Parmak Uçlarındaki Yabancı

By imPnar__

53.2K 3K 4.5K

Ayıldıktan sonra bir şey hatırlamayan milyonlarca sarhoş insan vardır. Ama ben onların aksine sarhoş olunca h... More

1.Bölüm-"Bir Kadeh Daha Azap"
2.Bölüm-"Elim Sende"
3.Bölüm-"Mum Işığı"
4.Bölüm-"Ruhtaki Kırıklar"
5.Bölüm-"Üç, iki, bir... Karanlık!"
6. Bölüm-"İhtimallerin Işığında Sönen Yıldız"
7.Bölüm-"İçimizdeki Yabancı"
8.Bölüm-"Gerçek Renkli Yalanlar"
9.Bölüm-"Saklambaç"
10. Bölüm-"Cehennem Çiçeği"
11.Bölüm-"Oyunbaz"
12.Bölüm-"Kalpkıran"
13.Bölüm-"Yalnız Değilsin"
14.Bölüm-"Kimsin Sen?"
15.Bölüm-"Gölgen Bile Yalan"
16.Bölüm-"Korkak"
17.Bölüm-"Unutulanlar"
18. Bölüm-"Yaralı Serçe"
19.Bölüm-"Bedel Ödeyenler"
20.Bölüm-"Kendi Yolundan Gidenler"
22.Bölüm-"Şüphe"
23. Bölüm-"Geçmişten Gelen"
24.Bölüm-"Namlunun Ucunda"
25.Bölüm-"Şah"
26.Bölüm-"Yalancılar"
27.Bölüm-"Maskelerin Ardında"

21.Bölüm-"Adım Adım"

1.1K 85 82
By imPnar__

Nefes nefese bir şekilde olduğum yerde durup ağaca yaslandıktan sonra küçük çantamın içinden suyumu çıkartarak dudaklarıma götürdüm. Işık hemen kendisini çimlerin üzerine atmış goril gibi yatarken onun yerinde olmayı istemiştim. Dünden beri kimseye ulaşamıyordum. Kafamı dağıtmak için spor yapmak istemiştim ama bu iş kesinlikle benim gibi tembel insanlara göre değildi.

Birkaç metre ilerideki bankta oturup denizi seyreden Serra'yı görünce kocaman şehirde karşılaşmış olduğumuz için şaşırarak doğruldum. Serra gözlerini silip ayağa kalktığında telaşla Işık'ı yattığı yerden kaldırarak peşinden koştum.

"Serra!" Zar zor önüne geçtiğimde sorgulayan bakışları yüzüme çevrildi. Önce nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sonra da kulaklıklarımı çıkartarak şehrin gürültüsüne kucak açtım.

"Reya?" dedi Serra şaşkınca.

"Merhaba." dedim gülerek. "Nasılsın?"

"İyiyim," derken şuan yaptığımız konuşmayı garipsiyor gibiydi. "Neyse, gitmeliyim." Gideceği sırada kolundan tuttum.

"Ayaz'a ulaşamıyorum."

"Ben ne yapabilirim ki?" dediğinde ona umutsuzca bir bakış attım.

"Serra sence de bu ayrılık fazla uzamadı mı?" dedim ve Serra sözlerime katıldığı için sessiz kaldı. Bir şey söylemesini bekleyince, "Benden ne istiyorsun?" diye sordu.

"Sanki ben mi dedim aptal gibi kavga edin diye onlara."

"Herkes bir şeylere kızgın. Fazlasıyla büyük dertleri var, yanlış davranıyorlar." derken bir şeyler yapmasını çok istiyordum. En azından bana yardım edebilirdi. "Bunu düzeltelim. Yapabiliriz, Serra. Sende istemezsin küslüğün uzamasını."

"Tamam ama nasıl yapacağız o dediğini?" Sevinçle gülümserken, "Sen orasını bana bırak." dedim. "Ayaz benimle konuşmuyor, Baran seninle. Sen Ayaz'ı çağır. Ben diğer ikisini hallederim." dediğimde buna bozulmuş gibi surat astı.

"Ama hep bir araya geleceklerinden haberleri olmasın."

"Tamam." dedi Serra başını sallayarak. "Nereye?"

"Biraz işim var. Hallettikten sonra detaylıca konuşuruz. Gitmem gerekiyor." Serra öylece bana bakarken, "Teşekkür ederim," dedim ve yanından ayrıldım. Şimdi sıra avukatla buluşmaya gelmişti.

Sakin bir yere geçtikten sonra Damla'yı aradım. Telefonu kapanmak üzereyken açtığında, "Reya?" dedi merakla.

"Merhaba, şu kadının evine gitmek için buluşacaktık?" dedim günler öncesinde ayarladığımız şeyi ona hatırlatarak.

"Ah..." dedi Damla sitemle. "Aklımdan çıktı tamamen, kusura bakma. Bir saat içinde buluşsak sana uyar mı?"

"Evet, uyabilir." dedim utanmadan. Sanki görende beni iş kadını falan sanardı. Daha okula bile gitmiyordum. Zaten gidebilecek bir okulumun kaldığından da emin değildim.

"Tamam o zaman, Beykoz'da buluşalım. Seni oradan alırım."

"Tamam." Yine yere devrilmiş olan Işık'a bakarak hafifçe güldüm. Birbirimizi gaza getirip sürekli yatıyorduk, kesinlikle bu kedi bana zarardı. Onu yürütmeye kıyamayarak kucağıma aldığımda daha da kilo aldığını anlayınca başımı iki yana sallayarak onaylamazca kıkırdadım.

"Sen obezleştikçe daha çok ısırasım geliyor, haberin olsun!" diyerek beni zerre umursamayan Işık'ı tehdit ederek eve doğru ilerledim. Üzerime doğru düzgün bir şeyler giyip Işık'ın karnını doyurduktan sonra evden çıkıp Damla'yla sözleştiğimiz yere gittim. Arabasını bir kenarda görünce oraya doğru ilerleyerek yolcu koltuğuna geçtim.

"Beklettim mi?"

"Şimdi geldim." dedi Damla hızlıca arabayı haraket ettirirken. "Nerede şu bahsettiğin kadının evi."

"Düz ilerle."

"Nil'in dosyasını inceledim dün." dedi Damla düşünceli gözlerle yolu izlerken. Merakla onu dinlemeye başladım. "Nasıl öldüğünü biliyor musun?"

Kaşlarımı çatarken daha önce bunu hiç konuşmadığımız geldi aklıma. Nasıl olurda hiç birimiz bunu merak etmezdik ki?

"Nasıl?" diye sordum merakla.

"Kafası yarılmış, muhtemelen düştü veya düşürüldü. Tabii bir darbe almış olma ihtimali de var ama diğer ihtimal daha yüksek."

"Yani bu yüzden mi ölmüş?" diye sorduktan sonra birden yeni bir ihtimal patlak verdi zihnimde. "O zaman dengesini kaybedip düşmüş de olabilir? Diğer olaylardan bağımsız olabilir?"

"Eğer düştüğü için ölseydi evet olabilirdi ama boğularak ölmüş Reya. Birisi onu boş bir buz sogutucusuna kilitlemiş. Havasızlıktan ölmüş."

Gözlerim hayretle ona çevrilirken kanımın donduğunu hissettim. Bu...

"Gece sonu oradaki bir temizlik görevlisi bulmuş. Maalesef kamera yok o kısımda, olsaydı bile karanlık yüzünden hiçbir şey görünmezdi."

"O zaman katil bunu planlamış?" diye sordum. Hepsi tesadüf olamazdı.

"Ya çok iyi planlanmış bir cinayet, ya da gerçekten katil çok şanslı."

"Şans diye bir şey yoktur." dedim hızlıca. Avukat yalnızca kaşlarını kaldırıp derin bir nefes almakla yetindi.

"Ama Reya üzgünüm ki abinin oraya gelmesi, işi yüzünden yalan söylemesi, barmenin evinde bulunan bileklik ve her şeyi kabullenişi onu yüzde yüz suçlu yapıyor." dediğinde kaşlarımı çattım. Tolga'nın yapmış olduğunu düşünmek bile istemiyordum. "Ben yinede bu işin arkasında başka bir şey olduğunu düşünüyorum. En azından başka kişiler de olmalı."

"Bulalım o zaman."

"Bulacağız." dedi avukat kararlılıkla.

Kadının evinin önüne geldiğimizde Damla kemerini çıkartırken hiç takmadığım için direkt olarak kapımı açtım. "Reya bence sen gelme." dedi Damla. Onun sözüyle aşağıya inmeden öylece durdum. "Seni gördüğünü söyledin, olay çıkarmasın. Ben bir yalan uydurur bir şekilde yanına giderim. Ellerine, mümkün oldukça ortama bakarım."

"Tamam."

Damla hızlıca arabadan inerek eve doğru gittiğinde arkama yaslanarak bu gece için nereye gideceğimizi düşünmeye başladım. Bir an önce Ayaz'ın inadı kırılmalıydı çünkü bu işin altından tek başıma çıkamazdım. Onlarla birlikte de farklı bir yoldan ilerlemeliydik. Tüm yollarda bizim gölgemiz olursa katile gidecek yer kalmazdı ve eninde sonunda bir köşebaşında karşılaşırdık onunla.

Avukat geri dönerken merakla telefonumu kapatarak dikkatimi ona yönlendirdim. Araca geldiğinde, "Bu kadın değil," dedi hızlıca. "Acayip vasat bir tip, bence tek kullanımlık bir maşaydı. Daha fazlası olamayacak kadar sıradan."

"Hepsini anlaman birkaç dakika mı sürdü?"

"Bazen insanları anlaman iki saniyeni almaz Reya, basit insanları okumak kolaydır. Asıl önemli olanlar okuyamadıklarındır."

"Ne yapacağız o zaman?" dedim kendimi bir çöplüğün ortasında bulmuşum gibi sönük bir tavırla.

"Etrafında gördüğün herkeste aynı şeyi ara." dedi yeniden arabayı çalıştırarak. "Ellerine, yapabilirsen bedenlerine bak. Kimseyi ayırt etme, kendi gölgene bile silah doğrultmalısın." Hâlâ Ayaz'lara güvenmiyordu ve onlardan şüpheleniyordu. Onu dinleyecektim. Bir şüphem yoktu onlara dair ama ben, beni bu dünyaya getiren insanlardan öyle şeyler görmüştüm ki kimseye yapamaz diyemiyordum.

Avukatla ayrıldıktan sonra Baran'ı bulmak için annesinin mezarına gittim. Onu orada bulacağımdan emindim, ve buldum da... Gülerek mezar taşına bir şeyler anlatmasını izledim dakikalarca. Gözlerinin içi parlıyordu. Baran'ı gördüğüm zaman kendimi daha mutlu hissediyordum. Onun düşünceleri, hayata bakış açısı, enerjisi bambaşkaydı. Hani mutluluk bulaşıcı derlerdi ya, Baran bulaşıcıydı işte.

Anlattığı şeyden sonra kendi kendine uzun bir süre gülünce bende dayanamayarak güldüm. Anlatırken şekilden şekile giriyordu. Kaşlarını çatıyor, gözlerini komik bir şekilde irice açıp kısıyordu. Aslında mimiklerini çok iyi kullanması onu komik kılıyordu.

Kaşlarını kaldırarak mezar taşına doğru konuştuğunda bir soru sorduğunu anlamıştım. Uzun bir süre bekledi ve bu bekleyişinin sorusunun cevabı olduğunu biliyordum. Yüzündeki gülümseme silinirken omuzlarını düşürdü ve gözlerini gökyüzüne doğru çevirdi. Dudakları mutsuz bir şekilde birkaç kelime mırıldandıktan sonra mezarın üzerine uzanarak toprağa sımsıkı sarıldı. Bunu görmek kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Nedendir bilmem, yaptığını garipsemiştim.

Artık yanına gitmem gerektiğini anlayınca o tarafa doğru ilerledim. Önünde durduğumda kapalı gözlerinden bir damla yaşın aktığını fark etmiştim. Gidip mezarın diğer tarafına oturdum. Baran gözlerini hafifçe aralayınca beni gördü ama pek fazla tepki vermedi. Sadece gözlerini silmiş ve yerinde doğrulmuştu.

"Yanında olmak istiyor musun?" diye sordum gözlerimi yere dikerek.

"Onun benim yanımda olmasını istiyorum. Ölmek istemiyorum."

"Ölmek kurtuluştur demiştin." dedim eski bir sözünü ona hatırlatarak.

"İnsanlar o kadar aptal ki kurtulmak istemezler." dedi Baran. "Bende bir insanım."

"Ben istemiştim." diye mırıldandım. "Mete'nin yanında olmak istemiştim."

"Neden buradasın o zaman?"

"Çünkü ölemezdim. Ölmek kurtuluş değil, gidiştir. Ve ben bu hayata yenilipte gidemezdim. İnsanlar fazla gururlu aynı zamanda."

"Hayata karşı gurur mu yaptın yani?"

"Evet." dedim bundan pişman olmayarak. "Bence herkes böyle yapmalı. Şuan da ölemem mesela, önce katil bulunmalı. Sonra okulu bitirmeliyim ve şarkıcı olmalıyım. Hayalimi gerçekleştirmek falan değil de, kazanmak istemek işte. Burada beni kevgire çevirdikten sonra bir şeyler sonlanırsa bana haksızlık olur."

"Seninle felsefe yapmak yorucu gelmeye başladı. Ne acayip bir insansın ağmığ-" Küfür edecekken gözleri mezar taşına kayınca durdu. Mahçupiyetle bana baktıktan sonra, "Neden geldin ki?" diye sordu.

"Seni özledim."

&

Baran pamuk şekerini yerken şekere alerjisi olan Sibel'in asla pamuk şeker yiyemeyeceğini düşünerek yürüyordum. Onu özlemiştim.

"Sende amma değişiksin," dedi Baran umursamaz bir tavırla. "Beni ölesiye dışlayıp peşimden koşacak kadar özlüyorsun falan. Ya da öyle gözükmek istiyorsun işte... Garip yani. Yorucu olmuyor mu senin için?"

"Baran," dedim yenilmiş bir tavırla. "Ben seni dışlamadım ki!"

"Evet, onu bile yapmayacak kadar adamdan saymıyorsun."

"Baran!" Sitemle söylenirken yeniden açıklamak istedim çünkü bir öncekini dinlememişti. "Serra bu olayı araştırmamıza karşı. Beni suçluyor, beni yanınızda istemiyor. Yani o bizimle gerçek pesinde koşmayacak birisi." dediğimde sözlerimi yalanlamadı.

"Sende her koşulda onun yanında oluyorsun. Nil senin umrunda değil, buna yanaşmazsın diye düşündük."

"Nil benim umrumda, Reya!" dedi Baran küfreder gibi. "Sana o sikik oyunun oynanması da umrumda. Katil de umrumda. Ya siz beni ne sanıyorsunuz acaba? Ölmesine üzülmemem onu umursamadığım anlamına gelmiyor."

"Ama biz farklı bir grup kurmadık ki." dedim bu konuyu es geçerek. Çünkü o haklıydı. "Yalnızca gerçekler ortaya çıkana kadar geri adım atmayacaktık. Bunun sözünü verdik."

"Çünkü Baran sözünde durmayan, yolundan dönen karaktersiz piçin teki!" dedi Baran sitem edercesine. Dudak büzerek koluna sarıldım.

"Affet bizi." dedim yüzüne bakmaya çalışarak. "Yanlış düşünmüşüz." Baran göz ucuyla bana baktıktan sonra omuz silkti.

"Etmiyorum. Ayrıca o karaktersiz ikiliyi iki kere affetmiyorum. Şuan da sırf üzülme diye yanındayım."

"Peki," dedim usluca. "Ayrıca teşekkür ederim."

Baran hiç sesini çıkartmadan yürümeye devam etti. Sonunda Serra'yla sözleştiğimiz kafenin önüne geldiğimizde Baran'ı da peşimden sürükledim. Serra ve Tuna oradalardı. İkisi hararetle bir konu hakkında tartışıyorlardı ve Tuna daha sinirli duruyordu bu tartışmada. Serra'nın bakışları bana kayınca Tuna'yı dinlemeyi bırakarak ayağa kalktı. Onların yanına giderken Tuna'nın öfkeli bakışları bize ulaşınca kaşları düzeldi. Yanımda yürüyen Baran sonunda onları görmüş olmalıydı ki adımları durdu. O sırada içeriye giren Ayaz'la bakışlarımız kesişti.

Gece gözlerini görene kadar onu bu denli özlediğimi fark etmemiştim.

Bizi görünce bir tepki vermeden yürümeye devam etti. "Beni bunun için mi getirdin buraya?" dedi Baran kaşlarını çatarak.

"Baran bir konuşalım." dediğimde Baran başını iki yana salladı.

"Neyi konuşacağız amına koyayım? Oturup burada sizinle beni nasıl hiçe saydığınızı konuşup hakkında espiriler mi yapacağız?"

"Küfretme lan!" dedi Ayaz huysuzca.

"Sen bir kessene ya!"

Olay çıkacağını anlayınca ikisini de susturdum. "Biraz konuşalım ya! Lütfen!"

"Reya'ya katılıyorum." dedi Serra ilk defa. "Konuşup sorunları halletmeliyiz."

"Halledelim." dedi Baran sandalyelerden birisine hızla oturarak. "Benim sorunum sensin Serra. Hadi, halledelim. Nasıl yapacağız?" Serra anlam vermeye çalışarak ona bakarken bende oturdum.

"Baran, yapma böyle."

"Konuşuyorum işte!"

"Bağırma." Tuna geldik geleli ilk defa konuşarak Baran'ı uyarırken Baran dudaklarını ısırdı. Derin bir nefes almıştım çünkü bu tahmin ettiğimden daha zor bir işe dönüşmüştü.

"Gerçekten aptalca davrandık hepimizde." dedim sitemle. "Şu durumda böyle saçma sebeplerle aramıza küslük sokmak aşırı çocukça."

"Evet. Zaten neden herkes birdenbire birbirine düşman kesildi anlamış değilim ama saçma yani." Serra yine beklemediğim bir anda bana destek verince Tuna kaşlarını çatarak ona baktı.

"Bak sen," dedi alayla. "Sen ne zamandan beri arkadaşlık, dostluk hakkında konuşur oldun."

"Tuna," dedim ileri gitmemesi adına. "Bu grup böyle önemsiz şeyler yüzünden dağılamaz, özellikle de böyle bir zamanda. Bu Serra için bile çok fazla." Sözüm biter bitmez Serra kaşlarını kaldırarak yüzüme baktı.

"Pardon? Serra için bile derken?" Tek destekçimi de kaybettiğimde sadece dinlemeye başladım. "Bu insanlar benim arkadaşlarım senin değil. Sen kendini ne sanıyorsun ya?"

"Sen bizim arkadaşımızsın," dedi Tuna söze girerek. "Ama Reya da kardeşim. Onu ötekileştirmeye çalışmadan önce bunu bir kez daha hatırlat kendine."

Baran alay edercesine gülerken, "İki gün önce orospu demeye çalışıp bıçak çektiğin kız hakkında ne de çabuk düşünce değiştirmişsin. Sizin döneklik genetik galiba." deyince bozularak sustum. Evet Tuna tüm bunları yapmıştı ama hepsi geride kalan şeylerdi, yeniden gün yüzüne çıkartıp hem onu hemde beni kötü hissettirmeye çalışması doğru değildi.

"Baran kalbini kırmak istemiyorum ama sikerim belanı!" Ayaz ona öfkeli bir bakış atarken Baran umursamazca ayağa kalktı.

"Size bu oluşturduğunuz sahte ilişkilerde mutluluklar dilerim, benim işim gerçeklerle."

O kalkıp giderken somurtan Ayaz da bana bakmadan ortaya konuştu. "Baran haklı." Tuna fevri bir haraketle ona doğru dönerek, "Biz sahte falan değiliz." derken Ayaz dudak büzdü.

"Ondan bahsetmedim. Bize kızmakta haklı."

"Bencede." dediğimde bana yandan bir bakış atarak önüne döndü.

"Neden kızıyor ki size?" diye sordu Serra anlam vermeye çalışarak.

"Katili bulana kadar birbirimizi bırakmayacağız diye bir söz verdik, onu bu sözün dışında bıraktığımız için kızgın." Serra birden gözlerini irice açıp gülerken işaret parmağını üzerimizde gezdirdi.

"Üçünüz mü?" dedi alayla ve sinir bozucu bir kahkaha attı.

"Bu kadar komik olan şey ne?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Safsınız." Tek kelimeyi öyle içten bir şekilde söyledi ki kendimi aptal gibi hissetmekten alıkoyamadım. Ayaz bu muhabbeti çekmek istemiyormuş gibi ayaklandı ve "Tuna gelsene," diyerek onu da kaldırdı. Onlar giderken Serra bana doğru eğildi.

"Ben susuyorum," dedi onaylamazca başını iki yana sallayarak. "Çünkü benim için ışıklar söndü, yol yok. Ama sen Reya, sen o bembeyaz kağıttaki mürekkep lekesini göremeyecek kadar safsın." Kaşlarını kaldırarak derin bir nefes aldı. Zorla güldü, gözleri dolmuştu.

"Beni de düşman belledin ama göreceksin, her şeyi göreceksin. Tek temennim o mürekkep lekesini gördüğünde kağıdının tamamen siyaha boyanmamış olması. Bu sondu Reya, bir daha seni uyarmayacağım. Öyle bir gün gelecek ki gözlerime bakacaksın ve ne demek istediğimi anlayacaksın; belki zamanında olacak belki de geç kalacaksın ama anlayacaksın. İşte o zaman eğer birisine sarılma ihtiyacı duyarsan tam karşında olacağım, çekinme." Masadan kalkıp giderken öylece oturduğu yere bakakaldım. Kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramamıştı.

Baran

Öfkemi kusmak adına koştuğum sokaklar beni hiç bilmediğim yerlere götürürken nefes nefese durdum. Küçüklüğümden beri bir şeyi unutmak isteyince hep kendimi zorlayacak başka bir işe girişirdim ve onun sayesinde diğer sorunumu unuturdum. Hızla atan kalbimi dinlendirmek için normal tempoda yürümeye başladığımda da ailem yerine koyduğum insanların attığı kazıkları unutmuştum.

Bir sokağı daha geride bırakıp köşeyi döndüğümde karşımdan gelen bir motorlu bana bakarak yanımdan geçti. Onu umursamadan yürümeye devam ettim ancak saniyeler sonra diğer tarafımdan geri dönüp geldiğinde iki tane olmuşlardı. Adımlarım yavaş yavaş dururken birden etrafımda motorlarla daireler çizen beş kişiye dönüştüler. Aralarında tanıdık yüzler de vardı.

Arda'nın arkadaşları... Ve bizim yeni düşmanlarımız. Motorlarından indiklerinde aralarından birisi parmaklarına geçirdiği muştayı iyice sıkarak güldü.

Geçmişler olsun, iyi bir dayak yiyecektim. Ve itiraf edeyim, gururum olmasa oturur burada canım çıkana kadar da ağlarım.

Dayak yiyeceğimin bilincinde olarak umutsuzca onlara bakarken ileriden buraya doğru koşan Ayaz'ı görünce içimde garip bir heyecan uyandı. Kesinlikle yine dayak yiyecektik ama artık durum farklıydı, ikimiz dayak yiyecektik. Ne kadar ona kızgın bile olsam yanımda olması kendimi iyi hissettirmişti.

Ona bakarken yüzüme yediğim bir yumrukla feleğimi şaşırarak yere devrildim. O an Ayaz bağırarak aralarından birisinin kafasında bir maden suyu şişesi parçaladı. Daha sonra diğer adam onu da bir yumrukla benim yanıma serince öfkeyle bana bakarak, "Allah belanı versin!" diye söylendi.

Aşağılık herif! Lanet olsun, kesinlikle seviyordum onu.

Gülmeye başladığımda belime yediğim tekmeden sonra Ayaz ayağa kalktı ve bana vuran adamın göğsüne sert bir tekme atarak geri savurdu. Sonra bana elini uzatıp düştüğüm yerden kaldırdı. Ve yeni bir yumrukla iki saniye içinde yine aynı şekilde düşmüştüm. Ayaz'ın umutsuz bakışlarıyla birlikte dayak yeme merasimimiz resmen başlamış bulunmaktaydı.

Nereden geldiğini bilmediğim Tuna da benim hakkım olan dayaklardan nasiplenirken nasıl olupta her seferinde dayak yiyen taraf olduğumuzu düşünmüştüm. Sanırım yan yana olduğumuzda dayak yiyip yemeyeceğimizi umursamıyorduk ve bu umursamamazlık bizim eşşek sudan gelip o suyla da bir güzel çay koyuncaya kadar dövülmemize yol açıyordu.

Adamlar gittiğinde Ayaz önce beni sonrada Tuna'yı yerden kaldırdı. Burnundan akan kanı silerken sırtımdaki acıyla yüzümü buruşturdum. "Teşekkür ederim," dedim gardımı tam olarak indirmeden. Ayaz bana doğru geldiğinde kana bulanan dudağını yalayarak başını salladı. Ve beklemediğim bir anda yüzüme yumruğu geçirdi. Kendimi belkide onuncu kez yerde bulduğumda, "Rica ederim," diyerek yeniden elini uzattı.

Sertçe elini tuttum ve beni düşüren o değilmiş gibi ayağa kaldırdı. Arkasını dönüp gitmeden önce, "Ettiğin sözlere say," demişti.

Galiba biraz haklıydı.

&

Çalan kapıyla birlikte Sibel'le çektiğimiz videoyu izlemeyi bırakarak ayağa kalktım. Kapıyı açtığımda görmeyi beklediğim kişi Ayaz değildi. Ayrıca onu ağzı burnu patlamış olarak görmek hiç değildi. Telaşla, "Ne oldu sana?" diye sorup elimi burnuna götürürken elimi tuttu. Sonra dudaklarına götürdü ve eldivenin üzerinden avucuma bir öpücük bıraktı. Aynısını açıkta kalan bileğime de yaparken afallamıştım. İçeriye doğru bir adım atınca aramızdaki mesafe kapandı.

Ayaz kapıyı kapatarak bana doğru bir adım daha atınca bende mecburen geriye doğru ilerledim. "Sensizlikten ölecektim," dedi uzun boyu yüzünden sadece omzunu görürken. Başını boynuma doğru eğmişti. "Beni bırakıp gitme düşüncenin bu denli korktucu olmasını yadırgamamak gerekirmiş; sensizliğin ölümcül olduğunu anladım. İki gün sabrettim, üçüncü güne dayanamam, Reya."

Sözlerinin güzelliğine ve bedenlerimizden ziyade ruhlarımızın bu denli birbirine karışmasına odaklanmaktan nefes almayı unutmuştum. Bir çeşit özürdü bu onun dilinde. Af dilenme, geri dönüş, barış... Ve ben ona hiç küsmemiş olmama rağmen affetmiştim bile çoktan.

"Sana kal diye yalvarmayacağım, ama yalvarırım beni öldürme."

"Daha karar vermemiştim," diye mırıldandım işaret parmağıyla nabzımı okşarken.

"Ver o zaman." dedi hemencecik. "Hadi."

"Ayaz..."

"Neden tereddüt ediyorsun?" derken geri çekilip yüzüme baktı. "Sınava hazırlanırsın, kendi emeğinle kazanırsın yine burs. Yardımcı olurum sana. Birlikte oluruz."

Bu fikir çok hoş geliyordu kulağa. Yinede karar vermek zordu çünkü diğer seçenek bana birçok şey vaad ediyordu. Vazgeçmek kolay olmasa bile mecburiyetler de vardı tabii.

Hafifçe omuz silktim, "Zaten daha katili bulamadık," dedim ona istediği cevabı verirken. "İstesem de yapamam ki." Ayaz patlayan dudağına rağmen çarpıkca gülümsedi. Bunu yaptığı zaman dikkatim yine onun yüzüne çevrilmişti. Kaşlarımı çatarak elimi yüzüne koydum.

"Ne bu hâl? Nasıl oldu?"

"Arda denilen vitaminsizin arkadaşları Baran'ı sıkıştırmış." dedi Ayaz sert bir tavırla. "Baktım dayak yiyecek bende gittim."

"Ee sonuç değişmiş gibi durmuyor."

"Değişti," dedi Ayaz. "Tek başımıza değil, birlikte yedik dayağımızı."

"Hadi itiraf et," diyerek banyoya doğru yürüdüm. "Seviyorsun Baran'ı."

"Kesinlikle hayır." diyen Ayaz'a inanmamıştım. Tentürdiyot ve pamuğu alıp geri döndüm. Ayaz kanepeye oturduğunda bende hemen yanına geçerek kaşını ve dudağını temizledim. Burnunu da sildiğimizde yüzü biraz daha normal görünmeye başlamıştı. Gözlerim ellerine kayınca iki elimle tek bir elini sardım.

"Ellerine de krem gerekiyor."

"Dudakların varken hiç şansı yok." dediğinde hafifçe tebessüm ettim. Ama sonrasında aklıma Damla'nın sözleri düştü. Bizimkilerin de ellerine bakmamı istemişti ama şimdi o şansı tamamen kaybetmiştim. Çünkü hepsi kavga etmişti ve hiç olmazsa en azından hepsinde de ufacık bir çizik vardı. Onları suçlamak için değil, aksine suçsuz olduklarını ispatlamak için ihtiyaç duyuyordum buna ama şimdi bu tereddütle yaşamak zorundaydım.

Ayaz asılan yüzüme bakarken parmak uçlarıyla yavaşça saçlarımı geriye doğru itti. "Ne oldu?"

"Sigaran," dedim ve Ayaz başını arkaya yatırırken tebessüm etti. Cebinden bir paket çıkartıp ucunu ateşledikten sonra derin bir nefes çekti içine, sonra bana uzattı. O sigarayı alıp dudaklarıma götürürken dumanını usul usul yüzüme üfledi. Bu rahatsız etmemişti. Bende aynı şekilde derin iki nefes çektim.

"Şaşırtıcısın," dedi Ayaz dudak büzerek. "İlüzyon gibisin." Neden böyle söylediğini merak etmeden sırtımı kanepeye yaslarken, "Bir şeyler izleyelim mi?" diye sordu ve bende kabul ettim.

&

Normalde bir aşk filmi izlemeyi sevmezdim ama tamda şuan izlemek istiyordum. Aşırı canım sıkılmıştı. Başımı Ayaz'ın göğsünden kaldırmadan hiçbir şey anlamadığım filmi izlerken parmağıyla adamın sırtına dokunan kadınla, "Ne yapıyor?" diye sordum.

"Diğer adama kasanın şifresini veriyor."

"Nasıl?" dedim merakla. Ayaz hiç gocunmadan bir saattir sorduğum sorulara verdiği gibi buna da cevap verdi.

"Mors alfabesiyle." Merak içinde başımı hafifçe yukarıya kaldırdım ama yinede onun yüzünü görememiştim.

"Mors alfabesini biliyor musun?"

"Biliyorum." dedi Ayaz filmi durdurarak.

"Nereden biliyorsun?"

"Annem öğretmişti." derken başımı omzuna doğru çıkartarak yüzüne baktım. "Bir ortamda konuşmamız gereken bir konu olduğunda birbirimizle bu alfabeyi kullanarak iletişime geçerdik."

Hafifçe tebessüm ettim. "Birbirinizle konuşmak için verdiğiniz çaba takdire şayan. Ben annemle yıllarca iki cümle konuşmadım." Ayaz yine nabzımı okşarken iç çekerek yeni bir soru hazırladım. "Neden konuşmamanız gerekiyordu?"

Ayaz bir süre sustuktan sonra dudak büktü. "Öyle işte... Mesela babam bana kızarken annem arkadan onun bağırırken bir gorile benzediğini söyleyip beni güldürürdü. Bu seferde babam bana güldüğüm için kızardı ama iş artık eğlenceli bir hâle gelirdi."

Babasının sözü aramızda ilk defa geçtiği için merak dolu onlarca soru oluşmaya başlamıştı kafamın içinde. Ama Ayaz'ın yüzünde gördüğüm ifadeyle bundan vazgeçtim.

"Banada öğretir misin?"

Ayaz gülümsedi. "Aslında çok basit, bak şimdi..." Ayaz bacakları üzerindeki laptopu kapatıp yatağın üzerinde bağdaş kurunca bende tam karşısında aynısını yaptım. Işık bunu fırsat bilip yine ikimizin arasına yatarken saatlerce Ayaz'la birlikte yeni bir alfabe öğrenmeye çalışmıştım. Her şey birbirine çok benziyordu ve ben bazen karıştırıp başka kelimeler yaratıyordum. Ayaz bunlarla dalga geçip eğlenirken söylediğim şeyi duyunca bende kendimi gülmekten alamıyordum çünkü bazende bu ufak karışıklık kelimeyi tamamen başka anlamlara sürüklüyordu.

Saat çoktan gece yarısını geçtiğinde uyuklayan Ayaz'ın göğsüyle bacakları arasında yatağa kıvrılmıştım. Uyumak üzere olsa bile parmakları saçlarımı okşuyordu. Ve ikimizin arasında onun bana aldığı pembe saçlı bez bebek duruyordu. Bu odanın ışığı biraz loş olunca Işık aydınlık olan diğer odaya gitmişti.

Ayazın parmakları saçlarımın arasından başıma çarpınca hissettiğim ritimle gülümsedim.

İyi geceler, Siyah İnci.

Bende aynı şekilde onun göğsüne dokundum. Seninle iyi...

Ayaz'ın da aynı şekilde gülümsediğini hissederken kapanmak için zorlanan gözlerimi rahat bıraktım.

&

Uyandığımda yalnız olmayı beklemiyordum çünkü pozisyonum hiç bozulmamıştı ve Ayaz'ın gidişini hissetmemiştim. Yataktan kalkıp birkaç dakika öylece durduktan sonra elimi yüzümü yıkamak için odadan çıkınca mutfaktan gelen seslerle kaşlarım çatıldı. "Ayaz?" derken çoktan mutfağa girmiştim bile. Ayaz bana gülümseyerek, "Günaydın," deyince gitmemiş olmasına sevinerek gülümsedim.

"Günaydın, gittin sandım."

"Sen biraz fazla uyudun, bende seni izlerken zayıfladığını fark ettim."

Zayıflamış mıyım diye kendime bakındım ama bir fark göremedim. "Zayıflamadım ki."

"Zayıfladın." dedi Ayaz. "Önceden belini tuttuğumda iki elim arasında mesafe küçüktü. Şuan parmaklarım üst üste geliyor. Yani baya baya zayıfladın."

Kaşlarımı hayretle havaya kaldırırken ne zaman belimden tuttuğunu hatırlamaya çalıştım. Ama öyle bir sahne hiçbir zaman hafızamda yer bulmamıştı kendine.

"Seninde hafızanın maşallahı varmış." dediğimde haraketleri kısa bir an durdu. Omzunun üzerinden bana baktıktan sonra geri önüne döndü ve omleti ocaktan aldı.

"Hadi gel, otur şöyle." Beni de masanın baş köşesine oturttuktan sonra masayı donatmıştı.

Normalde de yemek yemeye bayılan bir insan olduğum için onun bu lezzetli kahvaltısı yüzünden kendimi aşacak şekilde yemiştim. Resmen şuan dört aylık hamileler kadar göbeğim vardı. Ayaz bir tane daha sigara böreği uzatınca başımı iki yana salladım.

"Hayır, gırtlağıma kadar doldum." Rahatsızlıkla söylenirken Ayaz açıkta kalan karnıma bakarak gülümsedi ve elini karnıma götürdü.

"Maşallah tosunuma, bunu da ye de son olsun."

"Dalga geçme!" Elini geri iterken hafifçe güldü. O sırada çalan kapıyla daha fazla yememek için kaçarcasına ayaklanıp kapıya doğru gittim. "Ben bakarım!" Kapıyı açtığımda Baran gayet güzel bir karavanın camından çıkarak delicesine kornaya basmaya başladı. Tuna karavandan aşağıya inerken, "Bestim!" diye bağırdı Baran. Yanında İnci ve Uzay vardı.

"Günaydın." Tuna elmacık kemiğindeki morluğa inat gülümserken şaşkınca "Günaydın," dedim. Ve Baran da aşağıya inip yanımıza geldi.

"Bak bücür bu karava-"

"...pala bıyıktan çaldınız." dedim cümlesini tamamlayarak. "Ne kadar şaşırtıcı bir durum! Acaba bu sefer niye yaptınız?"

"Senin için." dedi Baran sevinçle. Kesinlikle Baran da dayak yemişti.

"Ben mi?"

"Sibel'e gidiyoruz." Arkamdan gelen Ayaz'ın sözleriyle dudaklarım şaşkınlıkla ayrıldı.

"Ne? Sibel'e mi?"

"Sürpriz!" dedi Baran aşırı heyecanlı bir şekilde.

"Onlar?" dedim karavanın içinde oturan Uzay ve İnci'ye bakarak. İnci bana el sallayarak, "Valla can sıkıntısından!" diye bir açıklama yaptı.

"E hadi, hazırlan da gidelim." dedi Tuna gözlerimin içine bakarak. Derin bir nefes alıp omuzlarımı düşürürken başımı iki yana salladım.

"Hayır... Hayır gidemem." Ayaz kaşlarını çatlarken Tuna da yüzünü düşürmüştü.

"Neden?" Ayaz'ın sorusuyla gözlerimi ona çevirdim.

"İstemiyor beni. O veya onun ailesi, bir şey fark etmez. Haklılar. Ayaz, kız benim yüzümden ölesiye dövüldü. Daha kötüsünün olmayacağı ne mâlum?"

Serra da yanımıza doğru gelirken her şeyi duymuş kaşlarını çatmıştı. "Bende öyle düşünüyorum." dedi ama sonra omuz silkti. "Zaten Sibel'i kaçırma niyetimiz yok, gidip en azından düzgünce konuşun. Bu da ona zarar vermez herhalde?"

"Valla benim vardı." diyen Tuna'yla Serra'nın sözlerini mantıklı bulmuştum. "Kaçıracaktım gayette."

"Sus lan, o kız araba değil, babası da pala bıyık değil." Baran Tuna'yla dalaşırken, "Serra doğru söylüyor." dedi Ayaz.

"En azından son kez konuşmuş olursunuz."

"Tamam," dedim son kez olacağı düşüncesi içimi acıtırken. Ama en azından konuşacaktık, gitmezsem bunu bile elde edemeyecektim. "Hazırlanıp geleyim."

&

Yol boyunca sessiz kalmayı tercih etmiştim. Karavanda Asi de vardı. Hepsi bir şeyler yüzünden gülmüş eğlenmişlerdi. Hatta Baran sayesinde keyfi olmayan Asi bile gülmüştü. Ama benim aklım katildeydi. Sibel'le şuan bu durumda olmamız onun suçuydu. Her şey onun suçuydu.

Tanımadığım birisine daha önce hiç bu denli nefret beslememiştim.

Tuna yanıma oturduğunda gözlerimi camdan çekip ona baktım. "Neden üzgünsün?" dediğinde ondan gizlemeye gerek duymayarak, "Katili düşünüyorum." dedim.

"Ondan nefret ediyorum." Tuna dümdüz suratıma bakarken yeniden cama çevirdim bakışlarımı.

"Geldik." dedi Asi. "İşte şu ev."

Camdan Asi'nin gösterdiği eve bakarken anlamayarak Tuna'ya çevirdim bakışlarımı yeniden. "Evi nereden buldunuz?"

"Annesiyle takipleşiyorum, attığı storyden buldum." Tuna'ya gülümsediğimde yeni bir merak uyandı içimde.

"Sibel'i nasıl indireceğiz aşağı?"

"Kaçırırız." dedi Tuna normal bir şeyden bahseder gibi.

"Ben eskiden kargoda çalışıyordum. Kargocu giysim var, çıkarım eve. Sibel tanır zaten, korkmaz. Annesi biraz korksa bir şey kaybetmeyiz, size yaptığına saysın ödeşelim."

Kesinlikle aklıma yatmıştı. Zaten birkaç saatten fazlası olmayacaktı. Kendime hakim olamayarak Tuna'nın boynuna sarıldım. "Seni çok seviyorum!" Geri çekilip diğerlerine de baktım. "Sizi çok seviyorum, teşekkür ederim!"

Baran bana öpücük atarak üzerini değiştirmeye başlarken Ayaz kaşlarını kaldırıp imayla gülümsedi.

"Daha fazlası olduğunu düşünmüştüm." Bunu duyan yalnızca biz, Asi Ve Tuna'ydı. Önce onlara sonra yeniden Ayaz'a baktıktan sonra utançla başımı öne eğdim. Cidden bazen beni aşırı utandırıyordu.

Merdivenlerin ucunda gizlenip zile basan Baran'ı ve kenarda gizlenen Ayaz'ı izlerken içim içimi kemiriyordu. Saniyeler sonra kapıyı açan Sibel'le dudaklarım aralandı. Onu özlemiştim... Üzerinde ona hediye etmiş olduğum bir tişört ve kareli pijamasi vardı. Yüzü solgundu ama sağlıksız değildi.

"Buyurun?" dediğinde Baran şapkasını biraz yukarı kaldırıp ona baktı.

"Selam bestimin besti, naber?"

Sibel'in gözleri şokla açılırken etrafına bakıp biraz dışarı çıktı ve kapıyı aralık bırakarak çekti.

"Baran! Senin burada ne işin var?"

"Selam." Bu seferde kendisine gülümseyen Ayaz'a bakmış ve şaşkınlığı ikiye katlanmıştı.

"Ayaz! Ya siz ne yapmaya geldiniz?"

"Seni kaçıracağız." dedi Baran ve Sibel üçüncü kere şok içinde kaldı. Baran eğilip kızı omzuna aldığında çığlık atmamaya çalışarak ağzını kapatmıştı.

"Baran! Napıyorsun ya? Bırak beni!" Sessizce söylenip bacaklarını sallarken Baran umursamadan arkasını dönüp merdivenlere doğru geliyordu ki içeriden bir ses yükseldi.

"Sibel? Kim gelmiş kızım?" Bu annesiydi... Eyvah!

Ayaz hemen yanıma gelip, "Karavana gidip kapıları açayım." dedi ve aşağıya inmeye devam etti.

"Sibe-" Annesi kapıya çıktığında Sibel başını hafifçe kaldırarak ona baktı. "Sibel!" Çığlığı tüm apartmanda yankılanırken Sibel yüzünü buruşturdu.

"Anne sakin ol, kargocu gelmiş!"

Ah... Ne saçmalıyordu bu kız?"

Baran gülümseyerek geri döndü ve kadına baktı. "Selam, ben kargocu. Ufak bir kargo işlemi var da, onu halletmeye geldim." Kadıncağız şok içinde ikisine öylece bakarken Baran arkasını dönerek koşmaya başlayınca bende hızla aşağı indim. Ben karavana bindikten hemen sonra sırtında Sibel'le Baran da geldi. Uzay karavanı haraket ettirirken Baran Sibel'i yere bıraktı.

Sibel ufaktan kendisine geldikten sonra bana bakarak başını omzuna yatırdı. "Reya..."

"Onların fikriydi." dedim bana kızmaması için. "Konuşmak istedim." Sibel bir şey demeden yalnızca başını salladı. Sonra bana doğru gelerek beklemediğim anda sıkıca sarıldı. Ona sarılmak güzel hissettiriyordu ve ben bu hissi gerçekten çok özlemiştim.

Bir kafeye girip Sibel'le başbaşa dakikalarca konuşmuştuk. Tahmin ettiğim gibi ailesi onu korumak için bu yola başvurmuştu. Onlara hak veriyordum ama bu durum ikimizinde canını yakıyordu, göz ardı edemiyordum. Sibel o gün söyledikleri içinde özür dilemişti. Yeniden instagram üzerinden konuşup haberleşecektik, tabiî ki ailesinin haberi olmadan.

Karavan evinin önünde durunca, "Annene ne diyeceksin?" diye sordu Uzay. Asi'lerle tanışmıştı ve hepsini sevmişti.

"Bilmiyorum, biraz bağırır çağırır. Belki birkaç gün de oda hapsi alırım ama durulur."

"Gel," dedi Asi ayağa kalkarak. "Sana sürpriz yaptığımızı söyleyelim. Reya'yla olduğunu bilmezlerse büyük bir ceza da vermezler." Sibel bu fikri doğru bulmuş gibi gülerek ayaklandı.

"Evet, olur."

Bende kalkarak son kez sarıldım Sibel'e. Bir şey demeden ufak bir tebessümle karavandan inerken Asi ve Baran da aşağıya indi. Baran muhtemelen annesinden özür dileyip ona kızmasına engel olacaktı. Bunun için onlara minnettardım. Ayaz'ın yanına gidip ona da sarıldım ve Ayaz beni küçük yatak odasına doğru götürdü.

"Bu fikir sana mı aitti?" diye sordum cevabını biliyor olmama rağmen. Ayaz gözlerini saçlarıma çıkartıp onları oynarken, "Üzülmen dünyadaki en boktan şey, Reya." diye yanıtladı beni.

"Teşekkür ederim."

"Saçların bugün çok hoş." dediğinde hafifçe tebessüm ettim. "Fotoğrafını çekmek istiyorum." Bizimkiler geri dönmüş olmalılardı; içeriden sesler geliyordu. "Telefonum çantamda."

O çıkınca bende peşinden ilerledim. "Ne oldu evde?" diye sordum Asi'ye.

"Evlendik!" dedi Baran sitemle.

"Ne?"

Asi ona göz devirerek, "Annesini görünce bir an yalan bulamadım, bana evlenme teklifi edeceğini, Sibel de görsün diye onu da götürdüğünü söyledim." deyince, "Baran mı evlenme teklifi etmiş?" dedim hayretle.

"He!" dedi Baran çirkefleşerek. "Evlendik çocuk bile oldu, al sev!"

"Ya sana başka yalan aklıma gelmedi diyorum! Niye kastın bu kadar? Sanki ben sarışın sarışın diye ölüyorum!"

"Annesi numarayı yedi mi?" dediğimde Baran yeni bir darbe yemiş gibi yüzüme baktı.

"Düğüne gelmek istiyor! Bize çeyrek takıp bayat düğün pastamızı yiyecek!"

"Yuh!" dedi Serra kaşlarını çatarak. Aynı anda Ayaz, "Arkadaşlar," demişti ama kimsenin umrunda olmamıştı.

"Abartmasana be! Alt tarafı düğün ne zaman diye sordu?"

"Yani inandı?" dediğimde Asi başını salladı.

"Niye sordu acaba?" Baran sitemle söylenirken Asi çıldırmak üzere gibi görünüyordu. "Gelecek işte!"

"O gelecek diye evlenecek miyiz? Sus artık!"

"Buraya bakın!" diyen Ayaz'la Baran hızla, "Ne var lan?" diye ona baktı. Bizimde dikkatimiz o tarafa çevrilmişti.

Ayaz elindeki kağıdı görmemiz için bize doğru uzattı.

Bölüm sonu...

Selaamm!! Ay artık olayları kızıştıracağım diğer bölümde. Katili bulmaya da az kaldı. Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ve sizce katil kim? Bu zamana kadar Serra diyenler, Serra'nın sözlerinden sonra fikriniz değişti mi merak ediyorum?

Yıldızı yakmayı unutmayın. Görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

931K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
190K 9.4K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
1.1M 36K 20
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir, karanlık aşk türündedir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, psikolojik...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...