KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

Oleh -zehradogan

782K 50.3K 56.7K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... Lebih Banyak

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

15 - YARDIM ELİ

15.6K 1.2K 663
Oleh -zehradogan

Merhabalar... Nasılsınız? Yeni bölüm için heyecanlı mısınız?

Haftada iki bölüm sözümü unutmadım. Müsait olduğum bir hafta yayımlayacağım. 

Sizden ricam oy ve yorum yapmayı unutmayalım. Size yine bölüm sonunda sorularım olacak.

Hazırsanız başlayalım. 

"Bazı sonuçlar bedel ister."

Her yerim acıyordu. Doğa, söylediğim sözlere aldırmadan üniformamın düğmelerini açmaya başladı. Yaranın ne kadar derin olduğuna bakmak istiyordu sanırım. Yüzüm terliyordu. Nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Atletimi yavaşça yukarı sıyırdı. Açık yara kandan dolayı kıyafete yapışmıştı. Yüzümü acıyla buruşturdum. Konuşmak istedim. "Yorma kendini," diye uyarıda bulunan Doğa üstündeki üniformayı çıkarıp kanayan yarama bastırdı. Atletle kalmıştı. "Bastır şunu," diyerek katladığı kıyafetin üzerine elimi yerleştirdi. Kalkarak kapıya doğru yöneldiğinde şiddetle vurdu kapıya. "Yardım edin! O yaralı! Açın şu kapıyı!" baskın sözlerine devam ediyordu. "Böyle bırakamazsınız!" Kapıya vursa da hiçbir hareket olmamıştı. Tekrar yanıma koştuğunda yarama bastırmaya başladı. "Hesna, dayan güzelim. Çıkacaksın buradan," diyerek kanamamı durdurmaya çalışıyordu.

"Doğa," dudaklarımı zar zor açmıştım. Çenemi yere çarptığımdan dolayı da bütün yüzüm sızlıyordu. Hiç iyi hissetmiyordum. Doğa sulu gözlerle bana bakıyordu. Zorla da olsa konuştum. "Bir şey biliyorsan söyle bana," derken sesim titremişti. O ise gözlerini uzunca kapatarak göz yaşlarının akmasına sebep oldu. "Yemin ederim bilmiyorum. Bilsem söylemez miyim?" derken onun da sesi titriyordu. Gülümsedim. Dudağım yarıldığından bu pek mümkün olmasa da gülümsedim. "Söylersin," diyerek doğrulmaya çalıştım ama başaramadım. "Biri bizi ifşa etti ama kim?" dedim. Kaşlarını çatarak, "Akın'dan başkası aklıma gelmiyor," dedi. Şaşırmazdım. Doğa bilerek buraya getirilmişti ve ona dokunulmamıştı. Bu konunun ayrıca peşine düşecektim ve bunu anlatabilecek tek kişi Matteo gibi duruyordu.

Artık kan kaybı beni iyice halsiz bırakırken dışarıdan gelen sesle bakışlarımızı kapıya çevirdik. Kapının ardından bütün öfkesiyle konuşan Kwang'dan başkası değildi. "Aç kapıyı!" Komutu üzerine yanındaki askerlerden birinin sesi de içeri geldi. "Askeriyenin asıl kurallarından birini çiğnedi. Açamayız," ürkek bir sesle konuşmuştu ona cevap veren asker. Bu yanıtın peşine kapıya çarpma sesi geldi. "Başlatma kuralına! Açtır şu kapıyı!" derken ses daha yakından gelmişti. Anlaşılan askeri kapıya geçirerek konuşmuştu. Kısa sessizlikten sonra kapı açıldı. Bu sert açılışla burnundan soluyan Kwang direkt bakışlarını bana kilitlemişti. "Hesna!" diyerek adım atmasıyla beni kucağına alan Kwang çoktan hücreden çıkarmıştı. Bir an da nasıl havalandım anlamamıştım bile. "Nerede kaldın?" diyerek başımı göğsüne yasladığımda sesimi duyduğuna emin değildim. Sanki kendi kendime konuşmuştum. 

Koşar adımlarla beni götürüyordu hatta koşuyordu da belki emin değildim. Başım dönüyordu. "Anlatacağım," diyerek beni götürmeye devam ediyordu. "Başına dert alıyorsun," dedim. Beni bu kadar açık savunması, koruması onun konumunu zedeleyebilirdi. "Öyleyse derdimi başımda taşırım," derken kendinden oldukça emin bir pürüzsüzlükle konuşmuştu. İçten içe gülümsedim. Dakikalar sonra en sonunda bir yere yatırıldım. Sanırım ameliyathaneye getirmişti beni. Başımı elleri arasına aldı ve kulağıma doğru yaklaştı. "Hemen burada olacağım," sesi üzerine götürüldüm. Aklıma takılan bin bir düşünceyle ondan uzaklaştırıldım. Bana yakınlığı askeriye tarafından ona tehlike getirebilirdi. Bunun olmasını istemezdim. Çizgilerini aşıyordu. Kendinden ödün veriyordu ve o sert görünümünün ardında bana olan yaklaşımını herkese gösteriyordu.

Onun için endişeleniyordum. Yersiz duygular yüzünden her şey berbat olsun istemiyordum. Sadece onun kontrolünde olan ve işini yapan biri olarak görünmeliyken çok daha fazlası oluyordu. Onunla yemek yiyor ve onunla uyuyordum. Kimse onun Müslüman olduğunu bile bilmiyordu. Herkes ondan umursamayıp işine bakmasını beklerdi. O ise bana derdimi başımda taşırım diyordu. Bugün bunları yaparken, bu yakınlık ilerlerse yarınlarda ne olacaktı? İnsanların ondan şüphe etmemesi gerekiyordu. Birbirimize alışmaya başlarken mesafe içinde kalmaya çalışma düşüncesi bizi zorlar mıydı? Nasıl oldu bilmiyorum ama o bana her dokunduğunda değişik oluyordum. Bana küçük bir temasında sanki içimdeki düğümler açılıyordu. Belki de hiç arkadaşı olmadığından sonunda aradığını bulmanın verdiği bir yakınlıktı bu. Bilmiyordum...

Uyutuldum. Etrafımdaki ellerle uyuştuğumu hissettim. Düşüncelerim zihnimi kurcalıyordu. Kwang'ın iyiliği için ondan uzak durmalıydım. Yıllarını, amacı için verdiği mücadelesini benim yüzümden riske atmamalıydı. Nasıl olacaktı bu? Bunları düşünürken bile kendime inanmıyordum ki ben. Şuradan çıktığımda ona sarılmayı ve sakinleşmeyi kurguluyordum.. Dinlenmek istiyordum... Bu iki zıt fikir arasında kendime kızmayı da ihmal etmedim. Onun bana olan yakınlığına karşı yeterince uzak kalamadım. Başarırım sanmıştım ama yapamadım. Umursamaz yanım ağır basıyordu. Ne olacaksa olsun tarafım, kendini kısıtlayan yanımdan nefret eden tarafım! Onda bir şey vardı. Ne olursa olsun verdiği o güven duygusu içime zorla girmenin bir yolunu buluyordu. 

Ne kadar zaman geçti bilemedim ama uyuşan bedenimi hissetmeye başlamıştım. Üzerimde hissettiğim üşüme hissiyle gözlerimi yavaşça araladım. Hasta yatağı üzerinde götürülüyordum. Koridordaki ışıklar gözümü alıyordu. Uzun koridor yolları bittiğinde Kwang'ın sesini işittim. Revir odalarından birine sürüyordu yatağı. Hemen başucumdaydı. "Buradayım," sesi üzerine rahatladım. Onun adına korkuyordum da. Kafayı mı yiyordum acaba? Yatağı bir köşeye yerleştirdiğinde bir sandalye alarak hemen yanıma oturdu. Onun yanında kalan elimi elleri arasına alarak, "İyi misin?" diye sordu. Gülümsedim. "Dejavu mu oluyorum?" dediğimde neyi işaret ettiğimi anlamıştı. Gülümsemem de onu rahatlatmış gibi duruyordu. Boğulma tehlikesi yaşadığımda da aynı endişeli gözlerle bakmıştı bana. 

"Sanırım ben de dejavu oluyorum," diyerek elimi tutmaya devam etti. Bir süre sessiz kaldık. Olaylar uzun süre gülümsememize izin vermiyordu. "Bunun hesabı sorulacak. Merak etme," dedi ciddiyetle. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Kimseye hesap sormaya kalkma Kwang. İşleri batıracaksın." Aklında ne varsa bundan cayması için elimden geleni yapmalıydım. "Bana bırak. Ben ne yaptığımı biliyorum," dedi. Gerçekten ne yaptığını biliyor muydu? Bunu konuşmak için zamanımız olurdu. Bu konuyu artık fazla düşünmek istemeyerek, "Doğa nasıl?" dedim. Kwang beni alıp götürdüğünde hücrede kalmıştı. Ciddiyetini bozmadan konuştu. "Doğa için değil, kendin için endişelenmelisin," dediğinde bu sözü beni ürkütmüştü. "Ne demek istiyorsun?" dedim sorgularcasına. 

"Matteo'nun sizin yanınızdan ayrıldığını gördüm. Onu takip ettim ve tenha bir yerde biraz sıkıştırdım. Doğa hakkında bir şeyler anlattı," demesi üzerine yatakta doğrulmaya çalıştığımda beni engelledi ve, "Uzan, yaran açılacak. Yeni dikiş yapıldı," dediğinde de bel kısmımda hissettiğim dikiş kendini belli etmişti. Ben de Matteo'yu öttürmenin çözümünü arıyordum. Kwang'ın yokluğunun sebebi şimdi anlaşıldı. "Doğa'yı işe alan bir kadın varmış. Doğa hiç o kadından bahsetti mi sana?" sorusunu hiç düşünmeden yanıtladım. "Evet ama bildiğim tek şey bu." Dudağını ısırdı. Düşündü biraz. Aklında her ne var ise dağınık olduğu belliydi. "O kadın Matteo'yu tehdit etmiş. Ne konuda olduğunu öğrenecek vaktim olmadı ama Doğa'ya dokunmaması gerektiğini söylemiş," dedi. Bir söylemeyle Matteo durur muydu? Hiç sanmam. Ciddi bir tehdit olmalıydı.

"İyi de o kadın kim ve Doğa'yı neden korumak istesin?" Kwang da bu durumdan rahatsız görünüyordu. "İşin sırrı da burada. Matteo o kadına gidecek olursam kesinlikle kendisinin öldürtülebileceğini söyledi," buna sadece tek kaşımı kaldırarak baktım ona. "Öldürülsün," umursamaz bir şekilde söylediğim söz üzerine bana yaklaştı ve o açıklayıcı ses tonunu kullandı. "Kadın bunu bizim bildiğimizi bilmemeli. Onu gizlice çözeceğiz. Matteo da başındaki ecelinden kurtulmak için bize tüm bildiklerini anlatacak." Bu olanlara oldukça şaşkın olduğum açık bir şekilde yüzümden okunuyor olmalıydı. "Matteo'dan bir yardım öyle mi? Allah'ım, kullarına neler yaptırıyorsun?" dedim hayret ederek. "Matteo sadece kendi canını düşünse de bu bizim için iyi bir şey," dedi. 

"Peki sen Doğa'nın korunması hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum. Onun bu duruma nasıl baktığını merak ediyordum. "Matteo son birkaç gündür adamlarına sizi takip ettiriyormuş. Günün o saatlerinde Doğa'nın etraftan kaybolması onu işkillendirmiş. Acaba Akhar'ın ibadet konusundaki kısıtlaması bile Doğa'ya zarar verdirir mi diye de merak etmiş. Sen o su dolu odadan çıkmana rağmen bu hiçe sayılarak hücreye atıldın. Ölüme bile terk edilebilirdin çünkü Akhar dinlerden gerçekten nefret ediyor. Böyle bir durumda şahıslar onun umurunda olmaz," dediğinde Akhar'ın adı her geçtiğinde geriliyordum. "Matteo da bunu görmek istemiş. Aklında şu soru olmalı. Bu ibadetten dolayı yine de ona dokunulur mu? Düşüncesi sonuçlanmış oluyor. Doğa'ya hiçbir şey yapılmadı. Bu demek oluyor ki Doğa'nın etrafında dönen ciddi bir şey var."

Aklıma sağlam bir gerekçe gelmiyordu. Kwang konuşmaya devam etti. "Aslında bu işimize geldi. Adalet örgütü riskli bir konum. Doğa da bizim jokerimiz gibi duruyor. O ne yaparsa yapsın bizden bağımsız olarak korunmaya devam edecek," dedi. Rahatladım mı? Sanmıyorum. Bu durum yine de beni ürkütüyordu. "Bu konu sen de o zaman. Matteo'yu konuşturursun," dedim. Artık bu mesele beni epey yormaya başlamıştı. Hala elimi tutuyordu. Bu sessiz bekleyişler beni bir gün kalpten götürecekti. Gözleri dudağıma kaydığında ayağa kalkarak ilaç dolaplarına doğru yürümeye başladı. Dolabı karıştırıp aradığını bulduğunda bir merhemle geri döndü. Sinirli bir ses tonuyla konuştu. "Bu askeriyede herkes kendini patron sanmaya başladı. Rütbe alan baş kesenlik taslıyor. Bana rastlamıyor ki şunlar gebertsem hepsini!" diyerek yatağımın yanına oturduğunda kapağını açtığı merhemden parmağına biraz alıp dudağıma sürmeye başladı. 

Sürerken bir yandan konuşmaya devam ediyordu. Ona sessizce bakmaktan başka bir şey yapamadım. "Yalnız soracağım, bunun hesabı ağır olacak. İbadetse ibadet! Daha ne kadar ölümden dönmen gerekiyor? Herkes yerini bilecek!" Sözleri sertti ama dokunuşu o kadar yumuşaktı ki bu adamın dışarıyla bana olan tutumu arasındaki çizgi hala şaşırdığım bir konuydu. "Başka yaran var mı?" dedi ses tonunu düşürerek. Gözlerindeki o endişeli ve korumacı bakış hiç kaybolmuyordu. "Çenem," dedim sessizce. Düştüğümde feci acımıştı. Derisi soyulmuş olabilirdi. Orayı uyuşuk hissediyordum. Parmaklarıyla çenemim altına ufak bir dokunuş sundu ve hafifçe başımı kaldırmama sebep oldu. Yaklaşarak orada bir yara olup olmadığına baktı. "Evet, biraz soyulmuş," diyerek tekrar ayağa kalktı. 

Bu adam bana bu kadar yumuşak davranmayı nasıl başarıyordu? Hiç üşenmeden, hiç sıkılmadan ilgileniyordu. Yine dolabın önüne giderek bir şeyler aramaya başladı. Elinde başka bir kremle geri döndüğünde eski yerini aldı. Parmağını acıtmamaya özen göstererek çenemin altına sürdüğünde yarayı rahat görebilmesi için yine başımı biraz kaldırdım. Bunları ben yapardım ve kimseye kendimi dokundurtmazdım. Şimdi ufacık şeyde bile bu adam yanımdaydı. Saçlarıma bir başkasının dokunmasını da sevmezdim ama yine onları tarayan da, kurulayan da Kwang olmuştu. "Akşam yine süreriz. Bu halde hiçbir yere gitme. Din düşmanlarının sonu gelmiyor," diyerek kremin kapağını kapattı. "İyiyim, kalkabilirim. Kesik o kadar derin hissettirmiyor," dememe direkt kaşları çatıldı. "Senin hissetmene bakmıyor bu."

Bu adam ne çabuk üzerimde bu kadar söz sahibi olmuştu? Ben neden her şeyi kabul ediyordum? İtirazlarımı yumuşak bir baskınlıkla reddediyordu. Bunu nasıl başarıyordu? "Kwang, hala Beril'le yüzleşemedim," dediğimde sıkıntılı bir nefes boşalttı. Israrlı merakımı devam ettirdim. "Uyandı mı? Son durumu ne?" Sorularımı başıyla onayladı. "Seni burada biraz daha yatırabilmek için ne yapabilirim?" derken inadımı kıramayacağını bilir gibi konuşmuştu. "Fazla bile kaldım. Yardım et kalkayım," dediğimde istemeyerek de olsa ayaklandı. Elimi tutarak doğrulmamda yardımcı oldu. Artık tamamen oturduğumda ayaklarıma baktım. Botlarım neredeydi? Kıyafet de gerekiyordu. Kwang yatağın altına eğilerek bir poşet çıkardığında içinden kıyafetlerimi uzattı. Botlarımı da çıkardığında, "Seni giydirelim," dedi. Giydirelim?

"Nasıl? Sen mi giydireceksin?" dediğimde biraz utanır gibi mi olmuştu o? "Giydirmemi ister misin?" Ne yapayım şimdi ben bu adamı? "Arkanı dön Kwang." Keskin ama komik bir tonda çıkan sesim beni bile güldürmüştü ama bu gülüşü ona yansıtmadım. Beceriksizce arkasını döndü. Şapşal bu çocuk desem çocuk demek için fazla büyüktü. Siyah olan üniformaları elime aldığımda üzerimdeki hastane kıyafetini  çıkarmadan ilk pantolonumu giydim. Belimdeki dikiş beni zorlasa da rahatsız edici kıyafeti çıkardım. Temiz atlette koyulmuştu içine. Üniforma üstünü de koluma geçirdim. Düğmelerimi ilikleme işini de bitirdiğimde güç bela çoraplarımı giydim. Eğildiğim için karnım çok acımıştı. Yerdeki botlara uzanmam zor olacaktı. Hala arkası dönük olan Kwang'a baktım. "Kwang, botlarımı uzatır mısın?" Bana dönerek botları eline aldı ve önümde eğildi.

Koskoca adamın önümde bu kadar ufalması beni gerçekten utandırıyordu. Ayak bileğimi tutmak için elini kaldırdığında, "Lütfen, bana ver. Ben giyerim," dedim. O ise bu sözüme aldırmadan botu ayağıma geçirmeye başlamıştı. "Zaten çoraplarını giymişsin. Canın acımış olmalı. Eğilmemen gerekiyor," diyerek bağcıklarını da bağladı. Diğer ayağıma da botu geçirdiğinde aynı işlemi oraya da yaptı. Eğildiği yerden kalkarak yatağa yaklaştı. Elini omuzuna koyarak, "Tutun bana," dedi. Ondan destek alarak yataktan indim. Ayakta doğrulup kendimi yokladım. Evet, iyiydim. Sadece gövdemi çok oynatmasam bana yeterdi. "Teşekkür ederim," diyerek yürümeye başladığımda hemen yanımda yürümeye devam etti. "Bakalım Beril gereksizinin ne derdi varmış," dediğimde ona olan öfkem bütün tazeliğini koruyordu.

Kwang, ameliyattan sonra tekrar hücreye alındığını ve ciddi bir şey olmadığını söyledi. Bunu Beril de öngörebilirdi. Neden bunu yaptığını merak ediyordum. Hücre kısmına doğru ağır adımlarla gittik. Kapının önüne geldiğimde Kwang hücreyi açtırdı. İçeriye yalnız girdim. Arkamdan kapıyı aralık bırakmıştım. Beril bir köşede oturuyordu. Bilekleri sargılarla sarılmıştı. Kafasını kaldırıp beni görmesiyle gözleri doldu. "Beni neden kurtardın?" Şaka mıydı bu? Üzgün rolleri beni sinirlendiriyordu. "Ben kurtarmak demezdim," diyerek ona doğru yaklaştım. "Neden ölmeme izin vermedin diye sorayım o zaman," diye verdiği yanıt yine sinirlerimi okşuyordu. "Sen değil ben soracağım!" Beni neredeyse öldürecekken bir de gelmiş saçma sapan sorular soruyordu! Sesimi yükseltmemle gözlerini bana dikti.

"Şimdi soracaklarımı iyi dinle ve bir kere olsun dürüst cevap ver," dediğimde şuradan bir an önce çıkmayı da hayal ediyordum tabi. Bir şey demeden suratıma baktı. "Beni ölüme götürdün Beril. Bilerek, isteyerek, boğulup öleceğimi düşünerek!" Sözüme girdi. "Akın söyledi. Oradan çıkacağını biliyordu," dediğinde sinir beynime çıkmaya devam ediyordu. "Kızım siz... Ne düşündünüz ben anlamıyorum!" Karşımda elleri kirli bir katil olmasını hatırlamak da nefretimi kusturuyordu bana. "Ne için bir araya geldiniz? Aklında ne var? Ne yapmaya çalışıyorsun?" derken gerçekten kafasının içinde neler döndüğünü bilmek istedim. Bu sadece saf bir kötülük olabilirdi. Başka açıklama bulamıyordum. "Artık bir şey amaçlamıyorum," diye verdiği boş cevapla sadece ona baktım. Burnunu kırma fikri aklımdan çıkmalıydı. 

"Ne oldu? Vicdana mı geldin? Kendini öldürünce her şey biter mi sandın?" Bileklerine baktı. Gözlerinden süzülen yaşlarla sadece mide bulantımı arttırdı. Samimiyetsiz ve sahte insanlara tahammülüm yoktu. "Bana bak! Sana inanacağımı düşünecek kadar saf mısın gerçekten? Ölmeyeceğini biliyordun! Çok ölmek istiyorsan al silahı çek kafana!" Ona doğru kükremiştim resmen. O ise sulu gözlerini bana dikti ve sinsi bir bakışla üzerimi süzdü. Parmağıyla yalandan akıttığı yaşlarını dalga geçer gibi sildi. "Bana inanacak kadar saf olmadığını görüyorum," diyerek gülmeye başladı. Bu, bu ne demek oluyordu? "Gözlerinde bana karşı hala bir merhamet var mı diye görmek istemiştim," dedi. Ona acıyarak bakmaya başladım. "Kendini getirdiğin hale bak. Bunları bize neden yaptın? Beril, anlamaya çalışıyorum seni farkında mısın?"

O da benim gibi tesettürlüydü. Ailesi ölmüştü. Bütün her şey birlikte yaşanmışken nasıl hükümetin tarafında olabilirdi? Nasıl bundan pişmanlık duymadan, yüzü kızarmadan üstüne birini öldürebilirdi? Yüzüme bakıp sadece aptal aptal sırıttı. "Bana ne teklif edildi biliyor musun?" Gülümsüyordu ama gözlerinde acının izlerini yeni yeni görüyordum. Dikkatle ona baktım. "Yaşamak," diye eklediğinde sadece derin bir nefes aldım. Ne diyordu bu kız? Arkasına yaslandı. Uzun bir konuşmaya başlayacakmış gibi duruyordu. Zar zor bir şeyler anlatmaya başladı. "Siyaset bilimi okurken bana ülkelere yayımlanması için haberler veriliyordu. Akhara'yı güçlü gösterecek haberler. Daha o zamanlar yalan haberler duyuruyor ve Akhar'a çalışıyordum," dediğinde yutkundu. Tepkilerimi ölçmek ister gibi yüzümü inceliyordu.

"Gündönümü festivalinden haberim vardı. Bu işlerin içinde uzun süre olunca peşimi bırakmadılar. Senin gibi çatlak seslere dikkat etmem için tutuldum. Karşılığında yaşayacağımı söylediler. Öldürün dedim. Artık onların dediklerini yapmak istemiyordum ama yaparsam aileme dokunmayacaklarını söylediler. Kabul ettim." Anlattıklarını şüpheyle dinledim ama taşlar yerine oturuyordu. Kendi kendine gülmeye başladı. "Hayatta olduklarını söylüyorlar ama öldürdüklerine eminim," dediğinde gülüşü soldu. Yerde belirli bir noktaya baktı. Donuk gözlerle bir süre öylece bekledi. Hala karşısında ayakta dikiliyordum. Fazla yaklaşmamıştım. Gözlerini diktiği yerden almayarak konuşmaya devam etti. "Belki ölürsen peşimi bırakırlar diye düşündüm. "

Yine tutarsız konuşuyordu. "Az önce Akın söyledi diyordun. Şimdi beni öldürme niyetinde olduğunu mu söylüyorsun? Artık tek bir şey söyle Beril! Bir şey söyle, yalan olmayan bir şey!" Hayvanın biri karnıma bastığı için karnım da sızlıyordu. Otursam dikişli yaram acıyacaktı. Şu konuşma sona ermeliydi. "Akın umutsuz bir şekilde hala seni seviyor," dediğinde gözlerimi devirdim. Anlatmaya devam etti. "Artık ona ait olamayacağını söylediğimde, ölmeni istediğimi de söyledim. O ise bana seni götüreceğim yeri anlattı. Benimle aynı fikirde gibi gelmişti. Çıkamazsın sandım ama onun bir bildiği varmış. Herkes o odadan çıkmanın marifet olduğunu konuşuyor. Akın aslında biraz dikkatlerden düşmeni istemiş ama tabi sen bu fırsatı yine kendi elinle ittin. İbadet ettiğinin öğrenilmesi askeriyeyi yine sinirlendirdi," dediğinde bu saçma düşünceler kalbimi ağrıtmaya yetti.

"Anlattıklarının bir sonu var mı Beril?" Sabırsızdım. Pişman olup olmadığını bile anlayamıyordum. Bunu hiç düşünmüş müydü ondan da emin değildim. "Bileklerimde dinleme cihazı vardı. O yüzden kestim. Cihazları çıkarmak için... Muhtemelen bu durum için canımı yakacaklar. Ölmeyi de arzuladım tabi. Keşke gelmeseydin. Zaten hiçbir yere faydam yok," demesi üzerine durdum. Bu doğru muydu acaba? Bunu ancak Ahsen bilirdi. Ameliyathanede o da vardı. "Ne yapmayı düşünüyorsun Beril?" dediğimde umutsuz bir ifadeyle ona baktım. "Her şeyi bilip hiçbir şey anlatmamışsın. Ailemin öldürüleceğini bile bile bana boş teselli veriyordun! Onlara seninle hediye seçtik! Sen nasıl olur da hiçbir şey anlatmazsın?" 

Ondan midem bulanır gibi konuşmuştum. Öyleydi de... "Anlattıkların hiçbir şeyi değiştirmiyor. O masum kızın masum ablasını öldürdün. Ailen de senin yüzünden ölmüş olmalı!" demem üzerine ayağa kalktı. "Başka çarem yoktu! Belki onlara bir kurban verirsem dururlar sandım ama beni kemirmeye devam ediyorlar Hesna! Anlatsam ne olacaktı? Sen ne yapardın söylesene!" Ellerimi saç diplerime götürdüm. Sinirden saçlarımı koparabilirdim. Her şeyi yap, sonra ne yapabilirdim de. Böyle bir şey mi olur? "Her cümlen nasıl bitiyor biliyor musun?" diyerek gözlerimi kısarak baktım ona. "Sanmıştım! Düşünmüştüm! Yaptıklarının hangisi affedilir?" dediğimde ellerini yüzüne kapattı. "Af dilemiyorum. Beni ben affetmiyorum. Kendimden uzaklaşıyorum ve kim olduğumu bilmiyorum." Hastalıklı biri gibi duruyordu. Onun için bir şey yapamayacak olmamın derdi de içimi sarıyordu.

"Seni karşımda görmek istemiyorum Beril," diyerek bu konuşmayı bitirmek istedim. Net ve soğuk bir sesle söylediğim cümlede hiçbir duygu barınmıyordu. İnsan olan yanım ise ona acıyordu. Başındaki bu ağırlığı bilseydim onu korumak için uğraşırdım ama o çoktan  hastalanmıştı. Bu çirkin hastalığı da etrafına bulaştırıyordu. O zaten kendini bitirmişti. Karşıma çıkmamasını dilemekten başka bir şey isteyemiyordum. Sorunlarımız devam ediyordu. Hala Leyan hakkında hiçbir bilgiye ulaşamamıştık. Kendi canımızla uğraşmaktan kıza ulaşamıyorduk. Arkamı dönerek çıktım. Ardımda bıraktığım tek şey koca bir sessizlik oldu. Kapıyı arkamdan çarparak çıktığımda artık ayakta durmak beni yorgun düşürüyordu. Hemen karşımda beni bekleyen Kwang'ı gördüm. 

Ona baktım. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde... İçimi nefretten çok üzüntü sardı. Beril'i gebertmeyi kurgularken acınası hali karşısında bir şey yapamadım. Hakkında ne düşüneceğimi de bilmiyordum. Kwang, "İyi misin?" diye bir soru yöneltti. Sustum. İştahım kaçmış gibi bir boşluk hissediyordum. Kıymetli bir eşyamı kaybetmenin verdiği kırgınlığı, çok sevdiğim bir kitabın sayfasının yırtılmasını nasıl anlatabilirdim? Kwang bu çelişkili düşünce halimi hisseder gibi, "Önümüze bakacağız Hesna," dedi. Onaylar gibi başımı hafifçe öne eğdim. "İçeride olanları duydun mu?" derken artık evimize gitmek istiyordum ama gün hala bitmemişti. "Duydum," diye yanıtladı. Gitmemizi işaret eden bir bakış attığında onunla birlikte yürüdüm. 

"Şimdi ne yapacağız?" meraklı sorum üzerine ciddi duruyordu. "Risk alacağız," dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Kwang," uyarıcı ses tonum sadece beni susturmuştu çünkü parmağıyla dudaklarım üzerinde susmamı işaret etmişti. "Bana güven," diyerek parmağını geri çektiğinde yürümeye devam etti. Ne yapacağı konusunda en ufak bir fikre sahip değildim. Telsizini çıkarıp, "Bütün rütbeli askerler dövüş salonuna toplansın," talimatı üzerine yine gerilmiştim. Neden yapıyordu bunu? Sessizce onunla yürümeye devam ettim. Dövüş salonuna yürüdüğümüzde insanların çoğunluğu buradaydı. Şu an toplu ders saatinin tam yeriydi. Dışarıdan gelen askerler de merakla giriş yapmıştı salona. Üzerimde rahatsız edici gözler hissediyordum.

Kwang onu herkesin görebileceği bir yere geçip beni de yakınında tutmuştu. Sessiz bekleyiş artık uğultulu seslere döndüğünde konuşmaya başladı. "Dikkatli dinleyin!" Sesini herkesin duyması için de yüksek tutuyordu. "Sizi buraya topladım çünkü şimdi söyleyeceklerimin tekrarı olmayacak!" Bu adamın yapacaklarından bazen korkmuyor değildim. Herkesin dikkatinin onda olduğunu görünce konuşmasını sürdürdü. "Kurallarımız olduğunu biliyorum. Bugüne kadar bu kuralları esnetecek hiçbir olaya da izin vermedim. Görüyorum ki bazılarınız nerede duracağını unutuyor!" Bu baskın sese bir müddet kimse cevap veremese de biri ortaya atılarak, "Ne demek istiyorsun Kwang Jee? Açık konuş," dedi. 

Gözlerimi Kwang'a dikerek neler anlatacağına o kadar odaklanmıştım ki uğultulu sesler umurumda bile değildi. Kwang bana doğru baktıktan sonra tekrar topluluğa döndü ve, "Siz her ne kadar bunu kabul etmek istemeseniz de Kaner'in önemli biri olduğunu biliyorsunuz. Konumu ve başarıları ortada! Sırf inancından vazgeçmedi diye kimse ona dokunabileceğini sanmasın! Burada ben varım! Ben neye müdahale edeceğimi iyi bilirim! Buradaki kimse kimseyi öldürebilme konumunda değil!" dediğinde koca salondan bir fısıltı bile duyulmuyordu. Gözlerim en iri haliyle ona bakıyordu. Şaşkınlığım da devam ediyordu. Sonra aynı adam tekrar söze girdi. "Bize Akhar'ın kurallarından çıkan birini mi savunuyorsun Kwang Jee?"

Şu konuşan kimse onu gebertmek istedim. Kwang kendini bozmayarak konuşuyordu. "Savunuyorum! Bu konuda rahatsızlığı olan varsa karşıma çıksın!" İşte bu tehlikeliydi. Neden savunuyorum demişti ki? İnsanları kendiyle ilgili şüpheye sokuyordu. Yine aynı adam bu defa öne çıkarak konuşmuştu. "Sen Akhar'ın en saygın askerlerindensin. Nasıl oluyor da hükümete nefretini gizlemeyen birini koruyorsun?" Kwang topluluğa daha da yaklaşarak, "Size daha önce de söyledim. Savaş çok yakın! Akhara için her şeyimi vererek bu savaşa hazırlandım! Yanımda bu hükümetten nefretini bile gizlemeyen cesur birini tutmaktan da memnunum! Amacınızı unutuyorsunuz! Bir daha bu söylediklerime ters bir şey ile karşılaşırsam bedelini ödetirim!" Bu azgın topluluğa bu sözler fayda edecek miydi merak ediyordum. Herkes onaylar gibi duruyordu.

Kwang geçmişte nasıl bir ün saldı ise kimse kolay kolay ona soru bile soramamıştı. Aslında birlikte görünmemeyi başaramadığımız için böyle bir konuşma yapmasına ihtiyaç vardı. Kwang daha fazla ayağına taş takılsın istemiyordu sanırım. Benim ne yaptığıma karışmayın diyerek korku salıyordu. Gerçekten artık bu fanus sıkmaya başlamıştı. Hemen hemen ülkenin her şehrinde askeriyeler vardı. Burası kadar büyük ya da küçük eğitim binaları... Hepsi o gün içindi. Artık bir yerde bağımsızlığımızı göstermemiz gerekiyordu. Umarım bunu başımıza bela almadan sağlayabilirdik. Bu kadar kontrol altında doğru düzgün iş yapmak neredeyse mümkün değildi.

Kwang, "Akhar'a giden talep, mesaj, arama, her ne var ise hepsinin benim gözetimimden geçtiğini hatırlatırım! Hakkımda konuşulan en ufak bir ithamla karşılaşırsam da sonuçlarının hoş olmayacağını bilin. Benim gözetimimde olan hiçbir şeye dokunulmayacak. Buna Hesna Kaner de dahil! Ona kimse dokunmayacak!" dediğinde hayretler içinde bakmaya başladım. Resmen bana kimsenin karışamaması için askerlere ayar veriyordu. Üstelik hakkında çıkabilecek dedikodulara aldırmadan yapıyordu bunu. Akhar'a giden haberlerin Kwang tarafından kontrol edilmesi de bir diğer şansımızdı. Böylece onu şikayet edebilecek bir durumda bunu önleyebilirdi. Tabi burada eğitimlerinde son derece başarılı insanlar vardı. Hacker olan kısım en tehlikelisiydi.

Akhar'a aleyhimizde bir haber giderse işler kesinlikle çirkinleşirdi. Herkes bu konuşmayı sert bakışlar ile onayladı. Bana bakan gözler şüphe doluydu. Sanki herkes bana yok olmam gerekiyormuş gibi bakıyordu. Kwang'ın herkesin dağılmasına işaret eden sözleriyle insanlar salondan çıkmaya başladı. Kwang'a doğru yürüdüm. Hala konuşmasının verdiği ciddiyetle bana bakıyordu. "Herkesin hakkında konuşmasına engel olamazsın," dedim. Bu hareketi her şeyi daha kötü mü etkiler yoksa bizi rahatlatır mı ancak zamanla anlayabilirdik. Yine kalbimi rahatlatacak sözler etmeyi başarıyordu. "Merak etme. Bu ciddi bir adım olsa da kimsenin seni yaralayamayacağını anlaması gerekiyordu. Buna daha fazla katlanamazdım."

Ona bakmayı sürdürdüm. Bir şeylerin canımızı yakacağı hissi de içimde yerini almıştı tabi. Her riski sanki o kontrol ediyordu. Herkesin önünde gerçekleşen o nikah merasiminden sonra bile dini nikahımızın da olabilmesi için çok uğraşmıştı. Bu askeriyede herkes dinsiz değildi ama korkaktı. Kwang, insanların eski hayatlarından kimlerin Müslüman olduğunu biliyordu.  Susmaları korkmalarından dolayıydı. Kimseye güvenmese de dini nikahın bütün şartlarını barındıran o ortamı sağlamayı başarmıştı. Nikahı kıyan kişiyi ve şahitleri de susturmanın bir yolunu bulması zaman aldı ama sonunda yaptı. Zaten herkes ondan çekindiği için onu sorgulayamamış ve her ne dediyse yapmak zorunda olmuşlardı. Daha ilk zamanlar ondan şüphe duysam bile bu hareketi beni gururlandırmıştı.

Aynı ortamı Medusa ve Çağan için de gerçekleştirdi. Yokluğun içinden bile bir olur yol çıkarmayı başarıyordu. Kimseden korkmuyor ve emin adımlarla yürüyordu. Gün içinde o kadar çok şey oluyordu ki bazen sadece izleyen taraf oluyordum. Sadece izliyor ve müdahale edemiyordum. Ona olan şaşkınlığım geçmek bilmiyordu. "Neden öyle bakıyorsun?" sorusu ile irkildim. "Bakmıyorum," diyerek kendimi toparlamaya çalışsam da hemen konuştu. "Nasıl bakmıyorsun? Gözlerin varlığımı sorgular gibi üzerimde," demesi ile nereye ışınlansaydım acaba? Neyse ki içimde dönen duyguların yansımasını kontrol edebilen biriydim. "Öyle bakıyorsam, ne olmuş?" dedim üzerimden merakını savuşturmayı düşünerek. "İstersen her zaman öyle bak, hoşuma gitti," diyerek yanımdan geçtiğinde gülümsemişti de. 

Şu gergin ortamın ardından bu da neydi şimdi? Ona doğru ufak adımlarla koşarak yanına geldiğimde, "Hiç mi korkmuyorsun?" dedim. Salondan çıkıyorduk. Önüne bakıyordu ve gülüyordu da. Gayet rahat bir tavırla, "Neden korkmam gereksin?" dedi. Anladım ki bu adam kimse için kolay lokma değildi. Yine de bu tavrı sadece cesaretinden mi yoksa bir planı olduğundan mı anlamalıydım. "Az önce bize dikkat etmeyenlerin bile dikkatini çektiğimiz için," demem üzerine gülüşünü bozmadı. "Senin buna alışık olman gerekmez mi? Tehlikenin üzerinde yürüyen sen değil misin?" dedi. Geçmişe atıf yapmaktan hiç sıkılmıyordu. Tamam her şeyden önce hükümeti kötülemek adına türlü işler yapmış olabilirdim ama şu an durumlar farklıydı. 

Kendimi ona çok çabuk mu emanet etmiştim acaba? Bir yerde içimdeki şüphelerin sebebini beni geren unsurlara bağlıyordum. Yine de ona dikkat etme iç güdüm ortaya çıkıyordu. Neden sonra kollarında uyumak güvende hissettiriyordu? Sorusunu fazla geciktirmeden cevap verdim. "Senin temkinli duruşunun altında herkese karşı beni koruman şaşırmama sebep oluyor," demem üzerine merakımı bu kadar açık belirtmem de beni gerdi. Gerçi o da çok açık davranıyordu. Gerilme Hesnacığım. Sakin kal. "Bence şaşırmak yerine alışmaya çalışmalısın." Ne? Neye alışacağım? Ona alışmam gerektiğini mi söylüyordu yani?  Allah'ım bu kulun aklımı çok karıştırıyor. Yardım et bana. Hesna, çizgini bozma kızım. Böyle iyiyiz. Böyle kal.

Derin bir nefes aldım. Evet, birbirimizi tanıma olarak bir alışma durumu olduğu doğruydu. Bu kadardı. Bu kadar kalsa olmaz mıydı? Birine gerçekten alışma fikri beni korkutuyordu. Bu korkuyu yenebilir miyim bilmiyordum. Karşıdan gelen Medusa ve Çağan'ı görmemle cevap vermeme gerek kalmamıştı. İkisi de ciddi bir ifadeyle geliyordu. Bir şey mi olmuştu? "Bir sorun var gibi duruyor," demem üzerine Kwang bir şey demedi. Dikkatle onlara bakıyordu. Bize yaklaştıklarında söze giren Çağan oldu. "Kardeşimi gördüm!" Kwang'la birbirimize baktık. Medusa'nın gözleri endişeyle bakıyordu. Alışık olmadığım bir yüz ifadesi içindeydi. "Bir şey yap Kwang! Leyan'ı gördüm diyorum." Çağan'ın sesindeki korku kulaklarımıza çarparken aynı zamanda afallamıştık da. 

Kwang durumu anlamaya çalışıyordu. "Onu nerede gördünüz?" Kwang'ın sorusu şaşkınlığını yansıtmıştı. Leyan'ı bulmak için günlerdir kamera kayıtlarını izliyordu ama bir sonuca ulaşamamıştı. Şimdi Çağan'ın kardeşini görmesini algılamaya çalışıyorduk. Çağan sakin kalmaya özen gösterir gibiydi ama zorlandığı ortadaydı. Onun konuşamayacağını anlayan Medusa söze girdi. "Sualtı alanında. Orada çok oda var bu yüzden dikkat çekmemeye çalışarak aramalar yapıyorduk. Malzeme bulma bahanesiyle birçok kapıdan içeri girdik. Bazen şüphe de çektik ama bugün... Bugün farklıydı," dediğinde bakışlarıyla Çağan'ı da kontrol ediyordu. Anlatmaya devam etti. "Bir oda var. Oraya belli kişilerin belli saatlerde giriş çıkışlarını gördük. Herkesin mola saatiydi ama aynı kişiler o odanın etrafında olmaya devam etti." Anlattıkları üzerine Çağan sabırsız duruyordu.

Medusa, "Bir gürültü çıkardım. Dikkatleri üzerime çektiğimde Çağan odaya girdi. Neler gördüğünü anlat Çağan," diyerek Çağan'a baktı. Hala sakinleşemediği belliydi ama konuştu. "Ben odaya girdim. Biraz içeri yürüyünce ne kadar büyük olduğunu görmemle sırasıyla yataklar da gördüm. Tabi yatak denemez! Çelikten, metalden, demirden buz gibi masalara yatırmışlar herkesi!" Sesini kontrol etmeye çalışıyordu ama başarısızdı. Kwang, "Herkesi derken, kaç kişi gördün?" dedi. Böyle bir şeyden haberi olmamasının da onu rahatsız ettiği belliydi. Kwang bu askeriyede önemli kişilerden olsa da herkesin bir alanı vardı ve kimse kimseye haddinden fazla dahil olamıyordu. Bazı bölümlere bazı kişiler girebilirdi. Kwang'ın alanlarına kimsenin giremeyeceği gibi Kwang'ın da giremediği yerler vardı.

"Bakamadım Kwang! Girer girmez Leyan'ı cihazlara bağlı bir şekilde gördüm. Ne oluyor orada?" Çağan hesap sorar gibiydi. Kwang'ın bunu bilmesi gerektiğini düşünerek konuştuğu da belliydi. Medusa, Çağan'ın sırtına elini koyduğunda sakinleştirmeye çalışır gibi dokunuyordu. Konuşmaya o devam etti. "Fazla zamanımız olmadı. Hemen çıkması gerekti. Mola bittiğinde de oradan hemen ayrılamadık. Ancak şimdi yanınıza gelebildik." O cihazlar ne içindi? Ne yapabilirlerdi? Çağan çaresizce yere çöktü. İçi içini yiyordu. Kardeşini öyle savunmasız görmesi ve hiçbir şey yapamaması gerçekten zor bir durumun içine itmişti hepimizi. Kwang da Çağan gibi karşısında yere çöktüğünde konuştu ona. "Çağan, böyle bir oda hakkında bilgim yok. Sanma ki kardeşin orada kalacak. Şimdi düşünme vakti. Sakin ol, nerede olduğunu biliyoruz artık. Onu almaya çok az kaldı."

Medusa bana endişeyle bakıyordu. Çağan'ı böyle görmesi karşısında ne yapacağını bilmiyor gibi duruyordu. Neden her şey en zor şekilde karşımıza çıkmak zorundaydı? Çağan başını elleri arasına almış bir şekilde öylece yere bakıyordu. Sıkıntılı bir ses tonuyla konuştu. "Kwang, ben onun orada olduğunu bilerek nasıl hiçbir şey yapmadan duracağım? Sadece bu gruba olan sadakatimden duruyorum ve bu çok zor," diyerek ayağa kalktı. "Nasıl orada onun olduğunu bilerek çalışacağım? Söyle!" Çağan'ın kontrolden çıkması ve her şeyi birbirine katması an meselesiydi. Medusa onun bu haline oldukça üzgün bakıyordu. Kwang tam bir şey söyleyecekken o tanıdık ses rahatsız ediciliğini etrafa yaymıştı bile.

"Bir de ağla istersen!" Sesin sahibine döndüğümüzde çarpık bir gülüşle bize doğru bakan Matteo'yu görmemizle sinirler daha da gerildi. Üstelik yanında Doğa da vardı. Doğa memnuniyetsiz bir şekilde Matteo'nun yanında duruyordu. Gözler Çağan'a döndüğünde bu kısa bakışma Çağan'ı deliye döndürmüştü. "Sen kim oluyorsun?" diyerek ona doğru atıldığında Çağan'ı tutan Kwang olmuştu. Çağan onu tutan kollardan ayrılmaya çalışarak, "Tekrar et!" dediğinde Kwang bıraksa Matteo buradan sağ çıkamayabilirdi. Doğa, "Matteo saçmalıyorsun!" derken Doğa'nın da bu gerginliğe katılması ortamı daha da hararetli kılmıştı. Bu gürültüyü susturan yine Matteo'nun sesi oldu. "Sorularınızın cevabı benim! Şartlarıma uyarsanız cevapları alırsınız."

Yine bir bölüm sonu...

Bölümü burada bırakmak istemezdim ama geciktirmek de istemedim. Gelecek bölüm epey olaylar okuyacağız. Artık yaz sezonuna da girdik daha uzun bölümler yazacağım.

Matteo önemli işler üstlenecek fakat bunları yaparken sinir sistemimiz ne hale gelir bilemiyorum.

Beril'in anlattıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Leyan ve dahasına o odada neler yapıldı sizce?

Ahsen neden ortalarda yoktu?

Kwang, Hesna'yı herkese karşı koruma isteğini durdurmadı. Sizce herkes bu durumu kabullenecek mi? Yoksa olaylar daha mı kötüleşiyor?

Yorumlarda buluşalım burada bölümler hakkında konuşmayalım mı?

İnstagram: @fairymits
Tiktok: @fairymits

Videolarımıza da destek olursanız inşallah daha çok keşfediliriz.

Kendinize çok iyi bakın. Tekrar görüşmek üzere ♡

🌻



Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

YANSIMA Oleh Gizme

Fiksi Ilmiah

5.6K 477 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
39.4K 2K 17
Bazen zincirler sadece onların bedenlerini değil, ruhlarını ve kalplerini de esir alırdı. Bazen istilaların sonuçları sadece yıkılan ve yok edilen ye...
782K 50.3K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
6.5K 1.2K 14
"Sadece soruma cevap ver Layla." Gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma diz çöktü. İşaret parmağını havalandırarak göğüsümün üstüne doğrulttu. "İntik...