ice cream, minsung ✓

By mieluvie

26.3K 3.8K 1.9K

"bana bak oğlum, hele bir daha omuz at bak seni nasıl dövüyorum. dondurmam düştü işte!" "hele bir zengin olay... More

01
02
03
04
05
06
07
09
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21

08

1.1K 193 116
By mieluvie

derin bir nefes verdim. yemek molasından hemen sonra kendi ofisime geçmeden önce teklifi sunmayı amaçlıyordum. eğer bacaklarım işini yapmayı becerir ve düğümlenip yerle öpüşmemi sağlamazsa her şey iyi gidebilirdi. şu an içimde biriken cesaret zirvelerdeydi. kapıyı çalıp gelecek tepkiyi bile beklemeden kulpu aşağı indirdim ve içeri adımladım. bakışları saniyelik bana döndü ama her ne ile uğraşıyorsa işini yapmaya devam etti. "kolay gelsin efendim..." duraksadım. efendim demek garip hissettirmişti. fakat ne yazık ki ağızdan çıkan sözün geri dönüşü olmuyordu.

"rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. sizinle bir şey konuşmak istiyorum." bakışları bana tırmandı bilgisayarından. "söyle jisung." elimi enseme attım ve gülümsedim. bedenimin kontrolünü yavaş yavaş kaybediyor gibi hissediyordum. "aslında şirkette konuşabileceğim bir şey değil. izniniz olursa sizi iş çıkışı bir yere davet etmek isterim." teklifine şaşırmış olsa da kabul etti. teşekkür edip odadan ayrılacaktım ki aklıma gelen şeyle geri döndüm. "şey..." bakışları bana döndü yeniden. "henüz çevreyi pek gezme fırsatım olmadı bu yüzden gidilebilecek güzel yerleri pek bilmiyorum. siz bıraksanız olur mu?"

çılgınca bie şeydi aslında. birini konuşmak için dışarıya davet ediyorsunuz ama onu götürebilecek mekân bilmiyorsunuz. üstüne üstlük onun sizi götürmenizi bekliyorsunuz. biraz utanç vericiydi ama benim onu bir yere götürüp kaybolmamızı sağlamam ve her yeri dökülen bir yere davet etmemdense bu utancı taşımayı yeğlerim. başıyla onayladı beni sadece. hafifçe eğilirken "teşekkür ederim, size borçlandım." bir şey demesine izin vermedim, çünkü daha fazla uzatıp rezil olmaya niyetim yoktu, ve odadan çıktım.

kendi ofisime geçerken elimi kalbimin üzerine koydum. biraz daha hızlı atarsa göğüs kafesimden fırlayıp yere düşecekti. hızla sandalyeme oturdum ve başımı koltuğa dayadım. etrafımda dönerken sandalyenin tekerlerinin keyfini sonuna kadar çıkarıyordum ama aklım tekerleklerde değildi. tamamen yapacağım konuşmaya odaklıydım. şirkete girdiğimden beri bu anı bekliyordum resmen. heyecanla birkaç tur daha dönünce başım dönmüştü, anında durup yüzümdeki gülümsemeyle bilgisayarı açtım.

belge işlerini halletmiş olsam da toplantıyı hâlâ eklememiştim. bilgisayarın açılmasını beklerken çaldığım ıslıkla küçük bir ritim bile tutturmuştum. sonunda açıldığında kendine gelmesini bekleyip klasöre tıkladım. her ne kadar çok eski bir model olmasa da iş görüyordu ancak bazen kasıyor ve işimi yapmama engel oluyordu.

önceki birkaç dosyaya tekrar göz gezdirip yapılan toplantıyı detaylarıyla birlikte yazdım ve kaydettim. geriye kalan tek şey çıkış saatini beklemekti. öyle de oldu. saat beşe dek tek yaptığım şey sakince bilgisayardan açtığım müziği dinlemekti.

çıkış saatine on dakika kala şarkıyı kapatıp toparlanmaya başladım. bütün işlerimi bitirdiğimde bakışlarım saatlerdir uğramayan bir yere, yandaki ofise takıldı. minho çoktan çıkmış olmalıydı, odasında görünmüyordu. kaşlarım çatılırken beni aşağıda beklediğini düşündüm ve kapıya yöneldim. son bir kez odayı kontrol edip kapıyı açtım. ancak kapı tam olarak açılmadı ve arkasında duran bir şeye çarptı. aralıktan sıyrılıp kapının çarptığı şeye baktım.

minho, elini alnına dayamış bir şekilde iki büklüm duruyordu. endişeyle yanına yanaştım ama ne yapacağımı ben de bilemiyordum. ellerimi iki yana sallayarak özür dilemeye başlayınca beni fark etmiş olacak ki alnını bırakıp duruşunu düzeltti. görünürde herhangi bir yarası veya kanaması varmış gibi durmuyordu ama müdahale edilmezse şişecekmiş gibi bir havası vardı. hafiften kızarmış gibiydi sanki. birkaç kez eğilip özür diledim yeniden. sonunda beni omzumdan tuttu ve eğilmemi engelledi. "sorun değil, kapının arkasında durmamalıydım. hazırsan çıkalım."

onu başımla onayladım. birkaç adım ileriden ilerlemeye başladığında büyük adımlar atarak yanına yetiştim ve alnını tekrar kontrol ettim. rezil olmadan bir günüm geçmiyordu resmen. ne şans ama! asansöre birlikte bindik ve aşağı inene kadar hiç konuşmadık. arada ona kaçamak bakışlar atıyordum ama fark etmiş gibi durmuyordu. bir yandan ona olan ve onun bana olan borç listelerini kafamda tartarken bir yandan da ne söyleyeceğimi düşünüyordum.

ya da beni şu an binmek için ilerlediğimiz arabasıyla ezmek istememin etik olup olmayacağını.

yine de benden beklenmeyecek bir şekilde suskunluğumu korudum ve ön koltuğa bindim. şöfor koltuğuna oturdu. o birkaç bir şey yapıp ve arabayı çalıştırırken emniyet kemerimi taktım. şirketin otoparkından ayrılırken ellerim kemerime gitmiş, sertçe sıkıştırmaya başlamıştım. kesinlikle bir şeyleri yine berbat edecektim. belki de konuştuktan sonra beni kovmak bile isteyebilirdi. seneler öncesinde arkadaşlarını aniden hayatından kovan birini senelerce tırnağıyla kazıyarak kurduğu şirketinden kovmak istemesini de garip karşılamazdım.

"aç mısın?" diye sordu bakışlarını yoldan ayırmadan. aslında stresten dolayı biraz acıkmıştım ama onu batırmak istemediğimden reddettim. "sessiz sakin bir yer biliyor musun?" dedim saygı eki eklemeden. saniyeliğine bakışları bana kaydı ve anlayabildiğim kadarıyla biraz şaşırmıştı. sonuçta şirketin dışındaydık ve konuşmayı dışarıda yapmayı teklif etmemin temek amacı da bu aptal eklerden kurtulmak istememdi. biraz olsun rahatlamaya çalışırken boğazını temizledi kendine gelmek istermişçesine. "tatlıları güzel olan bir yer biliyorum ama sessiz midir emin değilim."

"olsun," dedim söylediklerinin hemen ardından. yol boyunca bir daha hiç konuşmadık. ben sessizce dışarıyı izledim. kore, son gördüğümden bu yana epey değişmişti. binalar gelişmişti ve neredeyse hepsinin üzerinde renkli, büyük reklam panoları vardı. teknoloji konusunda oldukça geliştiğini fark etmek için de kör olmak gerekiyordu. insanların düşünce yapısı hakkında henüz pek bir şey bildiğim yoktu ancak gelişmiş olmalarını umuyordum. cahil bir toplumda yaşamayı kim isterdi ki sonuçta? sonra, büyüdüğüm mahalleyi de acayip merak ediyordum. o zamanlar ortalama sayılabilecek bir yerdi ve oranın da gelişmiş olduğunu tahmin ediyordum.

çok geçmeden araba durdu. kırmızı ışıklardan birine takıldığımızı düşündüm ama duyduğum kapı sesi benim de arabadan çıkmam gerektiğinin habercisiydi. hızlıca arabadan indim ve derin bir nefes aldım. etrafa göz gezdirdim. oldukça şirin bir kafeydi. duvarları pastel maviye boyanmıştı ve her iki yanından renkli çiçekler sarkıyordu. etrafa yaydıkları ferah kokuları yapay olmadıklarını kanıtlar nitelikteydi.

binaya girdiğimizde ise güler yüzlü çalışanlar karşıladı bizi. içerisi oldukça aydınlık duruyordu. köşelerde L koltuklar vardı ve üzerlerinde oldukça şirin, çiçek desenli minderler yerleştirilmişti. diğer sandalye ve masalar geçişi engellemeyecek şekilde ve göz yormayan bir düzende dizilmişlerdi. gayet güzel ve tatlı bir görünümü vardı.

köşeye yakın masalardan birine yerleşip siparişimizi verdik. her ikimiz de dondurma söylemiştik. minho rahatsızca yerinde kıpırdandı ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "dinliyorum." dikkatini bana odakladığında yutkundum. nasıl başlamam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. aslında vardı ama şu an yoktu, bütün o yaptığım hazırlıklar kuş olup uçmuştu resmen. boğazımı temizleyip yerimde dikleştim. "aslında... belki beni hatırlamışsındır, bilmiyorum ama kendimi sana hatırlatmak istedim çünkü içimde büyüyen merak duygusuna engel olamıyorum.

yedi sene öncesinde sizi terk edip gitmek zorunda kaldığımda, bana şakayla karışık söylediğin şeyi hatırlıyor musun? kime omuz atıp dondurmasını düşüreceğini söylemiştin. ben ingiltere'de olduğum süre boyunca senin, benim dondurmamı tekrar düşüreceğin günü bekledim. yaptığımız maçlardaki kaotik ortamları özledim. birimizin başına bir iş geldiğinde hepimizin onun yardımına koşmasını özledim. ben sizin hakkınızdaki her şeyi özledim ama size yeni kavuşabildim.

ben size, sana ne olduğunu çok merak ediyorum minho. bensiz ne yaptığınızı çok merak ediyorum. muhtemelen beni kovmak bile isteyeceksindir çünkü belki bu senin imajını zedeleyecektir ama sizi özledim. diğerleri ile iletişimde olduğunu tahmin edebiliyorum çünkü reklam filminde hyunjin'i gördüğümden beri yerimde rahat duramıyorum. onları ve verecekleri tepkileri görmek için sabırsızlanıyorum gerçekten. beni işe aldığından beri bu konu hakkında kendimi yiyip bitiriyorum ve bilmeye hakkın var diye düşündüm."

yüzüne bakmadan anlattığım şeyler bitince bakışlarımı yüzüne çıkardım. bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığı sırada masaya yaklaşan garsonla tekrar birbirine bastırdı dudaklarını. garson siparişleri bırakıp gitti ve o gider gitmez önüme bırakılan dondurmaya yapıştım. içimde kopan fırtınalar dirilmiş olmalıydı fakat hemen ardından gelen kuru sıcaklık hissi hiç de güzel hissettirmemişti. hızlıca yemeye başlarken o da beni izliyordu. birkaç kaşıktan sonra bıraktım ve arkama yaslanıp söyleyeceklerini beklemeye başladım. görgüsüz gibi davranmanın gereği yoktu.

devam etmesini beklerken beklemediğim bir şey yaptı. masanın üzerinden bana doğru uzandı ve baş parmağını dudağımın kenarına götürdü.

yavaş abi hızınız 180. içimden geçirdiğim şeye gülmemek için ekstra bir çaba harcamadım. çünkü zaten benim yerimde oturuyor olsanız, benim ayakkabılarımı giyiyor olsanız nefes almanın bile ne kadar zor bir eylem olduğunu anlamanız uzun sürmezdi. neyse ki hemen geriye çekildi ve elindeki dondurmayı aldığı peçeteye sildi. "evet, nerede kalmıştık?" dedi yerinde kıpırdanıp. ayılmak için kemdime tokat atma dürtülerim gittikçe artıyordu fakat beklenmeyen bir performans sergileyip onları dizginledim.

"bana bunları önceden söyleseydin sana ters bir tepki vermezdim." resmî konuşmamasına içimden sevinç çığlıkları atarken devam etti. "ayrıca işten neden kovayım? şirkette çalışan-patron ilişkisini güzel yürüttün ve düzeni bozmadın. ve henüz dolandırılmadığıma göre işini de iyi yapıyorsun. okuduğun yerleri görünce şaşmamalı.

diğer konuya gelirsek, zaten biliyordum jisung. sence neden diğerleriyle birlikte sürekli didinip bir şirket kurduk sanıyorsun? özellikle de dondurma ve tatlı üretimine önem veren bir şirket. ve sence neden şirketin adı duyulduğundan beri ingiltere'ye ait şirketlerle ortaklık toplantıları yapıyoruz?

biz seni hiç unutmadık jisung. en azından ben unutmadım. diğerleri şirket ünlendikten sonra vazgeçti ve geri gelmeyeceğini söylediler. ben durmadım çünkü..." duraksadı ama bunu oldukça hızlı toparlamıştı ki duraksadığı fark edilmiyordu bile. "çünkü bu şirketi çoktan kurmuştum. sonrasında da zaten almanya'daki şirketlere odaklandım. seninle böyle bir şekilde karşılaşacağımı tahmin etmezdim ama bir şekilde geri geleceğini biliyordum."

konuşmanın bu kısmına gelirsek, onu dinlemekten ve garsondan su rica ederken karşımdaki manzarayı izlemekten beynim ve bedenim tepki verme kavramını yitirmişti. birkaç dakika sonra gelen sudan oldukça büyük bir yudum aldı ve devam etti.

"diğerlerine gelirsek... sen gittikten sonra okullarıyla ilgilenmeye devam ettiler. hepimiz kendimizi az denemeyecek kadar geliştirdik. şirketi kurarken çocukların o kadar yardımı dokundu ki. reklam filmini hepsi kendi yaptı. seungmin tek tek seti ayarladı, yongbok ve jeongin logoyu tasarladı, hyunjin'i zaten görmüşsün, chan reklamdaki müziği ayarladı ve yapımcılığını yaptı. changbin reklam işleriyle yakından ilgilenmese de şirketin korumaları onun açtığı spor salonundaki elemanlar. hepimiz yıllarca kendimizi geliştirmeye odaklandık ve aynı zamanda da seni aradık jisung.

şimdi changbin kendi spor salonunda, yongbok pastane açtı. açıkçası gitmek ister misin bilmiyorum, çünkü bir keresinde bir tatlının içine tuz kattığına şahit oldum. jeongin üniversite okuyor. chan bir şirkette söz yazarlığı yapıyor ama şirketten memnun olmadığını söyledi. hyunjin bir model ve seungmin bir barınakta çalışıyor. beni tahmin ediyorsundur ama ben seni merak ediyorum, neler yaptın?"

yerimde dikleştim ve neler yaptığımı düşündüm. ben orada üniversite okumak dışında ne yapmıştım ki? "şey.. gittikten sonra bir süre toparlanamadım aslında. pek arkadaşım yoktu ve bir gün dedim ki: ben ne yapıyorum? çıkıp sosyalleşmeye başladım ama ingilizcem o kadar bozuktu ki anlatamam... birkaç arkadaş edindikten sonra normal okul hayatıma devam ettim. ingiltere çok güzeldi ama kore'yi tercih ederim kesinlikle." aklıma gelenleri söylerken sabahki stresimden hiçbir şey kalmamıştı.

bir süre daha konuşup hasret giderdik. söylediğine göre, bir ara yongbok'un pastanesinde buluşabilirmişiz. ayrıca minho, diğerleriyle daha kolay iletişim kurabilmek için kurduğu gruba beni de alacakmış. akşam beni eve bırakırken ne kadar büyüleyici bir gün geçirdiğim hakkında düşünüyordum.

sonunda kavuşacağım arkadaşlarımın son hâllerini de epey merak ediyordum çünkü hyunjin resmen evrim geçirmişti, diğerlerini tahmin bile edemiyordum.

maraba merhaba

bugün kimya ile açılış yaptığım sınav maratonu yaklaşık iki hafta sürecek ve ben taslakta hiç bölüm biriktirmediğim için bölüm atamayabilirim. zaten sizlerin de sınavlarının başladığını/başlayacağını tahmin ediyorum. eğer başlayan varsa başarılar hepinize. bitirmiş olan varsa da geçmiş olsun.

herkese iyi günler 💓💓

Continue Reading

You'll Also Like

69.8K 10.2K 14
Han Jisung eski erkek arkadaşını rüyalarında görmeye başlar. [minsung]
339K 42.8K 41
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
45.9K 4.8K 24
"Bizim okulun öğrencisi başka okulun öğrencisi ile birlikte olamaz!" "Neden ki?" "Çünkü... çünkü bizim okuldasın." "Asıl nedeni?" "Seni seviyorum."
57.1K 5.6K 20
-jisung salak misin cocugun sevgilisi var +napim -texting