Parmak Uçlarındaki Yabancı

By imPnar__

53.7K 3K 4.5K

Ayıldıktan sonra bir şey hatırlamayan milyonlarca sarhoş insan vardır. Ama ben onların aksine sarhoş olunca h... More

1.Bölüm-"Bir Kadeh Daha Azap"
2.Bölüm-"Elim Sende"
3.Bölüm-"Mum Işığı"
4.Bölüm-"Ruhtaki Kırıklar"
5.Bölüm-"Üç, iki, bir... Karanlık!"
6. Bölüm-"İhtimallerin Işığında Sönen Yıldız"
7.Bölüm-"İçimizdeki Yabancı"
8.Bölüm-"Gerçek Renkli Yalanlar"
9.Bölüm-"Saklambaç"
10. Bölüm-"Cehennem Çiçeği"
12.Bölüm-"Kalpkıran"
13.Bölüm-"Yalnız Değilsin"
14.Bölüm-"Kimsin Sen?"
15.Bölüm-"Gölgen Bile Yalan"
16.Bölüm-"Korkak"
17.Bölüm-"Unutulanlar"
18. Bölüm-"Yaralı Serçe"
19.Bölüm-"Bedel Ödeyenler"
20.Bölüm-"Kendi Yolundan Gidenler"
21.Bölüm-"Adım Adım"
22.Bölüm-"Şüphe"
23. Bölüm-"Geçmişten Gelen"
24.Bölüm-"Namlunun Ucunda"
25.Bölüm-"Şah"
26.Bölüm-"Yalancılar"
27.Bölüm-"Maskelerin Ardında"

11.Bölüm-"Oyunbaz"

1.8K 117 126
By imPnar__

Tuna bize doğru atılarak kadını ellerim arasından kurtardıktan sonra kadın ellerini boğazına doladı ve gözlerinden yaşlar süzülürken öksürmeye başladı. Birkaç kez arka arkaya öksürdükten sonra, "Konuş artık!" diye gürledim.

Korku dolu gözleri beni bulduktan sonra kadın başını salladı. "Tamam her şeyi söyleyeceğim." Gözleri ikimizinde üzerinde gezindi sonra başını çevirerek yola doğru baktı. "O kısa saçlı kadın bu aydınlık olan yoldan yanında bir adamla beraber gitti. Adamla önemli bir şey konuşuyor gibiydi. Bende burada otobüs bekliyordum. Beni görünce yanıma geldi ve, peşimden birileri gelir ve sana beni sorarsa bunları söyle, dedi."

Kaşlarım hızla çatılırken söylediklerine ihtimal vermeyen yanımla tereddüte düşen yanım çatışmaya başlamıştı. Kadın elini cebine atarak biraz para çıkarttı. "Bunu verdi, gitti. Nolur bana bir şey yapmayın."

Sessizliğimi koruduğum sırada Tuna kadının kolunu sıvazlayarak ondan ikimiz adına da özür diledi ve sonra kadın yanımızdan ayrıldı. Tuna karşıma geçtiğinde, "Sakın." dedim öfkeyle. "Tek kelime etme. Onu bulup her şeyi ondan dinleyeceğiz."

Aydınlık olan yola doğru ilerlerken Tuna da peşimden geliyordu. Neler düşündüğünü biliyordum ve o düşünceleri kendi zihnimden kovmaya çalışıyordum. Reya masumdu, hepte öyle kalacaktı. Onu o gece görmüştüm, sarhoş olunca hafızası gidiyordu işte! O bir şey yapmamıştı.

"Yapmadı lan!" dediğimde yanımda duran Tuna bana değişik gözlerle baktı.

"Ne diyorsun Ayaz?"

Dişlerimi birbirine kenetleyerek derin bir nefes aldım. "Reya ne yapmaya çalışıyor? Anlamıyorum!"

"Vardır bir açıklaması," dedi Tuna ondan beklediğimin tersine bir şekilde. "Peşin hüküm verme, bulunca soracağız işte."

Hızlı adımlarım gecenin uğursuz sessizliğini yararken Tuna, "Nereden biliyorsun bu yoldan gittiğini?" diye sordu. Barda ışıklar kapandığı zaman Reya'nın nasıl kendinden geçtiği geldi gözümün önüne. Sonra bana güvenip her şeyi anlatması. Bana güvenen hiç kimseye yanlış yapmazdım.

"Biliyorum."

"Ama nereden? Nasıl?"

"Biliyorum işte."

"Bir açıklamayı hak ediyorum."

"Onu tanıyorum Tuna, hislerime de güveniyorum."

"Hislerin yüzünden mi o kadının boğazına yapıştın. Ayaz, ya buradan gitmemişse?" dediğinde derin bir nefes aldım.

"Kadın buradan gittiğini itiraf etti, etmeseydi de zaten buradan gittiğini anlardım."

"Nasıl lan, nasıl?" Sonunda tahammülsüzce yakınan Tuna kendi kendine bir küfür mırıldanmıştı.

"Çünkü öyle." dediğimde Tuna'nın göz devirdigini hissettim.

"Ayaz... Onu ne kadar tanıyorsun?" Bu sefer daha çok şüpheci bir tonlamayla çıkan sesine karşılık içimde anlamı olmayan bir sıcaklık meydana geldi. Gözlerim bana göre uzun ama tüm dünyaya göre kısa bir süre dalgınca etrafta gezindikten sonra hafifçe gülümsedim.

"Onu tanıyacak kadar." dedim. O kızı tanıyacak kadar çok, bir o kadar da az tanıyordum Reya'yı.

"Hay sikeyim senin vereceğin cevabı." Tuna bana öfkelenerek önden yürümeye başlayınca bende dikkatimi yeniden etrafıma yönlendirdim. Yol kenarındaki evler gittikçe azalırken ağaçlar sıklaşmaya başlamıştı. Sanırım birkaç yüz metreden sonra tamamen orman yoluna dönecekti şuan üzerinde bulunduğumuz yol. Bu tarafta yaşamın olduğunu sanmıyordun çünkü neredeyse unutulmuş bir sokaktı. Reya burada, yanında bir adamla ne yapıyor olabilirdi ki?

Sağ taraftaki eskice bir evin arkasında ağaçların olduğu yerde gördüğüm kişiyle durdum. Tuna da benimle beraber durduğunda bir adamla yan yana, hatta neredeyse iç içe duran Reya'ya baktık. Kimdi bu aşağılık herif! Ne olacağını görmek için sessizce ikisini izlerken Tuna, "Reya!" diye bağırdı.

Reya'nın gözleri bu tarafa çevrilirken Tuna'nın yaptığı hoşuma gitmemişti. Reya'nın yanındaki adam koşarak oradan uzaklaşırken Reya telaşla etrafına bakındı. Tuna onun yanına koştururken yavaş adımlarla yanlarına gittim. İkisi birbirine sarılırken koyu gözleri beni buldu. Adımlarım birkaç metre ötelerinde durduğunda Reya geri çekilerek bana baktı. Ona sarılmadım. Ona sarılmamı bekledi.

"İyi misin Reya?" diye soran Tuna'nın sesindeki telaş oldukça samimiydi. Gözlerim bir süre Tuna'nın onu ilgiyle izleyen gözlerinde gezindi. Nil'e böyle bakmıyordu, değil mi? Reya da bana bakmaktan vazgeçerek ona doğru döndü.

"Evet."

"Kızım sen tek başına nereye gidiyorsun? Kimdi o adam?"

Kızım?

"O adam." dedim Tuna'nın sorularının önüne geçerek
"Neden senin yanındaydı?"

"Evde canım sıkılınca camdan dışarıyı seyretmek istedim ama onun bana baktığını gördüm. Şüphelenince peşinden gittim, size haber verecektim fakat yoktunuz. Eğer beklersem gider diy-"

"Şu sikik ayrıntılar umrumda değil, neden o kadar yakındınız diye sordum." dediğimde Reya yutkundu. Gözlerim bir süre onun açıktaki boynunda oyalanarak yavaşça yüzüne tırmandı.

"Onu tam tutmuşum ki siz geldiniz." dedi. Yalan konusunda tam bir ustaydı. Ne gözlerini kaçırıyor ne de sesi titriyordu. Eğer her şeyi görmemiş olsaydım ona inanırdım.

"Bende tam o adamın neden seni tuttuğunu soracaktım, Reya." dediğimde Reya'nın gözleri hızla Tuna'ya kaydı ve oradan da bana. O gözlerde kendi rızasıyla oluşan endişeyi fark etmemek benim için imkansızdı. Susmamı istiyordu.

"Yanlış görmüşsün o zaman." dediğinde göz ucuyla Tuna'ya baktım. Bizi izliyordu.

"Belkide." diyerek derin bir nefes aldım ve etrafıma bakındım. Esen rüzgar kısa saçlarını dağıtmış, burnunun ucunu kızartmıştı.

"Bir şey oldu mu peki?" diye sordu Tuna ve Reya başını iki yana sallamakla yetinmeyerek yalanını destekledi.

"Hayır, siz gelince kaçtı. Belki gelmeseydiniz..."

"Gidelim." dedim. Daha fazla yalan duymak istemiyordum. Ben ona güvenmişken dudaklarından böyle kolayca dökülen yalanlar ona karşı tutumumu değiştirebilirdi. Tuna'nın telefonu çalınca önden yürümeye başladı.

"Efendim Baran?"

O biraz uzaklaşınca gözlerim onu kendime esir etti. Dudaklarını aralayacakken bunu istemediğimi belirtircesine gözlerimi çevirdim. Sessiz kaldı. "Gidelim." diye yinelediğimde ikimiz aynı anda yürüdük.

"Üşüyorsun." dedim, gözlerimle önümüzden yürüyen Tuna'yı izleyerek. Arada bir avucunu alnına vuruyor olması onun Baran'la konuşuyor olduğunun kanıtıydı. Baran insan delirtmekte tam bir markaydı.

"Bilmem." dedi. Bedeni üşüdüğüne dair bir tepki vermiyordu ama burnunun ucundan ve moraran dudaklarından belli oluyordu.

"Bunu da mı?"

"Bunu da."

Onun önüne geçerek ikimizide durdurduğumda gözlerinde sıkılgan bir ifade vardı. Gözlerim dudaklarına kaydı, sonra sağ elimi kaldırarak işaret parmağımı alt dudağının altına koydum. Geri çekilmedi fakat hoşnut da değildi. Baş parmağım alt dudağının üzerinde gezindi. "Dudaklarında yalan kalmış, Cam Kalp. Bordo bir ruj görmeyi tercih ederdim." O gecekinden.

Hafif aralık olan dudaklarını birbirine bastırdı ve dolu gözlerini gözlerimden çekti. Ama anında kaşları çatılmıştı. "Sen kendi dudaklarına bordo bir ruj sürebilirsin, ben yalanlarımla mutluyum." dedi başını yana doğru çevirip elimden kurtulurken.

"Hem suçlu hem güçlüsün."

"Sana anlatacağımı biliyorsun, boş konuşma." Yanımdan geçip gittiğinde atarlı adımlarına dudaklarımdaki tebessümle baktım. Biliyordum. O yüzden korumuştum onu Tuna'nın sorularından. Arkasından giderek üzerimdeki ceketi omuzlarına bıraktığımda sesini çıkartmadan ilerlemeye devam etti. Tuna telefonu kapattıktan sonra kolunu onun omzuna atmış, öyle yürümüşlerdi.

Bunu bende yapabilirdim.

&

Damla...

Görüş odasına girdiğimde ayaklarından yere monte edilen demir masaya, ellerinden kelepçelenen Tolga'ya baktım. Ne bana bakıyor, ne de bir tepki veriyordu. Gözlerinin odağında olan kelepçelerden hoşlanmadığı belliydi. Karşısına geçerek sandalyeye oturdum ve bende ellerimi onun gibi birbirine geçirerek masaya koydum. Gözleri biraz da ellerimde oyalandı.

"Merhabalar sayın müvekkilim."

Karşılık vermedi. Kahverengi saçları son gördüğümden beri biraz daha birbirine karışmıştı. Derin bir nefes aldım. "Karşılıksız bırakılmaktan nefret ederim." dediğimde sonuç aynıydı. O sustuğu için bende sustum ve süremizin sınırlı olduğuna aldırış etmedim. Sonunda dudakları aralanınca dudaklarımda belli belirsiz tebessüm oluştu. Vazgeçen taraf olmamıştım hiçbir zaman.

"Kardeşim nasıl?"

"Kötü." Gözleri hızla gözlerime tırmandı ve sonra başını kaldırdı. Elleri haraket edince odanın içinde gür bir kelepçe sesi yankılanmıştı. "Siz konuşup kendinizi savunana kadar da kötü kalacak."

"Laf ebeliği yapma avukat! Kardeşim iyi mi?"

"Benimle düzgün konuşmanızı rica ediyorum aksi takdirde hiçbir sorunuza cevap vermem."

"Bak avukat..." dedi sinirle ve devamını getirmedi. Gözleri benim yeşil gözlerimde gezinirken kendimden emin olduğumu görünce gözlerini kapattı ve sesli bir nefes verdi burnundan. "O nasıl avukat, söyle lütfen."

Söyle lütfen. Bencede çok kibar bir emir kipiydi.

Bu adamın müebbet yemesine izin vermeliydim belkide...

"Fiziksel olarak gayet iyi." diye cevap verdim. "Ama şuan sizinle beş dakikadan az bir süremiz kalmışken konuşmak istediğim başka bir konu var."

Kaşlarını indirerek yeniden başını eğdi ve kelepçelerine bakmaya devam etti.

"Gerisi umrumda değil. Git buradan."

"Babanız büromu bastı." Hafif sitemli çıkan sesimden sonra onun dikkatini kendime çekebilmiş olduğum için sevindim. Sonuçta o böyle mızmızlansın diye çekmiyordum onca cefayı. "Öyle mecazen falan değil, adamlarıyla büromu bastı ve sizin avukatlığınızı yapmayı bırakmamı emretti. Karar sizin Tolga bey, benimle devam etmek istiyor musunuz?"

Bir müddet düşündükten sonra, "Reya'yı korumanı istiyorum. Bunu yapabilir misin?" diye sordu. Kaşlarım çatıldı. Neyden ve kimden korumak istiyordu kardeşini?

"Ben bir koruma değil, avukatım."

"Benim avukatımsın." Sözleri hâlâ benimle devam etmek istediğini belgelerken devam etti. "En azından herkesin yaşamasını istiyorsan bunu yapmalısın. Sadece uyar onu, daha fazlası değil."

"Tehdit mi ediliyorsunuz?"

"Konuşmayacağım avukat." Netti.

"O zaman kardeşiniz için kılımı kıpırdatmam." Bende nettim. Bu yaptığımın etik olmadığını biliyordum fakat başka çare bırakmamıştı bana. "Sen beni tehdit mi ediyorsun avukat?" Gözlerini kısmıştı. "Sanırım, evet." Derin bir nefes alarak beni inceledi ve ona aynı şekilde karşılık verdim. Konuşmadı ama gözlerinden okuyabiliyordum.

"Siz yapmadınız, değil mi?" Soru sormamıştım, sadece onaylamasını istediğim bir gerçekti bu.

"Öyle bile olsa bu bir şeyi değiştirmeyecek." İçimde zaten hep var olan o umut ışığı biraz daha nüksetti.

"Her şeyi değiştirebiliriz." Hafifçe gülerek başını iki yana sallarken mutluluktan uzak olan gülümsemesi silindi.

"Üzgünüm avukat ama korumam gereken biriler var."

&

Reya...

Eve girdiğimde sırasıyla Serra ve Baran'a neler olduğundan bahsetmiştim. Hatta Hoşt bile havlayarak benden hesap sormuştu. Diğerleri kendi işine dönerken aynı odada birbirimizle konuşmadığımız Ayaz ve Tuna arasıra bana bakıyorlardı. Ayaz'ın bakışları nötrdü ancak Tuna'nın sorguladığı bir şeyler olduğu bariz belliydi. Bana sormak isteyip sessiz kaldığı fakat ona huzur vermeyen bir şeyler... İkisini de gözardı etmeyi denemiştim. Bunda başarılı olduğum söylenemezdi.

Baran ve Serra dövüşerek yanımıza geldiğinde peşlerinden ağzında yırtılmış bir beyaz şapkayla Hoşt geldi ve Baran'ın bacakları arasında dolanmaya başladı. "Senden gerçekten nefret ediyorum, pislik!" diye bağırdı sinirden kıpkırmızı olan Serra.

"Ama onu çok beğenmişti."

Serra öfkeyle yere oturmuş sevimli sevimli kendisine bakan Hoşt'a doğru eğildi ve ağzındaki yırtık şapkayı aldı. "İkinizinde canı cehenneme, sümsükler!" Sanırım o şapkanın kime ait olduğunu biliyordum. Serra yukarı çıkmak için ilerlerken Tuna'nın sözleri onun adımlarının durmasına sebep oldu.

"Reya, merak ettiğim bir şey var." Sonunda. Serra'nın tedirgin bakışları benim üzerimde gezinmeye başlarken başımı salladım. "Seni dinliyorum?"

"Duraktaki kadın bize dedi ki..."

"Tuna, bunun yeri değil." Ayaz onu susturmak istese de ağzından çıkacakları merak etmiştim.

"Devam et Tuna." Ayaz'ın bakışları beni buldu. İçimden bir ses buna pişman olacağımı söylüyordu. Belkide bana bunu fısıldayan şey onun karanlık gözleriydi.

"Sen ona demişsin ki, arkamdan birisi gelip beni sorarsa karanlık yoldan gitti ve bir adamı takip ediyordu de. Birde para vermişsin. Ama kadın bize doğruları söyledi ve seni bulduk. O adamla yan yana diğer yoldan gitmişsin?" Gözleri beni suçlamıyordu fakat sorgulamaktan vazgeçmemişti. Kaşlarım çatılırken hızlıca Ayaz'a doğru çevirdim başımı.

"Bu doğru değil! Orada bir kadın bile yoktu, ne diyorsun sen?"

Ayaz kaşlarını çatarak beni dinlemeyi sürdürürken Serra'nın bakışlarında kendine yer edinen duygu sadece nefretti. Bu bana mıydı? Baran'a baktım. Sorguluyordu.

"Kadın, Ayaz boğazına yapışınca konuştu, yalan söylüyor gibi bir hâli yoktu." dedi Tuna.

"Neler dönüyor yine bu siktiğimin evinde?" Baran sıkılmış bir tavırla söylenerek Tuna'nın yanına oturdu. Hoşt'ta kucağına atladı.

"Bana inanmanız lazım, orada kimse yoktu. Yol boştu, ben kimseyle konuşmadım! Yalan söylemiş. Her kimse bana iftira atmaya çalışıyor, bu bir tuzaktı, o adamın burada olması bir tuzaktı." Şimdi çok daha net anlayabiliyordum her şeyi. Birisi bu cinayeti işlemişti ve suçunu da bana yıkmaya çalışıyordu. Bu durumda katil abim veya ben değildim. Bu gruptan birisi değildi. Bu her ne kadar beni rahatlatsa da şuan içine düştüğüm komplo sinirlerimi bozuyordu. Aklımı kurcalayan tek şey o adamın kulağıma fısıldadıklarıydı...

"Sikeyim sizin oyununuzu." dedi Serra. Öylesine öfkeli görünüyordu ki üzerime saldırmasını bekledim. O'ysa benim beklentimi gerçekleştirmek yerine sert adımlarla yukarıya çıkmıştı.

"Tamam, öyle diyorsan öyledir zaten Reya, sakin ol. Kamera görüntülerine bakar kadını ve adamı bulur polisler, sonrada konuştururlar, karakola gidelim." Baran yine ciddiyetle konuşmuştu. Hızlıca başımı salladım.

"Bencede."

"Sakın sana suç attığımı düşünme Reya ama," Tuna sıkıntılı bir nefes aldı. "Ben sizi gördüm."

Kaşlarımı daha fazla çatarak onu anlamaya çalıştım. "Biz?"

"O adam seni kolundan tutuyor ve sana bir şeyler diyordu. Ama sen..." Sertçe yutkundum. Ayaz'la göz göze gelince bunun benim suçum olduğunu belirten bir bakış attı. Beni korumayacak veya bu durumdan kurtarmayacaktı.

"Peşimi bırak, dedi." Yalanımı ustaca söylerken Ayaz'ın kaşlarını çattığında şahit oldum. Yalanlarımın onu rahatsız etmesi gram umrumda değildi. Tuna bana bir cevap vermedi ama gözlerini yere dikmişti. Derin bir nefes alarak saçlarımı arkaya ittim. "Doğruları söylüyorum."

"Tamam sen sıkma canını." Tuna koltukta daha rahat bir konuma geldi ve tebessüm etmeye çalışarak sevecen bakışlarını gözlerime dikti. "Polis her şeyi halleder. Belli ki kadın yalan söylemiş."

"Karakola gitmiyoruz. Onları biz bulalım." Ayaz'ın sözleri bana çok daha mantıklı gelmişti. Polise gidersek eğer her şeyin dahada karıştığı yetmezmiş gibi asla yeterli bilgiyi alamayacak, olayın bir adım gerisinde durmak zorunda kalacaktık. Bana iftira atan o fahişeyi kendi ellerimle gebertmek istiyordum.

"Ama Ayaz..."

"Polislerin bilekleri bizimkiler kadar sıkı değil." diyen Ayaz Tuna'nın konuşmasını engellemişti. Onu onaylayarak başımı salladım. Ortalık sessizliğe gömülürken merdivenlerden gelen takırtıyla oraya baktık. Serra elinde bir bavul ile aşağıya iniyordu.

"Serra? O bavul da neyin nesi?" Baran merakla ayağa kalktığında ağladığı için yüzü kızaran Serra bavulu küçük tekerlekleri üzerinde çekerek yanımıza geldi. "Ben gidiyorum." Baran hayretle ellerini iki yana açarak sordu. "Nereye?"

"Ne demek gidiyorum?" Tuna da hızlıca ayağa kalkınca Ayaz ve bende kalkmak zorunda kaldık. Serra hâlâ gözyaşı dökmeye devam ediyordu.

"Ailemin yanına gidiyorum, daha fazla katlanamayacağım bu işkenceye." Baran şok olmuş bir şekilde yalnızca onu dinlemeye başlarken Tuna Serra'nın yanına yürüdü.

"Hiçbir yere gitmiyorsun. Sebebi ne?"

Serra onun yüzüne bakmadı. "Bu ev, yaşadıklarımız..." derken ağlıyordu. "Her şey çok korkunç. Ben artık yoruldum. Ailemle yaşamak istiyorum bir süre."

"Tamam, ağlama. Sana iyi gelecekse gidersin elbette." Ayaz yumuşak bir tavırla ona doğru ilerlerken Tuna beklemediğim şekilde sert çıkıştı.

"Gidemez! Gidemezsin, gitmeyeceksin!" Serra'nın gözleri onunkilerle buluşunca amansız bir öfkeyle karardı. "Sessizce kendi hayatımı kurmak istiyorum. Her şeyi unutacağım." Gözleri öylesine bir nefreti barındırırken aynı zamanda içinde korku ve acı gibi duyguları da gizliyordu.

"Serra, hayır dedim." Tuna yine itiraz ettiğinde Serra'nın direnci kırıldı ve dudaklarından çıkan hıçkırıkla beraber arkasına döndü. Elleriyle gözlerini silip derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışsa da başaramıyordu.

"Anlamıyor musunuz? Burada olmak istemiyorum. Hiç birinizi görmek istemiyorum, Nil'in hayalini, barmenin o iğrenç görüntüsünü hatırlamak istemiyorum! Sadece yaşamak... Her şeyi unutup yaşamak istiyorum, bu gizli kapaklı oyunlardan bıktım."

"Beni de mi?" Onun sinir krizi geçiriyormuş gibi görünen hâline tezat bir şekilde sakin çıkan sese baktı Serra. Ona bakarken gözlerinde yalnızca acı kalmıştı. Göz yaşları daha fazla hızlanırken boynunu omzuna doğru yatırdı.

"Baran..."

Baran çöken omuzlarını kaldırma gereği bile duymadan arkasını döndü. "Git Serra, sen üzülme yeter ki, git." Az önce kalkmış olduğu kanepeye oturup hâlâ kanepede olan Hoşt'un tüylerini severken önüne eğdiği kafasına baktım arkasından. Kırılmıştı. Baran ilk defa kırılmıştı.

"Unutmayacaksın. Hepimiz acı çekiyoruz, kaçmayacağız. Nil'in katili bulunana kadar burada kalıp gerekirse yanacağız." dedi Tuna kesin bir dille.

"Ama çok yakıyor."

"Unutma Serra, herkes kalbindeki barut kadar yanar." Bunlar Tuna'nın son sözleri olmuştu. O yukarıya çıkarken arkasından bakarak kıkırdadı.

"Gerçekten mi? Sikeyim öyle barutu!" Gülüşü solarken elinin tersiyle gözlerini silerek merdivenlere gitti. Yukarı çıkarken göz yaşlarını bastırmaya çalışarak, "Siktir," diye mırıldanmıştı.

Orada kendi kendine oturan Baran telefonuna gelen bildirim sesiyle birlikte ayağa kalkarak bahçeye çıkarken gözleri beni kesip gitmişti. Bahçe kapısını onu duymamam için kapatarak telefonu kulağına götürdü. Kim bilir kiminle konuşuyordu. Ayaz ve Hoşt'la başbaşa kalınca karanlık gözleri beni esir aldı.

"Ayakta kaldın." dediğinde giderek karşısındaki koltuğa oturdum. "Bu gece burada kal."

"Işık." dedim ve aklıma pembe saçlı bez bebek geldi. "Işık'lar." Ayaz'ın dudağında belli belirsiz oluşan tebessümü inceliyordum ki ayağa kalktı.

"Gel o zaman, Işık 1'in karnını doyurup Işık 2'yi yanımıza alıp gelelim."

"Motorla?" diye sordum. "Deri ceketimi giyebilirsin, bugün hava soğuk." Dışarı çıktığında gülümseyerek ayağa kalktım ve kanepede duran deri ceketi omuzlarıma geçirdim. Motorlara bu kadar çok bayılmıyordum ama ilk kez birisinin arkasına binmiş ve ona güvenerek tutunmayı bırakmıştım. Kollarımı özgürlüğe açarken daha önce olmadığım kadar kendim hissediyordum. Sanırım Ayaz bana bir kez daha kim olduğumu sorsa ona onun motorunda kollarını özgürlüğe açan kızın resmini gösterirdim.

Bende dışarıya çıkarak motorun üzerinde beni bekleyen Ayaz'ın yanına gittim. Yüksek motora tek hamlede bindiğimde ellerimle yanlardan tutundum. Şimdi değildi, zirveye çıktığımızda açacaktım kollarımı. Ancak o zaman özgürce süzülebilirdi bedenim ruhumda.

Ayaz bana kask uzattı, kaskı takmak yerine evin bahçesine doğru attım. Bakışları aynadan beni bulsa da motoru haraket ettirmişti. Motorun gür sesi kulaklarımı doldururken rüzgar kısa saçlarımı havalandırdı.

Motor bir koruluğun girişinde durduğunda aşağıya indim ve kaskını çıkartan Ayaz'a baktım. Eve gidip Işık'a mamasını vermiştim ve üzerime temiz kıyafetler giyerek pembe saçlı bez bebeği sırt çantama koymuştum. Onların evine geri döneceğimizi sanıyordum lakin şuan buradaydık. Ormanda!

"Neresi burası?" Motorun anahtarını alarak koruluğun içine doğru yürüdü.

"Seveceğini düşündüğüm bir yer var."

Karanlık ağaçlara baktım ve hızlıca arkasından yürüdüm. "Bu kadar karanlık bir yerde hiçbir şeyi seveceğimi sanmıyorum."

"Erken konuşma Cam Kalp."

"Bana Cam Kalp demeyi kesmelisin yoksa seni dövmek zorunda kalacağım."

"Uww! Korkutucuydu."

"Dalga geçmeyi kes!"

Ağaçların arasında rastgele yürüyorduk ve tek bir ışık kaynağı bile yoktu. "Kaybolacağız." dedim sitemle. Yolu biliyormuş gibi gidiyordu. Biliyor bile olsa peşimizde bir katil varken burada olmak saçmalıktı.

"Korkmadığını biliyorum Reya, yalandan bahaneler uydurmak yerine karanlıktan korkmamak için bana tutunabilirsin veya susabilirsin." Ukala! Elbette karanlık dışında diğer şeylerden korkmuyordum ama sonuçta karanlıktı ve ben korkuyordum! Bir de bana tutunabilirsin diyordu, sanki ona tutununca dokunmatik ışık gibi yanacaktı.

"Bana yapmam gereken şeyleri söylememeye ne dersin?"

"Kafayı yemek diyebilirim. Çünkü asla susmayacaksın."

"Ben çok konuşmam, asıl sen konuşuyorsun." Önümde durunca yüzüne baktım ama beni kolumdan tutarak sağa doğru yönlendirdi.

"Buradan."

O tarafa yürümeye başladık. "Bana cevap vermedin. Üstelik iki soruma birden."

"İki soru?"

"Az önceki, yaklaşık on dakika önce de nereye gittiğimizi sordum."

"İkisinede cevap verdim."

"Sağır mıyım ben?" Cevap vermişmiş! Duyuyorduk herhalde verip vermediğini.

"Seveceğin bir yer, cevabımın tam olarak nesi seni ikna etmedi? Ayrıca az önce bana soru sormadın, çok konuşuyorsun dedin ve ben çok konuşmadığımı susarak sana gösterdim."

Kesinlikle haklıydı adi herif! Yinede ona sinir olmuştum. "Nereye gittiğimizi merak ediyorum ama." dediğimde büyükce bir ağacın önünde durduk. Ayaz'ın gece karası gözleri gözlerimdeyken, "Geldik." dedi. Büyük ağacın gövdesinde bir yere dokununca etraf birden aydınlandı. Önünde durduğumuz kalın gövdeli ve upuzun ağaç etrafındaki letler sayesinde ışık saçıyordu. Gövdesini sarmal bir şekilde kaplayan loş ışıklar eşliğinde yukarıya doğru uzanıyordu. Başımı kaldırıp baktığımda bunun bir ağaçtan çok ağaç ev olduğunu fark edince gözlerimi irice açtım. İçine girmek isteyeceğim kadar güzel gözüküyordu.

"Gel." Ayaz bana elini uzatınca elini tuttum ve yerden yaklaşık bir metre yükseklikte ağaca sabitlenmiş olan merdivenin basamağına tutundum. Merdivenleri çıkarken oldukça heyecanlıydım. Ayaz arkamdaydı.

Yirmi santimetrelik aralıklara sahip yaklaşık on sekiz basamak tırmandıktan sonra ağaç evin altındaki tahtayı ittirdim. Sanırım böyle açılıyordu. Tahta yana doğru kaydığında iki basamak daha çıkarak kendimi ağaç evin içine attım. Hemen peşimden Ayaz çıktı yukarıya. Evin dışını aydınlatan ışıklar ne yazık ki içeriye girmiyordu. Ayaz birkaç adım giderek duvardaki metali aşağıya indirdi ve odanın içi de aydınlandı. Gözlerimi merakla etrafta gezdirdim.

Büyük bir oda sayılmazdı. Tam ortasından ağacın gövdesi yukarıya doğru uzanıyordu. Bir tane penceresi ve diğer tarafında balkon olduğunu düşündüğüm yere açılan ufak  tahta kapısı vardı.  Pencerenin altında çalışma masası ve üzerinde kâğıtlarla birlikte tek renkli bir kurşun kalem duruyordu. Oraya doğru gittim. Bu kağıtlarda notalar ve şarkı sözleri vardı.

Kâğıtta ufacık nokta şeklinde bir buruşukluk vardı. Bunu kendi kağıtlarıma düşen gözyaşlarına benzettim ve burada gözyaşı akıtan o kişiye göz kırptım. Kenarda bir tane eski gözüken masa lambası ve kitaplık vardı. Duvarlarda çeşitli notaların yazdığı kağıtlar, müzik aletlerinin resimleri ve yerlerde nota figürlü yastıklar vardı.

"Burası çok güzel." dedim ve Ayaz zaten bunu biliyormuş gibi tepki vermeden kaldı. Bütün eşyalar yalnızca bir çocuğa ait olacak büyüklükteydi. Burası ufak bir çocuğa aitti. Kenarda gördüğüm ayaklı mikrafon ve gitara doğru yürüdüm. Gitarın üzerinde gezdirdiğim parmaklarım ayaklı mikrafona tutundu. Kendimi sahnede hayal etmeyi engelleyemedim.

"Burası senin mi?" diye sordum ona bakarak.

"Küçükken neredeyse bütün günüm burada geçerdi." diye kısa bir açıklamada bulundu. "Demek sende müziği çok seviyorsun. Benim böyle bir yerim olsa hep burada yaşardım. Burası bir dünya eder benim için." Ayaz'ın gülen gözleri beni izlerken dudaklarındaki tebessüm o kadar da hoş şeyler anlatmıyordu. O gözyaşı Ayaz'a aitti.

"Sende mi seviyorsun müziği?"

"Eskiden tek uğraşımdı." Bunu gerçekten beklemiyordum. Ayaz'ın müziğe ilgi duyduğunu düşünemezdim. Aslında mutlu olmuştum çünkü beni ancak benim gibi birisi anlayabilirdi. Yerde duran bir kutunun yanında diz çökerek kutunun kapağını açınca beni yine bir düzine kağıt karşıladı fakat bunları görmek az öncekilerden çok daha şaşırmama sebep olmuştu.

Buradaki çizimler çok güzeldi... Kağıtları dikkatlice elime aldım çünkü küçük parçalar halinde yırtılmış olan o kağıtlar bantlarla beceriksizce birleştirilmişti ve her an kopabilirdi.

"Sen mi çizdin?"

Ayaz onlara bakarken kaşları çatıktı. Kâğıtlar ellerimin arasından kayacakken tuttum. Gözleri beni buldu. "Dikkat et onlara Cam Kalp." dedi yoğun hisler barındıran sesiyle. "Elinde bir çocuğun kırıklarını tutuyorsun."

Yapma o zaman. Kırıklarımı daha fazla kırma.

Bunlar da Ayaz'ın kırıklarıydı, kalbiydi. O kağıtlara bir kez daha baktığımda ağırlaştılar, anlam kazandılar. Birileri kırmıştı onun kalbini ve o da elinden geldiğince toplamaya çalışmıştı ama hâlâ kırıktı. Ben onun kalbini ellerim arasında tutuyordum, yeniden kırmaksa benim elimdeydi.

"Korkma, kırılırsa yeniden toplarız."

Sessiz kalarak gözlerimin içine bakınca kağıtları yerlerine bırakarak doğruldum. "Desene, bizim vasıfsızın yeteneği çok." Kendi kendime konuşur gibi yapsamda ona laf çarpıtmıştım. Bunu anlayınca güldü ve küçük tahta kapıya doğru ilerledi.

"Gel buraya, Cam Kalp." Peşinden gittiğimde karanlık bir balkon bizi karşıladı. Bu ağaç diğerlerine göre oldukça yüksekti ve şuan neredeyse bütün ormanı üstten görüyordum. Ayaz balkonun tozlu zeminine oturdu ve kendisine doğru büktüğü dizlerini kollarıyla sardı.

Gocunmadan yere oturarak dizlerimi onun gibi kollarımla sardım. Yer biraz tozluydu. Başımı dizlerime yasladım.

"Anlatacak mısın, yoksa daha bekleyeyim mi?" diye sordu. Gözlerimi ona çevirdim ve saçlarıma vuran rüzgârı hissettim.

"İnanacak mısın?"

"Bir daha yalan söyleme." dedi. Gecenini karanlığından daha karanlıktı gözlerinin tonu. "Sen bu kadar iyi yalanlar söylerken sana inanmak kendimi enayi gibi hissetmeme sebep oluyor."

"Ben buyum, yalanlar söylerim. Yalancıyım." Canım yandı. Ben bu değildim. Beni yalan söylemeye itip sonrada yalancı konumuna getiremezlerdi. Ben buydum... Ne olursa olsun insan yaptıklarıyla insandı, sebepleriyle değil. Ben yalancıydım.

"Bana söyleme." derken o da başını dizlerine yaslamıştı. Gözlerinde yıldızlar gördüm, karanlığına ışık saçan. Onlara dokunmak için yandı parmak uçlarım. Gözlerimi hiç kırpmadan izlemek istedim o yıldızları, sonsuza dek... Yıldızımın yıldızları vardı ve ben onlara hayran olmuştum.

"Omzuma ağır yükler yükleme, taşıyamam, bırakırım."

"Ellerine kırıklarımı bıraktım, sana güvendim." Kalbimde beliren bir sızıyla kalp atışlarım hızlandı. Bana güvendi. Bir yabancı bana güveniyordu. Gözleri gözlerimde daha yoğun gezinmeye başlarken, "Gözlerini kırp, Reya." dedi. Hızlıca gözlerimi birkaç kez kırpıştırınca güldü. Çok kısa sürmüştü.

"Gözlerini kırparken çok aptal gözüküyorsun." Bir elimi dizlerimden ayırarak ona vurdum.

"Düzgün konuş."

Ona vuran elimi tuttu. Parmakları, parmaksız eldivenimin üzerinden parlaklarımı okşarken güldü. "Aptal ve güzel." Ona vurmayı bırakarak derin bir nefes aldım. Elimi elinden çekerken birden sıcak basmıştı. Yanaklarım yandığı için başımı kaldırarak diğer tarafa baktım. O an Ayaz'ın dudaklarından birkaç küçük erkeksi kıkırtı döküldü.

"Kızardın."

Öfkeyle ona döndüm. "Sende benim gibi yalancısın ya! Yalan söyleme. Bu karanlıkta yanaklarımın rengini ayırt edemezsin bile! Seni gebertirim Ayaz, beni sinirlendirme."

"Başını kaldır." deyince afallayarak sustum. Şuan bu çok alakasızdı. Başımı hafifçe havaya kaldırınca gözlerim irice açıldı. Onlarca... Hayır, yüzlerce yıldız karanlık gökten bana göz kırpıyordu. Dudaklarım aralanırken ellerimi usulca iki yanıma yasladım.

"Bunlardan daha öncede gördüm, senin gözlerinde."

Bana baktığını hissediyordum ama ona karşılık vermedim. "Yıldızlara bak Reya. Ne görüyorsun?" Gözlerim bu sefer gerçekten doluydu ama bunun gözlerimi kırpmamış olmamla bir ilgisi yoktu.

"Hayallerimi."

"Çok fazlalar, değil mi?" Usulca başımı salladım.

"Arkalarındaki karanlık da hayal kırıklıklarım. Gerçekler. Daha fazla, dimi?" Bu sefer soran bendim. Ayaz da usulca başını göğe kaldırdı.

"Ama gökyüzüne baktığında önce karanlığı değil, yıldızları görürsün. Karanlık olmasaydı onlar olmazdı, Reya, hayal kırıklıkların olmasa hayallerin olamazdı."

Dişlerimi birbirine kenetledim. Zaten yoktu. Burada ne saçmaladığımızı bilmiyordum ama sinirlenmiştim. "Hayaller sadece hayal kırıklığı getirir Ayaz, bana onları savunma."

"Bana anlat artık." dedi tahammülsüzce.

"Bana inanacaksın." dedim emir verir gibi ve bir daha yüzüne bakmadım. "Anlattığım şey doğru, sadece adamla ne konuştuğum hakkında yalan söyledim. Bana dedi ki; gerçekleri öğrenmek istiyorsan sus, abin masum. Siz gelince de gitti."

"Anlam veremediğim çok şey var." dedi Ayaz sıkıntılı bir ifadeyle. Benimde vardı. Çok şey değil, her şey anlamsızdı benim gözümde. "Abin masumsa suçu üstlenmesinin sebebi tehdit edilmesi ve seninle tehdit edildiğinden eminiz. Ama abinin eşyaları o barmenin evinden çıkıyor ve abin Nil'in öldürüldüğü gece iş yerinde değil. Hatta iş yeri bile değil orası. Bunu geç, birisi gerçekleri biliyorsa neden açıkça söylemiyor? Bugünki kadın neden yalan söyledi, sana iftira attı? Anlam veremiyorum, lanet olsun!"

"Yeter, sus." dedim hızlıca. "Benimde kafamı karıştırma."

Ayaz elini saçlarının altından geçirerek derin nefesler aldıktan sonra bir dal sigara götürdü dudaklarına ve ucunu ateşledi. O an ne kadar süredir sigarasız kaldığımı fark ettim. "Banada versene." Paket yanımda değildi. Ayaz'ın gece karanlığı gözleri üzerime devrildikten hemen sonra sigarasından büyük bir nefes alarak bana doğru uzattı. Onun dudaklarının değmiş olduğu sigaraya baktım. Defalarca kez yapmıştı bunu. Sanırım ona son dal sigaramı vermemiş olmam bayağı bir canını sıkmıştı ki hâlâ kin güdüyordu.

Gülümseyerek sigarayı dudaklarıma yasladım. Gözleri dudaklarımda gezindi sonrada önüne döndü. Bir nefesin ardından yeniden ona uzattım. Bu döngü aramızda birkaç kez daha devam ettikten sonra Ayaz sigarayı söndürerek ayağa kalktı. "Gidelim artık Cam Kalp."

"Gidelim."

&

Soğuktan titriyordum resmen. Deri ceket hiçbir boka yaramamıştı, donmuştum! Ayaz'ı beklemeden hızlıca eve doğru yürüdüm. Zaten hemen arkamdaydı. İçeriye girer girmez sıcak hava soğuktan titreyen bedenime sarıldı. Ceketi üzerimden atacakken arka bahçenin kapısının sertçe kapandığını gördüm. Arkamdan gelen Ayaz içeriye girerek kapıyı kapattığında aklımdaki tek düşünce yukarıdakilerdi. Ya onlara bir şey yapmışsa?

"Ne oldu? Bu gece benim odamda uyuyabilirsin, ben Nil'in odasına geçerim." Ayaz birkaç adım ilerlemişti ki ürpertiyle sesli bir nefes aldım.

"Evde birisi vardı. Arka bahçenin kapısı kapandı ben girdiğimde Ayaz." Ayaz'ın kaşları salonun karanlığına rağmen çatıldığını belli ederken bir saniye bile düşünmeden arka bahçeye çıktı. Bende koşarak üst kattaki odalara, çocuklara bakmaya gittim. İlk girdiğim oda Baran'ınki olmuştu. Baran gözlerini ovuşturarak bana bakınca rahatladım.

"Reya, ne oluyor?"

Ona cevap vermeden sırayla diğerlerinin odasına da girdim. Herkes iyiydi. Herkes uyandığında uykulu yüzlerinde büyük bir merak ifadesi vardı. "Evde birisi vardı." dememle gözleri şokla açıldı. "Size bir şey yaptı diye çok korktum. Arka bahçeden kaçtı, Ayaz orada."

Tuna koluma dokunarak beni sakinleştirmek istedi. Soğuk parmakları tenime iyi gelmezken koşarak merdivenlerden inen çocukları yalnız bırakmadım. Aşağıya indiğimizde Ayaz bahçenin ortasında öylece duruyordu.

Elinde bir kağıt vardı.

"Yine mi ya?" Baran küfürler eşliğinde sitem ederken, "Oku." dedim.

"Gözleri masum bakan canavar,
Nasıl da habersiz, nasıl da yalancı.
Hatıraların üzerine gerilen bir çarşaf, yalanlar,
Burada, yanında, parmak uçlarındaki yabancı."

Omuzlarım çökerken kendimi en dipte hissediyordum. Dipten daha da dipte...

Bölüm sonu...

Seellammm! Bölümü tamamlamışken sizi boşuna birkaç saat daha bekletmek istemedim.

Bölüm nasıldı? Neler düşünüyorsunuz?

Hep olduğu gibi bu bölümde aynı soruyu soracağım. Katil kim olabilir? Ufacık bir ayrıntı gizliydi bölümde, onu yakalayan var mı?

Fikirleriniz benim için gerçekten çok önemli. Yorum yaparak onları benimle paylaşmaktan çekinmeyin. Sizi seviyorum. Görüşmek üzere yıldızlarım...

Continue Reading

You'll Also Like

43.5K 5.4K 12
Bir kaldırımın köşesinde buldum hayalimi. Gözlerimi kapattım, bıraktım avucuna kalbimi. Dedi ki, sonuna kadar tutacak mısın elimi? İçimden cevapladı...
1.1M 44.1K 63
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
56.7K 3.2K 22
☆"Kayla ne biçim isim Rus musun sen?" "Hatırlatma travması var"
2.9M 102K 63
"Hiç boşuna çabalama sen benimsin!" diye tıslayınca utanmasam oturup ağlayacaktım. Neden bu bana aşık oldu ve başıma bela oldu. "İstemiyorum anlamıy...