seunghun elinde kahvesiyle fakültenin önündeki banklardan birinde tembelce oturuyordu. jinyoung'u dinleyip okula gelmiş olsa da asla derse giresi olmadığından kendini bomboş takılırken bulmuştu.
birkaç kere hyunsuk'a mesaj atmayı düşündü ama vazgeçti. yine jinyoung'la arası garipti ve aklına gelen tek kişi oydu. geçmişe dönüp baktığında her zaman böyle olmuştu. hyunsuk'u kaçtığı bir yer olarak bırakmıştı.
"bana canını sıktığımı söylemeliydi..." kendi kendine mırıldandı. şimdi hem jinyoung'la hem de hyunsuk'la olan ilişkisi tuhaf bir hal almıştı. işte, bu yüzden kimseyle olan ilişkisini derinleştirmiyor, jinyoung dışındaki insanları umursamıyordu. en azından şu birkaç güne kadar öyle yaptığını sanıyordu.
iyice huzursuz hissedip üşümeye başladığında eve gitme kararı alarak banktan kalktı. kahveyi atmak için çöpe yürüdüğü sıra ise gözü fakülte binasından çıkan kişiye ilişti. önce hayal gördüğünü sandı ancak bu ikinciydi ve seunghun çok da öyle şeylere inanan biri değildi.
"hyunsuk-ah!" diye seslendi. çevredeki birkaç kişi ona doğru dönse de umursamadı.
o an merdivenlerden aşağı inen hyunsuk duraksadı, kafasını kaldırıp ona seslenen seunghun'a baktı.
şimdi huzursuz hisseden tek kişi seunghun değildi.
hyunsuk aceleci ve uzun adımlarla seunghun'un yanına vardığında gülümsedi. "selam hyung, uzun zaman oldu." bu rahat tavrı seunghun'un önceki hallerinden kopyalamıştı.
"burada ne işin var?" diye sordu seunghun. hala şaşkındı.
fakülte binasını gösterip "burada okuyorum." dedi hyunsuk. "animasyondayım."
"yani geçen gün gördüğüm kişi gerçekten sendin!"
hyunsuk onun bu şaşkın ve sevimli haline karşı kafasını eğip tekrar güldü ama bu sefer daha samimiydi.
"gamzelerin kaybolmamışlar." seunghun aptal gibi mırıldandı, bu aptallığı hyunsuk'un gülüşünü derinleştirdi. öncesinde söylediği gibi, seunghun cidden onu güldürüyordu.
"büyüdükçe kaybolan şeyler değiller hyung."
seunghun gülümsedi. "neden geldiğini söylemedin?"
"o sıra sevgilinle aran bozuktu. bana dikkat edecek bir havada değildin." somurtkan bir ifadeyle söylendi.
"ya! uzun zamandır buradasın yani!"
hyunsuk onu kafasıyla onayladığında seunghun kaşlarını çatmıştı.
"yemek yedin mi? gidip yemek yiyelim. dışarısı soğuk." hızlıca geveleyip hyunsuk'un kolunu tuttu ve beraberinde sürükledi onu.
hyunsuk bu kadar hoş karşılanacağını hiç tahmin etmemişti. geldiğini daha önce söylemediği için kendine kızdı. o an saatlerce ağlamış olduğunu bile unuttu. zaten biraz bile duygularına söz geçirebiliyor olsa seunghun'un suratına dahi bakmazdı ancak kendisi de çok normal sayılmazdı. geçmişte gördüğü muameleyi ve daha birçok şeyi beyni silmiş gibi tatlı bir gülüşle takip etti seunghun'u.
yemek için geldikleri yer seoul'deki ilk gününde jinyoung'un onu getirdiği lokantaydı. hyunsuk mekanı gördüğünde suratında şaşkın bir ifade belirmişti.
"buraya daha önce gelmiştim." diye söyleyiverdi sandalyeye otururken. seunghun'un seçtiği masa bile o gün oturdukları yerdi.
seunghun onun haline çok da dikkat etmedi. menüyü inceliyorken "öğrencilerin uğrak mekanı." diye kısaca açıkladı. ancak hemen sonra kafasını kaldırıp çatık kaşlarıyla hyunsuk'a dikti bakışlarını. "biriyle tanıştım demiştin. o mu getirdi?"
hyunsuk'un gözleri şaşkınlıkla genişledi. "hyung! hatırlıyor musun?"
"bana aptal muamelesi yapma. neden hatırlamayayım?"
"sana söylediğim şeyler işine gelmediği için aklında tutma zahmetine girmedin hiç. aynı şeyi beş kere sorduğunu hatırlıyorum. hep unutuyordun." üzgünce dudaklarını büktü. "o yüzden şaşırdım." biraz da mutlu olmuştu ama bu gerçeği kendine sakladı.
seunghun iç çekti. "hep kötü şeyleri gündeme getiriyorsun. çok negatif bir çocuksun." onaylamaz bir şekilde kafasını iki yana salladı.
hyunsuk güldü. baştaki huzursuzluğu yok olduğundan şimdi en doğal halindeydi ve tüm ifadeleri kendiliğinden en olağan şekliyle beliriyorlardı.
bir süre susup hiçbir şey yapmadan onu izledi seunghun. en son iki sene önce gördüğü bu suratı özlediğine karar verdi o an. hayır, sadece suratını değil, onu özlemişti. çekinmeden dürüstçe her şeyi söyleyip sonunda utanarak başını eğmesini, gülümsemeden duramayışını, gözlerinde belirip duran parıltıları, hala kaybolmamış olan çukurları ve daha birçok şeyi özlediğini fark etti. bu farkındalık içinde bir şeyler kırılıyormuş gibi hissettirdi. iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlamadı. jinyoung içine bakmasını söylerken bundan mı bahsediyordu?
elinde büyük bir tepsiyle gelen çalışan tabakları masaya diziyorken "hyunsuk-ah," diye seslendi seunghun.
"efendim hyung?"
"biliyorsun ben yalan söyleyemiyorum, o yüzden bu söylediğimde ciddi olduğumu ve dalga geçmediğimi bilmen lazım."
çalışan bu tuhaf konuşmayı yapan seunghun'a yandan bir bakış attı. bir an önce işini bitirip gitmek istiyormuş gibi bir hali vardı.
hyunsuk bunu fark ettiğinde çekinerek önce çalışana sonra da seunghun'a çevirdi bakışlarını. "dinliyorum hyung." diye mırıldandı.
seunghun da çalışana baktı. birkaç saniye bekledi gitmesi için. ardından tüm dikkatini tekrar hyunsuk'a verdi ve kendinden emin bir şekilde "seni özlemişim." dedi. benzer bir karşılık almayı beklemişti ancak hyunsuk'un tek yaptığı garipçe ona bakmak oldu.
en sonunda "gerçekten mi?" diyebildi. "yine sevgilinle aranız mı bozuldu?"
seunghun biraz sinirlenmişti. içine bakmak denilen şeyin kolay olduğunu mu sanıyordu bu hyunsuk?
"aptal mısın sen?"
kafasını iki yana salladıktan sonra önündeki kaseye verdi dikkatini hyunsuk. özlenmiş olduğuna bir an için inanmıştı ve erimiş bir peynire dönmek üzereydi ancak gerçeklik onu birden çarpmıştı. seunghun ne zaman ona tatlı şeyler söylese sevgilisiyle arası bozuk olduğu çıkıyordu ortaya. yani, yine kandırılmak üzereydi.
"duygularımla oynuyorsun hyung." diye geveledi ağzındaki erişteyi yuttuktan sonra. "burada özlenen birisi varsa o da sensin. maalesef seni çok özledim ama sen seoul'e geldiğim gün saatlerce ağlamama sebep oldun." burada hafifçe gülümseyip "neyse ki yardımsever biriyle tanıştım." dedi.
hyunsuk'un bu kişiyi düşünürken suratında beliren samimi gülüş seunghun'u daha da sinirlendirmişti. çubuklarını öfkeyle masaya çarpıp sandalyesinde geriye yaslandı. "ya! bana bak!" dedi yüksek sesle. hyunsuk dolu ağzıyla kafasını kaldırıp ona baktı. o sıra sinirlenmeye biraz ara verip masanın üstünden peçete aldı ve hyunsuk'un yanağına bulaşan yağı sildi seunghun. hemen sonra aynı şekilde geriye yaslandı, kaşlarını daha da çattı. "senin güven problemlerin var." dedi büyük bir ciddiyetle.
ağzındaki lokmayı zar zor yutan hyunsuk gülse mi ağlasa mı bilemeyerek biraz su içti. ardından "öyle mi?" diye dalga geçti.
seunghun aynı ciddiyetle "evet, öyle." diye onayladı.
onunla bunu tartışamayacağını bilen hyunsuk yenilgiyle kafasını salladı. "anlıyorum hyung." iştahı kaçmıştı.
"dün erkek arkadaşıma senden bahsettim."
bunu duyduğunda irkilerek seunghun'a baktı. "ne?"
"aslında önceleri de senden bahsetmişim birkaç kere ama hiç hatırlamıyordum." alt dudağını büktü. "ama o hatırlıyormuş."
hyunsuk bazen seunghun'un tüm bu hallerinin şaka olmasını diliyordu. aptalca şeyleri o kadar rahat söylüyordu ki... bu kişi nasıl kendisinden iki yaş büyük olabilirdi? aklı almıyordu doğrusu.
"bana kendim dışında herhangi birinden bahsetmemin çok şaşırtıcı olduğuyla ilgili bir şeyler söyledi. sanırım narsist olduğumu ima etti, neyse." burada eliyle havayı tokatlayıp "sonra içime bakmamı söyleyip evden gitti." dedi.
"yani cidden aranız bozuk." hyunsuk iç çekti. bir yandan duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. seunghun neden sevgilisine ondan bahsetmişti ki? bu cidden hiç onluk bir davranış değildi ancak yine boşa umutlanmamak adına hemen düşünmeyi kesti.
"bozuk diyemem. çözmemiz gereken bazı şeyler var gibi." sıkıntıyla iç çektiğinde mutsuz görünüyordu.
hyunsuk göz devirme dürtüsünü bastırdı. seunghun'un gerçekten değer verdiği bir ilişkisi vardı ve bu yolda ciddi çabalar harcamıştı. harcamaya da devam ediyordu. diğer yanda hyunsuk bir zavallı gibi her zaman köşede bekleyen kişiydi.
"bahsim aranızda sıkıntı oluşturduğu için üzgünüm hyung. keşke benden konuşmasaydın. gerçekten neden anlattın ki?"
"rahatsız hissediyordum çünkü." omuz silkti seunghun. sonra çoktan soğumuş eriştesinden yedi biraz.
hyunsuk gergince yutkundu. ağzından cımbızla laf almak yorucu olsa da seunghun'un neler düşündüğünü bilmek istiyordu. cidden ondan sevgilisine bahsedecek kadar önemli biri miydi seunghun için?
"neden rahatsız hissediyordun ki?"
"orada uzun zaman yalnız kaldın. dediğin gibi, kandırılmayı dört gözle bekliyormuşum seni kafamdan atmak için."
"beni düşünmemek için mi çabalıyordun hyung?"
"ilk zamanlar evet. çünkü sadık bir sevgili olmak istiyordum. sonrasında bu üzerime yapıştı, uğraşmama gerek kalmadı."
hyunsuk kalbinin kırıldığını hissetti ama aynı zamanda seunghun'un farkında bile olmadan bulunduğu itiraflarla heyecanlanmıştı.
en sonunda söylediklerinin farkına varan seunghun şişkin yanaklarıyla hyunsuk'a baktı. ağzı tıka basa yemekle dolu olmasa şimdi hemen bir şeyler söyleyip ortalığı daha da karıştırabilirdi, debelenmekle kaldı.
sanki az önce kalbi kırılmamış gibi sesli kıkırtılarla güldü hyunsuk onun bu haline. elinde değildi, duygularını kontrol edemiyordu.
tüm samimiyetiyle "en azından bir zamanlar beni düşünmüşsün hyung." dedi gülüşlerinin arasından.
seunghun ağzındakileri yuttu ama yine de hemen bir şeyler diyemedi. afallamış halde hyunsuk'a bakakaldı. o sıra kendiliğinden "ne güzel gülüyorsun." cümlesi çıktı ağzından.
bu sefer afallama sırası hyunsuk'daydı. "hyung!" diye bağırdı. "yeni tanıştığım sunbae de aynısını söylemişti!" seunghun'un onunla ilgili herhangi bir şeyi güzel bulduğu ilk seferdi ve hyunsuk heyecandan zar zor nefes alıyordu ancak hemen sonra masaya sertçe çarpan çubuklar onu irkiltince nefes alışverişi düzene girdi.
seunghun bazen yalan söylemeyi becerebilen biri olmayı diliyordu. o zaman bu kişi hiç de umurunda değilmiş gibi davranabilir ve güzelce yemeğini yiyebilirdi. ama bunun yerine kaşları tekrar çatılırken "bu sunbae'nin yanında başka sunbae'lerden bahsetmen yasak." diye kızdı. eylemleri üzerine düşünen biri olsaydı kıskançlıktan çatladığını fark edebilirdi.
hyunsuk bunu düşünmek istemese de elinde değildi. o yüzden kaşlarını hafifçe kaldırdı ve usulca "neden ki?" diye sordu. "çok yardımsever biri. seoul'e ilk geldiğimde tek başıma ağlarken bana destek oldu. yemek bile ısmarladı. hatta," gülümseyerek şu an oturuyor oldukları masayı işaret etti "tam burada oturduk."
sanki o an masa alev almış gibi birden sandalyesiyle geriye çekildi seunghun, az kalsın düşüyordu. etraftaki kalabalık bir süre onları izledi. hyunsuk kafasını eğmiş sırıtıyordu.
"sen burada yenisin. insanları tanımıyorsun. bir kişinin yardımsever olduğu kanısına bu kadar çabuk varmamalısın."
"neden öyle söylüyorsun ki hyung? gerçekten iyi biri. düşünsene, bana senden daha iyi davranıyor." ona önermesine rağmen hyunsuk da bir süre düşündü ve kendi sözcüklerini düzeltti. "hatalıydım. en azından bana 'davranıyor' doğru olanı. seninle karşılaştırmam çok yanlış oldu."
seunghun içinde sanki koca bir tencere fokur fokur kaynıyormuş gibi hissediyordu. birkaç iç çekişten sonra yemeğiyle ilgisini tamamen kesti. bu 'sunbae' kişisinin canını sıkmasını istemiyordu, içindeki rahatsız edici duygudan nefret etmişti.
hyunsuk bir süre suratından bazı şeylerle savaştığı açıkça görünen seunghun'u izledi. o kadar keyiflenmişti ki, ağzından çıkacak herhangi keskin bir söz dahi artık kalbini kıramazdı. kararsızca yerinde kıpırdandıktan sonra "hyung," dedi. "artık beni düşünmeyi engelleyemiyor musun?"
seunghun bu soruyu duyduğunda fokurdayan tencere bir an için duruldu. kafasını kaldırıp dağılmış bir ifadeyle hyunsuk'un suratına baktı. orada açıkça gördüğü duygular biraz kalbini kırdı. o an hyunsuk'la olan ilişiğini kesmediğini değil, kesemediğini anladı. tüm bu duygular jinyoung'dan da öncesine dayanıyorlardı, çocukluk ve ilk gençlik yıllarına. onu neden hep bir köşede saklamayı tercih ettiğini hala anlayabiliyor sayılmazdı ancak bağlarını kesemeyeceğini biliyordu. belki de bu yüzden o zamanlar hyunsuk 'sorun değil' dediğinde hemen inanmıştı. seunghun onun sanki demirden yapılmaymış gibi orada sonsuza kadar duracağına, hiç üzülmeyeceğine inanmak istemişti ve inanmıştı da. şimdi ise felaket çanları çalıyordu.
'hım'ladı seunghun ona bakmayı kesmeden. "düşünmeyi engelleyemiyorum. artık nasıl yapacağımı da bilmiyorum."
içine bakmak onu altüst etmişti.