KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

786K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

18 - KONTROLÜN SINIRLARI

12.7K 1K 865
By -zehradogan

Merhabalar... Bazen tahminlerimin dışında gerçekleşen durumlardan ötürü hafta içi bölüm atmam erteleniyor. Yine de sizlerin bölümsüz bir hafta geçirmesini istemiyorum. Bana sen iyi ol yeter yazarcığım biz bekleriz diyenleri çok çok öpüyorum. Sizin anlayışlı davranışınız beni rahatlatıyor.

Instagram @fairymits hesabımda siz okurlarım için grup açtım. Teorilerimizi konuşmak, kitap hakkında sohbet etmek için katılmak isteyenler bana mesaj atabilir. Grubumuz kızlara özel. 

Yorumlarınızdaki şaşkınlıkları okumak beni güldürüyor. Bazılarınızın tahminleri tutarken bazılarınızın teorileri çok farklı oluyor. Hepsini okuyorum. Paragraf aralarında yorumlarınızı bekliyorum.

Öyleyse bölümümüze başlayalım...


"Mücadele, dönüşümün başlangıcıdır."

Kalbim, belirsizliklerle dolu bir labirentin içinde kayboluyor. Yönümü bulamıyor, geleceğin sisli perdesi ardında karanlıkta kalıyorum. Her adımda kalbimde bir çarpıntı, ruhumda bir sancı hissediyorum. O sıkışma hissini ne durdurur bilmiyorum. Bilinmeze doğru atılan her adım, içimdeki dengeyi sarsıyor. Bir yola çıkmayı umuyorum. Beni kafesleyen bu yerden kurtulmayı arzuluyorum. Sesler, içimde biriken en kaygılı duygulara karışıyor. İçime çektiğim hava bana nefes aldırmıyor. "Hesna! Dikkat et!" Başımı eliyle eğen Doğa beni gelecek bir tekmeden kurtardığında bu zihnimi kurcalayan karmaşaya daha fazla izin vermedim. Herkes birbirine direniyor ve oradan oraya savruluyordu. Kwang'a seslendiğimde önüme biriken insan topluluğu yüzünden artık onu görmüyordum. "Orada! Elindekini alın!" sesi üzerine bana doğru yürüyen askerlerden kendimi geri çektim. Bir an da birbirine karışan ve duyulan silah sesleri arasında panikten söylediğim ilk şey Kwang'ın adı olmuştu. Ona zarar gelmemeliydi. 

Planladığımız gibi ilk olarak kapıya doğru yönelmiş olmalıydı. Hologramdan tek bir sahne dahi görmeye tahammülü olmayan bu insanlar olacakları engellemek için ellerinden geleni yapacaktı. Ahsen ve Doğa önüme geçerek beni korumaya başladığında elimdeki tableti sıkı sıkıya tuttum. Kwang'ı aradı gözlerim. Bazı askerlerin ortalığı karıştıracağını tahmin etmiştik. Koşar adımlarla kalabalığın içinden sıyrılmaya çalışarak Kwang'ı aradım. Kurşun seslerine eşlik eden Medusa ve Çağan'ın silahları olmuştu. Sadece kuru gürültüden ibaret olan ve bu kaosu yayan kişilere tek tek hesabını sormak istiyordum. Kapıya doğru koştum. Kimsenin bu salondan ayrılmaması gerekiyordu. Onlara anlatmamız gereken bir yığın gerçek varken... "Hesna!" Ansızın karşımda beliren Kwang bana çarpmamak için kollarımdan tutarak durdurdu beni. 

Telaşla vücudunda bir yara olup olmadığına baktım. "İyi misin? Yaralandın mı?" diyerek de yüksek çıkan sesim kalabalık yüzünden neredeyse duyulmayacaktı. "Sen iyi misin?" atılgan bir şekilde sorduğu soruya hızla cevap verdim. "Kwang zamanımız azalıyor!" derken stres bütün düşüncelerimi zehir gibi acıtıyordu. Beni rahatlatmak ister gibi çenemi tutarak yüzüme doğru yaklaştı. "Konuştuğumuz gibi," diyerek gözlerimin içine korkusuzca baktığında cesaret vermek istediğini anlıyordum. Kaşlarımı çatarak kararlı bir şekilde ona baktığımda ayrıldık. Benim göz önünde bulunmamam gerekiyordu. Elimdekinden kurtulmak için bana saldıracaklardı. Saklanamazdım ama dikkatli olmalıydım. Böyle bir karışıklığın olacağı belliydi bu yüzden şimdi Kwang salon kapısını kapatacaktı. Kimsenin de dışarıya çıkmaması adına güç uygulaması gerekiyordu. 

Bu planı her ne kadar dün gece konuşmuş olsak da daha önceye dayanan çalışmalarımız neticesinde planımızı kolaylıkla oluşturmuştuk. Baştan kapıyı kilitleyebilirdik fakat herkesin içeri girdiğinden emin olmak için görüntüler vererek bu süreyi uzattık. Ben bu askeriyede bir çok girilmemesi gereken bilgilere sızmıştım. Kullanmak için cepte duran uygulamalarım vardı. Hedef kapı sistemine dair çalışmalarım hazırdı. Kullanılan şifreleme algoritmaları ve benzeri bilgileri topladığımda kilitleyeceğim kapıların kontrolü ben de olacaktı. Seçtiğim saldırı vektörüne uygun bir yönetim kullanarak bypass etmeye çalıştım. Böylelikle kapı sistemlerine erişimimle elimdeki tabletten Kwang'ın kapattığı kapıyı kilitleyecektim. Bu kilitler dışarıdan olası bir tehdit ve civar şubelerin saldırısından korunmamızı sağlayacaktı. En azından süreyi bizim için yavaşlatacaktım. Kwang'ın kapıya doğru koşmasını izledim. Her salonun devasa çelik kapıları sürgülü bir sistemle açılır ve kapanırdı. Sistemin verdiği şifreleme dışında kilit kontrollerini elime almıştım. 

Duvarlar beton dayanıklı ve yüksek mukavemeti sayesinde fiziksel saldırılara karşı koruma sağlıyordu. Beton ve çelik kombinasyonu ile yapılan betonarme yapının dayanıklılığı da içeriye girişi çok zorlardı. Bu yüzden bu kilitlemeler bize zaman kazandıracaktı. Kwang'ın kapıyı kapatması üzerine tabletimle şifrelemelerimi kontrol ederek kilitledim. Bizler değişimin birer parçalarıydık. Çabalarımızın da değerli olduğunu biliyorduk. Bu direnişin başarılı olacağı konusunda inançlarımız tamdı. Her riski göze alarak kalkışmıştık bu işe. Kilitlemem üzerine tekrar konuşma yerine doğru koşan Kwang, duvara yansıyan görüntüler eşliğinde konuşmasını sürdürmeliydi. O herkesi şaşırtan bu savunmasını yapsa da insanlar ondan korkuyordu ve asla ona zarar verecek bir girişimde bulunamazlardı. Yine de Medusa ve Çağan onu korumak için yakınında duruyorlardı.

Benim kendimi korumam gerekiyordu çünkü elimdeki tablet buradan sağ çıkmanın biletiydi. Burayı terk etmek şu an için hedefimizde yoktu ama aksi bir durumda buradan kaçmamız gerekecekti. Sonrasında kaçak olarak anılacağımız için direnişimiz bizi zorlayacaktı. Negatif olasılıkları değil de şu ana odaklanmalıydık. Kwang çıktığı konuşma yerinden bu kalabalığa hitap etse de korku ve panikten sorun çıkaran askerler işimizi zorlaştırıyordu. Kwang'ın olduğu yerdeki ses yayma sistemine elimdeki tabletten girmeye başladım. Kablosuz iletişim cihazını etkin hale getirerek durduğu yerde kendi frekansımı kullandım. Onun sesini herkesin daha kolay duymasını sağlamam gerekiyordu. Sistemi açtığımda durduğu yerdeki gizli hoparlör tasarımı onun sesini algılayarak elinde mikrofon varmış gibi bütün konuşmayı salona duyurabilecekti. Bu sistemler her zaman şifreliydi ve tesisin güvenlik duvarında arama geçmişi gibi kendini gösteriyordu. Ben de bunun olmaması için bütün ulaşılamayan ağları hacklemiştim.

Kwang'ın gözü üzerimdeydi. Vereceğim işareti gözlüyordu. Geciktirmeden hızlıca sistemi açtım. Başımla başlamasını ifade eden hareketim üzerine konuşmasına başladı. Böylelikle bütün sesi salonda yankılanmıştı. "Yeter!" demesi üzerine onun sesine dikkat çeken silahlar ateşlendi. Biraz yakınlarında olan Medusa ve Çağan'ın hoparlör sebebiyle yüksek çıkan kurşun sesleri insanları durdurmuştu. Gözler tekrar Kwang'a odaklandığında konuşmasını sürdürdü. Daha önce hiç görmediğim bir ifadeyle oradaydı. Vakarlı duruşu ve o tok sesi tehdit saçıyordu. "Bugün hep birlikte kalkınma yolculuğuna çıkma zamanı. Kendimize ve topluma değer katmak için adımlar atmamız gerekiyor. Yalanlarla kurulu bir dünya üzerinde yaşamak değilse emeliniz beni iyi dinleyin!" Yangın çıkaran askerlerin aileleri zalimce kurşunladığı görüntüler bazı yüzleri dondurmuştu bile. Kwang o gür sesiyle haykırışına devam etti. "Sizlere bir çağrı yapıyorum. Bugün, hayatımızın dönüm noktalarından birindeyiz. Doğru seçimler yapmak zorundayız!"

Kwang'ın sözlerine müdahale eden bir topluluk küstah girişimleri ile öne doğru atılmıştı. Zannedersem bunlar Matteo'nun adamlarıydı. Bu ne cüret! Onun sınırını aşan bu hadsizler yüzünden kafayı yiyebilirdim. Öne atılan askerlerden biri, "Sen bir hainsin! Devletine nasıl ihanet edersin?" dedi. Bu adam ölmek mi istiyordu acaba? "Matteo!" diye haykıran Kwang bu uyarı dolu sesiyle adamlarını üzerinden çekmesini belirtmişti. Matteo bu olanlar karşısında ilk defa o kurnaz ve psikopat bakışının tersine şaşkındı. Her ne kadar iğrenç biri olsa da zekiydi ve menfaatine göre hareket edecekti. Çoğunluğa katılacak ve başındaki Doğa tehdidinden kurtulmak için bize uyacaktı. Uymak zorundaydı. Matteo istemeyerek de olsa öne doğru çıkarak, "Bırakın konuşsun!" diye topluluğa bağırdı. Bunu duyan askerleri elbette bozguna uğramış gibi Matteo'ya bakıyorlardı.

İtiraz edeceklerken Matteo yine araya girdi. "Size bir emir verdim!" Bu başka seçenek taşımayan söz üzerine Kwang'ın etrafında duran topluluk ondan uzaklaştı. Zamanımız azalıyordu ve hala anlatmak istediklerimize başlayamamıştık. Doğa hemen yanımdaydı. Matteo'nun bu hareketine işaret ederek, "Keşke her zaman bir halta yarasa!" dedi. Kwang etrafından ayrılan topluluğa öfkeli bir şekilde hitabını sürdürdü. "Devlet mi? Bir devlet vatandaşlarına belirli hak ve özgürlükler tanımalıdır. Ben kendi topraklarında halkına eziyet eden bu hükümete devlet demem! Devlet devamlı ve süreklidir. Hükümetin ise ömrü kısa olur. Bu sebeptendir ki bizi yönetenlere devlet demeyiz. Bu yok olmaya mahkum yönetimin devam etmemesi için direneceğim! Geçici ve kısa ömürlü olan bu hükümeti nasıl olur da kabul edersiniz? Ben bu baskıcı yönetimi reddediyorum! Bu diktatörlüğe karşı gelecek cesaretinize ihtiyacım var.  Daha ne kadar aklınızı kullanmadan bu sisteme boyun eğeceksiniz? Daha ne kadar bu zorbalığın devamını bekleyebilirsiniz?"

İşte şimdi sesler tam olarak kesilmişti. Bütün dikkatleri ele alan Kwang durmadan konuştu. "Ben başımızdaki bu yönetimi devletim saymıyorum. Siz de saymayın. Sizi evsiz bırakan bu sisteme karşı dik durun! Çocukluğumuza kadar her şeyimizi almadılar mı? Bu korkaklık neden? Nüfus bu kadar azalmışken bilin ki Akhar artık kimseyi kaybedemez. Kimseyi öldüremez. Savaş için bize ihtiyacı var. Savaşa kadar birlik olmalı ve sonrasında gerçek hayatlar yaşamalıyız." Gerçekten öyle konuşuyordu ki o körleşmiş duygular bir nebze kızarmış olmalıydı. Görüntüler bittiğinde Kwang anlatmaya devam etti. "Eğer sizi yönetenlerin ailelerinizi öldürmesinden rahatsız olmadıysanız başka şeyler gösterelim," diyerek bana başlamam için baktı. Önce robotların acımasız tasarımlarından bahsedecektik. Daha sonra Doğa, Akhar'ın gelecek planlarını anlatacaktı. En son ise Leyan gibi çocukların kaçırıldığını ifşa edecektik. 

Onun işareti ile tablette robot tasarımının materyallerini açtım. Ahsen'in anlattıklarını da üzerine ekleyecektik. Duvara yansıyan görüntüler eşliğinde Kwang'ı dinlemeye devam ettik. "Bir robotun hiçbir insani değeri, vicdanı ya da etiği yok. Onlar yalnızca soğuk hesaplamalarla hareket ediyorlar. Merhametimizi ve vicdanımızı bu robotların ellerine teslim etmek, insanlık adına büyük bir tehlikedir. Akhar'ın onları insan gibi görmesini de adalet örgütünün belgelerinden dinleyeceksiniz." Adalet örgütü lafı işin içine girdiğinde Doğa'yı işe alan ve onu koruyan kadın doğrudan bize doğru bakmıştı. Kwang," Bu robotlar insanların yerine geçmek için tasarlanmışlar! Emeklerimiz, yetenek ve değerlerimiz yok sayılacak. Biz insanlar duygularımızla, hayallerimizle ve insani bağlarımızla birbirimize bağlıyız. Robotlar bunu asla taklit edemez," dedi.

Ekrana verdiğim korkunç kodları en yalın halleriyle anlatmak gerekiyordu. Kwang'a daha önce her ayrıntıyı vermiştim. Her ne kadar savaşa kadar, istersen bana hiçbir bilgi verme dese de ondan bir şey gizlemedim. Dürüstlüğüne inanmayı seçtim. Şimdi makineler üzerinde geçen düzenekleri kolaylıkla anlatabilecekti. Kwang, "Gördüğünüz gibi," diyerek görüntülerdeki kod ve makinelerin iç yapısını işaret edip konuşmasını sürdürdü. "Bu robotlar, başlangıçta programlandıkları amaca hizmet etmek için tasarlanmışlardı. Ancak bir noktada, kontrol sistemleri hatalarla dolu olduğu için işlerin planlandığı gibi yürümeyeceği ortada. Bu makineler, karmaşık algoritmalarla çalışan ve yapay zekaya dayalı sistemlerle kontrol ediliyor. Sistemdeki hatalar ve güvenlik açıkları robotların özgür iradeye sahip olmalarını sağlıyor. Artık kendi kararlarını alabilen, duygusal tepkiler gösterebilen ve hatta insanları tehdit eden bir noktaya geldiklerinde ne yapmayı planlıyorsunuz?"

Bu adamın zekası, artık görmezden gelemeyeceğim kadar ortadaydı! Gerçekten insanları nasıl etkisi altına alacağını iyi biliyordu. Daha bir çok bilgi ile bu makinelerin üzerimize salacağı tehditleri anlatmaya devam etti. "Robotların yapısı, insan zihninin karmaşıklığından farklıdır. Onlar, mantık ve veri analiziyle işleyen sistemlerdir. Kontrol dışı bir durum olduğunda ise çeşitli veri kaynaklarından bilgi alabilir ve onları kendi yorumlarıyla değerlendirebilirler. Robotların öğrenme yeteneklerine de dikkat etmenizi öneririm. Biliyorsunuz ki yapay zeka algoritmaları, deneyimler ve veri analizi yoluyla öğrenme kabiliyetine sahiptir. Bu da robotların davranışlarının zaman içinde değişebileceği anlamına gelir. Kontrolsüz bir şekilde öğrendikleri bilgiler, yanlış veya zararlı sonuçlara yol açacaktır. Bunları anlatmamın sebebini kavramanızı istiyorum!" Elbette tüm bu söylediklerini haykırarak anlatıyordu.

"Güvenliğimizi sağlamak için birlikte hareket etmeliyiz. İnsanlığın güvende olabileceği bir gelecek inşa edebiliriz! Bunları anlatıyorum çünkü tehlikedesiniz! Tehlikedeyiz!" Başka olası riskleri anlatan Kwang konuşmasını kısa tutmak zorunda olduğu için adalet örgütünde arşivlenen bilgilerin anlatılması gerekiyordu. Kwang'ın senin sıran der gibi başıyla verdiği işaret üzerine Doğa öne çıktı. Şimdi onun koruması görevini üstlenen kadın dikkatle Doğa'yı izliyordu. Doğa, "Bu belgelerde Akhar'ın önümüzdeki beş yıl içerisinde kendi kanunlarını ortaya koyarak gerçekleştirmeyi hedeflediği maddeler yazılı," dediğinde ekrana o belgelerin de görüntüsünü verdim. Şimdi Doğa sesli bir şekilde bir kaç maddeyi okumaya başlamadan önce kendi yorumlarına devam etti. "Basın özgürlüğünün sınırlandırılması! Zaten yaşadığımız durum değil mi? Düşünceli Akhar bizi dış dünyanın zararlarından korumak istediğini savunuyor. Kendi kurduğu dünyası dışına bizi çıkarmaya hiç niyeti yok. Kendi otoritesini güçlendirip yürütme yetkisini sınırsızlaştıracağı için basın özgürlüğünü kısıtlayacak."

Hız kesmeden ve sanki bir an bile nefes almadan konuşuyordu. "Haklarımızın ihlal edildiği bu askeriyelerde zor şartlar altında eğitim görmemiz yetmezmiş gibi insan haklarını ihlal eden politikalar ve uygulamalarına devam edecek. Davalarda cezai yaptırımlar gibi uygulamalar insanların düşüncelerini ve eleştirilerini ifade etme özgürlüğünü baskılayabilir. Şu an olduğu gibi keyfi gözaltılar, işkence, siyasi muhaliflerin haksız yargılamalarla cezalandırılması, etnik veya dini gruplara yönelik ayrımcılık gibi durumlar da devamlılığını koruyacak. Tüm bunları kabul etmemiz için aklımızı yitirmiş olmamız gerekir. Sesimizin duyulması için birlik olmalıyız!" Maddeleri okuyarak aralarda yorumlarını katan Doğa'nın anlattıklarıyla da bazı panik fısıltıları duyulmaya başladı. Bir kaç dakika daha konuşan Doğa'nın ardından konuşmaya dahil olan Ahsen oldu. 

Onunla birlikte Leyan'ın olduğu odanın görüntülerini elimdeki tabletle ekrana verdim. Bu görüntülerle çoktan ikna olmuş gibi görünen insanlar stresle kendi aralarında konuşmaya başladı. Sesleri susturan Kwang, Ahsen'in konuşması için fırsat oluşturduğunda şimdi Ahsen'i dinlemeye başlamıştık. "Gördüğünüz gibi, burada bir insandan çok bir robot gibi kullanılmaya zorlanan insanlar var. Bu durum, insan onurunu ve özgürlüğünü ihlal ediyor. İnsanlar, yaşama hakkı olan en önemli hakkından mahrum bırakılıyor! Robot tasarımı, insanları sadece birer makine parçası gibi kullanılabilir varlıklar haline getiriyor. Bizler, insanlığın geleceğine yönelik umut veren bir teknoloji olan biyoteknolojinin gücünü insanların iyiliği ve refahı için kullanmayı hedeflemiştik. Ancak bu durumda, teknoloji insanları kontrol altına almak ve kullanmak için bir araç haline gelmiş gibi görünüyor. Bu, bizim etik sorumluluğumuza aykırıdır."

Konuşmalar uzuyor ve vaktimiz doluyordu. Dış şubelerin bu kadar uzun süre bir askeriyeden sinyal alamaması elbette göze batacaktı. Hemen bu konuşmanın bitmesi ve her şeyin eski sistemine geri çevrilmesi gerekiyordu. Zihnim artık yazılım oluşturmaktan kod kusacaktı. Ahsen bu caniliğe işaret eden bir çok söz ile anlatmaya devam etti. "İnsan haklarına, özgürlüklere ve insanlık değerlerine olan inancımızı kaybetmemeliyiz. Biz biyoteknologlar, teknolojiyi insanlığın yararına kullanmak için çalışmalıyken, maalesef ki aramızda bu yamyamlığı yapan kişiler var! Bilerek bu işe göz yumanlar! İnsanların robot tasarımı altında hapsedilmesi gibi korkunç bir durumun asla tekrar yaşanmamasını sağlamak için vermeniz gereken sorumluluklar var!" Ahsen o nahif görüntüsünü zorlayarak en kaba haliyle insanlara sözünü dinletebilmek için keskin konuşmaya özen gösteriyordu.

İnsanlar gerçekten bu duydukları üzerine daha da karışmaya başlamıştı. Ahsen ise kendini bozmadan devam etti. "Gördüğünüz bu acımasız durum daha da karmaşık hale geliyor çünkü burada kullanılan insanların birçoğu 18 yaşından küçük." O yaş aralığındaki herkesin ölmesi gerekirken böyle kullanıldıklarını duymak gerçek bir panik dalgasını hareketlendirmişti. Ahsen, "Hepimiz onların öldüğünü düşünüyorduk öyle değil mi? Orada yatan bir kardeşiniz, bir yakınınız olabilir! Onların masumiyeti ve gelecekleri tehlikeye atılıyor! Çocuklar korunmaya, sevgiye ve eğitime ihtiyaç duyan bireylerdir. Onları robotlara dönüştürerek insanlık değerlerini ve çocukların haklarını yok sayan bu hükümete karşı bizimle birlik olun. İnsanlar olarak, çocukların güvenliğini ve sağlıklı gelişimini sağlama sorumluluğumuz var. Onları kullanılabilir birer varlık olarak görmek, insan haklarına ve etik değerlere aykırıdır." dediğinde bazı kişiler yüksek sesle konuşmaya başladı.

"Henüz bitirmedim!" diye sesini yükselten Ahsen gerçekleri anlatmaya devam etti. "Bu durumda, çocukların özgürlüğünü ve insanlık onurunu geri kazanmak için harekete geçmeliyiz. Onların korunmasını, eğitimlerini ve insanca yaşamalarını sağlamak için mücadele etmeliyiz. Teknolojinin insanlığın iyiliği için kullanılması gerektiğine inanıyoruz ve çocukların geleceği için güvenli, adil ve insanlık değerlerine uygun bir ortam sağlamak adına birlikte çalışmalıyız. Onları robot tasarımı altında hapsederek, geleceğimizi ve insanlık değerlerini riske atamayız." Bunlar üzerine kalabalıktan çıkan bir ses, "Biz Akhar'a karşı ne yapabiliriz ki? Ona nasıl direneceğiz?" dediğinde buna cevap veren Kwang oldu. "Bu savaş olacak. Savaşa kadar düşman birliklerine karşı kendimizi geliştirmeliyiz. Her ülke tek dünya hakimiyeti kurmak istiyor. Savaşı kazanırsak kendi yönetimimize direnebiliriz çünkü hükümetin bütün açıklarını öğrenebilecek güce sahibiz. Ancak başka bir ülkenin sömürgesi altına girmek bize bilmediğimiz tehlikeler yaşatabilir. Sizden isteğimiz kendi içerimizde bu süreci zor hale getirmemek."

En azından kimsenin kimseye zorbalık yapmaması gerekiyordu. Akhar'ın da bizi istediği gibi yönetemeyeceğini anlaması lazımdı. Sayımız çok, sesimiz tek olursa her şeyi başarırdık. İnsanların bunu anlaması gerekiyordu. Kwang, "Bize güvenin ve dediklerimizi yapın! Birazdan civar şubeler baskına gelebilir. Sessizce onların verdiği işleri yapmaya devam etsek de bu sessiz kalışımızın sebebi savaşı kazanmak için olacak. Savaş sonrası isyan çıkaracağız. Kendi içimizde yaşamayı güç hale getirmeyelim. Öncelikle çocukların robot tasarımı için kullanıldığı deney odasının tüm gizli çalışanları bildiği her şeyi anlatacak. Bunun tüm raporlarını Ahsen Özay'a vereceksiniz. Çocuklar iyileştirilecek ve o hayatı kumar gibi oynayan Akhar'a tahmini bilgiler ile robotların tasarımına devam edeceğiz. Sistem odası çalışanları ile bağlantılı olarak tüm hackerler robot tasarımının tehditlerine dikkat ederek Akhar'ın verdiği sistemin dışında çalışacak. Ona ölümcül makineler yapmayı durdurmalıyız." dedi.

Aramızda konuşmacı olarak seçtiğimiz Kwang, Doğa ve Ahsen tüm bildiklerini kısa yoldan anlatmıştı. Ben, Medusa ve Çağan da onların kontrolünü sağlıyorduk. Kendi oluşturduğum güvenlik ağına henüz bir sızıntı görmedim. Medusa ve Çağan olası bir hamleye hazır bekliyorlardı. Yine kalabalıktan bir kaç kişi çıkarak, "Robotlar için kullanılan insanların kontrolünden biz sorumluyduk. İnanın bunu hiç isteyerek yapmıyoruz. Yapmaktan başka çaremiz yoktu," dediğinde konuşmalar devam etti. "Kwang Jee! Sen Akhar'ın en güvendiği adamlarından biri değil miydin? Seni bu baş kaldırıya hazırlayan nedir? Hükümeti bizden daha iyi tanıyorsun. Akhar burada olanları duysa hepimiz cezalandırılırız!" Kwang'ın bu kargaşa arasında zor sabır gösterdiğini görebiliyordum. Bir kaç adım öne çıkarak kalabalığa cevap verdi.

"Ben bu sisteme hiçbir zaman inanmadım. Yıllardır bunun içinde olmamın sebebi gerçekleri daha yakından görmekti. Son anlatılanlar ise artık dayanılmaz noktaya gelince daha fazla bu gördüklerimi saklayamazdım. Cezayı verenden de cezadan da korkmayın! İnsanlığınızın nasıl elinizden alındığına bakın! Asıl korkmanız gereken o kaybolan vicdanlarınız! Bu mudur? Bu şekilde mi yaşayacağız?" Kwang sinirini saklamayarak konuşuyordu. Kalabalıktan cevap çıkmayınca tekrar haykırdı. "Cevap verin! Bizimle misiniz? Zora kabulseniz zor olan yolu deneriz!" Herkes sessizce birbirine bakıyordu. Bir süre şaşkın bakışlar Kwang'ın etrafında gezindi. Zamanımız kalmamıştı. Sistemi eski haline çevirmezsem burası savaş alanına dönecekti. Akhar şubeyi dağıtabilirdi. Bu kadar aynı fikirde olan insanın sorun çıkaracağını bildiği için bizi  yerlerimizden ederdi. İnsanlar bizimle aynı fikirde miydi? Birde orası vardı tabi.

"Sizinleyim!" Kalabalıktan çıkan o tanıdık ses herkesi hayrete düşürmüştü. Evet, o ses beraberinde bütün sesleri kesmişti. Öne doğru yürüyen sesin sahibi bir şeyler söyleyecek gibi duruyordu. "İşlerin rengi değişiyor! Kwang Jee sizden durumu kabul etmenizi bekliyor. Bu kadarını yapabilirsiniz!" diyen kişi Matteo'nun ta kendisiydi. Samimi ya da değil bu adamın müttefikimiz görünmesi işimize gelirdi. Arkası sağlamdı ve ne kadar bize düşman görünse de onun kabulüyle başkaları da bu işe atılacaktı. Matteo'nun bu öne atılmasıyla birlikte arkasından gelen ekibi de onaylar gibi hemen yanında durdu. Başka sesler bu görüntüye eşlik etti. "Sizinleyim," ve yine toplu gelen sesler birbirini takip ediyordu. "Sizinleyiz!" Bu cevapların artmasıyla Kwang topluluğun neler yapması gerektiğini anlattı. Bu kalabalık tablo karşısında gururlanmıştık. Bu kadar stresin boşa gitmediğini görmek rahatlatmıştı.

Şimdi herkesin dağılması gerekiyordu. Rutine devam edip ağı normal hale getirmeliydim. Bunun için işlem yapacakken tabletten gelen titreşimler ile önüme düşen kodlar beni telaşlandırdı. Sistemime biri sızmaya çalışıyordu. "Yapma işte!" demem üzerine Doğa gözlerini topluluktan alarak bana doğru geldi. "Bir şey mi oldu?" Endişeli sesine, "Biri sisteme saldırıda bulunuyor," dedim. Ben tablette uğraşırken bizimkiler insanları dışarıya yönlendirmeye başlamıştı fakat kapıyı hemen açamamıştım. Buna Matteo ve adamları da katıldı. Etrafımda ne olup bittiğine aldırmadan önümdeki işe odaklandım. Sisteme yapılan saldırının etkisini minimize etmek için ağ bölümlerini izole etmem gerekiyordu. Ağıma girmeye çalışan kişinin hareket alanını kısıtlamaya ve yayılmasını engellemeye çalıştım. Erişim kontrollerimi güçlendirmem gerekiyordu. Böylelikle benim güvenliğime zarar vermesi ve erişim sağlaması zor olacaktı. 

Bu her kimse gerekli güvenlik güncellemelerimi yapsam da sistemime girmek için öyle saldırılar yapıyordu ki şifreleri daha fazla tutamayabilirdim. Saldırganın hareketlerini izlemeye başladım. Hangi şubenin ne çeşit bir adamıysa IP adreslerini ve kimliğini tespit etmeye çalıştım. Olay çok ciddiydi ve birazdan bütün ağım bloke olacak gibi duruyordu. Kesinlikle işim bitmişti. Yeni şifrelerle güvenliği tutmaya çalışıp onun hareketlerini ne kadar analiz etsem de vahşi bir şekilde ağıma girmenin bir yolunu bulacak gibi duruyordu. Yönetimin ne kadar ne bildiğimizden haberi olmamalıydı. Canımız tehlikeye girebilir hatta savaşa kadar hapsedilebilirdik bile. İz bırakmadan bu işten sıyrılabilir miydik acaba? Olası izlerimi karartarak faaliyetlerimi gizlemeye çalıştım. Geri izlemeyi engellemem gerekiyordu. 

Logları manipüle etmeye ve çalışmalarımı gizlemeye gayret ettim. Bunun kısa süreli bir arıza olduğuna inandırmak istiyordum. Tamamen sistemin arızasıymış gibi gösterme çabam beni terletiyordu. Karşımdaki hacker beni haklayacak gibi duruyordu. İşlemlerimi tabletin belleğinden kendime alıp sistemden hızlıca çıkmalıydım. Ne insanlar buradan çıkabiliyor ne de ben şifrelerle oynayabiliyordum. Sanki her şey durmuştu. "Kwang Jee! Plan B!" demem üzerine Doğa'nın sıkıntı dolu bir yüzle bana baktığına emindim ama kafamı tabletten kaldıramıyordum. Salonun kapısını açmayı başardığımda Medusa ve Çağan herkesi çıkarmaya başladı. "Hesna! Bir yolu olmalı!" diye hemen yanımda duran Doğa'ya umutsuz bir ifadeyle baktım. Öfke hem boğazımı sıkıyor hem de gözlerimi dolduruyordu. Kısa süreliğine ona bakarak, "Tekrar görüşeceğiz Doğa," derken gerçekten içime ateş dolmuştu.

Kamera kayıtlarına baktım. Tahmin ettiğim gibi çoktan içeri girmeye çalışan askerler binanın etrafını sarmıştı. Bir aksilik olduğunu sezen civar şubelerden biri bu gizlenen ağ sisteminin kokusunu ne çabuk almıştı. Plan B böyle bir durumda Kwang ve benim şubeden kaçışım olacaktı. Belleğimi alarak tabletteki bütün yansıttığım bilgileri silsem de sistemi birinin ele geçirdiğini elbette göreceklerdi. Kendimi ne kadar gizlesem de burada kaldığım sürece belleği de ekrana yansıttığım bilgilere de erişeceklerdi. Tarayıcılar ile elimdekine her türlü ulaşırlardı. Kaçmamız dikkat de çekecekti elbette ama burada hapsedilmeyi de istemiyordum. Dışarıda zamanımız olabilirdi. Başka şubelere sızıp onları da bu anlattıklarımıza ikna edebilirdik. Bu iş sadece buradakilerle olacak bir iş değildi. Kwang dağılan topluluğun ardından yanıma gelip, "Her şey hazır. Sen eminsen, gidelim," dedi. 

Tabletteki bilgileri almıştım. Öfkeyle yere fırlattığımda, "Gidelim," diye karşılık verdim. Medusa ve Çağan insanları dağıtırken hızla görev yerlerine de koşmuştu. Onlarla vedalaşma fırsatımız bile olmamıştı. Ahsen de yanımıza geldiğinde, "Biz burada olacağız. Merak etmeyin," dedi. Deney odasındaki çocukların sağlığıyla ilgilenmesi için Ahsen'in burada kalması gerekiyordu. Doğa ise adalet örgütünü bırakamazdı. Medusa'ya gelince, burada işimize daha çok yarardı. Çağan da Kwang'ın sağladığı kontrolü devam ettirecekti. Onlar burada hiçbir şey olmamış ve hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi görünecek ve konuştuğumuz gibi planlarımızı yürütmeye devam edeceklerdi. Kwang ve ben ise bu koca şubeden dikkatin dağılması için kaçacaktık. Etrafı sadece ikimizin karıştırdığını düşünen yönetim bizi aramaya çıksa da yakınlardaki şubelere ulaşmaya çalışacaktık. 

Bizzat şubelerin içine girmemize bile gerek yoktu. Bağlantılarına bu bilgileri kısa ömürlü sızdırmam üzerine kafaları kurcalayacaktım. Sonrasında süreli şifreleme ile yaydığım dosyalar kaybolacağından yine ne kadar ne bildiğimizden haberleri olmayacaktı. Biz de ulaşmak istediğimize ulaşacaktık. Doğa yüzümü elleri arasına alarak, "Sakın bu kayboluşu çok uzun tutma," dedi. Bunun üzerine, "Dikkatli olun," dememle birlikte Kwang elimden tutuğu gibi beni peşinden götürmeye başladı. Kwang'ın her zaman hazırda bulunan aracına doğru koşmayı sürdürdük. Bu olacakları tahmin etmesi zor değildi. Bu yüzden bunun gibi bir çok plan kenarda duruyordu. Yine de bu seçeneği kullanmayı istemezdim. Salonun arka kapısına doğru koştuk. Buranın da kilidini açmıştım. Önceden belirlediğimiz rotayı izledik. Binanın arka kısmından kaçsak bile fark edip peşimize düşeceklerdi. Kaçıyorduk ama tekrar yakalanmayacağız diye bir güvencemiz yoktu. Arka koridorları aşarak aracın bulunduğu yere yaklaştık. 

Tam bu esnada arkamızdan duyulan silah sesleri üzerine durduk. Gözlerimi uzunca kapatarak derin bir nefes aldım. Vücudum çok gerilmişti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Arkamıza bakmamız ile bize silah doğrultan bir kaç kişiden biri, "Kımıldamayın!" dedi. Silahımı çıkarmak istesem de gözleri ellerimdeydi. Kwang hemen yanımda, beni korumak için önüme doğru yavaşça attığı adımla stresimi katladı. Bakışım silah doğrultan adamların arkasından gelenlere yöneldi. Bu kişilerin Matteo ve adamları olduğunu gördüm. Bir kurşun sesiyle dikkatleri dağıtan Matteo, "Komşularımız gelmiş! Haber verseydiniz karşılardık!" diyerek bir yumruğunu bize silah doğrultanlardan birine geçirdi. Bu hamle ile birbirine giren topluluğun peşine Kwang, "Hadi Hesna!" diyerek yine elimden tuttu. Beni hızla arkasından götürürken araca yaklaşmıştık. Şoför koltuğuna geçtiğinde aracı çalıştırdı. 

"Matteo cidden bize yardım mı ediyor?" demem üzerine Kwang kalabalığın içine sürdü. Matteo, "Sakın ölme Kwang Jee! Bunun karşılığı pahalı olacak!" diyerek arkamızdan bağırıyordu. Arabayı arka çıkışa doğru süren Kwang binanın çıkış kapısına geldiğinde, "Hesna, araca yeni bir tablet, laptop ve kullanabileceğin hologram üretici aletler bırakmıştım. Bir kaç günlük erzak ve kıyafetler de var. Bir süre görünmez olacağız," dedi. Her şey o kadar hızlıydı ki kendimi ne kadar kastıysam başım çok ağrıyordu. "Sana bir şey oldu mu? İyi misin?" derken önüne de dikkatle bakıyordu. Sonunda elindeki cihazla kapıyı açan Kwang bizi binadan çıkarmayı başarmıştı. Biraz olsun rahat bir nefes verdiğimde, "Bir şeyim yok. Sen gerçekten yaralanmadın değil mi?" meraklı sorum karşısında kasılan yüzü nihayet gevşemişti. Gülümseyerek, "Yaralanmadım. Merak etme," dedi. Adrenalin yüzünden kalbim göğüs kafesimi parçalar gibi atmaya devam ediyordu.

"Çok iyi iş çıkardın," diyerek hızla sürmeye devam ediyordu. Yüzümün düşmesine engel olamadım. "Kaçmak zorunda kaldık Kwang. Sistemi fark edip girmeleri çok kötü oldu," dedim. O ise hiç sorun değil der gibi konuşuyordu. "Elinden geleni yaptın. İkna süremiz çok vakit aldı. Hızlı geldiler." Henüz sabah saatleriydi fakat bugünün lacivert görüntüsü sanki birazdan akşam olacak diyordu. Ön cama yağan karlar, silecekle kayıp giderken soğuk havayı dışarıdan hissettiriyordu. Aynalardan takip ediliyor muyuz diye kontrol ediyordum. Kwang'ın arabaya bıraktığı tabletten askeriyeyi izlemek istesem de şu an mesafe çok yakındı. Tableti etkin hale getirmemle yerimizi saptayabilirlerdi. Henüz yeterince uzaklaşmamıştık. Hiç konuşmadan saatlerce yol gittik. Kwang nereye gittiğini iyi biliyordu. İçime dolan o huzursuz his ise peşimi bırakmıyordu. Arkadaşlarımızı bir daha ne zaman görürdük hiç bilmiyordum. Onlardan ayrılmak beni üzüyordu. Beni daha da üzen şey ise Kwang'ın da hayatını riske atmış olmamdı.

Yol boyu nükleer kışın etrafa sunduğu o koyu griliği izledim. Karla kaplı kurumuş dallı ağaçlar, soğuk ve karanlık atmosferiyle birlikte solgun ve cansız bir görüntü oluşturuyordu. Yol üstünde rüzgar sayesinde süzülen karlar, bizleri sanki bir korku filminin içine çekiyordu. Bu iklim değişikliği yüzünden etrafta hiçbir canlı görünmüyordu. Göç eden kuşların, yaban hayatının ve diğer canlıların sayısında belirgin bir düşüş olmuştu. Nükleer felaket yüzünden ortaya çıkan radyoaktif kalıntılar, ormanlık alanlarda da etkisini sürdürüyordu. Bu kalıntılar, bitki örtüsüne, toprağa ve su kaynaklarına zarar verdiği için dışarıda erzağımız bittiği halde fazla uzun yaşayamazdık. Bu dünyayı iyileştirmek çok zor olacaktı. Bunun için uzun bir süreç gerekiyordu. Doğal yaşamın ve ekosistemin iyileşmesinin tamamen geri dönüşü olmayabilirdi. Etrafı izlemek beni yeterince hüzünlendirmişti. O duvarlardan uzaklaşmak ise kalbime serinlik sunuyordu. Bu iki zıt düşünce içinde yolculuğumuz sessizce devam etti. Sorular zihnimi ağırlaştırıyor ve kafamın içindeki nedenler hiç bitmiyordu.

Saatlerce süren yolculuğumuz ormanlık bir alanda son bulduğunda Kwang aracı güvenli gördüğü bir yerde durdurdu. Araçtan indiğinde ben biraz daha oturmaya devam ettim. Askeri araçlardan birini almıştık. Kamuflaj desenli dış kaplama ile kaplanmış, araziye uyum sağlayan bir görüntüsü vardı. Ağır zırhlı bir gövdeye sahipti. Aracın ön kısmında, büyük ve dayanıklı bir tampon bulunuyordu. Engelleri aşmak ve potansiyel çarpışmaları absorbe etmek için tasarlanmıştı. Ayarlanabilir far ve sis lambaları, kaba dokulu lastikleri vardı. Arka kısımda ise yük bölmesi bulunuyordu. Mühimmat ve ekipman taşımak için yeterli genişlikteydi. Aracın üzerinde anten, radar, gerekli iletişim ekipmanı da vardı. Bu araçlarda takip cihazları olurdu ama Kwang aracı her şeyden temizlemişti. Kimse yerimizi izleyemezdi. Geniş gövdesi de arka koltuklarda rahat uyumak için gerekli konforu sağlayacaktı. Bu şartlar altında başımızı sokacak bir yer olsun yeterdi.

Ben de kapıyı açarak araçtan indim. Arka tarafta çoktan kamp ocaklarından birini yakan Kwang, üzerine yemek pişirmek için bir tava koymuştu. Taşınabilir küçük bir masa ve yanına sandalyeleri de eklemişti. Tava ısınınca getirdiği konservelerden birini tavaya döktü. Yemek takımlarını da çıkararak masaya diziyordu. Ben de hemen küçük bir ocak daha alıp bir de çaydanlık çıkardım. Su kabı da çıkartarak aracın yük bölmesinde olan su saklama tankından su doldurdum. Çaydanlığa da doldurarak suyu kaynaması için ocağa aldım. Kaselerimizi ve çatal kaşıklarımızı da masaya koydum. Kwang yemekleri ısıtmaya devam ediyordu. Bir bardağa su doldurarak ocak başında olan Kwang'a su dolu bardağı uzattım. Teşekkür eder gibi bakarak suyu içtiğinde gerçekten susamış olması beni daha da üzüyordu. Sessizlik içinde duyulan sadece tabak çanak sesiydi. Üzerimizde yorgunluk vardı. Sabahtan beri bir şey yeme fırsatımız olmamıştı. Çayı demleyecektim fakat paket ya da toz olarak artık nasıl getirdi bilmiyordum ama çayın kendisini bulamamıştım. Kwang'a doğru dönerek, "Kwang, çayı nereye koydun? Bulamıyorum," demem üzerine tavadaki yemeği karıştırmayı bırakarak yanıma geldi. 

Erzakların altını araştırarak kavanoz gibi bir saklama kabına doldurduğu çayı alırken, "Sen otur, ben demlerim," dedi. O da yorgundu. Bıraksam her şeyi yapardı ama bunu istemezdim. "Sen de çok yoruldun. Bir şey kalmadı zaten gerisini ben hallederim," demem üzerine elindekini aldım. Durağan kar birden çoğalmaya başladı. Hafif ama sık bir şekilde yağıyordu. Bunun üzerine Kwang, araçtan çadır dirsekleri ve destek çubukları çıkarmaya başladı. Branda, ip ve çivi gibi ekipmanları da aldığında hafif yağan kardan korunmamız için üzerimize tente çekecekti. Çayı demlediğimde hemen ona yardım etmek için çadır direklerini uygun yerlere yerleştirdim. Tenteyi dikkatlice açarak birlikte destek çubuklarına geçirdik. Sonra da uygun bir şekilde sabitledik. Gerginliği sağlamak için ip de kullandık. Ek desteklerle de güçlendirip üzerimize serdiğimiz çatı hazır hale gelmişti. Tavada ısınan yemekleri tabaklara alırken masayı artık tamamlamıştık. Çayları doldurmaya başlayan Kwang ardından tekrar yük bölmesine doğru gitti. "Kwang, oturur musun?" derken yumuşak ses tonum artık bir şeyler yemesini istiyordu. Eline aldığı dikdörtgen bir aletle yanıma geldiğinde ayaklarımın yanına bıraktı. Ne yaptığını anlamak için yere baktım. Küçük bir ısıtıcı olduğunu görmem üzerine çalışır hale getirdi. Ufak bir battaniye de almış ve omuzlarımın üzerine doğru bırakmıştı.

Karşıma oturup bana o güzel gülümsemesini sundu. Bu soğuk havada ikimiz de ısınabilirdik ama o ısıtıcıyı hemen ayaklarımın yanına koymuştu. Ona bakmaya başladım. Kestiği ekmek dilimlerini de önüme koyarak, "Karıma iyi bakmalıyım," dedi. Harika! Bu açık açık söylediği cümle üzerine şimdi kolayca ısınacaktım. Bazı ifadeleri beni gerçekten utandırıyordu. Benim elimi tutan, bana sarılan, benimle birlikte uyuyan bu adam benim neyimdi? O gerçekten de beni karısı olarak mı görüyordu? İçimde ona karşı sadece arkadaşlığa sığamayacak hisler taşıdığım doğruydu. Henüz bu hislerin varlığına yeni yeni alışıyordum fakat bu hislerle ne yapacağımı bilmiyordum. Onun bütün konumunu tehlikeye atarak kurulu düzeninden ayrılıp burada bize yemek ısıtmasına sebep olmuştum. Evet o dağ gibi oradan oraya emirler savuran adamın karşımda eğilmesi bana tuhaf hissettiriyordu. Bu tuhaflığın tanımını hala yapamıyordum. 

Bu şartsız hizmeti ve ilgisi beni şaşırtıyordu. Ona borçlu hissediyordum. Bu utangaç ve düşünceli halimle beraber sessiz kalışım onu konuşturmuştu. Bana bakarak, "Hesna... Allah katında da nikahımız gerçekleşti. Sen benim eşimsin. Sen bana Allah'ın bir emanetisin. Bu yüzden seninle ilgilenmek benim sorumluluğum. Emanetime iyi bakmalıyım," demesi üzerine şaşkın bakışlarımı ona sundum. Bunları söylediğine inanamıyordum. Öyleyse benim de ona karşı sorumluluklarım vardı. Evlilikten ne anlardım ki ben? Böyle yumuşak oluşu ona yaklaşmamı kolaylaştırıyordu. Bana bu kadar dikkatli davranması rahatlamama sebep oluyordu. Benden beklentileri olabilirdi ama hiçbir şey için zorlamamıştı. Ona gerçek bir eş olabilir miydim? Onunla evlenmeye zorlanmıştım ama beni gördüğü ilk andan beri bir yanlışına şahit olmamıştım. Bütün şüphelerimin birbirine karıştığı zamanlarda bile o bu karışıklığı berrak kılıyordu. Doğrusu ona karşı bir hayranlık duyuyordum. Ondan bana bir zarar geleceğine nasıl da emindim. Şimdi bu fikir çok uzak geliyordu. Ondan bana gelecek tek şey iyilik olurdu.

Konuşmaya devam etti. "Kendini üzme. Ben bugünün olacağını biliyordum. Bu yüzden her şeyi hazırlamıştım. Sen hayatımda olsan da olmasan da bu beni delirten yönetim bana sonunda bunu yaptıracaktı. Sadece Çağan'ın kardeşini öğrenmek işlerimizi hızlandırdı. Kardeşinin hayatı söz konusuydu. Her gün Leyan ölüme biraz daha yaklaşırken, onun izlemek zorunda olmasına dayanamazdım," dedi. Kırık bir tebessüm yerleştirdim yüzüme. Bu sözler üzerine çayımdan bir yudum almak için bardağıma uzandım. Dilime dolanan sözcükleri geri yutuyordum. O da benimle birlikte çayını içmeye başladı. "Güzel demlenmiş," dediğinde gözlerim bu birlikte yaptığımız ortamda gezindi. Bazen çok kötü bir konuşmacı oluyor ve ne diyeceğimi bilemiyordum. O bana huzurla bakan gözlere takılıyordum. Sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi bakışları kısa bir tatil havası veriyordu. 

Hazırladıklarından yemeye başladım. Gerçekten acıkmıştım. Etrafta hiç ses olmaması ortama tuhaf bir atmosfer katıyordu. Sadece hafif esen rüzgar ve tenteye çarpan kar tanelerinin sesleri vardı. Biraz yedikten sonra Kwang'ı izlemeye başladım. Bana hiç ummadığım hisler yaşatıyordu. Düşünmeyeceğim şeyler düşündürüyordu. Alnına dökülen siyah saçları rüzgarla hareket ediyordu. Gözlerim, masanın üzerinde duran bir eline takıldı. Parmak uçları soğuktan pembeleşmişti. Onu ısıtma isteği ile eline uzandım. Tuttuğumda ise gerçekten buz kesilen eli beni incitmişti. "Çok üşümüşsün," diyerek ayağa kalktım. Üzerimdeki battaniyeyi onun sırtına doğru bıraktım. "Ben iyiyim Hesna. O sen de kalsın," demesine hiç aldırış etmeden onu battaniye ile sarmaya devam ettim. Geniş omuzları ve sırtı ona sarılmam için davetkar dursa da ilk olarak ellerimi yanaklarına koydum. "Yanakların da buz gibi," derken ellerimle yüzünü ısıtacak dokunuşlar yapıyordum. 

Bana arkası dönük olduğu için biraz daha rahattım. Yüzümü görmediğinden utangaç tavrımı gizleyebiliyordum. Hala yanaklarına dokunurken, "Beni düşündüğün kadar kendini de düşünmelisin," dedim. O ise bunu fırsat bilir gibi, "Beni de sen düşünebilirsin," dediğinde dudağımı ısırdım. Sanırım haklıydı. "Öyle yapacağım," diyerek çabucak yerdeki ısıtıcıyı onun ayaklarının yanına koydum. Bana bakıp itiraz etmesine izin vermeden eski duruşuma geri döndüm. "Hesna," diye devam edeceği cümlesini tamamlamasına izin vermeden elimle ağzını kapattım. "Senin de ısınmaya ihtiyacın var," demem üzerine diğer elimi üşüyen yanakları üzerine koymaya devam ediyordum. Avucum içinde kalan dudakları gülümsüyordu. Tam elimi çekecekken avuç içime küçük bir öpücük bıraktığında nefesimi tuttum. Elimin içini öpmesini hiç beklemiyordum. Bu adam her gün benim zihnimle oynamaya ant içmiş olmalıydı. 

Bu öpücükle elimi beceriksizce yüzünden çekmem ile gülümsemeye devam etti. İçimden neden demek gelmişti. Neden öpmüştü? Gerçekten ilişki kurmak konusunda sorunlarım olmalıydı. Çektiğim ellerim yüzünden Kwang, "Beni ısıtmayacak mıydın?" dedi. O elimi oraya nasıl geri koyacaktım? Derin bir iç çektim. Arkasında kalsam da bakmadan konuşmaya devam etti. "Bazen söyleyemediğin şeyleri başka şekilde ifade edersin." Bunun da mı bir anlamı vardı? Merakla, "Neyi söyleyemedin?" dedim. Gülmeye devam ederken, "Gerçi ben söylemek istediklerimi saklamam. Bazen ise söylemeden ifade etmeyi severim," dedi. Sonra başını bana doğru çevirerek elini uzattı. Elimi tutmak ister gibi bekliyordu. Yavaşça bu beklentisini karşıladım. Eli arasında kalan elimi yüzüne götürdü. Yine onun yanaklarına dokunuyordum. Yumuşak cildi hoşuma gitmişti. Dinlendirici bir sesle, "Sana minnettarlığımı sunuyordum," demesi üzerine soğuk havaya rağmen kalbimi sıcacık etmişti.

Onun davetkar omuzlarına daha fazla bakmayı sürdüremedim. Kollarımı boynuna sararak gövdemi sırtına yasladım. Ona sarılma hakkım varmış gibi... Kulağına doğru fısıldayarak, "Öyleyse seni biraz daha ısıtacağım," dedim. Yüzüme doğru döndüğünde bu birbirimize yakınlığımız beni öldürebilirdi. Ellerini belime yerleştirerek beni bir dizinin üzerine oturttu. Hem hızlı hem de yavaş olmayı nasıl başarıyordu? Belki de gerçekten hızlıydı ama böyle anlarda zaman benim için yavaşlıyordu. "O halde biraz böyle kalmanı rica edeceğim," demesi üzerine de bir eli saçlarıma uzandı. Tokamı çıkararak topuzumu dağıttı. Parmakları kahve saçlarım arasında dolandı. Hem hüzünle hem de mutlulukla bakıyordu saçlarıma. Kucağında ufalıp kalmıştım. "Saçların..." dedi. Gözlerini kapatarak, alnını alnıma yasladı. Bu yavaş nefes alış verişler beni sakinleştiriyordu. Bu yaklaşımıyla ben de gözlerimi kapattım. Onu hissetmek istiyordum. 

Parmakları hala saçlarımda gezinirken, "Saçlarının her bir tonu, içinde sakladığın sırların bir yansıması gibi duruyor. Gizemli görünüşün seni daha çok tanıma isteğimi arttırıyor. Her bir saç telin, beni senin büyülü dünyana çekiyor," dedi. Bu sözler, kalbimin en derinlerinden bile duyuldu. Yazdığım sahnelerdeki gibi bir an yaşayacağım kimin aklına gelirdi. Konuşmaya devam ediyordu. "Senin yüzünden kahverengi en sevdiğim renk oldu." Bu adam bana neler yapıyordu böyle? Fısıltıyla konuşmaya devam ederken, kaşlarının çatıldığını hissediyordum. "Sana yemin ederim, özgürlüğünü saçlarına takacağım." Tahmin etmediğim bir şekilde gözlerim doldu. Bu derin cümlenin altında yatan çok göz yaşı vardı. İstemeden ağlamaya başladım. Başını geri çekerek göz yaşlarımı elleriyle silmeye başladı. Yumuşak bir ses tonuyla, "Bana bak," dedi. Kapalı gözlerim ardından akan yaşlarla birlikte ona baktım. Göz yaşlarım yüzünden buğulu yüzü yine de parlar gibi kendini gösteriyordu.

"Her şey yolunda. İnan bana, her şey düzelecek." Kendimi onun sözlerine teslim ettim. Evet, onun kolları arasında olmak her şeyi yoluna sokuyordu. Burada kalmak istiyordum. Başımı göğsüne yasladı. Başka bir çok güzel sözle beni rahatlattı. Dakikalar sonunda bana bir şeyler yedirmeye başladı. Karnımız artık doyduğunda kendime gelmiştim. Birlikte etrafı topladık. Bu gece burada kalacaktık. Rüzgar artmaya başlamıştı. Öğlen saatlerindeydik. Planlarımızı konuşmamız gerekiyordu. Etrafı toplama işi bittiğinde araca geçtim. Asker üniformamı çıkararak Kwang'ın benim için getirdiği kıyafetler arasından beyaz bir kazak giydim. Altıma da rahat bir eşofman geçirdim. Kwang benden hemen önce üzerini değiştirmişti. "Kwang Jee gelebilirsin," demem üzerine de araca geldi. Beni görmesiyle yüzündeki gülümseme kulaklarına kadar yayılmıştı. "Beyaz sana çok yakışmış." Bugün epey bir iltifat günündeydi. Ona hoş bir gülümseme sundum. Gerçi adam beni siyahtan başka bir şeyle görmeyince beyaz farklı gelmiş olmalıydı. Arka koltukları açarak burayı ikimiz için bir yatak haline getirdik. Uzun uzun yapacağımız planları rahat bir şekilde konuşacaktık. 

İkimizde yüz üstü uzanarak açtığım laptopa baktık. Öncelikle bizim askeriyede ne olup bittiğine bakacaktım. Ben laptopu açar açmaz sinyalimiz belli olabilirdi bu yüzden gerekli tedbiri elbette alıyordum. Sanal özel ağ kullanarak internete bağlandım ve bu sayede IP adresimizi gizledim. Bağlantımızı daha güvenli ve anonim hale getirdim. Askeriyenin güvenliği şimdi uçtan uca şifrelenmişti. "Güvenliği arttırmışlar," demem üzerine sıkıntılı bir nefes verdim. Yanımda ne yaptığımı hiç anlamayan Kwang şaşkın şaşkın ekrana bakıyordu. Gözlerini ekranda tutarak, "Sen yaparsın," dedi. Şu durumda bile beni güldürüyordu. "Oradan bakınca kolay görünüyor tabi," dediğimde yaramaz bir çocuk gibi bana bakıyordu. "Emin ol kolay görünmüyor ama senin yapacağına inanıyorum," dedi. Beni motive eden bir çok cümlesiyle kendimi gizli tutmanın bir yolunu bularak sisteme girecektim. Sadece bir şifreye sızıp kamera görüntülerini izlemeye çalışmak bir saatten fazlasını almıştı. Benim şifrelerime giren kişi ise bunu 5 dakikadan az bir sürede yapmıştı. Kesinlikle kendimi daha çok geliştirmeliydim. 

Sonunda yaptığımda ise yanımda uyuklayan Kwang heyecanlı sesimle irkildi. "Girdik!" Dikkatle ekrana bakmaya başladı. "Sence ne yapıyorlardır?" soruma karşılık biraz düşündü. Açıkçası, görüntüleri açacak olmak beni korkutuyordu. "Umarım herkes işine devam ediyordur," demesi üzerine görüntüleri açtım. Her şeyin yolunda gittiğini düşünmek istiyordum. Ancak... Gördüklerim üzerine yutkunamadım. Kalbim ağırlaşmaya başladı. Görüntüler bize büyük bir korku saldı. Yatakta yatar pozisyonumuzu değiştirerek doğrulduk. Laptopu kucağıma alarak olanları hayret içinde izledim. Kwang da benim gibi gerilmişti. Sinir bütün zihnimi karıştırıyordu. O kadar uğraşıp kendimizi mahvettiğimiz işlerde birilerinin gelip her şeyi berbat etmesine dayanamıyordum. Parmaklarım uyuşuyordu. Başım bütün ağrısını zihnime usulca sokarken sorabildiğim tek soru şu olmuştu. "Gerçekten mi?"



Bölüm sonu...

Sizce askeriyede neler oluyor?

Hesna ve Kwang kaçmakla iyi mi etti? Planlarında başarılı olabilecekler mi?

Topluluğa anlattıkları hakkında neler düşünüyorsunuz? Matteo'nun yardım etmesi peki...

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Lütfen oy vermeyi unutmayın. Gelecek bölümde görüşmek üzere.



Continue Reading

You'll Also Like

13.8K 2.2K 37
-Avery serisinin üçüncü kitabıdır. Karanlığın karşısında diz çökme, henüz yıldızlar kaybolmadı.
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

5.9K 477 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
MİHRİ By Reyhan Nur

General Fiction

309 88 4
Vatanı ve bayrağı uğruna savaşan ve şehit veren nice askerler... İnsanlara yardım etmek için ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir hemşire; Mihr...
786K 50.5K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...