YABANCI NEFES (2 HAFTAYA DÜZE...

Autorstwa maisie_ruby

217K 21.9K 16K

İki ülke arasında aranan terörist yüzünden Azerbaycanlı özel kuvvetler askerlerinin ve genç doktorumuzun göre... Więcej

1|Yabancı nefes
2|Güvenli kollar
3| Geçmişin sanrısı.
4| Çiller
6|Bilinmeyen biri
7| Karanlığa tutunan umut ışığı
8| Sönmüş umutlar.
9| Ölüm.
10|Acıyla harmanlanan kalpler
11|Gelecek için atılan adımlar
12|Geçmiş'in bıraktığı izler
13|Bir fotoğraf karesi
14|Terkedilmiş kız çocuğu
15|Ayrılığın serzenişi
16|Acının tarifi
17|Yalanlarla süslenmiş gerçekler
18|Muma dönmüş kalpler
19|Gözler yalan söylemez
20|Ruhu, çocukluğuna esir düşmüş adam
B̶i̶r̶ ̶k̶ü̶ç̶ü̶c̶ü̶k̶ ̶a̶s̶l̶a̶n̶c̶ı̶k̶ ̶v̶a̶r̶m̶ı̶ş̶
21|Soğuk mezar
İlk kitap finalinden spoiler
22|Gerçekler
"Turan'ın düşlerinden"
23|Küçük bir geçmiş meselesi
24|Ruhun serzenişi part 1
24|part 2
25| İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 1
25|İʟᴋ ᴋɪᴛᴀᴘ ғɪɴᴀʟɪ ᴘᴀʀᴛ 2
26| SEZON FİNALİ
𝐘𝐀𝐁𝐀𝐍𝐂𝐈 𝐍𝐄𝐅𝐄𝐒
𝐓 𝐀 𝐍 𝐈 𝐓 𝐈 𝐌

5| Ateş çemberi

9.9K 876 391
Autorstwa maisie_ruby

5| Ateş çemberi.

"Daraldın mı? Kalbin mi kırıldı? Derdin mi çok Rahat değil misin? Bak ne diyor Rabbin: "Kalpler ancak Allahı anmakla huzur bulur."
Rad/28"

15 sene önce.

Küçük Aysu elinde tuttuğu bez bebeğiyle oturma odasında oynarken, aniden annesi içeriye koşarak geldi. Dudak kenarı ve sol kaşının uç kısmından kan damlıyordu. Aysu, annesinin onu kucağına almasıyla yutkundu.

Yine mi kavga edeceklerdi? Annesi yine mi sabahlara kadar sızlayarak, ağlayacaktı? Annesi kızını buz gibi balkona hızla bırakarak, "Annem, çiçeğim. Ben gelene kadar sakın buradan ayrılayım deme. Tamam mı?" diye sordu.

Aysu yutkunarak, minik avuç içini annesinin yüzüne yasladı. Konuşmadı. Konuşmak gelmedi içinden. Sadece baş sallamakla yetindi. Annesi balkon kapısını kapatarak giderken, Aysu buz gibi havada balkonda annesinin gelmesini bekledi.

Annesi gelene kadar oradan ayrılmadı Aysu. Kimi zaman bağırtı kimi zaman kırılma sesi geldi ama kız çocuğu oradan hiç ayrılmadı. Öylece balkon kenarına sırtını yaslayarak, buz gibi zeminde cenin pozisyonunda oturdu. İçinden saymaya başladı. Mutlu olduğu anıları düşünmeye başladı.

Oysa onun mutlu anıları bile bir elin parmağını geçmiyordu ki...

Kucağına buz gibi balkonda yetiştirmeye çalıştığı saksıdaki Mine çiçeğini aldı. Kurumuşlardı. Oysa bu sabah açacağı için seviniyordu kız çocuğu. Annesi öyle demişti. Aysu ellerini çiçeğin üzerinde gezdirirken, içerideki sesler daha çok artmaya başladı.

Çiçekler solmuştu, annesi gelmemişti. Aysu yine bir şeyi başaramamıştı.

O gece ay güneşe yenildi, güneş tüm aydınlığıyla gökyüzündeki yerini aldı.

Ama annesi onu oradan almak için gelmedi.

Küçük kız çocuğu tam iki gün boyunca orada öylece yarı baygın bekledi. Havanın soğukluğu ve üzerinin incecik olmasıyla hemen hastalanmıştı. Oradan ayrılmamıştı çünkü, annesi gelme demişti. Annesi ne derse Aysu hep onu yapardı.

Annesini üzmek bu hayatta isteyeceği son şeydi.

İki günün ardından kız çocuğunu eve temizlik için gelen Azerbaycanlı bir kadın kurtarmıştı. Onu hastaneye götürmüş gerekli ilaçları parası yettiği kadar almıştı.

Belki bu olay geçmişte yaşanmıştı ve kız çocuğu bu olayı unutacağını düşünmüştü..

Oysa bu olayı asla unutamamış, zihninin küf kokan, geçmişinin acı veren emareleriyle dolu mahzenine saklamıştı.

Günümüz.

Acı; açıklaması olmayan ama yakınca hissedilen bir kelimeydi.

Bir insanı mutluluk değil, acı ayakta tutardı.

Mutlu olmak bir yerden sonra sıkıcı gelmeye başlarken acı her gün daha farklı bir hisle bizleri karşılıyordu.

Sobadan yükselen çatırtılar, pencerimden hissedilen tıkırtı sesleri, kulaklarımda ağırlık yapıyor ve uyanmam için zorluyordu. Oysa ben bu gün diğer günlerin aksine hiç uyanmak istemiyordum.

Başımı yumuşak, ellerimle sıkıca sardığım yastığımdan hafifce kaldırarak pencereye baktım. Çok mu beyazdı ya hava? Yavaşca yorganımı itekleyerek, yatağımdan kalkarken, dizimi kadar gelen çorabı biraz daha yukarıya çektim. Odada hüküm süren sıcaklığın ısısı azalmıştı. Önce sobaya doğru ilerliyerek, bir kaç odun attım. Ardından penceremi yavaşca açtım.

Bu yavaşsa eğer hızlı olunca ne yapacaksın çok merak ediyorum Aysu.

Bembeyaz, hatta buz tutmuş kar direkt göğsüme düşerken, "Allahım! Dondum!" diye bağırarak geri çekildim. Bu sırada ıslaklık yüzünden tenime yapışan parçayı çekiştiriyordum.

Pencerem açık olduğu için dışarıda atılan adım seslerini işittim. Hızla oradan çekilerek sobaya doğru ilerledim. Muhtemelen nöbette olan askerlerden biriydi. Pencereme yaklaşmazken, "Aysu! Yaxşısan?" diye sordu Turan bey. İyi misin?

Ayaklı makina gibiydi bu adam. Şıp diye buluyordu hep beni. Yüz buruşturarak, "İyiyim Turan bey. Sadece penceremi açarken yanlışlıkla kar içeriye doğru düştü." dedim.

"Səhvən olduğunu fikirləşmirəm. Pəncərəni elə açıb qışqırdın ki, məndə dedim noldu." Yanlışlıkla olduğunu düşünmüyorum. Pencereni öyle bir açıp bağırdın ki, ben de dedim noluyor.

Göz yumarak, alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Olur ya arada öyle şeyler." Bundan sonra olmasın ama.

"Əlbəttə ki, olar... Ama ancaq sizə." diyerek gülmeye başladı. Pencereden görünen simasına tutuklu kaldı gözlerim. Dudak kenarlarında güldüğü için çizgiler oluşmuş, eldivenli sol elini göğsüne yaslayarak eğilerek gülüyordu. Üşümüyor muydu bu adam? Neden kar maskesi takmamıştı?

"Komandir? Niyə öz özünüzə gülürsüz?" diye sordu Cavanşir abi. Komutanım? Neden kendi kendinize gülüyorsunuz?

Turan bey aniden kendini toplarken, boğazını temizledi. Ardından Cavanşir abiye bakarak, "Ürəyim birdən gülmək istədi Cavanşir. Nədi gülmüyüm?" diye sordu. Canım birden gülmek istedi Cavanşir. Ne o gülmeyeyim mi?

Cavanşir abiyi görmüyordum ama telaşa kapılmış, şaşkın sesiyle Turan beye cevap verdi. "Əstağfurullah komandir. Gülün, siz həmişə gülün. Mən sadəcə, niyə durduq yerə gülürsüz deyə marağlanmışdım." Estağfurullah komutanım. Gülün, siz her zaman gülün. Ben sadece, durduk yere neden gülüyorsunuz diye meraklanmıştım.

"Marağlanma Cavanşir, marağlanma. Həm olur arada bələ şeylər." dedi Turan bey. Sırıttım. Meraklanma Cavanşir, meraklanma. Hem olur arada böylr şeyler.

"Əlbəttəki komandir." Sonra Turan beyin gitmesi için baş haraketi yaptığını gördüm. Gitsin tabi. Gitsin ki, cevabımı vereyim. "Neysə mən gedim." diyerek uzaklaştı Cavanşir abi.

Sonra çok beklemeden, "Bence sadece bana değil size de oluyormuş, Turan bey." diyerek pencereyi kapattım. Pencereyi kapatmadan önce gözükmemek adına yere eğilmiştim. Laf yiyen Turan bey sırıtarak buradan uzaklaşırken, olduğum yerden kalktım. Hemen perdemi çekerek, görüş açımı kapattım.

Güzel bir duş, duş sonrası kahvaltı etmek istiyordum.

●●●

"Dohtor hanım? İyi mi babam?" diye soran adamla beraber bakışlarım ona döndü. Babasının durumu hiç iyi değildi. Şehir hastanesine gitmesi ve orada gözetim altında olması gerekiyordu.

"Babanızın durumu hiç iyi değil Faruk bey. Gözetim altında olması gerekiyor."

Faruk bey bir bana bir de yarı baygın yatan babasına bakarak, "Ölecek değil mi?" diye sordu.

"Durumuna bakılırsa evet ama ne zaman öleceğini Allah bilir. O yüzden siz umudunuzu taze tutun. Babanız için çabalayın. Bir yandan da her şeye hazırlı olun." Evet durumu kötüydü ama iyileşme ihtimali vardı. Fazla mı açık sözlü oldum.

Eşyalarımı çantama dizdikten sonra oradan ayrıldım. Yanımda duran Firengiz, "Məncə bir ümid yaşayacağ." dedi. Bence bir umut yaşayacak.

"Amca iyileşmek için bir çaba sarfetmiyor. Ne zaman oğlu gelse, yanında dursa çabalamaya başlıyor. Kaç kez bunu yapmayın, durumunuz kötüye gidiyor dedim umursamadı bile."

Bazen, bazı hastalarla uğraşırken, delirecek raddeye geliyordum. Düşünsenize, hastanızın iyileşmesi için gecenizi gündüzünüze katarak çalışıyorsunuz ama sonuç; can benim canım. İster iyileşirim ister iyileşmem. Çoğu hasta karşısındaki insanın çabasını umursamıyordu.

Bu umursamamazlık, çok saygısızcaydı.

Firengiz, "Oğlu, hələdə fikirləşir. Fikirləşmək yerinə atasının ona olan baxışlarını görsə düzələr ama harda!" diye kızgınlığını belli etti. Oğlu hala düşünüyor. Düşünmek yerine babasının ona olan bakışlarını görse düzelir ama nerede!

"Oy mənim vızbaş bacımı kim əsəbləşdirib?" diyen Cavanşir abi yanımıza adımladı. Yanında Oktay beyde vardı. Oktay bey bana bakarak başını selam verircesine eğdi. Aynı şekilde karşılık vermişti. Oy benim dağınık saç kardeşimi kim sinirlendirmiş?

"Bir də mənə vızbaş de gör səni neyniyirəm." Bir daha bana vızbaş de bak göre sana ne yapıyorum.

Kardeşinin alnından tutarak, ona doğru savrulan yumruklardan kurtulan Cavanşir abi, "Sən hələ yumruğ atmağı bacarmırsan, kimə xod gedirsən?" diye sataştı. Sen hala yumruk atmayı beceremiyorsun, kime kafa tutuyorsun?

"Qaqaş, gecə evə gəlmə. Yoxsa yuxunda səni boğaram!" Abi gece eve gelme. Yoksa uykunda seni boğarım!

"Mən yatanda bələ oyağ olan adamam. Ona görə başqa bir şey tap." Ben uyurken bile uyanık olan adamım. Bu yüzden başka bir şey bul.

Sonra Cavanşir abi bana dönerek, "Abisinin gülü, necəsən?" diye sordu. Ona vızbaş, bize abisinin gülü. İyiymiş.

"İyiyim Cavanşir abi." dedim sadece. Firengiz bana melül melül bakarken, "Bacısının ürəyiiiii, gəl məni bu axmağın əlindən qurtar." dedi. Kardeşinin biriciğiiiii, gel beni bu geri zekalının elinden kurtar.

Tam kurtarmak için adım atacaktım ki, "Qızı qatmayın aranıza. Özün özünü qurtar." dedi Turan bey. Aniden gelmesi ve sesinin yanı başımda yankılanmasıyla kalbim yine titremeye başladı.

Bu kadar güven veren birisini kalbim tehlike olarak görmüş olacak ki, bu kadar fazla atıyordu. Yoksa başka açıklaması henüz yoktu.

"Ama qaqaş! Görmürsən, nə hala qoyub məni?" Ama abi! Görmüyor musun, beni hale soktuğunu?

Turan bey omuz silkerek tam yanımda durdu. Bu kez yüzünde kar maskesi vardı. Tabii kar maskesini alnına kadar kaldırmıştı ama sonuçtu kulakları üşümüyordu. Bananeydi canım!

Ağzından buhar çıkan Turan bey burnunu çekerek Cavanşir abiye baktı. "Qızı burax. Onsuzda yorğundular." Kızı bırak. Zaten yorgunlar.

Cavanşir abi Firengiz'in alnını hemen bırakırken, Firengiz az kalsın yüz üstü yere çullanıyordu. Abisi hemen onu tutarken, "Sən ayaq üstə dura bilmirsən yazığ xəstələrin neynəsin?" diyerek kardeşine takıldı. Sen ayaklarının üzerinde duramıyorsun, acı çeken hastaların ne yapsın?

Firengiz ha ağladı ağlayacak ifadesiyle sağlık ocağına giderken ben de gülerek peşinden ilerlemeye başladım. Abisi kızcağızı ne zaman görse ya saçlarını dağıtıyordu ya da sinirlenirini bozuyordu.

Ben ilerlerken arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum. Sessiz ortamda yankılanan, ezilmiş kar sesi içimi gıdıklamaya yetiyordu. Yandan arkama dönerken, peşimden ilerleyen, etrafı çatılı kaşlarıyla gözeten Turan bey geliyordu. Ona baktığımı hissetmiş olacak ki, ilk önce bana dönmeden, "Qabağına bax həkim qız yoxsa yerə yıxılacağsan." dedi. Önüne bak doktor kız yoksa yere düşeceksin.

Ben ona bakmıyordum zaten. Çok bakamıyordum aslında. Kamuflajına bakıyordum şahsen. Zaten bakamazdım, kar maskesini yüzüne geçirmişti. Bakmakta istemiyordum- NE KONUŞUYORDUM BEN!

Önüme dönerken, ayağımın burkulmasıyla kıçım üste düştüm. Turan bey beni tutmamıştı. Niye tutmadın be zalımın oğlu! Kıçım fena acıtmıştı. Gölgesi önümde belirirken, bir dizini yere koyarak eğildi. Sadece açık kahve rengi çekik gözlerini görürken, "Sənə, qabağına bax demiştim." dedi. Sana önüne bak demiştim.

Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ben bir kere önüme bakıyordum, tamam mı!? Sadece taşı farketmedim o kadar." Oturup ağlayacaktım şimdi. Ya bir de ben en gereksiz şeylere ağlayan birisiydim. Şuan ağlamamam için bir sebepte yoktu ki...

Turan bey ilk kez bana dikkatle bakarken, "Niyə gözlərin doldu?" diye sordu. Neden gözlerin doldu?

Omuz silkerek, burnumu çektim. "Canım acıdı sadece. Ondan." derken gözlerimi kaçırmıştım. Canım yanıyordu evet ama ruhumun acısı kadar değildi. Neden hep yere çakıldığım zaman zihnim bana acılarımı fısıldıyordu? Neden ağlamam için diretiyordu.

"Çox incitti, həkim qız?" Çok mu acıttı, doktor kız?

Baş sallayarak, taşı gösterdim. "Onun yüzünden oldu işte. O olmasaydı ben-" hıçkırdım. Sol gözümden bir damla yaş süzüldü. Süzülen yaş tenimde kururken, acısı ruhumda ebedi kaldı.

"Tamam." Eline yerdeki taşı alarak, bana gösterdi. "Bax indi bu daşı neyniyirəm." Bak şimdi bu taşı ne yapıyorum. Küçücük taşı avuç içine alırken, diğer elinide üzerine kapattı. Elini birbirine sürterken, hızla taşı kenara, hatta çok uzaklara fırlattı. Görmemiş gibi yaparak şaşkınlıkla ona baktım.

"A-ah! Nereye kayboldu?"

Omuz silkerek, gülümsedi. Gülümsediğini kısılan gözlerinden, göz kenarındaki çizgilerinden anladım. Ardından bir elini acısını hissettiğim, yan duran ayağıma getirerek dokunmadan üzerinde gezdirdi. Avuç içine sakladığı, Mine çiçeğini bana uzatırken bu kez gerçekten şaşkınlıkla ona baktım. Hava soğuktu, hatta buz gibiydi ama bu çiçek yeni açmış gibiydi.

Mümkün değildi ki. Ben de denemiştim ama olmamıştı. Hatta defalarca denememe rağmen.

"Sen bu çiçeği nereden buldun?" Turan bey bile dememiştim. Bu çiçek benim için çok özeldi. Güzeldi, anlamlıydı, yakıcıydı.

"Evimdə bunlardan çox var. Hamısı içərdədi. Soyuğu çox sevmir bu çiçək." Soğuğu çok sevmez bu çiçek. Ben de sevmezdim. Hemde hiç. Evimde bunlardan çok var. Hepsi içeride. Soğuğu çok sevmez bu çiçek.

Çiçeği bana uzatırken almadım. Geriye çekilirken, "Sen de kalsın. Bana verme." dedim. Bana verme çünkü kuruturum. Benim avuç içim soldurur bu çiçekleri.

Gözleri kısılırken, "Məncə, bu gülün sənə ehtiyacı var. Həm sadəcə bunun deyil, digərlərinin də." dedi. Bence bu çiçeğin sana ihtiyacı var. Hem sadece bunun değil, diğerlerininde.

Başımı hızla iki yana sallarken, "Kuruturum ki, ben onları. Bakamam. Hemen solur hepsi." dedim.

"Solsun. Təzəsini alarıq." Solsun. Yenisini alırız.

Dudaklarım benden bağımsız titrerken, "Eskisi gibi olmaz ki ama Turan bey...Eskisinin yerini vermez." dedim. Gözlerim dolmuş, bulanık bakışlarımı çiçekten çekememiştim.

"Olmasın. Verməsin. Bunlar olmur deyə, ümidsizliyə düşməyə ehtiyac yoxdur. Olmur, heçnə olmaz. Əvvəlki kimi deyil, olmasın...Ama sən əvvəlki kimi olmur deyə ağlama. Əksinə, boş ver. Boş ver ki, həmin yerdə daha gözəlləri çiçək açsın." Olmasın. Vermesin. Bunlar olmuyor diye, umutsuzluğa düşmeye gerek yok. Olmuyor mu? Hiçbir şey olmaz. Eskisi gibi değil mi? Olmasın... Ama sen eskisi gibi değil diye ağlama. Aksine boş ver. Boş ver ki, aynı yerde daha güzelleri çiçek açsın.

Küçük bir kız çocuğu görüyordum. Önümde diz çökmüş Turan beyin arkasında, elinde kurumuş Mine çiçeklerini ekdiği saksıyı ve bez bebeğini tutmuş bana bakıyordu. Unutma der gibiydi bakışları. Beni boş verme der gibi bakıyordu bana.

"Keçmişini gözəlləşdirmək istəyirsənsə həkim qız...Keçmişini qəbul elə. Yaşadığlarını daha çox hiss elə. Bunları qəbul elədikdən sonra da hamısını boş ver. Onsuzda, qəbul elədikdən sonra boş verməyə başlayır insan. Sən də bunları elə." Geçmişini güzelleştirmek istiyorsan doktor kız...Geçmişini kabul et. Yaşadıklarını daha çok hisset. Bunları kabul ettikten sonraysa hepsini boş ver. Zaten, kabul ettikten sonra boş vermeye başlıyor insan. Sen de bunları yap.

Ayağa kalkmadan önce öylece dizimin üzerinde ters duran elimin avuç içine, çiçeği koyarak üstten bana bakmaya başladı. Kız çocuğu arkasında kalmıştı. Ne elini uzattı, ne de beni ardında bırakıp gitti. Aksine, çabalamam için acılarımın karşısında bana siper oldu.

Tanımadığım, yabancı olan bu adam bana acılarım karşısında siper oldu.

Bakışlarım onda gezinirken, yutkundum. Çabalamam mı gerekiyordu, geçmişimi unutmak ve güzelleştirmek için? O zaman ben de çabalardım.

Ellerimi iki yanımdan karlı toprağa bastırarak kalktım. Bana verdiği çiçek ezilmişti ama olsundu. Yenisini alırdım. Alırdık. Çabalardım.

Başım göğüs hizasındayken, bir kaç saniye sadece inip kalkan sinesine baktım. Sonra bakışlarımı ona kaldırdım. Gözleri, buz gibi havanın aksine içimi sıcacık etmişti.

Ben Aysu Akçay. Tarih; 28.02.2006 gösterirken, buz gibi balkonda elimde annemin ismini taşıyan kurumuş Mine çiçekleriyle dolu saksıyı tutarken, annesi tarafından terkedilmiştim. Çünkü, kız çocuğunun çiçekleri solmuştu ve annesi bu yüzden gitmişti.

Ben Aysu. Sadece Aysu. Tarih; 28.02.2022 gösterirken, yabancı ama güven veren bir adam acılarıma karşı bana siper olmuş, bana Mine çiçeği uzatmıştı. Terkedilmiş bir kız çocuğu olarak, bana siper olan bu adama güvenmiş, geçmişimin acı emarelerini güzelleştirmek için çabalamaya söz vermiştim.

💠

"Elçin! Bəsdi marçıldadın. Get o tərəftə ye dondurmanı." diye sinirle konuştu Orhan. Elçin! Yeter şapırtattığın. Git o tarafta ye dondurmanı.

Elçin omuz silkerek, dondurmasını yemeye devam etti. Hava soğuktu ama bu dondurma yemeyeceği anlamına gelmiyordu. Gözlerini uyumak için kapatan Oktay, gözlerini aralarken içine derin bir nefes çekti.

Sakindi bir kere. Şapırdatma sesi. Sakin ol Oktay, dedi kendi kendine. Şapırdatma sesi. Cavanşir ne derdi hep, Sakin ol adamım. Good boy, good boy. Şapırdatma sesi. Sırıttı Oktay. O mu sakin olacaktı? Yok canım.

Ranzanın demirlerine sıkıca tutunarak kendini aşağıya attı. Direkt ön ranzada oturan Elçin'in önüne atlamıştı. Elçin ağzını açmış, Oktay'a bakarken yutkundu. "Aboo..." Oktay onu tuttuğu gibi omzuna atarken, Elçin, "Dondurmam getdi! Adə, dondurdum!" diye bağırıyordu.

Baş aşağı sallanırken, uzun boylu olduğu için başı Oktay'ın dizinin arka tarafına geliyordu. Orhan, yeni bir dondurma açarak baş aşağı duran Elçin'e verdi. Elçin sanki hiçbir şey olmamış, ters dönmemiş gibi dondurmasını yemeye devam etti. Oktay onu tüm taburda gezdirirken, garip bakışları umursamamış dondurmasını bitirmişti.

Cavanşir, seccadesini katlayıp dolabına koydu. Etraftan gelen kıkırtı sesi ile arkasını döndü. Elçin midesini tutmuş öğürürken, Oktay katıla katıla ona gülüyordu. Aynı şekilde Orhanda. Hızla Elçin'in yanına ilerlerken, "Nə oldu?" diye sordu. Ne oldu?

Elçin bembeyaz olmuş suratıyla yüz buruşturdu. "Bu dəli, məni baş aşağı sallandırıp hər yeri gəzdirdi. O gəzdirəndə də mən dondurma yiyirdim. İndi də ürəyim bulanır." Bu deli beni baş aşağı sallandırarak her yeri gezdirdi. O gezdirdiği zaman ben dondurma yiyordum. Şimdi de midem bulanıyor.

Cavanşir kolundan tutarak, yatağına oturmasını sağladı. Sonra, "Taxtabaş! Bilmirsən sənin tez ürəyin bulanır?" diye sordu Elçin'e hitaben. Sonra aynı sinirle, Oktay'a bakarak, "Yada ki sən bilmirsən ki, belə eləməy olmaz?" dedi.

Oktay omuz silkerek, "Heçnə olmaz. Turp kimidi o." diyerek iki kez Elçin'in omzuna vurdu. Elçin anında uzanırken, "Ay Allah, sındı sümüylərim!" dedi.

🐺

Turan bey beni arkasında bırakıp giderken, arkasından iç çekerek baktım. Çabalarım, şöyle yaparım böyle yaparım diyordum ama zordu benim için.

Özellikle de geçmişini güzelleştirmek için çabalamak.

Kendi etrafımda savunmasızca dururken, bir ayağımla dönerek etrafımda çemver çizdim. Çok severdim bunu yapmayı. Çocukken bunu kendimi güvende hissetmezken yapardım. Ama şimdi güvendeydim.

Ya da ben öyle zannediyordum.

Çizdiğim çember'in ucunu birbirine birleştirmeye çalışacakken, aniden bir patlama sesi doldu kulağıma. Bedenimin yere savrulduğunu, bembeyaz karın alevler aldığını gördüm. Oysa kar varken ateş çıkmazdı ki. Çıkamazdı. Çıkmamalıydı.

Etafımda oluşan ya da benim gördüğüm ateşten çemberle bir kez daha dejavu yaşadığımı hissettim. Geçen seferkinin aksine bilincim kaybolmamıştı. Ve ya Turan beyle aramızda mesafeler yoktu.

Koştuğubu gördüm. Yanıma kadar koşarak gelmiş, ucunu birleştirmediğim, açık ve yarım kalan çemberin tam üzerinde durmuştu.

O an daha fazla anlamıştım. Anladığım tek şey ise Turan bey güvenin tâ kendisiydi..

Hatam varsa affola.

Bölüm sonu ve bölüm nasıldı sizce?

Ya da Aysu'nun acıklı geçmiş?

Sizce ileride Azərbaycanlı olan ve kız çocuğuna yardım eden kadını görür müyüz?

Peki Turan'ın Aysu'ya çabalaması için cesaretlendirmesii.

Elçin'in dondurma sahnesini attığı storiden anlayan anlamıştır xhzkkz.

Allaha emanetsin❤️

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

1M 12.8K 19
Bacaklarımı araladı. "Ne yapıyorsun?" "Seni içiyorum."
569 134 48
O adamın rutubet kokusunu alamayınce kafamı uzatıp baktım. Siyah saçlı yeşil gözlü bir erkek çocuğuydu. Yaklaşık 13-14 yaşlarındaydı.  Çekine çekin...
595K 43.2K 30
MAHALLE İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlangıcı olabilirdi kişinin. Tek bir durum, tek bir mekan ya da te...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.