14

By mssaita

790 121 403

Hiraeth, teknolojisi olağanüstü bir şekilde kendinden söz ettiren bir ülkedir. Fakat yönetimin zayıflığı, hal... More

PROLOGUE
Bölüm 2: Acıdan Kaçanlar ve Kovalananlar
Bölüm 3: Çıkışı Aramak
Bölüm 4: Yeni Başlangıçlar
Bölüm 5: Maskenin Ardındakiler
Bölüm 6: Gerçekleri Kovalamak
Bölüm 7: Suçlananlar ve Suçlayanlar
Bölüm 8: İlk İpucu
Bölüm 9: Kayıp Profiller
Bölüm 10.1: Kaybetmekten Korkmayanlar
Bölüm 10.2: Dehşeti Aralamak
Bölüm 11: Yolun Yarısı
Bölüm 12: Kırık Ayna
Bölüm 13: Bir Takım Oyunlar

Bölüm 1: Uçsuz Bucaksız Kâbuslar

120 14 41
By mssaita

WILLIAM

En son ne zaman huzurlu bir uyku çektim, hatırlamıyorum. Huzurlu uyku ne demekti, nasıl bir şeydi? Güne enerjik bir şekilde uyanmak, gözlerim ve zihnim tamamen dinlenmiş bir şekilde günlük hayatıma başlamak benim için bir elma ağacının en son dalına parmak uçlarında yükselerek ulaşmak kadar uzak bir olasılıktı. Kimsenin her rüyası anlamlı veya hatırlanabilir değildi. Fakat bazen insanlar yaşamlarındaki güzellikleri, hayal ettikleri şeyleri, unutulmaz anlardan kesitleri rüyalarına buyur ederken; benim son 5 yıldır rüyalarıma buyur ettiğim tek şey karanlık ve boğuk seslerdi. Karanlık, bileklerime kadar uzanan su ve yalnızlık haricinde başka bir şey hissetmem imkânsızdı. Rüyalarım canımı yakıyordu. Biliyordum, çünkü yüzümdeki yaş izleriyle uyanmamın başka bir sebebi olabileceğini düşünmüyordum. İç dünyamda acı çeken biri vardı ve ben ne kadar onu susturmaya çalışsam da sürekli kendine bir yer açmaya inat ediyordu sanki. Artık bu normal bir şey hâline gelmişti. Uyandığımda gördüğüm şeyleri sorgulamıyor, merak etmiyordum. Sadece bazen içimde yanan kora sebep olan şeyi çözmeye çalışıyordum. Ama bir uçurumun kenarında boşluğa bakmaktan farkı yoktu. Uçsuz bucaksız ve dibi görünmeyen...

"William." Birinin uğultulu sesi kulaklarımda çınlamaya başladığında, göğsüm sık nefes alıp verişimle hızla inip kalkmaya başladı. Bir el boğazıma sarılmış gibiydi, kafamı hareket ettirmeye çalıştığımda bir sızı boğazımdan çeneme doğru ilerledi. Kasılmış bacaklarımı hareket ettirerek bu baskıdan kurtulmaya çalıştım ama tek yapabildiğim kıyıya vurmuş bir balık gibi can çekişmekti. Bir kâbusun içinde olduğumu biliyordum ancak bu gerçekçi olay zincirleri gerçek dünyayla bağlantımı kesiyor, beni tamamen içine çekiyordu. Sanki son kez yapabiliyormuş gibi ciğerlerimi delercesine bir nefes çektim içime, elimi boğazıma atıp çırpınmaya devam ettim. Ayaklarımı saran su ağırlaştı ve ayaklarımı hareket ettiremedim.

"William." Adım kulaklarımda çınladı, çınladı ve katlanılamaz bir hâlde kulaklarımı kapladı. "William!"

Sesin sahibini biliyor gibiydim ama boğazımın etrafındaki sızı yüzünden odaklanmak çok zordu. Başımı eğip dizlerimin üzerine çöktüm ve su bedenimin alt kısmını tamamen içine çekerken bir ses daha duydum.

"Bir şey oluyor!" gözlerim aniden açıldı ve uzun soluklarla yatakta doğruldum. Daha etrafıma bakamadan sağır edercesine öten siren sesi yüzünden kulaklarımı nasıl kapatacağımı bilemedim. Bacaklarımı göğsüme doğru çektim, ellerimi kulaklarıma sıkıca bastırırken ıslak yüzümü koluma sürttüm. Yine ağlayarak uyandığımı biliyordum. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırarak yaşları gidermeye çalıştım ve derin soluklar almaya devam ettim. Gerçekten uyanmış mıydım yoksa başka bir kabusa mı geçmiştim?

"Ne..." diye mırıldandım. "Ne oluyor?" gözlerim, odanın içinde az önce beni uyandıran arkadaşımı aradı. Kulaklarım patlamak üzereydi, zar zor nefes alıyordum ve odanın içi kıpkırmızı bir ışıkla kaplıydı. "Peter!" Bağırdım ama sesim çıkıyor muydu bilmiyordum bile. Nefes aldığımı hissediyordum ama uyanık mıydım ki? Peki titreyen bacaklarım? Gerçek miydi?

Kaç dakika geçtiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu, hatta ne kadar zamandır oturduğum ve ellerim uyuşana kadar kulaklarımı kapattığım hakkında da. Ses bir anda dindi. Kulaklarımda belli belirsiz çınlamalar kaldı, göğsüm hızla inip kalkmaya devam etti. Ellerimi kulaklarımdan çekmeli miydim bilmiyordum bile. Sanki bildiğim her şey aklımdan uçup gitmişti. Beynimi kemiren düşünceleri bile kaybetmiş gibiydim.

"Will." Bir el bileğimi kavrayana kadar boşluğa bakmaya devam etmiştim. İrkildim, bileğimi kendime çekerken gözlerimi hızlıca elin sahibine çevirdim. Peter'ın korkudan rengi atmış beyaz yüzünü fark ettiğimde, yutkundum. Ben de mi böyle perişan görünüyordum?

"Geçti." Titreyen sesi beni hiç ikna etmemişti ama sakin kalmaya çalıştığını biliyordum. "İyiyiz."

Bir şey demeden sadece kafamı salladım ve rahatsız edici bir şekilde karıncalanan ellerimi bir süreliğine serbest bıraktım. O yanıma otururken terden ıslanmış saçlarımı alnımdan çektim. Sanki büyük bir savaştan çıkmış gibiydim.

"Bu ne böyle?" biraz daha yatışan nefeslerimin arasında sordum. Odayı kaplayan kırmızı ışıklar, kapalı perdelerin ardından korkunç bir şekilde içeri sızıyordu. Bir anlığına odamı süslemek için yıllar önce aldığım ledleri açık unuttuğumu sandım ama imkânsızdı. Gece onları asla açık bırakmazdım, üstelik asla odamı kaplayacak şekilde ışık vermezlerdi. Bir korku filminde gibi hissettim ve bedenimi bir titreme esir aldı. "Ne oluyor?"

Peter yanımda derin bir soluk aldı. Hâlâ gerginlikle titreyen ellerini, görebiliyordum. Ellerini yüzüne kapatırken bir süre kafasını iki yana sallamaya devam etti. "İnan hiçbir fikrim yok."

Bir süre ikimiz de sustuk. Sessizlik bir yılan gibi boynuma sarıldı ve beni boğmaya başlayana kadar sadece oturmaya devam ettim. Kırmızı ışıkların sızdığı perdelere kayan gözlerim, beni bu kâbusla tanıştırmak için resmen can attı ve yatakta kayarak çıplak ayaklarımı soğuk zeminle buluşturdum. Zeminin aksine bedenim ateş gibi yanıyordu, biraz sonra patlamaya hazırmışım gibi. Bacaklarımı sabit tutmak için uzun bir süre dikildim, derin bir nefes bıraktım ve ayaklarımı sürüyerek pencereye doğru ilerledim. Ellerim zar zor perdeyi yakaladı. Ne ile karşılacağımı bilememek içimde büyük bir gerginliği balon misali şişirirken perdeyi iki elimle ayırdım. Kırmızı ışıklar önce gözümü aldı, sonrasında ise dehşet verici bir manzarayla beni baş başa bıraktı. Gözlerim çılgınca etrafta gezindi. Gecenin karanlığında parlayan ateş, yönetim binasının etrafını sarmıştı. Bomboş sokağa bakarken pencerenin önünden aşağıya doğru süzülen şeyleri fark ettim. Gökten küller yağıyor gibiydi.

"Peter..." dudaklarımı zar zor hareket ettirerek yatakta otururken iki büklüm olmuş, kendine gelmeye çalışan arkadaşıma seslendim. "Bunu görmen gerek."

Bir süre tereddüt etti. Daha sonrasında sarsılan bedenini güçlükle zapt ederek yanıma geldi. Gözleri boş boş dışarıyı izlerken tek bir kelime bile edemedi. O da benim gibi neye şaşıracağını bilemiyor gibiydi. Gözlerimi kırmızı ışığın kaynağına diktim. Görmek zor oldu ama ışıkların yönetim binasından geldiğini fark ettim. Binanın tepesinden bir duman tütüyordu, camlar patlamıştı ve o şatafatlı binadan eser yoktu. Dumanların izlediği yolu takip ederken dört bir yanda duran billboardlarda beliren yazıyla birlikte, bütün odağım dağıldı.

"Şunu sen de görüyor musun?" Peter'ın kısık sesi, sinsice aramıza girmiş ölüm sessizliğini dağıtırken sadece kafamı sallamakla yetindim. Nasıl görmeyebilirdim ki? 1.80.52.8991.0 yazısı gözleri kör edecek büyüklükte yanıp sönüyor, sanki bize göz kırpıyordu. Zihnim bir ip yumağından farksızdı. Ne bu karmaşayı sorgulayabilecek haldeydim ne de bu sayıların ne anlama geldiğini anlayabilecek kadar kendimdeydim. Biri bizimle oyun mu oynuyordu? Gerçekten tek sormak istediğim şu anda neden bunu yaşıyor olduğumuzdu. Ama kimsenin verecek cevabı olmadığının farkındaydım.

Bir cızırtı sesi, bir anda harap olmuş şehri kaplarken yönetim binasının yayın televizyonunda bir haraketlilik fark ettim. İçimden şimdi ne gelecek diye düşünürken bir genç çocuk ekranda belirdiğinde, kaşlarımı çattım. Daha önce hiç görmediğim biriydi, hiçbir kanalda da görmemiştim. Buna rağmen sanki televizyona çıkmaya alışkın bir havası vardı. Soğuk bakışları alnına düşen perçemlerin ardından korkutucu ve gizemli bir hava oluşturuyordu. Ellerini bağlayıp önünde duran kağıtların üzerine yerleştirdi ve başını hafifçe yana eğip arkadan bir onay aldıktan sonra, gözlerini tekrardan ekrana çevirdi.

"Değerli Hiraeth halkı: 29 Ağustos Cuma günü, saat 01.00 itibariyle yönetim 49 Takımı tarafından ele geçirilmiştir."

Peter'la aynı anda birbirimize baktık. Tuttuğum nefesimi verirken ikimizin de aklından aynı şeyler geçmişti. Bir süreliğine yönetime karşı yapılan protestolar ve ayaklanmaların sonucu böyle bir şey olacağı tahmin edilebilir bir hâle gelmişti. Ülkemiz en güçlü teknolojik imkânlara sahip olduğundan dünyanın her bir yerine, teknolojinin en dip köşesine kadar uzanan bir gelişmişliğe ev sahipliği yapıyordu. Fakat bu sınır tanımayan teknoloji, telafisi olmayacak bir şekilde büyük zararlara yol açtı. Hiraeth sınırlarının dışında kalan en yakın ülke Lados'un bütün teknolojik sistemleri 15 yaşında bir çocuk tarafından devre dışı bırakıldı. Aynı zamanda, başka ülkelerin erişim ağlarına ulaşıp tehdit mesajları yollayan bir dizi liseli genç sırf bu yüzden hapis yattı ve adları yönetim tarafından ülkenin her bir yanında görülecek şekilde kara listeye alındı. Daha aklıma gelmeyen birçok zarardan ötürü teknolojik kaynaklar büyük bir ölçüde kısıtlandı ve insanlar topluca ayağa kalktı. Dışarıya yönelik her bir tehditi anında ortadan kaldıran ve dış ilişkiler haricinde ülkeyi büyük bir yalnızlığa bırakan yönetim, açık bir hedef hâline geldi. Yönetimde olan kişileri asla görmedik. Çünkü onlar var olmasına rağmen yok olan bir avuç insandı işte.

Yönetim bu baskılar altında daha mantıklı bir şekilde hareket edecek vakti bulamamıştı ve muhtemelen her şey o boşluk anında gerçekleşmişti. 49 Takımı bu durumu fırsat olarak görmüş olmalıydı. Yönetimin en kısa zamanda değişeceğinden emindik fakat bunu, 49 Takımı'nın baskıyla ve şu andaki korkunç manzaraya sebep olarak gerçekleştireceği aklımızın ucundan bile geçmemişti.

"Bu kadarını beklemiyordum işte." Peter'ın gergin bir şekilde şakaklarını ovmasını seyrettim. Her ne kadar sakin ve aşırı rahat bir insan izlenimi verse de anksiyete yüzünden çok fazla sıkıntı çekmişti. Hâlâ titreyen ellerinden kendini dizginlemeye çalıştığını fark edebiliyordum. İçinde büyük bir yangın kopuyordu.

Sanki bize düşünmemiz için ve söylediklerinin sindirilmesi için zaman tanımış olan ses tekrar araya girdi:

"Bir süredir devam eden protestolar ve ayaklanmaların sonucu yönetim kendi kendine teslim olmuş, biz 49 Takımı olarak yönetimi bizzat ele geçirerek uzun zamandır sürmekte olan huzursuzluğa engel olmak adına bir adım atmış olduk. Peki biz kimiz?" bir süre duraksayıp dudaklarını hafifçe yukarı kıvırdı. Bu durumdan oldukça memnun olduğu apaçıktı ve elimi bir yumruk hâline getirmekten kendimi alamadım. Samimi görünmeye çalışan görüntüsünün ardında soğuk bir maske gizliydi.

"Takımımız özellikli çiplere sahip kişilerden oluşmakta olup herkesin farklı bir yeteneğe sahip olduğunu belirtmemiz gerek. Daha fazla ayrıntı vermemin yasak olduğunu ve sadece Hiraeth halkına bir açıklama borçlu olduğumuzu düşündüğümüzden dolayı, temsilen burada bulunduğumu söylemek durumundayım. Daha iyi bir Hiraeth için birlik olacağız. Tam karantina uygulanacak olup dışarıda görünen tek bir kişiye bile taviz gösterilmeyeceğini önemle duyuruyoruz." Gözlerini bir anlığına ekrandan çevirip arka tarafta kendisini yönlendiren kişiye bir baş sallaması verdikten sonra devam etti. "Şimdiye kadar Yuta Watanabe'yi dinlediniz."

Birleştirdiği ellerini çözdükten sonra ekrana bakmaya devam etti. Ne olduğunu çözemediğim bir statik araya girdi ve görüntü aniden bozuldu. Birkaç saniye geçmesinin ardından, aynı yazı tekrar ekranda belirdi: 1.80.52.8991.0. Başımı iki yana sallayıp histerik bir gülüş bıraktım.

"Bu bir şaka falan olmalı." avuçlarımın içine hapsederek parmaklarımın arasında sıkıştırdığım perdeyi bırakırken dudağımı ısırdım. Bu çözemediğim karmaşalar dizisinin içinde mantıklı bir sonuç çıkarmak için çabalarken ne kadar sert ısırdığımı fark edemedim bile. Demir tadı ağzımda dağılıp dışarıdaki görüntü kadar iğrenç bir tat bıraktı ağzımda. Sanki bugün her şey ekstra keyifsizdi ve ben bunun zirvesini yaşarken bulmuştum kendimi.

"Şu anda bir uçurumun kenarında gibiyiz. Gidecek başka hiçbir yerimiz yok ve dibe batmışız bile, görebiliyor musun?" Peter histerik bir gülüş bırakıp dışarıdaki manzarayı işaret etti. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Daha dün her şey normaldi ve sokaklar oyun oynayan çocuklarla doluydu. Bunu nasıl kabullenebilecektik ki?

"Tam karantina uygulanacak ve dışarıya asla çıkılmayacak..." Yuta'nın ağzından çıkan kelimelerin üzerinden teker teker geçtim. İdrak etmeye çalışıyordum. "Eğer dışarı çıkamayacaksak yönetilmemizin manası ne ki?"

"Bilmiyorum." diye mırıldandı. Gözleri öyle boş bakıyordu ki sanki burada değil gibiydi.

Gözlerim tekrardan 1.80.52.8991.0 yazısına takıldı. Şehrin üzerine bir kâbus gibi inmiş kırmızı ışıkların altında, billboardlarda ürkütücü bir şekilde yanıp sönmeye devam ediyordu. Karnıma bir ağrı saplandığını fark ettim ve gözlerimi kısa süreliğine kapattım. Sadece birkaç dakikalığına bu karmaşayı ve gerginliği hissetmek istemiyordum. Bunun bir rüya olmasını diledim ama dileğimin gerçekleşme imkânına ben bile inanmıyordum.

"Özellikli çip dedi, duydun mu?" Peter konuşana kadar beynimi kemiren düşüncelerimde boğulmaya devam etmiştim. Gözlerimi acele etmeden, yavaşça açtım. "Nasıl olabilir? Hatta asıl soru şu: Bu ne zamandır planlanıyor da bizim haberimiz yok?"

"Bilmiyorum, Peter." dedim sakince. "Sorgulamamız gereken o kadar çok şey var ki şu an herhangi birine odaklanmam imkânsız gibi bir şey. Hem bu sayılarla dertleri ne?" parmağımı pencerede sayıya denk gelen noktaya yerleştirdim. "Bunun bir anlamı olmak zorunda."

Başını salladı. "Öyle ama ne?" biraz duraksadıktan sonra tekrar konuştu. "IP adresi gibi duruyor."

Bir süre birbirimize baktıktan sonra pencereden uzaklaşarak masama yöneldim. Eğer aklımızda birden fazla soru işareti varsa bunlardan bir tanesini elemekle başlamaktan başka çare yoktu. Uzun zamandır yenilemeyi ertelediğim gıcırdayan sandalyeye bedenimi bıraktıktan sonra hafifçe kendimi ileri çektim ve bilgisayara uzanarak hızlıca bir sayfa açtım. İlk birkaç sayıyı yazar yazmaz gerisi çok kolay bir şekilde geldi ve bu da demekti ki bunu araştıran tek kişi biz değildik. Elbette olamazdık. Onca insan içinden tek biz akıllı çıkacak değildik sonuçta. Adresten garip bir çocuk animasyonu çıktığında derin bir nefes verdim. Sayfayı kapatıp arkama yaslandım. Elbette herkesin düşünebileceği basit bir IP adresiyle bizi kandıracaklarını sanmamışlardı. Bunu arayıp da vakit kaybettiğim için kendime kızmıştım ama önemli olan bir soru işaretinin kaybolmuş olmasıydı. Geriye yüzlercesi kalmış olsa da.

"Biraz fazla aceleci davrandık sanırım." Peter, ekrana öylece baktığımı fark etmiş olmalıydı ki yanıma doğru ilerledi ve diğer sandalyeye otururken eliyle omzumu yavaşça pat patladı. Bu onun beni rahatlatmak için bulduğu bir çözümdü. Her ne kadar geçici olsa da bazen işe yaradığını düşünüyordum. En azından yanımda birinin olduğunu ve tekrar çabalamam için motive olmam gerektiğini bana hatırlatıyordu. Uzun süredir kırpmadığım ve ağrımaya başlamış göz kapaklarımı kırpıştırırken kafamı salladım. Bir olumsuzluğa odaklanarak her şeyi bir anda mahvedemezdim.

"Pekâlâ, sence bu özellikli çip işini nasıl yürüttüler?" bedenimi hafifçe çevirerek ona doğru döndüm ve sorusunu yöneltip dikkatimi ona vermemi bekledikten sonra devam etti. "Yeteneklerden bahsetti. Eğer gerçekten düşündüğüm tarzda yetenekleri kastediyorsa birinin görünmez olması veya birinin zihin okuması gibi klişeleşmiş şeyler olabilir demektir."

"Muhtemelen." dedim. "Yani belki bu kadar basit düşünmemişlerdir ama buna benzer şeyler olmalı. Şu anda güçlerinin ne olduğunu tartışmaktansa bizim yapmamız gereken bu çiplerin nasıl bir şey olduğu ve nasıl özellikli hâle getirdikleri üzerine düşünmek değil mi sence de?" dedikten sonra onayını almam kısa sürmedi.

Sandalyede oturduğu pozisyonu düzelterek daha ciddi bir duruş sergilerken derin bir nefes verdi. "Kesinlikle, gerçi en ufak bir fikrim yok. Bir çipe nasıl özellik yükleyebilirsin ki? Benim bildiğim çipler elde bile zor tutulan birkaç metal parçası."

Gerçekten de öyleydi. Yıllar önce eski telefonumdan söktüğüm çipi, çekmeceyi açıp çıkarırken tutmakta bile zorlanıp düşürmekten son anda kurtarmıştım. Elimde birkaç kez evirip çevirdim, yakından da baktım ama o kadar basit duruyordu ki bahsettikleri çipin buna benzer hiçbir yanı olmadığını tescillemiş oldum. Yaptıkları şey her neyse bu kadar basit bir şey değildi ve nasıl özelleştirdiklerini daha çipin özelliklerini bilmeden tahmin etmemiz mümkün değildi. Bunu bilmenin bir yolu olmalıydı ama nasıl?

"Sence 49 Takımı adında bir site bulabilir miyiz?" Peter'ın sesiyle düşünce bulutlarımdan sıyrıldım. Gözlerimi birkaç kez hızlı hızlı kırpıştırdım.

"Nasıl yani?"

"Site diyorum." Peter beni itekleyerek masada kendine yer açtı ve bilgisayarı kendine doğru çekti. "Kesinlikle bir site açmış olmaları gerek. Kendilerini tanıtmaları falan lazım değil mi? Bir site açmışlarsa eğer herkes buraya akın edecek ve planlarının ne olduğunu öğrenmeye çalışacak."

Mantıklı bularak bir süre elini klavyede gezdirmesini izledim. Yazdığı site adresini girdikten sonra gerçekten de bir siteyle karşılaşmayı beklemediğimden bir süre afallamış hâlde ekranda dönüp duran küp şeklini izledim.

"Küp mü?" kaşlarımı çatarak bunun ne anlama geldiğini sorgulamaya başladım.

Peter fareyi oynatarak işareti küpün üzerine sürükledi ve birkaç kez tıkladı. Küp dönmeye devam etti ama küpe tıkladıkça küp sürekli 7'ye bölünüp düzeldi.

"Bunlar kesinlikle 7 kişiler." Dedi Peter. Aynı anda ben de kafamı sallayarak onu onayladım.

"Bence de. Üstelik bu bir çeşit kilit sanırım. İstedikleri şeyi vermeden açılmayacak."

Peter bıkkın bir nefes verdikten sonra arkasına yaslandı ve eliyle saçlarını karıştırdı. "Her şey fazla karmaşık, dostum." dediğinde, ben de onun gibi arkama yaslandım ve omuzlarımı silktim.

"Bunu uzun zamandır planlıyorlar ve hemen neyin peşinde olduklarını çözmemiz imkânsız. Sorun şu ki iki kişi birlikte bir beyin fırtınası yapamıyoruz ve bir süre sonra tıkanıyoruz, çünkü ikimiz de kısıtlı fikir üretebiliyoruz."

Peter bir süre sessiz kaldıktan sonra koluyla kolumu dürttü.

"Aramıza birileri lazım mı demek istiyorsun?"

Başımı ona çevirip yavaşça aşağı yukarı salladım.

"Ne derler bilirsin: Birlikten kuvvet doğar."

Bu cümleye karşılık sırıttı ve onaylarcasına bir ses çıkardı.

"Haklısın. Ama düşün bakalım, bizim birbirimizden başka arkadaşımız var mı?"

Benim bir an bu sorunun cevabını düşündüğümü fark ettiğinde, dil çıkardı ve omzuna bir yumruk attım. Gerçekten de düşününce yıllardır ikimizden başka hiç kimse olmamıştı. Peter'ın annesi, son evre mide kanseri sebebiyle hayata veda ettiğinde, gecenin bir yarısı evime gelmiş ve o günden sonra iki kişi olarak yaşamaya başlamıştık. Tabii bu hikâyenin daha öncesi de vardı. 9 yıl bir yetimhanede kaldıktan sonra nihayet üniversiteye geçtiğimde orada Peter'la tanışmış ve iyi bir dost olduğumuzu fark ettiğimizde görüşmedik bir gün bırakmamıştık. Annesi uzun bir süre ikimize de annelik yapmış, benim yıllardır eksik kaldığım bir parçama bir nevi ilaç olmuştu, ama onu da aniden kaybetmek büyük emeklerle inşa ettiğim kulenin bir anda yıkılması gibi hissettirmişti. İkimiz de tam 1 yıl boyunca kendimize gelememiştik, Peter'la sadece yemek masasında görüşmüş ve daha sonrasında odamızda yaşamaya devam etmiştik. Ölümün bir gerçek olduğunu ve her acının bir süre sonra yatıştığını fark edebilecek kadar büyüdüğümüzde ise buna bir son vermiştik. Acı güzel bir eğitmendi, bana göre. Açtığı her yara sayesinde büyümeyi öğreniyorduk. Her gece bilmediğim birinin sesiyle uyanmak ve sürekli ıslak yüzümü silmek bile bir alışkanlık hâline gelmişti. İçimde büyük bir enkaz vardı ve enkazın altında kalan bir parçam haykırıp duruyordu ama bunu bastırmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Düşündüğüm zaman bu bilinmez acı silsilesi bağışıklık kazanmamı sağlıyor, acı denen kavramı daha iyi anlamayı ve varlığını kabullenmemi kolaylaştırıyordu.

"Yine dalıp gidiyorsun." Bir el gözümün önünde sallanana kadar bir düzine şey geçmişti aklımdan. "Gerçekten, Will. Bazen başka bir boyuta gidip geldiğinden şüpheleniyorum."

"Yok artık." deyip güldüm. Bilgisayar ekranında sayamayacağım kadar fazla sekme açıp insanların tepkilerini araştırmıştı bile. Sekmelerden birinde global haber sitelerini gördüm. Kararlı bir ifadeyle yüzüne baktım. "Ben şaka yapmıyorum, sence de birkaç kişi toplamak bizim için iyi olmaz mı?"

Peter bir süre düşündükten sonra başını salladı. "İyi olur. Ama nasıl iletişim kuracağız ya da nasıl iyi bir iş birliği kurabilecek kişileri toplayacağız?"

Gerçekten de iletişim kurmak bir yana, anlaşabileceğimiz kişileri bulmamız ayrı bir meseleydi. 7 kişi onlar nasıl toplanmışsa bizim de toplanabilmemiz imkânsız olamazdı. Bu kadar insan içinde elbette birilerini bulabilirdik ve her ne kadar uzun bir süreç olacak olsa da karantina içinde kalmak ve bir grup manyak yüzünden evimizde sürekli kırmızı ışıklar görerek kafayı yemek yerine her yolu denemek yapmamız gereken tek şeydi. Bunu nasıl yapabileceğimizi düşünürken kafamda bir ampul yandı ve elimi şıklattım.

"Birlik çağrısı yapacağız." dedim.

Peter anlamaz gözlerle bana baktı.

"Birlik çağrısı mı yapacağız?"

"Bir ay önce bir girişimci rakamlarla gizli mesaj yazabileceğimiz bir uygulama hazırlamıştı. Bana attığı garip mesajı sana göstermiştim. Önce bir dolandırıcı olduğunu düşünmüştük ama uygulama gerçekten de rakamlarla mesaj yazmanı sağlıyordu. Hatırlıyor musun?"

Bir anda aydınlanmış gözlerle bana baktı ve elini devam et dercesine salladı.

"Gizli bir mesaj oluşturacağız ve bu uygulamadan haberdar olan kişiler umuyorum ki buna geri dönüş yapacak. Uygulamayı sayılı kişi bildiğinden bahsetmiştim. Bu da demek oluyor ki bize katılacak kişileri bir araya getirmek çok daha kolay olacak."

"Dostum, bu mükemmel bir fikir." Peter heyecanla ayağa kalktı ve odada bir ileri bir geri giderken konuşmaya devam etti. "O hâlde mesajın altına bir de discord hesabı ekleyelim, böylece kısa sürede iletişim kurup 5 kişiyle kolayca fikir alışverişi yapabiliriz."

Başımı salladım.

"Harika." Bilgisayarda hızlıca bir sayfa açtıktan sonra uygulamaya giriş yapıp mesajı oluştur kısmına tıkladım. "Hadi yapalım şu işi."

Continue Reading

You'll Also Like

platonik (ÇT) By ...

Science Fiction

202K 11K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...
316K 9.9K 27
ZORLA EVLİLİK VARDIR, ONA GÖRE OKUYUN. Umursamaz tavrı beni sinirlendirmişti, babamın götünden resmen ter akıyordu. Kapıyı kapattı ve stresle bana ba...
1.3M 123K 150
New York Araştırma Merkezi'nden bir bilim adamı, çok sayıda "Tasarım Bebek" oluşturarak Dünya'nın bundan böyle çok daha yaşanılası, huzur ve refah do...
436K 23.1K 54
Siz: Ya hayır anlamıyorum benim ne suçum var neymiş efendim bilerek yapmışım Siz: Alakası bile yok sadece anneme yardım etmek için tabakları Masaya...