GÖLGE KANI

By yzrperest12

223K 19.8K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

S2- BÖLÜM 10: TUTSAK

2.4K 263 284
By yzrperest12

Heeelllooooooovvv!

Ben geldiiimm!

Siz de geldiniiiizz!

Hoşşş geldiniiizzzz!

Ummmarımm iyi geldiniiiizz!

Ben de inşallaaahhh!

Evet, geçen bölüm anlaşılmayan bir konu var; Rothlar. İlk olarak Roth ailesi şu anlık Claudia ve Liona. Yani biz daha bu kadarını gördük. Şimdi gelelim bunların yaptıklarına; Eleanor 5. bölümdeyken ormanda aldığı yarayı kendilerine borçlu. Ayrıca kurt boğan ve dahi mine çiçeğini de. Zihnine girenler de Rothlar ve bunu aradaki bağlantı sayesinde yapabildi. Neden Eleanor ile münasebete girdiklerini de önceki bölümde Danny bize söylemişti. Eleanor de kendilerinin başına bela olacak, emin olunuz (yazdım) .

O hâlde oylar diyorum, yorumlar diyorum haktır diyorum teşekkür ederiyoruuumm!

İyi okumalar efenimmm!

🌜🌚🌛

"Zaman en büyük tutsaklarını akrebinde saklamıştı."

  🌜🌚🌛

      Bir an tüm etrafımı sis kaplamıştı. Bu öyle bir sisti ki Bay Canavar'ın simsiyah gözlerini dahi yok ediyordu. Sisin içinde yankılanan tek şey benim kalp atışlarımdı. Nefeslerim hızlıydı, kalp atışlarım da onunla orantılıydı. Sesli bir şekilde yutkundum. Şokla dolan gözlerimi önüme çevirdim. Sis yavaşça dağılırken simsiyah gözleri hissettim, bu benim Marcus'umun gözlerine ait siyahlık değildi. Bu yük yapan bir siyahtı. Hayatıma tüm karanlığı sıçratan bir siyah. Işığımı söndüren bir karanlık... Ateşime boşluk olan bir karanlık...

Dolan gözlerimi kapatırken damlalar kirpiklerime tutundu. Yaptığım şey, hayır yaptığım şeylerin cezasını veriyordu ona göre. Senin sığındığın kapıları yakarım diyordu, oğlumun gücü benim diyordu. Ve dahası bana bunları veren sensin diyordu. Marcus bunlara senin yüzünden katlanıyordu.

Kirpiklerime tutunan damlalar usulca süründü gözaltıma. Karanlıkta hiçbir ışık parlamadı. Hiçbir ışık tutulmadı damlalarıma, hiçbir siyah olmadı kapımı çalan. Ne siyah koştu yardımıma ne de beyaz. Kalbimi dizginleyebilecek hiçbir şey yoktu, ruhumdaki ateşi harlayan odunlar haince atılıyordu. Yanağımdan usulca süzülen damla öyle haindi ki herkese gösteriyordu kendini. Bu aptallığıma geçiremediğim sözümdü. Boynum eğilmesi gereken yerde dik durmuştu.

Oyun kurucu olduğumu iddia ederken oyunlarımı yakmışlardı.

Bay Lionel Russel bana iyi bir ders vermişti. O haklıydı. İpler onun elindeydi. İpleri ören kişi de ben değildim. İpler ondaydı ve ben o ipleri tutabilecek güçte değildim. Bizi bir oyuna sürüklemiştim ve yenilmiştim. İpler ondayken benim oyunu kurmam bile önemli değildi. O isterse beni şu an bile öldürebilirdi. Öyle bir güce sahipti. Ama öldüremiyordu... Beni öldürürse Marcus'un ne pahasına olursa olsun onu öldüreceğini biliyordu. Ve dahası kendi oğlundan korkuyordu. Onun zaafı da buydu.

Kendi elleriyle oğlunu, kendi zaafını yaratmıştı. Ondan korkuyordu. Marcus'un yapabileceklerinden korkuyordu. Bana bu yüzden zarar veremiyordu. Ve çok daha fazlası, o güç meraklısıydı. Buradaki çoğu kişi gibi. Kendisini herkesten üstün görüyordu ama onlardan çok da farklı değildi. O güç için oğlunu yaratmıştı ve kendi elleriyle Marcus'u diğer taraf itmişti. Onu kaybetmek istemediği için beni kullanmıştı, gücü kaybetmemek için. Aklı başında olan kimse Marcus'u karşısına almazdı, Bay Canavar hariç. O kibrin ve gücün kölesiydi. Bu da onu bana ve Marcus'a itiyordu.

Ben de o ipleri yakarım öyleyse.

Kurduğum oyunları yakıyorlarsa ben de o ateş olurum.

Işığıma karanlık oluyorlarsa ben de gölge olurum o hâlde.

Gözlerimi açtığımda etrafa yeniden müzik sesi yayılmıştı. Herkes konuşuyordu. Gözyaşım çeneme kadar kaymıştı. "Bu sonuçta niye ben cezalandırılıyorum?" dedi kendini kastığı belli olan Danny.

"Bu senin için bir lütuf, Danny." dedi Bay Canavar keyifli sesiyle. Gözleri bana uğrayıp yeniden Danny'e sıçradı. Kafam öne bakıyordu ve eğikti. Artık. "Sen gölge olamasan da o bir gölge. İkinizin birleşmesiyle eminim ki bir tane de olsa bir gölge çıkar." Sanki hayvan çiftleştiriyor. Iyy!

"Oğlunuz benden çok daha güçlü." Sesi dişlerinin arasından geliyordu. "Bence onların çocuklarından..."

"Sencesiyle ilgilendiğimi kim söyledi, Shepard?" diye böldü onu Bay Canavar sert sesiyle. "Senin gibi bir kansız gölge olamadı diye ondan umudumuzu kesemeyiz. Bir an önce üremesi gerekiyor. Ve bu kesinlikle benim oğlumla olmayacak. Saf kan soyuma onun gibi bir nereden geldiği belli olmayan birini sokmayacağım." Nereden geldiği belli olmayan? Pardon!

Duvara öylece kitli kalmıştım. Ağzım hafif aralık duruyordu. Tekrar sesli bir şekilde yutkundum. "Bu yaptığın," Sesim acizce titriyordu. "Kapalı oynamaktır, Bay Russel." Sesimde güce dair tek bir iz bile yoktu.

"Ben oynamam, çocuk." Gözlerimi gelen katı sesle bir anlığına kapattım. Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Ben düzeni kurarım siz rollerinizle baş başa kalırsınız."

Başımı hafifçe ona çevirdim. Gözlerimi Marcus ve Maddy'e çevirmemek için zorluyordum. Biliyor muydu? Biliyorsa nasıl bakmıştı gözlerime? "Senin gibi mi?" dedim aynı titreyen sesimle. "Yalnız, gücü kendine yoldaş yapan biri gibi mi?"

"Zavvalı seni." dedi gülen sesiyle. "Güç zaten benim." Aynen. "Onlara bak." Bakmadım. "Bak." dedi sesinin en sert hâliyle. Tıpkı o gün zindandaki sesi gibi. Gözlerim onlara çevrildi. Maddy'e bakmayı reddetsem de kibirli gözlerini hissedebiliyordum. Marcus ise gözlerini tek bir yere dikmiş, başı dik duruyordu. Boynunda atam damarları görmesem sinirlendiğini anlamazdım bile. Maddy'nin eli tüm ihanetiyle Marcus'un kolundaydı. "Oğlum en güçlü olan. Ama ona hükmediyorum. O, benim. Tıpkı senin gibi." Yutkundum. Gözlerimi Bay Canavara çevirdim.

"Neden kanımı içmiyorsun?" diye sordum fısıltı hâlindeki, yenilgiyi kendime bastıran bir sesle. "Neden gücü daha fazla kabullenmiyorsun?" Gözlerimin içine baktı. Oradaki yenilgiyi gördü, tattı ve mutlu oldu. Dudaklarındaki şekillenmeye baktım.

"Gölge, unutma; Sana ölmek bile yasak." Marcus'un gözleri bu laf üstüne gözlerime çevrildi. Dolan gözlerime bakarken ağzı aralandı. Yüzümü inceledi. Her hücreme kadar inceledi gözleri beni. Sonra gözlerimde durdu yeniden. Kaşları hafifçe havalanırken soluğu kesildi, duydum. İçi gidiyormuş gibi baktı. Ben gidiyordum.

Aralık olan ağzı kapandı. Çenesi birbirine kitlendi. Yüz kasları seğirirken alnındaki damarları bile belirginleşti. Maddy elini hızla Marcus'un kolundan çekti. Eline baktığımda eli titriyordu ve yüzünü ekşitmişti. Gözlerim Marcus'a çevrildi. Gözlerinde asılı kalan ışığa bakarken neredeyse dudağım kıvrılıyordu. Başı yavaşça Bay Canavar'a çevrildi. Bay Canavar'ın adem elması oğluna bakarken titredi. "Bu si..." Boynu daha fazla kasılırken duraksadı. "lanet partiyi durdur yoksa ben durdurum, babacığım."

"Mar..."

"Hemen!" diye kükredi. Bu öyle bir kükreyişti ki bir an müzik sesi bizim için sustu. Bizim için diyordum çünkü muhtemelen hemen etrafa ses engeli koymuşlardı. Gözleri bana kaydı, dolu olan gözlerime karşı gözleri tekledi. Gri ışık bir an gidip geldi. Ve daha büyük parlamayla geri döndü. Gözleri Danny'e çevrildi. Yanımdaki Danny neredeyse irkiliyordu. "Onu buradan götür." Yanında duran Bay Canavar'ı çiğneyerek Danny'e bir adım attı. "Tek bir hücresine zarar gelirse seni tüm uzuvlarına hasret bırakırım, Shepard." Danny'nin ağzı açılıp kapandı.

"Bu..."

"Kes sesini!" dedi Bay Canavar'a dişlerinin arasından. "Bir kere olur, Russel. Bir kere. İkincide hepinizi yok ederim." Düşen gözyaşımdan alıntı yaptığını anlamak zor değildi.

"Yürü..." Danny'nin gözü ona yönelen bakışla beraber kapanıp açıldı. "...sen iyi olur." Marcus ve Bay Canavar'a tekrar bakmadan Danny'nin yanından sıyrıldı.

Arkamdan adımlayan Danny'nin adım seslerinin arasından Marcus'un sesini duydum. "Sana durmanı kim söyledi?" Başım hâlâ hüzünlü bir çiçek bir misali eğikti.

Alandan çıktığımızda Danny yanımda adımlaya başladı. Yeterince uzaklaştığımızda başımı dikleştirdim. "Sana çok açık bir şey diyeceğim, Prenses." dedi Danny gergin sesiyle. Kaşlarım havalandı.

"Acele etmene gerek yok."

"Düşen gözyaşını sikeyim!" Kahkaham koridorda yankılandı. Etrafta insan yoktu neyse ki. "Senin yüzünden az önce bir ölüm tehlikesi daha atlattım."

"Nişanlına ne kötü sözcükler bunlar, Danny? Senden kendine gelmeni rica ediyorum." Elimi kalbime götürdüm. "Kalbimi kırıyorsun." Ağzı aralanmış bana bakıyordu.

"Dalga mı geçiyorsun?" Gözleri yüzümü mesken aldı. "Az önce boynu bükük üzgün kıza ne oldu? Her şeyden vazgeçmiş, ölmeyi isteyecek derecede umutsuz bakan gözlere ne oldu?" dedi başını sallayarak.

"Uzaylılar onları yanlarına aldı." Yüzümden gülümseme eksik değildi. Kaşlarını havalandırdı.

"İnandım." dedi şok olmuş bir sesle. "Gözlerini daha önce hiç öyle görmemiştim. Arkadaşlarının yanına gittiğinde bile. Gözlerin... Sanki koca bir umutsuzluk hapishanesiydi."

"Yadırgama. Bir an ben bile inandım. O derece." Yüzünde yavaşça bir gülümseme belirdi.

"Seni gidi seni!" dedi coşkuyla. "Ne oyunculuk ama!" Omzuna hafifçe vurdum.

"Biliyorum." Yüzümde geniş bir gülümseme vardı. Alt dudağımı ruja rağmen dişledim. "Bırakalım da Bay Canavar oğlunun zaafları ile iyice yüzleşsin. Güç neymiş anlasın."

"Marcus'u kullanacağın hayatta aklıma gelmezdi!" O da benim gibi omzuma hafifçe vurdu.

"Hayır!" dedim kaşlarımı çatarak.

"Onu gayet de kullandın."

"Hayır!" dedim gözlerimi iyice açarak. "Sadece öfkesinden biraz faydalandım."

"Onu öfkelendiren senin gözyaşındı."

"Sadece öfkelendi."

"Onu öfkelendirip Lionel'in üstüne saldın." Danny başıyla kendini onayladı. "Aptallığın gözümde düşüyor."

"Onu kullanmadım ve ayrıca ben aptal, saf ve deli bir kızım." Dramatik bir şekilde elimin tersini anlıma koydum. "Bu nişan beni kahretti, bu yüzden artık yola geldim. Bay Lionel'in ne yapabileceğini daha iyi anladım ve kabullendim. Bir daha onun sözünden çıkamam, çıkarsam neler olur? Bir vahşet!" Gülerek göz kırptım.

"Onu kullandın ve sırf Marcus benim yerime geçti diye senin nişanlanmak benim için bir onurdur. İntikam bizim için her şeydir!" Elimi aşağıdan havaya kaldırdım ve bir beşlik çaktı. "Bu ittifak gittikçe hoşuma gidiyor, Prenses." Kaşlarımı kaldırıp indirdim. Zaman çok hızlı geçmişti...

En büyük tutsakları da bizdik.

🌜🌚🌛

Her yerim sızım sızım sızlarken maalesef ki bir de karşımdaki nefes israfı ile uğraşıyordum. Onlarca şey yaşamıştım. Bir de üstüne bu adamcık... Tanrı aşkına! Korkuyorum! Hem de deli gibi!

Boğazımdaki kitleyi hiçe saymak benim için zor olsa da sonunda ona dik dik bakmayı bırakıp konuştum. "Ne istiyorsun?" dedim pürüzlü sesimle. Boğazımı temizlemek bile peşinde bir acı getiriyordu. Bir de şu lanet karın ağrısı! Hiç katkısı olmuyordu! "İhtiyaçlarımı seninle tartışmak gibi bir niyetim yok." Sesimi sert tutsam da içindeki pürüz buna kesinlikle engel oluyordu.

"Tartış diyen olmadı." dedi ciddiyetini koruyarak. "Zaten ihtiyaçların ve korkuların her hâlinden belli. Bunu tartışmak kendi aklımı küçültmek olur."

"Aa!" dedim şokla. Boğazıma saplanan iğneye göz yumdum. "Olmayan bir şeyin küçülebileceğini bilmiyordum." Yüzüne sahte bir gülümseme yayıldı.

"Ben de bir gölgenin kendi enerjisini kanından çekebileceğini bilmiyordum, Zayıf Gölge." dedi hitap şekline baskı uygulayarak. "Ama şu işe gel ki senin gibi biri bunu başarabilmiş. Hem de iki defa. İki defa." Alayla güldü. "Yüce Lionel Russel'ı kandırabilen ikinci kişi. Hem de oğluyla ilişkide olan biri. Mükemmel bir ikili." Bana doğru bir adım attı.

"Yaklaşma!" dedim dişlerimin arasından. Yandaki komodinde olan sürahinin patlamasıyla içim titredi.

"Senin neren zayıf acaba?" dedi kaşlarını kaldırıp sürahiye bakarak. "Dahası Marcus gibi bir kibir padişahı asla zayıf birine tutulmaz. Bunu o yüce egosu izin vermez. Neyse ki bunu Lionel görmüyor. Bu da bizim işimize gelir, Prenses."

Kaşlarım havalandı. "Pardon?"

"Şaşkın hâlin de hiç çekilmiyor."

"Nasıl rahatladım. En azından şaşkın hâlim, senin gibi her hâlim çekilmeseydi neler olurdu acaba? Feci."

Kahkahası kulaklarıma uğradı. "Bu iş eğlenceli olacak." Yanıma kadar gelip bana üstten üstten baktı. Şeytan diyor geçir bir tane müsait yerine. Neyse ki ben şeytana uymuyordum. Bana doğru eğilirken onu dikkatle inceliyordum. "Seninle ittifak olmak istiyorum, Prenses."

"Ben istemiyorum."

"Bu çok çabuk oldu." deyip dikeldi. "Oysaki daha tekliflerini sunmamıştım."

"Sizin gibilerin tek isteği güç ve mevki. Tahmin etmeme izin ver, Shepard." Çenesi kasıldı. "Bay Lionel..."

"Ona bay falan deme." Sesinde nefretin saçakları vardı.

"Bay Lionel," diye baştan aldım. "seni yanından attı ve yerine Marcus'u aldı. Senin yıllar içinde uğraştığın şeyi o sadece bir cevabıyla elinden aldı."

"Herkes Marcus olmak ister."

"Buradan bakarsan da herkes sen olmak ister." Duraksadı. "Hâlime bak. Sırf onu sevdim diye, sırf o beni sevdi diye bana yapılana bak! Sırf bir kana sahibim diye litrelerce kanım döküldü. Sırf beni sevip korudular diye iki arkadaşım muhtemelen acı içinde kıvranıyor. Ve dahası kıvranmayanları da yeni işkenceler bekliyor. Psikolojik bir çöküş. Çünkü o canavar benim sevdiklerimden ve benden her şeyimizi alacak. Şimdi ben buradayım ve sen de oradasın. Özgür görünüyorsun ama bu tamamen yalan. Özgür falan değilsin. Bir tutsak. Zaman seni çoktan kendi kapanına kıstırmış. Ailen yok olduğu an sen de yok olmuşsun. Buradaki herkes gibi."

"Nereye varacaksın merak ediyordum doğrusu."

"Şuraya varacağım, Prenses." dedim son kelimeye vurgu uygulayarak. "Benimle ittifak olmak istiyorsun çünkü o canavar da senden çok şey aldı. Ama gözlerine baktığımda neyi görüyorum biliyor musun?" Başını dikleştirdi. "Ben seninle ittifak olayım ya da olmayayım bundan Marcus da payını alacak. Ben sevdiğim kimseye bunu yapmam."

"Seni bu hâle düşüren o. Ondan nefret etmen gerek." Başımı iki yana salladım.

"Bu hâlde olmamın nedeni o. Onun yandaşları. Marcus da her insan gibi sevdi, benim gibi. Ne var bunda? Bu bir zaaf falan değil. Bir açık arıyorsunuz ve bula bula bunu bulabilmişsiniz." Genişçe gülümsedim. "Şu an tüm bu yaralara rağmen nasıl hissediyorum biliyor musun?" Gözlerinin en içine baktım. "Tüm bu yaptıklarınızı hepinize tek tek ödetebilirmiş gibi. Korkuyorum. Tahmin bile edemezsin ama en çok arkadaşlarım için. Ve öfkeliyim. En çok da olanlar için. Bu yüzden teklifini kabul etmiyorum. Siz güç ve mevki için savaşırken ben sevgi için savaşacağım. Bu ittifak olursa en çok bana zarar verir."

Bir an gözlerime bakakaldı. Adem elması hareketlendi. "Haklısın." Göğsü şişti. Çaresizlik beynini donatmıştı. "Bu sana zarar verir. Ama ittifak olmazsak tek başına en fazla birkaç adım atabilirsin. Sonra seni enseler. Ve inan bana bunu istemezsin."

"Sana ne yaptı bilmiyorum. Belki hiçbir zaman da bilemeyeceğim ama senin gibi fevri davranırsam sonum aynı olur."

"Sana dan diye harekete geçelim demiyorum. İttifak demek bu değil. Bunu herkesin gözüne bakarak yapmayacağız. Gizliden gizliye. Nefretimizi herkese göstererek. Açıkçası zorlanacağını düşünmüyorum."

"Zorlanmam."

"Bak." dedi gülümseyerek. "İkimiz de işin sonunda yara alacağız. Yaralarımız elbette daha fazla olacak. Biliyorum güç için savaşmak peşinde yaralar getirir ama ben bu yaralara hazırım."

"Çünkü daha önce aldın."

"Bingo!" Gelip yatakta elimin yanına oturdu. Elimi ellerinin arasına almasıyla elimiz hızla çekmek için çabaladım ama bu boş bir çabaydı. "Artık nerelere vurulacağını biliyorum."

"Elini çek!"

"Ne yaparsın?"

"Çarparım." Gözlerimi kıstım. "Bölmek de tercihim olabilir tabii."

"Üstün matamatik yeteneklerin beni çok etkiledi de konumuz şu an bu değil, Prenses." Diliyle dudaklarını yaladı. "Seninle ittifak olursak..."

"Villa da alır mısın?"

"Ne?"

Elimi hızla elinden kurtardım. "Manyak mısın? Evlilik teklifi eder gibi bir de elimi tutuyor ya." Elimi üstüme sildim.

"Laubali."

"Geri zekâlı."

"Aptal."

"Köle." deyip sahte bir gülümseme yolladı.

"Eğer az önceki konuşmayı yapmasaydık bir çocukla ittifak olmak istemediğimi söylerdim ama o konuşmayı yaptık." Göğsü yeniden şişti. "Birazdan seni aşağıya Caleb ve Aiden'ı görmen için indirmem gerekecek." Kalbim bir an durdu ve ondan sonraki atışlarının artık eskisi gibi olmayacağını biliyordum. "Her türlü ittifak kurmak zorundasın, Eleanor. Onları oradan bir gölge dahi olsan tek başına kurtaramazsın. Ben ise Bay Lionel'in en güvendiği adamım. Güvenini kazanmak için her şeyimi feda ettim."

"Bugünler için değildi ama."

"Evet ama onun en güvendiği isim benim. O yüzden ikileme düşmeden seni bana verdi."

"Beni yaralaman için seni göndermedi."

"Bunun için başka planları var. Bizim yakın olmamız gibi. O yüzden beni sana çok kötü davranmamam için tembihledi. Arkadaş olacağız sanıyor ama biz müttefik olacağız. Daha da ilerisi düşman gibi görünen müttefikler. Bu sırada da benim bağlantılarım sayesinde etrafıma daha fazla müttefik çekeceğiz. Yavaş yavaş Meclis'i kendi tarafımıza çekeceğiz. Bu sırada da sen kendini geliştireceksin." Gururla omzunu dikleştirdi. "Nasıl plan ama?"

"Bilemiyorum. Bu işin sonunda yine en fazla zararı ben göreceğim."

"Zarar görmeden kendi kahramanın olamazsın. Zaman biz zarar görelim diye vardır."

"Zaman iyileştirir derler genelde." Başını iki yana salladı.

"Maalesef burada zaman sadece yaralar." Elini uzattı. "Öyleyse Prenses, ikna olduysan var mısın?" Eline bir süre baktım. Bir yerden başlayacaktım. Bir yerde iyi oyuncu olacaktım her türlü.

Elimi uzatıp elini sıkıca kavradım. "Eğer ki bana ihanet edersen, her ne olursa olsun seni anlamak için çaba sarf etmem, Danny. Tutup elinle beraber her yerini kırarım ve inan bana bu Dolunay'a benzemez."

"Asla!" derken yüzünde geniş bir gülümseme asılıydı.

Zaman en büyük tutsaklarını akrebinde saklamıştı.

🌜🌚🌛

Bazen kendimi boşluk gibi hissediyordum. Bu hissi küçükken çok fazla yaşardım. Ve bu his hakkında şunu çok iyi söyleyebilirim ki; Çok berbattı. Çok çok berbattı. Düşünüyorsunuz ama ne düşündüğünüzü bilmiyorsunuz. Sadece varsınız. Sadece varsınız... Hiçbir amaç yoktu. Sadece küt küt atan bir kalp ve nefes sesleri. Bir şeyler oluyordu. Ama siz yoktunuz. Hiç var olmamışsınız gibi, bir hiçmişsiniz gibi. Derin bir boşluk, bir kuyu ve siz kendi zihnimize tutsak. Bu tutsaklığın sonunu bilmiyordunuz. Dahası bir tutsak olduğunuzu bile sonra fark ediyordunuz.

Ben düşmüştüm. Ben Caleb'ın ailesinin olduğunu öğrendiğim günden beri ayakta değildim. Öyle gibiydim ama sallantıda duran eğik bir ağaçtım. Zayıftım, her an köklerimden sökülüp yere devrilebilirdim. İkilemdeydim, savaşıyordum. Yere daha fazla düşmemek için, siper edindiğim kollarımda kırılmasın diye. Öyle olmamıştı. Düşmüştüm. Çok sert düşmüştüm. Belki de ilk düşüşümde kollarımla kendimi savunmasaydım daha yumuşak bir iniş olurdu ama olmamıştı. Çaresiz bir savunuşa girmiştim ve düşmüştüm. Rüzgar beni yere öyle bir devirmişti ki bir an kalkamam sanmıştım. Ama önemli olan daha sert düşüp daha iyi ayağa kalkmak değil miydi? En azından savaşmıştım. Ve en azından daha iyi yenilmiştim.

Şu anda karşımda yüzümdeki kırık gülümseme ile baktığım insanların hepsi düştüğümden ve asla kalkamayacağımdan eminlerdi. Ne de olsa beni Bay Canavar itmişti. Ama kalkmıştım. Hem de daha sert bir rüzgar estirecek kadar hızlı ve güçlü kalkmıştım. "Daha iyi görünüyorsun." dedi Maddy yüzündeki sahte gülümseme eşliğinde.

"Sen de." dedim titrek bir gülümseyiş eşliğinde. Gözlerim yere devrildi. Tüm ruhsuzluğum ile karşılarındaydım. Ne kadar da dramatik!

"Suratına renk gelmesi için bir yumruk falan mı geçirmemiz gerekiyor?" dedi buz gibi sesiyle Sally. Bir vampir, bir kurt adam ve bir cadı. Hiç uyumlu bir üçlü değil.

"Birazdan onu yapacaksınız zaten." dedim kaşlarımı havalandırıp indirerek.

"Kendini yenilmeye şimdiden hazırlamışsın." dedi Liona kibirli sesiyle. Şeytan diyor şunu yerden yere çal. Neyse ki ben şeytan uymazdım. "Tamam, yenileceksin de biraz umut bize de iyi gelirdi." Sana iyi gelecek olan tek şey okkalı bir yumruk, Liona.

"Üç kişisiniz." Başımı iki yana salladım. "Sizi yenme imkânım yok." Sesim kuruydu. Tüm umutsuzluk köklerine kadar inmişti.

"Tanrı aşkına!" dedi Danny dişlerinin arasından sessizce. "Sevgili nişanlım," diyerek kulaklarımızı çınlattı. "biraz kendine güvensen ne olur? Benim nişanlım olduğunu kanıtlasan?" Yanında duran Marcus gerilse de gözlerindeki boşlukta ya da yüz ifadesinde bir değişiklik olmadı.

"Benim yerime gelip sen bu işi üstlenirsen kendime güvenirim," Hafifçe gülümsedim. "nişanlım."

"Ben gölge değilim, nişanlım."

"Biliyorum, nişanlım. O yüzden eşinin işine karışma." Yüzü bir an sekteye uğradı. Göz devirerek kızlara döndüm. Maddy, Sally ve Liona. İki kesin düşman ve ne olduğu belirsiz biri. Mükemmel bir grup. Şahaneyiz!

"Muhabbeti kesin." dedi otoriter sesiyle Marcus. Başıyla işaret verdi. "Başlayın. Sizin laflarınızı dinlemeye gelmedim." Liona'nın yüzü kasıldı.

Ona sadece kısaca göz atıp önüme döndüm. Ve pat! Sally oldukça hızlı ve gocunmadan beni fırlattı. Hava bağlı saçlarımı uçurtup yüzüme savurdu. Yere düşmeyi beklerken bir anda havada durdum. Tek gözümü açıp etrafı kontrol ettim. Yavaşça iki ayağımın üzerinde dururken az önce üzerimde hissettiğim baskı ben dengemi bulana kadar üzerimden ayrılmadı.  "Ne yapıyorsun?" diye sordu Sally sert sesiyle. "Dövüşün deyip her hamlede onu mu koruyacaksın?!"

"Sesinin desibeline dikkat et, kan emici." dedi Çim Biçme Makinası. Eli hafifçe havalanmıştı. Gözleri bende değil Sally'deydi. "Ona öylece saldıramazsın. Sana baktığında bunu yapabilirsin."

"Ona öylece saldıracaklar ama."

"Onu sen yapmayacaksın." Başını hafifçe eğdi. "Bir daha beni sorgulayacak olursan kan emici, o sahaya gelir ve seni oraya gömmeden çıkmam." Sally başını dikleştirse de gözlerinden geçen tereddüt barizdi. "Anlaşıldığımı umuyorum."

"Evet, kö..." Damarları gerildi. "Russel." dedi tükürürcesine.

Gözleri beni buldu. "Adam akıllı dur." Şeytan diyor al şu Çim Biçme Makinası'nı kafasını duvara geçir. Neyse ki şeytana uymuyordum.

Göz bile devirmeden dediğini yaptım. Öylece eski yerime geçtim. Öylece! Ben yaptım bunu! Eleanor Parker! Şok şok şok!

Üzerime yönelen şok dolu bakışları hissetsem de şaşırmadım. Simsiyah gözlerin ağırlığı arttı. Bana şokla bakan Liona'ya baktım. Kafamı iki yana salladım. "Ne var?"

"Yok bir şey." deyip kaşlarını kaldırıp indirdi. Tanrı aşkına! Benim için cevap vermemek çok daha zordu!

"Başlayın." diye tısladı adeta Marcus dişlerinin arasından. Yutkunup hepsine baktım. Bu sefer ilk hamleyi dudaklarını hafifçe kıpırdatan Liona yüklendi. Aptal tam da gözlerimin içine bakıyordu. Onu kolayca ikna edebilirdim ama o bezgin ve umutsuz kızı oynamak çok daha tatlı geldi. Tatlı geldi dememe bakmayın yaptığı büyünün karnıma çarpıp canımı acıtması hiç de tatlı değildi!

Geriye doğru sendeleyip karnımı tutarken dudaklarımdan sızan kan hafifçe dudağımın kenarında süzüldü. Yüzümü buruştururken beklemeden enerjimi vücuduma yaydım. Ağrıyan yerin ağrısı yavaşça silindi ama ondan sonra gelen darbe ile çığlığım kaçınılmaz olmuştu. Maddy gelip tam karnıma tekme attı. Saçımı geriye doğru sertçe çekerken dudaklarındaki kıvrım dolan gözlerim arasından görünüyordu. Bir anda bakmadan saçımdan beni sertçe geriye doğru fırlattı. Kesinlikle bir avuç saçım elinde kalmıştı. "Durun."

"Lanet olsun!" diye isyan etti Liona. "Her bir yeri acıdığında böyle araya mı gireceksin, Marcus?"

Marcus'un gözleri bendeydi. Oradaki Bay Canavar'ın deyimiyle zaafı görebiliyordum ama eminim ki benden başka kimse görmüyordu. Tabii bunu böyle yerde acı içindeyken görmek istemezdim. "Seninle konuşmadım, Liona." Gözleri bendeydi. "Savaşmıyorsun." dedi sertçe.

"Elimden geleni yapıyorum." Bana doğru geldi. Gelip dibinde dururken ona bakarken kafamı eğmem gerekiyordu.

"Elinden geleni falan yapmıyorsun." Yanıma eğildi. İşaret parmağını yüzüme doğrulttu. "Seni tanıyorum, Parker. Sen vazgeçecek bir kız değilsin."

"Beni tanıdığın falan yok." Tanıyor.

"Tanıyorum. O yüzden kendini böyle rezil bir duruma daha fazla düşürmeyeceksin." Kaşlarım hafifçe içe gömüldü.

"Çoktan düştüm." dedim çaresizliğin yuva olduğu sesimle.

"O zaman kalkacaksın."

"Kalkmamı gerektirecek bir şey yok." dedim sessizce, gözlerine bakarak. Gözleri bir an tüm duvarları yıktı ve oradaki çaresizliği ben de gördüm. Öfkeyi ve hüznü. Şu an elini uzatıp saçlarımı okşamak istiyordu muhakkak.

"Bir de ağla istersen." Gözlerim arkadaki Liona'yı buldu. Ağlama sırası sende, Liona.

"Ağlsam bana üzülür müsün?" diye sordum ciddi bir sesle. Duraksamadan cevapladı.

"Hayır."

"O hâlde bir sıkıntı yok. En azından buradaki kimse bana acımaz."

"Ben acırım." dedi Marcus maskesini yeniden takarak. "Şu an burada senden başka acınacak durumda kimse yok."

Kaşlarım havalandı. "Öyle mi?"

"Öyle." Ayağa kalktı. Elini bana uzattı. Eline baktım. "Şimdi ayağa kalk ve kendini bu durumdan kurtar." Hâlâ eline bakıyordum. Bir an çenem titredi, gözlerim dolmuştu. Göğsümü şişirdim ve elini tuttum. Elimi nazikçe ama bırakmayacağını kanıtlarcasına tuttu. Zarar vermeyen ama benim için zarar vereceğini belirttiği bir sertlikte.

Yüzümdeki zoraki gülümseme eşliğinde kızlara döndüm. Onlara doğru adımlarken Marcus hızla yanımdan ayrıldı. Nefesimi dışarı sertçe üfledim. Ellerimi iki yumruk hâlinde önümde tutuştururken ayaklarımı sağlama aldım. "Hadi başlayalım, kızlar."

İlk gelen darbe Sally'den oldu. Vampir hızıyla gelse de onu gördüm. İlk önce sert yumruğunu havaya kaldırdı ve yüzüme geçirmek için hamle yaptı. Sola doğru kaçtım ama ona aynı zamanda beni yakalama fırsatı sunmuştum. Beni kolumdan tutup ters takla attırdı. Yere sertçe çakılırken inlemem kulaktan kulağa gezmişti. Neyse ki bu işi vampir gücüyle yapmamıştı. "Bu da bir şeydir."

İnlerken enerjimi vücuduma yaydım. Nefesim sertçe dudaklarımdan dışarı döküldü. Gözlerimi tavandan ayırıp Sally'e uzattığımda bana uzattığı elini gördüm. Bir eline bir yüzüne baktım. Kaşları havalandı. Elimi eline yasladım. Beni sertçe yukarı çekti. Neredeyse kolumun çıkacağından emindim. "Ah!" Kolumu hızla ondan çektim.

"Ona böyle bez bebek gibi davranırsanız hiçbir şey öğrenemez."

"Kanını dökmemeye çalışıyorum. " Gözleri bir an Marcus'un olduğu tarafa titreşti. "Ne olursa olsun değerli. Enerjisiyle bile güçlendiğimi hissediyorum."

"Ona elini uzatamazsın." diye girdi Marcus. Bu adam en son beni koruyordu! Ne oluyor be?! "Maddy haklı." Şeytan diyor al haklılığını ve şunu öldür. Neyse ki şeytana uymuyordum. "Eş zamanlı saldıracaksınız ki hepinizin açıklarını fark edebilsin."

"O mu?" dedi alayla Liona.

"Sana fikrini sormadım, Liona. Sesini kes ve emrimi uygula." Sally hızla yanımdan uzaklaştı. Alt dudağımı dişlerken endişeli göründüğümden şüphem yoktu. "Gardını al, Eleanor."

"Alınacak gard kalmış gibi." diye mırıldandım. Gözlerim Marcus'a kaydı. Dudağı usulca sola doğru kıvrılmıştı. Başını eğerek bunu gizlemeye kalkıştı.

"Başlayın." İlk darbeyi ben daha ne olduğunu anlamdan Maddy yaptı. Üzerime yolladığı hızlı büyü darbesi dalga dalga vücuduma çarptı. Her dalga bedenime çarptığında sanki kalbim yerinden sökülüyormuş gibi çarpıyordu. Bu regl olmakla kesinlikle bir değildi!

Elimi kalbime doğru götürecektim lakin bu büyü sanki tüm damarlarıma kalp atışımla beraber yayılıyordu. Gözlerimden akan yaşlar da cabasıydı. Dalgalar sona erdiğinde içime nefes çekecek saniyeyi bulamadan dizimin arkasına sert iki tekme yedim ve bu muhakkak ki kemiklerini kırmasa bile çatlatmıştı. Başım dönse de hamlemi yaptım. Burada bu kadar aciz olmamın bedeli buydu. Bu lanetleri yere serebilecek güce sahipken bundan nefret ediyorum!

Liona'nın zihnine doğru atılırken gerçek hayatta inliyordum. Sally saçıma asılırken zihnine her bir noktadan bir çivi çaktım. Sally'nin bileğini aniden tutup daha o ne olduğunu anlamdan sertçe ters çevirip kırarken Liona'nın zihnine bir ışık patlaması ektim. Sally elini umursamadan yeniden atılırken bu sefer beni arka yakamdan ayağa kaldırdı. O sırada Maddy önüme gelmişti. Elini havaya kaldırıp avucunu yavaşça açarken bir şeyler mırıldanıyordu. Maddy'e doğru tekmemi savururken Sally'nin elinden enerjimi sertçe yayarak kurtuldum. Bu sırada en okkalı darbeyi Liona'nın zihnine yaptım. Zihnindeki kapıya kırma şiddetinde baskı uyguladım. O sırada Maddy hamlemden kaçıp büyüsünü tam boğazıma geçirmişti. Nefesim tamamen kesilirken ağzıma biriken acı tadı kendisi sayesinde oldukça iyi tanıyordum. Benim boğuk çığlığım ve Liona'nın acı dolu çığlığı birbirine geçti. Ama onun sesi benimkini bastırmıştı.

Herkesin gözü aniden Liona'ya çevrildi. Ben boğazımı tutarak yere doğru çökerken ağzımdan öksürüklerle kan saçılmıştı. "Enerjini kullan." dedi uzaktan mı yakından mı geldiğini seçemediğim bir ses. Bir elin varlığını omzunda hissediyordum. "Eleanor kusman gerekiyor. Yoksa nefes alamazsın."

"Bir kova getirin!" Bu Marcus'un sesiydi. Enerjimi vücuduma yayarken kalbimin atışının tanıdık yavaşlayışı ve damarlarımda gezinen hızı gelen bir tanıdık gibi karşıladım. Önüme doğru koyu yeşil bir kova itildi. "Kus." Sesindeki endişeli tınıyı fark edebilmiştim. Tabii öfkeyi de. Midemdeki baskı eşliğinde kafamı kovaya eğdim ve boğazımdaki kitleyi ve midemdeki sıvıyı öylece kovaya kustum.

Elime tutuşturulam peçeteyi ağzıma tutarak başımı kaldırdım ve kovayı görmemek için gözlerimi yumdum. "İyi misin?" diye sordu Danny yüzüme gelen bebek saçlarını iterken. Başımı hafifçe sallarken kovanın kaldırılışını duydum.

"Sen geri zekâlı mısın?!" Kükreyen ses tabii ki de Marcus'a aitti. "Kızın fazlaca kanını dökmek de ne demek?!" Yapmadığı şey değildi.

"Başlayın dedin. Oyna değil."

"O senin savaşabileceğin türde biri değil, Maddy." dedi Sally. "Bir gölge. Kanını öyle savurganca dökemezsin."

"Dersimi de senden mi almalıyım?" Kolunu Marcus'un sıkı tutşundan kurtuldu. "Bay Lionel eğitilmesi için gereken onayları verdi. Bir çocuk değil. Alışacak."

Zaman alıştırır derler, Maddy. Zamanla siz de alışacaksınız.

"Bu lanet şey de neydi?" Tıslayan sesin sahibine döndüm. "Birileri zihnime saldırı düzenledi! Hem de bu lanet yerde!"

"Bu şaşılacak bir şey değil, Liona. Sizin çok düşmanınız var." Roth soyu.

Liona'nın yüzü bir an duraksadı. "Böyle bir saldırıya daha önce rastlamamıştım." derken kaşları çatıldı. Başını iki yana sallarken elini alnına bastırdı. "Lanet olsun!" Arkasını dönüp çıkışa yöneldi. "Siz devam edin."

"Birilerinin bu lanetlere sonunda günlerini göstermeye başlamaları hoş." dedi Sally soğukkanlı bir tavırla. Gözleri bana çevrildi. Oradan da eliyle sırtımı destekleyen Danny'e baktı. "Peki, tamam. Yeni bir cadı bulsak iyi olur." Yeni bir Meclis bulsanız iyi olur.

Çünkü burayı sizin başınıza yıkmadan buradan gitmeyceğim.

🌜🌚🌛

Yeniden helüüü!!

Bölümü nasıl buldunuz bakemmm??

En sevdiğiniz sahneee?

Danny ve Eleanor ittifakı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Eleanor'un ilerideki planı ne?

Diğer bölüm için tahminlerinizz?

Eleanor'un zihin gücü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Marcus hakkında ne düşünüyorsunuz?

Veee Eleanor Marcus'un öfkesini kullanmasıı??

Oylar diyorumm yorumlar diyorum nerede diyoruuuummm??!!!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!!!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

7.7M 447K 83
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
138K 1.3K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...
894K 20.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
7.7K 2.3K 28
İnsanlar kendi cezalarını kendi yaptı. Hastalıklılar durduk yere ortaya çıkmış olamazdı, onları insanlar üretmişti. Berbat virüs tasarımlarının amacı...