KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

787K 50.6K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

12 - KORKU TOHUMLARI

16.6K 1.5K 1.7K
By -zehradogan

Merhaba sevgili okurlarım. Kurgumuz biraz daha ilerlemiş durumda ve artık kendimizi olaylara daha yakın bulacağımız bölümleri okuyacağız. Mesaj ve yorumlarınızı okuyorum ve inanın çok mutlu oluyorum.

Yalnız sizden bir ricam var. Bölümlerimizin uzunluğuna rağmen yorum sayısını çok az görüyorum. Bu henüz çok keşfedilmediğimizden mi yoksa unutuyor olmamızdan mı bilemedim.

Benden hemen bölüm istiyor ve bir sonraki haftayı bekleyemediğinizi söylüyorsunuz fakat hemen bölüm atma motivesini kendimde bulamıyorum. Çünkü yorumlar az, oylara bakıyorum o da az. Sizce de bu hikayenin çok daha fazla görülmesi gerekmiyor mu?

Sizin yorum ve gelecek bölüm için tahminleriniz olmasa kitap hakkında ne düşündüğünüzü nereden bileceğim? ♡ Lütfen buna dikkat edelim oy ve yorumlarımızı yapmayı unutmayalım.

Ben yorum sınırı vermeyi sevmezdim bunu düşünmüyordum da ama gerekli olduğunu görüyorum. Eğer bu bölümlerin hafta da iki defa gelmesini istiyorsanız en azından 500 yorumun altına düşmeyelim.

Bir de böyle deneyelim bakalım. Ne kadar sizden dönüş görürsem bölüm atmayı da o kadar hızlandıracağım. Bu bölüme 500 civarı hatta daha fazla yorum gelirse hafta içiyle birlikte cumartesi günü de bölüm atacağım.

Karakterlerimiz çok hepsi hakkında neler düşünüyorsunuz? Hükümet hakkında merak ettikleriniz neler? Lütfen paragraflar da bunlar üzerine konuşalım.

Kitabımızın da bir emojisi olmasın mı? Düşündüm de bence en uygunu ayçiçeği... Siz bunun anlamını biliyorsunuz. İleride de ayçiçekleriyle ilgili sahnelerimiz yine olacak. O zaman keyifli okumalar dilerim.

Başlama tarihi ve ayçiçeklerimizi buraya alabilirim. 🌻

"Korkunun bıraktığı ritmik sancılar, sana cesareti aşılar."

Ahsen'in söylediği cümle bütün kargaşayı kısa süreliğine durdurmuştu. Kwang'ı fark ettiğinde bana soru soran gözlerle bakıyordu. Kısaca artık Kwang'a güvenebileceğimizi açıkladığımda kimse buna şaşırmış gibi durmadı. Leyan'ın nerede olduğunu biliyor muydu? Buna ilk yanıt veren Çağan oldu. "Nereden biliyorsun? Kardeşim nerede?" derken herkes sabırsızca Ahsen'in ağzından çıkacak söze bakıyordu. Ahsen elindeki dosyalardan bir kağıdı önümüze çıkardığında herkes küçük bir halka oluşturdu. Önümüzdeki kağıda baktığımızda "Leyan Varlı Laboratuvar Sonuçları," yazan yazılar altında birbirimize şaşkınca baktık. Çağan kağıdı eline bir hışımla aldığında, "Bu ne demek oluyor?" dedi. Allah'ım bu askeriyede neler oluyor gerçekten? Ahsen anlaşılır konuşmaya dikkat ederek merakları dindiren cevabını sundu bizlere. "Biliyorsunuz ki insan ırkının yaşam kalitesini geliştirmek adına biyoteknoloji çalışmaları yapılıyor. Biz bu çalışmaları kan örneği, doku, idrar, deri ya da saç örnekleri üzerinde deneyler yaparak sağlıyoruz. Yalnız bugün ulaştığım bilgi insan DNA programcılığının daha derin çalışmalarla yürütüldüğü yönünde."

Ahsen'in anlattıkları üzerine bir yandan etrafını kontrol eden Kwang bu topluluğu nasıl açıklayacağını ya da kameralardan sonrasında nasıl kurtulacağını düşünüyor olmalıydı. Ahsen biyokimya üzerine okuduğu için bu konulara hakimdi. Zaten Akhar herkesin eğitimini tamamlatma konusunda hassastı. Tüm bunlar bir gün bünyesinde işine yarayacak robotlar oluşturmak için olduğunu gösteriyordu. Benim yapay zeka ve veri mühendisliği okuduğum gibi. Doğa'nın hukuk, Beril'in siyaset bilimi okuması gibi. Her birimiz alanında en iyisi olabilmek adına çalıştırılmıştık senelerce. Şimdi o eğitimlerin hakkını istiyordu Akhar. Üzerimizde yıllarca planları olmuştu ve bundan sonrası için de muhakkak planları vardı. Tek kusuru bizi silah olarak görmesi, duygu ve inançlarımızdan ayrılmamızı sağlamasıydı. Bir de ailelerimizi öldürmüştü değil mi?

Bilgisayar teknolojisinden anlasam da bu konuda çok özgüvenim yoktu. Neyi anlayıp neyi anlamadığımı düşünmek beni çok yoruyordu. O bölümü okumamı babam istemişti. Kwang beni belki zorlamasa bu körelen bir yetenek olarak kalacaktı çünkü ben soğuk teknolojiyi değil sıcak kitap yapraklarını seviyordum. Sözcükleri seviyordum onlarla cümleler kurmayı seviyordum. Yine de her gün burada çalışmak beni yazılım dillerini keşfetmeye hazırlamıştı. Veri tabanlarını incelemek, yeni kodlar yazmak, kodların kopyasını almak zihnimi zorladığı için acılarımı da unutturuyordu bana. Üstelik yön de gösteriliyordu ve işimi daha iyi öğreniyordum. Medusa'nın geçmişte neler yaptığını bilmiyordum ama tahminimce deniz teknolojileri alanında okumuş olabilirdi. O makinelerin arasında çalışmak zordu. Kwang'a da hiç sormamıştım, acaba o neler yapmıştı? Asker olmadan önce nelerle uğraşıyordu? Akın geldi sonra aklıma o hep askerliğe hazırlanmıştı. Akhar aslında her şeye mecbur tutmuştu bizleri. Nimet gibi görünen çalışmaları bizi kullanmak içindi. 

Ailelerimizi de ona ait olalım diye öldürmüştü. Başka nice sebepler sayılabilirdi buna. Yaşlı nüfusun eğitimlerinin eksik olması ya da orta yaş grubunun itirazlarıyla uğraşamaması sebep olabilirdi. Daha genç nüfusa ise tahammülü hiç yoktu sanırsam. Şu an herkesi alanında pişmiş istiyor ve bu doğrultuda eğitimlere devam ediyordu. Çocuklarla ilgilenemezdi, bebeklere bakıcılık yapamazdı. Yaptırmazdı da... Bu yüzden herkesi öldürdü. Elinde 18-28 yaş aralığında ona itaat etme mecburiyetinde olan bireyler bıraktı. Bunun bir üstü olarak da yıllarca kendini buraya adamış insanları da gözden çıkarmadı. 28 yaşın üstünde de askerler vardı ve onları öldürme gerekçesi yoktu. Onlar bu misyonun adamlarıydı zaten. Dışarıda kalanlar ise eğitimleri eksik ve evlat sevgisinden kudurabilecek aileleri ayağına takmamak için ortadan kaldırdığı bir kesimdi. Leyan 16 yaşındaydı. Peki onunla ne yapacaktı?

Daha tahmin edemediğimiz aklımızı kaçıran sebepleri kesinlikle vardı. Henüz bilmiyorduk. Akhar'ın her zaman planları olmuştu. Onun için zaman önemliydi bu yüzden üniversite eğitimimiz de üç yıl içinde sağlanıyordu. Nefes alamıyor çalışıp duruyorduk. Ortalaması düşük gelen öğrencilerin ailelerine ihtar gelir para cezası verilirdi. Bunun olmasını kimse istemediğinden çocuklarını en iyi şartlar altında yetiştirirdi. Zaten Akhar zenginlikle gözümüzü boyamıştı. O, bir ilah arama bana tap diyordu adeta. Her şeyi önümüze koyuyor ama inançlarımız gasp ediliyordu. Her okul dönüşü örtümüze laf söyleniyor ya da küfürler savruluyordu. Bu yüzden örtüsü olmayan insanlar da bize bileniyor ve onların katı kurallarının bizim yüzümüzden geldiğini söylüyorlardı. Bu incelen insan hayatının ne zaman kopacağını hep merak etmiştim. Şimdi inceldiği yerden kopan insanlık sadece Akhara'yı kurmak için birer köleydi.

"Derin çalışmalardan kastın ne?" diyerek düşüncelerimi bölen ses Medusa'ya aitti. Ahsen elindeki kağıtta bakmamızı istediği noktaları göstererek konuştu. "Burada sadece doku ve kan örneği alınmadığı çok açık. Leyan'ın üzerinde canlı canlı deney yapıyor olabilirler." Bu kalpleri huzursuz eden cümlelerle Çağan resmen yerinde duramamıştı. "Allah aşkına! Ne deneyi?" Çağan artık sabırsızdı. Bunun nasıl hissettirdiğini iyi anlıyordum. Ailelerimizden birine bir şey olması takdirinde buradaki herkesin yardım etmek için seferber olacağına emindim. Hepimiz hemen hemen aynı şeyleri yaşamıştık. Bir kayıp daha veremezdik. Medusa'nın, Çağan'ın korku dolu hallerinden ötürü ona olan bakışları değişmişti.  Ablasını kurtarabilecek küçük bir ihtimali olsa elinden geleni yapardı. Şimdi Leyan için her şeyi yapmaya hazır duruyordu. Yapacaktık da! "Deneyler nerede yapılıyor?" diye bir soru da ben kattım. 

Ahsen sinirli ama elinden bir şey gelmezmiş gibi değişik bir ifadeyle önündeki kağıtlara bakıyordu. "Çalıştığımız alanda deney yapılan her yere baktım ama yoktu. Herkesin kolayca girebileceği bir yerde olmadığı kesin." Sustuk bir süre. Korku bütün damarlarımız içinde dolaşmaya başladı. Ahsen, "Deney yapan görevli herkesi takip edeceğim. Leyan bu duvarların içinde. Burada olduğumuz sürece onu muhakkak bulacağız," diye devam ediyordu. Günler sonunda en azından Leyan hakkında bir fikrimiz olmuştu. Leyan'a neler yapılıyor bilmiyorduk bu yüzden zamana karşı yarış içinde olmalıydık. Üzerinde et kalmayana dek bütün hücrelerini parçalayabilirdi bu gaddarlar. Teknolojilerini genişletmek için her türlü canlıyı feda edebilirlerdi. Çağan ellerini rahatsızca saçlarında gezdirerek sabır diledi. Onun bu görüntüsü içimizde hükümete karşı olan öfkemizi harlıyordu. 

Kwang bu sessiz ve rahatsız edici bekleyişi bölercesine konuştu. "Bir arada bulunmamalıyız. Adımızı tehlikeye sokacak bir şey sezersem bu grubu dağıtırım." Onun sert mizacı yine de değişmemişti. Soğuk ve mesafeli konuşuyordu. Herkesin hala onu bir asker olarak görmesi, ona karşı çekingen davranmalarına sebep oluyordu. "Ne yapmanız gerektiğini konuşmak için her birinizin yanına geleceğim. İşlerinizi yapmaya devam edin ve benden gelecek yeni komutları bekleyin." Kwang'ın sözleri üzerine Doğa gözlerini bana dikmişti. Sanki ben de bir şeyler arıyor gibi bakmaya başladığında sadece gülümsedi. Kwang, herkese tek tek dönerek sırayla anlattı aklındakileri. "Hesna, Akhar'ın ağ sistemine girecek bir hacker. Ahsen, biyoteknolog ve üzerimizde uygulanabilecek tehlikeleri araştıracak. Medusa, sualtı mühendisliği. Ayrıca bu askeriyenin en korunan yerlerinden birinde. Kısaca kaynakçı da diyebiliriz. Doğa, müfettiş ve çok kritik bir nokta. Devlet işleri verdiğin küçük bir açıkta seni direkt öldürtür." En son Çağan'a dönerek, "Çağan, senin becerin nedir?" dedi.

Herkes Çağan'a gözlerini dikerek ondan çıkacak cevabı bekledi. O ise nerede olduğunu sorgularcasına bize bakıyordu. Ağzından zorla çıkan, "SAS komandoyum," sözü üzerine bakışlarımız onda sabit kalmıştı. Bunu duyunca gözleri parlayan Medusa, "Harika!" derken Çağan'a bakan ciddi bakışlar yavaş yavaş Medusa'ya döndü. Şu ciddi ortamda yaptığı çıkış başımı öne eğmişti. Çağan'a doğru gidip koluna girdi. Kwang'a bakarak, "Ne zaman evleneceğiz?" dedi. Şimdi utancımdan düşüp bayılabilirdim. Çağan birdenbire koluna giren Medusa'ya bu neyin kafasını yaşıyor der gibi bakıyordu. Kolunu yavaşça ondan çekerken, "Ben kabul ettiğimi hatırlamıyorum," dedi. Medusa hiç umursamadan, "Ben de sorduğumu hatırlamıyorum," yanıtını yapıştırınca hala ikisi dışında kimse konuşmamıştı. 

Kwang onlara doğru bir adım attı. "Laboratuvarı patlattın Çağan ve bu ilk defa yaşanan bir durum değil. Bu son hareketin için muhakkak kurul toplanacak ve sana esas bir ceza verileceği ortada. Ya rütbeli Medusa ile evlenirsin ya da kardeşin için hiçbir şey yapamadan kendi canınla uğraşırsın." Kwang o kadar sabırsız ve aceleyle konuşmuştu ki şu işi halledip bir an önce çalışmalara başlamak istemesi ortadaydı. "Sonra ne olacak?" derken Çağan epey tahammülsüzdü. Kardeşi yokken böyle bir durumu düşünmek ona saçma geliyor olmalıydı. "Medusa ile sualtı bölgesinde çalışacaksınız. Onun tasarladığı ve kaynak yaptığı aletlerin sualtında sağlamalarını yapacaksın. Mayın, imha ya da döşeme. Zaten orada neler yapacağın anlatılır. Geçmiş konumun bile seni şu halde oraya sokamaz ama Medusa sokabilir. Kardeşin ve geleceğin için faydan olsun istiyorsan evlen onunla." 

Durum epey gergin bir hal almıştı ama ben kızlara gülmemek için bakamıyordum. Çağan'ın gerginliğinin sebebi kardeşinden başka bir şey olamazdı. Yoksa Medusa kolay kolay reddedilecek biri değildi. İlk karşılaştıklarında da aralarındaki çekimi görmemek aptallık olurdu. Zaten bunun adına aşk diyen yoktu. Medusa ona eziyet edecek de değildi. Tabi aklından geçenler ne olur onu bilemiyordum. O tahmin edilemez biriydi. Çağan sıkıntılı bir nefes vererek, "Öyle olsun," dedikten sonra Medusa'ya baktı. "Evlenelim," dediğinde Medusa kollarını göğsünde bağladı ve bilgiçlik taslar bir ifadeyle güldü. Kwang, "Ben kurulu toplayacağım. Şimdi işlerinize dönün ve benden haber bekleyin," diyerek yanımızdan ayrıldığında Çağan da ortamdan uzaklaştı. Doğa'ya takıldı gözlerim. Yanıma doğru yürüdüğünde peşinden Medusa ve Ahsen de yanımda yerlerini aldı.

Doğa muzip bir ifadeyle bana bakıyordu. "Biliyordum," diyerek gülümsedi. Ahsen de sorusunu esirgemedi. "Bize gerçekten yardım mı edecek?" Hemen peşine Medusa, "Gerçekten karı koca mı oldunuz?" dediğinde kafayı yiyebilirdim. "Ne diyorsun Medusa? Hayır hiçbir şey olmadık." Telaşla cevapladığım soru üzerine bana tuhaf tuhaf baktılar. "Emin misin?" diyerek dayatan elbette Medusa'ydı. Nefes aldım. Evet, içime derin bir nefes çekmiştim! "Sadece bizim tarafımızda ve birlikte çalışacağız. O kadar." Doğa seninle sonra konuşacağım der gibi bakıyordu bana. Konuyu kendimden dağıtmak için, "Çağan'ın bir üzerine atlamadığın kalmıştı demek isterdim Medusa ama onu da yaptın." diyerek okları ona çevirdim. "Gerçekten evlenecek misin?" Ahsen rüyadaymış gibi konuşmuştu. Doğa'nın henüz Medusa'yla çok muhabbeti olmamıştı ama o da kendini ona soru sorarken bulmuştu. "Nasıl hemen kabul ettin?" Sorular ardından Medusa benim aksime oldukça rahat bir şekilde konuşmaya başladı.

"Nasıl mı kabul ettim?" derken iki elini de yanağına götürerek leylalara dalmış bir şekilde konuşmaya başladı. "Onun ormanın en derinlerini andıran, korkunç derecede güzel yeşil gözleri. Hemen üzerinde kalın simsiyah kaşları. Esmerin en bronz cildine sahip kusursuz teni. Sivri ve sakalsız çene hatları. En önemlisi de o aslan yelesi gibi omuz üstlerine kadar uzanan kahve siyahı saçlar... Çok yapılı olmayan ama ideal zayıflıktaki biçimli vücudu. Hafif kaslı göğüs yapısı. Peki elleri? Kocaman ama ince uzun parmaklı. Yüzü, burun deliklerine kadar kusursuz ve ölçülü. O dudaklar... Birbirine eşit dolgunlukta. Bir kızı kıskandıracak güzellikte. Sonra," diye hala konuşmaya devam ettiğinde kendimi daha fazla tutamadım. "Yeter. Adamın iç organlarına doğru gidiyorsun." Beni hiç umursamadan derin bir nefes boşaltarak devam etti. "Adı da çok güzel değil mi? Çağan... Yeni doğan bir güneşin etrafı aydınlatması gibi ışıltı dolu." 

Medusa böyle konuşurken Doğa sorduğu sorunun pişmanlığını yaşıyor gibiydi. Ona ciddi olup olmadığını anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Ahsen ise onun bu hallerine alışıkmış gibi gülmekle yetiniyordu. Bu kız hiç mi çekinmiyordu? Onun bu kimseyi dinlemez, umursamaz tavırları insanı hayrete düşürüyordu gerçekten. "En azından dürüst," diyen Ahsen ona bakıp hala gülüyordu. Medusa'dan  biraz daha Çağan tasviri dinledikten sonra herkes durumun ciddiyetini hatırlamış gibi sessizleşti. Leyan'ı düşündüm. Kim bilir nasıl korkuyordur, ne haldedir. "Bu tür bir deney başka nerede yapılabilir Ahsen?" Yönelttiğim soru üzerine, "Bilmiyorum. Her yer olabilir. Herkes alanındaki her yere bakmalı," derken elindeki kağıtlara da bakıyordu. Bir süre içinde olduğumuz durum hakkında konuştuk. Kwang kurulda neler konuşacaktı? Oraya girmeyi isterdim ama bu sıra dikkatli davrandıklarını ve rütbeli de olsa herkesi içeri almadıklarını söylemişti.

Buranın onarımı için bazı görevliler gelmeye başladığında dağılmaya karar verdik. Medusa ve Ahsen yerlerine gittiğinde Doğa biraz daha yanımda kaldı. Onu bahsettiği adalet örgütüne bıraktıktan sonra yazılım geliştirmek için ben de kendi alanıma gidecektim. Koridorda yürürken, "Kwang dürüst birisine benziyor," diyen Doğa benim dengemi bozuyordu. "Hayatıma kimseyi yaklaştırmak istemeyen Doğa Perla, nihayet biri için olumlu bir şey mi söylüyor? Üstelik bahsettiği kişi Kwang Jee," dediğimde yarım ağız güldü. "Ne zaman kimi hayatına yaklaştırmadım, abartma. Ayrıca üstelik derken? Kwang gayet bütün olumlu sözleri hak ediyor, bence!" dediğinde son kelimesi baskın çıkmıştı. "Bu fikri nasıl edindin merak ettim," oldukça sakin kalmaya çalışarak konuşmuştum. Nasıl Kwang hakkında kolay bir şekilde pozitiflerdi? En iyi arkadaşımı dinlemediğimden hayatta birçok kazık yemiştim. Biraz onun hislerine kendimi bırakmalıydım sanırım.

"Sen farkında değilsin ama tehlikesin, tehditsin. Belki de onun başına gelmiş en büyük belasın. O ise herkese rağmen seni yanında istiyor." Söylediği sözler üzerine durdum. Bana döndüğünde damarıma basıp basmadığını kontrol eder gibi bakıyordu. Kaşlarım çatıldı. Ne yazık ki beni sinirlendirmişti. "Yardımlarının zaten farkındayım. Dikkatli olmam mı yanlış Doğa? Ne bekliyorsun anlamıyorum." Ne yapmalıydım ki? Yakın davrandığını görüyordum. Fevri yaklaşmamaya da çalışıyordum. "Tamam canım sinirlenme. Her şey yeterince yorucu. Bir de ısrarla onun için endişe duymanı istemedim hepsi bu," derken şirin şirin gülümsemeye başladı. "Duymuyorum merak etme. Dediğin gibi, yoruldum." Sessizleştim. Aklımdaki cümleyi söylemek ve söylememek arasında kaldım. Beni yanında mı istiyordu? Bu, bu kadar belli miydi? "Söyle. Ne söyleyeceksin? Kendine gelince hiçbir duygunu anlatamıyorsun. Ben, bana bir şeyler anlat istiyorum Hesna." 

Haklıydı. Kendimi kendimden gizlemem beyhude bir çabaydı. Her şeye işkillenen biri olmayı ben de istemezdim. Bu son zamanlarda böyleydi. Sanki biraz hislerime kulak versem düşecek gibi hissediyordum. Bu gizem dolu bir odanın içine girmekti adeta benim gözümde. İçeriyi merak ediyordum ama hoşuma gitmeyen şeyler görmekten de korkuyordum. O kapıyı açamazdım. Biraz olsun aralayamazdım da. Yoksa içerisi beni kendine çekerdi. Bunu biliyordum. "Kwang bana karşı merhametli davranıyor. Acıyarak değil. Koruyor, yardım ediyor. Bir şeyleri sesli ifade edemiyorum ama sanırım o..." Güçlükle konuşmuştum. "O ne?" Israrlı ses hala cevap bekliyordu. "Yorgunluğumu alıyor," dediğimde Doğa sanki tebessümünü saklamaya çalışıyordu. "O oda dar gelmiyor artık. Şuradan çıktığımda başımı koyduğum o yastık rahat hissettiriyor," diye ekledim. 

Doğa rahatlamış gibi bir nefes verdiğinde, "Bunda yanlış bir şey yok. Bir insan kötülük sunsaydı bunu belli ederdi. Evet dikkatli olman çok iyi bir şey ama burada yeterince zaman geçirdik. Sana iyi hissettirmesine izin verebilirsin. Kapılarını kapatıp boğma kendini." dedi. Onu anlıyordum. Kwang dün geceden sonra daha iyi hissetmeme sebep olmuştu. Benim için yaptığı incelikleri Doğa'ya anlatsam çığlık atardı herhalde. "Artık gitsek iyi olacak. Sana kolay gelsin," diyerek arkasını döndü ve biraz yürüdükten sonra durdu. "Bu arada iyi ki doğdun!" Bu kız beni öldürecekti. İkimiz de özel gün konularında pek beceriksizdik. Çok aradığımız şeyler değildi. Dün değil bugün aklına gelmiş olması da ayrı komikti. Ona gülümseyerek bilgisayar odasına doğru yol aldım. Sonradan aklıma geldiği için kendime kızsam da arkamı döndüğümde Doğa çoktan gitmişti. Ona iş teklifi eden kadın hakkında konuşmak istiyordum. Niyeyse bu durum kafama çok takılıyordu. Devlet en gizli alanına daha dün sıkıntı veren birini neden alırdı ki? 

Karşıdan gelen kişiye takıldı gözlerim. Sonra görünmez olmayı diledim çünkü Akın bana doğru geliyordu. Görmemiş gibi yoluma devam etmek istesem de önümde durdu. Sağa geçmeyi denedim ama tekrar önümde belirdi. Diğer tarafa geçtim hızlıca yanından ayrılmak istiyordum. O ise mesafesini açmadan karşımda dikilmeye devam etti. Geri çekildim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Bu saçma oyun canımı sıkmıştı. "Seni uyarmaya geldim," dediğinde rahatsızlığımı hiç gizlemedim. "Duymak istemiyorum," diyerek yürüdüğümde yine önüme geçmişti. Suratını dağıtsam nasıl olurdu acaba? "Beril sana birlik olmak istediğini söyledi değil mi?" Bundan sana ne diye bağırmak geldi içimden ama beni bu konuda nasıl uyarabilirdi dinleyecektim. "Ne anlatacaksan çabuk ol," bunu evet olarak algıladığında konuşmayı sürdürdü. "Beril bana gelip ne kadar canımın yandığı üzerine konuşmak istedi. Senin yanında duracağını ama asla hükümete ters bir şey yapmayacağını da söyledi." Dedikleri üzerine göz devirdim.

Sanki çok umurumdaydı! Bu tahmin etmediğim bir şey değildi. "Sadede gel," diyerek can sıkıntımı belli ettim. "Seni takip etmek için benden yardım istedi. Hareketlerini gözlemek, planlarını araştırmak için her şeyi yapacak gibi duruyor." Gülmeye başladım. Şu huyumdan vazgeçemiyordum. Beni çok sinirlendiren bir şey duymamla direkt gülme eğilimim ortaya çıkıyordu. "İstediğini yapsın. Ben hükümete ters bir şey yapmıyorum. Yapmam gereken işler var. Söyleyeceklerin bittiyse çekil önümden." Kaşlarını çatarak bana baktı. O kaşını patlatmak için her şeyi yapabilirdim ama yeni yeni kendimi düze çıkarmışken tepki çekmemeliydim. "Bilgisayar odasında şu an bazı kontroller yapılıyor. Veri hırsızlığı ya da kopyalama olmuş mu diye incelenmekte. Daha iyi bir işin yoksa sana verecek görevlerim var," demesi üzerine gerildim. Kontrol mü ediliyor? Şaşkınlığımı yansıtmamak için, "Senden emir mi alacağım? Bunu neden yapayım?" diyerek çabuk konuşmuştum. 

Her zaman kontrollerimi yaparak kapatırdım bilgisayarı. Umarım beni enseleyecek bir şeyle karşılaşmazdım. Emin de değildim. Şimdiden terlediğimi hissediyordum. "Hala senin üstünüm de ondan. Önüme çıkan sıradan bir asker değil misin? Beni takip et," dediğinde yanımdan geçip gitti. Kafayı yiyebilirdim! Öylece durduğumda birkaç adım ilerlemişti ki, "Hadi!" diyerek arkasını döndüğünde yürümemi bekledi. Yumruklarımı sıktım. "Askerim seninle çalışmamı hoş karşılamaz," dediğimde Kwang'a atıfta bulunmuştum. Bunun onu sinirlendireceğini biliyordum. Umurumda değildi. Bana emir veremeyeceğini anlasın istiyordum. "Hükümet senden üstün olan bir askere asi gelişini nasıl karşılar peki?" demesi üzerine dişlerimi sıktım. Hayırdır da yani buna nereden gelmişti bu üstüne yakışmayan bilmişlik edası! Bir şey demeden ona doğru yürüdüm. Katlanamıyordum! 

Bıçakların olduğu, kesici aletlerin sıralandığı bir alana getirdi beni. Hepsini boğazına saplama isteği aklımdan çıkmıyordu. Eline bir çakı seçtiğinde karşısındaki hedeflere atış yapmaya başladı. "Bunları parlat," dediğinde buraya beni temizlik yapmak için getirmiş olmasına delirmiştim. Elime bez ve sivriltmek için aldığım aletlerle ona hiç bakmayarak önümdeki bıçaklara odaklandım. "Şu an hükümetin suyuna gitmeye çalışıyorsun ama sen ve ekibin gözler önünde bunu unutma." Kendince konuşmalarına karşılık elimdekileri hırsla sivriltmeye devam ettim. "Ben ve ekibim diye bir şey yok. Boşuna mücadele ettiğimi fark ettim. Şimdi de hayatta kalmak için çalışıyorum," diye verdiğim yanıta güldü. Çatık kaşlarım altından ona bakıyordum. "Ben hayatta kalmaya çalışırken buna korkaklık demiştin," demesiyle içimden çektiğim istiğfarlar eşliğinde sabır diliyordum. 

"Sence aynı mıyız?" diye sorgulamıştım. Hala elimdeki aletleri parlatıyordum. O ise bana arkası dönük bir şekilde önündeki hedefe bıçaklarını savuruyordu. "Bilmem. Benim bir şeyleri düzeltebilmek için zamanım olmamıştı. Plan yapmaya, düşünmeye... Bakıyorum da sen bu konuda başarılısın." Onu dinlemek kalbimi sıkıştırıyordu. Bir şey demedim. O ise son atışını yapıp bana döndü. Önümüzde kesici aletlerin sıralandığı masa aramıza mesafe koyuyordu. Masaya ellerini dayayarak bana doğru konuştu. "Evet... İnsanları öldürdüm," dediğinde gözlerimi ona diktim. İtiraf etmesini beklemezdim. Onunla aynı yerde olmak midemi bulandırıyordu. Konuşmadım. Anlatmaya devam etti. "Başta hükümetin güvenini kazanmaktı tek gayem. Bizim için iyi bir hayat hayal ediyordum. Yanlış zamanda tanışmış olmalıyız. İşler tahmin ettiğim gibi yürümedi." Dikkatli konuşmaya özen gösteriyordu. 

Zihnimi aşıp dilime vuran düşüncem ile, "Ailemi de sen mi öldürdün?" dedim. Bunu sorarken gelecek cevabın evet olmadığını biliyordum. Evet diyemezdi. Bunu yapamazdı, bu kadarını yapamazdı. Öyle bir şey olması durumunda asla yüzüme bakmaması gerekirdi. Yine de aklıma bu düşüncenin düşmüş olduğunu bilmesini istedim. "Asla... Onlara dokunmadım Hesna." Gözleri buğulandı. Çenesi kasıldı. Bunu düşünmüş olmamdan nefret etmiş olmalıydı. "Başka canları yaktın ama değil mi?" dedim sessizce. Bunca zaman bir canavarla adımın yan yana anılmasına içten içe kızdım. "Hepsi için pişmanım," fısıltı gibi çıkmıştı sesi. "Ne yapmayı düşünüyorsun Akın? Amacın nedir? Neden buradayım, ne yapıyorum diye soruyor musun kendine?" Ona ister istemez acıyarak konuşmuştum. Masadaki ellerini yumruk yaptı ve geri çekildi. Doğrulduğunda, "Bilmiyorum," demekle yetindi. Bunu zaten biliyormuş gibi güldüm. Ondan ne beklenirdi ki? 

Artık bu konuşmanın bitmesini umarak önümdeki bıçaklarla ilgilendim. Gitmesini diledim ama o tekrar konuşmaya başladı. "Gün dolduruyorum. Bir amaç edinmeye çalışıyorum. Vicdanım ve tehditler arasında eziliyorum. Sanırım senin yaptığını yapacağım," dedikleri canımı sıkıyordu. Beni hüzünlendiriyordu da. Ne kadar yalan ne kadar gerçek konuştuğunu bilmiyordum. Hala ağzımı arıyor olabilirdi. Belki de çoktan Beril'le anlaşmıştı. "Ben ne yapıyormuşum," diye içinde soru barındıran cümlem üzerine konuştu. "Her şeyi göstermelik yapıyorsun. Başka şansın olmadığının sen de farkındasın. Yine de kabullenmediğini biliyorum. Senin bu hükümete nefretin soğumaz." Doğru, soğumaz. Soğumadı. Düşünceleri doğru olsa da bunu asla bilmemeli. Bir kere güven tohumlarını çatlatan birine tekrar filiz verilir mi? O korkuyu içine diken birine inanmak sadece içindeki şüphenin büyümesine sebep olur. İyileştirmez, hasta eder. 

"Bazen istemesek de bir şeyleri kabullenmek zorunda bırakılırız. Bence artık sen de kabul et. Gün doldurmaya devam et ve benden uzaklaş." Hem keskin hem de üzgün söylemeyi bir şekilde başarmıştım. "Hesna." Kwang'ın sesini duymam üzerine sesin geldiği yöne bakmamla Akın yanımdan ayrıldı. Ciddi bir ifadeyle Akın'ın gidişine bakarak yanıma gelmişti. "Neden buradasın?" demesi üzerine sert bakışlarını ondan zar zor çekerek bana döndü. "Bilgisayar odasında kontrol varmış. Beni gördüğünde iş verdi. Oranın incelendiğini söyledi." Gözlerine bakıyordum. Duygularını anlamaya çalıştım ama bir tahmin yürütemedim. Kale almaz bir ifadeyle gülümsedi. "Yalan söylemiş. Kontrol yok. Böyle bir şey olsa ben sana zaten öncesinde haber vermiş olurum. Ne anlatmak için bu bahaneyi sundu?" Şimdi dışarı sızdırdığı bir sinir sezmiştim. Akın boş yere mi içime gerginlik sokmuştu yani? "Beril'e karşı dikkat etmemi söyledi. Önemi yok," dediğimde sıkıntılı bir nefes verdi. 

Sanki bir şeyler söylemek istiyordu ama kendini tutuyor gibiydi. En sonunda, "Hadi gel. Medusa ve Çağan evlenecek," dediğinde önden yürüdü. "Bu kadar çabuk mu? Neler konuşuldu?" diyerek yanına geçmiştim. "Çağan son zamanlarda kardeşi yüzünden hastalıklı davranmaya başladı. Kurulun da dikkatini çekmiş zaten, ben bu fikirle ortaya çıkmasam onun ipini çekmek için bir toplantı yapacaklarmış. İsabet oldu. Dikkat etmesi gerekiyor," diyerek bir şeyler anlatmaya devam etti. Artık Medusa da kaldığımız binada olacaktı. Zaten gece geç geliyor sabah da erken çıkıyorduk oradan. Yine birbirimizi göremeyecek olsak da yakınımda olduklarını bilmek iyiydi. Dışarıda kalan tek kişi Ahsen'di. Hep birlikte aynı yerde olmak da sorun olabilirdi. Birimizin dışarıda kalması iyi olmuştu. Düşünsem asla aklıma gelmezdi böyle bir grup. Doğa ve Ahsen ile zaten beraberdik ama Çağan ve Medusa... Kwang ve ben. Birlikte bir şeyler yapacak olmamız hala tuhaf geliyordu. 

Toplanılan yere geldiğimizde Medusa'nın yüzünde değişik bir ifade vardı. Memnun gibiydi ama askerlere karşı sert durmaya da çalışıyordu. Onun bu görüntüsü komiğime gitmişti. Doğa ve Ahsen'i fark ettiğimde biraz uzağımızda kalmışlardı. Doğa'nın yanında keyifsiz duran Matteo'da hala iyileşmeyen sarılı koluyla etrafa bakıyordu. Başlarda Doğa'ya çok sıkıntı verirken şimdi sesinin çıkmamasını bir şeylere bağlıyordum. Yine de aklıma açık bir sebep gelmiyordu. Belki de uyarılıyordu ama Kwang'tan başka, ona kim ne söyleyebilirdi ki? Kwang'a bunu sorduğumda onunla konuşmadığını belki de yaralı olduğundan zorbalık yapacak gücü kendinde bulamadığını söylemişti. Nedense şüphelerim vardı işte. Doğa'dan korkuyor desem birkaç defa yine çirkinleşmişti. Kesinlikle onu tutan bir şeyler olduğunu düşünmekten öteye geçemedim. Doğa'nın etrafında benim bile hakim olamadığım bir sır perdesi vardı. 

Kwang'ın da dediği gibi çok kritik bir işi vardı. Ona ses cihazı takılabileceğini bile söylemişti. Şu an işinde yeni olduğu için gizli bilgiler verilmese de ileride omuzlarına büyük yükler yüklenecekti. Onların gözlem sahasına girecekti ve şu an olduğu gibi onunla istediğimi konuşamayacaktım. Bu merasim de sonunu getirdiğinde herkes dağılmaya başladı. Doğa bana uzaktan uzağa gülümseyerek Matteo'nun yönlendirmesiyle çıktı. Ahsen de çoktan gitmişti. Onun işleri beklemeye gelmiyordu. Herkes dağılırken Medusa ve Çağan bize doğru geldi. "Şimdi sualtı bölgesine mi gideceğiz?" Çağan'ın keyifsiz bir şekilde yönelttiği soru Medusa'nın da gözlerini devirmesine sebep olmuştu. "Aynen öyle olacak. Bay keyifsiz!" Sinirini sakınmamıştı. Sanırım artık kalbini kırdığını düşünmeye başlayan Çağan derin bir nefes alıp Medusa'ya döndü. "Kişisel algılama. Seninle bir sorunum yok. Yalnızca kardeşim için endişeliyim," dediğinde Medusa durgun görüntüsünün altında yine oyun oynadığını belirtir bir gülüş takındı.

"Kişisel algılama mı? Kimin yanında durduğunun elbet farkına varacaksın ama şu an senin (!) algılayamamanı anlıyorum," dediğinde kendinden ödün vermeyişi ortama bütün büyüsünü sunmuştu. Onların tartışmasının uzayacağını fark eden Kwang, "Evet oraya gitmelisiniz. Medusa'ya güçlük vermeyeceğinden eminim Çağan. Orada da sorun çıkarmazsın değil mi?" dediğinde bu Medusa'nın hoşuna gitmişti. Kwang'ın kendisinden yana konuşmasından keyif alıyor olmalıydı. Nasıl olduysa Kwang da Medusay'la bir şekilde anlaşmıştı. Çağan bir şey demeden gittiğinde Kwang da onun peşinden gitti. Konuşuyorlardı ama uzağımızda kaldıkları için pek duyamadık. "Kwang eniştem nasıl da savunuyor beni görüyor musun?" diyen Medusa'ya döndüm. "Enişten mi?" dediğimde arkalarından gülümsüyordu. "Bir abi gibi bütün düğün işlemlerimle ilgilendi. Bence o da beni sevdi," demesi beni şaşkına çeviriyordu. 

"Düğün işlemleri derken? Medusa insanın aklıyla oynuyorsun gerçekten. Bu rahatsız edici tavırların nedense sen de itici durmuyor." Artık sözlerim üzerine sesli gülmeye başladığında, "Kızım buna aura derler. Harikayım biliyorum," diyerek yürümeye devam etti. "Yüzüğümüz yok ama ileride o da olur," diye de ekledi. "Evet çünkü bir tek yüzük eksikti değil mi?" demem üzerine alay ettiğimde o da bana katılıyordu. Kwang ve Çağan yavaşladığında Medusa Çağan'ın yanına geçti. Önden hızla yürümeye devam ettiler. Medusa'nın konuşma sesleri duyulsa da Çağan konuşmadan yürüyor gibiydi. Kwang yanına gelmem için beni bekliyordu. Ona doğru yaklaştığımda, "Nasılsın?" dedi. Birden böyle bir şey sormasını beklememiştim. "İyiyim, sen nasılsın?" Herkes onu sorgulamadan dediklerini onaylamıştı. İşin tuhaf tarafı hemen güvenmişlerdi de. Doğa bile onun hakkında iyi şeyler söylüyordu. Ne yapmıştı da bu adam herkesi iyi etkiliyordu. 

"Sen iyi olduğun sürece bu sorunun cevabı hep iyiyim olacak," dedi. Gülümsememe engel olamadım. Gerçi artık engel de olmak istemiyordum. "Benim yapmam gereken birtakım işler var. Bilgisayar odasına yalnız gidebilir misin?" diye konuşmasını sürdürdü. Ona dikkatle baktım. "Çoğunlukla yalnız gidiyorum. Neden şimdi sordun ki?" diye meraklı bir soru uzattım. "Çünkü senden her uzaklaştığımda peşinde dolaşan köpekleri görmek canımı sıkıyor." Bunu söylemesini o da beklemiyormuş gibi sinirle kasıldı. Değişik bir atmosfere kapılmış gibi olduğumda aramızdaki sessizlik sürekliliğini korudu. En sonunda, "Merak etme. Kendimi korurum," dedim. "Dikkatli ol," sözü üzerine başımla onu olumlayarak yanından ayrıldım. Benim için endişelendiğini bu kadar açık göstermesi tuhafıma gidiyordu. Ona alışmaya başlıyordum ve bu durum beni korkutuyordu. Düşünceler eşliğinde yerime gitmeye devam ettim. 

Koridorları geçerek asansöre yaklaştığımda düğmeye basmamla arkamda işittiğim ses tüylerimi diken diken etmişti. "Bensiz plan mı yapıyorsunuz?" Yavaşça arkamı döndüm ama sinirden dişlerimi sıkıyordum. Beril karşımda aptal sırıtışıyla bana bakıyordu. "Ne diyorsun Beril?" Tahammülsüz çıkan sesim beni rahat bırak diye bağırıyordu. "Laboratuvarda diyorum, kalabalıktınız." Aklım almıyordu şu her şeye dahil olma çabalarını. "Ne anlatıyorsun sen? İşim var. Karşıma çıkıp durma," diyerek asansör geldiğinde içeri adım atmamla o da peşimden geldi. Asansörü kapattığında hareket etmeye başladık. "Kızım sen hasta mısın? Çık dışarı!" Gerçekten onu öldüresim geliyordu. Varlığını bilmek bile beni rahatsız ediyordu. "Eski günleri sen de özlemedin mi? Çok eski sayılmazlar Hesna. Aramız Doğa'nın kıskançlıkları yüzünden açıldı bunu sen de biliyorsun." Artık sinirimi kendime nasıl açıklayabileceğimi bile bilmiyordum. 

Akıllanmaz, arlanmaz sözleri beni delirtiyordu. "Aramız senin yalanların yüzünden açıldı Beril! Aileni öldürdüler, sustun. Örtümüzü aldılar, sustun. Bana defalarca eziyet ettiler, sustun. Sonunda katil de oldun! Senin gibi doğrusu olmayan menfaatçi birinin dostluğunu arayacak değilim. Özlediğim tek bir şey yok." Tek çırpıda söylediğim sözlerden bir şey anlamayacağı kesindi. Suratıma öylece bakıyordu hala. "Seninle konuşmak istiyorum. Bir şeyleri açıklamama izin ver," dediğinde sinirden kıkırdamama engel olamadım. "Seni bundan alıkoyan yok. Anlat. Tutarsız konuşmalarının bir yere varmayacağını bildiğin halde anlatmak istiyorsan anlat," demem üzerine düşündü. "Bir yer var. Orada konuşalım," diyerek asansör düğmeleriyle oynadı. "Eğer bu işin sonu hoşuma gitmezse elimden çekeceğin var," dedim öfkeyle. Bir şey demeden asansörün durduğu yerde kapı açılmasıyla dışarı çıktı. 

Bende peşinden çıktığımda, "Sen bu yetkileri nasıl edindin? Nereye götürüyorsun beni?" diyerek merakımı gizlememiştim. "Senin de bana bir şeyler anlatman gerekiyor Hesna." Bu kızın aklı nasıl çalışıyor, ne yiyor, ne içiyor merak içindeydim gerçekten. Hayret bir şey! Bizi koridorlardan geçirdikten sonra cebindeki kartı çıkararak gireceğimiz odanın kapısına okuttu. Henüz benim tek başıma hiçbir yetkim yoktu. Her yere Kwang'la giriyordum. Buna ne oluyordu acaba? İçeri girdiğimizde beni nereye soktuğunu inceledim. Hücreye benziyordu hiçbir eşya yoktu ama duvarlar farklı bir maddeden yapılma gibiydi. Ayna gibi parlıyordu her yer. Tavanda şifreye benzer tasarımlar dikkatimi çekmişti. Tavanda şifrenin ne işi vardı? "Niye geldik buraya?" diye sorduğumda sanki uzun uzun bir şeyler anlatacak gibi yutkundu. "Evlilik nasıl gidiyor?" diye ilk saçma sorusunu yönelttiğinde buna şaşırmamıştım ama sinirlenmiştim. Akıllıca bir şey sormasını beklememiştim zaten.

"Daha mantıklı bir şey soracak mısın?" demem üzerine sinsice gülümsedi. "O zaman şöyle sorayım. Kwang Jee ile anlaşman nasıl gidiyor?" Amacı neydi? Beril'in hakkımda bir şey öğrenmesi demek ölümüm demekti. Özellikle neden onu sormuştu? Bir şey mi biliyordu? "Ölmemek için evlendiğim anlaşma mı? Gördüğün gibi hala hayattayım. Başka soru?" Onu başımdan en kısa sürede savmanın bir yolunu bulmalıydım. "Kwang sana yardım ediyor olmalı değil mi?" demesi beni daha da çıldırtıyordu. "Neyin peşindesin Beril?" bıkkınlıkla yöneltmiştim sorumu. "Sizinle çalışmak istiyorum," diyerek umursamaz bir şekilde omuz silkti. Sinirden gözüm seğiriyordu resmen. "Öyle bir durum yok. Sana savaşa hazırlanıyoruz diyorum. Kendi işine odaklan artık!" Üzerime ağır ağır yürüyerek konuşmaya başladı. "Tamam o halde," diyerek karnıma bir tekme attı. Geri savruldum. Beklemediğim hamle yüzünden karnımı tutuyordum. Canım yanmıştı. "Seni!" diye üzerine atılsam da tekme atmasıyla kapıya doğru koşması bir olmuştu. Ona yetişemeden arkasından kapattığı kapıya kendimi durdurmasam az kalsın çarpıyordum.

"Aç şu kapıyı Beril! Ne yaptığını sanıyorsun?" Kapıya yumruklayarak vuruyordum. Demir kapının kolu bile yoktu ve kapandığında duvarla aynı hizada olmuştu. Bir kutunun içine hapsolmuştum sanki. "Beril! Sana aç diyorum!" Ne yapmaya çalışmıştı şimdi bu? "Sana düşünmen için zaman veriyorum Hesna," dediğinde adım seslerini duydum. Gidiyordu! "Beril!" Allah'ım sabır ver bana. Neyi düşüneceğim Allah aşkına! Bütün sinirlerim birbirine girdiğinde ayaklarımda hissettiğim ıslaklıkla yere baktım. Gözlerim şaşkınlıkla duvarların dibinden sızan sularda gezindi. Çok hızlı bir şekilde akan sular çoktan ayak bileğime çıkmıştı. "Beni nereye soktun sen?" kendim duyabileceğim bir sesle konuşmuştum. Zaten bağırsam da birileri duyar mıydı şüpheliydim. Sular artık şiddetini katlarken stresli bir ses de sunuyordu kulaklarıma. Şaşkınca duvar diplerinde suyun nereden çıktığını anlamaya çalışıyordum ama resmen yerle birleşen duvar enlemesine bir aralıktan sularını dışarı akıtıyordu. Bu kapı altından sızan su gibiydi. Kapının altı kadar bir yer olsa kapatabilirdim ama dört köşeli koca bir odanın kenarlarından akan suyu nasıl durduracaktım ki! 

Etrafta bir düğme, bir kol, beni dışarı çıkaracak bir şey aradım ama yoktu! Kapıya gittim. Sular artık dizime ulaşmıştı. Tırnağım kadar bir çizgisi olan kapıda açabileceğim bir yer arıyordum ama açılmayacağı ortadaydı. "Yardım edin!" Bağırıyordum, kimsenin duyacağı yoktu. Sular destursuz akmaya devam ediyordu. Tavana baktım. Orada tuşa benzer birkaç alet vardı ama oraya ulaşmam için suyun beni kaldırmasından başka yapabileceğim bir şey yoktu. Peki su yeterince yüksekliğe ulaştığında ya zamanım olmazsa? Nasıl çıkacağım buradan?  "Beril seni geberteceğim! Kimse de seni elimden alamayacak!" Birilerinin beni duyması umuduyla bağırıp duruyordum. Dakikalar geçiyordu ve su boğazıma kadar çıkmıştı! Tavanla aramda sadece iki metre kadar bir mesafe vardı. Artık su iyice yükseldiğinde ayaklarım yere basmamaya başladı. Yüzüyordum. "Sakin ol Hesna. Sakin ol ve tavanda ne olduğunu çözmeye çalış." Kendimi telkin etmek için uğraşıyordum ama nefeslerim düzensizleşmeye başlamıştı. Zamanım azalıyordu. Ne yani sular tavana kadar ulaştığında boğulup ölecek miydim? 

Bana düşün demişti. İyi de beni burada bırakarak ölüme terk etmişti. Kendim buradan nasıl çıkabilirdim ki? Tavana bakıyor bir şeyleri çözmeye çalışıyordum. Yalnızca dört tane kasa şifresine benzer şifreler vardı. "Hangisiyle ne yapacağım?" Gittikçe tavana yaklaşıyordum. En sonunda ellerimle tavana dokunduğumda su seviyesi boğazıma gelmişti. Bir kulaç kadar mesafe kalmamıştı bile. Şifrelerden birincisinin önüne yüzdüm. Başımın üstünde duran şifrelerde ne yapacağım konusunda tek bir fikre sahip bile değildim. "Artık bir şey olsun!" diyerek rast gele bir rakamını tuşladığımda bardaktan boşanırcasına su doldu önüme. Artık burnuma kadar çıkan su tavanla aramda bir kafalık mesafe bırakmıştı. Endişeyle ikinci şifre yerine bir kulaç attım. "Ne yapacağım?" Stres bütün beyin fonksiyonlarımı durdurmuştu resmen. İkinci şifre yerinde neyi tuşlayacağımı bilmiyordum ama bir şey yapmazsam öleceğim kesindi. Su burnumu da geçmeden önce derin bir nefes aldım. Nefesimi tutmaya başladım. Açıkta kalan sadece parmak uçlarımdı. Rast gele ikinci şifrede göremediğim bir tuşa bastım. Bir şey değişmemişti sanırım. 

Tekrar nefes almak için parmaklarım kadar kalan mesafeye yüzümü yaklaştırdım. Sadece dudaklarım ve burnumun dışarı çıkabileceği bir mesafede nefes alabilmek için uğraştım. Bir dakika! Su durmuş muydu? Dudaklarım tavana değiyordu. Ağzımı açarak güçlükle nefes almaya çalıştım. Artık su yüzeyinde yatar pozisyonda durmaya başladım. "Düşün Hesna. Düşün..." Nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Sakinleşmeliydim. Birinci şifrelemeye bastığımda suların akışı hızlanmıştı. İkincisinde ise durmuştu. Peki üçte ne olurdu? Daha dördüncüyü de denememiştim. Hiçbir şey yapmadan bir yardım gelmesini mi beklemeliydim? Doğa, Ahsen, Medusa, Çağan hepsi çalışıyordu. Buraya kadar geldiğimi Beril'den başkası görmemişti ki. Kwang da işleri olduğunu söylemişti. Artık üşüyordum da. Ne kadar durdum bilmiyordum ama üçüncü şifrede neye basacağım hakkında tek bir fikrim yoktu. Bunun işleyişi, bir kuralı mı vardı? Her şeyden önce burası ne için hazırlanmıştı ki? 

"Sakin olmalıyım. Düşün, hatırla. Bir yolu olmalı." Gözlerimi kapattım. Son dualarımı mı etseydim acaba? Hayır henüz hiçbir şey yapmadım. Şimdi olmaz. Şimdi ölemem. Zihnim uyuşmuştu sanki. Sessiz, habersiz... Burada ölüp gidecektim! Üçüncü şifreye hareket ettim. Alnımı tavana yasladım. "Allah'ım ne olur yardım et." Dakikalar geçti. Dakika mı geçti ondan da emin değildim. Belki de saatler geçiyordu. Artık bir şey yapmalıyım diye düşünürken yankılanan elektronik sesler işittim. Bu sanki geriye doğru bir sayımın sesleri gibiydi. Sesler kesildiğinde tekrar suyun akışı hareketlendi. Son nefesimi içime çektiğimde artık su tamamen dolmuştu. Dipte gezdirdim gözlerimi ama hiçbir şey yoktu. Tekrar baktım üç ve dördüncü şifrelere. Kollarım yorulmuştu artık. Boğazıma dizilen hava beni sıkıştırmaya başlamıştı. Paniklemiştim ve ne yapacağımı bilmiyordum. 

Ellerim titriyordu. Tavandaki tuşlarda parmaklarımı gezdiriyordum. Öfke ve korku bütün benliğimi sararken ölümün bu kadar yakın olması kalbimi acıtıyordu. Önünü alamadığım düşüncelerim zihnimin içinde oradan oraya çarpıyordu. Akıp gitsin istiyordum tüm bu duyguların savaşını verirken, içimde beni daha fazla boşluğuna çekmeden... Akıp gitsin istiyordum her şey, her şey bitsin istiyordum. Dudaklarımın arasından sızan sular boğazımda dansını sergiliyordu. Nefessizlik hiç bu kadar bumbuz hissettirmemişti bana. Yumruklarımı sıktım. Kendimi bırakmalıydım belki de... Boşuna çırpınıyordum. Say Hesna. Küçükken uyumaya çalıştığın gibi, say. 1- 2- 3- 4... Dört? Kapalı gözlerimi aniden açtım. Kalan son gücümle dördüncü şifreye yüzdüm. Kendimi o kadar zorluyordum ki ciğerlerim patlayacaktı sanki. 

Akın dördü hatırla demişti. O sana yardım edecek... Neden bilmiyordum ama bu rakama çekilmiştim. Neye basacaktım? Denemeliydim, başka şansım da yoktu zaten... Parmağımı uzatarak dördü tuşladım. Artık kapanan gözlerimle suyun üzerimdeki akışını hissettim. Aşağı mı çekiliyordum? Sular mı çekiliyordu? Uğultu gibi kapıdan zar zor duyulan sesler beni çağırıyordu sanki. Adım yankılanıyordu kulaklarımda. Ağırlaşmıştım ya da hafiflemiş miydim? Havada asılı kalır gibi duruyordum öylece. Hareketim de devamlılığını sürdürdü... Aşağı süzülüyor gibiydim. Sert zemini sırtımda hissetmiştim. Havayı duyumsamıştım ama içime çekemiyordum. Sonra neden ensemde eller hissettim? Başımı kaldırıyordu biri. Bir şeyler söylüyordu ama duymak imkansızdı. Saçlarımda dolaşan parmakları algılayabiliyordum. Biri benimle konuşuyordu ama kim? Gözlerimi açamıyordum.

Sonra çenemde bir el hissettim. Sanki birbirine mühürlenen dudaklarım aralanmıştı. Bir şeyler demek istiyordum ya da en azından gözlerimi açabilmeyi umuyordum. Karıncalanan zihnim içimde de kıpırtısını sürdürmüştü. Dudaklarımda hissettiğim baskıyla göğsüm şişti. Çok yakından gelen o tanıdık koku yüzümü alev alır gibi yakmaya başlamıştı. İçime dolan hava sanki hayatta kal diyordu bana. Bu his birkaç defa tekrarladı kendini. Baş ağrısı uyuşturmuştu bütün düşüncelerimi. Kendime gelemiyordum. Yarı baygın halim kalan son gücümü de benden alıp götürüyordu. Yüzüm kuruydu artık ama gözlerim nemliydi. Bu hayata dönmüş olmanın sevinci miydi? Ya belimde hissettiğim o el. Dizlerimin altından da yukarıya doğru kaldırılıyordum. Biri beni kendine çektiğinde giysimden yere damlayan su seslerini işitmeye başladım. Hızla götürülürken saçlarımın ıslak ağırlığı da benimle birlikte süzülüyordu. Kuru ve sıcak bir bedenin üzerinde taşınıyordum. Sonra nasıl olduysa kendi fısıltımı duydum. "Kwang..." 

Bölüm sonu...

Sizce Beril'i koruyan birileri mi var? Yoksa onun yaptıkları altından başka bir şey mi çıkacak?

Akın hep pişman ama asla güven vermiyor. Onun hakkında neler düşünüyorsunuz?

Matteo başta Doğa'ya çok kötü davranırken şimdi neden sessizleşti? Aşk mı doğuyor demeyin bayılırım şuraya. Matteo'ya bazı haberler geliyor olabilir ama kim tarafından ve neden? Siz bunu biraz düşünün. Doğa hakkında hiç tahmin etmeyeceğiniz şeyler olacağını söylemeliyim.

Leyan... Bir başka problemimiz. Onun başına neler gelecek dersiniz?

Hatırlarsanız ilk bölümlerde 4 rakamı hakkında Akın, Hesna'ya bir şeyler söylemişti ve dördün yardımı bu bölümde doğrulandı. Peki Akın neden böyle bir şey söylemişti? Hesna'nın boğulacağını mı öngörmüştü? Yoksa kendince planları mı vardı?

Gelecek bölüm tahminleriniz neler? Buraya bölüm analizleri yapmayalım mı?

Ben cumartesi günleri bölüm atacağımı söylüyorum ama bu bazen pazara kayıyor. Hatta son haftalarda böyle oldu. Sizler dediğim gibi benimle bütün düşüncelerinizi paylaşırsanız daha mutlu olurum. Bölüm sıklığını da bu etkileşime göre düşüneceğim.

Yeni bölümde tekrar görüşmek üzere. Kendinize çok iyi bakın.

🌻

Continue Reading

You'll Also Like

35.5K 2.7K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
YANSIMA By Gizme

Science Fiction

5.9K 477 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
MİHRİ By Reyhan Nur

General Fiction

309 88 4
Vatanı ve bayrağı uğruna savaşan ve şehit veren nice askerler... İnsanlara yardım etmek için ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir hemşire; Mihr...
79.2K 726 21
Bir ülke üç tane krallık. Sahandy ülkesinin katı kuralları ve işkencelerine karşı halk dayanabilecek mi? Her aileden gelen yeni varisler ülkenin kade...