KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

787K 50.6K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

16 - KUŞKUNUN ZEHRİ

16.8K 1.3K 936
By -zehradogan

Merhabalar... Bu bölüm için heyecanlıyım çünkü olayların sakinliğini yaşadığımız son demlerdeyiz.

Önemli mevzular olacak ve artık her şey daha farklı ilerleyecek. Bol bol yorum yapalım lütfen.

Yazı yazmayı çok seviyorum ve bunu insanlara sunmayı da seviyorum. Büyük iddialarım yok ama gerçekleşmesini umduğum hayallerim var.

Zihnimin içindeki savaşı yaşıyormuşçasına aktarmak istediğim ve çevremdeki insanların karakterlerinden ilham alarak yazdığım bir eser oldu bu.

Yazdığım bu kitap her ne kadar bilim kurgu türünde ve olayların, hareketin hiç eksik olmadığı bir kurgu olsa da arka planda anlatmaya çalıştığım şeyler çok açık.

İslam'ın hafife alınamayacağını ve hayatımız olduğunu bazen unutuyoruz. O'nun için verilmesi gereken mücadeleyi unutuyoruz ve ben sizlerin bunu hatırlamasını istiyorum.

Yorum yapmanızı da bu yüzden istiyorum. Sizden isteğim o düşünce denizinize giren satırları çok kolay geçmemeniz. Çünkü o satırlar sizin için...

"Fazla yalnızlık fazla şüphe doğurur."

Acaba diye bir soru düştü mü insanın içine, hoyratça büyür bütün şüpheler... Can sıkar, zihin bulandırır. Yabani bir ot gibi istenmeyen yerde gürleşir durur. Kesersen yine uzar, kökünü koparsan yine tohumunu saçmanın bir yolunu bulur. Şüphe bu. Nasıl giderilir bilinmez. Çaba ister, yenilmek ister. Güç gerekir bunun için, güçlü olmak gerekir. Sürekli insanın içini kurcalayan bu duygudan arınmanın tek yolu yüzleşmek olur. Kaçmak yakalanmaya sebep verir. Hazırlıksız gelen bu his insan zihnini kurcalar durur. Peşine düşmek, şüpheyi kovalamak ise kontrolü üzerimizde hissetmemize sebep olabilir. Şüpheyle nasıl yaşar bir insan? Onu görmezden gelmek olmaz. Onunla çok sık meşgul olmak da olmaz. Belirsiz de biraz. Anlaşılmaz. Kaşır ve yaralar... 

"Seni öldürürüm!" Çağan'ın kontrolsüz çıkan sesi ile Matteo bir milim bile oynamadan nefret dolu bakışlarını sunuyordu bizlere. Öyle yukarıdan bakıyordu ki hiç istemeyerek yanımızda durduğu belliydi. Ne biliyor olabilirdi ki? Kwang, Çağan'ın kulağına bir şeyler söylüyordu. Uyarıcı ve korumacı da duruyordu. Çağan, Kwang'ı dinledikten sonra sabırsız ama kendini durmaya zorlar bir ifadeyle baktı. Derin bir nefes alıp Matteo'ya dönen Kwang oldu. "Sana ihtiyaç yok Matteo. Şartlarınla ya da vereceğin cevaplarla da ilgilenen kimse yok," Sakin bir tavırla onu başımızdan savmak istemesini anlıyordum. Bu adamda işimize yarayacak bir bilgi olsa bile sonrasında her şey burnumuzdan gelirdi. Yine de acaba onu dinlemeli miydik?

Matteo tam sırıtıp bir şey söyleyecekken koridorun sonundan Ahsen'in sesi duyuldu. "Ona hiçbir şey anlatmayın!" Bize doğru koşan Ahsen'in sözü üzerine sanki saniyeler yavaşladı. Matteo'nun sırıtan yüzü bozulmuş, yerine öfkeli bakışlarını geri getirmişti. Artık topluluğa yaklaştığında nefes nefese kalmış bir halde konuşmasını sürdüren Ahsen, "Üzerine dinleme cihazı aldığını gördüm. Bir cevabı olsa bile aleyhimize kullanır," dediğinde bakışlarımızı Matteo'ya çevirdik. Cidden neler oluyordu? Hiç derdimiz yokmuş gibi birde Matteo çıkmıştı başımıza. Kwang, Matteo'ya doğru bir adım attığında anlaşılır olması için resmen hecelemişti. "Onu bana ver Matteo!" O ise bir şeyden haberi yokmuş gibi Kwang'a İtalyanca konuşmaya başladı.

Kwang onun zırvalıklarını kesip atan bir ses tonuyla ona karşılık verdi. İtalyanca değil. Hepimizin duymasını ister gibi, "Cihazı bana ver Matteo. Senin kendi çıkarların için herkesi kullandığını biliyorum," dedi. Matteo karşısındaki bu ciddi adama yenileceğini bilir gibi elini yaka cebine götürerek yerleştirdiği cihazı aldı ve yere umursamaz bir hareketle attı. Herkes yerde seken cihaza bakıyordu. Kwang cihazı ayağıyla basarak kırdı. Parçalandığından emin olmak için de eline alıp parçaları un ufak etti. "Başka var mı?" diye şüpheyle sorduğunda Matteo ellerini iki yana açtı. "Sanırım yok." Gevşek tavrı herkesin sinirlerini geriyordu. Gitmeye niyeti olmadığını görüyorduk.

Matteo ağır ağır ve rahat bir tavırla konuşmaya başladı. Ellerini ceplerine yerleştirip bize doğru bir adım attı. "Üniversite yıllarımda laboratuvar teknolojisiyle ilgileniyordum. Parmaklarımı eritene kadar..." deyip sol elini bize doğru kaldırdı. Üç parmağı da gerçekten erimiş görünüyordu. Sağlam olan işaret ve baş parmağına göre küçük kalmışlardı. Kemiği saran ince bir deri vardı sadece o üç parmakta. Şimdiye dek fark etmemiştim. Zaten ya eldiven takardı ya da eli cebinde gezerdi. Herkes onun parmaklarına baktığında konuşmaya devam etti. "Laboratuvar ortamı. Bilirsiniz, bazen tehlikeli oluyor," deyip kendi kendine güldü. Herkes bu saçmalığın bitmesini diler gibi ona bakıyordu. Çağan ise yumruklarını sıkıyordu.

Matteo, "Parmakları eksik bir mafya olmak da beni sinirlendiriyordu. Bu yüzden o lanet laboratuvardan çıktım. İnsanları öldürmek daha zevkli geldi," diyerek yine herkesin ondan iğrenir gibi bakan bakışların altında kalmıştı. Onun ise hiç umurunda değildi. Anlatmaya devam etti. "Laboratuvar teknisyeni olarak bir geçmişim olduğundan da kardeşinin olduğu o yere uğramışlığım vardı," dediğinde Çağan'a samimiyetsiz bir ifadeyle dişlerini göstererek gülümsedi. "Kısa kes!" Çağan eğer Kwang önünde durmasa ona saldırır gibi duruyordu. Matteo kendi etrafında ağır adımlar atıp, "Biliyor musunuz? Ben Akhar'ın robot olabileceğinden şüpheleniyorum," sözleri üzerine kısa bir kahkaha attı. 

Herkes göz devirerek dinliyordu onu. Doğa daha fazla dayanamayarak, "Ne anlatıyorsun sen? Hikaye üretme ne diyeceksen de!" Doğa'ya bu sözleri hiç yakıştıramamış gibi sahte bir alınganlıkla, "Küçüğüm, kalbimi kırıyorsun," diyen Matteo'yu Doğa'nın sallandırmak istemesine emindim. "Midemi bulandırıyorsun," demekle yetinen Doğa ondan biraz uzaklaşarak bana doğru geldi. Matteo, "Robot ömrünü uzatmak için insan DNA'sı kullanılıyor. Akhar, 18 yaşından küçük olan herkesi öldürmedi. Onların eğitimleriyle ilgilenemezdi. Savaşa da hazırlayamazdı. Bu yüzden bazılarını ortadan kaldırdı, bazılarını ise koleksiyonunda sakladı," deyince Çağan ona doğru atıldı.

"Saçmalamayı bırak! Şimdi mi kurdun bunları? Senden dinleyecek hiçbir şeyimiz yok! Defol git!" Çağan'ın bağırması üzerine Matteo sinirleri zorlayan cümlesini de kurdu. "Kardeşinin adı neydi? Dur söyleme, dilimin ucunda," dudağını ısırarak işaret parmağını şakağına götürüp düşünür gibi yaptı. "Leyan... Zavallı kız. Koleksiyonun içinde olmak yerine bedeni küle dönüşmeliydi," dediğinde bu Çağan'ın dayanması için son noktaydı. "Senin..." Çağan kulak tıkayan küfürlerle Matteo'ya bir yumruğunu geçirdi. Onu yere savurduğunda ise üzerine geçip ardı ardına yumruk atmaya devam etti. Hala küfür ediyordu. Yerde dayak yerken gülümseyen Matteo dişlerine bulaşan kanla birlikte delirmiş gibi duruyordu.

Çağan ondan daha deli bir halde ona öldürürcesine yumruklar atmayı sürdürdü. Birbirimize bakıyorduk. Doğa umursamaz bir ifadeyle onun dayak yemesinden zevk alır gibi izliyordu olanları. Medusa ise oldukça tedirgindi. Çağan'ı korku dolu gözlerle takip ediyordu. Ahsen şaşkındı. Kwang ise Çağan'ı Matteo'nun üzerinden almak için harekete geçmişti bile. "Çağan dur!" diyerek kollarından tutup güçlükle onu Matteo'nun üzerinden kaldırdı. Koridorun başında beliren bir kaç asker, "Kwang Jee bir sorun mu var?" diyerek bu tarafa doğru gelmeye başladılar. Kwang elini gelen askerlere durmalarını işaret ederek kaldırdığında, "Burası ben de. Siz işinize bakın," demesi üzerine onları uzaklaştırdı.

Yerden sendeleyerek kalkan Matteo hiçbir şey olmamış gibi, "Nerede kalmıştık?" dedi. Nefesini düzenleyerek konuşmaya devam etti. "O ölmeye mahkum bedenler bir işe yarasın diye makinelere dönüştürülecek. Çok da üzülme Çağan, ölümsüz bir makine etten bir kardeşten daha faydalı olabilir." Çağan kan kusarcasına duyduğu sözler üzerine küfürlerini devam ettirdi. En sonunda çıkardığı silahını Matteo'ya hızla doğrulttuğunda kurşun sesi kulaklarımızda yankılandı. Kwang çoktan Çağan'ın koluna vurmuş ve kurşun boşa sıkılmıştı. "Yeter!" Kwang'ın sesiyle inleyen koridorda nihayet sessizlik hakim oldu. "Uzaklaş Matteo. Senden duyacağımız hiçbir şeyle ilgilenmiyoruz," Kwang'ın tehditvari ses tonu üzerine Matteo yılmadan cevap verdi.

"Çoğul konuşuyorsun Kwang Jee. Şöyle bir bakıyorum da fena bir takım olmamışsınız aslında." Matteo alay eder gibiydi. Kabak gibi kendimizi ortalığa sergilememiz de hiç iyi olmamıştı. Matteo'nun takıntılı bir ruh hastası olduğunu da düşünürsek bizi sürekli takip etmesi üzerine şüphelerini üzerimize çekmemiz onun için çok kolay olmalıydı. Kwang, "Ben yalnızca askeriyemiz için kuru kalabalık yapmayan insanlarla çalışmayı tercih ediyorum," diye ondan kurtulmak istese de Matteo bizi rahat bırakmayacak gibi duruyordu. O umursamaz kahkahasını da atmayı sürdürdü. "Hadi ama Kwang Jee. Seninle bir geçmişimiz var. Sen her şeyi enine boyuna düşünürsün. Akhar'ın aklında gezen isimlerden birisin. Yine de devletine asi gelen bu insanlarla çalışmayı nasıl tercih edebilirsin?" 

Matteo tehlikeli ve rahatsız edici bir şekilde istediği zaman zeki olabiliyordu sanırım. O berbat Türkçesini bile doğru konuşabilmek için zorladığı çok açıktı. Hepimizin üzerinde gözlerini gezdirerek konuşmaya devam etti. Ayrıca her birimize doğru sırayla parmağını doğrultarak, "Çağan Varlı, komandoydu değil mi? Medusa, bir kadın için gemi mühendisliği ağır olmalı. Ayrıca kimliğini gizlesen de bir gün açık olacak tatlım," dediğinde Çağan yine ona doğru atılsa da Kwang bunu engelledi. Sabırla Matteo'nun sözünü bitirmesini bekledi. "Ahsen Özay, neredeyse meslektaşım. Dikkat et laboratuvar ortamı risklidir. Hesna Kaner, adını söylemek bile beni rahatsız ediyor. Hükümete zıt yazıları olan inatçı bir hacker. Soğuk zekan sana nefretimi arttırıyor." Kwang'a döndü bakışlarım. Matteo'yu parçalamaması için Çağan'ı tutarken aynı zamanda kendini de tutması zor olmalıydı.

"Lee Kwang Jee, her konuda eğitimli, istihbarat uzmanı ve askeriyenin yıldızı," diyerek yine kendince bir gülüş savurduktan sonra Doğa'ya döndü. "Doğa Perla, benim en güzel günahım. Sisteme bu kadar yakın olman beni korkutuyor. Sırrını çözeceğim ama senden uzak dururken bu pek mümkün olmuyor," dediğinde Doğa onun karşısında dimdik durdu. "Matteo Marino, şerefsizlikler kralı. Menfaat takipçisi, satanist ruhlu seri katil. Var mı eklemek istediğin bir şey?" dediğinde yine ona tüm nefretini sergileyerek baktı. Matteo ise sadece ona biraz daha yaklaşıp gülerken ağzından akan kana da aldırmıyordu. "Organize suç örgütü mafya kocam demeyi unuttun küçüğüm." Doğa bu söz üzerine tam bir şey diyecekken Matteo devam etti. "Gençliğimin biraz hareketli geçtiği doğrudur. Artık burada silah sistem subayı olarak çalışıyorum. Eski mesleklerden alışkanlıklarımız da sürmüyor değil. Askeri uçaklarda yerde gördüğüm kaçakları vurmanın bana zevk aldırmasına engel olamıyorum," dediğinde buna daha fazla katlanamadım.

"Niyetin nedir Matteo? Hangi şart, hangi yardımdan bahsediyorsun?" Bu sorum üzerine bütün gözler bana dikildi. Kwang bana doğru gelerek kolumu hafifçe tuttu ve gruptan uzaklaştırıp duvara yaklaştırdı. Sessizce yüzüme doğru eğilerek konuştu. "Matteo'nun Doğa'nın sırrını çözmesi için işimize yarayabileceğini düşündüm ama onu bize bulaştırmak da iyi bir fikir olmayabilir," dedi. Gözlerimi Kwang'dan alarak arkasındaki gruba baktım. Herkes gergin bir halde aralarında bir şeyler konuşuyordu. Matteo yine sırıtıp bu tarafa bakıyordu. "Haklısın ama başındaki ecelinden kurtulabilmek için bize mecbur gibi duruyor. Ona bilgi verecek değiliz, ondan bilgi alan biz olacağız," dediğimde Kwang gergin bir ifadeyle düşünmeye başladı. Başını arkasına çevirerek Matteo'ya baktı. Sonra yine bana döndü.

"İyi polis rolünü oynamayı becerir. Onun bize anlattıklarının altında kendi çıkarları için planları olduğuna eminim. Onu tutan bir şeyler olmasa sonumuzu getirir. Bu işi kendimizin halletmesi daha sağlıklı," demesi beni düşündürdü. "Onunla ilgilenmeyelim ve kendi canıyla uğraşmaya devam etsin mi diyorsun? Peki Doğa'yla ilgilenen kadın hakkında bir şeyler bilen o değil mi? Bildiklerini öğrenmezsek Doğa'yı kimin koruduğunu nasıl bulacağız? Ayrıca şu an asıl mesele Leyan hakkında bir şeyler biliyor olması." Sorularım üzerine Kwang da sıkıntılı bir nefes verdi. Kişinin arada kalma ve neyi seçeceğini bilmemesi kadar berbat bir duygu daha tanırdım ama şu an başımızı saran buydu. Kwang, "Biraz gözlemleyelim. Leyan hakkında onu konuşturmaya çalışırım ama Doğa meselesini bekletelim," diyordu fakat Matteo beklemezdi.

"O önce kendini sağlama almak ister. Kendini Doğa meselesinden sıyırmadan Leyan hakkında konuşacağını düşünüyor musun?" demem üzerine arkadan Matteo bize doğru konuştu. "Vaktim yok karar verin! Yardımımı istiyor musunuz? İstemiyor musunuz?" Kwang huzursuz bir şekilde benden uzaklaşarak onlara doğru yürüdüğünde onu takip ettim. "Leyan'ın olduğu oda hakkında bildiklerini anlat Matteo. Aksi halde ecelinin etrafında dolaşmasıyla ilgilenemeyiz," Kwang'ın sözü üzerine Matteo da ciddiyetten bir kırıntı bile göremedim. Matteo, "Doğa'nın etrafındaki güvenlikten beni arındırmadan size bir şey anlatacağımı düşünmediniz herhalde," dedi. Tahminlerim çıkmasa olmaz mıydı? "Öyleyse sana kolay gelsin Matteo. Bu konuşma yapılmadı say," diyen Kwang herkese dağılmasını işaret eder gibi baktığında konuşan Medusa oldu.

Matteo'yu işaret ederek, "Kimsenin keyfini bekleyemeyiz! Ne biliyorsa anlatsın! Leyan günlerdir zaten kayıptı. Orada her ne yapılıyorsa vücudu bunu daha fazla kaldıramayabilir," diye gergin bir heyecanla konuştu. Matteo zamanımız kalmadığını bilircesine keyifle gülümsedi. "Sizin bana daha çok ihtiyacınız var gibi duruyor," demesi üzerine de Çağan çoktan onun yakasına yapışmıştı. "Anlat o halde! Yoksa ölümün benim elimden olacak!" Matteo, Çağan'ın ağzının dibine girerek konuştu. "Az önce, senden dinleyecek hiçbir şeyimiz yok diyordun. Ne oldu? Kardeşinin öleceğini yeni mi idrak ettin?" Bu adam gerçekten sinir yıpratıyordu. Ona mecbur kalmamız da berbat hissettiriyordu. Her durumda elimiz kolumuz bağlı kalıyor ve her gün sinir hastası olarak evlere dönüyorduk. Çağan ve Matteo arasında gergin konuşmalar devamlılığını sürdürdü.

Kwang bir çıkış yolu aramaya çalışır gibi bana düşünceli gözlerle baktı. Ahsen bu gürültüye daha fazla dayanamayarak, "Medusa haklı. Fazla zamanımız yok! Herkesi memnun edecek dürüst bir karar almalıyız," dedi. Buna Doğa gülerek giriş yaptı. "Matteo ve dürüstlük mü?" diyerek Matteo'nun kolundan tuttu ve Çağan'dan ayırdı. Zayıf görünümüne rağmen güçlüydü. Onun dokunuşundan zevk alırcasına Doğa'ya saçma bakışlarını sunan Matteo çarpık bir gülüşle yüzüne bakıyordu. "Bir yerde dürüst konuşmam gerekirse, elime bıçağını sapladığın gece senden etkilenmiştim küçüğüm. O tazecik bedeninin altındaki güçlü kişiliğin hoşuma gitse de benim için sadece bir oyuncaksın. Ben de oyun oynamayı seven bir avcıyım," dediğinde Doğa'nın tokadı gecikmemişti. Suratına sağlam bir tokat yiyen Matteo bundan haz alır gibi Doğa'ya bakmayı sürdürdü. 

"Dokunulmazlığım var öyle değil mi? Kim nasıl korkuttuysa, oyununu bozması seni çıldırtıyor olmalı," Doğa sivri diliyle onu aşağılamaya çalışırken Matteo bu duruma bozulsa da gülüşünden vazgeçmedi. "O korkutanlar seni koruyor olsa da gerçekleri öğrenmek seni çok sevindirmeyebilir." Matteo'nun ürkütücü sözü üzerine Doğa da dahil herkes sessizleşti. Bu da ne demekti? Bu adam her ne biliyorsa, hiçbirimizin hoşuna gitmeyeceğinden emindim. Doğa, "Neymiş gerçek olan? Bildiklerine yalan karıştırmadan anlatacak mısın merak ediyorum," dediğinde Matteo umursamaz bir tavır takındı. "O an ki ruh halime bağlı küçüğüm." Ona bu şekilde hitap etmesi de Doğa'nın midesini bulandırıyor olmalıydı. "Çeneni kapat artık!" diyerek ona tekrar vuracaktı ki bundan vazgeçti. Vurmak bile olsa ona dokunmak istememesini anlıyordum.

Konuşmalar uzadı ama hiçbir yere varamadık. Matteo'nun bize bilgi vermesi için önce Doğa hakkında bildiklerini anlatması gerekiyordu ki üzerindeki tehditten onu kurtarabilelim. O tehdit başından kalkmadıkça da bize yardım edecek gibi durmuyordu. İyi de Doğa meselesi çok karmaşıktı. Matteo'yu bile durduruyorsa olaya bizim dahil olmamızla işler nasıl etkilenirdi merak ediyordum. Çağan'ın sabrı yoktu. Matteo'yu beklemeye ise hiç niyeti yoktu. "Ölmek istemiyorsun ama benim seni öldürecek olmamı unutuyorsun! Anlaşma istiyorsan önce kardeşimi alan o odada neler döndüğünü anlat!" Çağan yine ellerini Matteo'nun yakasına yapıştırarak konuşmuştu. Matteo rahatlığından ödün vermiyordu. "Senin beni öldürebilmene imkan yok. O yüzden nefesini boşuna harcama," diyerek Çağan'ın elinden kurtuldu. 

Matteo yakasını düzelterek ciddi bir hal takınıp, "Siz bunu biraz düşünün, sizinle daha fazla vakit öldüremem," diyerek yanımızdan ayrıldı. Sinirler yıpranmış halde öylece birbirimize bakmıştık. Medusa, "O odaya tekrar giremeyiz. Bu intiharımız olur. Ne yapacağız?" diye bir soru yöneltti. Çağan yine ellerini saçları arasına alarak gerilen sinirine engel olamıyordu. Kardeşi için korku duyuyordu. Bu soruya cevap veren ben oldum. "Sadece Leyan değil. Orada Leyan gibi kaç kişi var bilmiyoruz. Leyan'ı kurtarsak bile onu ne kadar nerede saklayabileceğimizi de düşünmeliyiz. Peki diğerlerinin orada olduğunu bilerek nasıl hiçbir şey yapmayız? Bu olanların sadece bu şubede yaşanmadığı da çok açık. Bu sandığımızdan çok daha büyük bir şey." Herkes sıkışmış gibiydi. Ahsen, "Doğru söylüyor. Bu büyük bir sorumluluk. Önünü arkasını araştırmadan plansız hareket edebileceğimiz bir mesele değil," diyerek bana katıldı.

Birbirimize baktık. Kaderin bir araya getirdiği bize... Kiminin gözünde öfke, kiminin gözünde korku. Önceden tanışmışlık hissiyle birlikte. Ne kadar az bir araya gelsek de kalplerimiz aynı amacı arzuladığı sürece bu yakın his hiç bozulmayacaktı sanırım. Bu yüzlere bakmak beni huzurlu hissettiriyordu. Her ne kadar şu an huzurdan uzak bir ortamın içinde olsak da iyi hisler bırakıyorlardı ben de. Bir an da gelen duygusallaşma halim de ara ara gözlerimi dolduruyordu. O sıcak aile sevgisinden eksik kalmak kalbimi dondurmuştu. Şimdi ise o donan kalbe birileri kıvılcımlarını bırakıyordu. Buzdan kalbimi ısıtıyorlardı, içine sevginin izlerini akıtarak. 

Her şeyi çok ağır yaşayan biriyken hayatımın hızlı değişimi dengemi bozmuştu. Burada geçen bir gün bile bir hafta gibi yorucu ve uzun geçiyordu. Zaman bir an bile beklemiyor ve akışına bizleri dahil ediyordu. Bazen uyum sağlıyor bazen ise o akıntıda boğuluyorduk. Kwang'a baktım. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi samimi ve içten bir bakışla izliyordu beni. Ne zaman düşüncelerimde kaybolsam gözlerim ona dokunduğunda, onu beni izlerken buluyordum. Gülümsemiyordu ama gözlerindeki tebessümü görebiliyordum. Askeriyeye haykırmıştı resmen. Beni korumuştu. Bu çizgiyi aşacağını hiç düşünmezdim. O herkese gösterdiği soğuk tavrına rağmen artık kimseyi umursamayarak bana yakın davranmaya devam ediyordu. Şimdi olmasa bile bunun ileride sorun olacağını biliyordum.

Kwang, bakışlarını benden alarak Çağan'a doğru yürüdü. Ona adıyla seslenip elini sırtına koydu. Sıvazlar gibi verdiği buradayım desteğiyle Çağan akıtmadığı yaşlarından dolayı kıpkırmızı kesilen gözlerle Kwang'a baktı. Medusa onu üzgün bir ifadeyle izliyordu. Aynı hisleri yaşadığımız için hepimiz hepimizin farkındaydık. Öksüz ve kimsesiz kalmanın verdiği acıyı paylaşıyorduk. Üstelik bunun üzerine konuşmaya hiç gerek olmadan... Kwang, "Çağan, siz şimdi gidin. Son saatlerimiz. Yarına bu durum için daha sağlıklı düşünür bir çaresini buluruz," dediğinde Çağan bunu istemeyerek de olsa başıyla onayladı. Geri geri koridorun geldikleri yönüne doğru bir iki adım atan Çağan yoluna dönmeyi düşünürken arkasında kalan Medusa onun beline sarıldı. Başını da sırtına yasladı. 

Çağan arkasındaki bu destekten ötürü yüzünü buruşturdu. Rahatsız mı olmuştu? Hayır, hüznünü dışarı akıtıyor gibiydi. Tuttuğu göz yaşlarını, gözlerini sımsıkı kapatarak gizlese de artık akıyordu. Başını arkaya doğru bırakan Çağan'ın gözleri tavanı izliyordu. Bir çıkış yolu arar gibi... Medusa ona daha sıkı sarıldı. Boşta kalan elleriyle beline sarılan kollara tutundu Çağan. Bu duygusal manzara bize de o güçlü hissi geçirmişti. Onları izlerken Kwang yanıma geldi. Doğa ve Ahsen de karşımızdaydı. Ortada duran Medusa ve Çağan'a çocuklarımız gibi bakmaktan kendimizi alıkoyamamıştık. Sonra Çağan belini saran kollara doğru döndü ve Medusa'ya sarıldı. Başını yasladığı göğüsün sahibi çenesini Medusa'nın başı üzerine koydu. Bir süre öyle kaldılar. Sonra Medusa ondan ayrılarak Çağan'ın yüzünü elleri arasına aldı. Şimdi ikisinin de gözleri birbirine buğulu bir şekilde bakıyordu.

Medusa, "Sabırlı olacağız. Birlikte halledeceğiz," dediğinde Çağan bu desteğe kırgın bir gülümseme sundu. Gözlerinden akan ince yaşlarla birlikte... Ardından Medusa bize dönüp, "Herkes işinin başına değil mi?" diyerek gözlerinde biriken yaşı sildi. Hiçbir şey olmamış gibi gülümsediğinde Çağan'ın elini tuttu ve geldikleri yöne doğru yürümeye başladı. Çağan, önünde yürüyen ve elini tutan o güzelliğe doğru adımlarını büyük atarak Medusa'nın yanında yerini aldı. Ellerini bırakmadan önümüzde yan yana yürüyen ikiliye baktık. Kanlı bıçaklı tartışmalar dinmiş ve kendilerini birbirlerine teslim etmiş gibi el ele yürüyorlardı. Bu görüntüye şaşırsak da acılarından haberdar olan bu iki insanı çok uyumlu bulmuştuk. Doğa bu görüntüden memnun olmuş gibi bir iç çektiğinde Ahsen'e döndü. "Biz de gidelim Ahsen. Çiftler birbirini bulmuş. Sen de bana kaldın," diyerek bizden uzaklaştılar.

Şimdi Kwang'la birbirimize bakıyorduk. Beceriksiz bir sessizlik olmuştu. Üstelik birbirimize de bakmamıza rağmen gözlerimizi de ara ara kaçırıyorduk. En sonunda Kwang ellerini ceplerine koyarak sırtını dikleştirdi. "Medusa ve Çağan, iyi görünüyorlar," diye etrafına bakarak konuştu. Ben de kollarımı göğsümün önünde birleştirerek, "Evet, iyi görünüyorlar," derken onun gibi etrafıma bakıyordum. Sonra yine sessizlik girdi araya. "Gün bitmedi," dedim. "Evet," diye karşılık verirken bu uzun günün yorgunluğu sesine de yansımıştı. Sonra bana doğrudan bakarak, "Sen de çalışmalarına dön. Yatış zili duyulduğunda çıkışta seni bekleyeceğim," dedi ve uzaklaştı. Gidişini izledim. Belimdeki yaranın gergin dikişleri fazla ayakta kaldığım için beni yorgun düşürmeye devam ediyordu.

Sistem odasına doğru yürümeye başladım. Şu gün gerçekten bir türlü bitememişti. Ağır adımlarla yürüyordum. Birkaç dakika sonunda bineceğim asansöre gelmiştim. Sonra o duymaktan hiç hoşlanmadığım sesin, "İyi görünüyorsun," demesi tüylerimi diken diken etmişti. Arkamda duyduğum sesin sahibine dönmeden önce derin bir nefes aldım. Duymamazlıktan gelmeyi tercih edip asansörün düğmesine bastığımda karşımdaki duvara sırtını yaslayarak bana baktı. Kollarını da göğsünde bağlamıştı. Başımı ona çevirdim. "Ne istiyorsun Akın?" Onunla karşılaşmaktan gerçekten sıkılmıştım. Bıkkın çıkan sesim ona defol git diyordu ama o hiç rahatsızlık duymadan hala bana bakıyordu. "İyi olduğunu görmek istiyorum sadece," dediğinde boş bakışlarla baktım ona. 

Asansör yerin dibinden mi geliyordu acaba? "Neredeyse ölümüme sebep olacak sen mi söylüyorsun bunu?" demem üzerine başını iki yana sallayıp güldü. Bir elini duvara yaslayıp bana doğru eğildi, "Anlamıyorsun değil mi?" derken gülümsüyordu. "Neyi?" dedim soğuk bir tavırla. Yediği dayaklar yeterli gelmemiş olmalıydı. Bana dikkatle bakarak, "O karanlık sudan çıktın. Bunun için denklem kurman gerekiyordu," dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Gerekmedi çünkü oradan dört yoluyla çıkacağımı sen söyledin," dediğimde tahmin etmediğim bir tepki verdi. Ellerini bilmiyorum der gibi iki yana açıp, "Hayır, ben böyle bir şey söylemedim," dedi. Sinirden gerilen suratım sayesinde istemsiz güldüğümde, "Ne saçmalıyorsun? Bana dörde dikkat etmemi söylemiştin," derken o bilmiyormuş tavrını sürdürdü. 

"İnsanlar bunu soracak. Çıkış denklemini kurmaya başlasan iyi olur. Aksi halde saklı dördü sana açıkladığı için Kwang'ın başı biraz ağrıyabilir," dedi. Ona şaşkın ve sinirli bir halde bakarken aynı zamanda da afallamıştım. Ne yapmaya çalıştığını yeni yeni fark ediyordum. Bu rakamın ne hükmü varsa sayılı kişiler biliyordu. Denklemi açıklayamadığım takdirde böyle gizli bir bilginin bana Kwang'ın verdiğini söyleyecekti herkese. "O bilgiyi bana sen verdin!" diye baskın bir tonda söylediğim söz üzerine cebinden bir alet çıkardı. Çalışması için bir düğmesine bastığında, "Dört bazı rütbeli askerlerin ortak sırrıdır. Bazı kapıları dört açar. Sıkışma noktalarında ya da aksi bir durumda o rakam yön gösterir. Çoğu gizli kapının dört şifrelemesiyle alakası vardır. Bunu herkes bilmez."  sesi gözlerimi şaşkınca açtırttı bana. Bu ses Kwang'a aitti.

O odadan çıkarıldığımda revirde söylemişti bana bunları. O bu konuşmayı nasıl kaydetmişti? Ona doğru kolumu hızla uzatarak, "Ver şunu," desem de cihazı arkasına aldı. Gerçekten şimdi onu parçalayabilirdim ama ona uzanmamla belimde hissettiğim dikişin acısı canımı yaktı. Suratıma bakıp sırıtırken, "Bu ben de kalıyor. Ya denklemi bul ya da Kwang verdiği bu gizli bilgi için cezalandırılsın," dedi. Vücuduma yüklenen siniri tırnak diplerime kadar hissettim. Gözlerimin ateş saçtığına emindim. "Nasıl senin elinde böyle bir ses kaydı olur? Lafı ortasından seçip almışsın! O rakamı bana sen söyledin!" diye bağırırken o sakin bir şekilde konuştu. "Delilin var mı? Benimkinin yanında," diyerek elindeki cihazı salladı. Yumruklarımı sıktım. 

Sakin kalıp sağlıklı bir cevap vermek istedim ama sinir düşünmeme engel oluyordu. "Denklemi bulsam bile sesi kullanmayacağını nereden bileceğim?" Bu sorum üzerine sesli bir kahkaha attı. Komik olan neydi? Gülüşünü dindirmeye çalışarak, "Kwang nefret ettiğin hükümetin askeri değil mi? Elinde ona karşı kullanabileceğin bir koz varken o neden umurunda ki?" dedi. Sustum. Bu yalancıya ne diyeceğimi düşündüm. Cihazı alıp kafasında parçalamak istiyordum. "Senin gibi bir pislik varken bir başkasının ceza almasını istemem," demem üzerine yine aynı kahkahayla güldü. "Eğer ona biraz bile güveniyorsan ağla haline. Yoksa davanı unutup aşık mı oldun?" dediğinde gözlerim irice açıldı. Ellerimi göğsüne vurarak geri itilmesine sebep olduğumda, "Denklemi değil seni bitirecek bir hamle bulacağım Akın Tan! Sen de bu askeriyeden sürüleceksin!" diye haykırdım.

"Elinden geleni yap bakalım," diyerek o aptal gülümsemesiyle yanımdan ayrıldı. Onun arkasından bakarken çoktan gelmiş olan asansöre öfkeyle bindim. Ne yapacağım şimdi? Hislerim göğsüme sığmıyor ve zihnimin içine doğru batıyordu. Kwang'dan  kendiyle ilgili bir koz istediğimde bunda son derece kararlıydım. Şimdi ise elimde böyle bir imkan vardı ve bunu kullanmayı düşünemiyordum bile. Her şeyin birlikte, saat gibi işleyeceğini umarken bu da neydi şimdi? Akın her şekilde Kwang'ı kötülemek için elinden geleni yapacaktı. Sadece süreyi uzatıyor ve bundan zevk alıyordu. Başka açıklaması olamazdı. Ne sanıyordu kendini? Kwang ortadan kalktığında ona kalacağımı mı zannediyordu? İnsanlar soracak demişti. Bu insanlar kendi işine baksa olmaz mıydı?

Asansörü daralarak bitirdiğimde masa başına geçtim. Burada çalışanlar, robotlar üzerinde yalnızca yazılım yoluyla makine görevinden sorumluydu. Bu makineler üzerinden daha birçok işlem gerçekleşiyordu. O insan dokularıyla robotlar üzerinde neler yaptıklarını bilmiyordum. Bu işi Ahsen'in kurcalaması gerekiyordu ve kurcalıyordu da. Kwang'la konuşmam gereken çok şey vardı ve sanki o birlikte uyumamızın ardından günler geçmişti. Direnip mücadele etmek beni çok yoruyordu. Ona güvenmek ise beni korkutuyordu. Bir gün karşıma çıkıp da seni kandırdım diyecek diye kendi kendime kuruluyordum. Akın sürekli Kwang hakkında beni uyarıyordu. Bunun tamamen hasedinden olduğunu bilsem de doğruluk payının olması halinde işte o zaman kafayı yiyebilirdim.

Zaten duyduğum şu şüphe duygusu yüzünden aklımı kaçıracaktım. Son saatler olduğunu kendime hatırlatıp sabrettim. Yatağıma uzanmak istiyordum. Akın sürekli Kwang'a dikkat etmemi söylüyordu. Bu onu tanımadığı için miydi yoksa tanıdığı için miydi? Kwang da Akın için ondan uzak durmamı söylüyordu. Bu Kwang hakkında Akın'ın bir şeyler bilmesinden dolayı mıydı yoksa gerçekten beni korumak istemesinden miydi? Kendini gizlemek için beni ondan uzak tutuyor olamazdı değil mi? Kwang'ın gizlediği bir şeyler olabilir miydi? Sebepler her ne ise iki tarafın da bir geçmişi olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Neye inanacağımı bilmiyordum ama her zaman yalnızlığı daha güvenli buldum. Yalnızlığıma güvenip her yolda tek başıma ilerlemeyi düşünsem de böyle bir hal içinde yalnızlık sadece ölümü getirirdi. Birbirimize ihtiyacımız vardı. "Eğer bir yalanın içindeysem çekeceğim acıdan ben sorumlu olurum."

Düşünceler odaklanmama engel olsa da işimi bitirmeye gayret ettim. Kendi kendime konuşup bir yol aramak da girdiğim bunalımı biraz daha hafifletiyordu. Bunu Kwang'a nasıl anlatacağımı düşündüm. Eğer onunla olan bu anlaşmam canımı yakacaksa da süreci korumalıydım. Şüphelerim yüzünden durumu berbat edemezdim. Kendimi sakınıp saklamam sağlıklı bir çalışma ortamı sunmazdı. İkimize de, bu gruba da. Sonunda belki dağılacak ya da birbirinden nefret eden insanlara dönüşecektik. Bunun olma olasılığı var diye korkularımız yüzünden kuşku duymamız sadece bu grubu yavaşlatırdı. Yatış saatini belirten o zil sesini duyma hevesiyle çalışıp durdum. Biraz daha burada tek başıma kalırsam baş ağrım fena tetiklenebilirdi. Zaten sürekli ağrıyordu.

Kwang'la bu dört rakamından kurtulma adına nasıl bir yol izleyeceğimi konuşmak için çok sabırsızdım. Stresle oturduğum yerde ayağımı sallayıp duruyordum. Sanki boğazıma kadar beni sıkıyordu kaygılarım. Yine de bu olasılık ve şüpheler dahilinde neden Kwang'a sarılmayı hayal ediyordum? Bana olan yakınlığı sahte olamayacak kadar samimi geliyordu. Üstelik bütün o iyi yönlerini sadece kendi üzerimde görüyordum. Dışarıya buz kesilmekten ödün vermiyordu. Bu çelişkili düşünceler içinde aklımı yitirmesem iyiydi. Nihayet çalan zil sesiyle hızla ayağa kalktım. Hologram ve önümdeki ekranları hızla kapatıp gitmek için ayaklandığımda bu hızlı çıkışıma bakan bakışlara aldırmadan asansöre doğru yürüdüm. Kwang çıkışta beni bekleyeceğini söylemişti. Asansöre bindiğimde çıkışa ışınlanmak istedim. Belim yanıyor gibi acımaya devam ediyordu.

Vücuduma aldığım darbelerin beni hala öldürmemiş olmasına şaşkındım. Şimdiye dek birçok kez ölmüş olmam gerekiyordu sanırım. Asansör nihayet çıkacağım kata geldiğinde açılmaya başladı. Hızla adım attım. Önümde beliren kişi durmama sebep olduğunda ona neredeyse çarpacaktım. Başımı kaldırıp hemen önümde duran kişiye baktığımda beni yavaşlatan bu kişiyi mahvetme isteğim yerini rahatlamaya bıraktı. Kwang, "Önüne bak asker," diyerek gülümsediğinde aklıma ona ilk çarptığım an geldi. Ben de gülümseyerek," Çıkışta bekleyeceğini sanıyordum," dedim. Gülümsemesini yüzünde daha da yaydığında, "O yüzden mi acele ediyordun?" demesi üzerine bu yakın mesafeyi biraz gerileyerek açtım. Bütün atmosferimi bir an da nasıl da değiştirmişti? "Artık uyumak istiyorum da," demem üzerine eliyle yol verir gibi yaparak yürümeme sebep oldu. Yan yana koridor boyu yürümeye başladık. 

Herkes dağılıyordu ve bazı gözler üzerimizdeydi ama Kwang rahat görünüyordu. Binadan çıkana kadar hiç konuşmadık. Üstelik konuşacak çok şey birikmişti. Sonunda çıktığımızda çoktan kaldığımız binaya girmek üzere olan Medusa ve Çağan'ı gördüm. Birbirlerine çok yakın duruyorlardı. Nasıl hemen bu kadar yakınlaşmışlardı? Medusa kadar rahat olsam baş ağrım kalmazdı herhalde. Binaya hızlı adımlarla yürüdük. Yine bir asansörden sonra kapımızın önüne geldiğimizde kendi odalarına girecek olan Medusa ve Çağan gözleriyle bizi selamladılar. Doğa'yı ise görememiştim. Odanın kapısını açan Kwang girmem için bana yol açtığında botlarımı çıkararak içeri girdim. Yatağa doğru yavaşça oturduğumda o da kapıyı kapatıp yanıma kadar gelmişti. Oturmamla belimde hissettiğim dikişler artık bana yat diyordu. 

Yüzüm nasıl acı bir hal aldıysa Kwang hemen karşımda dizlerini kırıp durduğunda, "Çok mu acıyor? Bir bakalım," dedi. Gerçekten ayakta kalmak beni güçsüzleştirmişti. "Şimdi banyoya gireceğim. Pansuman yaparım," diyerek elimi belime koydum. Kalkmak için hareket ettiğimde elimde hissettiğim ıslaklık beni durdurmuştu. Kwang hemen gözlerini yaramın üzerindeki ele dikti. "Bunun olacağı belliydi. Hiç dinlenemedin," diyerek beni azarlar gibi konuştuğunda omuzumdan hafifçe tutarak beni yatağa yatırdı. Daha elime bakmaya fırsatım bile olmamıştı ve düğmelerimi açmaya başlamıştı. "Ne yapıyorsun?" dedim aceleyle. Sonra elime bulaşan kana baktığımda formama da bulaşmış olduğunu gördüm. "Yarana bakacağım," diyerek düğmeleri neredeyse açmayı bitirdi. Karnıma bakamazdı, çok utanırdım. "Kwang ben hallederim," demem üzerine o azarlayıcı bakışlarını gözlerime dikti. 

"Bana bırakır mısın?" derken aynı zamanda o kadar yumuşak sormuştu ki bu soruyu bir şey diyememiştim. Sessizliğimi evet olarak kabul ettiğinde atletimi yukarı sıyırdı. Kan iyice belimde yayılmıştı. "Sen bunu hiç mi fark etmedin?" dediğinde azarlayıcı ses tonu devam ediyordu. Aceleyle olduğu yerden kalkıp banyoya doğru yürüdü. Göbeğim yarı açık yatakta savunmasız bir şekilde duruşum beni öyle utandırmıştı ki bayılsaydım keşke. Allah'ım neden hep bunlar benim başıma gelir ki? Banyodan gelen su sesinin ardından burayı nasıl temizleyeceğini düşündüm. Hayır, bunu kesinlikle kalkıp ben yapmalıydım. Doğrulmaya çalıştığımda, "Orada kal," diyen baskın ses elinde su dolu bir kap ve bezle bana doğru geldi. Yok gerçekten imtihanım! Eski yerini alıp bezi ıslattıktan sonra kabın içine sıkıp hemen yanıma oturdu. Üzerime doğru eğilerek önce sırtıma doğru akmaya niyetlenen kanı bıçağın kestiği yerden silerek temizlemeye başladı. 

Nazik dokunuşu canımı acıtmamıştı. Suyun soğuk olduğunu düşünüp kendimi buna hazırlamışken de biraz ılık olması üşütmemişti. Bu işlemi tekrarladığında kabın içindeki su kırmızıya döndü. Kaşlarını çatarak dikkatle bulaşan kanı temizlemeye devam etti. Ellerim iki yanımda boş bir şekilde onun hareketlerini izliyordum. Kan iyice temizlendiğinde artık giysimdekinin bulaşmaması için, "Sana temiz kıyafet vereyim," dedi. Şimdi oturmadan üzerimi değiştirmenin bir yolunu bulmalıydım. Benim kıyafetlerimin olduğu çekmecenin gözünden rahat bir üst çıkarıp yanıma geldiğinde elimi kıyafeti bana vermesi için uzattım. "Kımıldama, tekrar kanamadan pansuman yapmalıyım," demesi üzerine bunun daha fazla devam etmesine dayanamayabilirdim. "Olmaz," dedim. Neden itiraz ettiğimi biliyordu.

Yanıma yavaşça oturup, "Merak etme, bakmayacağım," dedi. Evet, kızarma seansım başlamıştı. Neyse Hesna, doğal bir şey bu. Normal bir şey. Yapsın da bitsin şu iş. Sessiz kalışım onu yine harekete geçirmişti. Kol düğmelerimi açarak formamı kollarımdan çıkardı. Arkamda kalan formayı almak için sırtıma elini koydu ve beni hafifçe kaldırdı. Kıyafeti çekip almıştı. Atletimi de kenarlarından tutup yukarı doğru çekerken yere doğru bakıyordu. Gözlerimi gözlerine dikmiştim. Birazcık bile bakması halinde onu gebertebilirdim. Atletim de çıktığında getirdiği uzun kollu siyah pijama üstünü de ilk olarak başımdan geçirdi. Şimdi bakışları gözlerimdeydi ve çok yakınımdaydı. Bileğimi tutarak bir koluma giydirdi. Bakışlarını gözlerimden ayırmayarak diğerini de geçirdiğinde yara yerine kadar kıyafeti açıkta bıraktı. En sonunda içimde kalan saçlarımı ensemin arkasından alarak dışarı çıkardı. Hafifçe başımı tekrar yastığa koyduğunda küçük dokunuşlarla üzerimi düzeltti.

Yanımdan kalkıp kanlı kıyafetleri ve su dolu kabı alarak banyoya gitti. Bu süreçte nefes alabilirdim. Konuşacak bir ton mesele varken benim yaralarımın gün yüzüne çıkası geldi. Pansuman malzemeleriyle geri döndüğünde tekrar yanıma oturdu. İnce dokunuşlarla işini yaparken formanın içinde ileri geri hareketleri onu bunaltmış olmalıydı. "İstersen önce üzerini çıkar," demem üzerine bana kısa bir bakışından sonra düğmelerini açmaya başladı. Hayır yani git üzerini değiştir ve öyle gel demek istemiştim ben! Üzerinden formasını çıkarıp vücudunu saran dar atletiyle kaldığında bir şey demeden önüme döndüm. Dilimi koparsam yeriydi. Kaslı kollarına gözüm kaysa da sessizce onun işini bitirmesini bekledim. Şu durumda bir konuya girip onunla bu şekilde konuşamazdım. "Biraz üşüdüm," deyip acele etmesini istedim. Zira beni ter basmıştı.

"Hemen bitiriyorum," diyerek güzelce bantladığında giysimi aşağı indirip bütün işlemleri bitirdi. Tam gidecek derken yatağın bir tarafındaki yorganı açtı. Bir elini dizimin altına diğerini de belimin arkasına koydu. Beni kaldırıp yavaşça açtığı yere bırakırken yorganı üzerime örttü. Evet, şimdi buharlaşacaktım. "Daha iyi misin?" diye sorduğu soru üzerine atletli haline bakmamak için başka yöne bakarak konuştum. "Evet, iyiyim. Teşekkür ederim." Aldığı cevapla banyoya doğru giderek kapıyı kapattı. İçimde sıkışan nefesi bırakarak yorganı üzerimden kaldırdım. Yatsı namazımı düşündüm. Şimdi bana abdest aldırmaya da kalkardı. Neyse, şimdilik uzanacaktım. Birkaç dakikalığına gözlerimi kapattım. Uykum geliyordu. Umarım uyuyakalmazdım. O rahatlama hissi vücudumu sardığında bu gecenin uzun sürmesini diledim. 

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama yanımda hissettiğim ağırlıkla gözlerimi açtım. Saçları hafif ıslak ve üzerine giydiği beyaz bol bir tişörtüyle karşımda duruyordu. O güzel koku yine burnuma esmişti. Bu adam mı bana ihanet edecekti? Böyle bakan biri mi? Sevimli gülüşünü gözlerime sunuyordu. Bana böyle tuhaf hissettirmeye ne hakkı vardı? "Bu gece de yanında yatmama izin var mı?" Sorusu üzerine birden yöneltilen soruyla yutkundum. Usulca gelip yat işte neden sordun ki şimdi? Yok gerçekten nefis terbiyesi bu adam. Sadece başımla onaylamakla yetindim. Onunla güzel anlar paylaşmak isterdim ama anlatmam gereken şeyleri erteleyemezdim. Gün içinde zaten çok konuşamıyorduk. 

Düşünceli halimi fark edip, "Bir şey mi oldu?" demesi üzerine yanımdaki yastığa uzandım. "Bir şey konuşmalıyız," dediğimde benden önce yastığı aldı. Kollarımın altından tutarak hafifçe kaldırırken beni kendine yaslayıp yastığı arkama koydu. Çok dik olmamasına dikkat ederek sırtımı yastığa yaslayıp oturmama yardımcı oldu. Bu hızlı ama hafif hareketleri değişik hissettiriyordu. Değişiğin tanımından kastımın da ne olduğunu şu an idrak edemiyordum. Konuşmamı bekler gibi yüzüme baktığında söze girdim. "Senden ayrıldığımda asansöre binecekken Akın geldi." Yüz ifadesi hemen değiştiğinde, "Sana bir şey mi yaptı? Yaran o yüzden mi kanadı?" dediğinde hemen anlatmalıydım yoksa kalkıp Akın'ı boğazlayabilirdi.

"Elinde ses kaydı var. Revirdeyken bir konuşmamızı kayda almış. Senin dörtten bahsettiğin kısım. Eğer denklemi bulmazsam herkese bu gizli bilgiyi bana verenin sen olduğunu açıklayacakmış," demem üzerine anlamaya çalışır bakışları gevşedi. Suratıma öylece bakarken kısa sessizlikten sonra gülmeye başladı. Bu adam da benim gibi kafa gidince gülmeye başlıyordu. "Aklınca bana ceza aldıracak öyle mi?" derken o bu duruma gülse de ben ciddiydim. "Kwang o denklemi bulamam. Bulsam bile yine o kaydı herkese dinletir," dedim. Rahat davranıyordu. Ciddi olmaya çalışarak, "Ben sana daha iyi bir koz verirdim ama bu da iş görür. Büyük bir ceza kesemezler," dedi. Ciddi miydi? Neden böyle bir tepki veriyordu? Ona hasar verecek en küçük şeyden bile sakınması gerekirdi. Zaten yeterince göze batmışken bir de bana bilgi vermesi düşüncesine herkes tepki gösterirdi. 

"Kwang, ben düşünürüm. Yolunu bulurum," dedim hala onu bu çıkmazdan kurtarmak ister gibi. Pek umursuyor gibi değildi ama aklımda ne olduğunu merak ettiği de belliydi. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi. Derin bir nefes aldım. "Su dolu bir odada 4 şifre kasası bulunuyor ve her biri 9 haneli. Her şifre kısmında bir tuzak olmalı. Birinci şifre kasasında yanlış bir düğmeye basmamla su daha da hızlandı. Bu da tek bir hata yapmanın ölüme yol açabileceği anlamına geliyor. Bu durumda böyle bir risk olmasa deneme yanılma yöntemiyle doğru şifreyi belki bulabilirdim ama bunun için yeterli zaman yoktu. Şimdi sistemli düşünelim," diye konuşmaya devam ettiğimde dikkatle beni dinliyordu. "Şifre kasalarındaki her hane için tüm rakamları kullanmak adına bir döngü gerekli. Bu her döngüyle sayacı artırarak karşılaştırmalar yapmalıydım. Su hızla dolarken bunun sadece birkaç tekrardan ötesine geçemedim. Panikten deneyemedim bile."

Anlatırken çıkış yolu bulma tezlerim çürüyordu. "Doğru haneyi bulana kadar böyle devam etseydim," diye konuşurken bir an da sustum. Bu saçmalıktı. "Her hanenin 0-9 arasında bir rakam olduğunu düşünürsek toplamda 10.000 farklı şifre kombinasyonu çıkıyor. Yani bunu asla bulamayız," diyerek umutsuz bir şekilde sustum. Ona baktığımda bana gülümsüyordu. Elime uzandı. İzin ister gibi dokunuyordu. Yavaşça tuttu ve, "Dert etme. Denklem olayının gerçek olduğunu düşünmüyorum. Akhar'ın saçmalığı. Bence oradan sadece dört rakamı çıkartıyor," dedi. Biraz düşününce, "Başta öyle demiyordun," demem üzerine gözlerime bakmayı sürdürdü. "Aslında çok düşündüm. Denklem olayı askeriyede yayılıyordu. Araştırdım da ama kimse bunun hakkında bir şey bilmiyor. Denklemi boş ver. Orası ancak dörtle çıkarırdı. Akın istediğini söylesin. Benim de ona sürprizlerim olacak," dedi.

Şaşkındım. Böyle tepkiler vermesini beklememiştim. Kendine çok mu güveniyordu yoksa planları mı vardı? İkisi de olabilirdi. "Başka bir problem var mı?" dediğinde hala elimi tutan ellerine baktım. "Leyan, Doğa, Matteo. Hangi problemi konuşmak istersin?" diye sordum. İkimiz de bir süre öylece birbirimize baktık. Gerçekten kabus gibiydi her şey. Derin bir nefes alıp yanıtladı sorumu. "Aslında hepsi Matteo'ya bağlanıyor. Yani önce onunla konuşmalıyım. Yarın bu işi halledeceğim. Biz ihtimaller üzerinde düşünürken yeni ihtimaller doğuyor. Acele ve dikkatli davranmak zor olacak," dediğinde bir şey söyleyemedim. Oradan oraya savruluyorduk. Şu genç yaşımızda ne büyük sorumluluklar almıştık öyle. Dudağımın kıvrılıp da hoşnut olmayan bir gülümseme sunmasına engel olamadım. Ellerimize bakıyordum. O ise bu sessizliği uzun tutmayarak bir elini yüzüme doğru kaldırdı. Parmaklarını çenemin altına koyup ona bakmamı sağladı.

Bunu neden yapıyordu? Kafamı karıştırıyordu. Hiçbirimiz sağlıklı bir dönem içinde değildik. Ailelerimizi çok yeni kaybettik. Daha önce görmediğimiz şeyler yaşadık. Savunmayı sevgi, ilgiyi aşk sanmak istemiyordum. Ben zaten aşk hakkında ne bilirdim ki. Ne hissedeceğimi bile bilmezken farklı duygular yaşamak da istemiyordum. "Hesna," dedi gözlerime bakan adam. O beyaz cildinde tek bir kusur yoktu. Sakalsız cildi yine de onun sert görünümünü yumuşatamıyordu. Gözlerindeki kahvelik bana evimi anımsatıyordu. Sanki o gözler evimmiş gibi bir sıcaklık sunuyordu bana. O toprak gözlerde yolumu kaybeder uzaklaşırdım her şeyden. Su gibiydi. Bir erkek için bunu söylemek gülünçtü belki ama su gibi temiz varlığı gözlerine de akmıştı. Gittiği her yerde de o temiz toprak kokusunu bırakıyordu. 

"Efendim," dedim. Öyle uysal bir efendim demekti ki bu kedi gibi kucağına kıvrılabilirdim. Düşüncelerim sözlerimle, sözlerim de hareketlerimle o kadar zıttı ki beni ben bile anlamıyordum. Nahif sesiyle konuştu. "Senden büyük umutlarım var," dediğinde elini yeni çekti. Çok yakın oturuyordu. Benden büyük umutları mı vardı? "Ne demek istiyorsun?" dedim. Büyülü bir hava üstümüzde süzülüyordu. "Bugün, birlikte ne kadar güçlü olabileceğimizi düşündüm." Sözlerini nereye bağlayacağını merak ediyordum. Sanki uzun bir konuşma yapacaktı. "Ülkede sayılı şubeler var. Her biri burası gibi. Sayımız az ama gizli bir direniş örgütü gibiyiz. Stratejik eylemlerle bu düzeni sarsacağız. Teknolojiyi kullanmayı biliyoruz. Hacker ve mühendisimiz var öyle değil mi?" derken içine küçük bir heyecan dolmaya başladı.

Bölmedim, devam etti. "İnsanlar arasında birlik oluşturmalıyız Hesna. Buradan ve artık bir yerden başlamalıyız. Beklemek süreci etkiliyor. Kaçak dövüşmekten çok sıkıldım. Düşmana karşı herkesi bilinçlendirmeliyiz. Bu savaş bittiğinde sadece altı kişinin başarabileceği bir iş değil. Savaşa kadar çoğalmalıyız. Dış desteğimiz yok. Başta Akhar olmak üzere dışarıda kalan her şeyi şu an düşman biliyoruz. Belki bizim gibi dostlarımız vardır. Farklı şubelerde ya da farklı ülkelerde. Onlara ses olmalıyız. Saklanmamalıyız. Halkı Akhar hakkında zayıflatabiliriz. Herkesi ülkesi için savaşmaya ikna etmeliyiz. Akhar için değil, kendimiz için," derken bu adamın cesaretini düşündüm. Yıllarca doğru hamleler için beklememiş miydi bu adam? Şimdi buna sabrının kalmadığını söylüyordu. Açıkçası ona hak veriyordum.

"Seni herkesin içinde savunmamın sebebi de buydu. Onların tepkilerini görmüş oldum ve anladım ki bu topluluğa dişimizi geçirebiliriz. Önce iletişim sistemlerine zarar vereceğim ve bu süreçte Akhar'la bağlantımızı keseceğim. Onarımı sağlayana kadar insanları ayaklandırmamız gerek. Gerekirse korku salacağız. Akhar hakkında şimdiye kadar bulduğumuz bilgileri anlatacağız onlara. Sonra da bu duvarlardan çıkacağız Hesna," dediğinde tekrar ellerimi tuttu. "Çıkacağız ve başka şubelerde de direnişimize devam edeceğiz. Savaşa kadar yıkanan beyinleri onaracağız. Bu bekleyen arzumu seninle gerçekleştireceğime inandım hep. Seni yazılarından tanıyordum ben. Bu yüzden heyecanımı hoş gör. Benim için mücevher gibisin." Aynı an da hem heyecanlandırmayı hem de dinlendirmeyi nasıl başarmıştı? Mücevher gibi mi demişti o? Bu yolculuğu hayal etmiştim hep.

"Sana doğum gününde fotoğraf verdiğim zaman, ne dediğimi hatırlıyor musun?" dedi. Düşünmeme gerek olmayan, ara ara zihnimde dolaşan o cümleyi söyledim. "Hep güneşe çevir yüzünü, karanlığınla anılsan da..." Gülümsedi. Unutmamış olmamdan dolayı memnun bir ifadeyle bakmayı sürdürdü. "Peki neden öyle dediğimi biliyor musun?" Bu yavaş ve beni içine alır konuşması sonsuza dek sürebilirdi. Sustum. Gözleri anlatıyordu her şeyi. Anlamını tahmin edebiliyordum ama ondan duyacak olmanın farklı olacağına emindim. "Ayçiçekleri güneşe bakar ama karanlık geceyi andıran isimle çağırılır. Etrafındaki karanlığa rağmen hep güneşe bak istiyorum. Herkes hakkında ne derse desin umutlu ol istiyorum. Bunca yanlışa rağmen ben seni doğru biliyorum. Ayçiçeğim ol istiyorum Hesna."

Şaşkınlığıma yenik düşerek öyle kocaman bakıyordum ki ona yanaklarımın içini ısırıyordum. Beklemiyordum. Hiç beklemiyordum hem de. Ne demekti bunlar? Hala uyuyor muydum yoksa? Ben onun hakkında şüphe kırıntılarımla gezinirken o içinde neler taşıyordu? Tedirgin bakıyordu biraz da, sanki onu terslememden ürker gibi. Parlayan gözlerine bir gülümseme sundum. Dudaklarımdaki gülüşü gören gözleri bana eşlik etti. İkimizde sıcak bir tebessüm sunuyorduk birbirimize. Konuşmaya devam etti. "Zamana bırakamayız. Ne kadar zamanımız kaldı bilmiyoruz ve ben artık beklemeyeceğim Hesna. Bir şeyler olsun diye beklemeyeceğim. Şunu da bil ki büyük bir tehlikeye atlayacağız. Sana ihtiyacım var... Benimle bu tehlikeli yolcuğa çıkar mısın?" dediğinde bu kalbime vuran son cümlesi olmalıydı. Bana içimde bir yerlerde fısıldayan sözlere kulak verdim. Doğrudan gözlerine baktım ve, "Cesaretin beni gururlandırıyor. Yanımda sözlerin gibi sağlam durduğun sürece her yolu birlikte yürürüm seninle," dedim. 

Bu çılgınlıktı. Muhtemelen ölecektik. Bu anlarımızı arar mıydım acaba? Bu sıcak yatakta tekrar birlikte uyur muyduk? Anladım ki biz yalnızız ve birbirimize tutunmalıyız. Bu yolculuk çok şey de öğretecek gibiydi. Sanki farklı bir dünyaya evet demişim gibi hissediyordum. Olacakları öngöremiyordum. Daha kötü şeyler yaşamayacağımızın da garantisi yoktu. İntikam için değildi bunlar. Allah, gereken hesabı soracaktı onlardan. Elbet soracaktı. Biz yaşamak için mücadele ediyorduk. Nefes aldığım sürece de bu yaşama arzum devam edecekti. Bunu hak ediyorduk. Her şeye rağmen yaşamayı hak ediyorduk. Bu eller beni bırakırsa eğer keser biçerdim onları. Cesur davranmak mı? Tamam, öyleyse cesur olacağım.

Bir bölüm sonu daha...

Sezon finali gibi bir son oldu çünkü artık bundan sonrası çok başka olacak. Bu hikaye bizi aşan yerlere gidecek arkadaşlar. Gerçekten büyük umutlarım var.

Sorularım vardı ama son sahneler hasebiyle hepsi aklımdan uçtu. Sizin var ise sorabilirsiniz.

Gelecek cumartesi yeni bölümle sizlerle olacağım. 

Kendinize çok iyi bakın ve yanlış anlaşılmanıza izin vermeyin. Yargılamayın, sevin. 

🌻

Continue Reading

You'll Also Like

39.4K 2K 17
Bazen zincirler sadece onların bedenlerini değil, ruhlarını ve kalplerini de esir alırdı. Bazen istilaların sonuçları sadece yıkılan ve yok edilen ye...
35.5K 2.7K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
ZAMAN SARNICI By A.SENA

Science Fiction

14.3K 1.1K 21
21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla...
380K 12K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...