu, o da zar zor.

Su beklediğimden soğuktu, ayağımı soktuğumda ılık gibi gelmişti. Ancak benim ayaklarım daima üşürdü. O yüzden suyun sıcaklığını doğru algılayamadığımı fark ettim. Morana suyun içerisine girdiğinde kenarda duran votka şişesini aldı. Kafasına dikip birkaç yudum aldı ardından bana uzattı.

Elinden şişeyi aldım, dudaklarıma bastırdım. Votka yutağımı yaktığında ise yüzümü buruşturdum.

"Benim örgütüme katıl Tara," dedi Morana alçak sesle. Jakuzinin kenarına tutunduğumda iç kısımda oturmamız için yapılan çıkıntıyı fark ettim. Kendimi yukarı çekip üzerine oturdum, Morana'dan daha yukarıda kalıyordum.

"Yarınki işi senin için yapacağım Morana. Annemin başından şu belayı da alırsak sonrası için ücreti karşılığında iş yapmayı düşünebilirim. Ama bir örgüte katılmayı düşünmüyorum," Cümlelerim kendimden emin bir şekilde dudaklarım dökülmüştü.

Morana kıpırdamadan bana bakıyordu, siyah dalgaları ıslanmış alnına düşmüştü, gözlerinin griliği açılmış gümüşe dönmüştü.

"Annen seni sattı."

Dudaklarından dökülen cümle bıçak misali kalbime saplandı. Zihnim algılamaya çalışırken boş gözlerle ona baktım.

"Ne diyorsun?" Sesim zayıf çıkmıştı, kalbim doğruluğunu kabul etmemek için çırpınırken zihnim durgun bir denize dönüşmüştü.

Zihnim daima bilirdi, kalbim ise inkar ederdi.

"Senin peşindelerdi çünkü annen Helix'i dolandırmasının suçunu da sana atmış. Senin dolandırdığını kendisinin piyon olduğunu söylemiş. O yüzden senin peşindelerdi Tara Roya Baver. Seni ortadan kaldırmak istiyorlar."

Parmaklarım votka şişesini sıkıca kavradı, bembeyaz kesildiler. Vodkayı kafama diktim, Morana şişeyi yakalayana kadar bırakmadım. Alkol kanıma karışırken kalbimdeki o acıyı yok etmesini bekliyordum.

Annem kendisinden başkasını sevmezdi bunu anlamıştım ancak içimdeki kız çocuğu bunu anlamak istemiyordu. İçindeki o umudu hep diri tutmak istiyordu, annesi tarafından ilgi görmek istiyordu.

Kız çocuğu annesi için savaşmak istiyordu.

Benliğim ise elinde bir silahla bekliyordu. Zayıf yönümü yok etmek için. O kız çocuğunu öldürmek için.

Tara Roya Baver, kız çocuğu acı çekiyor. Onu öldürmenin vakti gelmedi mi?

Eğer onu öldürürsem içimdeki merhametli yanı kaybedecekmiş gibi hissediyordum, vicdanım benden sonsuza kadar koparılıp alınacakmış gibi.

Umut artık yok, o kız çocuğu artık büyümeli. Sevilmediğini benimsemeli.

Moranaya çevirdim acı ile dolup taşan bakışlarımı, savaştığımı anladı. Yan taraftaki çıkıntıya oturup bana döndü.

"Roya," dedi usulca. Kalbimin sızısı arttı. Annem ikinci ismimi küfredermiş gibi kullanırken Morana üzerine titrermiş gibi konuşmuştu.

"Bana öyle deme," dedim. Sesim yüksek çıkmamıştı ama kırık döküktü.

Benim içim kırık döküktü. Yıllarca ayaklarım kan içinde ayakta durmuştum, o kırıkların içinde on dokuz sene yürümüştüm.

"Hayal demek ismin. Bir düş. Ne kadar da doğru," diye mırıldandı. "En azından benim için."

İnanamaz gözlerle ona baktım, Morana elini uzatıp yanağıma yapışan koyu renk saçlarımı iteledi.

"Şu an zayıf gözüküyor olabilirim ama...-"

"Öyle değil." Dedi Morana sertçe lafımı keserek. "Sen hayatımda gördüğüm en güçlü kadınlardan birisin minik yıldız," Elini geri çekerken elim onun parmaklarını kavradı.

Elini çekmedi.

Elimi çekmedim.

Parmağını avucumun içinde sıktım, sesini çıkarmadan gözlerimin içine bakıyordu.

"Büyük bir savaşın içindesin, en büyük savaşımız kalbimizde yaşattıklarımızla olur. Onlara karşı zafer kazanması zordur, bile isteye yeniliriz çoğu zaman."

Parmağını kavrayan elimin üzerine hafif bir öpücük kondurdu. Parmaklarımın ucuna kadar yayılan sıcak dalgayı hissettim. Kafasını hafifçe kaldırdığında sıvı gümüşü andıran gözleri yeşilliklerimi hapsetmişti.

"Ama zafer daima bizimdir, yenildiğimizi hissettiğimizde bile. Zafer daima senin minik yıldız, bunu sakın unutma."

Morana'ya gülümsediğimde o da bana gülümsedi. Cümleleri içime dokunurken hissettiğim acı azaldı, parmaklarımı gevşettiğimde elini çekti.

"Arsen..." dedim alçak bir sesle. Gözleri bana bakarken koyulaştı, gizli bir fırtınaya ev sahipliği yapar dalgalandı.

Kapı üç kere sert iki kere usulca vuruldu. Morana'nın ciddiyete bürünen bakışları arkama çevrildiğinde kapıya doğru döndüm.


Yeni bölümle karşınızdayımm, özleştik biraz biliyorum. Tatil işi biraz anında gelişti, iki senedir yazları sürekli çalıştığımdan bu yaz fırsatım olunca kendimi attım direkt. Bir şeyler çıkarsa instagramımdan size daima haber veriyorum biliyorsunuz.

Şimdi;

- Ahu, Bilge, Eris, Mavi dörtlüsünden sizce Tara en iyi kimle anlaşacak?

-Annesine zaten alıştık ama siz onu birden siler miydiniz? Ben anne olunca duygusal yaklaşıyorum olaya siz ne düşünüyorsunuz?

- Bundan kesin bir şey çıkacak dediğiniz biri var mı?

BU ARADA YAZARKEN FENALAŞTIĞIM BİR BÖLÜMDÜ BAZI YERLERDE BİTTİMMM

Yorumlarınız oylarınız beni çok mutlu eder. Sadece hikayeden konuştuğum fotoğraf attığım cordylynx hesabım var instagramda. Mesaj atanları alıyorum. Bazen alıntı da bırakıyorum :)

Çok seviliyorsunuz <3

Continue Reading

You'll Also Like

674K 30.3K 18
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
112K 5.2K 17
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
316K 19.3K 41
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
95.8K 7.9K 21
ARJİN & AFRAN ŞAHMARAN Van'da geçen bir töre hikayesidir...