NUD - Gay

By notumnot

643 47 124

Uzak gelecekte tek bir devlet altında birleşmiş insanlık dört ayrı türe evrilmiştir. Üç temel tür ve bir yard... More

Kısım 1: Nefes nefese
Kısım 3 : Garen'in Levon'u
Kısım 4 : Ouroboros
Kısım 5 : VIXI
Kısım 6 : Forsa ve albatros
Kısım 7 : In la Kesh
Kısım 8 : Maiden

Kısım 2 : Sonun başlangıcı

84 10 35
By notumnot

merhaba biraz uzun bir bölüm oldu. başlangıç bölümleri  kritik olduğu için ekstra özenle yazmaya çalıştım. yorum ve oylarınızı bekliyorum. karakterler dahil oldukça heyecan artacak. takipte kalın lütfen :)) 

*Ozzie- Xo (Instrumental)

NUD SÖZLÜĞÜ

Unus; safkanlardır. Dişil (esse) ve eril (serpens) olmak üzere iki temel çeşidi vardır. 

Ekzo ; NUD toplumu içindeki kısır bireylerdir. Genetik ve biyolojik açıdan döllenmeleri imkansızdır. 

Kısım 2 : Sonun başlangıcı

Biyolojik yaşam bir döngü içinde var olur. Siklus doğumla başlar; büyüme, gelişme, üreme ve ardından ölümle son bulur. İçerisinde milat olacak günler barındırır. NUD vatandaşlarının büyük bir çoğunluğu yaşamlarına yuva evlerinde başlar. Bu evlerde gözlerini açan bebekler arasında dört türün görülme sıklığı değişmekle birlikte en yaygın olanlar melezler ve ikinci olarak benim de içinde bulunduğum ekzolardır. Bu gibi evlerden nadir de olsa esseler çıkabilir. Ama bu durum oldukça az rastlandığından teorik anlatımlı kitaplarda dahi birkaç cümleyle ifade edilip üstünde çok durulmaz. Koruma altındaki gen dizilimleri için Birlik'in yürüttüğü sıkı politika sayesinde arı türler diğerleriyle kaynaşma riski olmayacak şekilde gözetim altına alınır.

Ray'in bebeği de şüphesiz bu kategoride olacaktır. Xava'yı birebir görmesem de fotoğraflarından ve hakkında duyduklarımdan yola çıkarak takdire değer bir görünüşü olduğunu zaten biliyordum. Verimli döl üretebilecek saflıkta olduğunu daha ilk andan zaten anlamıştım. Sadece..

Ray'in ona elini sürmediğini söylediğini hatırlıyordum. Bu konuda kendime fazla mı güvenmiştim? Ya da tam da Ray'in söylediği gibi onun ağzından çıkanlara düşünmeden inanıyor, hülyalara kapılıp kendimi mi kandırıyordum?

Ray gibi bir unusun çocuk sahibi olmaması akla mantığa zaten sığmıyordu. Birlik'in bu konu üzerinde durmaması, gözden kaçırması imkansızdı. Her yurttaş NUD'un geleceği için yapması gerekenleri yerine getirme zorunluluğu yazılı olmayan kanundur. Ve bir unusun yegane görevi; usulüne uygun şekilde tespit edilen bireylerden biriyle eşleşip neslinin ve yüce yurdunun yarınları için yeni yapıtaşları inşa etmesidir.

Bir vatandaş olarak NUD'a karşı yükümlülüklerini yerine getiren Ray ile birkaç saat evvel kollarımın arasında beni sarmalayıp bana beni sevdiğini söyleyen Ray'in aynı kişi olduğu gerçeği çarpıcıydı. Bugünün geleceğini tahmin ediyordum. Sonunu bildiğim bir filmi izlemek gibiydi ama nedense film bitip ekran karardığında hüzünlü olma hakkını kendimde buluyordum.

Parmağımdaki yara bandına baktıkça alt dudağım titremeye başladı. Kahrolası fazla duygusal davranıp rasyonelliği kaybediyordum. Kara kara düşüncelerde kayboluyordum. Xava kaç aylık hamileydi? Ne zaman döllenme gerçekleşmişti? İlk denemede başarılı olmuş muydu? Yoksa her gece aynı yatakta mı yatıyorlardı? Bana kendi odasını ayırdığı ile ilgili yalan mı söylemişti? Xava ile deneme süresinin bitmesine birkaç hafta kaldığını biliyordum. Acaba yanlış mı hesaplamıştım? Ray'in düşük sperm değerleri yüzünden bir önceki partnerinde verimli uyum yaşayamadığını bizzat kendisi benimle paylaşmıştı. Artık vücudu bir serpens olarak gerekli olgunluğa erişmişti yani öyle mi? Peki öyleyse bundan sonrasında..

Bir ailesi olacaktı. Belki birkaç çocuğu.

Yaşamının gizli bir köşesinde var olacaktım. Beni bırakmayacağını söylüyordu. Neden bununla yetinemiyordum? Ray'ın tamamen bana ait olmadığı fikri karabasan gibi göğsümü daralttı. Başından beri aslında hiçbir zaman öyle olmamıştı. Kendi yanılgılarının esiri bir aşk sarhoşu gibi nasıl hoşuma gidiyorsa öyle düşünmüştüm. Kendimi kırmaktan korkarak anlık sevinçlerin kölesi olmuştum. Ama gerçekler kendilerini yüzüme çarpmak için bekliyordu.

NUD'da süregelen deyişte bahsedildiği gibi baba olma şerefine ulaşan her varlık bir nebze kutsallaşırdı. Acaba ona karşı hissettiğim derin sevgi de içten içe bedeninden yayılan ve farkında olmadan duyularımın algıladığı biyokimyasal bir değişimin sonucu muydu?

Cevabı basitti. Hayır. Çünkü bizim birlikteliğimiz Xava'dan evvel başlamıştı.

Kendime güldüm. Sanki bir yarışın içindeymişim gibi saçmalamaya başlamıştım.

Boş boş düşüncelere dalmak yerine guruldayan karnımla ilgilenmek en doğrusuydu. Hafta başında aldığım maaştan kirayı ve faturaları düşünce cebimde pek bir şey kalmıyordu. Ama içip kafayı çekmek istiyordum. Uzanıp torpidoyu açtım.

Tam tahmin ettiğim gibi bir iddia sonucu kazandığım votka yerli yerindeydi. Ray'ın iskambil oyunlarındaki beceriksizliği sayesinde elde ettiklerim beni her zaman keyiflendirirdi.

Şakağıma avucumu çarptım. Yine konuyu Ray'a getirmeyi başarmıştım.

Kontağı çevirmeden evvel şişeyi açtım, iri bir yudum yuvarladım. Yüzüm ekşidi, boğazım alevler içinde yandı. Sakinleşmek için ensemi yasladım ve gözlerimi yumdum. Olduğum yerde sıçradım. Havanın aydınlanmasına müsaade etmeyen siyah bulutlar arasından gelen gürültü beni korkutmuştu. Cama bir damla düştü. Hava raporları yoğun sağanak uyarısında bulunmuştu. Bulutlar patlamaya hazır kötücül bir varlık gibi hareketliydi.

Motoru çalıştırır çalıştırmaz silecekleri devreye soktum. Açık otoparktan çıkarken kaldırımda yürüyen tanıdık simanın yanına yanaştım. Nano'dan başkası değildi. Evine bırakmayı teklif ettiğimde huysuz bir homurdanmayla aracının tamirde olduğunu söyledi. Şemsiyesi de olmadığı için omuzlarını döven yağmur yüzünden olsa gerek fazla direnmeden önerimi kabul etti.

Memnun olmuştum. Yanımda bir nefes duymak parlak olmayan ruh halim yüzünden aslında yalnız kalmak istemediğimi fark ettirmişti.

"Nöbet normale göre daha sakindi. Sanırım bizim şansımıza. Eskiden olsa tam tersi olurdu." Gülümsedim. "Sohbet edecek birkaç dakikamız olmadığından şikayet edip dururduk. Şimdi ise aramızdaki sessizlik yüzünden kendimizi iş çıkarıp durduk."

Toprak rengi koyu kahve bukleleri ıslandığı için alnına yapışmış, omuzları derin bir ürpertinin etkisiyle küçük çapta sarsılmıştı. Az önce yuvarladığım alkol yudumu yüzünden vücut ısımda belirgin bir yükselme peyda olduğu için sıcaklık konusunda hassasiyetim kaybolmuştu. Uzanıp klimayı çalıştırırken "Peçete istersen torpidodan alabilirsin." dedim. Tenindeki ıslaklığı silmesi için sunduğum öneride hemen pişman oldum. Nano'nun hamlesiyle votka şişesi ayan beyan meydana çıkınca hemen başımı çevirdim ve yola odaklıymış gibi gözlerimi kıstım.

"En iyisi yer değiştirelim."

"Teşekkürler. Gayet iyiyim." dedim ağzıma geniş bir tebessüm oturttum.

"Kenara çek. Ben kullanacağım." diye diretti daha sert bir sesle.

"O kadar içmedim merak etme. Seni de kendi hayatımı da riske atmam. Bana güvenebilirsin. Eski dostunun sözüne ne zamandan beri inanmıyorsun?"

Nano durup bekleyince yanlış bir şey mi söyledim diye düşünmeden edemedim.

İrkildim. Omzumun yanına gelmişti. Burun kanatları genişleyip daralıyordu. Nano bir melezdi ama duyularına fazlasıyla güvendiğini her fırsatta söylerdi. Kahverengi buklelerinin altında yine aynı tonlardaki iri gözleri araştırmacı bir hal alınca dirseğimle onu kendimden uzaklaştırdım. "Başkalarını koklamanın terbiyesizlik olduğunu öğretmediler mi sana?" diye çıkıştım. "Ayrıca sözlerime inanmıyorsan bile azıcık kibarlık gösterip birkaç dakika dayanabilirsin."

Gözlerimin, hareketlerimin ve özellikle kokum zindelik ve sarhoşluk testinden geçmiş olacak ki "Hız yapma." dedi.

Zaten elli ile gidiyordum. Yaklaşık yirmi dakika sonra evinde olacaktı. Bu kadar pimpirikli biri olduğunu bilmiyordum. Uzanıp radyoyu açtım. Akşam haberlerini sunan spikerin sesi kötü hava şartları yüzünden oldukça hışırtılıydı. Frekansı değiştirdim. Yine aynı cızırtı devam ediyordu. Mecburen kapadım. Aracın içindeki huzursuz sessizlik bizden ayrı bir varlıkmış gibi yaşamını sürdürmeye başladı.

Yutkunduğumda bile tükürük sesi davul gibi yankılanıyordu. Nano başını çevirmiş yanından geçtiğimiz ağaçları seyrediyordu. Yol asfalttı ama ormanın içinde ve oldukça bakımlıydı. Çift şeritte de sabahın erken saatlerinin vermiş olduğu sakinlik vardı. Karşıdan gelen tek tük araçların farı göz kamaştırıyordu.

"Önerdiğin film serisini izledim." Çatallı çıkan sesimi düzeltmek için öksürdüm. "Çok oldu tabi izleyeli ama konuşmak için bir türlü fırsatını bulamadığımdan yorumum bende kaldı."

Birkaç saniye hafızamı yokladıktan sonra istediğim detaylar aklıma gelmişti. "Filmlerin genelinde dikkatimi çeken şey idealistlik. Farklı türlerdeki varlıkların bir çatı altında toplanma süreci en keyifli kısımdı. Ardından başladıkları zorlu yolculuk da keza öyle." Lafa nasıl gireceğimi bilemeyerek bir müddet bekledikten sonra "Sence de iradenin güç karşısındaki çaresizliği korkunç değil mi?" diye sordum. Yaklaşımım onda istediğim etkiyi yaratmamış, ilgisini çekmemişti.

"Kararlı, sözünün eri olan baş kahramanın bile mutlak kudret karşısında son anda ikileme düşmesi tüylerimi diken diken etti." Kendi monologumdan zevk almaya mı başlamıştım yoksa suskunluktan deli gibi korktuğum için bir kılıç misali çektiğim kelimelerle üzerine mi saldırıyordum karar vermesi güç gerçekten. "Acaba dünyamızda da öylesine büyülü bir eşya olsaydı biz nasıl davranır ne hale gelirdik? İyiler ve kötüler diye bölünüp birbirimizle mi savaşırdık?"

Kendi sorumun saçmalığına takılı kaldım. Birlik savaş gibi yıkıcı ve ölüm doğuran bir olguya katiyen müsaade etmezdi. İçinde bulunduğumuz düzende eski filmlerdeki felaket senaryoları için endişe etmeme hiç gerek yoktu.

Yağmur biraz aralamıştı. Sileceklerin hızını düşürüp konuşmaya devam ettim. "O yıllarda bu kadar detaylı ve epik bir anlatı sunmaları gerçekten takdire şayan. İzlerken de saklarken de hak ettiği özeni göstermek gerekiyor. Resmen koleksiyon ürünü. Sen nereden bulmuştun?"

Göz ucuyla ona baktım. Hala sanki ona verilmiş bir görevmiş gibi kararlılıkla camdan dışarıyı seyretmeyi sürdürüyordu. İnat mı yapıyordu yoksa gerçekten benimle vakit geçirmek artık onun için eziyet gibi miydi? Nöbet boyunca - tamı tamına sekiz saatlik bir süreç- benden köşe bucak kaçtığını düşünecek olursak bu sonuçsuz çabayı sürdürmek benim açımdan faydasızdı. Neden uğraş veriyordum? Geçmişte bana yaptığı hataları olmasına rağmen arkadaşını geri isteyecek kadar yalnız mı hissediyordum? Öğrendiğim taze haber hüngür hüngür ağlama arzusuyla yanıp tutuşmama sebep olduğundan mıydı bu duygusallığım?

"Benden nefret mi ediyorsun artık?" Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığın pişmanlığı yüzünden direksiyon simidini sıktım. Kesinlikle evi beklemem gerekiyordu. Yolda, böyle bir konumda özellikle de sırrımı öğrenen ve o günden beri kınayan bakışlarını biran olsun üzerimden çekmeyen Nano'nun yanında ağlayamazdım. Ama sanki içimde olduğunu bilmediğim canlı parlak bir ışık göğüs kafesimin altından çekip çıkarılmış ve geriye sadece boşluk kalmış ve ben artık bu boşlukla yaşamak zorundaymışım gibiydi. Hislerimde soyut bir kayıp yaşıyordum. Gerçekte ise yaşadıklarım ne beklemedikti ne de hayatımda var olan birini kaybetmiştim. Terk bile edilmeyeceğime emindim. Soluğumu seyrekleştiren endişe, kendine güvensizliğin getirdiği korkulardan filizlendiği için bana işkence etmeyi bekleyen acılara dönüştüğünde oldukça acımasız oluyordu. Ama daha önce hiç bu denli yakıcı ve yıpratıcısını hissetmemiştim. Saç tellerime kadar titremeye başladım. Ayağımı kaldırıp frene asıldığımda sadece Nano'dan gelen komutun tesirindeydim.

"Kahrolası sana kırk kez yavaşla dedim duymadın mı?" diye bağırdı Nano, ani fren yüzünden araba kızakladığı için ön cama abanmak zorunda kalmıştı. Özür diledim. Defalarca aynı kelimeleri yineledim. Küfür de etse haklı olduğunu kabul ettiğimi göstermek ister gibi mahcup mahcup anahtarı gözünden çıkarıp ona uzattım. "Sen sür."

"İstemiyorum." dedi. Gözleri alev saçıyordu.

"İniyorsun musun? Ama buraya taksi gelmez. Yürümeye kalksan iki saatten fazla sürer. Ayrıca havanın kararmasına bakılırsa birazdan tekrar sağanak başlayacak. Benim yüzümden soğuk alıp üşütürsen.."

"İşeceğim lan!"

Kelimeleri ağzıma tıktı ve dişlerinin arasında bir homurtuyla somurtkan yüzünü de alıp ormana doğru yollandı.

Elimi alnıma dayayıp koltukta kaykıldım. Sertinden bir tokadı hak etmiştim. Camı indirip kafamı dışarıya sarkıttım. Beni uyandırmasını, kendime getirmesini umduğum soğuk yağmurdan eser yoktu. Kafam dağılsın diye arka koltuktaki çantama uzandım. Nano'nun ödünç verdiği filmleri yanımda taşıyıp taşımadığımı kontrol ettim. Ne yazık ki evdeydiler.

Pat diye bir sesin ardından sigara kokusu burnuma ulaştı. Kaputa oturmuş tüttürüyordu. Derin derin avurtlarını çökerttikten sonra kafasını kaldırıp dumanı havaya saldı. Nikotin kanına karıştıkça kolları gevşemiş, sanki kukla parçalarıymış gibi bacaklarının arasında beklemeye başlamıştı. Ahesteliğine tezat bir hızda kafasını çevirdi ve gözlerini gözlerime dikti. "O deliksizle ne kadar zamandır düzüşüyorsunuz?"

Öksürük krizi tuttu. Tükürük yan kaçtığı için suya ihtiyaç duydum.

Ciddi ciddi benim yanıtımı bekliyordu. "Nasıl bir soru bu?" diye atıldım kekeleyerek. "Köprüleri attın anlıyorum ama en azından eski diyalogumuza istinaden böyle kaba bir üslup takınmamalısın."

"Kibar kelimeler senin işindir."

"Aynı nezaketten sana da diliyorum."

Kalın kaşlarını kaldırıp küçümseyici bir tonda "İstemez." dedi. "Cesaret yoksunu kevaşelerin dileğine hiçbir zaman ihtiyacım olmadı."

"Bunun cesaretle alakası yok Nano." derken sesimin ılımlı tonlarda kalmasına özen gösterdim. "Sana cevap vermek bir yana söylediklerini dikkate bile almıyorum çünkü özel hayata saygıyı birinin sana öğretmesi gerekiyor."

"Pekala hocam.." Başını yavaş yavaş ama arkasında gizli, iğneleyici bir mana varmış gibi salladı. "Son bir sorum daha var." Avurtlarını çökerken sigarası kızıllaştı. "Neden o cerrah? Neden Ray Salzman?"

İsmini duymak tüylerimi diken diken etmişti. Her zaman böyle olurdu. Baş başa olmadığımız zamanlarda bu ad açık bir yaraya parmak basılıyormuş gibi içimi ürpertir, ensemi kızartırdı.

Aklıma bu ismin üzerimdeki ağırlığı ve terden parıldayan pürüzsüz omuzları gelirdi. Kendini bana doğru iterken iyice vahşileşmeden hemen evvel sergilediği müstehcen tebessümler karşısında eriyip yok olduğum, kimseye göstermediğini düşündüğüm hallerine şahit olmanın ayrıcalığıyla kendimi özel hissettiğim anlar beynimi istila ederdi. Ray beni kendiyle zehirlemişti. Toksinim de o'ydu antidotum da. Başkalarının ağzında bile onun adını duymanın hoşuma gitmesinin başka mantıklı bir açıklaması olamazdı.

"Anlatsam da anlar mısın ki?" diye geçiştirip kurtulmaya çalıştım.

"Dene."

Saate baktım. "Molan bittiyse gidelim artık."

Oturduğu yerden kalkmış benim olduğum tarafa yürümüştü. İşaret ve orta parmağı arasındaki sigarasından bardaktaki son yudumu sıyıran keşlere benzer bir zevkle derin nefesler çekti. Duman sabit bir hızda burnundan süzülürken aklıma antik sporlarla ilgili bir dergide gördüğüm, arenanın ortasında matadoruna öfkesi ve intikam duygusuyla hamle yapmaya hazırlanan boğalar geldi. Nano sert mizaçlı, hırçın, anlaşması zor biriydi. Gür kaşları altında koyu kahve gözleri karşısındakine güvensiz hissettirmekten çekinmeyecek kadar düz bakardı. Dağınık saçları ve belli belirsiz kirli sakallarının özensizce çevrelediği yüzü yara bere ile kaplıydı. Kıvırcıklarının gizlediği şakağında eski bir yanık izinin pembe dokusu, burnunun hemen altında motif gibi duran dikiş kalıntıları vardı. Sempatiklikten payına düşenin doğuştan kendisine verilmediğinin farkında, adanmış gibi teslim olduğu ağzı bozuklukla görgü kurallarına meydan okurdu. Hatta işe başladığı günlerde onun eski bir suçlu olduğunu düşünecek kadar ileri gitmiştim. Çünkü bir ayın sonunda patavatsızlığı yüzünden bozuşmadığı kimse kalmamıştı. 

Tembel ve işlerinde savsaktı. Boş vakitlerinde sandalye üstünde uyuklardı. Ayrıca göz altı torbaları şişkin, burnunda bağımlılara has ıslaklık vardı. SALZMAN ismi altındaki bir hastanede işe başlayabilmesine ve ilaçların denetim altında tutulduğu birime kabul edilmesine şüpheyle yaklaşmamak elde değildi. Neredeyse tamamen zıttım olduğu için başlangıçta yanındayken müthiş gerilir, sıkılgan davranırdım. Birkaç haftanın ardından eczacının söylediğine göre ekipte onunla bile anlaşacak kadar ılımlı yalnızca ben olduğum için servis programlarımız birlikte yazılmaya başlandı.

Geçip giden haftalar önyargıların yerini anlayışın almasına vesile olmuştu. Ne zaman yanında huzursuz hissetmemeye, sohbetinden keyif almaya, sarkazm sosuna bulanmış çatallı laflarının aslında kendine has şakalar barındırdığını keşfetmeye ve onu vakit geçirmekten hoşlandığım bir dost olarak görmeye başladığımı net olarak hatırlamıyordum. Şimdi düşününce İlişkimizdeki geçişler bıçak gibi keskin olmak yerine gökkuşağındaki renk değişimlerini andırıyordu. Belli belirsiz ve yavaşça ilerleyen.

Nano kalın botunun ucuyla izmariti ezerken dikkatinin her bir zerresine bu işe vermiş gibi konsantreydi. "Karanlık ormandan biri çıkıp karşına gelse.. Gözlerinin içine bakıp soyunmanı istese.. Ne derdin?"

Anahtarı çevirmek için bekleyen parmaklarım dondu kaldı.

"Hemen arka koltukta. Etrafta görecek duyacak kimse yokken..." Kafamı kaldırıp baktığımda gördüm ki öylesine bir konudan bahsediyormuş gibi lakayt ve ciddiyetsizdi.

"Benimle kafa mı buluyorsun?"

"Ne derdin? Cevabını bekliyorum."

"Tabi ki hayır!" Sesimin olabildiğince gür çıkmasına özen göstermiştim.

"Gördün mü? Bazı soruların cevabı oldukça nettir."

Gömleğinin cebindeki pakete uzandı. Çakmağı çaktı ve yeni bir tütün sargısını sömürmeye koyuldu. Siyah bulutların gölgesi kendini iyice belli ediyorken ben tüm söylediklerine ve yaptıklarına anlam vermeye yemin etmiş gibi kendi kendime kafa patlatıyordum.

"Nano nereye varmaya çalışıyorsun?" diye kustum sinirimi sonunda. "Kelime oyunlarıyla bana ders verip canımı yakmak niyetinde misin?"

Sadece omuz silkti. Şüphesiz bu hareketindeki gizli mana nasıl düşünmek istiyorsan öyle düşün'dü.

"Kendince derin anlamlar yükleyip sorduğun hiçbir soruya cevap verme mecburiyetim de yok sana dürüstlük borcum da yok. " dedim ve ekledim. "Ve bunu senin sandığının aksine sana değer verdiğim için yapıyorum."

Zehir zemberek laflar etmek istesem de kendimde bu potansiyeli göremediğimden acıklı bir yakarış gibi çıkmasından korktuğum kelimelerimi bir müddet kendime sakladım. Ama bir şekilde kilitli sandıklarda gömülü olarak tuttuğum gizli dileğim, bir yolunu bulmuş, hürriyeti ele geçirmiş, aralanmış ağzımdan dökülmüştü.

"Bizim başkalarının onayına ya da iznine ihtiyacımız yok." Fısıltımın ona ulaşmaması umarak kafamı kaldırdığımda ne yazık ki onunla göz göze geldim. Beni duymuştu ve duyduklarını anlamlandırma arzusuyla ateşlenen merakı kolayca savuşturulamayacak kadar kararlıydı.

"Sizin?" diye üsteledi sessiz birkaç dakikanın ardından.

"Benim ve.. Ray'in."

İsmi duyar duymaz kaşları birleşti ve bakışlarını kaçırdı. "Bunlara bana niye anlatıyorsun ki? Hala sizi ispitleyeceğimden mi korkuyorsun? Ne var biliyor musun.." Alay barındıran kahkahası asfaltta çınladı. "Sikimde bile değilsiniz!" İnsanı yerinden sıçratacak kadar ani ve yüksek sesi gök gürültüsünü gölgede bırakabilirdi.

Hayatım boyunca yüzleşmekten en çok korktuğum şey keskin duygular olmuştur. İnsanı esiri eden, aklı devre dışı bırakan, ister iyicil ister kötücül olsun her duygu kırıntısının dozu kontrol altında tutulmalıdır. Nefreti diğer duygulardan daha özel ve yıkıcı kılan unsur ise bir dönüşümün ürünü olmasıydı. Birinin sana nefretle bakması bir zamanlar beslediği sevginin yegane göstergesi olduğuna inanıyordum. Sevginin kökleri ne kadar derine inerse iki ucu keskin bıçağın diğer yüzü o kadar ölümcül olurdu. Kabuslarımı süsleyen bu yakıcı ve nefes kesecek kadar karanlık duyguyu can bulmuş haliyle karşımda görecek olmanın endişesini taşıyordum.

"Nano.. Lütfen bana öyle bakma." Sesim bir çocuğun ağlamadan evvelki sızlanmasına benziyordu. Ciddi konulardan bahsetme arzusunda olduğum için kendime zaman tanımak adına parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. Çölleşen boğazımın ıslanması için yutkundum. "Ben.. Ben aptal değilim. Kimsenin avucunun içinde, kimsenin kuklası da değilim. Sadece bunu anlamalısın."

Gözleri büyürken "Senin hakkında hiç öyle düşünmedim!" diye çıkıştı.

Sessiz olmasını işaret ettim ve içten içe hiç öyle olmasam da kendimden emin davranmaya çalışarak beni bölmemesi gerektiğini anlamasını sağladım. Açıklığa kavuşturmak istediklerim vardı. "Kimse beni bir şeye zorlamadı ya da kimse beni bir şeylere mecburmuşum gibi hissettirmedi. Ray ile ilişkimin bir sır olmasını umursayan sadece bendim. İster buna öğrenilmiş tür psikolojisi de istersen az önce söylediğin gibi korkaklık. Kısacası Nano..." Gözlerimi gözlerine kenetledim. "Ben kendi rızamla içeriye girdim ve bu yüzden hiç şüphen olmasın ki kendi rızamla çıkmasını bilirim."

Evet. Çünkü Ray'in bir çocuğu olacaktı.

Sesim titremişti. Son kelimelerin vurgusu kaybolmuş, aniden bastıran rüzgarın uğultusuna harmanlamıştı. Soğuk esinti sulanmış gözlerimin acıyla yanmasını sağlarken sağanağın başlaması ile arabaya dönen Nano inmeden evvelki tavrına bürünüp bakışlarını benden uzak tutarak dışarıya seyretmeye başladı. Elimin tersiyle nemlenmiş burnumu sildim. Emniyet kemerine uzandığım esnada sessizliği bölen Nano'nun kelimelerine kulak kesildim.

"Kişilerin en ufağı bile geleceğin akışını değiştirebilir."

Kafamı çevirip yüzüne baktım. Bakışlarını yola mıhlamıştı. "Filmdeki en sevdiğim replik." diye açıkladı kısaca.

Başımla onayladım. "Yarın üçünü de iade edeceğim."

"Bedavaya kurtulamazsın. Bir aydır soktuğumun filmlerine çöreklendiğin için bana afillisinden yemek ısmarlayacaksın."

Elimde olmadan gülümsedim. Arkadaşımın camdan yansıyan yüzünde de belli belirsiz bir tebessüm görür gibi oldum. Ama direngen tavrı yüzünden hemen kayboldu, eski somurtkan haline büründü. Nano'nun suratına oturan sıcak, iç ısıtan ifadenin akıbeti tıpkı ona olan kızgınlığımın gibiydi. Ömrü kısaydı.

Kavşakta kırmızı ışıkta durdum. Yağmur iyice hızlanmıştı. Silecekler bir savaşın içindeymiş gibi çırpınıyordu. Kulaklarıma ulaşan küfür yüzünden parmaklarımla ritim tutmayı kestim. "Hey Nano.. İyi misin? Betin benzin attı."

Gırtlağına takılı kalmıştı nefesi. "Öleceğiz." diye soludu. "Siktir siktir siktir! Geri bas!" diye bağırdı şiddetle çalışan sileceklerin ardındaki manzara karşısında. Bir kamyonet sağanağın iri damlaları arasında, iki şeridi de kaplayacak şekilde kontrolsüzce yalpalıyordu.

Yokuşta ani bir fren yaptı. "Lanet olsun ne yapıyor bu!" diye atıldım vitese doğru.

"Sence kendinde mi!" diye kükredi Nano.

Vitesi geriye taktım. Kontrolümdeki aracın yaşlı motoru böğürdü, geri sarılan kaset gibi hareket etmeye başladı. Tekerlekler ıssız ormanın baykuşlarını uyandırmış, onlarla birlikte uğulduyordu. Tonluk canavar bizim kaputun üzerine oturmuştu, sanki. Yüz yüzeydik. Bariyere çarptı, tiz bir sesle metal parçalar kopardı. Ön tarafı neredeyse kusursuz bir elips çizdi, bu kez sağ kapı boyunca bariyere sürtündü. Canavarın farları kargaşa içinde parıldarken , kıvılcımlar ve çatırtılar yağmurun altında yayıldı.

Sağa savrulan demirden yapılmış yığın ağaca tosladı. Kritik bir direksiyon hareketi ona katılıp geniş ağaç gövdesine çakılmamıza mani olmuştu. Korkunç gürültü kulakları delercesine çınlarken, yükselen toz yığını yağmur damlalarına karışıp çamur oldu.

Dilim ve damağımdaki uyuşma yüzünden anlamsız heceler dolandı ağzıma. Kekelemek bile denmezdi. Şakaklarımda zonklayan damarlarıma avuçlarımı bastırarak, davul gibi gümleyen kalbimi dizginlemeye uğraştım. "Gidip.. Bakmalıyız." dedim güç bela. "Nano.. Gidip bakmalıyız. Yardıma ihtiyacı olan biri olabilir."

Nano'nun dehşetle açılmış gözleri benimkilerle buluştu. Kapkara kesilmiş bakışlarında iliklerine kadar korkuyla kavrulduğunu gösteren ürkütücü bir ifadesizlik vardı.

"O zaman.. Sen burada kal. Ben bakıp geleceğim." Titrek parmaklarım kapı koluna gitti. Metanetin esamesi okunmayan adımlarım sağanağın altında sürünür gibi sesler çıkarıyordu. Duman ve keskin yağ kokusu sızan metal hengâmeye doğru mümkün olduğu kadar gür bir sesle bağırdım. Midem buruştu. Bilinmeze doğru yaklaştıkça sansürsüz filmlerde gördüğüm kanlı sahneler karşıma çıkabilecek olası manzaralar olarak bir şerit gibi gözümün önüne gelip kayboldu.

Yağmur hala şiddetliydi. Kamyonetin kapalı kasası yola yatmıştı. Devrikti. Komuta bölümünün ezik büzük teneke yığınından farksız olmadığını gördüm. "Kimse yok mu?"

Kafamı iyice torpidonun olduğu bölüme eğerken canlı ya da canlı kalmaya çalışan bir bedene dair bir şeyler arıyordum. Kopuk bir kol, yırtık bir parmak. İnsana ait hiçbir parça yoktu. Ne olduğunu tam kestiremediğim keskin bir koku vardı koltukların arasında. Kazağımı burnuma siper ettim. İçeride kimse yoktu.

Yağmur omuzlarımı dövüyordu. Birkaç adım uzaklaştım, yan yatmış kasadaki büyük logoyu okudum. MAP.

NUD'un en köklü gıda tedarik şirketiydi. Muhtemelen yarın için hastaneye gerekli malzemeleri taşıyordu. Ciğerleri yakan pis kokuya tahammül edip devrilen kasanın içinden yola dağılan materyallere bakındım. Malzemeler kendiliğinden berbat bir salata oluşturmuş, sebzelerin içleri yağla dolmuş, tohumları etrafa saçılmış, balık kasaları dağılmıştı. Vaziyet kargaşanın sözlük karşılığıydı, tam olarak.

Derinden bir inilti kulaklarıma ulaştı. Hızla kafamı çevirdiğimde yolun kenarındaki çayırlıkta belli belirsiz bir karaltı gördüm. Bir bedendi. Koyu renk birikintinin içinde kafatası yarılmış, sırtına sivri bir cisim saplanmış, açık ağzında lekeli dişleri inci gibi parlayan biriydi.

"Seni.. Seni tanıyorum..." Güçlükle yutkunmaya çalıştım. "Levon.." İsim dimağıma berrak bir su damlası gibi düştü.

Kendimi tanıttım. İsmimi söyledim ve ona yardım etmek için elimden ne geliyorsa yapacağıma dair yeminler ettim. Var gücümle arabaya geri koştum ama Nano görünürde yoktu. Boğazım yırtılırcasına bağırsam da etrafımı çevreleyen karanlık ormandan hiçbir dönüt alamamıştım.

Zavallı Levon'un perişan bedeninin bir yaşam belirtisi almak çok zor gibiydi. Yine de telefonun üzerindeki parmaklarım acil servisin numarasını tuşlamak için zamanla yarış içine girdi. Neredeyse gri bedenden bir diğer inilti yükseldi.

Sokak lambası kanlı yüzünün sağ kısmını aydınlatıyordu. Bakışlarımı parçalanmış kaburgadan uzakta tutmaya çalışsam da kemiklerin arasından yayılan ılık dumanın sıcaklığını duyuyordum. İrislerinin etrafına doğru damarlanmış gözleri hareketsizdi ama dudakları kıpırdadı. Ağzına yaklaştırdım kulağımı. Fısıldadıklarının ardından Levon yarı baygın gözlerini tamamen kapadı. Yüzüne düşen damlalar ruhuyla birlikte arındı, kayboldu sanki.

Bilincim ensemden geriye doğru karanlık bir kuyuya çekildi. Bayılmadan evvel son hatırladığım deli gibi titrediğimdi.

•••

Size soru Garen ve Nano arabadayken hangi filmden bahsediyorlardı? Doğru tahmin eden olacak mı merak ediyorum. Gelecek bölümde görüşmek üzere :))

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 115K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
289K 12.4K 51
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
DİLVAN By Helin

General Fiction

3.9M 190K 57
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...
122K 19.6K 43
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓