Patricia'nın Çocukları ; Jilix

By evangelistgg

517 88 289

patricia'nın başıboş, kimsesiz çocukları. on dört yaşlarına bastılar mı hapsedilirler tahta bir sandığın için... More

•sandıklara bırakılan sadakalar
•şarkılar yerini ağıtlara bıraktığında
•kör bıçakların körpe sahipleri
•son beyaz kardelen
•sesin kulaklarımda bir kördüğüm
•ben günahkâr değilim, sen günahın ta kendisisin

•karınca ininden çıkmak gerek

62 10 42
By evangelistgg


denizin buz tuttuğu bir güne uyanıyor herkes. kış artık en can yakan günlerinde. gece gündüz sönmüyor ateşler, bacalardan dumanlar eksilmiyor. gökyüzü ne kadar siyaha boyanıyorsa yer de bir o kadar beyaz.

felix ve kardeşleri ile bu havada kumsalda dolaşıyor jisung. gençlerin kar ne kadar yağarsa yağsın kanı kaynıyor, hapsedemiyorlar kendilerini tüm mevsim dört duvar arasına.

kıyıya vurmuş birkaç donmuş su kütlesini tekmeliyorlar, bir ucundan öbür ucuna kadar koşu yarışı yapıyorlar. kulakları yanaklarına kadar kızıl bir renge boyanıyor, elleri yavaştan uyuşmaya başlamış bile. fakat yanlarında bir büyük olmadan eve girmeyi akıl sahi edemiyorlar.

"seni buraya kadar neden çağırdım biliyor musun?"

ayağının altındaki sert buzu tekmelerken soruyor jisung. felix ise boynuna doladığı atkısı ile iyice küçülmüş, görünen iki çift gözü ile olumsuz bir yanıt olarak kafa sallıyor.

"jeongin-"

"nolmuş jeongin'e?"

felix'in anında dilinin bağının çözülmesi jisung'u biraz şaşırtsa da tavrını bozmuyor. küçük arkadaşının yürümeyi öğrendikleri günden beri şefin oğluna karşı bir sempati beslediğini biliyor.

"ormanda gördüm onu, yine sahtekarlık yapmak adına etrafı talan ediyordu. kardelenleri bile acımadan köklerinden sökmüştü. inanabiliyor musun buna?"

sessiz kalıyor felix. halbuki sesini çıkarabilir, biraz da o sövebilir jeongin'e. ama her zaman olduğu gibi pasif olmayı seçiyor.

devam ediyor söylemlerine jisung.

"o çiçeğin ömründe bir kez sadece kışın açabildiği yetmezmiş gibi bir de bu caniler tarafından koparılıyor. tüm doğa ona aitmiş gibi davranıyor o salak oğlan. ama göstereceğim ona."

"ne yapabilirsin ki? boşuna sinirlendiriyorsun kendini."

"boşuna değil! gördüm!"

bu sefer kapıldığı gergin fırtına ile öyle bir batırıyor ki ayağını buza, altındaki su ortaya çıkıp onu içine çekiyor.

felix onun sağ elini tutup da kendine çekmese belki de gövdesine kadar kırılmış buza batacaktı jisung. öfkeyle kalkan zararla oturur, akıl edemiyor.

"sakin olsana bir sen. ne gördün?"

"babasını gördüm felix. doğum keşişi ile el sıkışıyordu! hem de şehre yılda sadece bir kere inen o keşişle! bu ne demek oluyor biliyor musun?"

doğum keşişi kadınlar doğum yaptığı vakit orada bulunan ve bebeğe on dördüncü yaşına kadar sağlık dileyen kutsal bir bilge olarak görülüyor. jisung'un da dediği gibi şehre çok az iniyor, fakat iki kere iniyor.

ilkinde; kurban edilmeyecek çocukları ayırmak için.

ikincisinde ise; kurban edilecek çocukları ailelerinden ayırmak için.

onun dışında görmüyorlar bir daha onu. kendini dağa çekip gelecek yıla kadar dua ediyor.

jisung ise yaşlı keşişten nefret ediyor. hoş, o bütün keşişlerden nefret ediyor. hiçbirine inanamıyor. yang jeongin kadar üç kağıtçı hepsi onun gözünde.

felix duydukları ile şoke olurken olduğu yere çöküyor. yıllardır tarlada, meydanda, nehirde su başında kendisi ile denk gelmek için koştur koştur durduğu şefin oğlunun hile yapıyor olması onu derinden yaralıyor.

jisung'a göre felix çok duygusal düşünüyor. kendisi şefin oğluna güvenilmemesi gerektiğini kuyudan su çekerken birbirlerini boğmaya kalktıkları gün fark etmişti aslında. fakat felix öyle değil. her ne kadar o gün koşa koşa onları ayırmaya çalışıp jisung'un yaralarını temizlediyse de aklı hep karşı tarafta kalıyor. lee ailesinin en büyük oğlu felix, şefin oğlu yang jeongin'e vuruluyor. fakat vurulmakla kalıyor.

yang jeongin diğer kasabalı çocuklara göre daha üst bir tabakadan geliyor fakat hırslı. tek gözünü gören şey kendisine elini bile sürmeyen babasına ne kadar zeki olduğunu kanıtlamak. duyguları geri plana atıyor.

yine de felix'in içindeki küçük umut jisung'u  yıllardır bitmeyen bir öfkeyle dolduruyor.

şefin oğlu, çilli çocuğun ilgisinin farkında. suistimal ediyor bunu yer zaman. kuyuda sıra bekliyorlarken felix'in önde olduğunu öğrenince kendi kovasını ona veriyor. sıraya girmiyor. tarladaki bambu kesimlerinde bazen payını felix'e yüklüyor. kendisi ise ormana bir şeyler toplamaya gidiyor.

çilli oğlan ise hayır demesi gerektiğini bilmesine lakin ağzını bıçak açmıyor. açamıyor. tek yapabildiği her seferinde onu kullanan bu tilki çocuğa karşı ardından bakıp durmak oluyor.

jisung işte bu yüzden kavga ediyor o tilki ile.
felix'in şeften azar yediğini gördüğü gün meydanda yapışıyor oğlanın yakalarına. tüm kemiklerini kırmak uğruna savuruyor yumruklarını.

fakat şefin oğlu ondan uzun. bol bol sırtına yumruk yiyor bu yüzden. çilli oğlanın koşarak göz yaşları içerisinde onları ayırmasıyla da tekrar bu kumsala geliyorlar. varları yokları burası oluyor.

kaç gece olduğunu saymadan deniz kabuklarını tekmeliyor burda jisung. yengeçlere bağırıyor, onları taklit ediyor. dalgalara vuruyor, kendini nefessiz bırakıyor. sadece dalgalar duyuyorken ağlıyor.

şefin oğlundan nefret ediyor. kısa olmaktan nefret ediyor. sürekli ezilmekten nefret ediyor. felix'in o velete karşı olan hislerinden nefret ediyor. en yakın arkadaşının, çil yuvasının, her şeyinin kendisini değil de onu seviyor olmasından nefret ediyor.

şimdi ise tam da onun yanına çöküyor.

"bir şeyler yapmalıyız. bu karınca ininden ne yapıp edip çıkmamız lazım."

iki elinin arasına aldığı yüzünü sıkarken soruyor felix.

"nasıl olacak o? ne yapabiliriz ki sanki? her sabah tarlaya geç kalacağız diye koşa koşa şeften kaçan biz değil miyiz? gücümüz yeter mi sanıyorsun?"

güçlüce iç çekiyor jisung. hak veriyor ona. fakat bu sefer pes etmeyecek. çünkü elinde çok daha farklı bir plan var.

"ısırgan pir'ini bilir misin?"

kaşlarını çatıyor felix. epey oluyor bu isimden konu açılmayalı.

"yıllar önce köyden kovulan yaşlı adamı mı?"

"evet o."

"duymuştum, niye ki?"

dizlerini silkeleyerek çömeldiği yerden kalkıyor jisung.

"dedem bahsetmişti bana ölmeden önce. o adam sandıktan nasıl çıkılacağını biliyormuş eğer ona giders-"

felix'in dudakları üzerine kapanan elleri sustuyor onu. yakınlarında oynayan kardeşlerinin duyup duymadığını kontrol ettikten sonra çekiyor elini.

"olur olmadık yerde bahsetmesene şundan. biri duyarsa mahvolursun. o adama meydanda neler yaptıklarını hatırlamıyor musun? öyle mi olmak istiyorsun?"

gözlerini kuma dikiyor jisung. kimse ısırgan pir'inin yaşadıklarını yaşamak istemez. ondan çok emin.

bu hikaye ise bundan çok da uzak olmayan birkaç yıl önce kasabanın bilge ve aydın yüzü olarak seçtikleri pir'in, çocukların sandığa konulduğu gün kumsalı basması ile başlıyor.

pir bu yapılanı onaylamıyor ve bunu tanrı'nın asla istemeyeceğini, keşişlerin günahlar adına uydurduğu şeyler olduğunu, illa bir şeyler feda edilmek zorundaysa çocuklar yerine tarlalara dadanan ısırgan otlarının ne güne durduğunu söylemiş ve halk tarafından ezici bir tepki ile karşılaşmıştı.

insanlar ona saygısız demişlerdi. merhametsiz kafir diye isimlendirmişlerdi.
kendi çocuklarinin diri diri kutulara hapseden bu insanlar başkalarına merhametsiz diyecek gücü kendilerinde bulup ediyordu.

pir'in ağzından çikan sözler birer ısırgan gibi herkesi uyuz etmiş, can yakıvermişti.

bu yüzdendir ki kasabalılar ellerinde kürekleri ve orakları ile bir gece onu öldürmek için evini bastığında kendini arka camından zar zor dışarı atmış, bir daha görünülmemek üzere ormanın yüksek kesimlerine kaçmıştı.

o gün bugündür kimse ondan bir ses seda duymuyor. öldü mü? kaldı mı? bilinmiyor.

jisung ise dedesinden pir'in çocukları kurtaracak şeyler bildiğini duyuyor ve tek şansı olarak ona ulaşmak istiyor. nasıl yapacak hiç bilmiyor. başının derde girmesini asla düşünmüyor. tek düşündüğü sonraki yaz ayakta kalmak.

bu yüzden rüzgâr iyice öteden beri eser iken çilli oğlanın kısık gözlerine kavuşuyor. sessizce soruyor ona.

benimle var mısın? diyor.

sessizlikleri çocukların kırdıkları buzların çıtırtısına bırakırken yerini, gözleri ayrılıyor. farklı taraflara bakıyorlar. güneş gözükmüyor uzun bir süredir. atkılarının altından buharlar kaçırıyorlar.

ve o gün söz veriyor kırpıştırdığı gözleri ile karşısındaki asi oğlana felix. yanında olacağına, başına bir şey gelmesine izin vermeyeceğine dair söz veriyor.

kadim dostuna, aşığına ve son şansına.

"Ve ben senin günahlarını bilmiyor gibi davranacağım, ve perdelerini kapattığında arka kapında bekliyor olacağım.

Ve derimi kullanabilirsin sırlarını gömmek için, bu yakıcılığın ortasında aklına damlayan bir vaha olacağım."


runbyhan askm bu bölümü sırf dün sen sordun diye atıyorum. umarım beğenirsin.

Continue Reading

You'll Also Like

72K 2.7K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
7.2M 644K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
337K 5.3K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
207K 13.6K 62
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...