KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

By -zehradogan

786K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... More

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
9 - KÖR BAŞLANGIÇ
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

2 - YENİLİKÇİ DÜZEN

42.3K 2.2K 1.5K
By -zehradogan


"Beni ben yapan şeylere tutunmayı bırakırsam kim olurum?"

"Hesna! Bana bak!" Omzumu sarsan el şimdide çenemi tutup hala annemin gözlerinde kilitli kalan bakışlarımın kendisine çevrilmesine sebep olmuştu. Şimdi Doğa, aceleci ve de güçlü kalmak zorunda olduğu rolü üstlenmiş gibiydi. Biliyorum korkuyordu. Öfkeliydi, ne yapacağını bilmiyordu. Anlamamıştı. Olanları hiç anlamamıştı hem de. Bunu gözlerinden okuyabiliyordum. Kendimi bu hainliğe hazırlamıştım. Bir gün hükümetin bizlerin canını yakacağını biliyordum. Kanıtlayacak delillerim yoktu. Her şeyi kendi paranoyamdan uydurduğumu düşünen arkadaşlarım oldu. Bugün ise düşüncelerim doğrulandı.

Üzücü olan ise kimse buna inanmayacaktı. Yeni bir düzen insanların ilgisini çekiyordu, arkasında yatan zorbalıkları göremeyecek kadar zenginlik içinde yaşatılıyorduk. Her şeyin bir bedeli yok mudur? Birileri bu bedelin kurbanları olacaktı. Öngöremediğim şey ise yapılan düzenin amacının insanlara neler getireceğiydi. Özgürlüğümü kısıtlayacak bir sisteme köle olmak istemiyordum.

Benim bedenim, benim zihnim, benim kararlarım. Her zaman bunları savunacağım. Kıyafetim, inancım, alışkanlıklarım. Asla değiştirmeyeceğim. Beni ben yapan şeylere tutunmayı bırakırsam kim olurum? Her şeyi alabileceklerini gösterdiler. Ne yapmam doğru olacaktı? Doğa ona tepkisiz bakan gözlerimde bir hareket arıyordu. Bir bataklığın içine batmışçasına öyle güçsüz öyle yıpranmış hissediyordum ki... Zaman durmuştu sanki.

Hala çenemi tutan elinden kendimi çekerek tekrar ardına kadar açık olan evimizin kapısına baktım. Hiçbir zaman, hiçbir yaşımda unutmayacağım bir görüntüydü bu. Hızlıca arabayı çalıştırarak direksiyonu kırdım ve evimin bahçesinden zora ki dışarı çıktım. İlerledikçe artan ağlamam buraya bir daha asla geri dönemeyeceğimi bildiriyordu bana. Sadece benim başıma gelmediğini biliyordum. Herkesi öldürdüklerine emindim.

"Nereye gideceğiz?" dedi ürkek ses tonuyla. Birazdan hiç görmek istemeyeceği şeyleri görmek zorunda kalacaktı. Derin bir iç çektim. Ölümün sorusu olmazdı. Tesellisi de yoktu benim için. Bunu bildiğinden az önce yaşadıklarımız hakkında ben konuşana kadar konuşmayacaktı. "Bir şeyden emin olmam lazım." dedim.

"O ne demek?" dediğinde beni anlamak istiyordu ama benim anlamaya çalıştığım şeyler başkaydı. "Size gidiyoruz." Bir cevap vermemişti bana. Sessizlik onu da germişti. İki katlı bir binada ablaları kurdukları aileleriyle oturuyordu. Enişteleri ve yeğenleri ile birlikte yaşıyordu Doğa. Hepsinin öldürüldüğüne emindim. Bu festival bir oyundu. Gençlerin hiçbir şeye müdahale etmelerini istememişlerdi. Her neye hazırlanıyorsak eğer ayak bağı olan her şeyi ortadan kaldıracaklardı. Bizleri neye inandıracaklarını merak ediyordum.

Yolun kenarlarında kalan evlerden patlama sesleri geliyordu. Işıklar yanıyordu ve bir ayaklanma söz konusuydu. Arkamızda bizi takip eden bir arabanın belirmesi an meselesiydi. "Hesna, neler oluyor burada?" Doğa arabanın camından dışarıyı izliyordu. Tedirgin bakışları beni içinden çıkılması zor bir kafeste sıkıştırıyordu adeta. "Bugünden sonra hiçbir şey aynı kalmayacak." dedim. Eve yaklaşmıştık. "Ne demek istiyorsun? Bilmece gibi konuşma. Korkuyorum."

Hiçbir şey demeden evin önüne geldiğimde silahımı belimden çıkardım. Evin tüm ışıkları açıktı. İçim o kadar sıkılmıştı ki tüm vücudum kemiklerimle birlikte geriliyormuş gibi hissettiriyordu. "Arabada kalmanı istiyorum Doğa." Gözlerinin içine bakarak söylediğim şey onda korkak bir merak uyandırmıştı. "Neden?" dediğinde "Lütfen Doğa. Burada kal ve beni bekle. Hemen döneceğim." Bir şey demesine müsaade etmeden arabadan indim. Kapıya doğru ağır ağır yürüyordum. Yaklaştığımda kapının açık olduğunu fark etmemle gözlerimi uzunca kapattım.

Ağzımı açıp içime aldığım nefesi geri vermek istediğimde yüzümün ne kadar kasıldığını hissetmek canımı acıtmıştı. Yavaşça içeriye girdim. Salon boştu. Dikkatlice odaları dolaşmaya başladım. Oturma odasının kapısı açıktı. Silahımı daha da sıkı tutarak içeriye doğru girdim. Gördüğüm manzara aptal bir ifade bırakmıştı yüzümde. Çocuklar koltukta yatırılmıştı. Kanları halıya doğru akıyordu. Ölümün soğukluğu kalbime bıçak yarası gibi sancısını vuruyordu.

Gözlerimi onlardan güçlükle alarak diğer odalara yöneldim. Yerdeki kan izleri başka bedenlere götürdü beni. Üst katı da dolaşınca Doğa'nın bütün ailesinin öldürüldüğüne emin olmuştum. Kusacak gibi hissettiğimde başım döndüğünden kapının eşiğine yasladım kendimi. Yağmurun olanca ıslaklığı üzerimdeydi. Korku ve şoktan ötürü de terlemiştim. Buz gibi olan parmak uçlarım silahı zor tutuyordu. Arabaya geri dönmek için evden çıktım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Sanki elimin içine aldığım bir kuşun kalp atışı gibi, hissedeceğim o gümbürtü bütün bedenimi titretiyordu.

Arabaya yaklaştığımda Doğa'nın meraklı bakışları gözlerimi yakalamıştı. Tepki vermeden oturmak, hiç konuşmamak istedim ama beceremedim. Omzuma nazikçe dokunarak, "Hesna?" dediğinde içime atmaya çalıştığım hıçkırıklarım dışarı dönerek ağlatıyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyordum. Dakikalarca başım öne eğik bir şekilde ağladım. Bütün sinir sistemim çözülmüştü. Başımı kaldırarak ona baktım ve sıkıca sarıldım. Boşta kalan ellerini sırtıma koyarak beni kendine çekti. Ona kuvvetlice sarılmış bir halde ağlamama karşılık o da benim gibi ağlamaya başladı.

Biraz da öyle kaldığımızda en sonunda kendimi ondan ayırabilmiştim. "Takip edildiğimize eminim Doğa. Bizi yakalayacaklar." dedim. "Kim yakalayacak?" Anlamaz gözlerle bana bakıyordu. Sulu gözlerim burnumu da akıtıyordu. Soğuktan bütün uzuvlarım donmuş haldeydi. "Ben anlamıyorum. Neden şimdi bu haldeyiz? Sığınakta neden kalmadık? Aileni neden..." Sustu. Devam edemedi. Telaşlı bir çabuklukla sorduğu sorulardan yarım kalan son cümlesinin onu pişman ettiği belliydi. Ne yazık ki ne zaman yükseleceğini bilemediğim bir sinire sahiptim ama kendimi dengelemeye çalışıyordum.

"Herkes öldürüldü Doğa. Ailem, ailen... Öldüler!" Sesim istemeden yüksek çıkmıştı. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde bakıyordu yüzüme. Söylediklerim üzerine kapıyı açacakken kilitledim ve hızla buradan çıkmak için arabayı çalıştırdım. "Dur! İnmek istiyorum. Onları görmem gerek!" Arabanın içinde yankılanan sesine tepki vermeden sürmeye devam ettim. Göremezdi, onları o halde göremezdi. Hem zamanımızda yoktu. Nereye gideceğimi bilmiyordum.

Şehir, sokak sokak dolaşılmış ve bütün aileleri öldürmek için her yere girilmişti. İlerlediğim sokağın arasından süzülen ışığı görmemle arabayı sağa çekip farları kapattım. Doğa ben durana kadar susmamıştı. "Sessiz ol." diye fısıldadım. Karşı sokaktan çıkan araba yanımdan hızla geçti. Aynama bakıp uzaklaştığına emin olduğumda arabayı tekrar çalıştırıp devam etmeyi düşündüm. "Hesna biz ne yapıyoruz şu an? Ne olsun istiyorsun? Aklından geçen ne?" Doğa hiç beni sorgular olmamıştı bugüne kadar ama çok karmaşık hisler içinde olduğundan onu incitmek istemiyordum.

Normal şartlarda buna cinayet denir, polis aranırdı. Bir müdahalede bulunulması gerekirdi. Bizim içinse bu mümkün değildi. Hükümetin polisleri, hükümetin katilleri. Her şeye onlar karar verirdi. Bizi koruyacak olanlar da bize eziyet edecek olanlar da aynı kişiler olunca adaletin hiçbir söz hakkı kalmıyordu. Yönetim şeklimiz karma bir düzenin içindeydi. Yıllarca bu şekilde yaşadık. Sorgulanacak o kadar şey vardı ki, sistemin mantığını herkese kabullendirmiş durumdaydılar. Böylesini hiç yaşamamıştık. Ailelerimizin öldürülmesine isyan çıkarılacak mıydı yoksa buna bir kulp bulunup kabul mü ettirilecekti?

Konuşsam da beni dinlemezdi şu an bana soru sorsa da bütün algısı kapalıydı. "Akın'ı aramak zorundayım." dedim. "Şu durumda neden hala yanında değil!" Aklımı kaybetmemek için kendimi zor tutuyordum. "Bağırıp durma bana! Kafam karışık! Ben de anlamaya çalışıyorum. Bir şeyler için çabalıyorum görmüyor musun?" Keskince konuştuğum tonlamamı bir kenara bırakıp bakışlarımı da ondan alarak elimdeki telefona yönelttim. Rehberde Akın'ın ismine bakıyordum. Arayıp aramamak arasında gidip geldim. Başka çaremin olmaması üzüyordu.

Arama tuşuna bastım ve telefonu kulağıma götürdüm. İlk çalışta telaşlı bir ses tonuyla açmasını beklemiyordum. "Hesna neredesin sen? Evde yoksun, festivalde yoksun. Arıyorum ulaşamıyorum." Diyeceklerimi toparlamaya çalışarak cevap verdim. "Ne yapacağımı bilmiyorum. Her şey çok ani oldu." Evime ne zaman gitmişti? Ailemi görmüş müydü? "Neredesin yanına geleceğim." demesi üzerine içimde beliren şüphelerimi yansıttım. "Evime ne zaman gittin?" Hemen cevap vermedi. Aramıza kısa bir sessizlik girdikten sonra konuşmaya başladı.

"Evinin yakınlarından geçerken babanlara selam vermek istedim. Festivalde olduğunu biliyordum. Onlardan ayrılınca siren çalmaya başladı zaten. Festival yerinde seni arayıp durdum. Sığınakta değilsen sen neredesin Hesna?" Alelacele anlattıkları karşısında bir an duraksadım. "Senin olanlardan haberin yok mu?" dedim. "Yangın çıktığı söylendi. Şu an sığınaktaki insanların güvenliğiyle ilgileniyoruz bana bir haber gelmedi. Başka bir şey mi var?" demesi üzerine adeta kafamdan aşağı kaynar sular döküldü.

"Akın sen askersin! Ailem öldürüldü! Haberleri sana ben mi vereceğim?" Gerçekten hem üzgün hem de o kadar sinirliydim ki arabanın içinde zor duruyordum. Doğa yanımda dikkatle beni izliyordu. "Hesna neredesin söyle hemen." dediğinde sıkıntılı bir nefes boşalttım içimden. "Burası karışık, güvenli bir adres söyle ben geleyim." Nereye gideceğimi bilmiyordum. Şu gün bitsin diye dua ediyordum. Konumu yolladığında gideceğim rotaya doğru sürmeye başladım.

"Doğa, etrafa dikkatli bak." dedim sanki her an yakalanacakmış hissiyle. "Sen devam et, aksi bir şey yok şu an." Çok yorgundum. Bitmeyen bir geceydi. Umarım Akın güvenli bir yer bulurdu bize. Ayakta duracak halim kalmamıştı artık. Akın'la yakında düğünümüz vardı. Sürekli ertelenen, sürekli tarihi değişen bir düğün. Hiç durulmayan olaylar karşısında sağlıklı bir organizasyon kurulamadı. Askeri diktatörlük yönetimi her şeyi bağlar olmuştu. Akın hükümetin bir askeriydi. O da benim gibi bu yönetimden şikayetçiydi. Bana kuralların karanlık yüzlerini anlatıyordu. İçeriden bilgi sızdırması da yazılarıma yansıyor ve insanların kafasını karıştırıyordum. Parayla insanları susturuyorlardı.

Ülke çok zengindi. Tek şart kurallara uymaktı. Hükümetin söylediğine göre dünya üzerinde var olan birkaç ülkeden biriydik. Geçtiğimiz yıllarda bazı ülkeler arasında nükleer savaş çıktı. Yeni bir savaşın yakın olduğunu tahmin edebiliyorduk. Bu yüzdendi bütün eğitimler. Başka şeylerde vardı ama bu hazırlığa 18 yaşındaki gençlere kadar kadın erkek fark etmeden katılma şartı olması düşündürüyordu. Akın, biyolojik silahlar üzerinde çalışıldığını söyledi.

Halktan gizlenen çok şey vardı. Ayrıca dış ülkelerle hiçbir bağlantımız yoktu. İnternet ağımız sınırlıydı. Dış dünyadan bir haber yaşıyorduk. Bunun güvenliğimiz için olduğu söyleniyordu. Nükleer bomba sonucu atmosfer zedelenmişti ve karanlığın yaşandığı günler içindeydik. Bugün ilk kez güneşi üzerimizde hissetmiştik. Uzun bir süre yaşatılan acının bize karanlık günlerin devamını getireceği belliydi. Sıcaklıkların oldukça düştüğü yıllar içindeydik. İklim değişiklikleri bizi nükleer bir kışın içine hapsetmişti.

Yaz mevsimini geçen yıl yaşamamıştık. Bombanın sonucunda atmosfere yayılan is ve kurum dünyayı karanlığı içine alıyordu. Kaç yıl daha bu kışın devam edeceğini bilmiyorduk. Ekosistem ve küresel iklim bütün dengesini kaybetmiş durumdaydı. Her şeyin yok olabilmesi karşısında hayatta kalışımız bir mucizeydi. Şanslı olan birkaç ülkeden birisiydik. Diğer ülkelerdeki kıtlığın üzerimize savaş getireceğini savunuyordu hükümet. Savunmaya karşı başka fikirler üzerinde çalışıldığını biliyordum ama ne olduğunu henüz öğrenememiştim.

Akın'ın attığı konuma yaklaşırken vücudumun titremesi beni endişelendiriyordu. Hasta olmak istemiyordum. Gece yarısına doğru ilerleyen zaman beni uykuya çekiyordu. En sonunda Akın'ın arabasını gördüğümde farları açıktı ve yaklaştığımı görünce arabadan dışarı çıktı. Kenara çekip durdum. "Sen arabada kal." dedim Doğa'ya. Bir şey demedi. Akın benden önce davranıp kapıyı açtı ve "İyi misin? Sana bir şey olacak diye çok korktum." diyerek sarılmak için yaklaşmıştı. Geri çekilerek dikildim karşısında. Aslında ona sarılmak istiyordum ama aramızda nikahımız yoktu. Kızgındım, bazı eksikler vardı. Akın'ı seviyordum ama ona karşı şüphelerim oluşmuştu. Onunla evlenmek istiyor muyum bilmiyordum.

Gülümsemesi yüzünde solarken bakışları da ciddileşmişti. "Neden sığınakta değilsin?" Sorduğu soru karşısında afalladım, sinirlerim iyice gerilmişti. "Neden sığınakta değilim?" diyerek sorusunu yineledim. Sorunun saçmalığını yüzüne vurur bir ses tonuyla. "Evet." Bu birden değişen ruh halleri beni çılgına çeviriyordu. Benim için endişeyle bakan bakışları şimdi soğuk bir sorguyla üzerimdeydi. "Sana ailem öldürüldü diyorum! Şu an sığınakta mı olmalıyım sence? Askersin sen! Ailemi koruyacağına söz vermiştin." Ağlamak istemiyordum ama kafamdaki soruların ağırlığı canımı yakıyordu.

"Hesna beni dinle. Fazla zamanımız yok. Ne derlerse yap tamam mı?" Dalga mı geçiyordu benimle. Kesinlikle bir şeyler oluyordu ve bana söylemiyordu. "Ne zamandır benden bir şeyler saklıyorsun? Neden hiç şaşırmış gibi değilsin?" Tam bir şey diyecekken yaklaşan arabaların ışıkları arasında kaldık. "Her şeyi anlatacağım. Beni bekle. Tüm bunları telafi edeceğim." Telaşlıydı, korktuğu belliydi. Yanımızda bir anda biten askerler etrafımızı sarmıştı. "Akın sen ne diyorsun?"

Çaresizce bakıyordum ona. Onu güvenli bir yer bulabilmek için aramıştım. Şimdi bu yaptığı da neydi? Beni bekle ne demekti? Askerler yanımıza yaklaştığında kolumdan sertçe tutup, "Şimdi yakaladım. Sığınağa götürüyordum." Şaşkınlıkla başımı ona çevirdiğimde gözlerime acı bir perde indi. Hayal kırıklığımın gözlerimden akıp gitmesini istemiyordum. Başımı diğer tarafa çevirdiğimde iki kolundan da askerler tarafından tutulan Doğa arabadan çıkarılıyordu.

Sanki kulağım çınlıyordu. Çok ses vardı ve her şey çok bulanıklaşmıştı. Sesleri seçemiyordum. Neler söyleniyor anlamıyordum. Algılarım kapanmış gibiydi. Çekiştiriliyor arabalarına binmek için götürülüyordum. Girdiğim şoktan çıkmaya çalışarak bağırmaya başladım. "Akın! Ne yaptın sen?" Ellerinden kurtulmaya çalışıyordum ama başaramamıştım. Doğa başka bir araca ben başka bir araca bindirilmiştim. Çantam, telefonum, her şey geride kalmıştı. Akın arkamdan öylece bakmış ve hiçbir şey yapmamıştı.

Araca bindirildiğimde yanımdaki asker ukala bir tavırla konuşmaya başladı. "Görev kutsaldır yazar hanım." Şoför koltuğunda olan asker de lafa dahil oldu. "Hükümetin askeri ve hükümete karşı gelen bir yazar. Komik bir ilişki." diyerek bir kahkaha savurdu. "Senin gibi devletine asi gelen biriyle hükümet askerini evlendirir mi sence?" dedi. "Kes sesini!" Kükrer gibi çıkan ses tonuma nazaran içten içe durumu hazmedemiyordum. Evlenecek bireyler ancak hükümet onaylarsa evlenebilirdi. Çok can sıkıcıydı. Son birkaç saattir neler yaşıyordum böyle?

"Ailelerimizi neden öldürdünüz?" Asla sakin değildim. Hepsini parçalamak istiyordum. Soruma kimse cevap vermemişti. "Neden öldürdünüz dedim!" Hala ses yoktu. Az önce benimle dalga geçiyorlardı. Şimdi neyin sessizliğiydi bu? "Sana diyorum!" diyerek önümdeki askerin omzuna yapıştığımda direksiyon hakimiyetini kaybedip yol üzerinde savrulmuştuk. Kolunu benden kurtarıp yola tekrar girdiğinde başıma bir silah dayanmıştı. Yanımdaki asker bir eliyle omzumu tutup beni geri çekerken diğer eliyle silahı gözüme sokacak durumdaydı. "Rahat dur!" demesi üzerine silahı daha da dayadı başıma.

"Kullanmaktan çekinmem." dediğinde başımı hafifçe ona çevirdim. "Kullan o zaman." diyerek suratına kafa attığımda acıyla yüzünü buruşturdu. Elindeki silahı alıp ona doğrulttuğumda ellerini kanayan burnundan çekerek havaya kaldırdı. Cama yaslanmıştı. Diğer elimle belimdeki silahı çıkararak önümdeki askere doğrulttum. "Hesna Kaner! Hemen silahını indir!" diyen önümdeki adamın ensesine silahımı dayayarak tehditvari ses tonuyla, "Hangisini indireyim?" dedim.

"Bir yanlış yapma. Ne kaçacak ne de gidecek hiçbir yerin yok! Boyun eğ!" Dediklerine odaklandığımda yanımdaki askerin hamlesiyle elimdeki bir silah koltuğa düşerken diğeri patlamıştı. Ön cam kırılmış ve araç tekrar savrulmuştu yolda. Ani frenle durduk. Mermi karşımdaki askeri teğet geçmişti. "İndir şunu!" Emir üzerine yanımdaki asker beni bir hışımla arabadan indirdi. Aracın kaputuna resmen fırlatmıştı beni. Arkamdan ellerimi kelepçelerken arkadaki araçlarda durmuştu.

Akın bir arabadan çıkıp yanımıza doğru geliyordu. "Ne oluyor burada?" Öfkeyle sorduğu soru yine öfkeyle cevaplanmıştı. "Sevgilin az daha kafama sıkıyordu!" Çaresiz bakışlar, öfkeli duruşlar. Sessizlik hâkim olduğunda Akın'ın hareketlerini izliyordum. Sevdiğim adamın bir planı mı vardı yoksa beni gerçekten teslim mi etmişti? Başım ağrıdan çatlıyor bedenim ise yorgunluktan titriyordu. Gecenin ilerleyen saatleri havayı daha da acımasız bir şekilde soğutmuştu.

"Direksiyona geç Akın." dendiğinde hiçbir şey demeyip koltuğa oturması içime ağır bir sinir daha ekledi. Askerler iki tarafıma da geçtiğinde arka koltukta beni aralarına alarak oturmuştuk. Bu durumun içinde olmak beni o kadar rahatsız ediyordu ki... Kaskatı gerilmiş umutsuzca gideceğim yere varmak için içime çekilmiştim.

Ailem yoktu. Beni koruyan babam yanımda değildi. Sevdiğim adam ise içime güvensizlik tohumlarını ekmişti. Bu bir plansa bile bana bunu söylemeli değil miydi? Beni bu acılarla nasıl yalnız bırakabildi? İçime batan hayal kırıklıkları ile sessiz kalarak varacağımız yere gitmeyi bekledim. Yapacak bir şeyim yoktu. Elimden bir şey gelmezdi şu an. Günün yorgunluğu uykumu getirdiğinde göz kapaklarımı daha fazla açmaya güç yetiremedim. Birden vücudumun öne doğru eğilmesiyle durduğumuzu fark ettim. Ne kadar uyuduğumdan haberim yoktu. Alelacele arabadan çıkarıldığımda uykunun getirdiği sersemlik hamle yapmamı engelliyordu.

İki asker arasında götürülüyordum. Kollarımı sıkıca tutuyorlardı. Yarım ağız bir gülüşle, "Korkmayın, bir şey yapmayacağım." dedim. Kafasına neredeyse mermi atacağım asker, "Sana belli mi olur?" dedi. Arkamı dönüp baktığımda Akın arkamdan geliyordu. Gözlerinde bir şey aramaya çalıştım ama bakışlarını kaçırıp yere bakmaya başlamıştı. Başımı tekrar önüme çevirdiğimde kaşlarım istemsiz çatılmıştı. Tüm bunlara neden izin verdiğini anlamıyordum. Ona çok öfkeliydim.

Sığınağın kapısına getirildiğimizde herkes durdu. Doğa yanıma getirilmişti. Korku dolu bakışları artık çok donuk bakıyordu. Yine sürekli benimle konuşma halinde olan asker, "Şimdi kelepçeleri çıkaracağız. Ters bir hareketinizde canınız yanar." dedi ve kelepçeleri çıkarmaya başladılar. Çözülen metalle bileklerimi ovmaya başladım. Bütün kemiklerim sızlıyordu. Herkes bize pür dikkat bakıyordu. Merak etmeyin pislikler bir şey yapmayacağız! İç sesim onlara hakaretlerimi melodi gibi zihnime vuruyordu. Tiksiniyordum hepsinden.

Kapılar açıldı ve içeri doğru yürümeye başladık. Akın'a bakmamıştım. Yüzünü görmek istemiyordum. Doğa ile içeri girdiğimizde arkamızdan kapılar kapandı. Bir sürü insan anlık bize baktığında tekrar önlerine döndüler. Bir süre durduk öylece. Doğa bir elini omzuma koyarak, "Canını çok yaktılar mı?" dedi. Sorduğu sorusuyla gözlerim buğulanmıştı. Kırık bir tebessümle, "Ben iyiyim, peki sen?" Duygularını anlamaya çalışıyordum. "İyi misin?" dedim.

"Keşke şu an senin odanda olabilsek. Yatağında yorganı üzerimize çekip uyusak. Isınmak istiyorum. Çok üşüyorum." Söyledikleri üzerine bir şey diyemedim. Sinirlerim alt üst olmuştu. Saatin kaç olduğu hakkında da bir fikrim yoktu. Düşüp bayılacakmış gibi hissediyordum. Gücümü toparlamaya çalışarak, "Hadi gel. Oturacak bir yer bulalım." dediğimde insan kalabalığının içine doğru yürüdük. Adımlarımız ilerlediğinde yanımıza biri koşarak geliyordu. Uyanık kalmaya çalışarak gelenin kim olduğuna odaklandım.

Bu Beril'di. Yanımıza geldiğinde nefes nefese kalmıştı. "Siz iyi misiniz? Gitmemeniz gerektiğini söylemiştim!" Beril'e ithafen konuşan Doğa oldu. "Şimdi durup bunu mu tartışalım?" Gerçekten artık dizlerimin bağı çözülüp yere yığılmam an meselesiydi. "Gelin, size battaniye ve yiyecek bir şeyler getireyim." dediğinde Beril'i takip ettik. Bizi boş bir yere oturtup battaniye verdi. Çabuklukla battaniyeye sarıldığımda hemen ısınabilmeyi umdum. Ardından iki bardak ve termosla yanımıza geldiğinde bardakları elimize tutuşturdu.

Termostan bardağa boşanan çayın sıcak buharı yüzüme vurmuştu. Gözlerimi kapatarak sıcak bir şeylere dokunmanın hissini yaşamaya bıraktım kendimi. Ellerimi ısıtan bardak soğuktan uyuşan parmaklarımı da çözmeye başlamıştı. Bardağım dolunca dudaklarıma götürerek sıcak çayı yavaşça yudumlamaya başladım. Biraz olsun iyi hissetmiştim. "Birazdan anons vereceklermiş. Ne yapacağımızı söyleyecekler." Beril'e boş boş bakan Doğa, "Sonra ne olacakmış? Ailelerimizi nasıl öldürdüklerini mi anlatacaklar?" dedi iğneleyici bir şekilde.

"Ne öldürmesi?" Beril ifadesizce bize bakıyordu. "Yangın hikâye. Katletmişler herkesi." dedim nefret kusarak. "Hesna! Kimsenin öldürüldüğü yok. Yangın çıktı ve yangına müdahale edildi." dedikleri üzerine anlık sinir harbi yüklenmişti içime. "Beril sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Ailemi kurşunlamışlar! Doğa'nın ailesini de! Öldürmüşler diyoruz!" Sesimi yükseltmemle Beril, "Sus..." Etrafını kontrol ederek, "İnsanlar duyacak. Konuştuklarınıza dikkat edin. Herkesi paniğe sürükleyeceksiniz." dedi.

"Duyarlarsa duysunlar! Herkes duysun!" deyip ayağa kalktığımda ekrana bir görüntü verildi. İnsanlar odaklarını benden alıp bakışlarını ekrana çevirdiğinde yangınlar içinde kalan evlerin görüntülerini izliyorduk. Yanan evler ve evlerden çıkarılan yanık bedenler. Dakikalarca izledik görüntüleri. Etrafa baktığımda ağlayan insanlar gördüm.

"Gördüğün gibi yangın çıkmış. Katledilme diye bir şey yok yani." Beril'e şaşkın bir şekilde bakarken Doğa bakışlarımın yeni yönü oldu. Beril'in üzerine yürüyerek, "Oyun mu oynuyorsun bizimle?" dedi. Omzundan sertçe itmesiyle Beril yere düştü. "Dost musun düşman mısın? Bize inanman gerekirken dediklerine bak!" Doğa'yı hamle yapmaması için tuttuğumda elimden kurtularak yerde yatan Beril'i yakasından kavradı. Çabuklukla ayağa kaldırıp karşıdaki duvara kadar sürükledi. Sertçe duvara dayayarak konuşmasını sürdürdü. "Sana asla güvenmedim! Haklıymışım da! Anlattıklarımız karşısında üzülmedin bile." Keskince söylediği sözlere devam edecekken Doğa'yı güç bela ondan ayırdım.

Beril, kışkırtıcı sözlerine devam etti. "Her şey ortadayken sizin delili olmayan sözlerinize mi inanalım! Arkadaşlar buraya bakın!" dediğinde zaten herkes bize bakıyordu. "Hesna Kaner ve Doğa Perla'nın savunmasına göre askerlerimiz ailelerimizi öldürmüş!" Bunu söylemesiyle herkesten uğultulu bir şekilde konuşma sesleri geldi. Gözlerimiz şaşkınlıkla açılırken bizi soktuğu duruma öfkelenmiştim. "Oysa görüldüğü gibi yangın çıkmış! Hesna Kaner, hükümete olan kinin yüzünden iftiraya da mı başladın?" Gerçek miydi bu? Nasıl söyleyebildi bunları?

"İftira değil! Ailem yangında ölmedi! Öldürüldüler!" Kendimi nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Zaten gece boyu yaşadığım şokları atlatabilmiş değilken bu kız ne saçmalıyordu böyle. "Sana neden inansın bu insanlar? Herkes yönetimden şikayetçi olduğunu biliyor! İsyan çıkarmaya çalışıyorsun!" Doğa, Beril'in ensesinden tuttuğu gibi kalabalıktan uzaklaşarak götürdü. Arkalarından gittiğimde kalabalığa çarparak geçtim.

Doğa, Beril'i yere doğru savurduğunda bu sefer düşmemişti. Beril doğrulduğunda, üzerine yürüyerek sıktığım yumruğumu suratına geçirdim. "Herkesi paniğe sürüklüyorsunuz dedikten sonra yaptığın şeye bak! Arkadaş değil miyiz biz? Beni nasıl bu duruma sokarsın sen?" Çenesini tutarak tekrar doğrulduğunda "Bilerek yaptım." dedi. "Bilerek yaptım ne demek Beril?" Gerçekten artık çok sıkılmıştım.

"Bilerek yaptım çünkü burada olmamızın bir sebebi var. Ben siyaset okuyorum unuttun mu? Bu adamlar neyin peşinde iyi bilirim." Sinirden gülmeye başladım. "Neyin peşindeler peki siyasetçi Beril Aclan?" dedim dalga geçer gibi sorduğum soruya ciddi bir cevap bekliyordum. "Bizi buraya bir amaç için koydular. Ailenizi kim öldürdü ya da yangını kim çıkardı bilmiyorum ama bizim askerlerimizin olmadığına eminim." Doğa araya girerek, "Nasıl bu kadar eminsin? Ne biliyorsan anlat!"

Gerçekten öfkeliydim ve Beril saçmalamaktan başka bir şey yapmıyordu. "Beril sen ne anlatıyorsun? Az önce beni herkese yalancı gösterdin! Ben hükümetin kurallarının kabul görülmesini istemezken sen bana inananları da şüpheye soktun. Neye sebep olduğunun farkında mısın? Bu halka yapılan bir darbeydi ve bizi kukla gibi oynatacaklar. Yarın örtümüzün yok olacağı çok muhtemel! Bizi bir şeye hazırlıyorlar ve bunun için sadece gençleri hayatta bıraktılar. Eğitim gören 18-28 yaş aralığındaki insanlar var burada. Bunun dışındakiler öldü. Ne mantıkla yapıldı ya da plan ne bilmiyorum ama canımızı fena yakacaklar. Bu konuda savunman ne merak ediyorum doğrusu!" dedim.

"Bence ailelerimizi öldüren başka bir şey." dediğinde kafayı yiyebilirdim. "Bu mudur? Bu mu yani savunman? Bizi festival diye buraya soktular! Herkesin isimlerini aldılar. Dışarıda kalanları öldürdüler. Birde her yeri yakıp yangınmış gibi gösterdiler. Devletin tek amacı sadece onlara muhtaç ve onlara sadık askerler yetiştirmek. Bunu da ekrana verdikleri gibi süsleyip önümüze sunacaklar. Çok fazla soru var ve bize cevapları nasıl verecekler merak ediyorum gerçekten." Bağırarak söylediklerim onu hiç etkilemiş gibi durmuyordu. Doğa başta çok şaşkındı ama anlamaya başlamıştı.

Doğa'ya hep hükümet hakkında düşündüklerimi ve ileride bizi nelerin bekleyeceğini konuşurdum. O da beni dinler ama anlattıklarıma pek ihtimal vermezdi. Şimdi ise bugün yaşananlar şüphelerimin somut haliydi. Bir şeyleri artık fark ettiğini gözlerinde görüyordum. Peki neden Beril her zaman bana karşıt düşüncelerle geliyordu? "Bilerek yaptığın kısmı açıklamanı istiyorum Beril." dedim.

Bana doğru gelerek yaklaştı. "Sence şu an bizi izlemiyorlar mı? Benim de şüphelerim var ama bir şeyleri bulmamız için göze batmamalıyız. Onların istediklerini yapıyormuş gibi görünmeliyiz ki bizi tehdit olarak görmesinler. Her hareketin izlensin istemiyorsan biraz sessiz kal." Sessizce söylediği sözler karşısında kaşlarımı çatarak baktım ona. Doğa araya girerek konuşmaya başladı. "Sen çoktan onların köpeği olmuşsun! Senin de ailen dışarıdaydı. Senin de ailen öldü farkında mısın? Senin tabirinle yangından kimse sağ çıkamamış. Hiç mi acı çekmiyorsun?" dedi.

Şimdi Beril'in söyleyeceklerine dikkat kesilmiştik. "Henüz öldüklerini bilmiyorum. Kurtulmuş olan kişiler olabilir." Aptal gibi kurduğu cümlelere karşılık inanamayarak baktım yüzüne. Konuşmak için ağzımı açtığımda anonstan gelen sese kulak kesildik. "Yaşanılan acımız için çok üzgünüz. Maalesef kurtarılan olmadı. Kalacağınız yerlere götürüleceksiniz. Yarın gerekli açıklamalar yapılacaktır."

Duyduklarımız karşısında aramızda sessizlik olsa da kalabalıktan telaşlı sesler geliyordu. Fazla uzun sürmeden kapılar açıldı ve askerler içeri girdi. Doğa, Beril'in kulağına eğilerek, "Ailen öldü Beril. Hala aynı düşünüyor musun?" dedi. Bir şey demeden donuk gözlerle dikti bakışlarını Doğa'ya. "Bizi nereye götürecekler?" dediğimde arkamdan kolumu tutan ele doğru döndüm. Karşımda sert bakışlarıyla duran Akın'dı. Kolumu elinden kurtararak bir şey söylemesini bekledim. "Ne derlerse onu yap! Savaşa hazırlanacaksınız." Söyledikleriyle arkasına bakmadan çekip gitti.

"Savaş mı?" Doğa'nın hem öfkeli hem de merakla sorduğu soru karşısında sadece yumruklarımı sıkabildim. "Akın, ne yapmaya çalışıyorsun?" Arkasından gidişine bakarak söylediğim şey üzerine Doğa, "Ben de bunu merak ediyorum. Umarım ne yaptığını biliyordur." dedi. Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Allah'ım uyandır beni bu kabustan. Yanımıza yaklaşan askerler bizi yönlendirmeye başladı. Herkesi çıkışa yönelttiklerinde koridor boyu yedi sıra olduk. Yedi sıra arkaya doğru uzanırken kalabalığın sonu nerede bitiyor göremedim. Ortalarda bir yerdeydik. Doğa arkamda onun da arkasında Beril duruyordu.

"Ne olacaksa olsun artık." dedim. Çıkış ekranında dijital saate baktığımda saatin 02:45 olmasına şaşırmıştım. Ne kadar geç olmuş. Festival 17:00' da başlamıştı. Bu kadar saat ayakta kalmış olmamıza daha da öfkelenirken sıranın yavaş ilerlemesi de beni delirtmeye yetmişti. "Hesna, ters bir şey yapma lütfen." diyen Beril'e içimden sabır çektikten sonra, "Gittiğimiz yerden hoşlanmazsam bunu tekrar söyle." dedim.

Sıramız yavaş yavaş geldiğinde insanların zırhlı araçlara bindirildiğini gördüm. Akın nereden geldiğini anlamadığım bir şekilde yanımda bitmişti. "Buraya." diyerek yönlendirmesiyle Doğa ve beni araca bindirdi. Beril arkamızda kalarak başka araca bindirildiğinde her şey çok hızlı olmuştu. "Nereye gidiyoruz?" dedim. Akın'la her ne kadar konuşmak istemesem de bana vermesi gereken cevaplar vardı. "Sizi güvenli bölümlere yerleştirecekler." dedi. Bir şeyler daha demesini beklerken sessizliği tercih edişine dayanamayarak, "Konuş artık!" Aniden yükselmemi beklemiyor olacak irkilmişti. Konuşmaya devam ettim.

"Akın bana hiçbir açıklama yapmadın! Senden gidebileceğim güvenli bir yer istedim. Bana ihanet ettin! Nasıl oluyor da biz şu an bu durumda oluyoruz! Ailemin öldürüleceğini biliyordun ve buna göz mü yumdun? Anlat!" Akın beni sakinleştirmeye çalışır bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Sana bir şey söyleyemezdim. Bunu da şimdi açıklamayacağım. Bizim için bir gelecek yok. Bizim için mücadeleye değecek bir inancım da yok. Buna hiçbir zaman izin verilmeyecek. Biz asla evlenemeyeceğiz. Bana ister korkak de ister cesaretsiz de. İstediğini söyle. Artık farklı şeylerle yüzleşeceğiz. Hayatta kalmak zorundayız ve aşka zaman yok. Şimdi değil belki ama sonra anlayacaksın."

Söyledikleri üzerine öylece durdum. Sözlerinin gerçekliğini düşündüm. Gözümden süzülen yaşın akmasına izin verdim. Berbat bir geceydi. Normal olmayan hayatımızın son günüydü. Karanlığın bir gün bizi içine alacağını biliyordum ama hep çok uzakta sanıyordum. Yanılmışım. Kış gündönümü, senden nefret ediyorum. Bugünden, bugünün içine aldığı her şeyden, ailemi öldürdüğün bu geceden nefret ediyorum. Böyle yalnız bırakıldığım için buna sebep olan her şeyden nefret ediyorum.

Sessizdim. Ona cevap vermedim. Hesap sormak istiyordum. Daha çok bağırmak, ağzıma geleni söylemek istiyordum ama yapmadım. Anlamı yoktu. Sebepler ne olursa olsun bize olan inancını kaybetmiş olması bütün sözleri kilitlemişti. Fazlasını konuşmaya gerek yoktu. Doğa, bir şey deyip demeyeceğimi yoklarcasına bana bakıyordu. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum. Yüzünü görmeyi, sesini duymayı istemiyordum. Bir şey demeyeceğimi anlamıştı. Otoriter ses tonuyla konuşmaya devam etti.

"Bölümlere ayrılacaksınız. Artık tamamen askeri usul eğitim görecek ve savaşa hazırlanacaksınız. Size girdiğiniz bölümlerde bilgilendirme yapılacak. Artık her şey çok hassas. Ne için savaştığınızın hemen açıklanmayacağını bilin. Karşı koymamanızı öneririm." Daha fazla ondan bir şey öğrenmek istemiyordum. Her ne ile karşılaşacaksak zaten an meselesiydi. Daha kötü ne olabilirdi ki? Hayatımız zaten mahvolmuştu.

Doğa, sormak istediğim şeye ses oldu ve "Gideceğimiz yere daha ne kadar var?" diye sordu. Akın, "Yarım saatten az kaldı." dediğinde bu bana çok gelmişti. Vücudum ağrılar içindeydi. Bitmiyordu, gün bir türlü bitmiyordu. Sessizce yola devam ettik. Hiçbir şey konuşmadık. Akın, ara ara ne yapmamız gerektiği konusunda bilgi veriyor ama ona cevap vermiyordum. Hiçbir şey konuşmadan yolu bitirmek ve artık ona dair hayatımda bir şey olmasını istemiyordum.

Zırhlı araçlar arka arkaya sıra olmuş bir şekilde duracakları konuma doğru gidiyordu. Kaç bölüm olacak, bölümler kaç kişiden oluşacak bilmiyordum. Akın ona cevap vermem için ortaya bir şeyler söylese de konuşmayacağımı biliyordu. Bana her zaman umut etmemi söyleyen, beni bu aşka inandıran, bana gelecek vadeden kendisiydi. Şimdi çok basitçe birkaç cümleye sığan sözleriyle bitiriyordu her şeyi. Dakikalar geçti ve önümüzdeki araçlar yavaşlamaya başladı.

"Birazdan ineceksiniz. Kendinize çok dikkat edin." diyen Akın'a yine söyleyecek söz bulamamıştım. Doğa elimi tutuyordu, tedirgindi. Çok büyük bir binanın önünde durduğumuzda yer altına doğru giden bir yoldan içeriye girdik. Artık durduğumuzda Akın, "İnebilirsiniz." dedi. Hemen kapıyı açarak dışarı çıktım. Hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı. "Hesna." Adımı seslenerek yanıma geldiğinde Akın'a hayal kırıklığıyla bakmaya başladım.

Karşıma geçtiğinde son kez bakar gibi izledim onu. Üniformasıyla üzerinde taşıdığı silahları ona daha sert bir izlenim katıyordu. Sakalları uzamış ve onu daha olgun göstermişti. Koyu kahve saçları esmer teniyle uyumluydu. Gözleri siyaha yakındı ve her zaman derin bakardı. Hafif kemerli burnu da yüzünün hatlarıyla kendine farklı bir görünüm kılıyordu. Onun 1.80 boyuna nazaran yanında çok kısa kalıyordum. Bu da hiç umurumda olmamıştı.

"Seni korumaya devam edeceğim. Bundan şüphen olmasın." dedi. İnanmaz bir tavırla gülümsememe engel olamadım. "Ailemi koruduğun gibi mi?" Yüzüme tepkisiz bir şekilde baktıktan sonra, "Onlar için bütün şartları zorladım. Bu benim gücümü aşan bir şeydi. Üzgünüm." demesi üzerine yine hayal kırıklığı doldu içime. "Üzgün müsün? Sahi mi? Benim hayatıma girmek isteyen sendin! Bu sistemin parçası olmak istemediğini söyleyen, yazılarımı destekleyen sendin! Bu yaptığına bir isim koy ve bununla yaşa. Kendimi korurum ben. Sana ihtiyacım yok." Yanından çekilip gidecekken önüme geçip durdurdu beni.

"Şunu bilmeni istiyorum Hesna." Gözlerimi devirdiğimde söyleyeceği her şeyin artık bir önemi olmadığını anlamamış mıydı? "Sen ihanet de. Ben bu yaptığıma fedakârlık diyeceğim ve senin sevginle yaşayacağım. Her şey için şüphe duy ya da güvenme bana. Gerçek bir şey var. Bundan emin ol. Ben... Seni seviyorum." Çok anlamsızdı. Bunu söylemesi hiçbir şeyi daha kolay hale getirmiyordu.

Umutsuz bir tebessüm yerleştirdim yüzüme. Çok kırıcı olabilirdim. Kelimeler dilime dilime geliyor ve geri yutuyordum. Daha fazla konuşmayı gerek görmüyordum. Diğer askerler yanımıza geliyordu. Girişe doğru bizi yönlendirmeye başladıklarında Akın'a hiçbir şey söylemeyerek askerlerin bizi götürmesine karşı koymadım. Merdivenleri indik ve koridorları geçerek bizi yatakhanelerin olduğu bir kata getirdiler. Büyük bir yatakhaneydi. Geniş ve ranzalar birbirine mesafeli koyulmuş ferah bir havası vardı. Kaç kişilik olduğunu henüz kestirememiştim. Bize bir paket ve numara kartımızın olduğu bir anahtar verdiler. Yatak ve dolap numarasıymış bu.

Elime anahtarı alarak numaraya baktım. Dört... Numaranın olduğu yatağı aradım. Hemen duvar tarafında alt yataktı. "Senin ki kaç?" dedim Doğa'ya dönerek. "Üç, senin üstün." dedi. Başka insanlar yatakhaneye giriyordu. Kalabalık olmaya başlamıştı. Kapının önünde kadın asker belirdi ve sert bir üslupla, "Banyolar alt katta. Binanın bu kısmı kadınlara ait. Askerlerimiz sürekli devreye gezecektir. Saat şu an 03:50 koridor ve yatakhanelerde dijital saatleriniz mevcut. Saat 04:20 olduğunda yatakhane dışında olamazsınız. Kurallarımızı uyandığınızda anlatacağız. Kalkış saatiniz 10:00 olacak. Saat durumunuz bugünlük böyle." dedi ve çekip gitti.

Paketi açtığımda içinde temiz çamaşırlar vardı. Başım çok ağrıyordu uyumak istiyordum ama çok kirlenmiş ve ıslaktım. Ne kadar yorgun olsam da ilk banyoya girmem gerekiyordu. Doğa ile alt kata inerek sıralanan banyoların önünde durduk. Burası gerçekten çok büyüktü. Dolap hane kısmına ilerleyerek dolaplarımızın içinden banyo malzemelerini aldık. Gerekli bütün eşyalar vardı. Hızlıca duşa girdikten sonra lavaboların önünde duran saç kurutma makinelerini de kullandıktan sonra yukarı çıktık. Islak çamaşırlar şu an dolaplarımızdaydı. Onlarla yarın ilgilenebilirdik.

Eşofman türünde olan siyah pijamalar verilmişti ve yakasında numaralarımız da yazıyordu. Burada dört yazan her şey bana aitti sanırım. Başıma bir baş örtü aramıştım ama yoktu. Uyandığımda bir yolunu bulurdum elbet. Yatakhaneye geçerek kendimi yatağa bıraktım. Doğa'da üstümdeki yatağa çıkarken, "Bir şey düşünme. Uyumaya çalış." dedi. "Uyku, düşünceden daha ağır basıyor şu an." diye karşılık verdim. Sesim bana bile çok kırgın gelmişti. Yorgana sarılarak kendimi yatağa iyice bıraktım. Elimdeki anahtarı yastığımın altına koyacakken dört rakamı zihnimi dürtüyordu. Bir anlamı olup olmadığını kafamda tartarken gözlerim kapandı. Yorgun bedenimin dinç kalkmasını umarak uykunun beni almasına izin verdim.

Her şey yeni başlıyor.

Bölümü nasıl buldunuz?

Karakterler hakkında neler düşünüyorsunuz?

Yeni bir düzenle birlikte ne yapacaklarını bilmedikleri bir sabaha uyanacaklar.

Onları neler bekleyecek?

Hatırlatma: Her cumartesi yeni bölüm sizlerle olacak.

Tekrar görüşmek üzere. ♡

Continue Reading

You'll Also Like

786K 50.5K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
MİHRİ By Reyhan Nur

General Fiction

309 88 4
Vatanı ve bayrağı uğruna savaşan ve şehit veren nice askerler... İnsanlara yardım etmek için ve hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir hemşire; Mihr...
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...
1.3K 198 20
Tek kurtuluş yolu ölüm olan bu oyuna hazır mısınız? Ölüm bir nefes kadar yakın. Yaptığınız hareketler, Verdiğiniz nefesler, Yediğiniz veya içtiğiniz...