stuck in my head, sahyo

Από levantrv

168 17 0

[çeviri] "bunu severdim," sana'nın dudaklarına birkez daha bir öpücük bırakırken, esmer olan gülümsedi "uzun... Περισσότερα

stuck in my head

168 17 0
Από levantrv

uykulu ve sesli bir esneyiş kızın ağzından firar ederken, solgun kollar ve ayaklar üzerindeki çarşafı ittiriyordu. alarm için uzanıp kapatmakta zorlanırken, sızlanarak, yatağının üzerinden düştü. yalın ayakla, yatağından atladı ve esnedi, perdeleri açmak için koşarken, hafif ışığın ve doğan güneşin odasını ele geçirmesine izin verdi.

yaklaşık sabahın altısıydı ve sana kalkmış, giyecek doğru şeyi ararken gardolabına bakıyordu. dışarıdaki kasvetli havaya uyacak, ama kendi eşsiz tarzıyla parlayacak bir kıyafet. ve eğer sana'nın farklı giyinişinin onun gibi olmadığını söylersek, bu küçümseyici olurdu.

minatozaki sana, osaka'da doğup büyümüş ve hala diğer binlerce gururlu vatandaşlarından biriydi. parlak bir kişiliği vardı ve asla ondan yayılan neşeli duygularla kimseyi gülümsetmekte başarısız olmamıştır. sana, onun kibarlığı ve saygılı davranışlarıyla tanınır, asla birisine yardım etme konusundan tereddüt etmezdi. - genellikle huysuz olan - sokağın sonundaki yaşlı kadınlar her cumartesi alınan yiyecekleri taşımasında yardım ettiğinde kıza övgüler yağdırır ve kurabiyeler verirdi.

demeye gerek bile yoktur ki, sana, insanların arasındaki husumet sonucunda ortaya çıkan koyu ve kalın bulutların olduğu yerde bile parlayan, mahallenin günışığıydı.

şuanda sarışın olan - çünkü her iki ila dört ayda bir saç rengini değiştirirdi - kız dünyaya sarfettiği eforun, ihtiyacı olan bir insana yardım etmek kadar basit olabilen, gönüllü olmak, hayır kurumlarının işini yapmak, dünyayı daha iyi bir yer yapabilirdi. ve dünyayı kurtarmak için oldukça erken kalkması gerekiyordu çünkü:

"kahramanlar pelerin takmaz. sadece dünyanın daha iyi bir yer olabileceği fikrini devam ettirmek için her şeyi gelecek zamanda yapın."

ve:

"sahip oldukları tüm zamanı kullanmalılar. her saniye önemlidir!"

ve bu yüzden, sana bunu yapmaya karar verdi. üniversite için çalıştığı dolu bir gecenin ardından beyninin ona izin verebildiği kadar erken kalkarak. psikoloji alanında uzmanlaşıyordu ve japonya'daki en iyi üniversitelerden birinde oldukça iyi notlarla gittiği öğrenci tatili sona ermek üzereydi. arkadaşları asla nasıl yaptığını anlamamıştı, tüm gün yardım gereken her şeye yardım ediyor sonrasında tüm derslerini geçiyordu. sana'nın cevabı ise:

"bu karma. doğa ana bana teşekkür ediyor. onu kurtarmayı denediğim için."

bu yüzden şimdi, duş almış, giyinmiş, ve bir fitnes bar'ını alıp yerken paketini ise geri dönüştürmeyi unutmamıştı. parlak bir gülümsemeyle bisikletinin kilidini açıp üzerine atlayıp, - yaklaşık altmışlı yaşlarınla olan - komşularına el sallarken, çantasını sırtına takıyordu.

bisikletini sürerken henüz yeni doğmaya başlamış güneşin keyfini çıkarıyordu, sana yolunu her zamanki sabah hedefine doğru yaptı. kafeye. kız dükkanı ve çalışanları için minnettardı, herkes kibardı, plastik yerine kağıt bardak kullanıyorlardı, ve güzel müzikleri vardı.

sana müzik için minnettardı ve her zaman en yeni sanatçılar ve şarkılara bakıp kendisine uyanı arardı. düşündüğünden daha zor olduğunu düşünmüştü. çok farklı bir şeyler yoktu, para ve evler almak hakkında mikrafonlara bağıran insanlar. o yüzden, günlük mükemmel sesler dozunu alması için başka ülkelere ve kültürlere dönmesi gerekiyordu.

sarışın son zamanlarda kore pop'u adında bir deliğe çekilmişti, çoktan arkadaşlarını kapıldığı. ama, sana, "kızlara göre" şeyleri ya da "sinir bozucu erkek beylerin" şeylerini dinlemezdi. o daha rahatlatıcı ve diğerlerine ters tepen şeyleri seçti, kız onlar için bir isim seçmişti:

melekler. melekler, yatıştırıcı tonlara ve ritimlere sahip olan, sesleriyle ona göre cennete götüren sanatçılardı.

cennet. cennet, sana'ya göre sürekli çok işi olduğu için nadiren geçtiği en sakin ve en rahatlatıcı ruhsal andı. şükürler olsun ki, onun bu ana geçmesini sağlayan bir kaç sanatçı vardı ve her zaman 'melekleri' keşfetmesini sağlayan en sevdiği kafesi vardı. dükkanın baristası, momo'nun sayesindeydi, dükkanın hep güzel zevkli müzikler çalardı.

hirai momo, sana'nın en yakın arkadaşlarındandı, kafeye ilk gidişinde tanışmışlardı. iki kızında lisede 2. yılıydı ve görünüşe bakılırsa çevre için olan sevgileri, müzik zevkleri ve daha birçok şey sayesinde oldukça hızlı bağlanmışlardı. kızlar beraber çok zaman geçirmişlerdi ve çoktan kız kardeşlermiş gibi hissediyorlardı, ailelerini sırayla birbirleriyle bile tanıştırmışlardı. komikti, çünkü momo'nun ebeveynleri onların çıktığını sanmışlardı. kız utanmış bir şekilde reddederek sana'yla çıkmadığını, ama başka bir kız olduğunu kabullendi.

biriyle çıkmak. bu sana ve momo'nun ortak yönlerinden biri dahaydı. ikiside hiç yönelimlerini kısıtlamadılar ve 'aşkın sınırları, cinsiyeti ve ya yaşı yoktur' düşüncesine sahiptiler. ikiside herşeye açıktı.

sarışın olan güzel arkadaşının varlığının aklına gelmesiyle ve bir süre sonra tekrar görecek olmasının verdiği heyecanla gülümsedi. momo ve, dükkanda çalışan bir diğer kız olan kız arkadaşı dahyun'u, ikincisinin ailesiyle güney kore'de tanışmıştı.

bisikletinden atlayıp güvenli olması için bir yere sabitledikten sonra sana, dükkana girdi. yüzünde koca bir sırıtışla baktığı kafenin çoktan insanlarla dolu olduğunu farketmişti, günün devamını getirebilmesi için gereken enerjiyi kahvenin sağlayabileceğini düşünürken. ''merhaba! hayal dünyası'na hoşgeldiniz, ben barista mo-'' tezgahın arkasındaki kız başladıktan sonra sana'nın sıcakça ona gülümsediğini görürken gözleri büyüyordu. ''sana!''

sarışın olan tezgahın üzerinden eğilerek arkadaşına sıkı, sıcak bir kucaklaşma verirken aynı zamanda, onu çoktan tanıyan çalışanlara el sallıyordu.

''günaydın momo,'' sana kıkırdadı ''bugün parlıyorsun resmen.''

''nasıl oluyormuş o?'' kuzgun saçlı kız güldü.

''güney kore seni güzel değiştirmiş sanırım,'' sana omuz silkti ''sende eğlenmiş gibi duruyorsun.'' onu elleriyle ittirip kızaran dahyun'la doğrudan göz kontağı yaparken sırıtıyordu.

''benim sayemde,'' momo omuzlarını silkti ''her zamankinden mi?''

''aynen,'' sarışın kız elindeki kendi termosunu, baristaya uzatırken gülümsedi ''ve pipet olmasın çünkü-''

''kaplumbağaları korumamız gerekiyor.'' dahyun tezgahın arkasından konuştu ''biliyoruz, biliyoruz~''

''kesinlikle'' sana gülümsedi ''yoksa kendiminkisini getirirdim.''

''tamam, bayan çevreyi koruyun'' momo konuştu ''işte içeceğiniz, afiyet olsun!''

''kesinlikle öyle yapacağım'' dedi sarışın ''mesain bittikten sonra bana biraz zaman ayır.''

''ayıracağım,'' momo gülümsedi ''favori masanıza kimse oturmamış.''

ah, sana'nın en sevdiği masa. düşünüyor olabilirsiniz, neden bir masayı bu kadar seviyor? ve cevabı çok basit, alışkanlık olması. aynı kahve gibi, başta sevmezdi, sonrasında aşık oldu resmen.

bu yere ilk geldiğinde, oraya oturmak zorundaydı yoksa kahvesini alıp gitmeliydi. o gün, kafe insanlarla doluydu. dükkanın en kalabalık günüydü ve bazı insanlar bir yere oturmak istiyordu, diğerleri ise işleri ve ya diğer planları olduğu için basitçe gidiyorlardı.

sana büyük cam pencerelerin ve kafenin kapılarının yanındaki yeri gözlüyordu ve oraya oturmayı planlıyordu, tam muhteşem uzun sıradan çıktığını düşünürken, bir başkasının çoktan orayı aldığını, ve sana'ya yalnızca tek bir yerin kaldığını farketmişti.

masa, kafenin oldukça arkasındaydı, tuvaletin ve momo'nun müthiş şarkı zevkiyle açtığı, melek müziklerinin çaldığı hoparlörlerin yakınındaydı. yakınlarda pencereler yoktu, üzerinde pek güzel durmayan sarı bir ampulle, sabahları oldukça karanlık olmasını sağlıyordu.

momo ve diğer çalışanlar, dükkanda kimse olmasa bile sana'nın oraya oturmayı seçmesiyle fikirlerinin nasıl değiştiğini hiç farketmemişlerdi.

ve dakikalar sonra sana çoktan en sevdiği masaya yerleşmişti, kahvesini yüzeye bırakırken, gün için her şeyi planladığı ve üzerinde hızlıca çizdiği birkaç karalama olan not defterini çıkardı. kız sandalyede rahatlarken, masanın altına sakızla yapıştırdığı dünden kalma bir karalamalı kağıda uzandı. kulağa iğrenç geliyordu, ama bunu arkasındaki sebep sana'nın kalbini eritiyordu ve gerçekten orayı çok sevmesini ana sebebiydi.

sana herzamanki pek iç açıcı gözükmeyen masaya oturdu, momo'nun  güzel bir sabah için açtığı şarkının tadını çıkarırken, ancak sana için fazla güzel değildi

kız daha bu sabah, dün bu masada yazdığı notları kaybettiği için bir sınavdan kalmıştı. notları bir yerde kaybettiğini farkedince öfkelenmişti ve çantasına koyduğuna yemin ediyordu. buna rağmen, o sınav kıza büyük zararlar verebilirdi ve onu korkutmuştu. sana asla kötü bir öğrenci değildi, asla testlerinden kalmamıştı. öyle olsa bile, herkesin ne kadar mükemmel olduğunu düşündüğü kadar mükemmel biri olan sana'nın büyük bir sorunu vardı, o çok sakardı. hemde baya.

''huh?'' sana'nın düşünceleri masanın altından düşüp, ayakkabısının yanında duran bir parça kağıtla kesilmişti.

bir kaşını kaldırdı ve eline aldı, ters çevirip bir süre incelerken, bunların kendi notları olduğunu fark etmişti. dün yazdığı ve büyük ihtimalle giderken almayı unuttuğu notları. 

kağıtta, aklı dalmışken çizdiği sincap karalamasının altında olan, kimin yazısı olduğunu çıkaramadığı düzenli bir el yazısı vardı. onunkisi genellikle aceleyle yazılmış ve çirkin duruken, kağıttaki yazı estetik açıdan göze hoş duruyordu.

''bu şuana kadar gördüğüm en tatlı çizim. bu konuda çok iyisin normalde saklayacaktım, ama notlarına ihtiyacın olabileceğini düşündüm- J xx'' yazıyordu ve sana kalbinin yarıştığını hissediyordu. hiç kimse çizimlerine iltifat etmemişti ve hatta notlarını ona geri vermenin bir yolunu düşünmemişti.

o günden şimdiye kadar, sana ve j kişisi birbirlerine notlar bıraktılar. sana çizerdi ve o kişi iltifatlar ederdi, her nota kendileri hakkında bir şey eklerken. bu şekilde kendileri hakkında biraz daha bir şeyler öğrenirlerdi. 

sana kızın adını bilmiyordu ama japonya'dan değil, kore'dendi. aynı zamanda müzik dinlemeyi sevdiğini ve o belli masada güvende hissettiği, kimsenin onu izlemediğini hissettiği için oturduğunu biliyordu.

ama bugün, j'den gelen notlar biraz farklıydı. her zaman j, aktif ve mutlu birisi gibi duruyordu ama notların kağıda yazılış şekli kızın endişesini açığa vuruyordu. her zamanki 'bu çok ilginç, çok yeteneklisin' ve devamındaki iltifatları yazarken titriyormuş gibiydi ve hatta sana yazının etrafında birkaç sıvı leke görebiliyordu, ve bu da o kadar düzenli değildi.

sarışın olan bunların kahve olduğunu düşünüyordu, kız birazını dökmüş olabilirdi. ancak, biraz daha düşünürse bu su olabilirdi, hatta belki de göz yaşları. çünkü eğer kahve olsaydı, ayırt edici bir rengi olurdu, ama bahsettiği leke elmas kadar temizdi. sana, kızın ağlamış olabileceği düşüncesiyle kaşlarını çattı ve sandalyesine geri yaslandı, düşünceye derince girerken o anda çalan şarkıyı dikkatlice dinliyordu.

şarkı, bağımlılık yapıcı bir şeydi, yavaş olsa da sana'nın dans etmek istemesini sağladı. vücudunu etrafta sallandırmayı, ya da ona benzer bir şeyi yapmak istedi. ancak yapamazdı, şarkı üzücüydü. şarkıyı söyleyen kızın duygularını anlatıyordu, omuzlarındaki zorlukları ve ağırlıkları. birine bir yardım çağrısı, sana bu sonuca varmıştı. birisinin onu anlaması için bir çağrı, gerçekten olduğu kişiden dolayı yanında olunması için. ve sarışın kız dinledi ve ritmine uyumla vurdu, şarkının ismini bulabilmesi için beynini zorladı.

tanıdık geliyordu, kelimelerin şarkının vücutlaşması için kullanılış şekli, şaheser muhtemelen bir deneyimden dolayı yazılmıştı. ancak, şarkıyı ikinciye duymuyordu. büyük ihtimalle eni yayınlanan bir şarkıydı, yoksa momo tekrar açardı, tüm evren tarafından açılmamak için fazla güzel bir şarkıydı, sana kendince düşündü.

dakikalar sonra şarkı sonuna gelmişti ve sana not defterine geri dönmüştü, yine de j'nin kelimeleri ve göz yaşları aklında dolaşıyordu. kızın üzgün hissetmesini istemiyordu ve kendisi kötü hissetti, onunla beraber olamadığı ve kırgınlığını alamadığı için. bu yüzden, yapabileceği tek şeyi yaptı. sana, j'ye bir resim çizdi ve karalama yapmak yerine 'günaydın, iyi günler', ve telefon numarasını yazdı. biraz cesur bir hareket olsa da, yanızca nasıl olduğunu kontrol etmek içindi.

zaman geçti ve sana şarkıyı tekrar ve tekrrar mırıldanıp durdu, yapması gereken tüm çalışmalardan dikkatini dağıtmıştı. tekrar sınav sezonu gelmişti ve aklına takılan o şarkıyla hiç bir iş yapamamıştı. sanki melek sesli kız ona musallat olmuştu, beynine son derece güçlü taşıdığı duygularının gitmesine izin vermiyordu. sana'dan yardım istiyor gibiydi, vücudundaki her bir hücrenin kontrolünü ele geçirmişken.

ders çalışamamaktan hüsrana uğramış ve badem sütlü buzlu lattesini bitirdikten sonra, notu j'nin görmesi için masanın altına sıkıştırmış, eşyalarını da alarak tuvalete gitmişti.

kapıyı ittirdikten sonra, ilk gördüğü lavaboya ilerledi. sessiz bir iç çekişten sonra etrafına bakıp kimsenin olmadığından emin oldu ve aynadaki yansımasına baktı. aniden modunun düştüğünü hissetmişti. tüm endişeleri, yoğun hayatına karşın bazı projelerinden kalması, j'nin kötü hissetmesi. tüm endişeleri bir anda onu aşağıya itiyor, omuzlarını çekiyor ve nefes almasını engelliyordu.

sana musluğa döndü ve kendini toparlanması için zorlarken yüzüne biraz su çarptı. tekrar iç çekti, aynaya bakarak aklında takılı olan şarkıyı mırıldanırken.

''sesini sevdim.'' kızın arkasından biri konuştu, topuklularıyla köşeden dönerken.

''ah, sağol.'' sana sözlerini ağzında geveledi, başında kova şapka ve yüzünde siyah bir maske olan, yanaklarından kırmızı bir tonu az çok gözüken kadının önünde eğilirken.

şarkıyı söylemeye başladığında yanlız olduğunu sanıyordu. bu utanç vericiydi, sana düşündü. ancak düşüncelerini aniden söyleyen kadın gayet memnun gibi duruyordu, sana yüzünü maskenin arkasında gizlendiğinden göremiyordu.

''şarkıyı seviyor musun?'' diye sordu, elleri arkasındayken, sarışın kıza bakıyordu. gözleri kova şapkadan dolayı zar zor gözüküyordu ve sesi boğuk çıkmıştı.

''evet,'' sana iç çekti ''bu şarkı ilk duyduğumdan beri aklıma takılı kaldı.'' kabullenmişti, önündeki kızdan bir kıkırdama kazanırken.

sana kaşlarını çattı, komik bir şey dememişti. neden kız kıkırdıyordu? buna rağmen, sana kızın gülüşünü şirin bulmuştu.

''buraya sıkça gelir misin?'' kız kova şapkasını çıkarırken sordu, arkasını dönmüş kıza bakarken.

''gelirim,'' sana mırıldadı, tekrar musluğa doğru dönerken ''ya sen?''

''bende,'' kız konuştu, görünüşe bakılırsa bir grafiti kalemi tarafından olan sana'daki lekelere baktı ''çiziyor musun?''

''pek değil,'' dedi sarışın olan, başından beri ellerinin lekeli olduğunu farkederken ''sadece şapşal çizimler.''

kız kafasını salladı, hala maskesini çıkarmadığından sessizliğe düşmüştü. aynaya bakarken saçlarını düzeltiyordu, nadiren gözleri ellerini yıkarken tekrar şarkıyı mırıldanmaya başlayan sana'yla buluşuyordu.

''adı pretend.''

''huh?''

''şarkı,'' maskenin arkasındaki kız konuştu ''adı pretend.''

''teşekkürler,'' sana gülümsedi ''sanatçıyı tanıyor musun? sesi en sevdiğim sanatçılardan birininkisine benziyor, ama gerçekten onun olup olmadığını çıkaramıyorum.''

''park jihyo.''

''değil mi,'' sarışın olan gülümsedi ''o tam bir melek.''

''gerçekten mi?'' kız maskesini indirirken sordu ''neden öyle düşünüyorsun?''

''sesinin şarkı söylediğinde beni başka yerlere götürebilme gücü mucizevi ve japon fanlarını memnun etmek için çıkardığı albümleri için harcadığı zaman,'' sana devamını getirdi, hala ellerine bakarken ''of! o tam bir melek.''

''bunu çok duyuyorum.''

''üzgünüm, ne?'' sana sordu.

''dedim ki,'' kız konuştu ''bunu çok duyuyorum.''

ellerini kurularken, sarışın olan bunca zamandır arkasında duran kıza bakmak için döndü. kız kafası karışmış bir şekilde bakarken yüz ifadesini hızlıca şaşkınlık yerini aldı, sana elinde tuttuğu havluları yere düşürdü.

''selam.'' kız gülümsedi, artık başında bir şapka ve yüzünde bir maske yokken, ayrıca bir süre önce arkasında olan elleri önündeydi, sarışın olana sallıyordu.

''aman tanrım,'' sana paniklemiş, kısa boylu kızı yukarı ve aşağıya bakarak inceliyordu ''sen park jihyo'sun!''

''evet öyleyim.'' jihyo gülümsedi, kollarını açmış, kızı sarılmaya davet ederken.

''sen burada ne yapıyorsun?'' sana sordu, esmere sarılırken.

''japon fanlarımla- oh pardon benim hatam,'' yere bir şey düşürürken mırıldandı ''japon fanlarımla ilgileniyorum.'' sarılmayı bırakırken.

sana sessiz kalmıştı, jihyo'yla sarılırken elinden düşen şeyi almak için atılırken.

''çok şaşırmış duruyorsun,'' dedi kız ''ben aslında buraya sık sık gelirim. ne kadar süredir japonya'dayım, 6 ay falan?''

''oh bu-'' sana konuşmaya başladı, eline aldığı kağıda bakarken. ''-çok güzel.''

belki de kendini toparlamaya çalışırken su gözüne gelmiş ve görme yetisine zarar vermişti çünkü kağıtta yazan tanıdık kelimeler ve çizim o kadar tanıdık gelmiştiki kağıt hem kore hem de japonya'nın sevgili park jihyo'suna ait olamazdı.

''bir sorun mu var?'' jihyo, gözleri önünde dona kalmış kız, yanlışlıkla düşürdüğü kağıda bakarken sordu.

''b-ben,'' sana mırıldandı, jihyo'yla gözlerini buluşturduğunda içinden çığlıklar atarken ''ben çizdim bunu.''

''öyle mi?'' esmer olan sordu, kıza gülümserken ''yani, sen sana'sın.''

sarışın olan sözlü olarak cevap veremezken, başını salladı, jihyo'nun elindeki kağıdı alıp vücuduna bir adım daha yaklaşmasını izledi.

''ne?''

''hiçbir şey,'' jihyo nefesini verdi ''sadece bu kadar güzel kızların güzel de çizebildiklerini bilmiyordum.''

''sen--''

''evet, 'j'. buraya resmen her gün odaklanmak ve huzur içinde şarkı yazmak için geliyorum,''  esmer olan sana'ya bir adım daha yaklaştı ''garip, değil mi?''

''ne?''

''seni tanımama rağmen beni bu kadar mutlu etmen.'' jihyo fısıldadı, kendi elleri arasına almak için sana'nın ellerine uzandı. hiç yoktan cesur bir hareket olduğunu biliyordu, ama kız ona çoktan numarasını vermişti, bu yüzden neden bir denemiyordu?

''ö-öyle miyim?'' sana sordu, tüm vücudu ateş içindeydi ''iyi misin? notta modun düşük gibiydi.''

''elbette, iki soru içinde,'' dedi esmer ''ben her zaman arkadaki masada diğer insanlar tarafından tanınmamak için otururum, ama ilk çizimini ve o şirin notlarını görünce. ben sadece..''

''sen sadece?''

''bilmem,'' jihyo omuzlarını silkti ''sanırım, seni daha yakından tanımak istedim.''

''oh.'' sana'nın resmen dili tutulmuştu. daha şimdi meleklerinden, en sevdiği sanatçılardan biriyle tanışmıştı ve o kişinin jihyo olup, gerçekte hayatta daha güzel olduğu gerçeği kızarmamasını daha da zor kılıyordu, tam o sırada jihyo bir adım daha ileri attığında yüzleri  kelimenin tam anlamıyla tek nefes uzaktaydı.

''park jihyo, resmi olarak tanıştığımıza memnun oldum.'' kız kıkırdadı, jihyo, sana'nın yüzünü elleri arasına alıp dudaklarını birleştirdiğinde nefesini tutuyordu.

zaman sana'nın öpücüğe yanıt vermesiyle donmuştu, elleri utangaç bir şekilde kızın kalçalarındayken jihyo'nun gülmesini sağlamıştı, bir süre sonra ayrıldılar.

''çizebilen güzel bir kız ve öpüşmekte iyi olan birisi,'' jihyo nefesini verdi ''bingo!''

sarışın olan yere bakarken, utanmış bir şekilde elini kafasını arkasına götürüp saçlarını karıştırdı. aniden onun ve jihyo'nun ayakkabıları oldukça ilgi çekici gelmişti. gerçekdışıydı, kalbinin seslice ve acımasızca atması. sanki vücudu, jihyo'nun yumuşak dudaklarının onunkilerin üzerinde olması olayını kabullenmeyi reddediyordu.

''harika,'' sana mırıldandı ''şimdi bu günün kalanında aklıma takılmış olacak.'' 

jihyo tekrar kıkırdadı ve sana onun büyük beyaz kanatlarını ve tacını görebildiğine yemin ediyordu, jihyo gerçektende bir melekti.

"bunu severdim," sana'nın dudaklarına birkez daha bir öpücük bırakırken, esmer olan gülümsedi "uzun süre aklına takılı kalmayı."

 all the credits goes to @kimwig !! thank you for letting me translate this masterpiece of yours <3

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

1.4K 150 18
Prem ellerinde olan bakışlarını karşısında bütün ciddiyetinle duran kişiye çevirdi. Boun ellerini Prem'in ensesine yerini aldığında harelerindeki par...
118K 13.1K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
510 87 8
Hongjoong, sahibi kendini terkettiğinde hiç bilmediği yalnızlığın en acı veren yüzüyle tanışmıştı. Bırakıldığı kedi barınağında yıllarını geçirmiş si...
LEYAL Από Di1881cle

Εφηβική Φαντασία

7.8K 782 10
"İsminin anlamı gibisin, gece gibisin. Sana yaklaşanları karanlığında boğuyorsun." Gözleri siyahın en koyu tonuna bürünmüştü. "Dikkat et ki, sende be...