ER BAHTI ~yarı texting~ (DÜZE...

By LOTUSTASI

413K 23.4K 15.8K

053*: heeerrr erinnn bahtııınaaa 053*: bir güzel düüüşeeeerrrr 053*: ben de senin bahtına düşebilir miyim? __... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
🤍
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
41
42
43
44
45
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
~FİNAL~
ÖZEL BÖLÜM -1-

40

3.9K 241 342
By LOTUSTASI

Canım Okurlarım

Batı Karadeniz'de gerçekleşen sel felaketi yüzünden birçok şehir ağır hasarlar aldı.

Ayrıca selden dolayı heyelan meydana gelerek İstanbul'a ulaşan tüneller, yollar kaymış ve çökmüş durumda.

Canım memleketim ve kardeşlerim bir çok zorlukla başa çıkıyorlar.

Ben şu an İstanbul'dayım. Hamd olsun biz denk gelmedik ama evler, dükkanlar hasar gördü.

Dualarınızı eksik etmeyin lütfen. Uzaktan da olsa dua kardeşi olalım.

Rabbim bu felakete maruz kalmış olan tüm kardeşlerimize yardım etsin. Vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Eğer bu kitaba bu bölgelerden ulaşıyorsanız, lütfen üzülmeyin. Her karanlığın bir aydınlığı vardır. Umarım bu bölüm sizi ufakta olsa güldürebilir. 15-20 dakikalığına da olsa eğlenirseniz ne mutlu bana!

Hepinizi canı gönülden seviyorum, öpüyorum.

🤍♥️

__________________________

Taha biraz daha gazlayarak yan şeritte onların önünlerine geçti. "Taha ne yapıyorsun?! Bize çarpacaklar!" Meryem korkuyla Taha'ya bakıyordu. "Güzelim sakin ol! Halledeceğim!" Taha yavaş yavaş onların şeridine doğru geçmeye başladı.

"Neden hala durdurmuyorlar arabayı?!"

Meryem panikle elini torpido gözüne vurdu. "Komutanım emin misiniz?" Taha gözünü yoldan ayırmadan başını salladı. "Eminim Kutay."

Meryem panikle Taha'ya baktı. Ne geçiyordu bu delinin aklından?! Böyle giderse iki araba da bariyerlere toslayacaktı.

"Taha korkutuyorsun beni!"

Taha biraz daha gazlayarak Ramis Bey'le aynı şeride girip önlerine geçti. "Komutanım!" Diye bağırdı Ahmet. Taha aralarına mesafe koyarak ilerledi. Yanlardaki araçların yaklaşmaması için de sol eliyle camdan işaret ediyordu. Şerit boşaldığı anda son kez gaza bastı. Frene basıp arabayı yanlayarak kaydırdı.

Tek hamleyle el frenini çekip arabayı yolun ortasında durdurdu!

Meryem korkuyla başını kolları arasına aldı. "Bize çarpacaklar!" Taha panikle bağıran Meryem'i kolları arasına aldı.

Yapmıştı bir delilik...

Herkes yüzünü buruşturarak kendilerine doğru gelen arabaya baktı. Meryem hariç...

"Nolur..." dedi Taha. "Nolur Allah'ım sen yüzümü kara çıkarma..."

Tiz bir fren sesi yankılandı kulaklarında. O saniyeye kadar gözlerini bir kez olsun kırpmamıştı.

O an yumdu gözünü.

Yumdu çünkü arkasını Allah'a bırakmış, sırtını O'na olan güvenine yaslamıştı. Hep böyle yapardı. Ne zaman iki şık arasında kalsa sırtını yine O'na yaslardı. Ne operasyonlarda, ne alın terleri dökmüştü. Bir kez olsun yanılmamıştı. Bir kez olsun yüzüstü bırakılmamıştı. Şimdi de güvendi. Şimdi de Allah'ın onu yalnız bırakmayacağına emindi.

"..."

Tüm sesler kesilmiş, korna seslerinin yol açtığı kulak çınlamaları neredeyse sona ermişti. Etraf oldukça durgunlaşmış, sanki her şey susmaya yemin etmişti. Tek bir şey bozdu bu sessizliği. O da Ramis Bey tarafından bir hışımla açılan araç kapısının çarpma sesiydi. Herkes gözlerini açarak yanlarındaki arabaya baktı. Az önce aralarında metreler olan araç, şimdi milimetrelerle yanlarında duruyordu.

Meryem hafifçe başını kaldırdı. Daha doğrusu kaldıramadı çünkü Taha kendisini tamamen göğsüne sığdırmış, kollarıyla her tarafını sarmıştı. Eğer bir kaza olacak olsaydı tüm darbeyi Taha almış olurdu. "Allah korusun..." diye geçirdi içinden.

"Taha?"

Taha tamamen gerçekliğe dönerek yutkundu. Ardından yavaşça kollarını çekti Meryem'in vücudundan. Hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Çaresizliği, korkuyu ve daha tanımlayamadığı onlarca duyguyu birkaç saniyeye sığdırmıştı. Diğerleri arabadan hızla inerken Taha Meryem'in alnını kendi alnına dayadı. Biraz olsun sakinleşmesi lazımdı.

"Çok korktum Meryem'im..." dedi fısıltı halinde. Derin bir nefes aldı. "Hiçbir mermiden korkmadım şimdiye kadar. Hiçbir operasyonda korkmadım ölürüm diye... Sen incineceksin diye ödüm koptu! Ödüm!"

Alnına uzun bir öpücük bıraktı. Tüm karışık duygularının en mantıklı aktarımı bu şekildeydi. Meryem cevap verebilmek için başını kaldırdı ama cevap veremeden dışarıdan bir ses yükseldi.

"Taha!"

Ve ardından bir ses daha...

"S*çtım..."

Ramis Bey bir hışımla açtı arabanın kapısını. "İn ula aşaği!" Taha inmek için hareketlense de Ramis Bey onu beklemedi. Yakalarından tuttuğu gibi dışarıya çekti Taha'yı.

Koskoca adamı yahu!

Taha hiçbir şey yapmadı. Ramis Bey ensesine, sırtına, baldır kısımlarına darbeler indiriyordu. Sesini çıkarmadı. Haklılığı tartışılırdı. Sorun çıksın istemiyordu.

Meryem bu manzaraya dayanamayarak arabadan indi ve babasının kolundan tuttu. O sırada herkes birbirinin iyi olup olmadığını yokluyordu.

"Baba ne yapıyorsun?!" Ramis Bey sinirle itti kızını. "Sen garişma bağa!" Taha Meryem'in itildiğini görünce gözleri kocaman açıldı. O zamana kadar hiçbir tepki vermemişti ama bu bardağı taşıran damlaydı.

Düşmemesi için Meryem'i belinden kavrayıverdi. Ramis Bey daha da sinirlenerek Taha'yı Meryem'den uzaklaştırdı.

"Tokunma ula kizima!" Yakalarından tutup salladı. "Duydun mi?! Tokunmayacasun kizima!" Hırpalanmak Taha'nın umrunda felan değildi. Onun umrunda olan bir çift yeşil gözdü. Endişeyle bakan, korkuyla titreyen bir çift yeşil göz...

"Baba n'olursun dur!" Diyerek Ramis Bey'in kolunu çekiştirdi Meryem. Bu sırada Akif koşarak yanlarına geldi. Ayırmak için araya girse de Ramis Bey buna izin vermedi. Hatta hiçbirine izin vermedi. "Ramis amca sakin ol." Deseler de hiçbirini dinlemedi. Taha'ya vurmaya devam etti.

Taha time bakarak başını salladı. "Bırakın" dedi. Bıraksalardıda sinirini kendisinden çıkarsaydı. Yeterki dönüp Meryem'e sataşmasaydı. Kabulüydü. Şimdiye kadar karşılığını vermediği bir fiskeyi yememiş adamın, karşılıksız dayak yemek de kabulüydü.

"Baba yeter!" Diyerek bağırdı Meryem. İçi yandı. Babasının her bir darbesi sanki kendisineydi. "Ula karişma demedum mi ben sağa?!" Ramis Bey bir hışımla arkasını döndü. Sinirle eli havaya kalktı. Belki vurmayacaktı ama Taha'nın kalbinden bir endişe seli geçmişti çoktan. Hele de o el Meryem'e kalkmıştı.

"Baba!" Diyerek tuttu elini. Ramis Bey aynı hışımla Taha'ya döndü. Elini çekmeye çalışsa da kıpırdatamadı. "Pirak ula elumi!" Taha ne kadar sıkı tuttuğunun farkında değildi. Değildi ama sıkı tutuyor oluşu sorun da değildi onun için.

"Baba sakın..."

Ramis Bey hala elini çekmeye çalışıyordu. "Bana gelişi güzel vurdun. Eyvallah, gıkım çıkmaz. Haklı veya haksızım, o da önemli değil. Babamsın, el kaldıracak da değilim." Kaşlarını kaldırdı.

"Ama Meryem olmaz baba!"

Ramis Bey elini kurtaramayınca Akif araya girmeye çalıştı. "Devrem sakin-" Taha Akif'i kaale bile almadı. Ramis Bey'e bakarak konuşmaya devam etti. "Ben Meryem'e kaşımı kaldırmaya korkuyorum, el kaldırmak ne demek baba?!"

Gözleri, sesi titredi Taha'nın. Düşüncesi bile çileden çıkartırdı adamı! Olur muydu öyle şey? İnsan sevdiğine böyle davranır mıydı hiç? Meryem'in tenini rüzgar ürkütse, rüzgara atarlanası gelirdi Taha'nın. Abartıyor muydu? Abartsındı! Meryem abartılmayı bile hak edecek bir kadındı.

Ramis Bey sinirle çıkıştı. "Ula neden kirdun o zaman arabayi onüme?!" Meryem Taha'ya bırakmadı cevabı. "Neden acaba baba? Arabayı durdurmadığın için olabilir mi?!" Sinirle dudaklarını yaladı. "Hakikaten baba! Neden durdurmadın arabayı?! Bunca canı tehlikeye atmayı nasıl göze alabildin?!" Ramis Bey'in eli Taha'da, gözü Meryem'deydi.

"Ben mi atmişum?! Ha bu uşak ettu oni! Kirdi onüme! Cidiydık oteki tarafa!" Meryem sinirle saçlarını geriye savurdu.

"Ha bu oğlan sen cidupte millete çarpma diye kirdi onüne! Araba yalpalayidi!" Hızlıca arkasını döndü. "Peki sen ana! Sen bilmayi misun ettuğunin tehlikesuni?! Can ula bu! Can! Pazardan alinmayi! Ha bunun pestili çikmiş yenusini verun diyemayisun!" En son sinirle ayağını yere vurdu.

"Akluniz nereye ula sizun?!"

Derin bir sessizlik oldu. Taha Ramis Bey'in kolunu bıraktı. Akif ve diğerleri düşünceli bir yüz ifadesiyle birbirlerine bakıyordu. Kimse konuşmadı. Kimse de cevap vermedi. Filiz arabanın kapısındaki su şişesini Meryem'e uzattı. Meryem kapısı açık olan arabanın koltuğuna yanlamasına oturarak birkaç yudum su içti. Derin nefesler alarak alnını ovaladı.

"Madem bu gada gorumak istiysın kizumi... Ciddi ciddi celirsun bağa. Kendi de istiysa nikahli karin edersun oni."

Ha? Af buyur?

Nasıl yani? Taha doğru mu duymuştu? Bir anda kafasında davullar, zurnalar çalmaya başladı. Nereden geliyordu bu sesler? Yaşadığı şokla olduğu yerde kaldı. Ne demişti o? Nasıl demişti? Bir şey demişti ama...

NE?!

"Ama şindi bağa emanet. Vurmayacağudim kizima. Vurmam. O yüzune kari cibi cirlama bağa. Senden oğrenezağk değilum he..." Taha'yı yakasından tutup kendine çekti. Kulak hizasına kadar eğdirdi başını. "Ha bunlarun tekune zarar celse idi... Seni bu toprağa gömeridum damat!" Taha hala şokun etkisindeydi, öylece bakıyordu.

"Sen yemişun bi fışki, ben yemişum bi fışki. En iyisi unutalum biz bu işi..." Taha'nın omuzuna iki defa vurarak arkasını döndü. "Ben yatazağm. Arabayi ha bu uşak sürsun." Elinin tersiyle Akif'i işaret etti. Ardından arabanın arkasına serilmiş olan battaniyelerin üzerine yatmaya gitti.

"Uyyy yengem!" Filiz eli ağzında gülerek Meryem'e baktı. "Noldi az önceee?!" Meryem sırıtarak Taha'ya baktı. Taha hala boş gözlerle yere bakıyordu.

"Kendi de istiysa nikahli karin edersun oni..."

İstiyordu değil mi? İsterdi. İsterdi yahu!

"Noldi uşak? Benumlen evlenme fikri ağir mi celdi sağa? Daldun gittin hee! Poğulma tikkat et!" Filiz sırıtarak Taha'ya baktı. "Yok yengem. Evlenunce olacak şeyleri duşünürkene dalmiştur uşak..."

Taha dudaklarını kıvırdı, düzleştirdi, kıvırdı ardından düzleştirdi. Ardından gülerek Meryem'e baktı. "Anaa! Ula nasıl oynadı ayarımla iki dakikada?" Saçlarını karıştırdı. "Noldu az önce? Biz sinirliydik sonra o... sonra bi... sonra dedi kızımlan evlen... sonra... sonra nasıl bir posta yedim ben ya?!"

Taha duygularını ifade edemeyerek birkaç cümle kurmaya çalışmıştı ama onu da becerememişti. Aniden arkalarından bir gülme sesi yükseldi. Herkes dönüp sesin geldiği tarafa baktı. Bu ufak kahkahayı ağzından kaçıran kişi Deniz'di. Fazla dikkat çektiğini farkettiği anda elini dudaklarına götürdü. "Pardon... pffttt!" Ardından kahkahası hafif bir tebessüme dönüştü.

Kutay Deniz'in hem bu haline, hemde yalnız o gülmüş olmasın diye Denizle beraber gülmeye başladı. Ardından diğer kızlar ve ardından diğerleri de katılarak hep beraber gülmeye başladılar.

Akif Taha'nın omzuna gülerek birkaç defa vurdu. "Ulan nasıl bir aileye kapak attın ya?!" Sedef çıkışarak Akif'e seslendi. "Pardon? Nasıl bir aileye kapak atmış? Nesi varmış ailesinin?" Akif bıkkınlıkla yüzünü sıvazladı. "Yani çok muhteşem, güzel, ultra aow waow, perfect bir aile demek istedim!"

"Aferin." Diyerek sırıttı Sedef. Akif başını sola doğru yatırarak "Estağfirullah..." çekti. Çatmıştı ya! Her şeye de atlamasa olmuyordu yani!

"E hadi binin da! Bu kadar gerginlik yeter herkese." Efe kollarını kümese tavuk sokmaya çalışan eleman gibi salladı. Herkesi toplayarak arabalara geri bindirdi.

"Hakikaten ya! Ne düğünmüş arkadaş, bi varamadık!" Kutay elini dizine vurarak yakındı. Hakikaten öyleydi. Sağ salim varsalardı bari...

Herkes yerini alınca yola geri koyuldular.

Yolculuğun devamını sessiz, sakin bir şekilde geçirmişlerdi. Bir ara Taha'nın uyuması için Meryem direksiyona geçmiş, birkaç saat arayla Kutay ve Ahmet de arabayı sürmüşlerdi. İstanbul sınırlarına geldiklerindeyse Firuze'ye haber etmiş, düğün salonunun adresini almışlardı. Firuze her ne kadar "biz size otel ayarlarız" dese de onlar kabul etmemişlerdi.

...

"Ding-dong"

"Mert! Oğlum koş bakayım! Dünürler geldi herhalde!"

Mert koltuktan fırlayarak kapıya koştu. Kocaman bir gülümsemeyle açtı kapıyı. "Meryem abla!" Diye bağırıverdi ama karşısında Meryem değil Süheyla vardı. Mert kaşlarını çatarak Süheyla'nın suratına baktı.

"Yengem nerede?"

Süheyla Mert'in çenesini hafifçe okşadı. "Mertçiğim Meryem değil Süheyla'yım ben!" Diyerek güldü. Mert küçük bir çocuk muamelesi gördüğü için Süheyla'ya ayar olmuştu. Ayrıca kendisi de biliyordu onun yengesi olmadığını. Bu ne samimiyetti yani? Bir de on sekizine girmesine birkaç ay vardı yahu! Çene okşamalar felan... Hoş değildi böyle şeyler...

Yalandan gülümseyerek içeriyi gösterdi. "Hoş geldin Süheyla ablacığım." Süheyla önde, arkasında da Sedef, Asiye, Deniz ve Filiz vardı. Mert her bir kişi geçtiğinde yüzlerini kısaca bir inceledi. Asiye geçerken de incelemiş bulunmuş ama diğerlerinin aksine devrilen iki gözle karşılaşmıştı.

Bu kimdi be?

Kızlar içeri geçerken Taha'nın anne ve babası onları karşılayarak salona oturtturmuşlardı. Herkes aile büyüklerini, yani Ramis Bey'le Züleyha Hanım'ı bekliyordu. Biraz zaman sonra ellerinde poşetlerle Züleyha Hanım önde olmak üzere içeri girdiler.

"Ooooo! Hoş geldiniz efendim!" Ömer Bey içinde kaynayan enerjiye engel olamadan Ramis Bey'e sarılıverdi. Firuze Hanım da samimiyetle Züleyha Hanım'a sarılmış ama Ömer Bey kadar coşmamıştı. Hatta Firuze Hanım sarılmayı bıraktığında Ömer Bey hala Ramis Bey'e sarılıyordu. Firuze derin bir iç çekerek Ömer Bey'in omzuna dokundu.

"İçeri geçsinler istersen artık..." Ömer Bey hızlıca başını salladı. "Tabi! Tabi! Yoldan geldiniz. Yorgunsunuzdur şimdi! Buyurun, geçin." Mert ellerindeki poşetleri alarak mutfağa doğru yöneldi. Tam bu sırada az önce kendisine göz deviren kızın hızlıca kendisini takip ettiğini gördü. Poşetleri elinden henüz bırakmıştı ki Asiye elinden kapıverdi.

"Ne yapıyorsun be?!" Diyerek çıkıştı Mert. Bu ne saygısızlıktı? "Benim poşetim de arasına karışmış da. Onu alacaktım." Mert kısa bir bakış attı. "Sakince isteseydin verirdim. Elimden çekmene gerek yoktu" diyerek ellerini uzattı. Asiye bir kez daha devirdi gözlerini. Hızlıca kendi poşetini alıverdi. "Sakince aldım zaten" diyerek kaçıverdi mutfaktan. Arkasında da bir adet somurtkan yüz bıraktı.

O sırada diğerleri teşekkür ederek salona geçmişlerdi. Herkes yerleştiğinde kısa bir süre sessizlik oldu. Herkes gülümseyerek birbirine bakıyordu. Ortamda en çok gülümseyen de Ömer Bey'di. Ömer Bey sessizliği bozmak için ne diyeceğini bilemedi. Hem ev sahibiydi hem de babaydı. Bir şey bulmalıydı. Acaba şakayla mı giriş yapsaydı? Ortam yumuşar mıydı?

"Eeee. Sebebi ziyaretiniz belli!" Diyerek ellerini dizine koydu. Kocaman bir sırıtışı da yüzüne eklemeyi unutmamıştı. Ancak bir şeyi kaçırmıştı. Bu şakayı herkes anlayamazdı.

Ortamdaki gülümseyen yüzler bir anda solmuş, herkes şaşkınlık içinde Ömer Bey'e bakmıştı. Ömer Bey herkese sırıtarak bakıp cevap vermeyince, herkes başını Ramis Bey'e döndürdü. Belki o cevap verirdi.

Ne oluyordu burada?! Sebebi ziyaretiniz de ne demekti?

Taha ortamdaki gerilim havasının ironikliğiyle gülmeye başladı. "Hahahaha! Şaka yapıyor babam" diyerek şakayla karışık durumu açıkladı. İyi de yapmıştı. Herkesin yüzündeki şok ifade buz gibi eriyivermişti. O "ha?" Diye bağıran dudaklar, sakince yerini gülücüğe bıraktı. Önce azar azar başlayan gülüşler gittikçe çoğalmıştı çünkü ortamdaki ironik havayı herkes anlamaya başlamıştı.

Demek ki Ömer Bey böyle bir adamdı.

"Hani ortam biraz yumuşasın diye şey ettim. Kusura bakmayın." Dedi heyecanla. Firuze Hanım alışıktı bu durumlara. Yine de utanmadan edemedi. İyi adamdı, hoş adamdı da arada böyle ayarsızlığı tutuyordu işte.

"Yok canum, Estağfirullah. Eyi oldi cülduk da!" Ömer Bey'in heyecanlı olduğu kadar Ramis Bey de gergindi. Onlar büyüktü! Konuşmaları lazımdı! Ne konuşacaklardı peki? Piyasayı mı? Artan zamları mı? Çocukların geleceğini mi?

"Bu araya ben Ramis" dedi gülümseyerek. "Ramis Kurtuluş." Meryem'i işaret etti. "Kizum Meryem. Biliysinız zaten." Eşini işaret etti. "Eşum Züleyha." Efe'yi işaret etti. "Ha bu en böyük oğlum; Efe. Eşi da kizum Filiz" Ardından da Asiye'yi işaret etti. "Bu da en güçük kizum Asiye."

Ömer Bey şefkatle baktı Asiye'ye. "Oy gözlerine maşallah! Kaç yaşındasın yavrum sen?" Asiye biraz utanarak cevap verdi Ömer Bey'e. "On sekiz olacağım yakında." Meryem şöyle bir baktı Asiye'e.

Asiye on sekizini aşmamış mıydı yahu?

"Rezil seni!" Diye kızdı kendine. Daha kardeşinin yaşını doğru düzgün bilmiyordu! Yine de bir tık sevindi. Bu vesileyle öğrenmiş olmuştu işte! Nereden baksa kardı!

"Maşallah, maşallah. Bizim oğlan da yakında on sekiz olacak. Mert de benim en küçüğüm." Mert aniden kendisi hakkında verilen gereksiz bilgi yüzünden şöyle bir babasına baktı. Elini pişmanlıkla alnına vurdu.

Neden şimdi söylemek zorundaydı?!

Artık kimseye on sekiz yaşında olduğunu söyleyemeyecekti! Babası kendisini ifşalamıştı çünkü! Babasına sinirli birkaç bakış daha gönderdi. Daha sonra kimse farketmesin diye bakışlarını gizledi.

"Öyle işte... Taha da en büyük oğlum. Bir de ortanca var. Hasan." Ramis Bey daha önce hiç haberi olmadığı ortanca çocuğu duyduğunda hafif yollu şaşırdı. "Hee! Ha oni hiç duymamişum. O nereyedu?" Ömer Bey gülümsemesini azaltarak birkaç saniye durdu. Dudakları hafif kıpırdadı ama bir şey söylemedi. Ramis Bey yanlış bir şey deyip demediğini anlamak için Meryem'e baktı. Meryem buruk bir gülümsemeyle karşılık verdiğinde anladı.

Hasan'a bir şey olmuştu.

"Cennette... inşallah. Şehit oldu benim güzel yürekli oğlum." Dedi gururlu bir ifadeyle. Göğsü kabardı. Kabarırdı tabii! Öyle kolay mıydı şehit babası olmak? Değildi!

"Güzel yürekli oğlum..."

Ramis Bey çok utandı. O kadar utandı ki yüzünün kızardığının farkında bile değildi. Ömer Bey gururla söylemişti oğlunun şehit olduğunu. Peki kendisi ne yapmıştı? Bunca yıl ne yapmıştı? Ne demişti babasının arkasından? Neler düşünmüştü? Bir kerecik olsun şu gururu yaşayabilmiş miydi? Hiç sanmıyordu. Her defasında yermişti babasını. Babası hak etmiş miydi bunları? Yaptığı fedakarlığın karşılığını vefasız bir oğul olarak mı vermişti gerçekten? Hadi o zamanlar yirmilerindeydi. Peki ya şimdi? Şimdi basmıştı altmışına! Koca adam olmuştu! Ayıp değil miydi?

Bunca yıl! Bunca yıl bir kez olsun babası hakkında neden gururlanmamıştı?

"Paşumiz sağ olsun. Allah Hasan'a hakiki şehitliği, bize da şehit gıymeti bilmayi nasip etsun." Ömer Bey karşısında omuzlarını düşüren adama baktı. Ne güzel dua etmişti öyle... Ne diye düşmüştü omuzları? Kaldırsaydı ya!

Çok geçmeden duanın devamı geldi.
"Amin"

...

"Kim demişti lan biz koyun koyuna yatarız diye?!"

Kutay'la Ahmet yavaşça birbirlerine döndüler. İkisi de ayı anda işaret parmağıyla birbirlerini gösterdi. "O komutanım!" İkisi de sinirlenerek birbirinin kafasına vurdu. "Lan niye yalan söylüyorsun?!" Yine aynı anda konuşmuşlardı. Artık bir alışkanlık haline gelmişti. Çoğu zaman aynı anda konuşup, aynı tepkileri verebiliyorlardı. Neyseki bu daha fazla sürmedi. Kutay'ın kafasına Taha, Ahmet'in kafasına da Akif vurarak onları susturdular.

"Çok afedersiniz..." Akif parmaklarını birleştirerek yerdeki yataklara bir bakış attı. "Bu g*t kadar yerde dört adam nasıl yatacağız? Vazgeçtim, affetmeyin. Bu g*t kadar yerde nasıl yatacağız biz a*ına k*yayım?!" Akif sinirle ikiliye döndü. İkisi de susup yere baktılar. "Oğlum neden artistlik yapıyorsunuz? Kadın size demiş bir oda daha vereyim diye! Neyinize ulan kabul etmemek?! Neyinize?!" Kutay'la Ahmet yandan yandan bakıştı. Eğer yalnız olsalardı birbirlerine gireceklerdi çünkü bu konuda ikisi de birbirini fişfiklemişti!

"Komutanım.... aşk olsun!" Kutay kınayan bakışlarla gözlerini kıstı. "Dağlarda, bayırlarda öyle demiyordunuz ama!" Eski bir anıyı hatırlatarak elini beline koydu. "Yeri gelecek taşta yatacağız. Yeri gelecek üst üste yatacağız. Tatlı uykunuz yok artık! Rahatsız edici taşlar var! Tüm vücudunuzu sızlatacak, daracık yerler var artık!" Taha Kutay'ın bu gayretine gülümsedi. Ardından ciddi bir ifade takınarak ikiliye baktı. "Burası dağ mı Kutay?" Kutay ensesine gelecek bir şaplak bekledi bu cümleden sonra ama o şaplak gelmedi. Onun yerine daha güzel bir şey geleceğini bilmeden masumca gülümsedi.

Taha bir yer yatağına bir de ikiliye baktı.

"Asker!"

İkisi de duruşlarını dikleştirip ellerini şakaklarına koydular. "Emredersiniz komutanım!" Taha ellerini arkasında bağladı. "Duyduğuma göre nöbet tutmayı özlemişsiniz asker!"

"Evet komutanım!"

"Aferin lan size! Hadi nöbete!"

"Emrede-"

Ahmet devamını getirse de Kutay başını çevirip Taha'ya baktı. "Komutanım nöbet derken?" Taha Kutay'ın kafasına bir tane vurdu. "Ben izin vermeden konuşma. İkincisi de cezalısınız! Çıkın! Evin önünde nöbet tutacaksınız!"

"Emrede-"

Bu sefer de Kutay devam edip Ahmet Taha'ya döndü. "Komutanım o nasıl olacak ki şimdi? Hadi bekledik diyelim, silah yok ki." Taha Kutay'a vurduğu gibi Ahmet'e de vurdu. "Oğlum az önce demedim mi izinsiz konuşma diye? İkincisi de siz inin kapıya, ben getireceğim silahlarınızı."

"Emredersiniz komutanım!"

Ahmet'le Kutay birbirlerine söve söve kapıya doğru yöneldiler.

"Aferin herifçiğim salağı! Tüm gece bekle şimdi!"

"A*an ya! Sabaha kadar tutturur bize dimi?"

"Ahmet... tutacağımız şey sadece nöbet olmayacak, acımaz kardeşim. Acımayacak."

"Acımaz tabi! Niye acımaz? Senden ötürü!"

"Lan ben ne yaptım?"

"Niye diyorsun Firuze teyzeye bu yeter bize diye? Taha komutan doğru söylüyor! G*t kadar yer a*asını s*tayım!"

"Lan sen niye destek çıktın madem g*t kadar yer?"

"Sen rezil olma diye!"

"Lan sie!"

"Tabi lan! Yalnız kalma diye yaptık! İyilik de yaramıyor paşama!"

"Yarıyor, yarıyor. Bak! Sabaha kadar antrenman! Huh! Hah! Huh! Hah!"

İkili kapının önüne çıktıklarında Taha çoktan mutfaktan bir şeyler almış, dönüşte de salona uğrayıp yanlarına gelmişti. Ellerindekini göstererek gülümsedi. Karşısında elinde kepçe ve spatulayla duran Taha'yı görünce ikili de afallamıştı. Yavaşça birbirlerine dönüp baktılar. İkisinin kafasında da görünmez bir soru işareti belirmişti. Bu bakışmayı bi onlar anlardı.

"Komutanım bunlar ney?" Taha spatulayı Ahmet'in, kepçeyi de Kutay'ın eline tutuşturdu. "Görmüyor musun Ahmet? Tanıştırayım spatula. Spatula, Ahmet. Ahmet, spatula."

Kutay yüzünü buruşturarak kepçeyi kaldırdı. "Bu da kepçe herhalde komutanım." Taha muzip bir gülümsemeyle başını salladı. "Evvet! Kepçe, Kutay. Kutay, kepçe." Ardından elindeki terliği de yanlarına koydu. İşaret parmağını kaldırarak onları uyardı.

"Bu da anne terliği. Güçlü bir cephane. Zorda kalmadığınız sürece kullanmayın. Ayarlanması da bi hayli zor ama size güveniyorum. Hayde iyi nöbetler!" Diyerek ikisinin de omuzlarına vurup içeri girdi.

Ahmet'le Kutay deminden beri beşinci bakışmalarını yaşıyorlardı. Ahmet elindekini 'şaka mı?' Der gibi kaldırdı. "Spatula?" Kutay da aynı şekilde kepçeyi kaldırdı. "Kepçe? Hadi sen yine iyisin. Ben ne yapacağım? Düşman gelse, adamın yüzünü mü kepçeleyeceğim?!" İkisi de bir anda gülmeye başladılar. Kutay aniden kaşlarını çattı.

"Savulun düşmanlar!"

Kepçeyi bir katana edasıyla tutuyordu. Ahmet sesini hafif genizine vererek Cüneyt Arkın taklidi yapmaya başladı.

"Hıağğğğ! Beğn yıkığlmam uleyğn!"

Kutay elindeki kepçeyi tehditkar bir ifadeyle Ahmet'e tuttu. Ateş eder gibi savurdu kepçeyi.

"Beğn yıkığlmaağmm!"

Ahmet kurşun yemiş gibi sol omuzunu sektirdi. Ardından omuzunu tuttu.

"Aç  kalırığğmm!"

Kutay bir kere daha ateş eder gibi yaptı. Ahmet bu sefer sağ omuzunu sektirip, tuttu.

"Belki ölürüğm!"

Kutay senaryodan değişik olarak Ahmet'in bacağına doğrulttu kepçeyi. Ahmet "ağh!" Diyerek bir dizini yere düşürdü. Kutay bu sefer diğer bacağını hedef aldı. Ahmet yine ahlayarak dizleri üzerine çöktü.

"Asla yıkığlmaaağğğmmm!"

İkisi de kahkaha atmaya başladılar. Kutay dizleri üzerine düşmüş olan Ahmet'i başından iterek arkaya doğru düşmesini sağladı.

"Lan!" Diye bağırdı Ahmet. Düşmeyi planlamıyordu. Bu yüzden iki katı daha fazla gülmeye başladı. Gecenin sessizliği umurlarında değilmiş gibi kahkaha atıyorlardı. Ahmet ayağa kaldırması için Kutay'a elini uzattı. Kutay yarısına kadar kaldırdı ama sonra elini bıraktı. Ahmet yere kapaklanmak üzereyken de tekrar tutup dengesini sağlamasına yardım etti.

"Eşek herif ya!" Diyerek boynundan kendine çekti. Kafalarını hafifçe birbirlerine çarptırarak gülmeye devam ettiler.

Aradan biraz zaman geçince ikisi de kapının önüne oturup sırtlarını kapıya dayadılar. Ahmet elindeki spatulayla oynuyordu. Kutay da öylece gökyüzüne bakıyordu.

"Çok güzel."

Ahmet başını hafif kaldırdı. Tüm görkemiyle duran Ay'a baktı. Gördüğü manzara karşısında kaşlarını hafif kaldırarak şaşırdı. "Harbiden..." Kutay'ın aklına o an bir şey düştü.

"Belin nasıl oldu?" Ahmet bu soruyu beklemiyordu ama farklı bir tepki de vermedi. Gökyüzüne bakmaya devam etti. "Bir şeyi yok. İyi." Kutay bakışlarını Ahmet'e çevirdi. "İstanbul'a gelmişken bi baktıralım." Ahmet cıkladı. "Yok, iyiyim dedim ya."

"Tamam. İyisin madem. Baktıralım işte." Ahmet gelişi güzel elini salladı. "Ya boşver." Kutay Ahmet'in omuzundan tuttu. "Boş felan veremem. Adam gibi baktıralım işte." Ahmet teslim olarak kabul etti. "Tamam ne yapıyorsak yaparız." Kutay Ahmet'in bu dalgın haline pek anlam veremedi. Her şeyini bilirdi bu çocuğun. Giydiği dondan aldığı nefese kadar tanıyordu. "Bir şey var" dedi içinden ama irdelemedi daha fazla.

...

"Aaaağğğğğ!"

Kutay düşmeden uyandı uykusundan. Asker refleksiydi işte!

Ne oluyordu lan?!

Hızlıca etrafa baktı. Bir silüet ilişti gözüne. Deniz? Neden buradaydı? Aaa! Kapı açık. Açılmış kapı... düşmek üzereyken uyanmak... nöbet... gece... uykusuzluk...

"Ne işiniz var sizin burada?!" Kutay hızlıca ayağa kalktı. Üzerindeki tozları silkeledi. "Nöbet tutuyorduk." Deniz elindeki çöp poşetini yere bıraktı. "Nöbet mi?!" Kutay eliyle sessiz olmasını işaret etti. "Bağırma kız sabah sabah. Anlatırım sonra. Çöp mü atacaksın?" Başını salladı Deniz. "Hııı" diye bir homurtu çıkardı. "Ver ben atayım" diyerek elini uzattı Kutay.

Deniz önce Kutay'ın hafif koyulaşmış gözaltlarına sonra da elindeki kepçeye baktı. İstemsizce dudakları kıvrıldı. "Yok, ben atarım. Sen Ahmet'i de uyandır salonda kahvaltı olana kadar kestirin. Belli, gece uzun geçmiş." Kutay utangaç bir ifadeyle elindeki kepçeyi arkasına sakladı. Bu sırada kaldırdığı elini de indirmişti. "Yok canım. İki dakika atar gelirim. Bu ayı da uyusun burada. Alışıktır o." Deniz bir anlığına kararsız kaldı. Poşeti direkt elinden verse eli kendisine değer miydi?

"Ağhh!"

Diye yakındı içinden. Nefret ediyordu bu huyundan. Nefret ediyordu böyle düşünmek zorunda kalmış olmaktan. İstemiyordu böyle olmak. Bunları kafaya takmak istemiyordu artık ama aşamıyordu işte. Belki de aşamayacaktı hiçbir zaman. Gerçeğin yüzüne çarpılışıyla yüzü düştü Deniz'in. Çöp poşetini kapının yanına koydu.

"Sağ ol" Diyerek içeriye girdi.

Kutay yavaşça poşeti aldı. Ciddi miydi? Gerçekten elden veremeyecek kadar tiksiniyor muydu kendisinden? Hem o yüz ifadesi de neydi? Neden böyle yapıyordu ki? Ne yaptı kendisi ona? İyilik yapmaya, yardım etmeye çalışmaktan başka ne yapmıştı? İlk kapıyı açtığı anki gibi gülümseseydi ya! Ne olurdu sanki?!

Kutay düşüncelerine dalmışken çöp kutusunu çoktan geçtiğini fark etti. Koşarak geri geldi ve çöpü atarak Ahmet'in yanına döndü. Tabi bir kişinin onu izlediğinden haberi yoktu.

Deniz yanlış anlaşıldığını düşünerek arkasını dönmüş ama Kutay'ın çoktan gittiğini fark etmişti. Düşünceli halini izlemekten de kendini alıkoyamamıştı. Çöpü mü görmemişti o?

"Pfftt!" Engel olamadı gülmesine.

"Komik mi?"

Deniz aşağıdan gelen sesle ürktü. Ahmet imalı bir gülümsemeyle baktı Deniz'e. "Günaydın bacım." Kaşlarını çattı. "Günaydın?" Başıyla Kutay'ı işaret etti Ahmet. "Manzara güzel galiba." Deniz dilini damağına vurarak cıkladı. "Tövbe tövbe..."

Deniz içeri girerken Ahmet de ayağa kalkarak üzerini silkelemişti. Kutay yanına geldiğinde elini omzuna attı ve o şekilde Taha'ların odasına doğru yol aldılar. Kapıdan girmeden hemen önce Kutay Ahmet'i durdurdu.

"Hazır mıyız?" Ahmet başını iki yana salladı. "Değiliz çünkü an itibariyle fışki yedik." Demeye kalmadan ikisinin de ensesinden bir el yakaladı. "Nöbet yerini terk eden asker mi?" Gülümsedi Taha. "En sevdiğim." Tam o sırada Taha'nın babası çıkageldi. Taha'nın çocukları hırpaladığını görünce o da yakalayıverdi yakasından Taha'yı.

"Ooooo! Rütbesini kullanarak askerini hırpalayan rütbeli mi? En sevdiğim!"

_______________________________

Cüneyt Arkın'ın taklidini yaptıkları sahne 👆🏻

<3

Umarım keyifle okumuşsunuzdur.

Ben deniz yazarınız,

Gözlerinizden öpüyorum 🤍

Continue Reading

You'll Also Like

497 113 10
"Yaralarının hepsini iyileştireceğim." Ant içer gibi konuşan Bartu'ya baktım. O ise omzuna bir öpücük kondurup saçlarımı kokladı. İlgisi gözlerimi do...
51.1K 2.3K 20
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
2.3K 433 10
Siz:ben seni arkadaşım olarak gördüm Siz:yaa onu geçtim nasıl gidip hocaya benim hakkımda yalan söylersin Siz:sen nasıl böyle birşey yaparsın laann ş...
87K 5.2K 34
Bir suçlu ile mektup arkadaşlığı...