Yılan Yuvası

By S-Mare

117K 14.3K 14.8K

"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi bi... More

Giriş
1.1 - Ak Yılanlara Ölüm!
1.2 - Kan Dolu Düğün
1.3 - Kukla ve Zehirli Taç
1.4 - Parlak Sarı Gözler
1.5 - Yak Ve Isıt
1.6- Ya Özgür Ya da Ölü
1.7 - Kanlı Anlaşmadaki Pençeler
1.8 - Aslan İnindeki Yılanlar
1.9 - Ateşi Başlatan Kıvılcım
1.10 - Aslana Dişlerini Geçirmiş Yılan
1.11 - Ağaçlar ve Dalları
1.12 - Ateşler İçindeki Saray
1.13 - Şifa Veren Dudaklar
1.14 - Tehlikeli Bilinmezlik
1.15 - Canlandıran Öldürülmeli
1.16 - Avcı Olmaya Çalışan Av
1.17 - Kırmızı Bir Çiçek
1.18 - Ölümcül Kükreyiş
1.19 - Düşünce Korkakları
1.20 - Şehvet Zehri
1.21 - Oyunlar ve Sırlar
1.22 - Çekilmez Prensin Yılanı
1.23 - Kanla Boyanmış Gümüşi Saçlar
1.25 - Taşınamayan Nefret Yükü
1.26 - Bir Öpücük Bin Çelişki
1.27 - Tutkulu Bir Son
1.28 - Kötü Bir Masal
Final - Ateş, Öfke ve İntikam
YILAN YUVASI KARAKTERLER
Yılan Yuvası Sözlüğü ve Haritası

1.24 - Rüzgar, Tuz ve Orman

3.5K 481 509
By S-Mare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶
Ruelle - Until We Go Down
🎶

Instagram: e.s.mare
Esmare_den
Tiktok: Esmareden (Yeni bölüm alıntı videosu buradan gelecek 😈


"Bir Yılan olmasaydın sana hayranlık duyacağımı söylemiştim,
hatırladın mı?
Ne olduğunun artık hiçbir önemi kalmadı.
Artık duyuyorum."

Günler sonra başkente en yakın şehir olan Viressa'daydık. Bu şehir soyluların çoğunlukta olduğu şehirlerdendi. Başkentin yakınında olan şehirler genellikle böyleydi. Elbette soyluların en çok ağırlıkta olduğu şehir Başkent Elessmier'dı. Buradan oraya olan mesafe ise atla iki günden bile azdı.

Adara son geldiğimiz şehirden bulduğu parlak tozlar ve biraz boyayla müthiş bir iş çıkarmıştı ve uzun süredir de bunu daha önce neden akıl edemediğini sorgulayıp duruyordu. Aramızdaki soğukluğu gidermeye mi çalışıyordu, bilmiyordum ama benim daha zeki olduğumu da birkaç kez söylemişti. Boyalarla bir Aslana benzeyip şehirden kaçma planı yaparken ben de kendimi öyle sanmıştım. Ta ki onlara yakalanana ve Lian'ın daha zeki olduğunu görene kadar. O yüzden Adara bunu her söylediğinde yaptığı şey aramızı düzeltmek yerine beni daha da sinirlendirmeye yarıyordu.

Sokaklarda daha rahat ama yine de temkinli bir şekilde yürüyorduk çünkü başkente girmek geldiğim her yerden çok daha zor olacaktı. Lian bunun için biri ile buluşacağını söylemişti. Oressa'dan sonra Yılan topraklarında güvenilir birini daha tanıması beni şaşırtmamıştı. Onunla ilgili kim bilir daha nelerden bihaberdim.

Etrafımdan geçen insanlar bize dikkat etmiyordu. Kimse onlara dikkatli bakılmayınca Yılan olmadıkları da anlayamazdı zaten. Saçlara ve gözlere bir çözüm bulamamıştık, o yüzden pelerinlerinin başlıkları neredeyse gözlerine kadar kapalıydı. Benim de öyleydi ama benim saçlarımı kapatmak gibi bir derdim yoktu, benim derdim imkânsız gibi görünse de birileri tarafından tanınmaktı. O yüzden her adımımı bıçak üstünde yürüyormuş gibi atıyordum.

"Acısının şu ana kadar geçmesi gerekiyordu," dedi yanımda yürüyen Aslan prens. Kolumda sadece ince bir sızı kalmıştı, hızlı da iyileşiyordu. Yüzümdeki ifadenin ya da yürüyüşümdeki garipliğin acıyla ilgisi yoktu ama o bunu bilmiyordu. O hiçbir şey bilmiyordu.

"Acımıyor," dedim ve yaralı kolumun omzunu kaldırıp indirdim. "Sadece gerginim." Elimdeki soğuklukla başımı aşağı eğdim. Parmaklarının kavradığı elime baktım. Daha da gerildim. "Bunun gerçekten yardımcı olacağını düşünüyorsan aptalın tekisin."

"Yardımcı olmak gibi bir amacım yok," dedi insanları izlemeye devam ederken. "Sıcaklığımı seninle test ediyorum. Yine."

İç geçirdim. "Ve ettin. Şimdi elimi bırak."

"Bu benim açımdan öyle kolay anlaşılmıyor," dedi. "Sen de soğuksun çünkü. Ve daha önce de söylediğim gibi sana, sözlerine pek de güvenmiyorum." Başını yine bana çevirdi. "İçin rahatlayacaksa elini aldığım gibi sana teslim edeceğime söz veriyorum."

Gülmemeye çalıştım, komik değildi çünkü ama güldüm. Adara kıkırdayınca kaşlarım hızla çatıldı. Arlo hafif bir ıslık çalmaya başladı. Raiden elbette kısık gözlerle bize bakıyordu. Aptalın tekiydi, her halta bir anlam yüklemeye çalışacak kadar aptal. Diğerleri gibi alaya almasını beklemiyordum elbette, o öyle biri değildi. O, kahrolası paranoyaları olan biriydi. Bense bu paranoyaları kullanarak onu delirten Yılan...

Baharatlı şarabın nefis kokusu burnumdan süzüldü. Bu tercih ettiğim bir içki olmasa da şu an önümde bir fıçı olsa onu bile bitirebilirdim. Çok uzun zamandır içmiyordum ve Lian'ın soğuk parmakları parmaklarımla iç içe geçmişken bugüne kadar hiç içmediğim kadar içmek istiyordum.

Fenerlerle süslü sokakta ilerlerken yanından geçtiğimiz mekânlardan gülüşme sesleri geliyordu. Birinden içeri baktım. Zarif elbiseler giymiş kadınlar, şık giyimli erkeklerle içkilerini yudumluyordu. Bu mekânlar benim gittiğim meyhanelerden çok farklıydı, böyle yerlerde hiç bulunmamıştım. Merak etmiştim ama Vilas'ın ve annemin söylemlerinden çekinerek girecek cesareti hiç bulamamıştım. Zaten saraydan da şık bir elbiseyle ayrılmam zordu. Bir yerlerden bir elbise aşırmak ondan daha kolaydı -Tıpkı kardeşimden bir kere aşırdığım gibi- ama buna da cesaret edememiştim. Yakalanırsam sarayda olabilecekler kaçışlarımın sonuçlarından çok daha büyük olurdu çünkü.

"Gösterişli şeyleri seviyorsun," dedi Lian.

Daldığım düşüncelerden sıyrılıp ona baktım. Dikkatle beni izlemesi yeni bir şey değildi ama artık eskisinden daha rahatsız ediciydi. Dudak büktüm. "Her kadın biraz gösterişi sever."

"Ben sevmem," dedi Adara.

"Çünkü sen o gösterişin içinde doğdun," dedim kendim farklıymış gibi. Aslında çok farklıydık da. Aynı hayatlara doğmuş ama farklı yaşamış iki prensestik. "Sürekli aynı şeylere maruz kalırsan zaman geçtikçe o şeylerden sıkılırsın. Muhtemelen köylülerin hayatına bile özenmişsindir, tüm soylular buna bir ara özenir. Sonra geçer, şatafatlı hayatlarının ellerinden alındığını bir an düşünürler ve dehşete düşerler."

"Bunun için bize öfkeli gibisin," dedi Arlo.

Gözlerim kısıldı ve aniden ona döndüm. "Sen de mi soylusun?"

Şaşkın göründü, sonra güldü. "Komik mi olmaya çalışıyorsun? Elbette ki soyluyum, ben Kartal prensiyim. Asil görünüşümden çoktan anlamalıydın."

"Bir Kartal prensi..." diye mırıldandım. "Senin Aslanların arasında gerçekten ne işin var? Esir Kartal için olsa bile bu çok saçma, kraliyet askerlerinden biri olduğunu sanmıştım."

Ve birden bir aydınlanma daha yaşadım. Arlo bir prens ise Kartal kadın da bir prensesti. Bir zamanlar içinde bulunduğum o hayatta bile bu kadar soylu ile bir bağım olmamıştı. Bir can sıkıcı şey daha...

"Uzun hikaye," dedi Arlo beni cevapsız bırakarak.

"Hadi," dedi Lian, bir ara sokaktan köşeyi döndü. "Buradan."

Daha ıssız bir sokaktı bu ama ileriden yüksek telli çalgı sesleri geliyordu. Ona bir flüt sesi eşlik etmeye başladı. Kulağa oldukça hoş geliyordu. Egzotik bir müzikti ama soyluların dinlediği türden de değildi. İlerideki evden bir kadın ve bir erkek çıktı. Gülüşerek ve yalpalayarak yürüyorlardı. Sarhoş oldukları açıktı. Kadın bana çarpacakken Lian beni çekti ve elini çözüp bu kez kolunu belime sardı. "Beni öldürmezdi," diye homurdandım. Bana sürekli dokunması sinir bozucuydu. Soğuk parmaklarının tenime bir kumaşın üzerinden bile dokunması tedirgin hissettiriyordu.

"Hala yaralısın," derken göz ucuyla Raiden'a baktığını fark ettim. Raiden ise ona bakmıyordu, belki bilerek belki de her zamanki umursamaz hali ile.

"Çekilmez prensi geri istiyorum," dedim yakınır gibi. "Nazik olan çok sahte duruyor."

Lian sadece güldü. Yan yana olan iki katlı binaları geçtik, sokağın sonundaki tek başına duran üç katlı binanın önünde durduk. Sarhoş Yılanların çıktığı binaydı bu. Müzik sesi de buradan geliyordu. Lian kapıya belirli bir ritimle vurdu. İki kısa ve hızlı, üç güçlü yumruk... Bir tür şifreydi bu ama garip olan şifre olması değildi. Binaya sanki herkes girebilirmiş gibi duruyordu. Bunun en büyük nedeni şehrin ücra bir köşesinde olması gerekirken tam içinde olmasıydı. Yürüdüğümüz ıssız sokak en işlek caddeye bağlanıyordu.

Kapı açıldığında müzik sesi arttı, gülüşme ve birbirine çarpan bardak sesleri müziğe karıştı. Bizi iki Yılan kız karşıladı. İkisi de hayatım boyunca bir kadında gördüğüm en az kıyafete sahipti. Göğüslerini kapatan parlak bir bez, yine göz yoran parlak bir etek. Etekleri neredeyse şeffaftı, alt iç çamaşırları belli oluyordu. Yuvarlak kalçalar, dolgun göğüsler önümde sallandı.

Diğerinden daha dolgun olan sağdaki Yılan abartılı bir gülümsemeyle Yılan dilinde konuştu. "İlespali'ye hoş geldiniz!"

"Lütfen içeri gelin ve eğlencenize bakın!" diye şakıdı daha zayıf olanı.

Geçmemiz için iki yana çekildiklerinde kaşlarımı çatarak Lian'a baktım. Dikkat çekmemek için Yılan dilinde konuştum. "Burası bir meyhane mi?"

Belimdeki eliyle beni içeri yönlendirirken hafifçe güldü ama Yılanların arasında bile kendi dilinde konuşmakta bir sakınca görmedi. "Sayılır."

Yüzümü buruşturdum. "Hiç böyle bir meyhane görmedim."

"Tahmin edebiliyorum," dedi Lian. Neyi tahmin edebiliyordu? Bir esir hayatı sürsem de çok kez meyhanelerde bulunmuştum. Aslında bulunduğum tek insanlarla dolu mekan meyhaneler olmuştu. Saraydan kaçışlarım hep orada son bulurdu. Sarhoşlarla dolu bir yerde kimse sana çok dikkat etmiyordu çünkü.

Küçük bir koridordan geçtik. Sonunda yine iki Yılan kız bizim için büyük ve yaldızlı çift taraflı bir kapı açtı. Onların giysilerinin de diğerlerinden farkı yoktu. Gürültü daha da yükseldi ve insan kalabalığı açığa çıktı. Gördüğüm görüntüyle gözlerim açıldı.

Burası bir Yılan Sarmalıydı.

Vilas'ın anlattığına göre içeride her türlü kirli iş vardı. Kumar, kaçak satışlar, kadın pazarlama... Ve Vilas'ın haklı olduğunu görebiliyordum. Geniş salon perdelerle üçe ayrılmıştı. Ortadaki alanda rahat ve geniş koltukları olan birçok masa ortadaki geniş merdivenlerin iki yanına dağılmıştı. Merdivenlerin hemen yanında çalgıcılar vardı; sağ taraftakiler telli çalgıları, sol taraftakiler flüt çalıyorlardı. Masalarda ise içki içen ve neredeyse iç içe geçecek gibi duran kadın ve erkekler vardı. Yılan kadınlar masaların çevirdiği alanın ortasında dans ediyorlardı. Kıvrak, esnek ve yılan gibi...

Bir Yılan kadın elini tuttuğu adamı kaldırarak ortadaki merdivenlere yönlendirdi ve yavaş ve arada öpüşerek yukarıya doğru tırmanmaya başladılar. Masalardan bir başkasında ise başka bir kadın yanındaki adamı hızla itti, nereden çıktığını bile anlamadığım ve hayatım boyunca gördüğüm en iri iki Yılan adam gelip adamı yaka paça ortadaki merdivenlerin arkasına götürdü ama kimse onları bir an umursamadı. Ortadaki Yılan kadınlar dans etmeye devam etti. Diğerleri ise içki içip gülüşmeye ya da daha başka şeylere... Neredeyse tamamen erkeklere hizmet eden mekânlar için bu müthiş bir karşılama ortamı olmalıydı.

Sağ taraftaki perde Yılan kızların etekleri kadar şeffaf ve dalgalıydı. Arkasında kumar oynayanlar görünüyordu. Her masada bizi karşılayan Yılan kızlardan en az iki tane vardı. Sol taraftaki kapalı perdenin arkası ise görünmüyordu.

Başım hızla Lian'a döndü. "Burası bir meyhane değil."

"Utandın mı küçük Yılan?" dedi gülerek Arlo.

"Prens," dedim onu dikkate almayarak. "Bir Yılan Sarmalında ne işimiz var?"

"Aradığım kişi burada..."

"Ah, tatlı kedi," diyen ses neredeyse müzik sesinde kaybolacaktı. Başımı sol tarafa çevirdiğimde Yılan kadınlar kadar şeffaf giysileri olan bir adam koyu perdeleri ardında bırakarak yanımıza yürüdü. Perdenin arkası loştu ve kısacık anda içerisinde neler olduğunu seçememiştim. Zaten adam o kadar dikkatimi çekmişti ki içerisi loş olsa da adama bakmaktan yine seçemezdim. Şeffaf gömleğinin altında çıplak göğsü, şeffaf pantolonunun altında ise iç çamaşırı görünüyordu. Şükür ki en azından altında bir iç çamaşırı vardı. Yüzündeki pulların üzerine başka parlak boyalar sürmüştü ve pullarının beyaz-gri değil rengarenk parlamasına neden olmuştu. Göz kapaklarını da öyle. Kulakları parlak küpelerle doluydu. Boynu ise aynı parlaklığa sahip kolyelerle... Cılız bir adamdı ve hafif kıvrak yürüyordu.

Yanımıza geldiğinde Lian ona yüzünü buruşturarak baktı. "Merhaba İles."

İles denen yılan yüksek sesle güldü ve elini onun yüzüne uzattı. Lian geri çekildiğinde İles homurdandı. Aslan dili bir yılana göre neredeyse aksansız dökülüyordu dudaklarından. "En son görüşmemizden beri hiçbir değişim göstermemişsin. Hala huysuzsun."

Lian bir Yılanla görüşmüştü, üstelik Yılan Sarmalının içinde olan bir Yılanla... Bu nasıl olmuştu?

Bu... Çok saçmaydı.

Şaşkınca onları izlerken Lian göz devirir gibi oldu, İles bakışlarını bana çevirdi. Gözleri parladı ve geldiğimizden beri ilk defa Yılan dilinde konuştu. "Toprağın Hakimi adına! Ne güzel bir şeysin sen?"

Elini bana uzattığında Lian bileğini kavradı. Elinde siyah eldivenler vardı artık ama onları giydiğini görmemiştim. "Aklından geçenlerde boğarım seni İles!"

İles yine homurdanarak elini çekti. "Sakin ol tatlı kedi, istemiyorsa kimseyi bana çalışmaya zorlamam. Biliyorsun ama..." Yine bana bakıp genişçe sırıttı. "Eğer istiyorsa..."

Sivri dişlerimi çıkardım ve tısladım. İles hafifçe geriye sıçradı ve kahkaha attı. "Vahşi! Bayıldım sana Yılan."

"Ormanın Hakimi!" diye o hırıltılı sesiyle nereyse inledi Lian. "Beni mi sınıyorsun?"

Adara yüksek sesle kıkırdadı. Lian'ın öfkeli bakışlarını gördüğünde ise aniden dudaklarını birbirine bastırdı ama "Bence onu da boyamalıydık," derken yine gülecek gibiydi. "Dikkat çekiyor."

"Hem de çok..." dedi İles. Başını sağa ve sola eğerken beni derince inceliyordu artık.

Lian beni biraz arkasına çekti. Sırtına delici bakışlar attım, beğenilmeme bile katlanamıyordu çünkü beni güzel bulmuyordu.

Aslında... O mu kendine yalan söylüyordu yoksa artık ben mi biliyordum.

"Gevezelik etmeyi kes İles," dedi sertçe. "Kızdan gözlerini uzak tut ve konuşabileceğimiz bir yere götür bizi."

İles garip yüz hareketleriyle başını salladı. "Gelin hadi," dedi karanlık perdeye yürümeye başlarken. "Bu arada söylemeden edemeyeceğim, bir Yılan olmak sana çok yakıştı Lian." Ona Lian demesi düşündüğümden daha yakın olduklarının bir göstergesiydi çünkü Aslan prense sadece yakınındakiler öyle hitap ederdi. En azından Adara öyle söylemişti. Benim için ise o sadece prensti.

İles başını yana çevirip göz ucuyla bana baktı. "Bu boyalar senin aklına mı geldi güzelim?" Cevap beklemeden bu kez başını diğer yana çevirip Lian'a baktı. "Sahi, yanınızda bir Yılan olduğundan bana hiç bahsetmedin."

Nasıl iletişim kurmuş olabilirlerdi, bir türlü ikisinin durumuna anlam veremiyordum.

"Her zamanki gibi çok konuşuyor bu!" dedi Raiden tiksinti okunan bir sesle.

İles perdenin önüne geldiğinde onu tutup geçebileceğimiz kadar açtı ve bize döndü. Gözlerini Raiden'a dikti. "Sana Yılan olmak hiç yakışmamış Rai. Aslanken daha iyi göz zevki veriyordun."

Raiden ona hırlarken Lian elini tekrar belime yerleştirdi ve irkilmeme neden oldu. Eldivenlerin altında bile parmakları çok soğuktu ama irkilmeme neden olan şey bu değildi. Yine kokusunu derinden alabileceğim kadar ona yaklaşmıştım. Rüzgar, tuz, birazcık orman ama daha çok rüzgar... Ferah!

Bin kere lanet!

Lian beni içeri yönlendirirken diğerleri de peşimizden geldi. Bu alan loş fenerlerle aydınlatılmıştı. Amber ve toprak kokusu her yerdeydi. Duvarlarda oyma yılan desenleri vardı ve ışık oyunlarıyla sanki kıvrılıp duruyorlardı. Sağ taraftan aşağıya merdivenler iniyordu. Zeminin altında da bir kat vardı ve orasının daha karanlık işlere hizmet verdiğini düşünüyordum. Merdivenlerin başında iki iri Yılan dikiliyordu. Kıpırtısız duruyorlardı ve bize hiç bakmamışlardı.

Sol tarafta görkemli maun koltuklar vardı, karşılıklı yerleştirilmişti. Taht gibi duran tek koltuk ise ikisinin arasındaydı. Ortalarında parlatılmış ahşaptan, altın motifli geniş bir sehpa duruyordu.

İles bizi koltuklara yönlendirdi ve oturmamızı işaret ederek kendisi tekli koltuğa geçti. Arlo, Adara ve Raiden sol taraftaki koltuğa biz ise sağ koltuğa oturduk. "Ne içersiniz?" dedi İles arkasına yaslanırken.

"Hiçbir şey," dedi Lian.

"Aslında," dediğimde çatık kaşlarla bana baktı. Umursamadım. "Burada Tils vardır değil mi?"

"Bir Kara Yılan içkisi," dedi İles kaşlarını kaldırarak. "Tadı enfestir. Zevkine bayıldım." Başını sağa çevirip işaret verdiğinde kıpırtısız duran iri Yılanlardan biri perdeye doğru yürüyüp dışarı çıktı.

Lian ise hala sert bakışlarla bana bakıyordu. İçkiyi elbette sadece içmek için istememiştim, Lian'ın İles denen adama ne kadar güvendiğini test ediyordum. Hiçbir şey içmeyişinin nedeni güvensizlik miydi, yoksa Yılan içkilerini mi sevmiyordu sadece bunu anlamak istemiştim. En ufak bir şüphesi olsaydı karşı çıkardı ama Lian sadece bana sert bakışlarını dikerek karşılık vermişti, karşı çıkmamıştı. Bu Yılana da Oressa kadar güveniyordu demek ki.

"Ne?" dedim bakışlarını üzerimden çekmeyince. "Benim adıma konuşan sendin. Fark etmediysen benim bir dilim var."

"Fark ettim," dedi dişlerinin arasından, aslan hırıltısıyla. "En kısa sürede ondan kurtulmalıyız."

İles yine kahkaha attı. "Güzel Yılan benim için çalışırsan sana sınırsız bedava içki ve diğerlerinden üç kat fazla bir ücret öderim."

O an anladım, İles buradaki yöneticilerden biri falan değildi. Bizzat bu Yılan Sarmalı'nın sahibiydi.

Lian öne eğildi ve tehditkârca dişlerini gösterdi. "Seni parçalarım!" dedi tane tane, sivri dişleri ışığın yansımasıyla parlarken yüzü, daha çok da o sarı gözleri fazla keskindi.

"Sen çok mu gergin..."

"İles!" dedi Lian hırlayarak. "Zırvalamayı kes! Buraya sadece borcunu ödemen için geldik ve sen bizi başkent Elessmier'a güvenle geçireceksin."

"Ah, tamam tamam!" dedi İles elini havada hafifçe sallayarak. "Seni duyduğum andan beri hazırlıklara başladım zaten. Yarın gece birkaç adamımla beraber yola çıkacağız. Kuzeybatı tarafından ilerleyeceğiz, Ak Yılan sarayının arkasındaki dağdan ilerleyip şehre doğu tarafından gireceğiz."

İçki almaya giden iri Yılan perdeyi aralayıp içeri girerken, "Sarayın arkasındaki dağ mı?" dedim. "En çok askerin o bölgede olduğunu yeni doğmuş bir Yılan bile bilir. Bizi şehre sokmak mı yoksa yakalatmak mı istiyorsun sen?"

"Sakin ol tatlı Yılan," dedi İles. "Elbette öyle bir amacım yok. Dağın altından gireceğiz, orada birçok yer altı geçidi var."

Geçitlerden haberdar olması beni şaşkına uğrattı. O halde Yılan saraya bile girebilirdi. O geçitlerden üç tanesi kısmen saraya çıkıyordu çünkü.

İles gerçekten hafife alınacak biri değildi. Keşke o geçitlerden biri de zindana açılsaydı diye düşündüm. O zaman Lian'ın bana ihtiyacı olmazdı, İles'le olan yakınlığı zaten ona ihtiyacı olanı verirdi. Saraya giren geçitler ise yanındaki birkaç kişiyle pek işe yaramazdı. O geçitlerden üçü Yılan Yuvasına açılıyordu ve o yuvanın dışı asker kaynıyordu. Zaten geçitlerin sonunda Kaliss heykeli vardı ve o heykel ancak kılıcımla hareket edip girişleri açıyordu. Hatta birini kılıcım bile açamamıştı.

Geriye sadece bir geçit kalıyordu, o da dağın kuzeyindeydi. Yani saray tarafında. Vilas ile en son Kral Siles'e yakalandığımız yolun sonundaki kayalıkların altından uzanan geçit dağın altına uzanıyor, diğer geçitlerden bağımsız ilerleyerek saray mutfağının altındaki ambara açılıyordu. Biraz zikzaklı ve dardı ama ben genelde oradan kaçardım. Yılan yuvasın içindeki geçitler yolumu uzatırdı çünkü. Zamanı kısıtlı olan birinin göze pek almak istediği bir durum değildi.

Sehpanın üzerine bırakılan içkiyi alırken Lian göz ucuyla bana baktı ama bir şey söylemedi. İles'e döndüğünde ben de içkimden bir yudum aldım. Keyifle kısa bir an gözlerimi kapattım. O kadar iyi gelmişti ki bu, neredeyse ağlayacaktım.

"Bu gece neden değil?" diye sordu Lian.

"Çünkü bu kadar hızlı gelebileceğinizi düşünmedim," dedi İles. "Her yer Ak ve Kara Yılan askeri kaynarken hele de. Soylulara büyük bir minnet borçlusunuz. Askerler onları tedirgin edip çekilmelerini sağlamasa şehirde bu kadar rahat dolaşıp buraya gelemezdiniz. Şu Yılan görünümü sizi belki biraz korurdu ama her türlü yavaş hareket ederdiniz." Bir bacağını diğerinin üzerine attığında, şeffaf pantolonunun altındaki iç çamaşırı gözlerimizin önüne serilerek bizi çirkin bir görüntüye maruz bıraktı, İles ise oldukça rahattı. "Yarına kadar işlerimi ancak yoluna koyabilirim. Eh, ben bir iş adamıyım sonuçta. Sizinle geleceksem, ben yokken işlerimin aksamayacağından emin olmam gerek."

Birden öne doğru eğildi. Hepimize tek tek baktı. "Hem şu halinize bakın! Yorgunluktan ölüyor gibisiniz. Temizlenmeye ve yemeğe de ihtiyacınız var. Biraz burada keyif sürün. Acelemiz yok ya!"

"Haklı," dedi Adara ve sonunda başını arkasındaki koltuğun sırtına yasladı. "Gerçekten sıcak bir banyo istiyorum artık."

Boşalan bardağı sehpaya bıraktığımda İles iri Yılana döndü. "En iyi odalarımı hazırlayın ve buraya biraz yemek ve biraz daha içki getirin." İri Yılan başıyla emri onayladı ve bardağı sehpadan alıp yine dışarı çıktı. İles yine arkasına yaslandı. Çenesiyle beni işaret etti. "Şu bebek Yılanın olayı nedir dostum? Sen Yılanları pek sevmezsin, ben hariç elbette."

Lian bir şey demeden, "Esir," dedim. Lian yine kaşlarını çattı, İles onun aksine kaşlarını havalandırdı. "Ne? Bu gizli bir bilgi miydi?"

"Esirin mi?" diyerek güldü İles. "Ne zamandır Yılanları esir alıyor ve yanında gezdiriyorsun?"

"Uzun hikaye," dedi Lian öfkeli bakışlarını üzerimden çekmeden. "Seni ilgilendirmeyen bir hikaye İles."

"Öyle olsun," dedi İles sırıtarak, bakışları bana döndü. "Teklifimi kabul edemeyecek olmasına üzüldüm sadece." Lian'nın boğazından yükselen hırıltı ile hızla ellerini kaldırdı. "Pekala, artık tekliften bahsetmek yok. Şu öfkeli gözlerini üzerimden çek tatlı kedi. İstersen sana benim bebeklerden birini vereyim bu gece, keyiflenirsin."

Midem burkuldu. "Ölmesini istiyorsan ben senden yanayım," dedim mideme elimi bastırıp geriye yaslanırken.

"Elimde sadece Yılan fahişeleri yok tatlı Yılan," dediğinde şaşırdım çünkü başka ırkları böyle bir işe sürüklemek demek herhangi bir Yılanla geçirecekleri bir geçeninin bile sonunda yaşamamak demekti. Gecenin sonunu bile göremezlerdi, Yılanların şehvet zehri farklı bir ırka etki ettiği an öldürürdü.

"Kimseyi sana çalışmaya zorlamadığını söylemiştin," dedim sinirlenerek.

"Zorlamıyorum zaten."

"O halde onları yakalayıp buna mecbur bırakıyorsun!" dedim tıslar gibi. "Kimse öleceğini bile bile böyle bir şeye gönüllü olmaz."

İles bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonra Lian'a dönüp yine öne eğildi. Fısıldar gibi konuştu. "Ona söyleyeyim mi?"

"Hayır," dedi Lian sertçe. "Gereksiz hiçbir bilgi verme."

Ona öfkeyle bakma sırası bana geçmişti. "Ne de olsa bir esirim."

"Hiçbir esir bu kadar çok konuşturulmaz," dedi kısık sarı, kahrolası parlak sarı gözlerini üzerime dikerek.

"Dilimi kesmediğine şükretmeliyim o halde."

"Ona ihtiyacım olacak, sen söylemiştin."

"Sen de ondan kurtulmamız gerek dedin!" Abartılı dudak hareketleriyle, "Dakikalar önce..." dedim.

Dudaklarımın hareketini izledi. Sonra gözlerini hızla çekti. "Tamam..." diye mırıldandı. "Kes şunu!"

Yılan kızlar ellerinde tıka basa tabaklarla teker teker içeri girerken öfkeyle homurdandım. Yine benden gizli bir şeyler dönüyordu, hep benden gizli bir şeyler dönüyordu zaten ve bu canımı zaman geçtikçe daha çok sıkıyordu.

Kızlar yemeklerle dolu tepsiyi önümüzdeki sehpaya bırakırken, "Sanırım gerçekten kadın istemiyorsun," dedi İles. Sırıtarak bize baktığını fark ettim.

"Midem bulanmaya başladı İles!" dedi Adara sonunda. "Ben onun kardeşiyim ve inan bana, kardeşime yapılan tekliflerin hepsini bilmek istemiyorum."

"Ada! Ada! Ada!" diye art arda ismini söyledi İles gülerek. "Sen de çok gerginsin. İstersen sana da bir erkek fahi-"

"Gırtlağını deşerim," dedi Arlo tabağınını alıp arkasına yaslanırken. Bir et parçasına çatalını sapladı ve büyük bir ısırık alırken dolu ağzıyla tehditkar bir sırıtış takındı. "Et fazla pişmiş. Canım çok fazla sıkıldı."

Adara hala ona olan soğuk tavrına rağmen gülmemeye çalıştı. Lian ise sehpadan bir çatal alıp onu şiddetle masaya sapladı ve İles'e gülümseyerek tabağı alıp elime tutuşturdu. "Mesajı net olarak aldım," dedi İles ve sehpaya bakıp iç geçirdi. "Keşke çok değerli altın işlemeli sehpam işkence görmeden alsaydım."

"Keşke," dedi Lian.

Kızlar tekrar içeri girip bu kez bardakları ve içki şişelerini masaya dizdi. İçindeki hiçbir şeye dokunmadan tabağı masaya bırakmak ve içki almak istediğimde Lian önümüzdeki bardakları alıp diğer tarafında, yere bıraktı. Dişlerimi sıktım ama o sanki beni daha da öfkelendirmek ister gibi masadaki çatalı tabağımın içine bırakıp kendi tabağını aldı.

"Hayatım boyunca bir esire böyle davranan bir birine rastlamadım," dedi İles. "Ne kadar acımasızsın Lian."

Lian ona cevap vermezken İles kendi önündeki bardağı doldurdu ve ayağa kalkıp yanımıza yürüdü. Reverans yapar gibi eğilirken bardağı bana uzattı. Elimi uzattığım an Lian şiddetle kolumu kavrayıp aşağı indirdi. Öfkeli gözleri İles'in üzerindeydi. "Sakın aklından geçirme. Ona dokunmayacaksın."

İlk başta bunun yine içki ile alakalı olduğunu sandım ama Lian'ın bakışlarında başka bir şey vardı. Dokunmak diye düşündüm... Kendisine de bana da en başından beri dokunmasına izin vermiyordu. O eldivenler de bunun içindi belli ki. Dokunarak bir Yılan ne yapabilirdi ki?

İles doğruldu ve iç geçirdi. Tekrar sandalyesine geri dönerken Lian gözlerini üzerinden çekmedi. Bu sırada ben de şişelerden birini kavradım ve kapağını açıp başıma diktim. Sert tadıyla bunun bir Ak Yılan içkisi olduğunu anladım. Kara Yılan içkileri daha yumuşak içimli oluyordu. Yine de Lian fark edip elimden çekene kadar neredeyse yarısına kadar içmiştim. Elimin tersiyle ağzımı silerken Lian'ın beni delecek gözlerine değil, karşımdaki üçlüye baktım. Hepsinin kaşları havalanmış dudakları aralık kalmıştı. Raiden'ın bile...

"Amma sağlam içiciymişsin kızım," dedi Arlo sonunda gülerek.

"Kraliyet üyelerini bir konuda geçmekten onur duyarım," dedim ve Aslan Prens'e döndüm. "İçmeyeceksen tekrar alabi-"

Şişeyi o da başına dikti ve kalan içkiyi de tek nefeste bitirdi. Bahse vardım ki bunu bana gösteri olsun diye değil, sadece tekrar içmeyeyim diye yapmıştı. Sürekli keyfimi kaçırmak şansını hiç kaçırmazdı.

Diğer şişelere baktım hevesle. "Aklından bile geçirme," dedi. "Ayık halinle bile baş etmekte zorlanıyorum. Sarhoş halinle hiç uğraşamam."

"Ben sarhoş olmam!" dedim tıslayarak. Kolay sarhoş olmazdım ama ne fark ederdi ki?

"Bence bu bir iddia değildi," dedi Adara. "Ben üç bardakta devriliyorum mesela ama Asra o üç bardağı az önce bir dikişte içti. Dayanıklı belli ki, bırak içsin işte."

Lian uzunca nefeslendi ve dolu bir şişeyi bana uzattı. "Eğer sızarsan yemin ederim..."

Sustuğunda, "Ne?" dedim şişeyi elinden çekerek. "Edeceğin tehdit kalmadı mı yoksa?" Şişeden büyük bir yudum aldım ve şişeyi tutan elimin işaret parmağını ona doğrulttum. "Şunu dene!" Sesimi biraz kalınlaştırdım. "Kafanı bir yalağa sokarım çıngıraklı!" Sırıttım. "Nasıl ama? Vilas bir keresinde yapmıştı, iğrenç hissettiriyor."

Gözleri kısıldı. "Güzel bir fikirmiş. Emin ol, aklımda bulunacak."

Ağzımı tutmam gerektiğini anladığım çok an olmuştu. Babama diklenirken mesela ya da anneme... Bir de Vilas'a. O da bazen annem ve babam kadar can sıkıcı olabiliyordu.

Bir keresinde sarhoş olduğumda beni buz gibi akan bir derenin içine atmıştı. Deli gibi titrerken saraya varmıştım. Annemin kaçışımı fark etmediği zamanlardan biriydi, farkında olmadığına da şükretmiştim çünkü beni o halde görse Vilas'ı kesin astırırdı. Kafamı bir yalağa soktuğunda keşke o gün annem halimi görseydi diye hiç düşünmemiştim ama şu an düşündüğüm tek şey buydu.

Çıkardığım boğuk sesler küfürler dizisinden oluşurken Lian başımı geriye çekti. "Ayıldın mı?" diye sordu.

"E-"

Başımı tekrar banyo teknesinin içine soktuğunda, ona verdiğim fikre de o fikri vermeme sebep olan Vilas'a da yine küfrettim. Başımı tekrar geri çektiğinde ona etmek için sakladığım küfürleri serbest bıraktım. Boşa heba olmasını istemiyordum.

Başımı tekrar banyo teknesine yaklaştırdığında küfürlerime ara verdim ve "Tamam!" dedim nefes nefese. "Yemin... Yemin ederim ki ayıldım."

Sonunda beni bıraktı, ben de kendimi taşan suyun ıslattığı banyonun zeminine sırtüstü bıraktım. Bir süre nefeslerimin düzene girmesini bekleyerek mumların tavanda bıraktığı titreşen ışıkları izledim. Buraya nasıl geldiğimi düşündüm. Yürüyerek gelmiş olmayı umuyordum aslında ve yürürken Lian'a küfrederek. Tüm bu öfkesinin nedenini buna yormak daha kolaydı.

"Kalk hadi!" dedi Lian. "Şu yaralarını kontrol edip uyumaya gideceğim."

"İyiyim ben," dedim ıslak zeminde yan dönerek. Gözlerimi kapatıp iç geçirdim. Midemdeki çalkalanmayı yok saymaya çalıştım. Zaten o kadar uykum gelmişti ki bırak midemi düşünmeyi burada bile uyuyabilirdim.

"Asra seni bir daha taşımayacağım!" diye çıkıştı. Gözlerim biraz açıldı. Yürümemiştim değil mi?

Sesli bir nefes verip doğruldum ve hala kenarlarından sular damlayan tekneye sırtımı dayarken aşağıdan ona baktım. Kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım, başarısız oldum. Oda hala etrafımda dalgalanıyordu. Tamamen ayılmamıştım ama bunu ona söylemeyecektim. "Diğerleri nerede?"

"Odalarına çekildiler. Muhtemelen çoktan uyumuşlardır. Senin mükemmel direncin olmasa ben de şu an uyuyor olacaktım. Beş şişe mi? Gerçekten inanılmazsın."

Tekrar kalktığım yere sertçe oturunca eğildi ve ellerini bana uzattı. "Hallediyorum," dedim ellerini iterek. Oralı olmadı ve ellerini tekrar uzattı. Bir an kollarımda nereyi tutacağını seçememiş göründü çünkü yaralanmayan pek fazla yerim kalmamıştı. Yanıkların iyileştiği aklıma geldi ama Lian onları görmemişti. Bu yüzden belimden tuttu. Sadece ayağa kaldıracağını düşünsem de kendimi onun kollarında buldum.

"Sürekli bana dokunman can sıkıcı!" dedim bir hıçkırıkla.

"Sürekli sana dokunmamı sağlayacak şeyler yapma o halde. Ben de bundan... Asra! Yapma şunu! Bir gün içinde yeterince zorlandım inan bana."

Aniden durup çıkıştığında "Ne?" dedim ve esnedim.

Nefesi yüzüme çarpınca gözlerimi açtım, başım boyun girintisinde duruyordu. Çok... Güzel kokuyordu.

"Yüzünü boynuma sürtüyorsun."

Hıçkırdım ve sarı gözlerine karşılık sırıttım. "Öyle bir şey yapmadım."

"Yaptın. Hala yapıyorsun."

Onu tekrar kokladım. Rüzgar, tuz ve orman... "Yapmıyorum, hayal görüyorsun. Sen de mi içtin?"

"Ayılmadın değil mi?"

"Ayıldım, yemin ederim." Başımı biraz geriye atıp yüzüne bakacaktım ama boynundaki çizgiler dikkatimi çekti. Kaşlarım çatıldı. Tırnak izleri... "Ah, anladım. Demek huysuzluğunun nedeni işini bölmüş olmam."

Hafifçe güldü. "O izleri sen yaptın ama onu da hatırlamıyorsun belli ki."

İçimdeki rahatsız his kaybolurken ona kaşlarımı kaldırarak baktım, yarı kapalı gözlerle. "Demek sonunda seni öldürmeye çalıştım."

"Kesinlikle evet," dedi ve iç geçirdi.

Banyodan çıkıp ilerlediğinde İles'in odalarının görkeminden gözlerim kamaştı. Her yer kırmızı bir ışıkla parlıyordu. Kan kırmızı... Midem eğer bulanmıyor olsaydı, bu görüntü kesinlikle onu tetiklerdi.

Yorulan gözlerimi kapatıp esnedim. "Çok soğuksun," dedim neredeyse mırıltıyla.

"Sen neden bu kadar sıcaksın? Bu beni delirtiyor."

"Hoşuma gitti," dedim neredeyse kıkırdayarak. "Daha fazla deli ol diye kendimi ateşe atıp sonra ateşler içinde sana sarılacağım."

"İnan bana çok fark yaratacağını düşünmüyorum artık."

Gerçekten huysuzdu. Bir Yılanın sıcaklığı ondan fazla diye kim böyle cümleler kurardı ki?

Beni yatağa bıraktığını hissettim. O kadar yumuşaktı ki yan dönüp bacaklarımı kendime çekerek kıvrılmak ve uyumak istedim ama Lian kıpırdadığım an ellerini omuzlarıma bastırıp izin vermedi. "Karnına bakacağım."

Uzun bıkkın bir nefes verdim ve kolumu gözlerime siper ederek kızıllıkların göz kapaklarımın altına sızmasını da engelledim. Bluzumu yukarı çekip parmaklarını karnımdaki yaranın üzerinde dolaştırdığını hissettim. Soğukluğu irkilmeme nede oldu. Kıpırdandım. "Asra..." dediğinde evet dercesine mırıldandım. "Baban seni hapsediyor muydu?"

Gözlerim hızla açıldı ama kolumu üzerlerinden yavaşça çektim. Parmakları hala karnımdaki yaraya dokunsa da gözleri yüzümdeydi. "Ne?" dedim afallayarak. Birden hiç olmadığım kadar ayıktım artık.

"Seni buraya getirirken birkaç kez sızdın," dedi. Yüzümü inceliyordu. "Ve sayıkladın."

Sayıklamazdım, bunu hiç yapmamıştım. Vilas kaç kez beni sızmış bir şekilde saraya götürmüştü ve hep bir ölüden farksız olduğumu söylemişti. Eğer bir kez bile sayıklamış olsaydım bunu bana söylerdi. Neden gizlesindi ki zaten? Birbirimizden gizlediğimiz tek bir şey bile yoktu.

Lian sırf ağzımdan laf alabilmek için sarhoş olmamı kullanıyordu. Bu uzun zaman sonra ona yine delice öfkelenmeme neden oldu. Sonra düşündüm, ağzımdan laf için nasıl böyle bir yem atabilirdi ki? Bu öylesine akla gelebilecek bir şey değildi. Tabii gerçekten ben söylememişsem...

Ben söylemiştim!

Hızla doğrulup geri çekildiğimde sırtım yatak başlığına çarptı. Oda etrafımda bir tur döndü. Ona odaklanmakta zorlansam da korkuyla sordum. "Ne... Ne söyledim?"

"Önce benim sorum!" dedi gözlerini kısarak.

Saraydan bahsetmiş miydim? Ne olduğumdan, annemin ve babamın kim olduğundan peki?

Lanet olsun! Ben koca bir aptalım!

"Cevap verirsem ne söylediğimi söyleyecek misin?" diye sordum, kalbim öyle hızlı atıyordu ki onu yavaşlatmaya yetecek o şarkıyı bile söyleyemiyordum içimden. Lian başını salladığında sorusuna, "Evet," dedim sadece. "Sıra sende. Başka bir şey söyledim mi?"

Bana yalan söyler miydi? Yalan söylemeyi sevmediğini söylemişti aslında ama bu söylemeyeceğinin garantisi değildi.

"Söyledin," dedi, tekrar yutkundum. "Vilas'ı istedin."

Vilas'ı istemem doğaldı, hastalandığımda bile hep ona nazlanırdım. Bu beni biraz rahatlatsa da, "Sadece bu mu?" diye sormadan edemedim.

"Hayır," dedi, başını hafifçe boynuna eğdi ve sadece bu hareketi ufacık rahatlamamı da silip süpürdü. "Söylediklerin... Bir yakarıştı. Babana seni çıkarmasını söylüyordun. Korktuğunu, canının yandığını..." Başını yana eğip derin bir nefes aldı. "Sana vuruyor muydu?"

Bana sadece bir kez vurmuştu. O da annemin öfkeden neredeyse çıldırmasına neden olmuştu. O günden sonra babam beni sadece hapsetmek ve başkalarına kırbaçlatmakla yetinmişti. Çoğunu annem hiç bilmedi. Tıpkı sonuncusu gibi...

Ama ona hiç yakarmamıştım ben? En azından anımsadığım anılarımda bu yoktu. Ben hep dik başlıydım, bu da babamı deli ederdi zaten.

"Başka?" dedim dudağımın içini dişlerken.

"Önce benim sorum?"

"Bazen," dedim yine kısaca.

"Başka bir şey söylemedin," dedi, emin olamadım. Yine de eğer korktuğum şeyleri dillendirmiş olsaydım bana böyle bakmayacağını düşündüm. Daha mutlu görünürdü değil mi? Ben iyi bir takas aracı olurdum çünkü. Belki de kızgın olurdu, bu zamana kadar bunu anlamadığı için kendine ve iyi bir oyuncu olduğum için bana...

Ama o ne kızgındı ne de sevinçli. Gözlerindeki ifade neydi öyleyse? Acıma mı? Bu iyi bir şeydi aslında ama kızgın ve ya sevinçli olmasından daha çok canımı sıktığını fark ettim.

Tekrar bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığında gözlerimi çektim ve yatağa uzanıp yan döndüm. "Uyuyacağım. Bana acıman bittiyse sen de gidip uyu."

Gözlerimi kapattım. O da bir süre sessiz kaldı, sonunda yataktan kalktığını hissettim. "Kıyafetlerini değiştir," dedi, adım sesleri kapıya yöneldiğini gösteriyordu. "Hasta olup beni daha da uğraştırmanı istemiyorum."

Sesindeki ton acımadan çok yakınma olunca rahatladığımı hissettim. Yüzümde bir gülümseme oluşmasını engelleyemedim. "Defol git!" dedim boğuk bir sesle.

"Bir şey olursa karşı odadayım," diye karşılık verdi. Kapıyı açtığını duydum, kapanma sesi gelmese de gittiğini düşünüp gözlerimi açtım. Gitmemişti. Eli kapı kulpunda hala bana bakıyordu. Ters bir şey söylemek istedim ama ilk defa yapamadım. Ben de ona baktım. İkimiz de bir süre sessiz kaldık. Bu aramızdaki şeyi ağırlaştırdıkça ağırlaştırdı.

"Asra..." dedi birden.

"Evet?" dedim sorgularcasına.

"Sana acımıyorum," dedi yavaşça. Yine dudağımın içini dişledim, bunu hep ne diyeceğimi bilemediğim anlarda yapardım. "Hiç acımadım da. Bir Yılan olmasaydın sana hayranlık duyacağımı söylemiştim, hatırladın mı?" Hafif bir nefes aldı. "Ne olduğunun artık hiçbir önemi kalmadı. Artık duyuyorum."

Hiçbir şey söylemedim. Sadece dudağımın içini dişlemeye devam ettim ve bu kez kan tadı bile aldım. "İyi geceler çıngıraklı," derken öylece ona baktım ve dışarı çıkıp kapıyı çekişini izledim.

Ardından derin bir nefes aldım ve yavaşça verdim. "İyi geceler," diye mırıldandım. "Kedicik..."

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım....

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

Yeni karakterimiz.... Ta ta taaam! İles. Nasıl buldunuz onu?

Bir de Asra'nın sarhoşluğu var. Aslında okuduğunuz onun biraz ayık haliydi. Sarhoş halini okusaydınız... Neyse 😁

İpucu: Lian'ı biraz delirttik ama nasıl, işte orası sır...

Diğer bölüm evetttt tahmin ettiğiniz gibi bir karakter daha göreceğiz ve buna biraz şaşıracağız. Kim ola ki?

Haftaya tekrar buluşmak için lütfen oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın 😌

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

Continue Reading

You'll Also Like

216K 19.2K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
814K 18.9K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
5.2K 1.1K 47
Her hikaye bir intikam yolcuğuyla başlardı. Karakter zarar görürdü, gururu ezilirdi ve bazen de kaçardı. Dünya'nın hikayesi ise intikam almasıyla baş...