SadGül - Oneshot

Por yedibela1

4.3K 236 137

Tek bölümlük hikayeler. Más

BASKIN
Öğretmen Hanım (2)

Öğretmen Hanım

1.5K 89 49
Por yedibela1

Bu hikaye bir önceki hikayeden bağımsızdır.

İyi okumalar ;)

________________________________________

1995

Şırnak - Silopi Otobüs Garajı

İstanbul'dan gelen otobüsün kapıları açıldığında saatlerdir yapılan yolculuk son bulmuştu. Birkaç kişi otobüsten iner inmez garın tuvaletlerine doğru yürümeye başlarken geri de kalanlar bavullarını bulmak için küçük bir kalabalık oluşturmuştu bagajın orada. Kalabalıktan, insanlardan izin isteyerek çıktı kadın. Biraz daha uzaklaştığında rahat bir nefes aldı. Etrafa kısa bir göz gezdirdi daha sonra.

Hiç bilmediği, tanımadığı bir yere gelmişti Songül Acarerk. Memurların korkarak geldiği, çoğu zaman istemediği yerdi doğu şehirleri. Terör örgütlerinin geceleri köylere yaptığı baskınlar haber kanallarında söyleniyor, kaç kilometre öteden bile kanlarının donmasına sebep oluyordu. Buna rağmen Songül isteyerek gelmişti bu şehre. Kendisinin erişebildiği imkanları, köylerde yakalayamamış çocuklara, hatta büyüklere yol gösterici olmak istemişti.

Öğretmen olarak atandığı köyün, bir önceki öğretmenini nasıl kaybettiği gazetelere de manşet olmuştu iki ay önce. Vahşice katledilmişti köye yapılan bir baskında. İçini, atama isteği yaptığı günki gibi korku kapladı kısa bir an için. Ancak çabuk toparladı kendini. Aklındaki olumsuz düşünceleri geri yollayıp elinde valiziyle ilerlemeye başladı.

Etrafa baka baka yürürken üniformalı üç askerin üzerine doğru geldiğini gördü. Aralarından mavi gözlü, bıyıklı askerle göz göze gelse de çok uzun sürmemişti bu bakışma. Karşılıklı ilerlerledikleri yolda yan yana geldiler ve hızla uzaklaştıklar birbirlerinden.

Songül minibüslerin olduğu kısma geldiğinde gideceği köyün ismi yazan araca son anda yetişti. Şoföre bir sivil parası verip boş kalan bir yere oturdu. İçinde tarif edemediği bir heyecanla arabanın köye varmasını bekledi.

*

Birkaç dakika önce Songül'ün yanından geçen askerler İstanbul'dan gelen otobüsün yanına yaklaştılar. Gözleri aracın yanındaki adamlarda gezindi. Rütbeli olan asker seslendi etrafta bulunan insanlara.

"İstanbul'dan gelen muallim burada mı?"

Bir kıpırtı, bir konuşma duymayınca sıkkın bir nefes verdi. Yanındaki askerlerden birini öğretmeni bulması için lavaboya yolladı. Ancak garajda 'ben öğretmenim' diyen kimseye rast gelmemişlerdi.

"Yüzbaşım, belki muallim gelmekten vazgeçmiştir." dedi askerlerden biri. Yüzbaşı kaşlarını çattı.

"Tayinini buraya isteyen kendisiymiş. Gelmek istememe gibi bir durumu yok." diye cevapladı daha sonra.

Asker omzunu silkti. "Korkmuş olabilir." diye ekledi daha sonra. Yaşanmamış bir olay değildi ne de olsa.

"Biraz daha bekleyelim bakalım. Belki buralardadır." dedi yüzbaşı.

Yarım saate yakın bir süre geçmesine rağmen bulamamışlardı öğretmeni. Çocukların sevinci yarıda kalmıştı bir kez daha. Üç asker garajın dışında bıraktıkları jandarma aracına doğru ilerledi. Arabanın dışında onları bekleyen başka bir asker arkadaşlarının yanında farklı bir yüz göremeyince surat astı. Onca yolu boşa gelmişlerdi.

*

Songül tıklım tıklım olan minibüsten indi en sonunda. Köyün meydanında, kahvelerin önünde indirmişti şoför insanları. Herkes dağılmaya başlarken o olduğu yerde dikilmeye ve etrafına bakmaya devam etti bir süre. 'Muhtarlık' yazan tabelayı arıyordu gözleri. Kaybolmamak adına kahvede oturanlara sormaya karar verdi.

"Selamın Aleyküm." diye seslendi çay dağıtan adama. Elinde salladığı tepsiyi durdurup ilk defa gördüğü kadına baktı çaycı.

"Buyur bacım?"

"Ben muhtarlığa gidecektim de.. Yeri nerede acaba?"

Çaycı kadını süzdükten sonra parmağıyla aşağıya giden yolu işaret etti. "Şu yolu takip ettin mi bulursun."

Songül teşekkür ettikten sonra bir şey konuşulmasına fırsat vermeden yürümeye başladı. Elinde valiziyle köylerine gelen kadın, köylülerin dikkatini çekmişti.

*

Jandarma aracı köye girdikten sonra çoğu kişinin gözü oraya dönmüştü. Geldiğini düşündükleri öğretmeni karşılamak için ayağa kalktı kahvedekiler. Yüzbaşı ayağa kalkanları görünce erine, arabayı durdurmasını emretti. Kapıyı açıp indiklerinde yanlarında kimsenin olmadığını anlamalarıyla yüzleri düşmeye başlamıştı.

"Emin yüzbaşı, muallim yok mu?"

"Yok Ahmet amca. İstanbul'da ki rahatını bozmak istemedi herhalde."

"Çocuklarda pek heves ettiydi. Allah razı olsun siz de geldiğinizden beri öğretmeye çalışıyonuz da muallim farklı olurdu."

"Haklısın Rıza amca ama yapacak bir şey yok. Biz elimizden geldiğince derslere devam edeceğiz. Siz çocukları okula yollamaktan geri durmayın." dedi Emin. Ardından arkasını dönüp erlere seslendi. "Muhtara haber edeceğim. Siz karakola geçin."

Nizami adımlarla yokuş aşağı giden yola saptı. Muhtarlığa varana kadar bir dal sigarayı bitirmeyi de ihmal etmemişti . Kenarda bulunan çöp kutularından birine fırlattı elindeki izmariti. Köyün en lüks yeri olan Muhtarlığa girdiğinde aradığı adam da tuvaletten çıkıyordu.

"Muhtar, günaydın."

"Günaydın yüzbaşı." dedi muhtar gülerek. Emin, neden güldüğünü ve öğretmenin yanında olmadığını sorgulamamasına takılırken konuştu.

"Muallim gelmedi."

Muhtar kaşlarını çattı. Yine de dudaklarındaki tebessüm eksilmemişti. "Nasıl gelmemiş?"

"Uğraştırma muhtar. Garajda değildi. Gelmemiş işte."

Muhtar anlayışla gülümsedi. "Öğretmen içeride." dedi öğretmeni vurgulayarak. Daha sonra odasını gösterdi. Emin kaşlarını çattı. "Nasıl içeride?"

Muhtar odasına girerken hala sorguluyordu. Merakla tek başına gelmek gibi bir aptallıkta bulunan adamı görmek için odaya yöneldi. İçeride oturmuş çay içen bir kadın görünce şaşkınlığı belirgin bir hal almıştı.

Songül kapıda bekleyen Emin'e doğru başını çevirdiğinde garajda göz göze geldiği asker olduğunu gördü. Demek kendisini almak için oraya gelmişlerdi.

"Tanıştırayım." dedi muhtar. "Köyümüzün yeni öğretmeni Songül Acarerk."

Songül hafifçe başını sallayıp önüne döndü. Çayından bir yudum aldıktan sonra yeniden askere baktı.

"Kusura bakmayın yüzbaşı. Ben, beni almaya gelecek birinin olacağını düşünmediğimden köy minibüsüne binip geldim."

Emin yavaş adımlarla ilerleyip kadının karşısında kalan koltuğa oturdu. "Sağ salim gelmenize sevindim muallim hanım-" Emin cümlesine devam edemeden kesti sözünü Songül.

"Öğretmeni tercih ederim."

"Yeni nesile ayak uydurulmalı değil mi?" diye araya girdi muhtar. Kapının önünde öğretmeni vurgulamasındaki sebebi şimdi anlıyordu Emin.

"Öyle olsun. Öğretmen Hanım. Ancak buralar tehlikelidir. Geldiğiniz minibüsün yolu kesilebilirlerdi."

"Her vatandaş gibi bir tehlikedeydim öyleyse. Minibüs çok kalabalıktı."

Emin kadının gözlerinin içine baktı bir süre. Zekice parlayan gözlerde hiçbir korku emaresi okuyamıyordu. Zaten buraya gelmek isteyen de kendisi değil miydi?

"Emin ağa.." dedi muhtar, köylünün taktığı bir lakapla. Emin gözlerini kadından çekip muhtara baktı. "Öğretmen Hanım'ı eski öğretmenin lojmanına götürecektim ama sen buralardaysan götürüver. Bizim ineklere baytar gelecekti. Ona bakmam ilazım."

Emin Songül'e çevirdi başını. Vereceği cevabı bekliyordu kadın. "Olur, götürürüm."

Songül çayının sonunuda içtikten sonra ayaklandı. "Çay için teşekkür ederim Mehmet Bey."

"Ne demek Songül kızım. Bundan sonra sen bu köyün göz bebeğisin. Olanlara rağmen kendin kabul edip geldin, çocukları sevindirdin ya.."

"Türkiye de eğitim herkesin hakkı. Çocuklara hatta konuştuğumuz gibi okumak isteyen tüm herkese kapım açık."

Emin kadının sözleriyle gururlandığını hissederken kendini, başını onaylarken buldu. Songül yanından geçerken gözleriyle takip etti. Muhtarla kısa bir uğurlama seansında sonra binadan çıktı. Songül Emin'den erken davranmış çoktan dışarıya çıkmıştı.

"Çok fazla yorgunsunuz herhalde." dedi Emin kadının aceleci yürüyüşüyle. Songül Emin'in askerlere has duruşuna baktıktan sonra cevap verdi.

"Aksine... Eğer müsaitseniz okula bir göz atmak isterim."

Songül'ün sakin sesinin ardında yatan hevesi anında almıştı Emin. Başıyla onayladı. "Tabi ki.. Nasıl isterseniz." Yavaşça kadına doğru adımlayıp elindeki valize uzandı.

"Size zahmet olacak." dedi Songül çekinerek.

"Önemi yok. Daha hızlı ilerleyebiliriz bu şekilde."

*

Okulun, hayır yıkık bir binanın önünde durduklarında Songül şaşkınlıkla Emin'e baktı. "Burası mı?" diye sordu. Yüzbaşı kadının hayal kırıklığı ile okula bakışını izledi.

Songül yavaşça okula doğru adımladı. Okulun kapısında kırık camlar bulunuyordu. Aralık kapıyı sonuna kadar açtı. Rutubet kokusu anında yüzüne çarparken çocukların sekiz saat burada nasıl ders işleyeceğini düşünüyordu. Emin valizi bırakıp kadının yanına geldi. Aralanmış kapıdan girmek için hareketlenen Songül'ün önüne elini koyup engelledi. "Önce bir kontrol edeyim."

Songül geri çekilip adamın önden gitmesine izin verdi. Emin tek katlı okulun üç sınıfına da göz attıktan sonra boş olduğuna karar verip Songül'e gelmesi için el etti.

İçeriyi gördüğü her saniye yüzü asılan kadına seslendi.

"Beklediğiniz gibi değil sanırım."

"İstanbul'daki gibi olmayacağının farkındaydım ama burası bir okul gibi de değil. Rutubet çok fazla ve kırık camlar.."diye gösterdi pencereleri. Havalar soğumaya yüz tutmuşken pencerelerin kırık olması hiç iyi olmamıştı.

"Camların düne kadar sapasağlam olduklarını söylemeliyim size. Ancak rutubet için bir şey diyemeyeceğim."

"Kim okulun camlarını kırar ki.." diye söylendi Songül. Kadının kısık sesine rağmen çok net duymuştu Emin.

"Teröristlerin en sevmediği yer okullardır Öğretmen Hanım. Çocukların bilinçlendirilmesini istemezler çünkü."

Songül sakince onayladı adamı. Burayı nasıl düzeltebileceğini düşünürken.

"Eğer gözleminiz bittiyse sizi yeni evinize götüreyim."

"Olur." dedi Songül. "Zaten şu anlık yapılabilecek bir şey yok."

Karakolun iki sokak altında kalan binaya yürürlerken sessizliği bozmaya çalıştı Emin. Yanındaki cesur kadını daha yakından tanımak istiyordu.

"Annen baban ne dedi bu duruma. İstanbul gibi güvenli bir şehirden terörist tehdidinin olduğu bir köye geldin." dedi merakla. Kadının suskunluğunun devam edişiyle yoldan ayırdı gözlerini. Olduğu yerde daha çekingen durduğunu fark etti Songül'ün. Yanlış bir yere değindiğini anlasada artık çok geçti.

"Annem babam öldü benim." dedi Songül. Boğazına takılan yumruyu gidermek için yutkunmaya çalıştı.

"Kusura bakmayın. Öyle pat diye sordum."

"Yo-yoo! Sorun değil. Bilakis.. Onları anmak için bir fırsatım oldu. Teşekkür ederim."

"Öyle diyorsanız.." dedi Emin. Songül adamın sesinin kısıklığından dolayı başını ona çevirdi.

"Kendinizi kötü hissetmeyin yüzbaşı. Buraya geldim çünkü canımdan başka kaybedeceğim bir şeyim yok. Elimden geldiğince yardım edeceğim buradaki insanlara. Aynı sizin, yani siz gibi tüm askerlerin yaptığı gibi."

"O halde sizi korumak boynumuzun borcu. Kalbine dokunduğunuz tüm çocukların ne kadar şanslı olduğunu söylememe gerek yok sanırım."

Songül utangaç bir şekilde gülümsedi adamın sözlerine. "Böyle düşünmeniz gururumu okşadı. Teşekkür ederim yüzbaşı."

Emin tebessüm etmekle yetindi. Eve sessizlik içinde geldiklerinde muhtarın Emin'e verdiği anahtarla açtılar kapıyı. Okuldaki gibi bir rutubet kokusu yoktu evde. Sabun ve oda kokuları geliyordu içeriden. Songül Emin'e neler oluyor der gibi baktı.

"Köylüler sanırım evi temizlemişler. Geleceğiniz biliniyordu."

Songül tebessüm ederek çıkardı ayakkabılarını. Yavaşça içeriye girip odalara baktı. Yer minderleriyle döşeli ev gergeniş duruyordu. Tek bir kişi için fazlasıyla büyüktü. Üstelik ikinci katına çıkmamıştı bile. O odaları gezerken Emin de valizle girdi eve. Kapının yanına koyduktan sonra kadının işinin bitmesini bekledi. Songül mutfaktan çıktığında üst kata çıkan merdivene baktı.

"Bu ev çok büyükmüş."

"Büyük insana büyük ev işte, fena mı!" dedi Emin.

"Dalga geçmeyin. Tek başıma bu evde ne yapacağım ben?"

"Sıkıldıkça oda oda gezersiniz."

Songül bu cümleyle kahkaha attı. Evde yankılanan gülüşle başını yana yatırıp kadını izledi Emin. Songül sesinin yüksekliğinden utanırken başını arkaya doğru çevirdi.

Emin kadının utandığını anladığında arkasını döndü. Bıraktığı yerden valizi alıp merdivenlerde bulunan Songül'e doğru ilerledi. "Kalan odalar üst kattaydı. Çıkarayım isterseniz."

"Daha fazla zahmet etmeyin. Ben çıkarırım."

Emin başını sağa sola sallayıp kadının yanından geçip üst kata çıktı. Songül başka bir itirazda bulunmamıştı. O da adamın peşinden tırmandı merdivenleri. Ahşap basamaklar her adımda gıcırdıyordu. Merdivenler bittiğinde Emin valizi ileri sürüp arkasından gelen kadına döndü.

"Artık dinlenin Öğretmen Hanım. Yarın büyük gün. Çocuklara da sürpriz olacak."

"Yarın okula erkenden gideceğim. Kokuyu gideremesem de cam kırıklarını temizlesem iyi olacak." diye söylendi.

Emin bunu duyunca olumsuz anlamda kafa salladı. "Devlet yeni talimat yayınladı. Okula jandarma eşliğinde gidip geleceksiniz. Bu yüzden ben veya göndereceğim bir başka asker sizi alıp götürecek her gün."

"Ama.. Bu kısıtlanmak gibi bir şey."

"Sizin güvenliğiniz için."

Songül istemese de onaylamak zorunda kalmıştı. "Peki." dedi.

"Burada okul dokuzda açılıyor. 8.45'te hazır olun siz."

Songül başıyla onayladı. İkisi bir aşağıya indiler. Songül Emin'i uğurladıktan sonra gözü kapıya takıldı. İstanbul'da düşündüğü sistemi yapmak için kapıyı kapatıp hızla yukarıya çıktı. Yatak odasını bulduktan sonra valizini götürüp açtı. İçindeki çanı alıp koşar adımlarla geri aşağıya indi. Kapı her açıldığında çalacak şekilde bağladıktan sonra yaptığına gururla baktı. Şimdi kalacağı yerde daha güvende hissedebilirdi.

.

Ertesi gün Songül erkenden kalkmış, kahvaltısını yapmıştı. Henüz saat 8'e yeni gelirken odasına geri çıkmış ve gece yarısına kadar yerleştirdiği kıyafetlerinden açık kahverengi uzun kollu bir gömlek ve aynı rengin daha koyu tonunda bir etek alıp giymişti. Odasında bulunan ayna karşısına geçip oturdu. Saçının yanlarından birkaç tutam alıp arkada bağladı. Güzel durduğuna karar verdiğinde başını sallayıp kalktı olduğu yerden.

Pencereye doğru yürüyüp pervazına oturdu. Ayağının birini küçük bir çocuk gibi sallandırdı. Çocuklar gibi şendi bugün. Yerinde duramıyordu. Aklına bir soru düştü camdan dışarıyı izlerken. Acaba yüzbaşı mı götürecekti onu okula. İçten içe onun gelmesini isterken buldu kendini.

"Saçma sapan düşünceler.." dedi kendi kendine. Kolundaki saati kontrol ettiğinde yüzbaşının dediği saate çok yaklaştığını gördü. Odasından çıkıp merdivenlerden aşağıya indi. Mutfağa geçip gitmeden önce kendine bir bardak su koydu. Yudum yudum içerken kapının çalmasıyla yerinden zıpladı. Koşar adımlarla kapıya gitti. Kapının kolunu tuttuğunda neden bu kadar heyecanlandığını sorguluyordu. "Kim o?" diye sordu kapıyı açmadan önce.

"Benim." diye cevap verdi kapının arkasındaki kişi. Sesi değişik olsada tanımıştı kim olduğunu. Yüzbaşı gelmişti ancak açmadı kapıyı. Gülümseyerek yineledi sorusunu. "Kimsiniz?"

Emin kadının attığı yemi yutmaması ile gülerek dudaklarını ısırdı. "Yüzbaşı."

Net cevabı aldıktan sonra araladı kapıyı Songül. Emin kadının üzerinde gözlerini gezdirdi. Dönemin modasına uygun şık giyimi köyün havasına tezat duruyordu. Moda sadece büyük şehirlerde modaydı. Ancak kabul ediyordu ki bu kıyafetler kadına çok yakışmıştı.

"Sizi denedim ancak testten başarıyla geçtiniz Öğretmen Hanım."

"Sesinizi değiştirme çabanızdan bir şeyler çevirdiğinizi anladım yüzbaşım."

Songül ayakkabısını giymek için çoktan kapıdan çekildiğinde Emin rütbesine eklenmiş iyelik ekinde takılı kaldı. Kadının farkında bile olmadığını anlasa da kalbinin bir maraton koşmuş gibi hızlı atışına engel olamadı.

Songül en sonunda toprak rengi, kısa topuklu ayakkabılarını giydiğinde doğruldu yerinden. Kapının yanına koyduğu bir kaç ders kitabını alıp kapıyı kilitledi. "Gidelim mi?" dedi heyecanla.

"Gidelim. Araçla geldim. İlk günden yürütmeyelim sizi."

"İnanın hiç fark etmez." dedi Songül.

Kadının cıvıl cıvıl sesiyle neşelendiğini hissederken yansıtmadı katı duran duruşuna. Eliyle jandarma aracını gösterdi.

.

Okulun önüne geldiklerinde siyah önlüklü beyaz yakalı çocuklar karşıladı onları. Etrafta birkaç da veli vardı. Araçtan inecekleri merakla izliyorlardı. Songül derin bir nefes alıp açtı kapıyı. Araçtan aşağıya atlayıp kitaplarına uzandı. Çocukların güzel giyimli kadına bakışları o kadar güzeldi ki Emin tebessüm etmekten alamadı kendini. Hepsi pırıl pırıl olan küçüklerin arasına karışan kadını izledi. Songül'ü sıkıştırmışlar soru sormaya başlamışlardı bile. O da nazikçe cevaplıyordu meraklıları.

Emin de arabadan inip her pazartesi yaptığı gibi askeri bir sesle bağırdı. "Sıraya geç."

Çocuklar hızlı bir şekilde dizilirken Songül yavaşça doğruldu olduğu yerde. Başını ona doğru yaklaşan adama çevirdi. Bir şeyler söylemek istesede çocukların karşısında tartışmak istemedi.

"Nehir.." dedi önde duran kısa boylu kıza. Başıyla bayrak direğini gösterince kız anlayıp koşarak gitti bayrağa. Emin iki kişiyi daha görevlendirdi kızın yanına. "İsmail, Mete geçin siz de."

İki erkek, Emin Songül'ün yanına varana kadar bayrak direğinin altında karşılıklı hazır ola geçmişti. Songül adamın amacını çoktan anlarken sessizce onayladı başıyla.

"Konuşma yapmak ister misiniz öğretmenim." dedi. Songül kısa da olsa bir şeyler söylemek için onayladı adamı. Emin bir adım geri çıkarken Songül önde kalmıştı.

"Öncelikle merhaba. Ben yeni öğretmeniniz Songül Acarerk. Bundan sonra dersleri benimle işleyecek, benimle öğreneceksiniz. Haftayı benimle açıp benimle kapatacaksınız. Elimden geldiğince sizi destekleyeceğime söz veriyorum. Hepimiz için hayırlı bir yıl olsun."

Emin kadının konuşmasının bittiğini anlayınca kadının yanına geldi. "O zaman haftayı başlatın Songül Hanım."

Songül başıyla onayladı. Oldukça düzgün dizilmiş çocukların üzerinde gözlerini gezdirdi. "Rahat.." diye seslendi daha sonra. Hepsi aynı anda rahat durumuna geçerken bunu yanında bulunan yüzbaşının öğrettiğine emindi. "Hazır ol!" dedi beş saniyenin ardından. Aynı şekilde hareket ettiler çocuklar. "İstiklal Marşı için.. Dikkat!"

Songül başını bayrağa çevirirken hep bir ağızdan istiklal marşı okunmaya başlandı.

"Korkma, sönmez bu şafaklardaki al sancak..."

.

İlk gün bittiğinde çocuklar Songül'e gülen gözlerle bakıyorlardı. Songül şimdiden çoğunun okuma düzeyini anlamış ve ona göre bir ders planı oluşturmuştu. Çocuklar el salladıktan sonra yavaş yavaş uzaklaşırlarken Songül okulda Emin'in gelmesini bekliyordu şimdi.

Bu sabah yüzbaşı çok mutlu etmişti onu. Okula adım attığında yerlerde cam kırıkları görmemişti. Temizletmiş olduğunu anlamak çok da zor değildi. Teşekkür etmeyi aklına not etmişti çoktan. İlerden okula doğru gelen Emin'i gördüğünde o da okulun kapısını kilitleyip yavaşça bahçeye yürümeye başladı. Bahçe kapısında buluştuklarında aynı anda baş selamı verdiler birbirlerine.

"İlk gününüz nasıldı Öğretmen Hanım?"

"Çok güzel. Hepsi öğrenmeye açlar. İstanbul'da bu kadar hevesli öğrencilerim olmamıştı."

Yolda sakin adımlarla ilerlerken ikisi de sanki yolun bitmesinden korkarcasına yavaş hareket ediyorlardı.

"Büyük şehirlerde çocuklar gerçek hayatı bilmiyor. Ama buradakiler hayatlarını okumanın kurtaracağının farkında."

"Öyle." dedi Songül. Herkesi bir tutmak anlamsızdı elbette, ancak çocukların, ailelerin yarattığı toz pembe dünyada yaşadığı da bir gerçekti. Hayat oyundan ibaret değildi ya da okula gidip gelmekten de değildi.

"Çocuklar sizi de çok sevmişler yüzbaşı. İyi bir öğretmen olarak anılıyorsunuz."

Emin küçük bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. "Elimizden geldiğince öğretmeye çalıştık yokluğunuzda. Tabi gerçek bir öğretmen lazımdı okula. Siz geldiniz."

Songül de cevap verdi adama. Yol boyunca karşılıklı yaptıkları konuşmalarla eve varırlarken yolun nasıl bittiğini anlamadılar. Songül kapıyı açıp içeri girdi. Dışarıda bekleyen Emin'e döndü daha sonra. "Bir kahve içmek ister misiniz?"

Emin düşündü kadının sorusunu. Ama karakolda yapılması gereken işler vardı.

"Belki daha sonra Öğretmen Hanım."

Songül başını sallayıp kapattı kapıyı. Sırtını kapıya yaslayıp soluklandı. Acaba yanlış mı yapmıştı. Eve niye davet etmiştiki ilk günden? Yanlış anlar mıydı Emin? Ortada yanlış anlaşılacak bir şey yokta sonlandırdı düşüncesini. En azından şimdilik.

*

Cuma Günü

Okuldan çıktıktan sonra Emin'in görevlendirdiği askerlerden biri almıştı yine Songül'ü. O günden sonra yüzbaşıyı görmemişti Songül. Eve canı sıkkın bir şekilde girdi. Kahve içmeye davet ederek çok yanlış yaptığını düşünüyordu.

*

Dağdan inen askerler canlı yakaladıkları bir teröristle beraber karakol yolundalardı. Dört gündür canla başla uğraştıkları, en sonunda başarıyla sonuçlanan bir operasyonla, kurdukları planları başlarına yıkabilmişlerdi. Karakola adım attıklarında askerlerine emretti Emin. Yakaladıkları adamı ne olursa olsun yalnız bıraktırmayacak, kaçmasına veya kaçırılmasına olanak sağlanılmayacaktı. Nöbetçi olarak diktiği asker sayısını arttırdı. Daha sonra dağdan gelen askerlere istirahat etmeleri için izin verdi. Kendisi de yakalanan herifi başkent Ankara'ya bildirdi.

Saatini kontrol etti daha sonra. Akrep altıyı gösteriyordu. Songül aklına düştüğünde ziyaret edip etmemek arasında kaldı. Saat çok geç sayılmazdı. Sayılır mıydı?

Ceketini alıp dışarı çıktığında bir ikilemin içindeydi.

***

Mağaranın içinde, mühimmat sakladıkları yerde bulunan teröristlerin ele başları oldukça öfkeliydi.

"Bu yüzbaşı çok olmaya başladı. İkidir önümüze taş koyuyor."

"Öldüremiyoruz da herifi. Dokuz canlı, vuruyoruz geri geliyor."

"Vurulup gittiğinde bize diklenen öğretmeni nasıl yok ettik ama."

"Yenisi gelmiş."

"Bir bitmediler zaten."

Konuşmaları sessizlik içinde dinleyen konsolos aklına gelen fikri adamlara sundu.

"Madem öğretmenin yenisi gelmiş, bunu yüzbaşı aleyhine kullanalım."

Konsolosun ortaya atacağı fikri hevesle bekleyen adam kaşlarını çatarak sordu.

"Nasıl olacakmış o?"

"Yüzbaşı ağır yaralandığında yerine gelen kişi... Öğretmen öldüğünde buradan sürülmedi mi?"

"Hayır, yüzbaşı geri geldi diye gitti biliyoruz."

"Tam tersi korumakla yükümlü olduğu memuru koruyamadığı için sürüldü."

Herkesin aklından geçen düşünceler aynıydı.

"Yüzbaşı bize büyük bir darbe vurduğunu düşünüyor. Bugün yarın bu işi halledin." dedi konsolos yerinden kalkarken. İntikam için yanıp tutuşan ele başlarını kandırmak sandığından da kolaydı.

*

Songül yaptığı akşam yemeğinin altını kıstıktan sonra biriken çöpü atmak için mutfaktan çıktı. Dışarıya çıkıp birkaç metre ötede bulunan çöp yığınlarının arasına karıştırdı elindeki poşeti. Arkasını döndüğünde evinin karşısındaki ara sokaktan çıkan yüzbaşıyı gördü. Emin ise Songül'ü fark etmemiş, evin kapısını aralık gördüğünde ise onlarca kötü düşünce akın etmişti zihnine. Silahına uzanıp eve birkaç hızlı adım attığı sırada kadının sesini duydu.

"Yüzbaşı?"

Emin başını hızla sesin geldiği yere çevirdi. "Songül!" Kadının üzerinde gözlerini gezdirdi. Bir şeyi olmadığını karar verdiğinde rahat bir nefes aldı. "Songül Hanım, dışarıda ne yapıyordunuz?"

"Çöp atmaya kadar çıktım. Evden dışarı bunun için de çıkabilirim öyle değil mi?" diye sordu Songül, Emin'e doğru birkaç adım atarak.

"Tabi çıkabilirsiniz Songül Hanım da başınıza bir iş geldi sandım. Kapıyı aralık görünce.."

Songül kendisi için endişe eden adama karşı takındığı tavrı biraz daha yumuşatmaya çalıştı. "Ben iyiyim Emin Bey. Teşekkür ederim." dedi Songül.

Yine de mesafeli çıkan ses tonu Emin'in şaşırmasına neden olmuştu. Emin kırıcı bir şey deyip demediğini düşünüyordu. Demesi için vakti olmamıştı ki.. Dört gündür dağda terörist avlıyordu.

"Yorgun görünüyorsunuz. Bir şey mi oldu?" diye sordu Songül. Adamın bitkin hali dikkatini çekmişti.

"Her zaman ki meseleler bizimki. Siz ne yaptınız? Alışabildiniz mi buraya?"

Songül adamın konuyu değiştirme çabasını anlamasa da onayladı. "Alıştım. Çocuklar yardımcı oluyorlar."

Emin başıyla onaylamakla yetindi. Araya kısa bir sessizlik girerken Songül'ün aklına ocakta bıraktığı yemek geldi.

"Ben de yemek yemek üzereydim.."

Emin'i davet etmeden önce bir anlığına duraksadı. Yeniden yanlış anlaşılıp anlaşılmayacağını düşündü. Ancak davet etmemenin ayıp olacağına karar verdi.

"Eşlik etmek isterseniz kapım açık. Mecazi anlamda da değil." diye gösterdi aralık olan kapıyı. Emin kadının yaptığı metefora gülüp cevap verdi.

"Rahatsızlık vermeyeceksem.."

Songül bu sefer gülerek adama yaklaştı. "Önden buyrun."

Gece saat ikiyi geçerken bir grup insan elinde ufak silahlar ve de bir bidon benzinle köye giriş yaptı. Amaçları tüm köye yapılacak baskından ziyade bir kişiye yapılacak suikasttı.

Köye yeni gelmiş öğretmene..

Önceden kararlaştırdıkları evin etrafına iki kişi benzini boşaltırken aralarından bir kişi de kilitli kapıyı elindeki çakıyla kırdı. Kapıyı hafif iktirdiğinde evde çan sesi duyuldu. İçeri giren adam küfür ederken evin odalarını gezmeye koyulmuştu.

Songül duyduğu çan sesiyle yerinden sıçrayarak uyandı. Nefesleri korkudan hızlanırken yerinden kıpırdama cesaretini kendinde bulamadı. Kulağına gelen merdivenin gıcırdayan sesi kulaklarını doldururken gözleri odanın içinde gezindi.

Yatak odasının kapısı açıldığında içeri giren suikastçı hiç düşünmeden silahını kaldırıp yataktaki bedene üç el ateş etti.


Devam edecek...


=================================


Yeni hikaye, yeni bölüm.

Düşüncelerinizi merak ediyorum.

Hikayeyi, akışı beğendiniz mi?

Beğenmediğiniz yerler var mıydı?

Oldukça uzun bir bölüm oldu ve bu hikayenin devamı da gelecek.

Emin Güngören'e Sadi Payaslı'dan daha çok zaafım var anlamışsınızdır. EmGül'den devam o yüzden ben.

Yeni bölümler de görüşmek üzere :)


Seguir leyendo

También te gustarán

1.2M 74.3K 65
İlk yalancının ilk yalanı, toprağa düştüğü andan itibaren, yatsıdan sonra yanan mum ona bebek gibi bakacaktı. Yalanın tohumu büyüyecek ve çiçek açaca...
321K 13.4K 36
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
32K 2.5K 18
Acar, gözü pek demekti. Daha öğrenciyken bu lakabı uygun gören komutanı bu zamanlara geleceğini bilerek ona böyle seslenmişti. Bade Demir. Askeriyen...
45K 2.4K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...