The Epilogue

By papataeya

89 14 5

Taehyung, geceleri katilleri öldüren bir katildi. Jeongguk ise, kurbanlarından birinin kurbanıydı. More

gone with the sin | 1

born free | 2

35 6 0
By papataeya

"Nihayet uyandın. Dozu fazla kaçırdığımı sandım."

Şişmiş gözlerimi araladım. Bir daha uyanmamak üzere bir uykuya daldığımı düşünüyordum, yine de şaşkınlık perdesini üstümden atmak zordu. Hava aydınlanmıştı. Kulağımı dolduran bir şarkı vardı. Barakadaki sedyeye sımsıkı bağlıydım, bunun yanında ellerim de birbirine sımsıkı bağlılardı. Panik yapmamaya çalıştım. Yabancı, sedyenin yanına plastik bir sandalye çekmişti ve orada oturuyordu. Onu incelerken, sızlayan kırık parmaklarımı fark ettim; tahta bir çubuk ve bir bezle onları bağlamış, düzgün kaynaşmaları için pansuman yapmıştı.

Kuruyan boğazım sebebiyle sesimin güçsüz çıkacağını düşünüyordum fakat sandığımın aksine normal, ancak kendinden emin olmayan bir tonla güç kazandı. "Ona ne yaptın?"

Oturduğu yerde geriye yaslanıp bir müddet suratıma baktı. Eldivenleri hâlâ ellerindeydi ama onları yenilediğini fark etmemek için kör olmak gerekiyordu. Dün gece birini öldürmüş olduğunu belirten hiçbir şey yoktu çehresinde. Düşünür gibi yaptı. "Hakkımda veya onun hakkında ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi. Eski hayatına daha rahat kavuşman ancak böyle mümkün olur."

Gözlerim doldu. Eski hayatıma kavuşmak. Sesimin titremesine engel olamadım; sesim, boğazımdaki bir göçüğü atlıyormuşçasına çatladı ve başta ince bir tını hâlinde duyuldu. Bu kadar kolay olacak mıydı?

"Bana bunu neden yaptı? Düşmanım mıydı? Sevmiyor muydu beni? Ailemden herhangi birini? Neden yaptı? Lütfen... Bilmek istiyorum. Başka hiçbir şey sormayacağım. Bunu bilmem gerekiyor."

Başta bana acır gibi baksa da, bu isteğime hak vermiş olacak ki, bakışlarını üstümden çekip eldivenlerinin kenarlarını düzeltmeye başladı. Konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı.

"Bryce Wallis. Leş toplayıcısı. Seni nerede gördüğünü veya seni neden kaçırdığını bilmiyorum ancak dürüst olmak gerekirse, en mantıklısı bilmemek zaten," sandalyesinden kalktı, bir an gideceğini sanmıştım ve gitmemesi için yalvaracaktım; fakat sandığımın aksine, eskiden içi daima boş olan metal dolaba bırakmış olduğu bir şişe suyu çıkardı ve bana getirdi. "Bazı insanlar böyledir. Başkalarının canını almaktan, onlara işkence çektirmekten zevk alırlar. Onlara göre bu, kudretin anlamıdır. Tanrıcılık oynarlar. Seninle Tanrıcılık oynadı ve kendini uzun bir süre tatmin etti. Kişisel algılama. İlk değilsin," beni sedyeye bağladığı düğümlerden birini, bıçağıyla kesti. "ama sonsun."

Yardımıyla doğruldum ve bana su içirmesine izin verdim. O da bir katildi. Katiller, bana kalırsa sokak köpeklerine benziyorlardı. Ne yapacaklarını hiçbir zaman kestiremezdiniz. Bir an sizi sevip, koruyup kollayabilirdi; fakat sürüsünün içinde bulunduğu an gelen deli cesareti ile, önüne geleni parçalayabilirdi. Bu adama güvenmiyordum. Ancak, şimdilik başka çarem yoktu.

"Peki diğerleri?" diye sordum suyumu yudumladıktan sonra. Bir kısmı tam ağzıma denk gelmediğinden, çenemde süzülerek üstüme akmıştı. Yabancı, kaşlarını çattı. Bu soruyu beklemiyor gibiydi.

"Diğerleri derken?"

"Bryce'in arkadaşları."

Su şişesini bırakıp sandalyedeki yerini aldı.

"İzcilik kulübüne gidip rozet için birbiriyle yarışan arkadaşlarından mı bahsediyorsun-"

"Bana, birlikte tecavüz eden arkadaşları."

Yabancının gözlerinde gördüğüm ifade, kanımı dondurdu. Onun bir katil olduğunu bir kez daha anımsadım. Kendine yeni avlar bulduğunu düşünüyordu. Bana acıması yoktu. Bu bilgi, onu sevindirmişti. Oturduğu yerde geriye yaslandı ve duyduğu şevkin dudaklarına yansımasına engel olmaya çalıştı. Yine de gereğinden fazla kasılan, dudağının sol kenarı; kendisini ele veriyordu. Mimiklerde o kadar usta değildi demek ki, veya ben, mimik okumada fazla iyiydim.

Yine de içimde anlamlandıramadığım bir his vardı. Benim üstümden av bulsun istemiyordum. Konuşmaya devam etmemi istediğini belirtircesine başını usulca öne eğdi.

"Bryce ve yanılmıyorsam 4 arkadaşı... Bryce buraya gelir, bana vurur ve- gözlerimi bağlayıp dışarı çıkartırdı. O anlarda neşelenirdim biraz. Dışarı çıkmayı çok özlüyordum çünkü. Fakat, ilk seferden sonra böyle hissetmedim hiç. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum, gözlerimi ve ellerimi bağladığı için de hiç öğrenemedim. Bryce ve, yanılmıyorsam dört tane arkadaşı... Benimle eğlenirlerdi. Bana dokundular. Bedenime... Bedenime- bedenime zorla sahip oldular, defalarca. Defalarca. Defalarca. İçlerinden birinin doktor olduğunu biliyorum. Kalın bağırsağım parçalandığında, benimle o ilgilendi. İsimlerini... Çok hatırlamıyorum, fakat benimle eğlendikleri sırada birbirlerine seslenişlerinden az çok hatırlayabilirim."

Sesim titremeye başlamıştı ama ona bu konuda yardımcı olabilmek istiyordum. Gerekirse, o heriflerin hepsinin ölümüne sebep olacaktım. Ki bunun gerekli olduğunu, yabancının parlayan bakışları bile anlatıyordu. Bunu istemesinden önce, muhtemelen bir şeyler daha vardı. Konuşmaya başladığında, haklı çıktığımı anlamıştım.

"O adamlar infaz edilmedikçe ikimiz de güvende değiliz. Burayı derhal terk etmemiz gerek. Seni kısa bir süre yanımdan ayırmayacağım, bunu sana danışamam ve bunun için çok üzgünüm fakat bunu ikimizin de iyiliği için yaptığımı anlaman gerek. Onlar ölmedikçe peşine düşecekler, onlar ölmedikçe Bryce'in katilinin de peşine düşecekler. Bana zorluk çıkartmamalısın. Senin için barınacak bir yer bulacağım ve ben işimi halledene kadar orada kalacaksın. Öncesinde, lütfen adamların isimlerini hatırlamaya çalış. Evin içinde sana yardımcı olacak birkaç şey bulabilirsin: Bu sebeple gitmeden evvel eve uğraman güzel olur." Yabancı, ayağa kalktı ve gözlerinin önüne düşüp de kirpiklerini dürten saç tutamlarını, ufak bir baş hareketiyle çekti. "Başına gelenlerden ötürü üzgünüm. Gözünde, Bryce ve onun gibilerden bir farkım olmayabilir ancak onların aksine, benim prensiplerim var. Masumun kanı akıtılmaz. Masumun kanını akıtanın, kanı pistir. Taşınmaz."

Söylediklerini sessizce dinledim. Ona güvenmekten başka şansım yoktu. Zorluk çıkartmayacağımı teyit ettikten sonra, beni sedyeye bağladığı ipleri kesmeye razı oldu. Bir yere dokunmamamı, bir iz bırakmamamı tembihledikten sonra barakadan çıkıp eve doğru yürümeye başladık. Adımlarım sendelediğinden, bir kolumdan tutarak destek olmaya çalışıyordu ama bir işe yaradığı söylenemezdi. Köşeyi döndükten sonra, Yabancı, gördüğü şey ile birden yere çöktü ve kolumdan tutarak benim de çökmemi sağladı. Önden yürüdüğü için ne gördüğünü merak ediyordum. Beni tutmayan eli, Kemerinin arkasına; kılıfında tuttuğu hançerine uzanmıştı. Onun bu temkinli hâli beni de paniğe sokarken, kısık sesle ne gördüğünü sordum. Beni tutan elini sıkarak sessiz olmam gerektiğini bir kez daha vurguladı.

"Kapı açık. Buradalar. Seni yoklamaya henüz gelmemiş olmalarına şükür etmeliyiz." Bakışlarını bana çevirdi. "Ne yazık ki yanımda yeterli ekipman yok, ayrıca kaç kişi olduklarını bilmiyorum. Bu sebeple bugünlük eve uğramadan dönmek zorundayız. Başka bir gün, dilersen, tekrar gelebiliriz buraya."

Söyledikleri fazlasıyla mantıklıydı fakat benim aklımda yalnızca bir soru vardı. "Bu kadar kısa sürede, cesedi ne yaptın? Hâlâ... içeride mi?"

Sorum onu keyiflendirmiş gibiydi. Evin aksi yönünde, çimlerin arasında yürümeye başladık. "Pişirip yedim."

Olduğum yerde kalakaldım. Tam, yabancının delinin teki olduğuna karar verip çığlık atacakken kolumdan çekiştirdi. "Şaka yapıyorum. Onu parçalara ayırıp, kendi küvetinde erittim. Bryce diye biri hiç var olmamış gibi düşünebilirsin."

Arabasına doğru, yaklaşık 1-1,5 mil kadar yürüdük. Yabancı, sürekli olarak tetikteydi ve bu, onun fazlasıyla deneyimli biri olduğunu düşünmeme sebep oluyordu. Bir an için, ne kadar kişi öldürdüğünü merak ettim. Arabaya binmeden önce, beni boydan boya süzdü.

"Arabanı kirleteceğimi mi düşünüyorsun?" diye sordum alaycıl bir tavırla. Dürüst olmak gerekirse beni süzüş şekli beni kırmıştı. Her gün duş alan biriydim, ama kaçırıldığınızda elbette böyle bir lüksünüz olmuyordu.

"Şehre giren araçları kontrol eden bir subay olsam seni görünce ne yapardım, onu düşünüyorum."

Keyifli görünmeye çalıştım. "Genelde pantolonlarını indiriyorlar."

Yabancı, gülmedi. Ben de komik bulmamıştım.

Aradan sessizce geçen birkaç saniye sonrasında, arabayı çalıştırdı ve dönüş alarak sürmeye başladı. Yaklaşık beş dakika sonra bir gölün kenarına gelmiştik. İçten içe minnettardım, vücudumun her bir bölgesinin suya muhtaç kaldığını biliyordum. Yabancıya dönüp gülümsedim. Ellerimin bağını çözmesini istedim, fakat bunu somurta somurta yaptı. Bana hâlâ tam anlamıyla güvenmiyordu. Haklıydı. Ben de ona güvenmiyordum.

Hançeri, bileklerimi birbirine bağlayan gergin ipi tek seferde kesti. Özgürlüğe kavuşan bileklerimi, tadını çıkarmak istercesine savuşturdum; sonrasında üstümdeki ve altımdaki paçavrayı çıkarttım. Yabancı her hareketimi büyük bir dikkatle izliyordu. Bana hayranlık duyduğundan veya başka bir şeyden değildi: Ölümümüze sebep olmayacağımdan emin olmak istiyordu. Arabasına yaslanıp, beni izlemeye devam etti. Ben de onun varlığından bihabermiş gibi, gölün tadını çıkarıyordum: gerçekten hiç fark etmezdi. Temiz ve soğuk su bedenime temas ettiğinde irkildim. Sonrasında kendimi tamamen suya bıraktım. Vücudumu ovuşturarak kirden arınmaya çalışıyor, bir yandan da suyun ferah tadının ve kokusunun verdiği şevkle kendimi akışına bırakıyordum. Yabancı, tüm duygulardan yoksunmuş gibi beni mimiklerinde bir gram hareket yokken izliyordu. Onun hakkında çok fazla şeyi merak ettiğimi fark ettim.

Kaç yaşında olduğunu, adını, bu işi ne zamandan beri yaptığını ve neden yaptığını, beni neden öldürmediğini...

Çocuksu yanım kalıp saatlerce suyla oynamak istese de, yabancının bana böyle toleranslar tanımayacağını aklıma sokmam gerekliydi. Sudan çıktım. Arabanın bagajından, kurulanmam için büyük bir havlu çıkardı. Havluyu bana uzattı, teşekkür ederek aldım ve bedenime sardım; o esnada bagajdan birkaç temiz kıyafet de çıkardı. Üstü sık sık kirlendiğinden, fazlaca ekipman taşıyan biri olduğunu düşündüm.

Bana çıkarmış olduğu siyah kot pantolonu ve koyu yeşil kazağı üstüme geçirdim; bedeni bana büyüktü, yine de üstümde sırıtmıyordu. Ön koltuğa oturup tepedeki çıkıntıyı çektim, aynadaki görüntüme bakarken buruk bir gülümseme vardı yüzümde.

Bir daha böyle görüneceğim düşüncesi, bir gece öncesine kadar imkansızdı.

Yabancı, yanımdaki yerini aldı. Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdı ve zorlanmadan harekete geçti. O yola bakarken, onu daha çok inceleme fırsatım oldu. Yabancı, ortalama bir insanın üstünde yakışıklılığa sahipti. Onu ilk gördüğümde şaşırmış olmamın sebeplerinden biri buydu. Diğer sebep ise, Asyalı olmasıydı. Asyalı olmasına rağmen İngiliz aksanı ve İngilizcesi oldukça gelişmişti; sanırsam doğduğundan beri burada yaşıyordu. Siyah saçlara ve esmer bir tene sahipti. Kemikli bir yüzü, hafiften çıkmış olan sakalları vardı; her şeyin ötesinde, ellerine taktığı siyah eldivenleri bir kere bile çıkardığını görmemiştim.

Şehre yaklaştıkça bu düşüncemin problem hâline gelmesine engel oldu: Araçları kontrol eden subayların dikkatini çekmemek için şehre varmaya on dakika kala siyah eldivenlerini çıkartmış, buruşturup arka koltuğa atarak ellerini tekrar direksiyona kavuşturmuştu. Yabancının, elleri güzeldi. Yine de ne olursa olsun yanımda oturan adamın, eli kanlı bir katil olduğunu aklımdan çıkarmamalıydım.

Radyoyu açtı. İleride görünen subaylar, sesi kıstığını düşünsün istiyordu fakat radyoyu henüz yeni açmıştı. Yükselen neşeli bir yaz şarkısı ile oturduğum yere sindim. Farklı bir insan görmeyeli uzun zaman oluyordu ve bunun ne kadar değişik bir şey olduğunu henüz fark etmiştim. Kontrolü sağlam bir şekilde geçtik.

Ona döndüm. Merak ettiğim şeylerden birini sormak istiyordum. "Adın ne?"

Kısa bir süre bakışları bana değdi, sonrasında yola tekrar döndü. Düşünüyordu. Muhtemelen gerçek ismini söylemek istemiyordu, fakat sonrasında bu düşünceden vazgeçti ve sesi, ismiyle şekillendi. "Kim Taehyung."

Çekiklerinden Asyalı olduğunu anlamıştım fakat kendi milletimden olması şaşırtıcı olmuştu. "Jeon Jeongguk."

Gülümsedi. Tekrar şaşırdım.

"Senin adını biliyorum zaten."

Kaşlarımı çattım. "Nereden biliyorsun?"

Bu bilgiyi benimle paylaşıp paylaşmamak arasında kalmış gibiydi, yine de bilmem gereken bir şey olduğunu düşünüyordu. "Bryce'in kurbanlarının bir listesi var. Liste demek doğru değil gerçi, hatıra kutusu gibi düşünebilirsin. Her kurbanından, saç tutamları kesip bir deftere yapıştırmış ve kurbanın ismini üstüne yazmış." bakışları kısa bir süre tekrar bana değdi. Bryce'in ismini duyar duymaz vücudumdan bir ürperti geçmişti. "Senin adının altı boştu."

Bakışlarımı ondan çekmedim. Bunu sindirmek için, zamana ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Bir seri katilin ölüm listesindeydim, sağ kalan tek kişiydim. Taehyung, bakışlarımın donup kalmasına karşılık, verdiği bilgiden pişman olmuş gibiydi. Aniden kramp giren midem ve dönen başımla, zorlukla konuştum.

“Arabayı kenara çeker misin,”

“Her şey yolunda mı?”

“Değil, kusacağım, arabayı kenara çek!”

Ani bir manevrayla arabayı sağa çekmiş ve dörtlüleri yakarak benimle birlikte arabadan inmişti. Midem dehşet bulanıyordu. İçimi dışıma çıkarma konusunda oldukça arzuluydum. Yolun kenarına geçip dizlerimin üstüne çöktüm. Dolu gözlerimi sımsıkı kapatarak gözyaşlarımın kirpiklerime dağılmasını sağladım. Taehyung'un varlığını birkaç adım arkamda hissediyordum. Bana bakıyordu. Bekliyordu. Sorun çıkarmayacağıma emin olmak istiyordu.

Öğürmeye başladım. Karnımın birkaç acı kasılışı dışında hiçbir sonuç alamadım. Midem bomboştu ama öğürdükçe öğürüyordum. Birkaç dakika sonra dizlerimin üstüne çöktüğüm yerden kalktım, sonuç alamamıştım. Yine de, Taehyung'un benimle göz göze gelmemeye çalıştığını fark ettim; beni, önünde öğürdüğüm için utandırmak istemiyordu. Ön koltuğa doğru adımladım ve oturdum. Taehyung, direksiyon koltuğuna otururken, bana sadece çok kısa bir süre baktı.

“Kusamadım,” dedim hafif neşeli bir tonla. Sanki bariz belli değilmiş gibi.

Kaşlarını kaldırdı. Arabanın radyosuna uzandı; açtığı şarkı, uyandığımda kulağıma dolan şarkıydı. “Hayır, kustun. Acıyı.”

Gülümsedim ve şarkıyı dinlemeye başladım. Özgür doğ, diyordu. Esen rüzgâr kadar özgür, çimlerin uzadığı kadar özgür; kalbinin sesini takip etmek için, özgür doğ.

Taehyung, işaret parmağını  direksiyona vurarak ritim tutuyor; bir yandan da şarkının sözlerini mırıldanıyordu. Özgür yaşa, diyordu. Güzellikler etrafını çevreler; bir yıldıza her baktığında, dünya seni şaşırtır. Adam öldürürken dinlediği bir şarkıyı, hayatına bu denli dahil edebilmesi beni dehşete düşürmüştü.

Bakışları bana döndü. Mırıldanmayı bırakıp, şarkıyı sesli bir şekilde bana söylemeye başladı. “Özgür kal; hiçbir duvarın seni bölmediği bir yerde. Kükreyen bir dalga kadar özgürsün, bu yüzden saklanmana gerek yok.”

Şarkıya eşlik ettiği her kelimede tüylerim ürperiyordu.

Özgür doğduğuna inanıyordu. Aklını bu düşünceyle bozmuş, muhtemelen ideolojisi olarak belirlemişti. Kendisinin bir seri katil olduğu, şu durumda bile sık sık aklımdan çıkıyordu; yine de bunu kendime daha sık hatırlatmaya çalışır olmuştum. Özgür kal, dedi bana. Özgür kal.

Özgürdüm.

Şarkıyı başa sararken, onun kadar özgür olduğuma emin oldum. Bedenimden bir titreme geçti. Psikolojik açıdan ne durumdaydım bilmiyordum fakat bana kendimi iyi hissettirecek ve bütün bu yaşananları unutturabilecek tek bir şey olduğuna inanıyordum.

“Taehyung,” dedim. Şarkıya eşlik etmeyi bırakıp, dikkatini bana verdi. Özgür doğ, özgür yaşa, özgür kal.

“Bryce'in arkadaşlarını öldürmemde bana yardım etmeni istiyorum.”

Continue Reading

You'll Also Like

23K 6.4K 12
panik atak jisung & hallederiz minho
111K 8.7K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
504K 58K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
48.3K 2.5K 17
❝Benim ezbere bildiğim tek şey senin gözlerin.❞ kenan yıldız fanfic|23.01.24 ❥en cok okunan kenan yildiz kurgusu! ⭑ ༶•┈┈┈┈┈┈୨♡୧┈┈┈┈┈•༶ Bin 01.02.24 ...