Kötüler Çağı

By boenibel

1.6K 440 2.5K

❝ Hayatın birçok zorluğunu daha küçük yaşlarındayken öğrenmek zorunda kalan Percy; kötü son tasarısıyla ilerl... More

prologue & cast
i. macalester college
ii. first interactions
iv. the barrier
v. a percy classic
vi. dorothea city cinema
vii. a little latin class matter
viii. doubts, knowns, unknowns, thoughts and truths
ix: the drug carriers
x: the dead dog

iii. a body after the rain

119 40 153
By boenibel

Gizli tutarsan en sıradan şey
bile zevkli olabiliyor.
the picture of dorian gray, oscar wilde

Gece yine uyuyamamıştım. Aslında, bu sefer farklı bir sebebi olsa da yine de sabah yine bir ölü gibiydim. Dünden sonra akıllandığım için ilaç alma gibi bir düşünceye kapılmamıştım. Aksine, yatakçı kadın Abby'den aldığım ufak bir öneriyle bitki çayı içmeye karar vermiştim. Kafeteryada bulunmadığı için Abby beni bir üst katımda kalan kızın odasına yönlendirmişti. Onda bu tarz şeylerin olduğunu ve oldukça da güvenilir olduğunu söylemişti.

Aslında güvenilir olup olmadığı o kadar da önemli değildi. Yeter ki beni şu melankolik ruh halinden çekip çıkartabilsin diye düşünüyordum.

İsmi Hannah'ydı ve Felsefe bölümünde üçüncü sınıftaydı. Yani, kibarca beni odasına davet edip bitki çayını hazırlarken konuşmuştuk ve baya da iyi anlaşmıştık. Oldukça nazikti. Yeni tanıştığı birine yani. Kahverengi ve bukle bukle saçları vardı, çok net göremesem de yanaklarını kaplayan çilleri vardı. Zeki bir öğrenci izlenimi alıyordum, ki odasında da her yerde kitaplar vardı. Kitaplığı dolup taşmış, bazı kitapları da yerlere koyarak üst üste bindirmişti. Yani, çok okuduğu belliydi. Bir de bitkilere ilgisi vardı. Sadece bir masayı kendi topladığı şifalı bitkilere falan ayırmıştı. Kuru üzüm çekirdekleri, tarçın, ginseng, sarı kantaron çiçekleri, yeşil çay, nane, kedi otu, ekinezya ve daha birçok kuru ot vardı. Hepsinin kokusunu da alabiliyordum.

"Seni bir yerlerde görmüştüm sanki," demişti, bana beyaz çay fincanını uzatırken. Teşekkür ederek dumanı tüten fincanı elinden aldım.

"Haftasonları Atlas Kütüphanesi'nde çalışıyorum, orada görmüşsündür muhtemelen çünkü ben seni orada gördüğümü hatırlıyorum... Tuhaf bir tadı var, nane mi var içinde?" Dediğimde de oldukça şaşırmıştı.

"Ya, birinci sınıf değil miydin? Direkt çalışmaya mı başladın? Ve evet, nane baş ağrısına bire birdir. Biraz mideni bulandırabilir ama zencefil ile tadı fazlasıyla dengeleniyor."

Bu çok kişisel bir soru olmuştu çünkü ona maddisel ve ailesel sıkıntılarımdan bahsetmek istemiyordum. Hatta Macalester'e gelmeden önceki tüm hayatımı hafızamdan silmeye çalışıp sıfırdan bir düzen kurmaya çalışıyordum ve bu yüzden de kimseye geçmişimden, annemden veya bir başka şeyden bahsetmeyi düşünmüyordum. Bazı zamanlar bunları çok fazla kişisel algılıyordum ancak o da benim bilinçaltımın zehirlerinden biriydi.

Bu yüzden, "Evet." demiştim sadece.

"Anlıyorum." dedi o da kısaca. Başka bir şey söylememesi açıkçası beni daha iyi hissettirmişti ki muhtemelen o da haddine olmadığını düşünerekten başka bir şey sormamıştı. "Peki, arkadaş edinebildin mi? Texaslısın diye bir şey demiyorlardır umarım."

"Yani, edindim biraz da... neden öyle dedin ki? Texaslılara nötr bir yaklaşım mı var burada?" Bununla pek ilgilenmesem de sormuştum.

Gülmüştü. "Biraz var ama zorbalık gibi düşünme bunu. Bizim şu ölen rektör de Texaslıydı. Yani yalan yok, kimse o ve onun tuhaf Texaslı izleniminden hoşlanmıyordu. Bilirsin, biraz kaba ve gereğinden fazla açık sözlülük... O da tamamen öyle biriydi. Tutulan yas, ana binanın önünde hâlâ yarıya indirilmiş Amerika bayrağı ve yardım kuruluşları için yapılan bağışlara bakma, okulda kimse sevmezdi o adamı."

"Bilmem aslında. Çok gezgin bir insan değildim. Hatta Metroplex dışında bir yere çıktığım da hiç olmadı." dedim, çayımdan yudum almadan önce. Dilimde tuhaf ve hoşlanmadığım bir his bıraksa da yavaş yavaş iyi hissettiğim için dibini görmek istiyordum. Hannah da çayı beğendiğimi düşünmüş olmalı ki gözleri çay fincanının üstündeydi. Yani, beğenmekten ziyade zorunluluktan içiyordum ama ona bu konuda herhangi bir şey söylemedim.

"Çok kötü biri miydi, şu Texaslı rektör?" dedim. O esnada da aldığım yudum damak tadımı biraz kötüleştirdiği için yüzümü buruşturmamaya çalışmıştım. Yutkunurken zorlanmıştım bu yüzden ama ses çıkarmadım.

Hannah oturduğu yerde geriye yaslandı ve kolunu sandalyeye dayayarak penceresinden dışarıya bakındı. "Kötü sıfatını kullanmazdım ben. Bana kalırsa şerefsiz herifin tekiydi. Öldüğü için Macalester çok şanslı."

Şaşkınlığımı gizleyemedim. Hannah'da fark etti bunu. "Buraya gelmeden önce okulu hiç araştırmamış gibi görünüyorsun, Percy."

Çünkü araştırmadım. "Yani, çok araştırdığım söylenemez de ne oldu ki? Merak ettim açıkçası."

"Benden duymuş olma bunları." dedi, en başında. Bende bana güvenebileceği söyledim sadece, zaten kime anlatabilirim ki? Benim dışımda herkes biliyordur diye düşünmüştüm. Hem, ne ailem vardı ne de dışardan tanıdıklarım.

"Kendisi, rektörlük dışında seçtiği öğrencilere Tragedya ve Komedya dersleri veriyordu, özel olarak. Hem de fazlasıyla özel. Başlarda sadece üç kız öğrenci vardı. Daha sonra başka öğrenciler de almaya başladı, yine kızdı hepsi. Sadece bir erkek öğrenci vardı."

Parmağıyla gösterdi bunu. Fincanım boşaldığı için gözlerimle koyacak bir yer aradım ve Hannah bunu fark edince eline uzattı bana. Bekletmeden fincanı ona verirken çalışma masasının üzerine koymuş ve yeniden bana dönerek konuşmasına devam etmişti.

"O öğrenciler dışında kimse o derse giremedi. Yani, Edward Newman istemiyordu çünkü. Özel kriterleri de vardı adamın, bunu onlara bakınca bile anlayabiliyorsun çünkü hepsi de birbirine benziyor. Yani, bilmiyorum, pek benzemiyorlar aslında ama yan yana durduklarında o hissiyatı alıyorsun. Böyle, aynı bakıyorlar. Konuşmaları da benziyor. Aslında çok konuşmamaları benziyor. Kısa ve öz konuşuyorlar. Robot gibiler. İstediği öğrenci tipleri olduğunu da düşünmüyorum, çünkü kızlardan biri liseden arkadaşımdı. İsmi Jade ve tanıdığım en gaddar kızlardan biri olabilirdi. Dersleri iyiydi ama konuşma tarzı olsun, pek hanım hanımcık sayılmazdı. Diğer kızlar da tam aksine, nazik ve güler yüzlülerdi. Yani, bilmiyorum. Aslında çok güler yüzlü de değiller ama yine de Jade'e kıyasla... iyiler. Theodore da muhafız gibiydi, hiç konuşmadan herkesi izliyordu ve derslere girip çıkıyordu."

"Theodore?" dedim, kaşlarım yukarı kalkarken. "Theodore Heseltine?"

"Aynen o. Tanıyor musun?"

Hafifçe doğruldum. "İsim ve tip olarak tanıyorum da, onun da öyle bir sınıfta olduğuna çok şaşırdım. Çok ilgili bir öğrenci değil gibi."

Bununla Hannah güldü ama dalga geçer gibi bir gülüştü bu. "Öyle görünür ama değildir. Annesi Carleton Üniversitesindeki dekanlardan biri ve bu okuldan önce de Theodore orada eğitim görüyormuş. Daha sonra buraya geldi. Bu iki üniversitede de çok popüler biridir zaten, herkes tanır onu. Ne kadar çoğu dersi ekse de müthiş bir görsel ve yazı zekası var. Çoğu profesör ondan ne kadar hazzetmese de zekasını kimse sorgulamaz."

"Neden orada kalmamış ki?" dedim, tuhaf bir şekilde. Yani, Carleton'da çok iyi bir üniversiteydi ki kabul oranı Macalester'den bile daha düşüktü.

Hatta ben o üniversiteden kabul almamıştım. Theodore'un oradan buraya gelmiş olması da çok ilginçti.

"Oralarını bilmiyorum ama çok dedikodu dönüyor. O konuyu hiç karıştırmak istemiyorum çünkü baya uzun. Bazıları annesiyle arasının çok bozuk olduğunu, bazıları da buradan biriyle aşk yaşadığını falan anlatıyor. Bir ara Robin anlatsın sana, o daha aşina bu tarz olaylara." Şu an oturup ondan dinlemek istesem de çok meraklı görünmek istemiyordum ve anlatmak istemediği için zorlayamazdım da. O yüzden Edward Newman hakkında konuşmasını dinlemeye devam ettim.

"Her neyse... Edward Newman neden birbirinden alakasız öğrencileri sınıfına aldı ve sonra da neden birbirlerine benzemeye başladılar, inan bunu hiç bilmiyorum. Yani, normal bir sebebi olmadığı da kesin ama."

"Tuhaf." dedim. "Bir rektörün böyle şeyler yapmasına izin var mı ki? Böyle bir üniversitede özellikle?"

Hannah yine penceresine doğru döndü ve tuhaf bir iç çekti. "Amerika'da yaşıyoruz, Percy. Böyle zengin züppelerin her şeyi yapmasına izin var. İzni geçtim, yapsalar da arkalarında duracak hep birileri vardır... Her neyse, çoğu kişi o kızlarla yattığını düşünüyordu, normal olarak. Hatta hepsinin ensest bir ilişkileri olduğunu söyleyenler de vardı. Yani, anlarsın... Bu da ciddi bir suçtu çünkü kızlar on sekiz, Edward Newman'da elli bir yaşındaydı. Pedofili damgası yedi zaten. Adamın öyle otuz beş yaşında görünmesine bakma, bu ciddi bir mevzu çünkü. Kızların rızası olmuş olmamış, orası da önemli değil. Bir rektörün, yedi-sekiz kız öğrenci ve bir erkek öğrenciyle haftanın bir gününü özel olarak geçirmesi, hatta istediği yerlerde ders vermesi -yani büyük konferans salonu, Viczy Katedrali ve Lemaine barı gibi mekanlarda- okuldaki herkesin ilgisini çekiyordu."

"Cidden kızlarla yatıyor muymuş ki?"

Hannah'ın yüzü düştü. "Bu hiçbir zaman kanıtlanamadı, zaten polis de hiç soruşturma açmadı."

"Peki, Theodore?"

"Onun Edward Newman ile olan ilişkisi de çok tuhaftı. Bazıları öyle dedikodular çıkardı ki olaya bölge şerifi el atmak zorunda kaldı. Bir ara Theodore'un annesi okula geldi, bir saat boyunca Edward Newman ile görüşmüştü ve odaya ne Theodore ne de kahve servis yapan kadın girebilmişti. Daha sonra da odadan çıkmış ve Theodore'u da alıp okuldan ayrılmıştı. Yani, kimse o odada ne konuşulduğunu bilmiyor. Ondan sonrasında bir süre Edward Newman ders vermeyi kesti, orman tarafında hem turistik hem de öğrenciler için yeni bir açık kütüphane yaptırmaya başlamıştı. Baya onun üstüne yoğunlaştı, birçok haber ve gazete kanalı da bunu haber yapmıştı. Böylelikle dedikodular sessizce azalmış oldu ama tamamen de bitmedi."

Buraya gelmeden önce okulu araştırmadığım için pişman olmuştum. Kaynaklarına bir yerden mutlaka ulaşırdım ama içerisinde olup da yeni öğrenmek tuhaf bir şekilde ilgiyle bakmamı sağlamıştı. Bu okulda neler neler olmuştu böyle.

"Peki, daha sonra ne oldu?" dedim, ilgiyle.

Hannah kolunu sıvazladı ve iç çekti. Daha sonra da gözlerini bana doğru çevirdi. "Ne yazık ki biraz zaman sonra o kızlardan biri cinayete kurban gitti. Yani, eski lise arkadaşım olan Jade Mc'Carthy."

***

Dersten çıktıktan sonra bahçeye çıktım. Gökyüzü bulutluydu, Macalester'in üzerine yoğun bir sis düşmüştü sanki. Yağmurlu görünüyordu ama yağmur yağmıyordu veya çiselemiyordu. Bahçeye çıktığım gibi rüzgarın etkisiyle saçlarım karışmaya başlamıştı. Kitaplarım kolumun altındaydı ve diğer elimde de Profesör Aubert'in vermiş olduğu araba anahtarlığı duruyordu.

Etraftaki diğer öğrencilere bakınarak park alanına doğru ilerledim. Arabasını tamire bırakmamı rica etmişti ve bende herhangi bir işim olmadığı için kabul etmiştim. Zaten çeviri ödevimi pek beğenmemişti ve ben de en azından huyuna gideyim diye de kabul etmiş olabilirim ki şu sıralar bir yardımcı arıyordu kendine, bunun için de gözüne girmem gerekiyordu.

Arabası 82 model bir Mercedes'ti. Profesör Aubert de tertemiz bakmıştı arabasına ama, motoruyla alakalı ufak bir sıkıntı çıkmıştı. Ne olduğunu anlatmıştı ama o an aklım başka şeylerde olduğu için net anlayamamıştım. Zaten o da tanıdığı ve güvendiği bir tamirciyi söylemiş, tamirhanesini de tarif etmişti. Onu da pek hatırlamıyordum ama sıkıntı değildi, bir şekilde bulurdum.

Şoför koltuğuna geçtikten sonra kitaplarımı yan koltuğa koydum ve anahtarı kontağına takıp çalıştırmıştım. İlk anda tuhaf bir ses duysam da sorun olmadığını düşünerek arabayı park alanından çıkarmıştım. Ana binanın dışındaki yola düştüğümde etrafta tek tük insanlar vardı. Yolda da çok araç yoktu. Radyoyu açmaya karar verdiğimde hava durumuyla alakalı bir haber duyup biraz dinledim ve önümüzdeki birkaç günün yağışlı olduğunu duyunca da dudak büktüm. Okulun olduğu günlerde yağmurlu hava olmasından kesinlikle hoşlanmıyordum.

Bunu düşünürken bir anda aklımda Hannah'ın sözleri yankılandı.

"Hava baya yağmurluydu. Bir dakika bile durduğunu görmedim. Aralıksız, iki gün boyunca yağmıştı. Fırtına, dolu, hortum... en berbat iki günü yaşamıştık. Sonra havalar düzeldi, üçüncü günde güneş açtı. Ve o gün Jade'in cesedini Sosyal Bilimleri Fakültesinin önündeki nehir açıklığında karaya vurmuş bir şekilde buldular."

Bir anda yüzümdeki normal ifade yerini hafif bir hüzün kapladı.

"Cesedi otopsideyken Profesör Jaime onun adına bir konferans düzenlemişti. Orada kullandığı cümleyi hiç unutmam, Percy... Demişti ki: Sanki o iki günde Tanrı, o yağmurları göndererek bu dünyaki pislikleri temizlemeyi amaçlamıştı ama ne yazık ki zavallı Jade, asıl hedef o değilken bunun kurbanı oldu."

Zavallı Jade.

"Otopsi sonuçlarında boğazında morluklar bulundu. Sert, şiddetli ve öldürmeyi amaçlayan iki el."

Jade'in yüzünü bilmesem de aklımda bunu canlandırabiliyordum. Öldürmeyi amaçlamış, bunun arkasında olduğu için saliselik bile ellerini gevşetmeyen bir zanlı ve onun ellerinin altında kıvranan zavallı Jade... Karşıma çıkan görüntüler beni rahatsız etmişti. Bu yüzden kafamdan silip atmaya çalıştım. Zaten yeterince kafa bulantım vardı, fazlasını da artık ince bedenim kaldıramazdı.

Kısa bir süre sonra tamirhaneyi bulmuştum. Öyle zorlanmamıştım da. Zaten yol üstündeydi, kalabalık da değildi. Tamirciye Profesör Aubert'in beni gönderdiğini söylemeden o zaten arabayı tanımıştı ve beni kısa bir sorguya çekmişti. Öğrencisi olduğumu söylediğimde de beni baştan aşağı bir süzmüş ve omuz silkmişti.

"Nicholas Aubert'in bir öğrencisine arabasını verdiğini de gördüm ya..." dedikten sonra arabanın kaportasını açmıştı. Bende buna karşı herhangi bir şey demedim ve etrafa bakınmaya başladım. Tamirhanenin arkasında bahçe vardı ve sanırım birileri orada ateş yakmıştı. Gökyüzüne süzülen dumanları görebiliyordum. Ellerim pantolonumun cebinde bir şekilde etrafa biraz daha bakınırken köşedeki oto yıkama alanında tanıdık birileriyle karşılaştım: Travis ve Meredith.

Travis, arabasının aynalarını temizlerken Meredith'de onun birkaç adım gerisinde onu izliyordu. Kollarını göğüs hizasında birleştirmiş, yüzünde her zamanki gibi düz ve çıkarım yapamadığım bir ifadeyle bakınıyordu.

"Nasıl oldu," demişti Travis doğrulurken. Sesi baya gür çıktığı için duymuştum. Meredith'de başıyla onaylayarak bir şey söylemişti ama onu duymamıştım. Yine de mimiklerinden Travis'i memnun edecek bir şeyler söylediğini anlamıştım.

Onlara çok dikkatli baktığımı düşünerek bakışlarımı başka yöne çevirdim ve bir oturma alanı aradım. Kalın kavuklu yaşlı bir ağacın altında bir bank gördüğümde adımlarımı oraya ilerlettim ancak birinin bana seslenmesiyle durmak zorunda kalmıştım. Birinden kastım, Travis'ti.

"Hey, Lambard," demişti, soyadımı kullanarak. Elindeki temiz bir havluyla ellerini silerken yanıma yaklaşmıştı. Kahverengi gömleğinin kollarını sıyırdığı için beyaz teninin üzerindeki dövmeleri görebiliyordum. Sarı saçları dağınık, yüzünde de sevimli bir gülümseme vardı. Onunla birkaç partide aynı ortamda bulunma fırsatımız olmuştu. Birbirimizle sohbet etmesek de isimlerimizi biliyorduk. "Burada seninle karşılaşmayı beklemiyordum." demişti, birkaç adım önümde durduğunda da. "Araba mı aldın?"

"Profesör Aubert'in arabası için geldim aslında." dedim, fazla ciddi olmamaya çalışarak. O da bakışlarını tamircinin motoruyla uğraştığı arabaya çevirdi ve sonra da yeniden bana döndü.

"Hâlâ şu külüstürü kullanması içler acısı." Şaşırdım çünkü bence Profesör Aubert'in arabası gayet güzeldi. "Dünya kadar para alıyorlar ama bu pintiliklerinden asla vazgeçemiyorlar. Bazılarının cidden ruhunda yatıyor bu. Ne kadar paraları olursa olsun sadece biriktiriyorlar, sıfır harcama." Bu konudaki eleştirisine karşı aynı fikirdeydim ama illa karşıt bir şey söylemem gerekiyormuş gibi hissettim çünkü ben de o kadar parası olan biri değildim.

"Bence arabası gayet güzel."

"Sen bir de uzun yolda gör." demişti, gülerek. "Benimki bile bazen sorun çıkartıyor, bu yüzden en uzun yolum St. Paul." Dönüp arabasına baktım ve sonra da omuz silktim.

"Yine de Mustang kullanıyorsun."

"Ama 80'ler model, altını çizelim." Sonra o da dönüp arabasına doğru baktı ve yeniden bana döndü. "Klasik arabalara olan ilgim olmasa anında şu Yaşlı Max'e satmıştım ama birkaç yıla koleksiyonumun bir parçası haline gelecek diye güzelimi hiç satmaya yaklaşmıyorum."

Başımı salladım ve başka bir şey demedim.

"Her neyse, dostum. Seni görmem çok iyi oldu. Akşam Lemaine barındayız, Robin'leri de göremedim. Onları da alıp gelirsin, değil mi?"

"Bir şey mi kutluyorsunuz?" diye sordum, o sırada da Meredith Travis'in arabasına binmişti. Bana selam vermemesi beni biraz kırsa da onunla herhangi bir samimiyetimin olmadığı gerçeği yüzünden bunun en doğal hakkı olduğunu düşündüm. Ama en azından göz göze gelmek isterdim.

"Yok, keyfine takılıyoruz. Her zamankilerden."

"Gelebilir miyim, bilmiyorum," dedim, dürüstçe. Bu gece çalışmayı planlamıştım çünkü bayadır adam akıllı çalışmamıştım. Derslerin gittikçe zorlaştığı gerçeğiyle de bu planları sonraya saklamam en iyisi gibi görünüyordu. Lisans bursumu kaybetmek istemezdim sonuçta.

"Gelirsin dostum," dedi, sırıtarak. Sonra da kollarındaki katları indirmeye başladı ve yavaş yavaş adımlarını geriye doğru attı. "İçkiler tamamen benden!" Ve sonunda da arabasına doğru ilerledi. Arkasından ona bakarken ne düşünsem bilmiyordum. Bir tarafım kesinlikle gitmek istemişti çünkü sosyalleşmek istiyordum, özellikle de onlarla. Beni, onlarla tanışmaya iten bir çekim vardı ve ben bundan geriye adım atamıyordum. Belki aynı ilgi alanlarına ve konulara ilgi duyduğumuzdan, ya da oldukça farklı göründüklerinden dolayıdır, bilemiyorum. Ama istiyordum. Merak ediyordum.

Meredith'i gördüm. Kolunu kapıya yaslamış, elinde bir kitap vardı. Fazlasıyla hüzünlü ve düşünceli görünüyordu, buna şaşırdım. İlk defa mimiklerini anlaşılır kılmıştı. Tuhaf bir şekilde de hoşuma gitmişti.

Continue Reading

You'll Also Like

ASYA By Su

ChickLit

293K 16.4K 33
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
1.5M 35.5K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
107K 3K 46
Arkadaşı tarafından para için ihanete uğrayan bir kızzın adama mahküm edilmesi ön izleme : 3.bölüm Helin ben çok özür dilerim pişman oldum gerçektenn...
562K 35.3K 12
Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve onlar için para kaynağı olmaktan ileri g...