GÖLGE KANI

By yzrperest12

226K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ

2.8K 308 188
By yzrperest12

   Hellüü!!!

Yine ben geldiiimmm

Gününüz nasıl geçiyor beyler ve bayanlarrrr?

Ummmmarımm iyi geçiyordur ama kötüyse de kafaya çok takmayın o takıntı eninde sonunda bitiyooooorrr!

Size yepisyeni gıcır gıcır bir bölümle geldiiimmm!

Ummmarım beğenirsinizz!

(Ama siz yine de giriş bileti olarak ve bir insanı sevindirmek için oy verirseniz bu garibi çok mutlu edersinizzz!)

İyi okummalarr!

🌜🌚🌛

 "Geçmişin külleri üzerimize yağmak üzereydi. Dahası bunun için hepimiz hevesliydik."

🌜🌚🌛

  Bazen hayat o kadar uzun bir maratona dönüşüyordu ki ne kadar dağ tırmanırsam tırmanayım sonunda o huzura kavuşamayacakmışım gibi geliyordu. Bu düşünce bazen gerektiğinden fazla oyalanıyordu beynimin içinde, özellikle de şu sıralar. Ama bazen daha iyi ileri atılmak için yavaşlamak gerekiyordu. Daha iyi kalkmak için daha sert düşmek gerekiyordu. Ben çok sert düşmüştüm. Çoğunlukla bundan daha kötüsü koymaz dediğim yerden vurmuştu hayat beni. Bu da olmaz dediğim yerde en dibe kadar çakılmıştım. Ve her zaman kalkmıştım. Her zaman kalkardım. Daha da iyi kalkmayı öğenmiştim. Daha kötü yenilmiştim ve daha iyi kalkmıştım. İşin en ilginç yanı da buydu. Kalkmak bazen daha sert düşüşler içindi.

Gerçekler algısı kaybedilmiş yollardı. Beynim çalkalanan bir kola şişesi gibiydi. Açıldığı an patlayacaktı. Bunun farkındaydım çünkü zihnimin derinliklerinde ve kanımın en derin dalgalarında gezinen baskıyı hissedebiliyordum. Bir şeylere güveniyordum. Gereksiz bir özgüvene sahiptim ve bu beni rüyalarıma yönlendiriyordu. Bazı sabahlar çok yorgun uyanıyordum, sebepsiz yere çok yorgun. Bazen kafamda şiddetli ağrılar oluyor. Çıkış noktam sadece rüyalarıma giden yolda oluyor.

Dahası ne mercan gözleri unutmuştum ne de beni mine çiçeği ve kurt boğanla zehirleyen kişileri. Onların da sırası vardı. Ama ilk önceliğim Elena'ydı. Cadılar ve büyücüler benden haz etmedikleri hâlde Elena bana karşı gereksiz bir iyilik çabasında. Ailemle ile alakası ne olabilirdi anlamıyordum. Meclis için Caleb varsa senin içinde ben varım, ne demekti? Kafamdaki sorular onlarcasıyla katlanıyordu.

Yanımda duran Danny'nin hayatıma ekstra bir faydası yoktu, şu anlık. "Artık içimi bunaltıyorsun." dedi bıkkın bir sesle.

"Senin sesin bunun için yeterli bir sebep." dedim ona yandan bir bakış atarak. Bana sahte bir gülümseme yollayıp göz devirerek geri çekti. "Püf!"

"Ne oldu?"

"Sıkıldım." dedim dudak bükerek.

"Tekrar Serena'yı getirmemizi ister misin?" diye sordu alaycı bir tavırla.

"Mümkünse evet. Seni yanımdan tekrar atacaksa her şeye tamamım." Bu sefer ona sahte gülümseme gönderip göz devirerek geri çeken taraf ben oldum. Yanımdaki adamdan hoşlanıp hoşlanmadığıma karar veremiyordum. "Şimdi beni odama götür."

"Zaten odana götürüyorum. Tekrar salak olduğunu kanıtladığın için teşekkürler."

"Danny birilerinin sana komik olmadığını söylemiş olması gerekiyor." 

"Senin yanında çok akıllı kaldığım söylendi ama bunun aksi hiç iddia edilmedi." Ay, salak bu!

"Daha zekâma şahit dahi olmadın." Gözlerine ciddilik ekildi.

"Bu gidişle hiç göremeyeceğim anlaşılan." Dilimle dudaklarımı tazeledim. Boğazımdaki yumruyu geriye attım. Haklıydı. Artık bir noktadan adımlarımı ileri taşımak zorundaydım. Ve işte bu yüzden buradaydım, bu koridorda.

"Sana göstermem gerekmiyor zaten." Dudaklarım şekillendi. "Yüksek ihtimalle görseydin hayran kalırdın."

"Göremiyor olmama ne yazık o hâlde." Başımı salladım.

"Öyle." Odamın olduğu koridora girdiğimizde kanımda bir canlanma oldu. Dudağım yukarı doğru şekillendi. "İzninle odama kadar tek başıma gidebilir herhâlde?"

"Bu zekâyla mı?" Yalancıktan güldüm.

"Ne kadar komiksin. Tanrı başka dert vermesin başına. Bu komiklik başına beladır eminim." O da benim gibi güldü.

"Öyle." Durup bana yol verdi. "Odana girene kadar buradayım."

"Yolda takılıp düşmemeye çalışırım." dedim yürümeye devam ederken. Odamın kapısını açıp girdim. Gözüm hemen yatağımın üzerine bacak bacak üstüne oturan Elena'ya kaydı.

"Hoşgeldin."

"Aslına bakarsan sen hoşgeldin. Oda benim." Ellerini iki yandan yatağa bastırıp etrafı inceledi, daha önceden incelediğine emindim.

"Odayı benimsemişsin." Dudaklarım iki tarafa doğru şekillendi.

"Çabuk uyum sağlayan bir yapıya sahibimdir." Bana bakarken kaşları havalandı.

"Konuşurken korkmuyorsun." dedi kaşlarını kaldırıp indirirken.

"Sizin işler işte." dedim omuz silkerek. "Hepiniz aşırı derecede önlemcisiniz. Eminim ki buraya Bay Canavar'ın dahi geçemeyeceği bir ses büyüsü yapmışsındır, bir de kesin endişlenmemesini sağlayacak birkaç tüyo." Dudak büzdüm. "Tahmin edilebilir."

Bir süre gözlerini kısarak bana baktı. Kollarımı göğsümde kavuşturup gülümsememi daha da genişlettim ki huylansın. Ayağa kalkıp elindeki ufak şişeyi çevirdi. Mine çiçeğini koyduğum şişeydi o. "Bu ne, Eleanor?" Daha ağzımı açamadan konuştu. "Kendine zarar mı veriyorsun?" dedi tiksinir bir yüz ifadesi ile. "Anne ve baban olsa senden utanırlardı." Yüzümdeki gülümseme anında düştü. "Marcus eminim ki senin bu aptallığına tutulmuştur. Onda hep o tip vardı zaten."

Elindeki şişeyi hırsla aldım. "O çeneni kapa, Elena Mickelson." dedim gözlerimi gözlerine dikerek. Elimdeki şişeyi avucuma bastırdım. "Bir de çok zekiyim pozları kesiyorsun. Ne kadar da yanlış bir poz." Başımı hafifçe eğdim. "Oradan sana nasıl bir izlenim veriyorum bilmiyorum ama ben kendime amaçlar dışında zarar vermem." Kaşlarım bana attığı boş bakışlara karşın havalandı. "Hâlâ anlamadım mı? Bana mine çiçeği ve kurt boğan aracılığıyla kaç kez zarar verdiler. En azından bir dahaki sefere biraz da olsa vücudumun daha dirençli olmasını istiyorum. Tüm olay bu." Başımı iki yana sallayarak komodine yöneldim. Şişeyi sertçe çekmeceye koydum.

"Şaşırtıcı." dedi. "Aynı zamanda mantıklı.  Ters köşe. Ne diyebilirim ki senin geçen günlerdeki hâllerinden sonra bu düşüncem oldukça doğru görünmüştü."

"Beni tanımıyorsun, benim hakkımda yargılarda bulunamazsın." dedim hiddetle ona dönerek. "Anne ve babamı buna hiç karıştıramazsın, bunda anlaşalım Elenacım. Ortak olacaksan birbirimizi eksik veya kırgın yönlerimizden vuramayız." Kaşları havalandı.

"Ortak derken." Başını iki yana salladı. "Senin aklında neler var?" Nefesimi sertçe dışarı üfledim. Dudak büzdüm.

"Her şeyden önce aklımda bir dizi veya film izlemek var." Kendimi yatağa bıraktım. Gözlerimi duvara diktim. "Ben buraya tıkılıyken ne diziler ne filmler çıkmıştır şimdi. Ben çok şey kaçırıyorum. Sonra güzel bir müzik dinlemek. Böyle deli dolu, gümbürdeyen müzikler. Yağan yağmurun altında dans da edebilirim. Bir sürü seçenek dolanıyor aklımda."

"Oyun oynamıyoruz, Eleanor. Zamanımız da pek değil, saatler yaratamıyorum maalesef."

"Ya!" dedim son harfi uzatarak. "Ben onu da yapabilirsin sanıyordum."

"Eleanor Parker seni ciddiyete davet ediyorum. Oyun oynamıyorum."

"Ancak beni oyuna davet edersen gelirim, Elena." Yatakta dikeldim. "Ben bir deliyim, çocukluğunda asılı kalmış bir hasta. Herkes tarafından hor görülen bir umut. Ben buyum. Ancak oyunlara gelirim." Dudaklarımdan ufak bir kıkırtı döküldü. "Böylelikle dışarıdan neler olduğunu görüp oyunu yönlendirebilirim, oyunu yeniden kurabilirim. En sevdiğim oyun." Göğsü aldığı derin nefesle şişti.

"Bana neler olduğunu, olacağını anlat diyorsun." İşaret parmağımı ona yönlendirdim.

"Bingo!" Başımı aşağı yukarı salladım. "İşe oradan başlayalım. O gün ne demek istediğinden başlayalım. Ailemle ne alakan vardı? Neden? Niye?" Başımla yatağı işaret ettim. "Buyur geç. Kendi odan gibi rahat edebilirsin."

İtiraz etmeden yanıma gelip oturdu. İkimiz de birbirimize doğru döndük. Artık gözleri tamamen saf bakıyordu. Ben de yüzümdeki gülümseme maskesini düşürdüm ve tüm ciddiyetimle Elena'ya baktım. "Bizim ailelerimiz arkadaştı."

"Sen beni hatırlıyorken ben niye seni hatırlamıyorum? Bunu sen biliyorken ben niye bilmiyorum?" Başımı iki yana salladım.

"Senden iki yaş büyüğüm." Göğsü tekrar şişti. "Hafızam sana göre çok daha iyi."

"Tek sebebi bu olamaz." Kızıl saçlarına ithafen, "Senin gibi birine denk gelseydim hatırlardım. Neden hafızamda değilsin? Dahası benim zihnime nasıl girdin? Bu Marcus için bile zorken neden senin için zor değildi?" dedim.

"Her şey çok eskilere dayanıyor. Benim herkesten farklı olan bir yanım var."

"Onu anladım." Başını dikleştirdi.

"Gözlerim parlıyor çünkü ben zihin gücüne sahibim. Senin bir alt versiyonun gibiyim. Tabii senden çok daha tecrübeliyim." Ona öylece bakakaldım. Onun da zihni benimki gibi miydi?! Nasıl oluyordu?! Bu güç tek bende yok muydu?! "Tamam, şaşırma payı vereyim." Parmaklarıyla dizinde ritim tutmaya başladı.

"Pardon?" dedim şok olmuş bir sesle. " O nasıl oluyor be?! Tak diye gökten mi iniyor güç sana?!" Samimi kahakhası odada köşeden köşeye atladı.

"Tabii ki de hayır." Başını iki yana salladı. "Hikaye asıl burada başlıyor. Baban ve benim babam bana bu gücü vermek için bir kara büyü yaptılar. Hepsi gibi bu büyünün de bir bedeli oldu. Hep olur." Yutkundu. Kaşlarım havalandı.

"Bedel neydi?"

"Bana zarar veren bir sonuç değildi. Olan benim aileme oldu. Benim anne ve babama." Gözleri dolmuştu. Gözlerini çevirdi. "Büyüyü sen doğduktan sonra yaptılar. Büyü babamın içindekini istiyordu, senin baban içinse sadece kanı kâfiydi. Onun kanı benim babamın canı." Hafifçe gülüp sol gözünden akan yaş eşliğinde bana baktı. "Sen şimdi babam oracıkta öldü sanarsın, öyle olmadı. Bir büyücü ve cadı için her şeyden önemlisi içindeki büyünün canlılığıdır. Büyüsünün hareketliliğini emiyordu. Ama yapmak zorundalardı çünkü hepsi biliyordu. Halan, baban, annen, babam, annem ve daha babanı destekleyen onlarcası. Shepard soyu da aynı sizin gibi önlemler alıyordu fakat maalesef ki herkesin kibri asıl engel oldu. Kimse birleşmedi ve kimse fark etmedi. Daha doğrusu etseler bile kimse o koca kibirlerine bunu yediremedi." Genişçe gülümserken duygularını bastırmak için verdiği çabayı gördüm ve bu neredeyse benim gözlerimi dolduruyordu. Histerik bir şekilde güldü. Elini iyi yana açtı. "Kibirleri onların sonu oldu. Hepsinin. Ne benim anneme ne de senin annen şu an hayatta değil. Hiçbiri masum değildi ama biz masumduk. Bunun için çabaladılar."

"Ne yaptılar?" Elinin tersiyle düşen damlaları sildi.

"Ben de her şeyi tam olarak bilmiyordum. Hâlâ bilmiyorum. Zihnin her şeyin ötesinde bir güce sahip. Benim için verilen güç bile onlarca insanın canına mal oldu, babamın büyüsüne ve senin babanın kanına." Büyük bir şok bedenime yer etti.

"Onlarca insanın canına mı?" dedim tek nefeste.

"Tabii ki de." Dudak büzdü. "Hayallerini yıktığım için özür dilerim ama annenle babanın masum olduğunu mu sandın?" Başını iki yana salladı. "Hiçbiri değildi, Eleanor. Eminim ne annen ne de baban o kadar insanın canına kıyarken gözlerini kırpmıştır. Belki annen, o da lohusa olduğundan olabilir." dedi kuru bir sesle. "Ama eminim ki sadece göz kırpmışlardır. Senin için her şeyi yaparlardı. Her şeyi yaptılar da."

"Onlarca insandan bahsediyorsun. Bu katlediş."

"Sen sevdiğin adamın kaç kişiyi katlettiğini biliyor musun? Eleanor, buradaki herkes senin saflığına hayran. Caleb'ın kardeşinin bile 11 leşi var bu hayatta. Bu evren bunu emrediyor. Öldürmezsen ölüme mahkûm olursun. Bunun sonu bu." Burnunu çekti. "Ve herkes de bunu yaptı. Mecburlardı.
Nasıl Shepard ve Cleverly soyu bunun için çabaladıysa onlar da çabaladı. Çabalamak zorundaydılar."

"Neden diğer soylarda benden başka gölge yok? Onlarda çocuk yok muydu?" Alayla güldü.

"Üç tane vardı. İkisi Cleverly soyuna, biri Shepard soyuna mensuptu. Hepsi aralıklarla katledildi. Zaten gölge soylarında azınlıklar fazlayken gölgeler yavaş yavaş katledildi. Sona ise Parker soyu kaldı. Akrabalar ve asıl soy yavaşça ölmeye başldı. Bu dikkat de çekmedi hâliyle. Lanet kandaydı. Kan sendeyse ve güce mensupsan zaten ölümün kesindir. Diğer soylardaki ölümler de bunlara bağlandı tabii, en basiti. Gölgeler ölümsüz değildi, bunu herkes biliyordu. Meclis yasaklasın ya da yasaklamasın." Boğazımdaki kuruluğu yok etmek istedim. Annemle babam birer katildi. Hem de seri katil. Benim için. "Sona siz kaldınız. Sen. Tabii Josef ve Milanda'nın aşkının dillere destan olduğu da malum. Onların yüce meyveleri sen. Hiç kolay değildi. Josef çok güçlüydü, annen de. Muhteşemlerdi ve birbirilerine çok aşıklardı. Ama zaaflar son getirirdi. Bunu onlar da biliyorlardı ama sonlarını getirmelerini engelleyemediler."

"Zaaflarla ilgili ne de çok şey biliyorsun." dedim kuru bir sesle.

"Benim bir zaafım yok. Ama senin var. Sevdiğin herkes. Sana değer veren herkes." Başını iki yana salladı. "Bay Lionel oğluna bu eğitimi verdi Eleanor. Ve sen Bay Lionel'in oğlunun en büyük zaafısın." Alt dudağını dişledi. "Son gölge ve Marcus'un zaafı... Bu mükemmel bir ikili. Tam acı çektirmelik ve ezmelik."

"Beni neden öldürmediler?"

"Gölge değildin. Daha doğrusu gölge olup olmadığın bir muammaydı."

Kaşlarım havalandı. "Yani?"

"Tanısı şu ki ölünün bir açıklaması olmazdı. Bir de üzerindeki büyüler var. Eminim sana yaklaştıkları ilk an cayır cayır yanmışlardır. Bayan Milanda bu konuda çok iyiydi. Küçük kızının ölmesine izin veremezdi. Tek kalmasına asla."

"Asıl konumuz burada başlıyor anlaşılan." Göğsünü şişiren taraf ben oldum. "Cadı ve büyücülerin çoğunluğu benden hazzetmiyor. Bunu bakışlarından anlayabiliyorum. Neden senin ailen benim aileme yardım etti?"

"Çünkü herkes babanın gücünü biliyordu. Son üç yüzyılda hayata gelen en güçlü gögelerden biriydi. Bu tüm her şeyin üstündeydi. Marcus'tan bile. Kurtlara yardım etmektense gölgelere yardım etmek çok daha mantıklı geldi babama, anneme ve daha birçok kişiye."

"Ta ki onlar ölene dek."

"Yanlış." dedi anında. "Birçoğu sen tarafından uyarılmayı bekliyor. Onlar seni korudu. Şimdi aynı şeyi senin yapmanı, onlara güven vermen bekliyorlar. Tıpkı anne ve baban gibi."

"Ben annem veya babam değilim." Boğazımdaki yumruya rağmen konuştum. "Bunu onlarca kişiyi öldürerek yapmam."

"Öldürmekten korkarsan ölüm sonun olur." Başını yeniden iki yana salladı. "Kendini kanıtlamazsan kimse arkana geçmez. Şu anda Marcus'un arkasına gözü kapalı geçecek onlarca kişi var. Neden biliyor musun? Çünkü o, bu uğurda masumluğu da dahil her şeyi feda etti." Kaşları çatıldı. "Ama maalesef Marcus buna cüret etmez. Kaybedecek her şeyi var." Beni süzerken dudağı yukarı doğru büküldü. "Sen varsın. Bunu yapamaz. Sen yapana kadar." Kalbim durup atmaya devam etti. "Bu yüzden kendini kanıtlamak zorundasın. Müttefik istiyorsan zorla var olacaksın, Eleanor."

"Bugüne kadar hep bunu yaptım zaten."

"Artık daha fazla zorlamak zorundasın." Gözü komodine kaydı. "Bu sadece mine çiçeği ve kurt boğanla olacak iş değil. Gücünü kullanabiliyorsun, ne kadarını bilmiyorum ve bahsine varırım sen de ne kadarını kullanacağını bilmiyorsundur ama buna dur demek zorundasın, Eleanor." Nefesini sertçe dışarı üfledi.

"Ana hikayeye geri dönmeye ne dersin?"

"Peki." dedi. "Ailelerimizin tanışıklığı böyleydi. Biz de seninle böyle tanıştık. Zamanla benim gücüm sayesinde ailelerimiz daha içli dışlı oldu. Tabii senle ben de. Zihin gücün o zaman da fazlaydı. Kontrolsüzdün, fazlasıyla. Bebek olduğun için vücudun otomatik olarak koruma altındaydı. Seninle sık sık zihinsel iletişime geçmek için çabaladım. Bunun sonucunda ufak bir bağ kurdum zihinlerimiz arasında. Böylelikle zihnine ulaşımı sağladım. Tabii bu sırada ailelerimiz de Meclis'i nasıl düşüreceğinin planını yapıyordu. Müttefik kuruyorlardı. Benim bilmediğim şeyler biliyorlardı ve bu onları yavaş yavaş bir şeye yönlendirdi." Derin bir nefes soludu yeniden. Bu onun için zordu. Benim için de. "Annenle baban ölmeden bir hafta önce benimle konuştular. Hepsi toplanıp dikildiler başıma. Hâlâ aklımda. Bana bağlayıcı bir yemin ettirdiler. Seni koruyacağıma ve gözeteceğime dair. Bu sadece bizim bildiğimiz bir yemindi." Gözleri yeri buldu. "Zaten seninkiler öldükten sonra benimkileri de sekiz ay sonra öldürdüler."

"Kim?" dedim elini tutup.

"Bilmiyorum." deyip elimin üstüne elini koydu. "Ne kadar fazla müttefik o kadar fazla düşman demektir. Bilmiyorum. Hiç kanıtım olmadı. Ailemin cinayeti meçhul."

"Bay Lionel?"

"Herkes ilk ondan şüphelenir. Ama daha başka düşmanları da vardı. Yani belirsiz." Gözleri gözlerimi buldu. Dudakları titredi. Gözleri kızarmıştı. "Özür dilerim. Senelerce hiç bulamadım ailemizin katillerini. Özür dilerim." Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bulacağız." Gözlerim komodini buldu. "Yıllarıma inat bulacağım. Burada geçen günlerime inat bulacağım. İçimden bir ses Bay Canavar diyor."

"Ondan şüphelenmek kolay bili..."

"Gölge olmamdan memnun değil." dedim keskin bir sesle. "Koca kibrine oğlundan başkasını sığdıramadığına eminim." Başımı dikleştirdim. Bir damla yaş akmadı gözlerimden. "Bu cinayet açıklığa kavuşacak. Yapılan onlarca şey açığa kavuşacak. Her şey daha yeni başlıyor." Elena'nın kızaran gözlerine baktım. "Beni bu oyuna zorla soktu. İpleri elinde sanarken o daha ne olduğunu anlamadan her ipi boynuna dolayacağım. Arkadaşlarımın, ailelerimizin ve sevdiğim herkesin hesabını soracağım." Komodine baktım. "Beni bu oyuna soktuysa bedellerine katlanmayı bilecek."

"Desene her şey keyifli bir hâl alacak."

"Kime göre neye göre değişir ama Bay Canavar için iyi olmayacağı kesin. Onun yanında olan kimse için iyi olmayacak." Başımı Elena'ya çevirdim. "Senden etrafı yoklamanı istiyorum. Biliyorum pek insan canlısı değilsin ama insanları yokla. Kimin benimle ilgili ne düşündüğünü bilmek istiyorum, kimin kurtuluşla ilgili ne düşündüğünü bilmek istiyorum."

"Aslına bakarsan biz insan değiliz." Göz devirmeden edemedim.

"Tamam, insan değilsiniz." Elimi bırakıp ayağa kalktı. Ben de ardından ayağa kalktım. Elimi ona doğru uzattım. "O hâlde bu benim bilincim açık hâlde ilk anlaşmamız olsun." Elime bakıp hafifçe gülümsedi.

"Olsun bakalım."

Geçmişin külleri üzerimize yağmak üzereydi. Dahası bunun için hepimiz hevesliydik.

🌜🌚🌛

Nefesimi usulca dışarı salarken karşımdaki Maddy, Casey, Darian, Brendon ve Charlie'ye bakıyordum. Gözlerim Maddy'nin açık yeşil gözlerindeydi. Gözünü bana bakarken kırpmıyordu bile. Ben ise kafamdan geçen şarkı ile ayağımla ritim tutup Maddy'e bakıyordum. Sebep mi? Hiç, öyle gıcık etmelik. Bu çok yerinde bir sebep. "Of!" dedim bir anda. Kaşları çatılır gibi olsa da ikimiz de gözlerimizi birbirimizden çekmedik. Yüzüme geniş bir gülümseme yayılırken gelip yanlarına yerleştiğim Alissa'ya ithafen konuştum. "Burada hiç şarkı yok mu?"

"Yok." diye cevapladı beni Alissa yerine Danny. Ay her yerde bitiyordu bu!

"Alissa'ya sormuştum, Bay Gereksiz."

"Bunu takmadığımı söyleyebilirim, Bayan Gerekli." Gözlerimi ona yandan bir bakış atmak için olsa dahi Maddy'den almadım.

Brendon'ın ona zihinden, "Ömür boyu böyle bakışacak mısınız?" dediğini duydum. Salak! Daha bir gölgenin bir kurt adam sürüsündeki zihinden konuşmaları duyduğunu dahi bilmiyordu. Bu, bu aptallıkla nasıl Bay Canavar'ın yanında yer etmişti acaba?

"Onun karşısında ben her zaman kazanırım."

Yüzümdeki gülümseme daha da genişlerken bir kahkahaya evrildi. Hepsinin yüzünden gelip geçen tiksinme ifadesi çok belirgindi.  "Eleanor ile düzgün konuş." diye uyardı Alissa'nın diğer yanında olan Carlos. Sesi dişlerinin arasından geliyordu.

"Vay canına! Çok korktum kan emici!" Danny sesini korkmuş gibi yapmıştı. "Bileğimden ısırma ama! Sonra çok acıyor." O ton; Alaylı.

"Bir gün Danny kafanı vücudundan ayırırken de aynı şeyleri düşünmeni isterim."

"Ben de kafamı vücudumdan ayırmanı isterim. Ufak bir aksiyon olur."

"Çeneni kapa, Shepard." Alissa'nın elini kolumda hissettim. "Ona bakmayı kesmeyi planlıyor musun?" diye sordu alaylı bir sesle. Dudak büzdüm.

"Bilemiyorum." Gözlerim kısıldı. "Plan yakmak pek lügatımda yoktur." Carlos'un hafif gülme sesi geldi.

"Onu bilmeyen kalmamıştır."

"Kızın gözlerini ezberledim, yemin ederim." Danny'i kolunu omzuma attı.

"Ee, beğendim mi bari?" Hiçbirimiz için onların duyup duymaması önemli değildi.

"Yok. Böyle kedi gibi." Hafifçe titredim. "Ben kedi severim. Benzetemem ya. Türünün son örneği ama kesinlikle güzel bir örnek değil." Danny'nin eli yanağımda yerini aldı ve benden makas aldı.

"Sen türünün güzel bir örneğisin." Alissa'nın kolumdaki eli varlığını hatırlattı.

"Sen değilsin. Siz değilsiniz." Maddy'nin gözleri kısıldı.

"Beni üzüyorsun."

"İnanır mısın şu an bunun için oturup kahkaha atabilirim." Danny kahkaha atıp beni Alissa'nın elinden kurtaracak kadar sert kendine çekti. Buradan ben bile Alissa'nın yükselen sinirini duyabiliyordum. Dahası üzerimizdeki şok dolu bakışları da. Öyle ki Maddy kaşlarını havalandırıp ikimize baktı. "Ne yapıyorsun?!" dedim zihnine doğru.

"Yemeyeceğim seni merak etme. Ufak bir gösteri sadece."

"Birinci olarak beni yeyip yemeyeceğine dair olan inancım sıfır. İkinci olarak seni etrafa gösteri yaparım, çek elini kolunu üstümden." Aksine beni kendine daha fazla yapıştırdı. Kendimi ondan kurtaramayacağımı düşünüyordu.

"Daha sonra açıklayacağım. Şu an bana uymaya çalış." Nefesi saçlarımı üfleyip geçti.

"Ne yapıyosun sen?!" diyen Alissa idi. Maalesef onu göremiyordum.

"Üstelik kurtulabiliyorsan kurtul hadi "

"Üzgün değilim." O daha ne olduğunu anlamadan zihnine sızdım ve tüm kontrolü elime aldım. Zihnimde başka birinin varlığını hatta ve hatta dahası o kişiyi bedenimin bir parçası gibi hissetmek zihnime de vücuduma da ufak bir titreme bahşetti. Bunu daha önce hiç yapmamıştım ve şimdiye kadar yapamayacağımdan emindim. Neler oluyor?

Marcus, "Biri işi eline iyice kavramış." derken tam olarak bunu kastediyordu değil mi?

Danny'nin eli üzerimden usulca çekildi ve benden bir adım uzaklaştı. Sonra üzerini silkeledi. Bunların hepsini benim yaptırmam ise iğrençti. Hemen kontrolü kestim. Gözleri hemen beni buldu. Şokla çarpılmış gözlerin aynısı bende de vardı. Neler oluyor lan?!

Ağzı hafifçe aralandı ve bana bakmaya devam etti. Ve bir anda kahkaha atmaya başladı. Carlos hemen Danny ile arama girmişti. Bu yüce vampir hızı gerçekten nefret ediciydi!

Bana bir titreme geldi ve üzerimi silktim. "Iyy!" dedim hırsla. "Tanrı'm ne olur geri zekâlı olmayayım!"

Danny kahkahaları arasından konuştu. "Merak etme olmazsın!" Carlos bana biraz daha sokuldu. Göz devirerek Alissa'ya baktım. Aklım çok değişik çalışıyordu. Umarım bunun için de onlarca insan feda edilmemiştir.

"Seninle aynı havayı solurken dahi şüphedeyim." Alissa beni diğer yanına geçirip beni Blanca'nın yanına aldı. Blanca bana hafifçe gülümsemeye çalıştı. Bay Lionel onlarla uğraşmıştı.

"Nasılsınız Gece Siyahı Hanım?" dedim gülerek.

"İyiyim, Çok Konuşan Hanım. Siz nasılsınız?" Dudak büzdüm.

"Görüyorsun ki beni böyle bir salağa emanet etti, Bay Lionel. Durumum içler acısı." Elimi buz gibi olan koluna koydum. "Tabii sen içimi merak etme. Ne kadar az kan o kadar iyi." Elimi çekip salladım. "Tam tersi de olabilir. Hiçbir problem yok." Yüzünde içten bir gülümseme belirdi.

"Kanın çok ilgi çekici olsa da maalesef ben senin müptelan değilim, Eleanor. Gece güneşe tutulamaz." Açık olan saçımı elimle arkaya doğru attırdım.

"Güneş gibi olduğum söylenir." Gözlerim Maddy'i buldu. "Zebaniler güneşin önüne çok dikiliyorlar ama ne yapalım?" Elimle kendimi gösterdim. "Bu ışığın da bir bedeli var."

"Zebani ben olmalıyım." dedi Danny aynı alaycılıkla. Başım ona çevrilmeden önce holden içeri giren Marcus'a kaydı. Başını yanındaki Lauren'dan kaldırıp bana bakmadı bile. Hızlı konuşuyordu ve benim onu duyabildiğim söylenemezdi. Dönüp de Danny'e bakmadım. Dilimle dudaklarımı yaladım.

Blanca'ya sanki konuştuğumu kimse duymayacakmış gibi sokuldum. "Bunu hep yapmak istemişimdir." Önümüzden geçip giden Marcus'a baktım. "Pişt!" diye bağırdım Marcus'a ithafen. Üzerime yönelen şaşkın bakışlar Marcus'un bana doğru dönmesiyle çabucak geri çekildi. Gözlerimiz buluştu. Çatık kaşları daha da çatıldı. Elimle gel gel işareti yaptım. Elime bakıp tekrar gözlerime çevrildi gözleri. Başı hafifçe oynadı. "Sana diyorum, Alaric." Ciddi ifademi bozmadım. Başı dikleşti. "Buraya gel." Sert ifadesi daha da sertleşti. Çenesi kitlendi. Gözleri yanımda duran Alissa'ya kaydı, oradan da Danny ve Carlos'a. Hiddetle inen göğsünü buradan bile görebiliyordum. Lauren'ın kaşları havalanmıştı. Elindeki dosyayı diğer eline yavaşça çarptı. "Hadisene, gel."

Hiddetli gözleri yine beni buldu. Ciddi ifademle karşın göğsü şişti. Bana doğru gelmeye başladı. Tam önüme gelene kadar aynı ciddiyeti korudum. "Sana kim bana emir verme cüretini verdi?" Oo, Sayın Çim Biçme Makinası da burada!

Sert ifadesinin inadına gülümsedim. "Baban." dedim gülen bir ifadeyle. Elimi koluna koydum. "İnsana koyuyor tabii. Çok kafana takmasan iyi olur, Sayın Çim Biçme Makinası." Kolunu okşarken elime doğru kaşlarını iyice çatarak baktı. Adem elması oynadı. Koluna hafifçe vurup elimi geri çektim. "Neyse, bunları boş verip asıl konumuza gelelim." O gülümseme asla eksik değildi. "Nasılsın?"

Bana bomboş bir bakış attı. "Sanane."

Ağzım aralandı. "Ne demek sanane?!" Elimi kalbime koydum. Gözleri elime kaydı. "Sadece hâlini hatrını sormak istedim, ayıp ediyorsun." Yüzümde anlayışlı bir ifade belirdi. "Ama seni affediyorum. O yüzden tekrar sormak istiyorum. Nasılsın?" Ses tonum oydu: Her Marcus'u gıcık ettiğimdeki ses tonum.

"İyiyim." Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Sen nasılsın?"

"Kötüyüm." Biraz kenara çekilip görüş açımdan çıkardığı Maddy ve tayfasına baktım. "Zebaniler hava soğuklaşınca artıyorlar." Omzunun önünden dahi olsa o tarafa dönmedi. "Biliyorsundur." Gözlerimiz yeniden birleşti.

"Biliyorum." Dili dudaklarının üzerinde gezindi ve benim gözlerimde dudaklarında gezindi. Gözlerimi hızla yukarı çıkartsam da Marcus çoktan fark etmişti. Gözlerinde onlarca yıldız geziniyordu. Saçılan beyazlıklar siyah tuvale atılan beyaz boya misaliydi. Onlarca anlam katıyordu. Dudağının sol köşesi yukarı doğru kıvrılmıştı çoktan. "Ne istiyorsun?"

"Seninle konuşmak için bir şey mi istemem gerekiyordu?" Başını aşağı yukarı sallarken gözleri dudaklarımda turlamıştı, bu çoktan deli dolu kalbimi coşturmuştu.

"Elbette. Ben bir Yandaş'ım." Gülümsemem genişledi.

"İşe bak! Ben de bu dünya üzerindeki son gölgeyim. Yani senin yandaş olman falan umurumda bile değil. Senden daha üstteyim." Aramızdaki adımları kısalttım. "Yani sana emir de verebiliyorum." Kaşlarım havalandı. "Tabii arkadaşça." Başını sallayarak beni manidar bir bakış eşliğinde onayladı. Tabii tabii arkadaşız bakışıydı bu. "Bu arkadaşlığımızı pekiştirmek isterim."

"Ben istemem."

"Ah!" dedim gülerek. "İsterim mi dedim ben yoksa?! Emrederim olacaktı." Kaşları alayla havalandı. "Sizinle biraz zebanileri konuşuruz." dedim "zebani" kelimesine vurgu yaparak. "Hem biraz dolaşmış oluruz. Buradan çok sıkıldım. Eminim Bay Lionel sizden beni koruyacağınıza dair şüphe duymuyordur. Gölge sizden başka kime emanet edilebilir ki? Yüzyılların gelmiş geçmiş en güçlü türü!" dedim gözlerimi iyice açarak. Dudakları iki yana şekillenmek için yer arıyordu ama bunu herkesin içinde yapmazdı. Yüzündeki mimikleri sildi.

"Senin gibi biriyle hiçbir yere gitmem."

"Benim gibi birine kurban ol." dedim yüzümdeki sahte gülümseme eşliğinde.

"Olan kişiler var." dedi arkadan gelen kız sesi. Gözüm Marcus'un arkasında biten Maddy'e kaydı. Caleb ve Aiden'ı kastediyordu.

Gözlerim ardına kadar açılırken elimi kalbime koydum. Blanca'ya doğru baktım. "Bir anda gelince korktum." Ürpermiş gibi yaptım. Sonra gülümseyerek Maddy'e döndüm. "Ne diyordun?"

"Şu anda önemli bir kişiyi, daha doğrusu senden bile önemli ve işe yarayan birini işinden alıkoyuyorsun. Ve ben de bilinçli biri olarak buna izin veremem." Marcus'a doğru döndü. Marcus'un buz gibi gözleri ona doğru kaydı. "Efendim, siz işinize dönebilirsiniz. Arkadaş ile ben ilgilenebilirim." Kaşlarım havalandı.

"Ben zebanilerle arkadaş değilim." Çenesi kasılıyordu. Çok da umurumda! "Alınırım." dedim yüzüm düşerken. Gözlerinin içine baktım. "Git." Göz bebekleri büyüdü. Genişçe gülümsedim. Gözlerimi ayırmam ile başını iki yana sallayıp arkasını döndü. Marcus'a baktım. "Bak bunu seviyorum." Arkadaşlarının yanına dönen Maddy'e baktım. "Aurası farklı." Gözlerim bana dönen Maddy'e kaydı. Bu da kaybedişinin imzası olsun, güzelim.

Göz kırptım. Marcus'un buz gibi gözlerini üzerimde hissettim. "Bir daha sakın ne benim yanımdaki birine ne de başka birine bunu yapmayacaksın." Sözlerinin sertliğini boş verdim. "Ve Gölge, ben senin emir verebileceğin biri değilim. Bunu o ufak beynine soksan iyi edersin."

"Bu kadar kafana takma, Çim Biçme Makinası." Bir adım geri çekildim. "Bir de göz benim, güç benim. Zebanileri kovalayamayacaksam hiçbir mânâsı yok. Sen zebani sevebilirsin ben sevmiyorum."

"İleri gidiyorsun."

"Geriyi gösterebilecek misin?" Sahte bir gülümseme. "Ben de öyle düşünmüştüm. Yarın senin yanına gelirim. O zaman görüşürüz. İyi günler diliyorum, en azından zebanisiz geçer umarım." Bir süre daha bana baktı. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu, biliyordum. Bu kadar cesur ve aptalca davranmamı istemediğini de biliyordum. Fikrimin aklına yattığını da biliyordum. Ama canavar, canavar olmak için an kollamıyordu. Hep canavardı.

İçine derin bir nefes çekti. Gözleri Blanca'ya kaydı ve yeniden beni buldu. "Cesurluğu aptallıkla karıştıran bir aptal daha." Ve yanındaki Lauren'ı da alıp arkasına bir daha bakmadan ayrıldı.

Aptal olmadıkça akılı arayamazdım ki.

🌜🌚🌛

Gözlerimi kırpıştırarak açtım. Karşımdaki gri gözlerin içindeki oarlamayı seçiyordum.ne diyeceğimi biliyordu. O da artık zamanım geldiğinin farkındaydı.

"Artık uyanıkken de hatırlamak istiyorum."

🌜🌚🌛

Vay vaayyy vaaayyyyy demek istiyoruuummmm!

Sizce neler olacakkk?

Eleanor'un normal hayatta da her şeyi hatırlaması sizce nelere yol açacakkk??

En sevdiğiniz sahne hangisi olduuuu?

Elena hakkında neler düşünüyorsunuz??

Peki kitap boyunca en sevdiğiniz karakteri sorsamm?

Sonra da 2. kitapta tanıştığımız karakterler arasından en sevdiğiniziiii???

Marcus - Eleanor sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuzzz?

Efendiler efendiler oylar diyorum yorumlar diyoruuummm!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

119K 10.2K 47
Zaman hızlı akıyor demiştim ya hani. Hissetmiyordum artık zamanın aktığını, nasıl geçtiğini. Artık korkmuyordum mesela kendimden. Yaptıklarım, yapaca...
JEANNE By Koray Yılmaz

Historical Fiction

1.6K 128 38
Tam anlamıyla bir öykü değil gibi Jeanne. Her bölümü ayrı ayrı okunabilir halde olmasına karşın, bir bütünlük de sağlanıldı. Fransız kahramanın öykü...
5.6K 532 10
Ela Lalezar, hayatı boyunca öncelikleri konusunda sorun yaşamıştı. Örneğin bir keresinde, patates kızartmasını mı yoksa pizzayı mı daha çok sevdiğine...
759K 37.5K 62
Torn Galaksisi tüm galaksiye karanlık çağı getiren Beşen Yeri'ni mühürle hapsettikten sonra Kahin Tivon'ın yaptığı karanlık kehanet yeni çağ gölge dü...