GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

88.7K 12.4K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

14. "Korku"

3.3K 449 270
By DuruMavii

Selam.

OYDo için yazdığım enn uzun bölüm oldu. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen🍀

Sermest ~ Kayıp

Keyifle okuyun.

🎭

Berika’nın elleri ve gözbebekleri titriyordu. Oturduğu koltuğundan kalkmak, kaçmak ve henüz kararan havanın karanlığında kaybolmak istiyordu.

Berika yapamıyordu. Konu Asır da değildi. Konu, bir insanın verdiği ölüm kalım savaşıydı. Eğer şimdi kaçarsa, bir ömür boyu pişmanlığını taşıyacağını biliyordu.

Okul çıkış saatini beklemeden, Cihangir’in çağrısı ile ona ait yazlığa gelmiştik. Buraya ilk gelişimiz değildi ama şüphesiz ki en kötüsüydi. Öyle kötüydü ki kimsenin ağzımdan tek bir teselli sözü bile çıkmamıştı.

“Bu nasıl bir şey böyle?” Yekta çaresizce kafasını sıvazlarken, “Nasıl bir şey?” diye sordu tekrar.

Garipti ama Su da ağlıyordu. Çünkü maskeli adamın ne kadar ileri gidebileceğini birkez daha görmüştü. “Sanki Asır’ın değil, Berika’nın görevi gibi… Ama…”

Can başını salladı. “Berika daha yeni oyun oynamışken, neden tekrar başka birinin görevine dahil edildi. Üstelik böyle…”

Asır, içeri girdiğimizden beri köşedeki tekli koltukta oturuyordu. Dirsekleri dizine; başı avuçlarına yaslanmıştı. Hiç konuşmamıştı.

Cihangir’i ise henüz hiç görmemiştim.

“Bir sebebi olmalı.” dedi Su. “Berika’nın ikinci kez acı çekmesinin mutlaka bir nedeni olmalı.”

Düşünüyordum. Berika’nın yanında, elimden hiçbir şey gelmeden oturduğumdan beri yalnızca düşünüyordum. “Ben biliyorum.” Başımı kaldırdığımda, merdivenlerden inen Cihangir ile göz göze geldim. Duraksadı. Elinde, içi buz dolu metal bir kap vardı. Ne için olduğunu ikimiz de biliyorduk. “Berika’nın oyuna dahil olmasını istedi.” Buz dolu metal kaba baktıkça, bakışlarım da buz kesti. “Çünkü kendisine verilen görevi yerine getirirken, acı çekmedi.

Su, “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.

Cihangir merdivenleri tamamladı. Elindeki kabı, birkaç basamak yüksekteki yemek masasına bıraktığında, nefeslerimizi tuttuk. “Çünkü Berika’nın görevinde, kendini ateşe atan Lalin oldu. Berika hiçbir şey kaybetmedi.” Cihangir, içimden geçenleri söylerken, her zamanki gibi can acıtacak derece acımasızdı. “Maskeli iblisin istediği bu değil. O, bir şeyler kaybetmemizi istiyor.”

Berika’nın ağlaması Cihangir’in sözleriyle birlikte son bulurken, “O zaman Lalin ikinci turda oyun oynamayacak, öyle mi?” diye sordu.

Cihangir bakışlarını kaçırdı. “Onu o zaman öğreneceğiz.”

“İkinci tur mu!” Su, sıçrayarak ayağa kalktı. “Oyun tekrar baştan mı saracak? Siz ne dediğinizin farkında mısınız!”

“Sakin ol Su.” Can, arkadaşını kolundan tutarak yerine oturmasını sağladı. “Bu şimdilik bilemeyiz. Oyun oynamayan sadece ben, Yekta ve Cihangir kaldık.” dedi. Bu büyük bir yalandı.

Çünkü Cihangir’in oyun oynamıştı. Onun oyununda da kurban yalnızca bir kişi değildi ve bu sonsuza kadar ikimizin sırrı olarak kalacaktı.

Cihangir saatini kontrol ettikten sonra “Sürenin dolmasına birkaç saat kaldı.” diye bildirdi. “Şimdi mi yapacaksınız yoksa son ana mı bırakacaksınız?”

Asır bir hışımla yerinden kalktı. Cihangir’e döndüğünde gözleri kıpkırmızıydı. “Bari şimdi biraz merhametli ol! Kızın parmağını keseceğim.”

Berika ellerini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Asır’ın söylediği şey kelimenin tam anlamıyla berbattı.

“Kesmekten kastı, belki küçük bir kesiktir.” Yekta… Söylediğine kendi bile inanmıyordu.

“Ya kastettiği tamamen kesmesi ise…. Yanlış bir şey yaparsa Asır ölür.” Can’ın sözleri için pişman olduğunu görebiliyordum. ne acı ki doğruydu. “Neden Berika’yı bayıltmıyoruz? O zaman acıyı hissetmez.”

“Acıyı hissetmezse, çip uyarılmaz.” Elim istemsizce enseme, çipin olduğu noktaya gitti. “Belki…”

“Belkisi yok.” Cihangir elini buzla dolu kabın kenarına koydu. “Beklemenin bir anlamı da yok. Berika için iyi bir ağrı kesici temin ettim. Baltayı steril ettim. Tampon ve gerekli diğer ıvır zıvır da burada. Doktor dikim için kliniğinde bekliyor. Parmağı buzun içine koyup derhal ulaştıracağız.”

Bir yanım, tek kötü kelime daha çıkmaması için avucumu Cihangir’in ağzına bastırmamı söylüyordu. Diğer yanım, doğruyu söylediğini biliyordu.

Haklıydı. Ağlamak ve hayıflanmak bizi olduğumuzdan daha güçsüz kılacaktı. Bu yüzden yerimden kalktım ve elimi Berika’ya uzattım. “Gel. Gözlerimizi kapatıp, sevdiğimiz o şarkıyı söyleyelim.”

Elleri yüzünden kayıp boynunun iki yanına tutundu. Başını kaldırıp bana bakarken, “Aileme ne söyleyeceğim?” diye sordu gözyaşlarının pürüzlediği sesiyle. “Babam mutlaka irdeleyecektir.”

“Basit bir şey söyleriz.” Yekta, kolunu Berika’nın omzuna attıktan sonra elimi tuttu. Birbirimizden güç almamız gerekiyordu. “Seninle gelirim. Parkta oynarken, parmağının bineceklerden birine sıkıştığını söylerim. aten sargıda olacak, açıp bakacak değiller ya…”

“Tamam.”

Yekta, ayağa kalkarken, Berika’yı da kendisiyle birlikte kaldırdı. Berika’nın dizleri titriyordu. Bunu fark ettiğim an diğer koluna da ben girdim ve hep birlikte yemek masasına doğru yürümeye başladık. Can peşimizden geldi ama Su yerinde kaldı.

Berika masanın üzerindekilere korku dolu gözler baktı.  “Be- ben… Ne yapmam gerekiyor? Ayakta mı kalayım? Oturayım mı?”

Asır ağrı kesiciyi bir bardak suyla birlikte Berika’ya uzattı. “Önce bunu iç.”

Berika başını salladı. Asır’dan hoşlanıyordu. Onunla yaşamak istediği bir çok şey vardı ama içinde olduğumu durum kesinlikle onlardan biri değildi. Hapı ağzına attı, suyun bir kısmıyla birlikte yuttuktan sonra sandalyeye oturdu. Yekta  ve ben çaresiz gözlerle birbirimize bakarken ne yapacağımızı hiç bilmiyorduk.

Ağrı kesicinin tesirini göstermesi için bir süre bekledik. Bu sürede kimse konuşmadı ve yerinden kıpırdamadı. Ta ki Cihangir ufak ve metali keskinlikle parlayan baltayı Asır’a uzatana kadar…

Asır baltayı aldığında Cihangir masadaki büyük mumlardan birini yaktı ve Asır’ın önüne itti. Asır baltanın ucunu mumun ateşine uzatırken, Berika’ya baktı. Berika, bir süredir yalnızca baltaya bakıyordu.

Masanın bir başında Berika oturuyordu. Diğer başındaki Asır ayaktaydı. Ben ve Yekta, Berika’nın hemen arkasındayken, Cihangir masanın soluna ortaladığı sandalyeye oturdu. Karşı tarafındaki Can ayaktaydı. Su oturduğu koltuktan kalkmamıştı, bu tarafa bakmıyordu bile…

“Berika, elini masanın ortasına koy.”

Bunu söyleyen Cihangir’di. Bunu ondan başka kimse söyleyemezdi.

Berika’nın artık göğsü de titriyordu. Elimdeki eline baktı. Elimdeki elini sıktı. Başka hiçbir şey yapamadı.

Eğildim, Berika’nın elini dudaklarıma yaklaştırdım, üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra masaya serilmiş gazlı bezin üzerine bıraktım.

“Birinin kolunu tutması gerekecek.” Cihangir, doğrudan Yekta’ya baktı. Güçlü olması, onun yapması gerektiği anlamına geliyordu.

Berika’nın yüzü kurumadan yeni gözyaşları yerini alıyordu. Çığlık atmamak için dudaklarını ısırıyordu. Yüzüne her baktığımda içimde gerçekleşen parçalanmayı tarif edemezdim.

“Tamam.” Yekta eğildi. Bir elini Berika’nın omzuna, diğerini koluna koydu. Kaşları  o katar çatık ki rengi sapsarı olmasına rağmen fazlaca belli oluyordu. İnce ve uzun bedeni her an kırılacak bir ağaç dalı gibi görünüyordu.

Her birimiz berbat durumdaydık. Berbat.

“Ben…” Asır önce elineki baltaya, ardından da Beria’nın eline baktı. “Hangi parmağını…”

Berika, eline baktı. Önce işaret parmağını kaldırdı, sonra ortadakini… “Bu olsun.” İçini çekti. Baş parmağını kaldırdı. “Saklaması kolay, bu olsun.” Birkez daha içini çekti, bu kez daha kuvvetli… Serçe parmağını kaldırdı. “Bu daha az mı acır?”

Onu teselli etmem gerekiyordu. İyi gelecek bir şeyler söylemem gerekiyordu. Ağzımı bile açamıyordum.

“Saklaman gereken bir şey yok. Hemen dikilecek. Serçe parmağını uzat, diğerlerini kapat.”

Berika Cihangir’e baktı. Sakinleşmek için duruşunu dikleştirmeye çalıştı ama Yekta koluna baskı yaptığı için yapamadı. “Tamam.” Başını hızlı hızlı salladı. “Tamam.”

Berika, serçe parmağını uzatıp diğerlerini kapatırken, Cihangir bu kez Yekta’ya baktı. “Çalıştığımız gibi…  Baltayı daha sıkı kavra, evet, o şekilde. Şimdi kulağının altına yasla, hedefine odaklan. Tek seferde yapacaksın, sertçe indirmen gerekiyor.”

“Bir dakika!” Berika gözlerini kapattı. Göz kapaklarını sıkabilidiği kadar sıktı. “Doktor yakın mı? Ya gidene kadar kan kaybından ölürsem!”

Berika, oturduğu yerden kalkmaya çalışınca Cihangir elini onun elinin üzerine koydu. Berika çırpınmaya son verdi, Cihangir ona yaklaştı. Kızacağını düşündüm.“Sakin ol, yedi dakika içinde orada olacağız. Derin bir kesik kadar acıyacak, daha fazla değil. Tampon ve sargıyı ben yapacağım, kan kaybından ölmeyeceksin. Beni anladın mı?”

Berika’nın her iki gözünden de birkaç damla yaş akıp giderken, teslim oldu. “Tamam, tamam…”

Asır’a baktı. Asır’ın kahverengi gözleri bir parça pus ile kaplanmıştı. Balta hala kulağının dibindeydi. Berika’yı asıl ikna etmesi gereken oydu ama tek kelime etmemişti.

“Asır,” dedi Berika. “Korkma. Cihangir’in dediğini yap, bir kere de bitir.”

Asır yutkundu. “Gözlerini kapatır mısın? Bana bakarken yapamam.”

“Tamam, kapatıyorum.”

Ben, Yekta ve Berika ile dudaklarımızda, çocukluğumuzdan beri birlikte söylediğimiz o şarkının mırıltısı vardı.

Berika gözlerini kapattı.

Asır, baltayı daha sıkı tuttu.

Sessizlik.

Sessizlik.

Sessizlik.

Asır baltayı indirdi.

Berika’nın çığlığı, parçalara bölünerek kalplerimize dağıldı.

*

Cihangir’in söylediği gibi yol yalnızca yedi dakika sürmüştü. Berika yol boyunca için için ağlamış olsa da içtiği ağrı kesici sayesinde dayanılmaz bir acı çekmemişti. Parmağı kimseye göstermeden alan Cihangir, buzun içinde muhafaza ederek doktora ulaştırmayı başarmıştı. Asır ise baltayı indirdikten sonra şoka girdiği için bizimle gelmemişti. Can ve Su ise Cihangir’in isteği üzerine onunla kalmıştı.

Bir süredir klinikte, Berika’nın tedavisi yapılırken onu bekliyorduk. Cihangir kapının önünde sigara içiyordu, Yekta tedirgince beyaz seramiğin üzerinde adımlıyordu. Ellerim Berika’nın ellerinden ayrıldığından beri buz gibi olduğu için bir köşede oturuyordum.

“Yak bir tane.”

Yekta, aldığı teklifle duraksadı. “Ben içmiyorum.”

“Yine içmezsin.” dedi Cihangir. Paketi Yekta’ya doğru salladı. “Şimdi iç.”

Yekta düşündü. Sonra dışarı çıktı. Cihangir’den sigarayı alıp dudaklarının arasına koydu ve yaktı. İçine ilk çekişinde yüzünü buruşturdu ama sonrakilerde Cihangir kadar iyiydi. Bir şeyler konuştular ama aramızdaki mesafe onları duymama izin vermedi. Ara ara onlara attığım kaçamak bakış, bana Cihangir ile ilgili bir detayı gösterdi. Boynunun sol köşesinde bir morluk vardı. Avuç içi büyüklüğünde ve taze bir morluktu. Nasıl olduğunu merak ediyordum ama ortak sırlarımız olsa bile böyle bir şeyi ona soracak samimiyette değildim.

Berika’nın telefonunun çalmasıyla Yekta bitmek üzere olan sigarasını bitirip içeri geldi. Arayan babasıydı ve ne yazık ki ben açamazdım. Bu yüzden telefonu Yekta’ya uzattım. Yekta telefonu açtı , Berika ile birlikte parkta oldukları yalanını söyledi. Sonra da telefonu bana geri verip lavaboya gitti.

O sırada Cihangir sigarasını henüz söndürmüş olmasına rağmen bir yenisini yakıyordu. Hiç hoşuma gitmemişti. Bu yüzden kendimi tutamadım.

“Bana içip içmeyeceğimi sormayacak mısın?” Sesimi duyabilmesi için biraz yüksek tutmuştum. Yine de bana bakmadı. Oysa duyduğunu biliyordum. “Yekta’nın ayrıcalığı ne?” diye sordum bu kez. Evet, benim gibi kendi kabuğunda bir kız için bu sözler epey fazlaydı.

Bana döndü. Başını hafifçe kaldırarak işaret ve baş parmağının arasında tuttuğu sigarasından derin bir soluk çekti. Sonra da daha tek nefes almış olmasına rağmen çöp kutusunun tabla kısmında söndürdü.

“Ayrıcalığın olduğu için sormadım.”

Beni sözlerinden daha fazla sıkıştıran şey bana doğru gelen adımlarıydı. Kendini kolumun onunkiyle temas debileceği yakınlıktaki sandalyeye bıraktığında nefesimi tuttum ve öyle kaldım. “Saldırının maskeli herifle bir ilgisi yok.”

“Nerden biliyorsun?”

Bana, sorduğum sorudan emin olmamı ister gibi baktı. Saçmalamıştım.

“Kimmiş?” diye değiştirdim soruyu. “Bizden ne istediler?”

“Seninle ilgisi yok.”

Seninle mi var? Boynundaki morluk da o yüz-” Of! Susup önüme döndüm.

“Evet, morluğun sebebi de aynı.” Dürüsttü. Bana dönmeden yaklaştı. Omuzlarımız birbirine dokunduğunda durdu ve “Ama sen bir de karşı tarafı gör.” dedi.

Kendimi tutamayıp güldüm. Kırkırtımla birlikte yüzümü bulan bakışları da gülümsedi. Belki de bana öyle geldi. Ama… Güzeldi.

Otomatik kapının açılmasıyla ikimiz de ayaklandık. Aynı anda Yekta da yeniden yanımızdaydı.

“Hastamız kendine geldi.” diye bildirdi genç doktor. “Sizi görmek istiyor.”

“Operasyon nasıl geçti?” diye sordum heyecanla. “Parmağını…”

Doktor güven verircesine gülümsedi. “Merak etmeyin. Başarılı bir operasyondu. Yara on beş güne kadar iyileşir. İki hafta sonra dikişlerin alınması için gelmesi gerekecek.İşlevini kazanması birkaç ayı bulabilir ama genç yaşını göz önünde bulundurarak daha iyimser konuşabilirim.”

Minnettarlıkla birleştirdiğim avuçlarımı çenemin altına götürdüm. “Çok teşekkür ederiz!”

Hemşirenin yönlendirmesiyle Berika’nın yanına girdik. Hala anestezinin etkisinde olduğu için sersemlemişti ama daha iyiydi. Saate epey geç olduğu için elimizi çabuk tutmalıydık. Berika’nın montunu giymesine yardımcı olduktan sonra Yekta okul çantalarını aldı. Cihangir bizim için bir taksi çağırdıktan sonra doktorla vedalaştık.

“Kendinize dikkat edin gençler. İhtiyacınız olduğunda Cihangir üzerinden bana ulaşabilirsiniz.” Cihangir’e imalı bir bakış atıp, “Şu öğlen haberini verip, akşam gerçekleşen  kazayı da bana bir ara anlatırsın.” diye takıldı.

“Sonra görüşelim.” dedi Cihangir. Oysa ki görüşseler bile kimseye bir şey anlatacak biri değildi. Bunu anlayabilecek kadar tanımıştım onu… Berika ve Yekta arka koltuğa geçerken taksinin ücretini ödedi, benim için ön yolcu kapısını açtı.

Binmeden önce tıpkı onun yaptığı gibi elimi kapının üzerine koyup, “Teşekkür ederim.” dedim. “Her şey için…” Karşılık vermeyeceğini bildiğim için bu kez hayal kırıklığına uğramadan içeri geçip oturdum.

Kapıyı kapatmak için hamle yaptığında ise dudaklarını kulağımın dibinde buldum. “Umarım gece gezmelerine verdiğin ara istikrarını koruyordur.”

Neden gülümsemek istiyordum? Saçmalama Lalin! Nasıl bir felaketin içinde olduğunuzu bir an bile unutamazsın…

“Gidince haber veririm.” dedim ona bakamadan. Çünkü eğer ona bakarsam burunlarımız birbirine çarpabilirdi ve bunu utançtan ölmemek için istemezdim. Neyse ki geri çekildi ve kapıyı kapattı.

Araba hareket etmeden bir saniye önce deri ceketinin iç cebindeki dolu sigara paketini çıkarıp çöpe attığını gördüm.

*

Yine bir pazar günü sabahın yedisinde uyandım Garip bir şekilde ağabeyim ve annem aynı anda evdeydi ve hala uyuyorlardı. Onları uyandırmamak için sessizce yatağımdan çıkıp banyoda işimi gördükten sonra kahvaltı hazırlamaya başladım. Haftasonunun en sevdiğim yanı kahvaltıda patates kızartmasının olmasıydı. Dışarıda yediğim hiçbir kızartma evdekinin yerini tutamazdı. Bu yüzden önce çayı koyduktan sonra isteklice patatesleri soymaya başladım.

Haftasonunun araya girmesiyle Berika’yı tekrar görememiştim. Gizli saklı gerçekleştirdiğimiz birkaç görüşmede iyi olduğunu öğrenmiştim ama yanında olamadığım için kötü hissediyordum. Cuma günü işe gidemediğim için hasta olduğum yalanını söylemiştim ama daha ikinci günümde bunu yapmamın hoş karşılanmadığını biliyordum. Bu yüzden yarın bir karınca gibi çalışıp yerimi sağlama almalıydım.

Diğer yandan… Cihangir eve geldiğim bildiren mesajıma karşılık vermemişti.

Aslında mesajımı görüp görmediğini bile bilmiyordum. Çünkü okunma bilgisi kapalıydı ve birkaç kez kontrol ettiğimde hiç çevirim içi olmadığını görmüştüm.

Birkaç kez… Belki biraz daha fazlaydı...

Kahvaltıyı salona hazırladıktan sonra annemin odasına gittim ve yanına girdim. Kahvaltıyı benim hazırladığım günler bunu genellikle yapardık. Başımı göğsüne koydum, sırnaşarak onu uyandırmaya çalışırken, boynundan süzülen parfüm kokusunu aldım. O şekerli kokuyu annemden ilk kez duyuyordum. Hamburgerciye gelen orta yaşlı, iyi giyimli kadınların parfümüne benziyordu. Anneme başka bir hava katmıştı; annem gibi olmayan, başka bir kadına ait bir hava…

Annem uykulu gözlerini yarım bir şekilde açıp, “Günaydın.” dediğinde gülümsedim.

“Günaydın annecim. Parfümün güzelmiş, yeni mi aldın?”

Gözlerini tamamen açarak doğruldu. Bu hareketiyle birlikte ben de yatakta oturur pozisyona geçmek zorunda kaldım. “Aa evet. İş yerinden bir arkadaşım hediye etti. Bilirsin, taklit parfümlerden biri.”

Tedirgin olmuştu ve tedirgin olmasından hoşlanmamıştım. Belki de Berika’nın söylediği gibi hayatında biri vardı. Bunu garip karşılayamazdım. Annem genç ve güzel bir kadındı. Sanırım hayatındaki insanı kendi isteğiyle bana söyleyinceye kadar beklemeliydim. “Okulu bitirip çalışmaya başlayınca sana orjinalini alırım.”

Sevgiyle gülümseyip başımı ellerinin arasına aldı ve burnuma o sıcak öpücüğünü bıraktı. “Kahvaltı mı hazırladın sen?”

“Hı hı…”

“Mutfakta giderek iyiye gidiyorsun.”

“Gerçekten mi?”

Başını salladı. “Gerçekten hayatım.” Ayağa kalktı ve sabahlığını giydi. İyi görünüyordu. Belki de telefonda konuştuğu o adam ile sorununu çözmüştü.

“Aslında… Bugün kahvaltıyı dışarıda yaparız, diye düşünmüştüm.”

“Dışarıda mı?” Şaşırmıştım. Çünkü ev dışında yemek yemek sık yaptığımız bir şey değildi.

“Evet. Patronumuzun ortağı geçen hafta iş yerimizi ziyaret etti. Yakınlarda güzel bir mekanı varmış.  Bizi kahvaltıya davet etti. Yani… Tüm çalışanları ama onlar gelir mi, bilmem.” Kafasını kaşıyarak, “Sanırım onlar dün gidecekti.” diye açıkladı.

“Anladım ama kahvaltı hazır annecim. İstersen akşam yemeğine gidelim.”

“Bunu bir düşüneyim.” dedikten sonra telefonunu aldı ve ebeveyn banyosuna ilerledi.

Ben çayları koyarken annem ve ağabeyim masaya oturuyordu. Annem sevinçle “Bu akşam yemeğe gidiyoruz.” dedi.

Ağabeyim pek oralı olmadan patates kızartmasına gömüldü. Annem çatalını tutan eline vurunca birkaç kızartma tabağına düştü. “Levent! Kime söylüyorum?”

“Nereden çıktı sabah sabah?”

Gözlerimi devirerek “Akşam yemeğine sabah gidilmez ağabey.” dedim.

Bana pis pis baktıktan sonra kahvaltısına devam etti.

“Aslında benim size söylemek istediğim bir şey var.” deyince ikisin de dikkatleri üzerime çekildi. “Uzun zamandır sınava çok çalışıyorum. Çok bunaldığımı fark ettim. Bazı arkadaşlarım kafa dağıtmak ve harçlıklarını çıkarmak için yarı zamanlı çalışıyor. Ben de bir iş buldum.”

Annem beni dinledikten sonra masada duran elimi tuttu. “Bebeğim, ev sahibiyle konuştuğundan haberim var. Evet, size belli etmemeye çalışsamda bir süredir maddi olarak zordaydım ama çözdüm. Artık hiç kira borcumuz yok.”

Levent başını sallamakla yetinirken ben şaşkınca anneme baktım. “Ama… Onca aylık birikmiş kirayı birden nasıl ödedin ki anne?”

“Avans aldım.” dedi. Sonra bir çatal dolusu patatesi ağzıma tıktı. Anlaşılan annem bu konunun üzerine gitmemi istemiyordu. Onu huzursuz etmemek için başka bir soru sormadan kahvaltıma başladım.

Yemeğe gitmek için hazırlanırken, annem elbisemi seçmek istediğini söyledi ve geçen bayram aldığı mavi, önlük yakalı triko elbisemi askıdan alarak bana uzattı.

Elbiseyi alırken, “Sanırım gideceğimiz yer oldukça şık.” diye tahmin yürüttüm. Aslında bunu annemin giyimine bakarak da anlayabilirdim.

Yarım kollu, dizinin hemen üzerinde biten siyah elbisesi eski moda fakat şıktı. Tenini gösteren siyah külotlu çorabı, dalgalı fönlediği saçları ve bordo rujuyla çok güzel görünüyordu. Anneme benzediğim için şanslı olduğumu düşündüm. Ağabeyim de söylenerek hazırlandıktan sonra dedemden kalma tofaşla sahile ulaştık. Annem, ağabeyimden arabayı arka sokağa park etmesini istedi. Onu anlayabiliyordum. Bol ışıklı şık restoranların önündeki lüks araçların arasında bizimki yalnızca sırıtırdı.

Bitişik mekanlardan birinin uzun merdivenlerini tamamladığımızda bizi takım elbiseli iki görevli karşıladı. Annem adını ve soyadını söyledikten sonra bizi denize nazır masalardan birine aldılar. Altın rengi, yumuşak süngerli sandalyeye otururken, etrafta göz gezdirdim. Masaların hepsi yuvarlak ve camdı. Krem rengi kendinden desenli duvar kağıtları mekana klasik bir şıklı katarken, ağırlıklı olarak kullanılan altın rengi o şıklığı zenginleştirmişti.

Ağabeyim de benim gibi mekanı inceledikten sonra “Vay be!” dedi. “Bizi akşam yemeğine getireceğini sötylediğinde böyle bir yere geleceğimizi asla tahmin edemezdim. Eee ne yiyeceğiz anne? Ismarlarsın artık birer antrikot?”

Dirseğimle yanımda oturan ağabeyime vurduğumda inledi. “Saçmalama Levent! Çıkışta bulaşıkları mı yıkamak istiyorsun?

“Ağabey.” diye uyardı. “Levent değil.”

“Ssiss… Dalaşmayın çocuklar. İstediğinizi yiyebilirsiniz ama bence bu konuda mekanın sahibinin önerisini dikkate almalıyız.” Bakışları bir noktaya takıldığında gülümsedi. “Hah! O da geliyor.”

Yaklaşan adama baktım. Otuzlu yaşlarda, uzun boylu, oldukça yapılı ve esmer bir adamdı. Yüzünde kibar bir gülümseme vardı. Yaklaştıkça onu bir yerden tanıdığımı düşündüm ama konuştuğumuzu hatırlamıyordum.

“İyi akşamlar hanımlar.” Annemin eline anlık bir öpücük bıraktıktan sonra elini bana uzattı.

Gülümseyerek tokalaştım. “Merhaba. Ben Lalin.”

“Lalin.” dedi, kaşlarından birine yukarı doğru yön vererek. “Sevimli bir isim. Hoşgeldiniz küçük hanım.”

“Hoşbuldum.”

Ayağa kalkmayan ağabeyimi bu kez ayağımla dürttüğümde  ancak ayağa kalkma nezaketinde bulunabildi. “Merhaba.” dedi isteksizce. “Ben de Levent.”

Adam ağabeyimin de elini sıktı. “Memnun oldum Levent.” Anneme dönüp gülümsemesini genişletti. Beyaz ve belirgin dişleri vardı. Daha önce onun kadar bakımlı bir erkek gördüğümü hatırlamıyordum ama nereden tanıdığımı bir türlü çıkaramamıştım.

“Hala bu kadar büyük çocukların olduğuna inanamıyorum Neval.” Duraksadıktan sonra “Neval Hanım.” diye tamamladı. “Genetiğine teşekkür etmelisin.”

Annemin yüzünde utangaç bir gülümseme belirdi. “Teşekkür ederim Mert Bey.”

“Mert mi?” Boş bulunup sorduğum soru adamın ilgisini çekti.

“Ah, kendimi tanıtmayı unuttum. Ne büyük kabalık, afedersiniz.” Bizi başıyla selamladıktan sonra “İsmim Mert.” diye kendini tanıttı. Soyadını da söyleyeceğinizi düşünmüştüm ama menüyle ilgilenmeye başladı. “Ve kalkan yemenizi öneririm. Tam zamanı.”

Onaylamamızla, adam bir görevliyi çağırdı ve bizim için kalkan dışında birçok şey sipariş etti. Bir ara onun da bizimle oturacağını düşündüm ama öyle olmadı. Daha siparişler gelmeden Mert Bey masamızdan uzaklaştı.

Annemin telefonda ağlayarak konuştuğu Mert o muydu? Ah, hayır… Annemin böyle bir adamla ne işi olabilirdi ki?

Annemin ağzından laf almaya niyetlenirken, bakışlarımın tanıdık bir simaya takılmasıyla kalakaldım. İki masa ötede oturan sarışın kız Cihangir’in eski sevgilisi Serel’di.

Onunla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Aslında o beni görmemişti ama ailesiyle oturduğu masada kendimi onu incelerken bulmuştum.  Mavi mini elbisesi ve topuklu ayakkabılarıyla yaşından çok daha büyük görünüyordu. Balık etli sayılmazdı ama hafifçe etine dolgun ve gösterişliydi. Sık sık gülümsüyordu. Bir ara onu izlediğimi fark ederek başımı çevirdiğimde annem yaşlarındaki  bir kadının öfkeyle masamıza yaklaştığını fark ettim.

Ne olduğunu anlamadan kadının adeta annemin üzerine atladı ve saçına yapıştı. Annem boş bulunarak yere düşerken, kadın öfkeyle bağırdı.

“Seni ucuz kadın! Adi metres! Düş kocamın peşinden! Boyun kadar çocuklarından utanıp Mert’i rahat bırak!”

🎭

Biz şoook mu!

Yeni bölümü cuma gününe yetiştirmek için elimden geleni yapacağım.

Öneri ve şikayetlerinizi buraya yazabilirsiniz :)

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

YUVA By _twclr

Teen Fiction

759K 37.1K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
23.7M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
10.9M 325K 55
(+18 | Yetişkin içeriklidir.) Parmak uçlarım geniş omuzlarına dokunduğunda aniden gözlerime baktı. "Artık ben senin kadar kötüyüm, sende benim kadar...
110M 4.4M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...