OYUNCAK MÜZESİ (+18)

Da emregul_

1M 42.1K 57K

İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bır... Altro

OYUNCAK MÜZESİ
1.Bölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün
2.Bölüm: Yarım Kalmış Vedalar
3.Bölüm: Yeni Oyuncak
4.Bölüm: İncinmiş Yarınlar
5.Bölüm: İkinci Kurban
7.Bölüm: Ölümden Önceki Son Durak
8.Bölüm: Ölüm Günün Kutlu Olsun
9.Bölüm: Geçer Sandım, Geçmedi
10.Bölüm: Ölmeyi Dilerdim
11.Bölüm: Kaza Değil, Cinayet
12.Bölüm: Oyuncak Katili
13.Bölüm: Önce Hisler Ölür
14.Bölüm: Pencerenin Ardında
15.Bölüm: İki Yabancı
16.Bölüm: Küçük Tavşancık
17.Bölüm: Ölümüne Bir Şarkı Yazdım
18.Bölüm: İkonalar
19.Bölüm: Kırmızı Kurdele
20.Bölüm: Bir Dua
21.Bölüm: Oyun Arkadaşı
22.Bölüm: Tavşan Kaç
23.Bölüm: Renklerin Seçimi
24.Bölüm: Başka Bir Hayat
25.Bölüm: Kanlı Buz Pateni
26.Bölüm: Sevmek Acıdır, Acıtır
27.Bölüm: Yaşamak ve Ölmek
28.Bölüm: Miras Kalan Acılar
29.Bölüm: Kalbin Saplantısı
30.Bölüm: Onunla Birlikte
31.Bölüm: Bir Gece Yarısı
32.Bölüm: Geçmişin Celladı
33.Bölüm: Son Akşam
34.Bölüm: Seni Ben Öldürdüm
Final Bölümü Alıntı

6.Bölüm: Ölüm Getiren Oyun

44K 1.6K 1.5K
Da emregul_




Herkese merhaba,

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen^^

Keyifli okumalar!

*DİKKAT! Bu kitapta intihar, psikolojik ve fiziksel şiddet, cinsellik, madde kullanımı, küfür gibi olaylar bulunmaktadır. İçerik olumsuz örnek oluşturabilir, rahatsız edici ya da tetikleyici olabilir. Yaşı küçük olanlar ve hassas kişiler için uygun değildir. Yetişkin okurlar içindir.

*

ÖLÜM GETİREN OYUN

Her acının yükü ağlamakla hafiflemezdi. Öyle acılar vardır ki, insanı ağlamaktan utanır hale getirirdi.

*


NOA DAYTON

Ravebelg Kasabası

Sara'nın aksine konforumu daha fazla önemsediğim için beyaz ayakkabılarımı giymiştim. Bütün gece rahatsız hissettirecek bir elbise giymek yerine kot ve crop giydiğim için mutluydum.

Sara'nın evine gittiğimde ayaküstü kapının önünde tanıştığım Nate ve Rose'un evlerinde verdikleri bir partiye gidiyorduk. Son model arabalarına, giyimlerine ve Sara'nın anlattıklarına bakıldığında epey zengin bir ailenin oğlu ve kızı oldukları açıkça belli oluyordu.

Bunların hiçbiri beni heyecanlandırmıyordu. Sara ise yanımda keyiften delirmek üzereydi.

Onun gibi parti için can atmıyordum ve bu yüzden de Ciera Malikanesi'ne yürümek istemiştim ancak ayağındaki topuklular yüzünden bu fikrime net bir tavırla karşı çıkmıştı.

"Geç kaldık." Huzursuzca kıpırdandı.

"Özel bir anı kaçırıyormuş gibi davranıyorsun."

Sara'nın evine kadar yürürken Ravebelg sıcaklarıyla baş edebilmek için saçlarımı at kuyruğu yapmıştım. Şimdi de çözmek için lastik tokayı çıkarıp bileğime geçirdim. Saçlarımda kat izi oluşması umurumda değildi. Ellerimle saçlarımı karıştırarak o görüntüyü kaybettim.

"Arkadaşlarımın partisine iki saat sonra gitmemeliyim."

"Kısacık vaktimizde duşta bacaklarını jiletlemeyip, gardırobun karşısında elbise seçmekle zaman öldürmeyip, makyajını beğenmeyip iki kere baştan yapmayıp, ojelerini sürmeyi son ana bırakmasaydın eğer ölüp bittiğin partiye daha erken gidebilirdik."

"Elbisemle uymuyorlardı." Tek elini ön koltukların arasındaki boşluğa doğru uzatıp taksinin içindeki yetersiz ışıkta yaldızlı ojelerini görmeye çalıştı. "Ama bunlar inci gibi parlıyor!" Mini eteğini çekiştirerek kalçasını örtüp ojeleriyle kıyaslamak için elbisenin üzerine elini koydu. "Harika oldular."

"Ne demezsin." Başımı camdan tarafa çevirerek söylendim.

"Bir şey mi dedin?"

"Ojelerin diyorum, harika oldular."

Sara gibi dertlerim olsun çok isterdim. Ojemin rengi, tırnağımın köşesi, rujumun taşması, uzun süre erkek arkadaşından uzak kalma sorunu... Ne dertler ama!

Bugünü hatırlamak bile istemiyordum. Genel anlamda dün geceyle başlayan ve tüm gün devam eden bir kâbus gibiydi. Annemin zırvalıkları, ilk iş günü, salonun camını yaptırma telaşı derken gün bir türlü bitmek bilmemişti.

Omuzlarımdaki ağırlık öyle çoktu ki biraz rahatlamaya ihtiyacım olduğunu bildiğimden Sara'yla partiye gitmeyi istemiştim. Birkaç kadeh bir şeyler içip belki yeni insanlarla tanışarak kafa dağıtabilirdim. Yirmi dört yaşında bir insan olarak gençliğin ne demek olduğunu unutmuştum. Genç olmayı, genç gibi yaşamayı özlemiştim resmen.

"Rose ve Nate'i sevdin mi?" Sara'nın sessizliğin dengesini bozan mırıltısıyla yönümü ona çevirdim.

"Eh... iyi insanlara benziyorlar." Umursamaz şekilde omuz silktim. Sara'nın hoşuna gitmeyeceğini biliyordum ama onun gibi yüksek tepkiler verebilen biri değildim. Her şeyi sakince karşılayan bir yapıya sahiptim. Çok mutlu bir habere ya da çok üzücü bir an da sadece başımı sallayıp geçtiğim zamanlar olmuştur.

Joanne'nin öldüğü gün bile ağlamamıştım. Bir hafta sonra ise kolumu kapıya çarptığım için çığlık çığlığa ağlamıştım saatlerce. O gün kolum acıdığı için değil, acılar yüreğimden taştığı için ağlamıştım aslında. Yaralarımdan akan kanda boğulurken ailemden yardım dilenmiştim ama çığlıklarımı duyan olmamıştı.

Joanne ölürken ağlamış mıydı?

Başımı iki yana sallarken duruşumu düzelttim. Daha dik oturdum ve taksinin camını hafifçe açtım. Dengesiz bir tiptim. Patlama noktalarımı hesap edemediğim için her an bir atak geçirme ihtimaline karşı temiz hava iyi gelecekti.

"Nate'le kütüphanede tanışmıştık." Sara bir şeyler anlatmaya devam etti. "Yazılı olmayan kurallardan biri de şu ki... eğer gay bir arkadaşın varsa diğer kızlardan on adım öndesin demektir. Nate de benim için öyle! Çoğu anlarımın kurtarıcı meleği olmuştur."

"Biraz şımarık gibi."

Taksi hızlandığı için camı kapattım. Üşümek istemiyordum.

"Aksine şımarık olan Rose. Prensesler gibi yetiştirildiği için öyle olduğunu düşünüyorum. Nate aşırı cana yakındır."

"Bence yanılıyorsun. Rose daha içine kapanık duruyor." İçine kapanık olanları ve acısını yüreğinde taşıyanları ilk bakışta anlayabilme özelliğim vardı. Yaralı ruhlar olduğumuzdan belki de... Anlam veremediğim bir hüzün vardı gözlerinde.

"Erkek arkadaşıyla bazı sorunları var, o yüzden birkaç gündür durgun." Çantasından çıkardığı kırmızı rujuyla dikkatlice rujunu tazeledi. "Aldatırken yakalamış."

"Ah erkekler..." Başımı iki yana salladım. "Kız çok güzel halbuki." Rose gerçekten çok güzeldi. Sara'nın tanıdığım en güzel sarışın olduğunu düşünüyordum. Ta ki bugün Rose'la karşılaşıncaya kadar.

"Erkeklerin hepsi aynı... Her zaman lanet olası çüklerini sokacak bir delik bulabiliyorlar, akıl alır gibi değil!"

Taksici dikiz aynasından bize baktı. Ben de öfkeyle Sara'ya...

"O lanet olası çüklerden birine delik olmak için can atan sen değil miydin?" Fısıltım tokat gibi Sara'nın yüzüne çarptığında neye uğradığını şaşırmış bir şekilde hışımla bana döndü.

"Sen..." Kırmızı dudaklarını hınçla birbirine bastırdı. "Çok kötüsün Noa. Birkaç gündür tam bir sürtük gibi davranıyorsun bana!"

"Şimdi de ben sürtük oldum, öyle mi?" İmalı bir şekilde kaşlarım havalandığında Sara'nın öfkesi yüzünden okunuyordu.

"Ben öyle bir şey yapmadım."

"Yapmayı aklından geçirdin ama?"

"Olabilir. Eyleme dökmediğim sürece hiçbir sorun olmaz."

Başımı iki yana sallayarak bu aptal tartışmayı, özellikle rezil olduğumuz taksicinin önünde, uzatmak istemedim.

Malikânenin sokağına girdiğimizde Sara heyecanla el çırparak, "Geldik!" dedi. Öyle sabırsızdı ki neredeyse araba durmadan atlayıp partiye koşacaktı. Tanrım... tam bir şapşaldı.

Taksi ücretini ödedikten sonra arabadan indiğimde Sara bahçe kapısının önünde beni bekliyordu.

"Hadi... çabuk!"

Küçük çantasının ince askısını omzuna takıp sabırsızca bahçedeki kalabalığı izledi. Yanına ulaştığım anda da elimden tutup çekiştirerek partiye doğru sürükledi beni.

"Fazla dağıtmak yok Sara," diye uyarmaya çalıştım ama her adımımda müzik, sesimi iyice ele geçiriyor ve bastırıyordu. "Çok geç olmadan da eve dönelim. Yarın işe gitmem-"

"Seni duyamıyorum Noa!" Partinin gürültüsüne rağmen beni duyabildiğine emindim. Alenen yalan söylüyordu. "Ortam çok iyi değil mi?"

Başımı sallamakla yetindim. Sara'nın da dediği gibi buraya eğlenmek için gelmiştik. Huysuz bir sürtük gibi davranıp geceyi mahvetmeye niyetim yoktu. Aksine çabucak parti ruhunu yakalayıp biraz dağıtmak istiyordum.

"Nerede takılsak?" Sara'yla birlikte malikanenin kapı eşiğinde durduk. Bahçedeki ortamla içerideki ortamı inceleyerek bir karar vermeye çalışıyorduk.

"İçerde takılalım bence," diyerek fikrimi belirttim. "Havuza girmek gibi bir düşüncemiz yoksa eğer." Alaycı bir tavırla omuz silktiğimde Sara'nın gülüşü büyüdü.

"Saçmalama," dedi son söylediğim onu dehşete düşürmüş gibi. "Havuza atlayıp makyajımı ve saçlarımı mahvedecek değilim."

"İçeri geçelim o zaman." Sara'dan önce davranıp yürümeye başladım.

Malikanenin loş parti ortamına rağmen ihtişamı gözler önündeydi. Holde sarkan gösterişli, dev avizenin taşlarına yansıyan kırmızı ışık disko topu gibi ışığı salona yansıtıyordu. Tavanın yüksekliği ve evin genişliği akıl alır gibi değildi.

Sara'nın neden daha erken gelmek istediğini etrafıma baktıkça daha iyi anlıyordum. Millet çoktan kafayı bulmuş, dağıtmaya başlamıştı bile. Daha geleli on dakika olmadan bu kusan üçüncü kişiydi. Salonun köşesine geçmiş içtiği tüm alkolleri köpürterek ağzından çıkarıyordu.

İğrenç!

Gerçekten de erken gelmiş olsaydık çılgınca eğlenebilirdik. Ortam harikaydı ama insanlar kendinden geçmişti çoktan.

"Rose!"

Yanımda duran Sara'nın seslendiği yöne baktığımda koşarak merdivenleri çıkan Rose'u gördüm. Öyle hızlıydı ki bir anlık görmemle kalabalığın içinde kaybolması bir oldu.

"Ağlıyor muydu o?" Doğru gördüğümden emin değildim. Sadece elini yüzüne kapatarak koştuğu için varsayımda bulundum.

"Sanmam," diyerek umursamadan omuz silkti Sara. "Partiye baksana, herkes mutlu. Atmosfer harika görünüyor. Yani ağlaması için hiçbir sebep yok."

Sara dünyada görüp görebileceğim en düz insandı. Çevresinde olup biten her şeye çok basit bir mantıkla yaklaştığı için bazen sizi hayrete düşürebilirdi ama onu tanıdığım için bana garip gelmiyordu bu halleri.

"Hadi gel, gidip biraz insanlarla kaynaşalım. Dans edelim." Dans etmekten kesinlikle hoşlanmıyordum.

"İçecek bir şeyler alacağım." Sara'nın beni çekiştirmesinden güçlükle kurtulup mutfağın yolunu tuttum.

Kalabalığın arasından geçerken hiç acele etmedim. Alkol kokusu ve sigara dumanı her ne kadar ciğerlerimi rahatsız etse de partinin neşesi bulaşıcıydı. Müziğin ritmine uyum sağlayan adımlarla mutfağa girdiğimde doğrudan buzdolabından tarafa yöneldim.

Kendime soğuk bir bira aldıktan sonra dolabı kapattığımda tezgâhın üzerindeki limonlu shotlardan birini kafama diktim. Çünkü bir partiye geç katılıyorsanız eğer zamanı yakalamanızı sağlayacak tek şey shotlardı.

Bir tanesini daha daha kafama diktiğimde genzimi yakan metalik tatla boğazım yanarken yüzümü buruşturmadan edemedim. Alkolün tadından nefret ediyordum ama zihnimi uyuşturmasından, aptal düşüncelerin sesini kesebilme gücünden hoşlanıyordum.

Bahçe yolunda yürürken buz kesen tenim alkolün etkisiyle saniyeler içinde ısınmaya başladı. Öyle ki saçlarımı yeniden toplama isteğime karşı koyamaz hale geldim. Omuzlarımın gerisine atarak boynumu açıkta bıraktım.

Sara'nın çoktan bir yerlerde kendine yeni bir arkadaş ve içecek bir şeyler bulduğuna emindim. Bu yüzden sadece kendime bira alarak mutfaktan çıkarken yüzüme daha sahici bir gülümseme yerleştirdim.

Mutfaktan çıktığımda Sara'yı göremedim. Onun için endişelenecek değildim ama yapacaklarından da korkmuyor değildim. Raymond'un kasabaya döndüğünden haberi yoktu. Umarım çok fazla sarhoş olup başını belaya sokmazdı. Hoş, sarhoşken yapacakları Sara için pek de bela sayılmazdı ama yine de gözüm üzerinde olsa iyi olurdu.

Kenarda durmuş öylece evin iki tarafındaki eğlenceyi izliyordum. Bir tarafta insanlar dans edip eğlenirken diğer tarafta doğruluk mu, cesaret mi oynayan bir grup genç vardı. Kahkahaları zaman zaman müziği bastıracak kadar yüksek çıkabiliyordu.

Mutfağın önünde dikilip daha fazla insanın çarpıp geçmesiyle uğraşmamak için partinin en sakin köşesine geçip boş bulduğum bir pufa oturdum. İnsanlar bir noktadan sonra dans etmeyi ve eğlenmeyi sevişme noktasına getirdiğinden izlenecek bir tarafı kalmıyordu. Sevişmekte sorun yoktu ama herkesin ortasında bu kadar ileri gidilmesinden rahatsız oluyordum.

Dans eden kalabalıktan bakışlarımı çektim. Oyun oynanan tarafa doğru ilerleyen üç kişiye baktım. İki erkekten biri elinde koca bir shot tepsisi götürürken birkaç adım önlerinde yürüyen kız neşeyle kollarını iki yana açtı.

"Bırakın şu sıkıcı oyunu artık!"

Kız doğruluk, cesaret oynayan herkesin dikkatini çekmeyi başardığında ellerini beline koyup deri koltuğun yanında durdu ve gürültüden duyamadığım bir şeyler söyledi. Yetersiz ışık ve evin duman altı olması sebebiyle yüzlerini doğru düzgün seçemiyordum hiçbirinin.

Onları dikizliyormuş gibi görünmemek için önüme döndüm ama konuşmaları dinlemeye devam ettim.

"Ben hiç, oyunu oynayacağız."

"Ezik bir köylü değilseniz oyunu hepiniz daha önce oynamışsınızdır zaten. Kuralları anlatmama gerek yok. Tek kural pisliğin teki gibi oynamanız!"

Oyun ekibinin çılgınlar gibi güldüğünü duyunca bu kez sadece benim değil partideki birçok kişinin dikkati oraya döndü.

"Yalnız dikkat edin. Bardakların birkaçına zehir kattım!" Tamam bu pek de komik sayılmazdı. İnsanlar mecburi gülüşlerle kızın saçma şakasına karşılık verirken telefonumla ilgilenmeye başladım.

Yapacak hiçbir şey yoktu. Sosyal medya hesaplarımdan da çok sıkılıyordum artık. Orada insanlar her geçen gün daha fazla iki yüzlü geliyordu. Mutlu olmayanların bile öyle görünmek için maske taktığı, sahte hayatların sahibi insanların kendini ulaşılmaz sandığı bir yalan çöplüğüydü.

Joanne'ye mesaj atmak istedim. Hatta çoktan uygulamaya girmiştim ama vazgeçtim. Bunun doğru olmadığını biliyordum. Onun öldüğünü kabul etmek istemeyen tarafımla savaşmalıydım. Onu kaybetmenin yükü çok ağırdı ama gerçeklerden sonsuza kadar kaçamazdım.

Gerçekler insanı kıskıvrak yakaladığında onlara kapılarını kapatamazdın.

Yaşananları kabul etmek zorundaydık aslında. İnsan yaralarından kurtulmak için kaçmayı bırakması gerekirdi. Her ne kadar kaçarken daha çok tökezleyip dizlerimi yaralıyor olsam da doğru olan savaşmayı bırakmaktı.

Telefonun tuş kilidini kapatıp öylece boş boş etrafıma bakınarak zaman harcadım. Müziğin ritmine uygun olarak hafifçe sağa sola sallanıyor, ayağımla yerde ritim tutarak uyum sağlıyordum. Birkaç kişinin dans teklifi ya da asılmaya çalışması dışında parti gayet keyifli geçiyordu.

Birden elektrikler kesildiğinde insanlar beklenmedik bu durum karşısında çığlık attı. Bazı aptal şakalar, gülüşmeler ve homurtular dışında birisinin ışıkları kontrol edeceğini söylemesiyle herkes sakince yerinde kalıp beklemeye başladı.

Hışımla ayağa kalkmıştım. Karanlıktan çok korkuyordum. Kendimi güvende hissetmediğim için istemsizce ayağa kalkıp kollarımı bedenime sarmıştım.

Pencereden dışarı baktığımda diğer evlerde elektrik olduğunu görünce şaşırdım. Demek ki sadece burada bir sorun olmuştu. Belki de şalter atmıştı. Derin bir nefes alarak diğerleri gibi sakince beklemeye koyuldum.

Kendi aralarında konuşan insanların uğultusu huzur kaçırıcıydı.

Hadi ama... Birileri hala öpüşüyordu. Dahası üst kattaki odalardan gelen sesler... Tam anlamıyla rahatsız ediciydi. Sanırım partiden gitme vakti gelmişti. Kahrolası Sara neredeydi ki?

"Yavaş dostum!" Odalardan birinde yatağı kırıyor olmalıydılar.

"En azından birbirinizi düzmek için şarkının geri gelmesini bekleyebilirsiniz değil mi?" Merdivenlerin başından yukarı doğru biri seslenen kişinin siluetini gördüm.

"Siktir. Evi başımıza yıkacaklar."

Yanımdan geçen birileri vardı. Karanlık yüzünden omuz atıp geçtiler ve özür dileme gereği duymadılar bile.

"Hadi gidip kendimize bir oda bulalım." Bana çarpan kişilerin kendi aralarında konuşmalarını rahatlıkla duyabilmiştim.

"Tabii... Gidip sessiz bir köşede kendinizi becerin!" Öfkeyle arkalarından bağırdım. Her ne kadar göremesem de bana çarpan kişinin sağlam bir vücudu olduğunu hala acıyan omzum sayesinde anlayabiliyordum.

"Siktir git evinde ağla, sürtük!"

Ne? Adi herif dönüp özür dilemek yerine bir de bana sürtük diyordu.

Görmeyeceğini bildiğim halde arkasından iki elimle de orta parmağımı kaldırarak karşılık verdim.

"Güzel bir yüzün varsa gelip kucağımda da ağlayabilirsin." Kalabalığın içinde yükselen sese karşılık büyük bir kahkaha tufanı koptu. Gerçekten bu iğrenç şakaya gülen insanların arasında ne işim olduğunu sorguluyordum.

Üniversiteli gençlerin en azından liselilere göre daha aklı başında olacaklarını düşünmüştüm ama gerçekten beyinsizlerdi.

Işıklarla birlikte müzik kaldığı yerden devam ettiğinde insanlar da aynı şekilde biraz önceki arıza hiç yaşanmamış gibi eğlenmeye devam etti.

Boğazımı sıkan karanlığın izleri kalbimden çekilirken sakince yerime oturdum. Korkudan soluklarım bile hızlanmış, zihnim bulanmıştı.

"İç, iç, iç..."

Ben hiç oyunu eğlenceli oluyordu. Üniversite zamanlarımda katıldığım partilerde mutlaka oynanan ve günün sonunda herkesin çok eğlendiği bir ortam oluşurdu. Şimdi salonun diğer ucunda bu oyunu oynayanları izlemek eski günlerime götürmüştü beni.

On dakikadan fazla bir süre geçmişti. Kalabalığın arasından görebildiğim kadarıyla oyunu izlerken ikinci biramı içmeye devam ettim.

"Hadi kalk!" Birden kolumu tutup beni ayağa kaldırmaya çalışan kişiyle korkuyla geriye çekildim.

"Sara?" Kalbim deli gibi çarpıyordu. "Ne oluyor?"

"Kaç dakikadır seni izliyorum."

"Ee?" Hayretle sordum.

"Buraya eğlenmeye geldik ama sen oturmuş eğlenen insanları izliyorsun. İnek misin kızım?"

"Ben halimden mutluyum Sara." Kolumu Sara'nın ellerinden kurtarıp yeniden oturmaya yeltendiğimde kıçıma şaplak yedim.

"Ne yapıyorsun?" diye cırlarken bize bakan var mı diye etrafı kolaçan ettim hızlıca.

"Yürü dedim. Biz de oyuna dahil olalım." Bir şaplak daha yediğimde öfkeyle Sara'nın eline vurdum.

"Şunu yapıp durmayı kes, lütfen."

Sara elimden tutup beni peşinden sürükleyerek kalabalığın arasından geçerken insanlara çarpmamak için ekstra çaba sarf ettim çünkü kontrol bende değildi. Sara her ne içtiyse çakır keyif olmuştu bile.

Kimseyle başımız belaya girmeden oyun yerine geldiğimiz gibi kendimize oturacak iki puf olup oyuna dahil olduk. Parti ortamlarını bu yüzden seviyordum. Kimse senin kim olduğunla ilgilenmiyordu.

Tüm oyuncuların önüne yeni shotlar eklendikten sonra Sara atılıp yeni soruyu sordu.

"Ben hiç, kusana kadar içmedim."

Kahkahalarla birlikte itirazlar da yükselse de herkes bu sorunun amacını biliyordu ve keyifleri yerindeydi.

"Biraz daha canlanın çocuklar. Hadi bakalım, dikin kafaya!"

Ben dahil herkes önündeki shotı kafaya dikti. İnsanların biraz daha gevşemesi için yapmıştı bunu.

Yeni shotlar ve yeni bir varsayım...

"Bu sefer ki soru benden geliyor." Sol çaprazımda oturan küt saçlı kızdan geldi. "Ben hiç, grup seks yapmadım."

Soruyu soran kızla birlikte yanımda oturan sarışın çocuk shot içti. Epey yakışıklı olduğunu göz ucuyla baktığımda bile görebiliyordum. Karanlığa rağmen... Ona baktığımdan haberi yoktu çünkü tutkulu gözleri soruyu soran kızı baştan aşağı süzmekle meşguldü.

"Yeni shotlar!" Oyunu başlatan kız seslendi. İki oyuncuya yeni shot verildi.

Hafif kilolu olan iri yarı çocuklardan birinden yeni soru geldiğinde donup kaldım.

"Ben hiç, birini öldürmedim."

Diğer oyuncular bu soruyu yersiz ve sıkıcı bulup itiraz ederken nefesimi tutmuş, zihnimdeki seslerin karmaşasında boğuluyordum. Sanki bilerek beni hedef alarak sormuştu bunu.

Kimse bir şey yapmadı. Herkesin önündeki shot bardakları doluydu hala.

Uzanıp önümdeki bardağı başıma diktiğimde önce bir uğultu koptu. Ardından kendi aralarında konuşan insanların fısıltısı ve inanmayanların aşağılama cümleleri...

"Yok artık."

"Yalan söylüyor."

"Dikkat çekmek için başka bir yalan bulsaydın en azından!"

"Aptal orospu."

İnsanların dışardan gördüğü hayatların altında nasıl bir enkaz yattığını bilmeden öylece yargılamaları berbattı. Ben, ablam Joanne'nin ölümü yüzünden geceleri uyuyamazken insanların beni yalancı yerine koyup yuhlaması komikti.

Sara dahil kimse inanmamıştı bana. Tek fark diğerleri kendi aralarında benim hakkımda konuşurlarken Sara kulağıma eğilip hoşnutluğunu dile getirdi.

"Yürü kızım! İnsanların dikkatini nasıl çekeceğini çok iyi biliyorsun."

Dehşete düşmüş şekilde ona baktım sadece.

"Yanındaki çocuk deli gibi sana bakıyor. Anlaşılan bu gece senin için eğlenceli olacağa benziyor."

Biraz önce başka bir kızla ilgilenen sarışın çocuğun yeni hedefi olmuştum. Omzumun üstünden kısa bir bakış attığımda göz göze geldik ve aceleyle önüme döndüm.

"Çocuk futbol takımından ve herkes onun peşinde. Kaçırayım deme!"

Sara kolumu çimdikleyerek geriye çekildiğinde acıyla kolumu tuttum.

Birkaç kişi dışında sıkıcı ve çekingen olanlar yüzünden sorular sıkıcı geliyordu. Tepsideki shotlar oldukça azalmıştı ve sonlara doğru insanlar dikkat çekmek için saçma sorular sormaya başladığından keyfi olarak shot içmeye başlayanlar oldu. Onlar arasında ben ve Sara da vardı tabii.

"Harika bir soru geliyor!" Eteği yüzünden gece boyu bir türlü rahat edemeyen kız konuştu.

Sara beklemeden önündeki shotu başına diktiğinde bardağı elinden çekip aldım.

"Çok fazla içiyorsun. Dur artık." Yarısı duran alkolü kafama dikip boş bardağı sehpaya bıraktım.

Daha önüme dönmeye kalmadan adının Simon olduğunu ve futbol takımında oynadığını öğrendiğim esmer çocuk ortadaki sehpanın üzerine yığıldı.

Ağzımdaki shotı püskürtürken öksürük krizine girdiğimde kimsenin umurunda olmadı. Sara da son shotını başına diktikten sonra benimle birlikte ayağa kalktı. Simon iyi görünmüyordu. Nöbet geçiriyor gibi sarsılıyordu vücudu.

Öksürerek kalabalığın arasına karışıp neler olduğunu anlamaya çalıştım.

"Ne oluyor?" Tanıdık olmayan bir ses herkesin aklındaki soruyu korkuyla dile getirdi.

Simon'un başına üşüşen kalabalığı dağıtmaya çalışanlardan biri de bendim. Zaten havasız olan ortam onların varlığıyla iyice dayanılmaz olmuştu çünkü.

"Ağzından köpük çıkıyor!" Korkulu gözlerle başka bir sesin söylediği şeyle dikkat kesildim.

"Hayır kan bu!" Çığlığım boğazımı yakıp geçtiğinde insanlar geriye kaçarken cesaretimi toplayıp yalnız bıraktıkları Simon'un yanına gittim.

Kulağının arkasına iki parmağımı yerleştirdim. Nabzı atmadığı için buz kesmiş parmaklarımla emin olmak için burnunu yoklamak istediğimde elime bulaşan kan en ufak hücremi bile yaktı.

Çöktüğüm yerden kalkacak gücü bulamadığım için arkama dönüp Sara'ya bakarak konuştum.

"Ölmüş." Ölüm peşimi bırakmıyordu. Bana bulaşmıyordu ama her seferinde başkalarının üzerinden kendini hatırlatıp duruyordu. Beni teğet geçmekten keyif alıyordu.

Ölüm korkusuyla kaçışan gençlerin çığlıkları bu kez bir başkası için koptuğunda müzik sustu ve tüm parti o yöne dikkat kesildi.

"Biri daha var!"

Oyunu başlatan kıza baktığımda kireç gibi olmuş yüzüyle donup kaldım. Yerde yatan kızıl saçlı biri vardı. Titreyerek kan kusuyordu ama kimse bir şey yapmıyordu. Ne yapılırdı ki?

Bir ev dolusu kendinde olmayan gençlerin yapabildiği tek şey ağlayarak çığlık atmak ya da partiden kaçmak oldu.

"Yardım edin!" diye bağıranlar vardı. "Yardım edin, polise haber verin!"

Birileri polisi aradı. Bazıları ambulansı... Her şey için çok geçti. Kızıl saçlı kız saniyeler içinde kendi kanında boğularak ölmüştü bile.

Hala Simon'un yanında oturuyordum. Kanım çekilmişti. Buz kesmiş bedenimi hareket ettirecek ya da kıpırdayacak gücü kendimde bulamıyordum.

Sadece birkaç dakika önce tanıştığım ve birlikte oyun oynadığımız insanlar gözlerimizin önünde bilinmeyen bir sebepten ölmüştü.

"Sen yaptın!"

Büyük bir kalabalık etrafımdan dolaşıp kızıl saçlı kızın başında ağlayan diğer kızın üzerine yürüdüğünde öfkeli kalabalığı durdurmaya çalışanlar oldu. Oyunu başlatan kızın ismi Becca'ydı ve herkes ondan şüpheleniyordu.

"Kendi kulaklarımızla duyduk. Bardaklara zehir kattığını söyledi!"

Evet, evet ben de duymuştum ama... aptalca bir şaka değil miydi sadece?

Duyduklarım ve kalabalığın arasından yükselen sesler kurşun gibi saplanıyordu beynime. Gerçekten Simon ve adını bilmediğim kızın ölümüne sebep olan kişi Becca mıydı?

Havuz başında eğlenenlerle birlikte Nate kalabalığı yarıp geldiğinde cesetleri görünce dondu. Kalabalık her geçen saniye biraz daha azalıyordu. Bu gece yaşananlardan sorumlu olmaktan kaçıyorlardı. İki kişinin ölümü hiçbirinin umurunda değildi. Kendi kıçlarını kurtarma peşinde olan aptal ergenlerdi.

Ayağa kalkıp yalpalayarak yürümeye başladım. Hem alkol hem şahit olduklarım bana engel oluyordu. Güçlükle Becca'nın yanına ulaştığımda onu linç etmek isteyen kalabalığa karşı yanında durdum.

"Basit bir şakaydı sadece!" diye bağırdım. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?"

"Sen nereden bileceksin?" diye bağırdı bütün gece Simon'la takılan kız. İç çeke çeke ağlıyordu.

"Neden böyle bir şey yapsın?" diye karşılık verdim sakince. Becca'yı tanımıyordum ama kimsenin böyle bir şey yapacağına ihtimal de vermiyordum. "Hepimiz buraya eğlenmek için gelmiş bir grup genciz. Oradan baktığında seri katile benzer gibi görünüyor mu sence?" Becca'yı işaret ederken ne halde olduğuna baktım. Ayakta durmakta bile zorlanıyordu.

Nate yanımıza gelip Becca'ya sarılırken kalabalığı telkin etti.

"Farkında mısınız ama Becca'nın arkadaşıydı o." Kızıl saçlı kızı gösterdi. "Kendi arkadaşını öldürecek değil. Birazdan polis gelecek, böylelikle her şey ortaya çıkmış olur. Hepimiz sakin olmak zorundayız."

Kalanlar arasından da polisin geleceğini duyanların çoğu topuklamaya başladı.

"Lanet olsun, Rose nerede?" Sara yanımıza geldiğinde Nate'in ilk sorduğu soru bu oldu. Yeni uzamaya başlayan sakallarını sıvazlayarak kalabalığın içinde Rose'u aradı.

"Gidelim buradan." Sara kulağıma fısıldadığında şaşkınlıkla yüzüne baktım. Neler olduğunu merak etmesi gerekirken gitmek istemesi normal değildi.

"Kalmalıyız," diye itiraz ettim.

Polislere ifade vermemiz gerektiğini biliyordum. Her ne dönüyorsa sorumlusu bulunmalıydı. Bu iki genç yoktan yere ölmüştü. Kimse alkolden ölecek değildi. Becca ya da bir başkası... Aramızdan birinin gözü dönmüştü. Korkunç bir şaka ya da cinayet... Adı her neyse ama sorumlusu bulunmalıydı.

"Başımız derde girecek. Gidelim." Kolumdan çekiştirdi. "Ne olacağını sanıyorsun? Hepimizi toplayıp götürecekler."

"Suçlu gibi davranmayı kes."

Sara'nın yüzü de kireç gibiydi. Çok fazla içtiği için zaten iyi görünmüyorken üstüne bir de yaşananların etkisiyle ayakta sallanıyordu resmen.

"Noa... lütfen." Ne kadar ciddi olduğunu anlamak için korku dolu gözlerine birkaç saniye bakmak yeterli olurdu.

Konuşmalarımıza şahit olduğu için Nate gitmemizi söylediğinde daha fazla direnmedim. Ben kontrollü içtiğim için kendimdeydim ama Sara çoktan sarhoş olmuştu bile. Nate Becca'yı kalabalığın arasından kurtarmak için üst kata götürdüğünde bize de taksi çağırmıştı.

Önce Sara'yı evine bıraktım. Onunla kalmak istesem de annemi tanıdığı için bu teklifimi reddedip iyi olduğunu söyledi. Israr etmeme rağmen eve gitmemi söylediği için buraya geldiğimiz taksiye kendi ev adresimi verdim.

Yol boyunca aklımdan çıkmayan Simon ve kızıl saçlı kızın ölü bedenleri yüzünden midem bulanıyordu. Bir ara öyle kramp girmişti ki taksinin içine kusmamak için durmasını isteyecektim. Berbat haldeydim.

Camı sonuna kadar açıp temiz havayla eve kadar idare edebildiğime seviniyordum.

Verandanın ilk adımında duyduğum tıkırtıyla iç çekerek durakladım. Düşüncelere öyle bir dalmıştım ki annemin verandada oturduğunu fark edememiştim.

"Sonunda gelebildin."

Cevap vermeden kapının önüne geldiğimde sigarasından son bir nefes daha alıp kül tablasına bastırdı.

Oturduğu yerden kalkıp karşımda dikildiğinde ağzındaki dumanın tamamını yüzüme üfledi. Öksürerek bir adım geriye çıktığımda onunla uğraşacak gücüm olmadığı için eve girmek istedim ama bileğimden tutup bana engel oldu.

Hiçbir şey söylemeden havayı kokladıktan sonra "Şu haline bak," diye küçümsedi beni. "Berbat görünüyorsun. İğrenç kokuyorsun."

"İzin verir misin?" Bileğimi tutan eline baktım öfkeyle. "Uyumak istiyorum."

"Makyajın da dağılmış." Verandanın sarış ışığı altında öfkeyle parlayan hareleri ürkütücüydü. "Boş zamanlarında fahişelik mi yapıyorsun?"

"Anne!" diye ikaz ettim. "Yine içtin mi sen, ne saçmalıyorsun?" Sinirden ellerim titriyordu.

"Ne sanıyorsun kendini? Dün geceki bir hataydı. Bana yardım ettiğin için kafana estiği gibi davranıp bana sesini yükseltebileceğini mi sanıyorsun?" Bir adım daha yaklaştı. "Hiçbir şey değişmedi, değişmeyecek. Bizi utandıracak hiçbir şey yapmayacaksın."

"Yapmadım zaten," dedim titreyen sesimle.

"Nefesin öyle demiyor. Kimin altından çıkıp geldin bu saatte?"

Ah... hadi ama tanrı aşkına yirmi birinci yüzyıldayız. Çocuklarının kiminle yattığıyla ilgilenen ebeveynler kaldı mı hala? Annemin derdi neydi böyle?

Sinirden ağlayacak noktaya getirene kadar durmayacaktı anlaşılan.

"Neden benimle uğraşıyorsun? Neden varlığım umurunda değilken yaptıklarım bu kadar umurunda? Benden ne istiyorsun anne, ne istiyorsun?" Daha fazla dayanamıyordum artık.

"Kes sesini. Baban içeride."

"Uğraşma benimle o zaman."

"Sen kimsin de bana bağırıyorsun?" Gerçekten delirmemek elde değildi.

"Özür dilerim, oldu mu?" diyerek tartışmayı kesmek istedim. "Şimdi izin verirsen gidip uyuyacağım."

Bileğimi bıraktığında parmaklarının izi çıkan yerlere acı hücum etti. Sandığımdan da fazla sıkmıştı.

"Keşke ben ölseydim," diye geçirdim içimden. "Joanne yerine ya da bu gece ölenlerin yerine... Kurtulurdum." Söylenerek holden geçip merdivenlere ulaştım.

Öfkeyle merdivenleri çıkarken nabzımı döven soluklarım yüzünden kalbim sıkışırken mideme yumruk yemişim gibi hissediyordum. Merdivenin tırablanları sayesinde odama ulaşabilmiştim.

Taksiden indiğimde tenime diş geçiren rüzgârın etkisiyle titrerken şimdi üzerimdeki crop sırılsıklam olmuştu. Deli gibi terlemiştim. Yüzüme yapışan saçları geriye atarken kapımı kapatıp odanın ortasına güçlükle ulaştım.

Yolunda gitmeyen bir şeyler var gibiydi. Her geçen saniye vücudumun kontrolünü kaybediyor, uyuşuyordum. Alkolün etkisi sonradan gelir derler ancak bu kadar kötüleşeceğimi sanmıyordum. Başka bir şey...

Soluklarım öyle hızlıydı ki boğuluyordum. Ciğerlerime temiz hava ulaştıramaz halde dizlerimin üzerine çöktüğümde görüşüm hiçbir şeyi net göremeyeceğim kadar bulandı.

Saniyeler önce göğüs kafesimi yumruklayan kalbim birden durduğunda gözlerim kapandı ve ben yere yığıldım.

***

Eg tarihinde bir bölümde bu kadar ölüm ilk kez yaşanıyor ve bu daha başlangıç desem beni öldürmek isteyebilirsiniz arkadaşlar ama... BU DAHA BAŞLANGIÇ.

Bölümü nasıl buldunuz??? Fikirlerinizi bekliyorum...

Noa'ya ne oldu sizce? Bildiğiniz üzere katil üç bardağı zehirlemişti ve partide iki kişi öldü. Üçüncü bardağı kim içti?????

Önümüzdeki bölüm katilin ağzından... ikizler... Allah'ım... çok korkunç... neyse...

Bugünlük benden bu kadar... Önümüzdeki hafta cuma günü saat 21.00'de yeni bölümde buluşalım!

Hikaye hakkındaki gelişmeler ve tüm duyurular için sosyal medya hesaplarımı ve Oyuncak Müzesi'nin kendi resmi sayfası olan oyuncakmuzesioffical hesabını takip etmeyi unutmayın!

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen...

Diğer sosyal medya hesaplarım:

Instagram: eemregul

Twitter: ewregul

Twitter'dan #oyuncakmüzesi etiketiyle atacağınız tweetlerin hepsini okuyacağım.

Yeni bölümde görüşene dek... ne dilediğinize dikkat edin :)

Continua a leggere

Ti piacerà anche

125K 2.1K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
7.7K 328 20
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...
563 104 6
Ressam neden hep siyah beyaz tüm resimlerin? Boyan mı yoksa mutluluğun mu bitti senin?
22.8K 1.8K 19
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...