KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

783K 50.4K 56.7K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

10 - SIRLAR DENİZİ

19.4K 1.3K 1.1K
By -zehradogan

"Kötü bir olayla karşılaşmak sürpriz olmamalı. Hislerin bunun olacağını söylememiş miydi?" 

Aklımı kaybettim sandım. Sanki yürürken birden ayağım boşluğa takılmıştı. Beni içine çeken o hiçlik karanlığında boğuyordu. Titriyordum. "Doğa." Ona doğru bir adım atmaya çalıştım. Zihnim algısını yeni açıyordu sanki. Bağırışlar duyuyordum ama hepsi çok uzaktan geliyor gibiydi. Matteo'nun sesiyle irkildim. "İn üzerimden!" demesiyle Doğa'yı üzerinden fırlattı. Bu hareketiyle Doğa karşı duvardaki dolaplara çarpmıştı. Matteo'nun kolunun iç yüzü, dirseğinden bileğine kadar olan kısmı boydan boya kesilmişti. En son bileğine yakın kısımda bıçak saplanmış olarak duruyordu. Kolundan akan kan bütün yatağa yayılmıştı. Matteo bir hışımla bıçağı kolundan çekip çıkardı. Yere düşen Doğa'nın üzerine de kan bulaşmıştı. Gözümün önünde her şeyin birbirine girmesi, seslerin yükselmesiyle zihnimi harekete geçirdi. Doğa kalkmaya çalışıyordu. Matteo onun üzerine doğru resmen atladığında heyecandan elimde beceriksizce tuttuğum silahı ona çevirdim. Her şey çok hızlı gelişmişti. O bıçağı ne zaman çıkardı, ne zaman kalktı, silahı ne zaman ateşledim hiç bilemiyordum. Evet onu vurmuştum!

"Kwang Jee neler oluyor?" Duyduğum sesle arkamı döndüğümde etrafımı saran askerler silahlarını bana ve Doğa'ya doğru kaldırmıştı. Matteo yerde acı dolu inlemelerle bağırıyordu. Elini bastırdığı yere baktığımda dirseğinin içini tutuyordu. Sanırım kurşun eklem yerine gelmişti. Zaten bıçağın kestiği yer boylu boyunca kan akıtırken birde kurşun yarası yüzünden kolunu  kaldıramıyordu bile. Kwang ortamdaki askerlere katılarak Doğa'yı işaret ettiğinde, "Götürün onu hücreye!" dedi. Sonra bana doğru geldiğinde, "Bunun icabına ben bakacağım!" diyerek kolumu tuttu. Askerler Doğa'yı yerden kaldırdığında paniklemiştim. Sessiz ve yalvarırcasına, "Kwang, Doğa'yı sen götür." dediğimde onun adına çok korkmuştum. Doğa'nın daha fazla hırpalanmasını istemiyordum. Kwang kulağıma eğilerek, "Emin misin?" dedi aceleyle. Sadece onun duyabileceği kısık bir sesle, "Evet, lütfen." dediğimde askerler Doğa'yla çıkmak üzereydiler. Kwang bana cevap vermeden askerlere, "Vazgeçtim! Onunla bizzat ben ilgileneceğim!" dedi. 

Askerler durduğunda Kwang, Doğa'ya doğru gitti. Kolundan tutarak götürmeye başladı. Gözler bana doğru döndüğünde bundan keyif almış gibi bana bakıyorlardı. Kollarımı tuttular. Bir asker karşıma geçtiğinde, "Matteo'yu mu vurdun sen?" diyerek suratıma yumruğunu geçirdi. Yüzüme inen yumruktan kaçınamamıştım bile. Acıyı bütün çenemde hissetmemle başım öne doğru düştü. Ardından karnıma aldığım bir yumruk ayakta iki büklüm etmişti beni. "Öldürün onu!" diye yığıldığı yerden konuşan Matteo sanki son nefesini kullanmıştı. Öyle nefret dolu öyle aceleyle konuşuyordu ki yabancı bir dile geçiş yapmıştı. Matteo'yu da yerden kaldırdıklarında yanımdan geçerken dibime kadar girdi. "Bu iş burada bitmedi." dediğinde bütün nefesini yüzüme çarpmıştı. Alnını alnıma yaklaştırarak konuşmuştu. Karşımdaki iğrenç varlığa sert bir biçimde kafa attım. Zira daha fazla konuşmasına tahammülüm yoktu. Bu hareketimle adam yüzünü sağlam eliyle kapatmaya başladı. Gerçekten sert vurmuştum. Benim de kafam çok acımıştı. 

"Götürün şunu!" diye güçlükle bağırdığında hala gözünü açamıyordu. Kolumu koparırcasına kapıya doğru götürüldüm. Yüzüm aldığım darbeden dolayı yanmaya başlıyordu. Yüzümdeki açık yaraların kanadığını hissediyordum. O çizik yaralar öyle yakıyordu ki, bütün yüzüm karıncalanıyordu. Direnmenin bir anlamı yoktu bir an önce beni hücreye götürseler iyi olacaktı. Zaten götürülürken bir de arkamdaki askerin saçımdan tutup arkaya çekmesiyle bütün sinirlerim yerinden oynadı. "Örtüsü için direnen yazara da bakın!" diyerek kahkaha attığında bu durumdan zevk alıyormuşçasına herkes güldü. Kollarımdan büyük bir güçle tutuluyordum. Dört tane adamın etrafımda olmasından iğrenmiştim. "Bırak!" dediğimde arkamdaki adam hala saçımı tuttuğunda bacaklarımdan destek alarak arkama doğru sıçradım. Havada ters takla atarak arkamdaki adamı ayaklarımla resmen savurmuştum.

Sıçrayıp arkaya doğru dönmem yüzünden kollarımdan tutan adamlar da dengesini kaybetti. Bunu fırsat bilip durmadan en yakınımdakinin karın boşluğuna vurdum. Nihayet bir elim boşta kalmıştı. Diğer kolumdan hala tutan adamın yüzüne doğru bacağımı kaldırarak tekme attım. Geriye doğru bocalayan adam kolumu bırakmak zorunda kaldı. Sol ayağımla ona doğru adım atıp arkamı dönerek diğer ayağımla döner tekme attım. Peşinden boğazımda hissettiğim kol bütün hareketimi kısıtlamıştı. "Dur artık yazar hanım!" Dirseğimle karnına vurmaya çalışsam da koluyla boynumu kafese alan adamı yerinden oynatamadım. Sırtıma o kadar yakın dayanmıştı ki artık boğulmak üzereydim. Direnmeye çalışmam üzerine vücudumda hissettiğim elektrik bütün bedenimi titretti. Yere yığıldığımda elektro şok cihazını elinde gevşek bir şekilde sallayan bir asker üzerime eğildiğinde, "Kwang seni henüz eğitememiş gibi duruyor." deyip iğrenç bir sıfatla gülümsedi. Yerden kaldırılıp götürülmeye başladım. Kımıldayamıyordum. İyi ki Doğa bu vahşilerin elinde değildi. Ben de çok kötü durumdaydım ama zaten benim yüzümden yeterince işkence görmüştü. Daha fazlasına izin veremezdim. 

Askerler beni götürürken bir adam arkamdan topuz olarak topladığım saçımdan tokamı çekip aldı. Saçlarıma dokunuyordu. Çekerek kokladığı saçımı arsız sözlerle dağıtıyordu. Sinir boğazımı sarıyordu ve içimdeki öfkenin ateşi gözlerimden çıkmaya çalışıyordu. Ağlamamak için direniyordum. Vücuduma elektrik verildiğinden çenemi dahi açamıyordum. İnsanlar neden bu kadar kötü? Tamam, anlıyorum. Herkes aynı düşüncede değil. Herkesin inancı farklı. Sevmiyorlar biliyorum ama saygı duyması bu kadar zor mu? Bu kadar alay konusu olması neden? Bu kadar nefret edilmesi ne için? Kinleri yüzünden ne kadar canavarlaştıklarını görmüyorlar. Benim ne zararım oldu? Benim gibilerin ne zararı oldu sizlere? Sadece bedenimin üzerine bir kat örtü örttüm diye mi hedefiniz oldum? Bu yüzden mi nefret ettiniz? O örtünün altındaki bir insan. Sizler gibi bir insan. Neden bu zulmü bize hak görüyorsunuz? Neden? 

Hücreye kadar elleriyle her yerime dokundular. Bir çöp gibi hücre kapısına kadar getirildiğimde çirkin sözlerine devam ettiler. Bir paçavra gibi içeri atıldığımda yüzüstü yere düştüm. Hala cihazın etkisi üzerimde olduğundan kımıldayamıyordum. Yerle temas eden yüzüm yaralarım yüzünden canımı yakıyordu. Güçlükle ağzımı açmaya çalıştım. Kalbim sıkışıyordu. Başım şiddetli ağrısını yine bütün beynimin içine sarmıştı. "Ağlama Hesna. Dayan kızım. Hala ölmedin." Konuşmak için zorlamıştım kendimi. Parmaklarımı oynatmaya çalıştım. Kalkmalıydım. "Kalk!" Kendime verdiğim komutun beni harekete geçirmesini istiyordum. Yumruklarımı sıkmaya başladım. Yere avucumun içini zorla koydum. Sonra diğer elimi de... Ellerimle yerden destek alarak kalkmaya çalıştım. Bacaklarımı hala oynatamıyordum. Kendimi çevirip nihayetinde oturabildim ama belimden aşağısı uyuşuktu. Bacaklarımı ellerimle kaldırıp düzledim. 

Parmak uçlarımla yavaşça yüzüme dokundum. Sonra bulaşan kana baktım. Ellerim titriyordu. Dağılan saçlarımdan yüzümdeki kana yapışan saç tellerim cildimi kaşındırıyordu. Geriye doğru toplamaya çalıştım ama ellerimdeki o uyuşma hissi çok kötü hissettiriyordu. Yutkundum... Üzerimi düzeltmeye çalıştım ama pis eller üzerimde gezinmişti. Bacaklarıma yumruk atmaya başladım. "Hadi! Hadi! Hadi!" Bacaklarımın uyuşukluğu geçmiyordu. "Kımılda!" Ardı ardına yumruk atmaya devam ediyordum. Numaralarını düşündüm. Hepsinin canını yakmak istiyordum. Birden kapı açıldığında bacaklarımı yumruklamayı bırakarak kapıya baktım. Akın'ın gözleri yerdeki beni bulduğunda bir dizini yere koyarak eğildi. "Kim yaptı bunu?" dediğinde zaten gerilen sinirim raydan çıktı. "Sen yaptın!" diyerek iki elimle ittim onu ama o bileklerimden tuttu. "Hesna. Ne oldu anlat bana." Ellerimi ondan sertçe çektim. 

"Sen ne yüzsüz adamsın." Tıslar gibi konuşmuştum. Gözlerimi ondan tiksinircesine kısarak bakıyordum. "Git dedim defalarca! Defol git!" Dayanamıyordum. Önümdeki katile bakmaya dayanamıyordum. "Hesna yanlıştım biliyorum!" deyip bana yükseldiğinde sinirli çıkan sesi beni güldürmüştü. "Sen sadece yanlış değilsin! İnsanları öldüren, yalancı, korkak birisin!" dediğimde afallamış gibi baktı yüzüme. "Öldüren mi?" Gözlerindeki tedirginliği görebiliyordum. "Ben deli gibi ailemi ararken sen insanları öldürmüyor muydun?" diye kükrediğimde aptal gibi bakıyordu suratıma. Evet öldürüyordum diyemeyeceğine göre konuyu değiştirecekti. "Hesna bana olan öfkenden ne konuştuğunu bilmiyorsun." Kalkmaya çalışsam da bacaklarımı hala kullanamıyordum. "Ne öfkesi? Sen benim için var olduğunu mu sanıyorsun?" Ayağa kalkarak bir şey demek için ağzını açtı ama sonra bundan vazgeçip uzun uzun baktı. Yumruklarını sıkarak hızlıca çıktı. Peşinden kapıyı sertçe çarparak... 

Arkasından bütün öfkemi kusarcasına kendi kendime konuştum. Bacaklarıma vurmaya devam ettim. Sonunda biraz oynatabildiğimde bacaklarımı karnıma yasladım. Dizlerim üzerine kollarımı sardım. Başımı kollarıma yaslayarak kapandım. Savunmasız, küçük bir parçaya döndüm. Yorgundum. Çok yorgun... Dakikalarca kımıldamadan kaldım. Birden açılan kapıya aldırmadan öylece kalmaya devam ettim. Bir elini dizime koyan el diğer eliyle çenemden tutup ona bakmamı sağladı. Karşımda, "Bana numara söyle." diyen Kwang Jee ölümcül ses tonuyla önümde yere çökmüştü. Ona baktığımda gözleri yüzümdeki yaralarda ve dağılan saçlarımda endişeyle geziniyordu. Çok emin bir şekilde, "1546, 2154, 1966 hatırladıklarım bunlar." dediğimde kaşlarını çattı. "Sana dokundular mı?" dediğinde evet der gibi ona baktığımda cevabını almış gibi yanımdan kalkıp gitti. Ne yapacaktı ki? 

Beni savunamazdı, koruyamazdı da. Neden bu kadar telaşlıydı? Bütün tekliflerini kabul ettim. Haricinde nasıl olduğum onu ilgilendirir miydi? Ona karşı ne düşüneceğimi bilmiyordum. Şimdilik bütün düşüncelerimi askıya aldım. Sadece ona uyum sağlayacaktım. Yaralarımdan sızan kanı koluma sildim. Ellerim çok kirlenmişti. Saat ilerliyordu. Sanırım geceyi burada geçirecektim. Bu soğuk zeminde, üşüyerek... Bu şekilde çok sıkıntı yaşıyorduk. Gerçek bir asker gibi görünmeye çalışıyordum ama yine öfkeme yenik düşüp kendimi hırpalanırken buluyordum. Savaşın ne zaman olacağını bilmiyordum. Yakında deniliyordu ama daha ne kadar eğitimlerin devam edeceği de meçhuldü. Her şey bittiğinde bize vaat ettikleri hayatı yaşatmayacakları belliydi. Öyle olsa bile onların yaşamaktan anladığı farklıydı. Dinsizliği, açıklığı, onların hayat statülerine uymayı yaşamak sayıyorlardı. Ben bunların arasında sadece yaşayan bir ölü olacaktım. Savaşa kadar bir sınavımız olduğu gibi sonrası için de sınavlar devam edecekti. 

Duruşumu hiç bozmadan dakikalarca durdum. Ne uyuyabildim ne de kalkabildim. Zaman kavramından haberim yoktu. Kwang gittikten sonra ne kadar zaman geçti kestiremiyordum. Daha fazla olduğum yerde duramadım. Yerden destek alarak ayağa kalktım. Bacaklarımı esnettim. Vücudumdaki yeni ağrı noktalarını keşfettim. Bugün sırtıma aldığım darbeden ötürü yere yapışınca üzerimde gezinen ayaklar her yerimi acıtmıştı. Bir köşeye doğru yürüdüm. Sırtımı duvara yaslayarak oturdum. İfadesiz yüzüm sanki kaskatı olmuştu. Çatık kaş, sabit dudak yüzüme oturan ifadelerdi artık. Yorgunluk üzerime bindiğinde uyuklar gibi oldum. Kendimi sürekli başka düşüncelere itiyordum ama buraya nasıl getirildiğim zihnimi dürtüp duruyordu. Öyle hissizdim ki zihnim de bedenim de olaylara nasıl tepki vereceğini şaşırmıştı. 

Deli gibi etrafa saldırasım vardı. İçim sökülürcesine ağlayasım, haykırasım vardı her şeye ama gücüm yoktu. Gözlerim kapanıyordu. Uyumak ve hiç uyanmamak istiyordum bazen... "Hesna?" Gözlerimi açmamla karşımda gördüğüm Kwang beni şaşırtmıştı. İçeri ne zaman girmişti? Uyumuştum demek ki. Algım açılmaya başladığında yüzündeki kanlar gözüme takıldı. Sonra üzerinde gezdirdim bakışlarımı. "Neden üzerinde kan var?" dedim kendimi toparlamaya çalışarak. "Sana battaniye getirdim. Burası çok soğuk." diyerek omuzlarımın üstünden getirdiği küçük bir battaniyeye sardı beni. İtiraz etmeden üzerimi örtmesine izin verdim. Nedense şu an çok şefkate ihtiyacım vardı. "Geceyi burada geçireceğiz." dediğinde ona bayık gözlerle bakıyordum. "Sen gitmeyecek misin?" Sorumun ardından yavaşça saçlarımı toplamaya başladı. Sırtım duvara yaslı olduğundan ellerini başımın arkasına doğru götürmüştü. Yüzlerimiz karşı karşıyaydı. Ben ona bakıyordum ama o dikkatle saçımı toplamaya çalışıyordu. Çok sık olmadan tokayı iki kez bağladığında başımın arkasındaki ellerini çekti.

"Bir de toka mı getirdin?" dedim ama sorularıma cevap vermiyor hala üzerimi düzeltmeye çalışıyordu. Bu durumun beni rahatsız etmemesine şaşırmıştım. Belki de çok yorgun olduğumdan karşı gelecek bir harekette bulunamıyordum. "Duvardan çok soğuk geliyor. Duvara yaslanma." dediğinde ona doğru eğdim kendimi. "Nereye yaslanacağım peki?" dediğimde uykudan olduğum yere yığılıp kalabilirdim. Hemen cevap vermedi. Düşünüyor gibiydi. "Bana yaslan." Geciken bir cevap olmuştu ama sanki çekinerek söylemişti. Vereceğim ters cevaba da kendini hazırlamış gibi duruyordu. "Olur." dedim kendimden de bunu beklemeyerek. Sesim hem güçsüz hem de yorgun çıkıyordu. Sessizdi de biraz. Birbirimize bakıyorduk. Sanırım olur dememi beklemiyordu. Bu sessiz bekleyişi fazla uzun tutmamaya çalışarak yanıma geçti ve sırtını duvara verdi. "Böyle gel." diyerek elini göğsüne koydu. 

Ona uykulu gözlerle bakıyordum ama ona yaslanarak uyuma fikri beni utandırıyordu. Çok yavaş hareket ediyorduk. Biraz öylece baktıktan sonra ona arkamı döndüm. Sırtımı yavaşça omzuna doğru verdiğimde ufacık bir yaslanma düşünüyordum. O ise ona doğru eğimimin ardından bir elini dizlerimin altından geçirdi. Diğer elini de belime desteğini vermek için kullandığında beni kucağına aldı. Benim yavaş hareketimin ardından onun beni hızla kendine çekmesi çok beklenmedikti. "Sadece yaslanacağımı söylemiştin." dediğimde ona bakmıyordum. Kolları arasında küçüldükçe küçülmüştüm. "Sana burada yerim var." diyerek üzerimdeki battaniyeyi düzeltti. Onun kucağına sığınmak beni tuhaf hissettirmişti. Sırtını duvara yaslamış bacaklarını genişçe uzatmıştı. Başımı yavaşça göğsüne yasladığımda kollarıyla beni sarmıştı. "En azından ısınana kadar biraz böyle kal." dedi. Şu an onunla bu durumda olduğuma inanamıyordum ama bu bana iyi de hissettirmişti. Bir şey demedim. Geniş gövdesinin üzerinde battaniyeye yumularak duruyordum. Zaten cep kadar kızdım.

Gidip ne yapmıştı? Doğa'yı nereye götürmüştü? Burada olması sıkıntı olmayacak mıydı bilmiyordum ama hiçbirini şu an sormak istemedim. Sadece bir şeyler anlatmak istiyordum. Böylelikle uykuya dalabilirdim. "Kwang." dedim kısık bir sesle. O da sesime uyumlu bir şekilde, "Efendim." dedi. Başım göğsüne yaslı bir şekilde konuşmaya başladım. "Benim bir türlü anlayamadığım bir şey var." dediğimde sustum. Ardından söyleyeceklerimi düşündüm. Merak etmiş olmalıydı. "Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin bir şey hiç değişmedi." dedim. O da sustu, ben de... Sonrasında, "Nedir o?" derken meraklı sesini sezebiliyordum. Gözlerim kapalı uyumaya hazır olarak konuşuyordum. "İnsanların bakış açısı." dediğimde sıkıntılı bir nefes çekti içine. Konuşmaya devam ettim. "Yıllardır insanlığa kabul ettirilemedi örtümüz. Belirli bir noktadan yargılanıp durduk. Sevilmedik, dışlandık. Ben böyle özgür hissediyorum. Böyle mutluyum. Bu neden hiç umursanmadı?" Çok yavaş konuşuyordum.

"Hala insanların ne giydiği neden herkesin tartıştığı bir konu anlamıyorum." dedikten sonra bir şeyler daha söylemeyi istedim ama konuşamayacak kadar uyku bastırmıştı. "İnsanları bu konuda anlamana gerek yok." dediğinde istemsiz gözlerimi açtım. Bir şey demesini beklemiyordum. "Fikirsiz ve saygısız insanlar bu dünyada her zaman yaşamaya devam edecek. Bu değişmez. Bu yüzden inandığın yolda yürümeye devam et. Bırak hasetlerinden gebersinler." dediğinde hafifçe güldüm. "Kwang Jee." Fısıltı gibi çıkmıştı sesim. "Efendim." O da yine fısıltıyla cevap vermişti. "Sana karşı yumuşadığımı sanma sakın." derken çok yumuşak konuşmuştum. Hiç ciddiye alınır bir halin içinde değildim. Beni kollarıyla daha da sarıp, "Sert olman hiç problem olmadı." dediğinde sabah olduğunda bu durumun içinde olduğum için kendime çok kızacağımı biliyordum. İyice mayıştığımda daha fazla bir şey söylemedim. 

Sıcak yüzünden artık gözlerimi araladığımda vücudumun dinlendiğini hissediyordum. Bir süredir uyumuş olmalıydım. "Hesna, kalkmalıyız." Onun sesini duymamla nerede olduğumu hatırladığımda kucağından kalkarak yanına oturdum. "Sabah oldu mu?" dediğimde ayağa kalkarak üzerini düzeltti. "Hayır ama neredeyse olacak. Gece çok hareketli olduğu için seni çıkaramadım. Kimse uyanmadan kendi binamıza gidelim." dediğinde elini kalkmam için uzattı. Uzattığı eli tutarak ayağa kalktım. Kapıya doğru yürüdüğünde arkasından onu takip ettim. İçeriden kilitlediği kapıyı açtığında birlikte çıktık. Binamıza yürüyene kadar sormak istediklerim aklıma geldiğinde, "Doğa iyi mi?" dedim. "Evet. Onu bir hücreye koydum. Bence Matteo sakinleşene kadar bir süre orada kalmalı." diyerek cevapladı. "Üzerinde neden kan vardı?" diye sorduğumda gece hızla yanımdan gidip ne yaptığını bilmek istemiştim.

"Söylediğin numaraların yanına gittim. İşlerini gevşek yaptıkları için onları biraz hırpaladım. Seni de bu askeriyede güçlü bir eğitimden geçirdiğimi ve silahıma dokunmamaları gerektiğini söyledim." dediğinde olayı kendine çevirip bu bahaneyle onları dağıtması kral hareketti. Yavaş yavaş gözüme giriyordu. "Bu durumda silahın ben miyim?" dediğimde gizliden gizliye gülümsedi. "Sen sahiplenilmeyi pek sevmezsin ama öyle görünmesi gerekiyordu." dedi. Aferin, bana sahip olduğunu düşündürmediğim için kendimi tebrik ediyordum. Nedendir bilinmez silahı olmak da çok rahatsız etmemişti. "Bence birbirimizin silahı olmamızda bir sakınca yok." dediğimde epey şaşırarak bana baktı. Ben de şaşkındım ama onları benzettiği için bunu teşekkür sayabilirdi. Yürümeye devam ediyorduk. Binaya girdiğimizde güneş doğmadan sabah namazını kıldık. Bu konuda sözünde durduğu için mutluydum. Duşa girerek üzerimdeki pislikten kurtuldum. Yüzümdeki yaralara merhem sürdüm. Kwang da benden sonra duşa girmişti.

Yeni güne artık hazırdık. "Matteo'nun dizginlenemez bir öfkesi var. Bu yüzden onu gördüğünde muhakkak yolunu değiştir. Belaya bulaşma." dediğinde aynı zamanda kapıya çıkmamız için yönelmişti. "Bu askeriyede rütbe aldığımda onlara belayı bizzat ben yaşatacağım." derken kimseyi dövmemek için söz veremezdim. "Kendini o konumda görebilirsin. Onlara güven verdiğin sürece el üstünde tutulursun." dedi. Binadan çıkıp bizi ilgilendiren derslere girmeye başladık. Kwang beni çok çalıştırıyordu ama şikayetim yoktu. En iyisi kendimi geliştirmekti. Yeni taktikler keşfetmeliydim. Arkadan boynum kafese alınsa nasıl kurtulacağım konusunda dikkatli olmalıydım. Buradaki bazı adamlar çok iriydi ve ben onların yarısı kadardım. Nişan alma konusunda çok iyiydim ama milleti kurşunlayıp katil olmayı da istemiyordum. Düşüncelerimi bölen Kwang, "Arka cebinde ya da bacak ceplerinde çakı taşımalısın. Boyun kısa olduğu için kolaylıkla bacaklarına saplayabilirsin." dedi. Övdü mü yerdi mi şimdi? "Çok sağ ol. Bu bilgi için..." dediğimde göz devirmesem olmazdı.

Buradaki çalışmalarımız da sona ermişti. Yeni kodlar ve sistemi daha rahat tanıyabilmem adına tekrar bilgisayar odasına gittik. Robotlar gerçekten çok ürkütücüydü. Biz savaşırken yanlarımızda olacak olmaları insanı tedirgin etmiyor değildi. Şu an kullanıma açık olmadığından nasıl çalıştıkları hakkında eğitimler başlamamıştı. Eğer düşman taraflar da böyle ölümcül makineler geliştiriyorsa ortalık kan gölü olurdu. Bu oda da çok fazla vakit geçirmiştik. Henüz robotların çalıştırılma sistemi denenmeden bir kopya almam faydasız olacaktı. Şu an onlar gibi tasarım yapmakla meşguldüm. "Hesna." Kwang'ın bu yoğun çalışmadan başı ağrımış olacaktı. "Efendim." dediğimde gözlerini ovuşturuyordu. "Burada su altı dersi görmedin. Seni bir sır kapısından geçirmemi ister misin?" demesiyle meraklanmıştım. Bilgisayardaki son işlemleri yapıp çabuklukla kapatarak, "Korkmam gerekiyor mu?" dedim. 

"Ben oraya sırlar denizi diyorum. Biraz ıslanacak, biraz da adrenalin yaşayacağız." dediğinde merakım kabarmıştı. "Gidelim." diyerek kalktığımda sanki ben götürecekmişim gibi önden yürümeye başladım. Asansörü çağırarak içeri daldım. Kwang ise karşımda dikilmiş içeri girmemişti. "Ne yapıyorsun?" dediğinde şaşkın şaşkın ona baktım. "Çıkmıyor muyuz?" derken yaramaz bir çocuk gibi göründüğüme emindim. "Asansörü kullanmayacağız. Bu taraftan." diyerek elini yürümemiz gereken yöne doğru kaldırdı. "Baştan desene." diyerek asansörden çıktığımda, "Bir kat aşağı gideceğiz." dedi. "Zaten zeminde değil miydik? Daha aşağısı mı var?" diye sorduğumda bu meraklı halim onu güldürmüştü. "Daha bilmediğin çok şey var." diyerek önüme geçtiğinde bizi birtakım koridorlardan geçirdi. Aşağı doğru inen merdivenleri yürümeye başladık. Daha nereye iniyorlardı acaba? Bunun bir aşağısı dünyanın iç çekirdeğiydi. 

Demir ya da çelik her ne kullanıldıysa burada devasa bir kapı vardı. Kwang şifreyi girdiğinde beni neyin karşılayacağını merak etmiştim. Sürgülü kapıyı güçlükle kendine doğru çektiğinde, "Sırlar denizine hoş geldiniz." dedi. İçeri doğru bir adım attığımda yürüdüğümüz o loş ışıklı koridorlardan sonra içerisinin aydınlığı gözlerimi kamaştırmıştı. Kwang kapıyı kapatıp arkama geçtiğinde, "Gözlerini açmalısın." dedi. Tavanlardan yansıyan o beyaz ışıklar, altında kocaman bir havuzu aydınlatıyordu. Birkaç adımlık geniş basamaklı merdivenlerden aşağı yavaşça indim. Kwang hemen yanımdaydı. Birkaç asker denizaltı araçlarında çalışmalar yapıyordu. Sıra sıra dizilen insansız su altı araçları üzerinde işlemler yapılıyordu. Hemen sağımda açılan bir kapıdan malzeme getiren askerler yüzünden resmen kocaman bir sanayi çalışması izlemiştim. Burası kaçıncı boyut diye düşünürken havuza inen denizaltı araçlarını gördüm. Koşarak havuzun kenarına yaklaştığımda dibinde ışıklandırmalar olduğundan bütün her şey buradan görünüyordu. 

İki denizaltı aracından çıkan ateşlemeler havuzun içinde görsel şölen sunuyordu. "Bu araçlarla da çalışacağız." diyen Kwang'a ağzım açık bir şekilde döndüm. Geldiğim askeriye bunun yanında halt etmişti. Demek ki o havuz dersi bunlar içindi. "Makinelerin çalışıp çalışmadığından emin olunuyor. Burası, buradaki araçlar için deniz mühendisliği yapılan bir alan. Denizaltı makinelerinde silahlandırmalar güçlendiriliyor. Bunun üzerine projeler yapılıyor. Şimdi seninle bir tanesini test edeceğiz." dediğinde hala aptal gibi ona bakıyordum. Henüz şaşkınlığımı atlatamamışken yanımıza doğru gelen bir kız kaynak baş makinesini başından çıkardığında, "Selam!" dedi. Kaynak ekipmanlarını da ayağının dibine koydu. Bana bakan kişinin Medusa olmasına mı yoksa üzerindeki tulumla burada çalışır vaziyette olmasına mı şaşırmıştım emin değildim. "Sen burada ne yapıyorsun?" diye sonunda bir cümle kurabilmiştim. 

Kwang da Medusa'ya burada ne işi olduğunu sorgular bir şekilde bakıyordu. Medusa hevesle konuşmaya başladı. "Dövüş dersindeyken çok iyi olmadığımı söylediler. Ben de performansımı yansıtabileceğim başka bir ders olup olmadığını sordum. En sonunda burayı söylediklerinde girmek için çok ısrar ettim. Israrım üzerine bir işe yaramazsam hücreye kapatmakla tehdit ettiler. Burada yaptığım kaynaklar ve projelere bayıldılar. Sanırım artık burada çalışacağım." dediğinde bir solukta konuşmuştu. Ona ifadesiz bir şekilde bakmaya devam ediyordum. "Sen biraz şöyle gelsene." diyerek omzundan tuttuğum gibi Kwang'ın yanından uzaklaştım. "Sen önceki hayatında mühendis falan mıydın? Ne planlıyorsun?" derken bu işi yapabildiğine inanamamıştım. "Baba mesleği gördük diyelim." dediğinde rahatlığı inanılmazdı. Sanki ay bile değil de yıllardır burada çalışıyormuş gibiydi.

"Sen neden geldin?" dediğinde uzaktan bizi izleyen Kwang'a baktım. "Onunla denizaltı araçlarını deneyeceğiz." dediğimde Medusa yine şımarmaya başlamıştı. "Kocamla bir havuz turu diyorsun yani." Kaşlarımı çatarak, "Medusa her şeyle nasıl alay edebiliyorsun merak ediyorum." dedim. Birden ciddiyete bürünüp, "Aynaya baktığında orada gördüğün kişi seni rahatsız etmiyorsa bunu bilemezsin." dedi. Ona dikkatle baktığımda konuyu değiştirerek, "Ben bu araçların yapısını anlamaya çalışayım. Düşman denizden de saldırabilirmiş. İnsansız sualtı araçlarında kontrolü sağlamak çok zor oluyor. Burada kilitli çok kapı var. Neler döndüğünü takip edeceğim. Güvenlerini kazanmalıyım." dediğinde ona onaylar şekilde baktım. "Beni şaşırttın Medusa. Bu konuda becerin olduğunu bilmiyordum." dediğimde bana yaklaştı. "Sen de hacker olduğunu söylememiştin değil mi?" diyerek göz kırptı. "Çok işim var. Size iyi eğlenceler." demekle de yanımdan kaçtı. 

Kwang'ın yanına doğru yürüdüm. "O arkadaşına ne kadar güveniyorsun?" dediğinde bu soruya ne cevap vereceğimi bilemedim. "Medusa'ya mı? Neden sordun?" Onu birkaç gündür tanıyordum ama dürüst birine benziyordu. "Merak ediyorum." Bir şeyi çözmek ister gibi ciddiydi. "Onu yeni tanıdım ama güvenilir buluyorum." dedim. Havuza doğru bakarak, "İşimize yarayabilir. Bunu düşüneceğim." dediğinde ben de karşısına geçtim. "Arkadaşlarıma senden bahsetmemem gerektiğini söylüyordun." Onu sorgular gibi konuşmuştum. Bir planı var gibi duruyordu. "Şu an için gözlemliyorum. Bunu sonra konuşuruz. Hadi araçlara binelim." diyerek havuza inip bir araca doğru yürüdü. Peşinden gittim. Bu kadar büyük bir alanın buraya yapılmış olması çok muazzam gelmişti. Tam olarak ne kadar süredir bütün bunlar kuruluydu acaba? Her şey planlı ve bizi buraya koyacakları belli olduğuna göre burası hakkında epey düşünülmüştü. 

"Ben kullanacağım sen de nişan alacaksın." dediğinde yutkundum. Suyun altında bu zor olacaktı. "Şu an hologram olarak çalışılıyor. Korkacak bir şey yok yani. Ateşlediğin zaman aynı gerçek hissi verecek." dediğinde böyle düşünmemiş olduğum için kendime söylendim. Elbette hologram olacak yoksa burada havuz falan kalmazdı. Yine de çok gerçekçi duruyordu. Hologram olduğunu düşünmeye zaman mı oldu? "Tamam, ben hazırım." dediğinde üzerime baktı. "Önce otonom dalgıç giysisi giyeceğiz." dediğinde gerildim. Dalış elbiseleri çok dardı burada nasıl giyecektim? "Giymek zorunda mıyız?" dediğimde alık alık baktı bana. "Araçtan çıkacağız. Havuzun altında bazı bölmeler var. Onları inceleyeceğiz." dediğinde kızardığımı hissediyordum. Bütün vücudum belli olacaktı. Sorun değil daha önce de giymiştim zaten ama sorun olan o ve buradaki erkeklerdi. Üzerimde çarşafımın olmamasını zaten zor hazmediyordum. Sessiz kalışıma karşılık, "Giyinme odasından çıkarken üzerine havlu al. Aracın içine kadar öyle gelirsin." dedi.

Beni giyinme odasına doğru yönlendirdiğinde dalış kıyafetleri bakmaya başladı. En sonunda birini bulduğunda, "Al. Bu sana olur." dedi ve elime verdi. O da kendine seçtiği bir kıyafeti alarak gitti. Bir havlu alarak kabine girdim. "Her şey yarınların için kızım. Her şey yarınların için." diyerek giyinmeye başladım. Giyinirken zorlanmıştım. Bu elbiseleri giymek çok zordu. Dakikalar sonunda çıktığımda kapıda beni bekleyen Kwang Jee'nin ne çabuk giyindiğini düşündüm. Koyu lacivert kıyafet üstünde çok iyi durmuştu. Resmen adamın havası değişmişti. "İşine bak Hesna. İşine bak kızım." diyerek onun yanına gittim. "Ne mırıldanıyorsun?" dediğinde havluya sarıldım. "Hiç. Gidelim." diyerek önümden yürümesini bekledim. Denizaltına binmek için gittiğimizde bir asker bizim için aracı ayarladı ve bazı talimatlar söyledi. Kwang önce beni bindirdi. Kemerimi takacağı sırada havluyu üzerimden alarak cam kapımı kapattı. Yanımdaki yerini almak için hızlı davranıyordu. O da yan koltuğuma oturduğunda kemerini bağladı. Bir düğmeye basarak kendi kapısını da kapattığında camları kilitledi. 

"Nasıl yapılacağını anladın mı? Gelecek sefere sen kullanırsın." dedi. "Anladım, gidelim." dediğimde denizaltını çalıştırdı. Dışarıdan aracın asansör aletini çalıştırdıklarında suya indik. İçeriden her şey daha farklı görünüyordu. Biraz ilerlememizle etrafıma baktığımda kocaman bir dünyaya giriş yapmıştık sanki. Metrelerce derinlikte ve metrelerce uzunlukta olan bu yer beni heyecanlandırmıştı. Denizle ilgili olan her şeyi hoş bulurdum. Duvarlardaki bölmelere baktım. Parlak bir şeyler vardı ama ne olduğunu hiç anlamamıştım. "Hesna önüne bak!" Kwang'ın sesiyle irkildiğimde karşıdan gelen ateş gözümü almıştı. Kwang'ın önündeki bilgisayar ve düğmelerle yaptığı hareketle birden sola doğru döndük. "Bunun hologram olduğuna emin misin?" diye bağırmıştım. Aklım çıkmıştı. O ise benim şaşkınlığıma bir kahkaha koparmıştı. Onu gülerken görmek bana garip geliyordu. Dışarıdaki hallerini gördükten sonra yanımda yaptığı hareketler beni çok şaşırtıyordu.

Karşıdan gelen denizaltı bize ateş ediyordu. "Silahları artık kullansan mı diyorum." Kwang eğlenir gibi söylediği cümleden sonra resmen havuzun içinde zikzaklar çizmeye başlamıştı. Bir şey demeden ateşlemeye başladığımda sağa sola giden atışlarım duvarlarda büyük dalgalanmalara sebep oluyordu. Dakikalarca suyun içinde boğuşmuştuk resmen. "İyi nişancı olduğunu sanıyordum!" diye yine eğlenir tonda konuşuyordu. "Yön değiştirip durma!" demem üzerine bunu yapmaktan vazgeçmemişti. "Işınlardan başka nasıl kurtulacağız?" demesi üzerine silah koluna güçlükle yön verip ateşledim. Karşımızdaki denizaltının tam ortasına vurmamla ağzı açık kalan Kwang çok keyifli görünüyordu. "Tebrikler! Kazandınız." anonsu aracın içinde duyulduğunda Kwang kemerini çözdü. "Akhar'ın gerçekten ürkütücü zevkleri var." dediğimde midem ağzıma gelebilirdi. 

Ben de kemerimi çözüp arka tarafa geçtim. Sırasıyla eline aldığı dalış ekipmanlarını bana giydirmeye başladı. "Ben giyebilirim." desem de buna aldırmadı. Denge yeleği, dalış regülatörü, tüp, maske, palet, kemer ne varsa sırasıyla üzerime geçirmeye başladı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi her şeyi çok çabuk yapıyordu. Sonra sıra kendine geldiğinde hızını kesmeden giyindi. Suya gireceğimiz kısma geçerek kapılarımızı kapattı. "Hazır mısın?" dediğinde ürkmüştüm çünkü sesi kulağımda yankılanmıştı. "Dalış maskende ses cihazı var. Böylelikle su altında rahat konuşabileceğiz." dedi. Düğmeye basmasıyla içeri dolan su bizi dışarı doğru çıkardı. Sanki uzay boşluğuna doğru süzülüyordum. Kwang'tan biraz uzaklaşmıştım. Yanıma doğru yüzerek elimi tuttuğunda beni kendine doğru çekti. "Şu tarafa gidelim." diyerek parmağıyla gösterdiği yere doğru yüzmeye başladı. Elimi hala tuttuğundan beni beraberinde götürüyordu. Birkaç metre yüzdük ama duvar hala çok uzaktaydı. 

İlerlemeye devam ettik. Elini bıraktığımda dönüp bana baktı. "Yarışalım mı?" dedim. Bana yine alık alık bakıyordu. Ona böyle insan gibi yaklaşmam tuhafına gidiyor olmalıydı. Başını onaylar gibi salladığında yanına geçtim ve hızla yüzmeye başladım. "Başla dememiştin." diyerek arkamda kaldığında kendi kendime gülüyordum. Paletler sağ olsun beni hızlandırıyordu. Tabi yanımdan tank gibi hızla geçen Kwang bütün havamı söndürmese daha güzel olurdu. Ne çeşit bir insandı bu? Ya da insan mıydı? Nasıl her şeyde iyi olabiliyordu? Ne yaptı kendini bir robota falan mı kopyaladı acaba? Ona yetişmeye çalıştığımda, "Yarışalım mı deyince gözüm korkmuştu ama geride kaldın." derken gülüyordu da. "Sen fazla hızlısın." demem üzerine yavaşladı ve tutmak için yine elini uzattı. "Hala mesafe var. Kendimizi yormayalım." dediğinde uzattığı ele bakıyordum. Birden çok mu yakın olmuştuk sanki? Benim düşünceli halimi bölerek elimi tuttuğunda yüzmeye başladı. 

Birlikte duvara doğru yüzüyorduk. Sürekli asabi davranmak da istemiyordum. Bu tavrım bazen beni bile yoruyordu. Bu yüzden bugün ona uyum sağlamayı tercih etmiştim. Hiç aklıma gelmeyecek şeyler yaşıyordum. Birkaç metre sonunda Kwang duvara dokunduğunda beni kendine çekerek belimden tuttu. Belimden mi tuttu? Duvarda bir metrelik daireler vardı çukur gibi açılmıştı içleri. "Bak." dediğinde içeri bakmamla öncelikle belimdeki elinden kendimi geri alarak kurtuldum. İçeride birkaç metalik eşya vardı. "Bunlar ne için?" dedim. O parlayan şeyler bu aletler miydi yani? "Bunlar silah ve benzeri birtakım eşyaların vidalı vidasız halleri. Su altında el çabukluğu kazanmak için. Olası bir sorunda suyun altında hızlı davranmak için alıştırma yapacağız." demesiyle bu projeyi hayretle izledim. Geride kalan denizaltı aracımıza baktığımda ne kadar küçük olduğunu görünce şaşırdım. Deli gibi buraya kadar yüzmek zorunda mıydık? "Buraya kadar da yüzme becerisi kazanalım diye mi denizaltını orada bıraktın?" demem üzerine bilmiş bir edayla gülümsedi. 

Beyaz mermer gibi parlayan duvarda açılan oyuklar çok düzgün dairelerdi. Sırasıyla hepsi bir ahenk içindeydi sanki. Bir dairenin içine yönelerek elimi içindeki bir alete uzattım. Kwang da arkamdan geldiğinde, "Ne yapacağım şimdi?" demem üzerine aletleri birbirinden ayırmaya sonra tekrar birleştirmeye başladı. Onu yeterince izledikten sonra ben de hareketlerini taklit ettim. Çabuklukla gümüş gibi parlayan eşyaları ayırıp yan yana dizdi ve sonunda tekrar eski haline getirdi. O sekiz tane yaptıysa ben üç tane falan yapabilmiştim. Neyse başta bocalasam da sonrasında her şeyi çabuk kavrardım. Elim alıştığında onun kadar hızlı olabilirdim. Dakikalarca burada uğraştıktan sonra başka dairelere baktık. Değişik bir maddeden yapılan iplerin olduğu bir dairede bana bağlama teknikleri gösterdi. Bunun gibi birkaç daireye girdikten sonra, "Gidelim mi?" dedim.

"Sıkıldın mı?" dediğinde hala enerjisi var görünüyordu. "Hayır. Sadece biraz yoruldum." Bunun geri dönmesi de vardı ve yol çok uzun gelmişti. "Tamam dönelim. Zaten bunu da ara ara yapacağız." dediğinde tekrar elimi tuttu ve yüzmeye başladı. Dakikalar sonunda denizaltına ulaştığımızda içimden şükrettim. Yüzmek beni çok acıktırmıştı. Doğa beni böyle görse nefesi kesilirdi herhalde. Araca girdiğimizde ekipmanları çıkardığımda hafiflemiştim. Kwang bu süreci de hızlı tutup bizi başlangıç noktasına götürmeye başladı. Nihayet dışarı çıktığımızda havluya sarılarak giyinme odasının yanında olan banyolara gittim. Hızlıca duş aldıktan sonra giyinmeye başladım. Biraz daha ıslak kalırsam hayatıma balık olarak devam edebilirdim. Bir an önce kurumak istiyordum. Saçlarımı da kuruladığımda dışarı çıktım. Kwang etrafta görünmüyordu. 

Beni gören Medusa yanıma yaklaşarak, "Doğa'ya olanları şimdi duydum. O nasıl? Hiç konuştun mu?" dedi. Onu en son gece görmüştüm. Kwang iyi olduğunu ve dikkat çekmemek için gün içinde orada görünmememizi söylemişti. "Yanına gideceğim. Merak etme ciddi bir şey yok." demem üzerine Kwang yanımda yerini almıştı. "Gidelim." diyerek girdiğimiz kapıya doğru yürümeye başladı. Medusa onun gidişini izleyerek, "Sana nasıl davranıyor?" dedi. Bu soruların devamının geleceğini bildiğim için yanından hızla kaçtım. "Çok işimiz var. Sana kolay gelsin." Biraz uzaklaştığımda tekrar ona dönüp, "Bu arada Ahsen nerede?" dedim. Ellerindeki aletlerle kollarını iki yana kaldırdığında, "Çok işim var canım." diyerek gitti. Evet bütün arkadaşlarım sayko olmak zorundaydı. Kwang kapıyı açarak, "Acıktık değil mi? Önce bir şeyler yiyelim sonra Doğa'yı görürsün." dedi. "Tamam." diyerek ona uyum sağladım.

Yemekhanede bir şeyler yedikten sonra hücrelerin olduğu yere gittik. Artık Doğa'ya ulaşmak istediğim için süreci hızlandırmaya çalışıyordum. Hücre katına geldiğimizde bazı sesler duymam üzerine gerildim. Bu Matteo'nun sesiydi. Hızla bir adım attığımda Kwang kolunu önüme doğru kaldırıp beni durdurmuştu. "Hesna lütfen karışma ve bana bırak olur mu?" dediğinde ona sadece çatık kaşlar altından bakıyordum. Kolunu geçip yürümeye devam ettim o da hemen yanımda yürüyordu. "Açın şu kapıyı!" Matteo kapının önünde dikilmiş etrafına kükrüyordu. "Kwang Jee kesin talimat verdi. O gelmeden açamayız." diyen bir asker ortamı daha da germişti. "Kwang Jee kim oluyor da böyle bir emir veriyor!" Matteo konuşan askerin yakasına yapıştığında, "Matteo!" O ses Kwang'tan mı çıkmıştı? Uzun süre birlikte olunca dışarıya takındığı tavrı birden görmek ürkütmüştü. 

Herkes sustuğunda konuşan tek ses Matteo'ya aitti. "Yoluma çıkmayı bırak!" Matteo kendi kendine kudururken Kwang karşısında tepki vermeden duruyordu. "Onu eğitmen için seninle evlendirildi. Öldürmen için değil." Kwang sakin kalmaya çalışarak konuşuyordu. Matteo, "İstediğimi yaparım!" diye karşılık verdiğinde buranın karışacağına adım kadar emindim. Sesleri bölen bir ses daha araya girdiğinde bütün gözler ona döndü. "Herkes burayı boşaltsın!" Tanıdık ses bütün öfkemi beynimin içine toplamıştı. Arkamı yavaşça döndüğümde karşılaştığım kişiye nefretle baktım. Elinde silahı, özenle taradığı küt saçları ve o burnu havada duruşuyla kusma hissimi tetiklemişti. Bana bakmasıyla gülümsediğinde onu boğabilirdim. Beril'in burada ne işi vardı? Medusa onu görürse burada kan çıkardı. Ayrıca burayı boşaltabilme vasfını ona kim veriyordu? Arkasında bir grup asker biriktiğinde bize doğru adım atmaya başladı. "Artık bu askeriyede beraber olacağız." dediğinde elindeki silahla etrafa ateşledi. Bir kurşun tam yanımdan geçmişti. Kwang yanıma doğru bir adım attığında Beril yine aramıza doğru ateş etti. "Şakam yok! Boşaltın burayı. Sadece Hesna Kaner kalacak!"

Bir bölümün daha sonuna geldik.

Her bölüm hükümet hakkında yeni şeyler öğreneceğimizi söylemiştim.

Sırlar denizini nasıl buldunuz?

Beril bir süre başımıza bela olabilir. Sizce Medusa onu gördüğünde neler olacak?

Oy ve yorumlar daha da arttığında haftada iki bölüm yayınlayabilirim ama şimdilik bir bölüm olarak devam edeceğim.

İnstagram ve Tiktok hesabında kullanıcı adımız (fairymits) Videolara destek olup kitabın daha çok keşfedilmesine yardımcı olabilirsiniz.

Çok güzel yorumlar alıyorum bunlar için teşekkür ederim. Hesna'nın dinini istediği gibi yaşayamaması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Giriş bölümümde de dediğim gibi benim her eserimde vermeye çalıştığım mesaj umut ve inançtır. Bu konuda umarım sizlerde güzel düşünceler bırakabiliyorumdur.

Bana model kullanıp kullanmayacağım soruluyor. Ben karakterlerimi okuyucuların hayal gücüne bırakıyorum. Videolarda karakterleri yansıtan görseller koysam da belirlediğim modeller yok. 

Yeni bölümde tekrar görüşmek üzere. Kendinize çok iyi bakın. Sormak istediğiniz her ne varsa dilediğiniz yerden bana ulaşabilirsiniz. Kendi Instagram hesabım (zhradgn_) 

Allah'a emanet olun...



Continue Reading

You'll Also Like

13.8K 2.2K 37
-Avery serisinin üçüncü kitabıdır. Karanlığın karşısında diz çökme, henüz yıldızlar kaybolmadı.
1.5K 746 5
Elanur💖ateş Benim acımda ateş ve elanurun aşkına şahitlik edeceğiz
MİHRİ By Reyhan Nur

General Fiction

303 88 4
Vatanı ve bayrağı uğruna savaşan ve şehit veren nice askerler... İnsanlara yardım etmek için ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir hemşire; Mihr...
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...