Patricia'nın Çocukları ; Jilix

By evangelistgg

516 87 289

patricia'nın başıboş, kimsesiz çocukları. on dört yaşlarına bastılar mı hapsedilirler tahta bir sandığın için... More

•sandıklara bırakılan sadakalar
•şarkılar yerini ağıtlara bıraktığında
•son beyaz kardelen
•karınca ininden çıkmak gerek
•sesin kulaklarımda bir kördüğüm
•ben günahkâr değilim, sen günahın ta kendisisin

•kör bıçakların körpe sahipleri

66 17 54
By evangelistgg


başlarına güneş geçmemesi için tuttukları boylarından büyük bambu yaprakları ile tarlaya koşturuyor afacan ikili. geç kalmışlar. güneş doğalı epey oluyor fakat dün gece yaptıkları munzurluk sebebi ile bu sabaha gözleri açılmamış.

jisung ve felix.

kasabanın iki cesur yaramazı, yakın arkadaşı ve sırdaşı.

felix lee'lerin tek oğlu. ailesi dokuz kişiden oluşuyor, tamı tamına altı tane kız kardeşi var. kendisi ise ailenin en büyüğü. yıllarca erkek çocuk diyerek yanıp tutuşan bir ailenin umudu olmuş. bu umut ise onu tarlada çalıştırmaktan ibaret.

jisung. han jisung. han ailesinin dört çocuğundan biri. kendisi en büyüğü. diğer üç kardeşi de erkek fakat annesi jisung'dan sonra doğuma belli bir süre ara verdiği için yaş farkları biraz fazla.

ellerinde tuttukları çakıları ceplerinde bir o tarafa bir bu tarafa sallanırken koşuyor ikili. çakıl yollarındaki büyük taşları sektirmeyi ihmal etmeden azar yemeyi bekliyor.

pirinç tarlasının işi sabahtı, bu saatte yetişse yetişseler bambuları toplamaya yetişirler. o da yapacakları en sıkıcı iş olur. sevmiyorlar eğlenememeyi, kendilerine kumdan kale yapacak saatlerini iki bambu doğramaya vermeyi. hoş, onlar ne yaparlarsa yapsınlar eğlenebilecek bir şeyler bulur çıkarırlar. fakat maksat daha yaratıcı bir şey olmalı.

her gencin yaptığı tipik bir davranış olarak yanlarından geçtikleri bambulara çakıları ile iz bırakıyor, tarla yolunda bile başlarına iş açmadan duramıyorlar.

yürüyerek on beş dakikada, koşarak on dakikada gidebilecekleri yolu öyle böyle oyalanıp yirmi dakikada gidebilmeyi nasıl başarmışlardı, hayret doğrusu.

bambular arasındaki patikayı bitirip diğer işçilerin simalarını görmeye başlayınca yavaşlıyorlar. biraz daha soluklanmak üzere dizleri üzerine çökmüş, elleri ile de destek alıyorlar. Jisung dürtüyor arkadaşını. 

"daha sessiz soluklansana! yakalandıracaksın bizi."

felix ise nefes seslerini azaltsa da kıkırdamasını durduramıyor, kıvırcık saçlarını güneşin parlatması ile gözlere sokuyor.

jisung onun elinden tuttuğu gibi tekrardan çalılar arasına sokup ardından sürüklüyor. eğer şef onları şu an yakalarsa çok büyük cezalar alabilirler. en hafifi bu ayın hamallığını yapmaları olurken ağırını ise söylemeye kimsenin dili varmaz.

dedik ya, bu kasaba normal değil. kabul edilebilecek şeyler yaşamadı, yaşattıracak insanlara da sahip değil. insanlar o günkü olaydan pek de ders çıkarmış değil. birikmiş bir öfkeleri var fakat dillerinde değil. sadece içlerinde nüfuz ediyor. ağızlarından ise kadim olana karşı olan yalvarış bitmiyor. öfkelerini birbirlerine yansıtıyorlar, dillerinin kemiği kırılmasa da olan bellerindekine oluyor. acımıyorlar yine ara ara birbirlerine, bu yüzdendir ki meydanda hâlâ kavga gürültü eksik olmuyor.

jisung da o kavgaların baş aktörlerinden birisi her zaman. felix ise çorbaya tuz atanı.

haksızlığa dayanamıyor, eşitliğe bayılıyorlar.

kasabada meydana gelmiş bir gelir düzensizliği var. tarlaların büyük bir kısmından hak iddia eden ve daha iyi evlerde oturan bu aileler diğerlerinden daha avantajlı konumda. çocuklarının daha iyi beslendiği attığı boydan bile belli.

gelir eşitsizliği, fakirlik, dram. hepsi çok büyük ve zorlayıcı tabi ki. fakat günün sonunda saf bir çocuk olan jisung'u en çok delirten şey bu veletlerin kendisinden daha uzun olması, ve bu sebeple de kadim tanrı'ya kurban edilmekten kaçmaya çalışmaları.

her sene düzenlenen gelenek hâlâ devam ediyor. on dört yaşına basmış olan çocuklar her yaz geldiğinde o denize uğurlanıyorlar. fakat yıllardır bu iş bahsedildiği gibi yürümüyor.

kasabanın cebi doldurulmuş keşişlerinden birisi çıkıp soylarının devam edebilmesi için tüm çocukların kurban edilmemesi gerektiğini, bazılarının burada kalmasına izin verilmesini savundu. çoğu insan da onun bu fikrine katılarak alkış tuttu. fakat işler tam da o noktada karışmaya başladı.

hangi çocuklar kalacak? kalanların ayrıcalığı ne? sandığa girecekler neden daha değersizleşiyor? ve tüm bunlara kim karar verecek?

hane içinde, tarlada bambu keserken, nehir kenarında çamaşır yıkarken, hatta ve hatta çocuklar kumsalda kabuk toplarken bile en çok tartışılan konu oluyor bu. kimisi kalabileceğine seviniyor, kimisi de kendini daha yalnız hissediyor. beraber gideceklerine söz veren çocuklar var o tahta sandığın içine. felix ve jisung gibi.

ilk duydukları günden beri alışmaya çalışıyorlar ömürlerinin ellerinden alınacağına. hazmetmek çok zor, öyle zor ki geceleri uyku tutmuyor ikisini de. gerçi yalnız değiller. geceleri patricia'nın hiçbir çocuğunun gözüne bir gram uyku girmiyor yıllardır. can çekişiyorlar tahta üzerine serdikleri örtülerin üzerinde uzanırken. kışın bile ter içinde kalıyor, yazınsa kavruluyorlar.

pek de zavallılar, kimse umursamıyor onları. aileler çocuklarının sadece belli bir süre misafir olacağını biliyor evlerine. bu yüzden yenilerini getiriyor dünyaya. bir ihtimal diyor herkes. bir ihtimal bizim çocuklardan biri de seçilir bir gün ve o sandığa girmez. bizimle burada kalır, ömür boyu işçi olur. kan ter içerisinde çalışır, boğazımızdan iki lokma fazla geçer.

peki bu çocukların kalmalarına izin veren kim diye sorarsanız onun da bir cevabı var; kasabanın en yaşlısı olan başka bir eski şaman.

yaş çok büyük bir önem taşıyor saygı bakımından, insanlar 'kadim gün' olarak adlandırdıkları o tarihi cezalandırıcı günü canlı görmüş kimseleri arıyor. bir peygamber muamelesi yapıyorlar onlara. dini karakterlerin gelip hayatlarını mahvettiği bu halk, hâlâ ve hâlâ onlara sempati besliyor. kendi bacaklarından asılmayı seçip sürüden ayrılmıyorlar.

patricia iyisi ile kötüsü ile katlanılmaz bir yer.

yaşlı şaman kasabanın varlıklılarının cebini doldurması ve birkaç torba daha fazla pirinç yiyebilmek için özellikle onların çocuklarının gitmesine engel oluyor, kadim olanın o çocukları istemediğine dair yanlış söylentiler yayıyor halka. insanlar ise ilk başta inanmasalar bile tarla sahiplerinin yapabileceklerinden çekinip susuyor, kendi çocuklarının uğradığı haksızlığa razı geliyor.

tabi her zaman olmuyor bu işte sınıf kayırmacılığı, diğer sıradan ailelerden de gönderilmemek üzere seçilmiş çocuklar sa oluyor. şu an yaşayan gençlerin hepsi de onlardan oluşuyor. bir ekmek kırıntısı kadar da olsa insanlarda umuda yol açıyor. umut ise olasılıkların çoğalmasını daha fazla çocuk dıümyaya getirerek sağlamaya çalışıyor. halbuki günün sonunda ortaya sandığa hapsedilecek daha fazla can çıkıyor.

bileğinden tutup yaban mersinlerinin arasına soktuğu çilli çocukla beraber şefin ortalarda olup olmadığına bakıyor jisung. eğer kimse onları görmezse çoktandır ordalarmış gibi rol yapabilirler. azar yemekten kurtulurlar en azından.

şefi ortalarda göremeyen ikili çalılar ardından çıkıyor, parmak uçlarında yürüyerek de olsa sökülmüş bambu dolu bahçeye edımlıyor. felix her zamanki tahta oturuğına iki büklüm oturup çakısını cebinden çıkartırken jisung da son kez etrafı kolaçan ediyor.

"ortalık sessiz. otur artık hadi sen de."

felix'in direktifi ile kendi yerine kıvrılıyor ardından da karşılıklı olarak bir bambuyu çakıları ile doğramaya başlıyorlar.

"şef'in normalde burda olması gerekmez miydi? hele de bizi araması."

"kurcalamasana, şansına şükret de öp başına koy."

her gün aralıksız doğrayıp soydukları bambular sohbetlerini hiç bölmiyor. konuşacak konu bulmamaları imkansız. bu küçücük kasabada bu kadar az insanla yaşıyorken ne konuşuyorlar peki derseniz bu ikilinin hayal gücünü hiç tanımamışsınız demektir.

"felix, sana bir şey diycem."

"hm?"

elindeki oyma işlemine devam ederken yanıtladı onu felix.

"hani şu karşıdaki ada..."

jisung'un cümlesinin sonuna doğru titremeye başlayan sesi ile bitirişi yapamaması felix'in elindeki çakıyı yere boylatıyor.

ada.

belki de birkaç ay sonra bir sandığa tıkattırılıp gönderilecekleri ıssız bir yerken, hakkında konuşulması dahi yasak olan bir yer.

aileler çocuklarına kurban olma olayını kadim bir ritüel gibi anlatır, onları birer kurtarıcı oldukları yalanı ile inandırır. ardından ise o gün gelinceye kadar herhangi bir soru sorulmasını yasaklatır.

herkes kaderine razı gelecek ve eninde sonunda aynı yere gidecektir onlar için.

"n-nolmuş a-adaya?"

tedirginlikle soruyor felix de. diğer çokcuklardan bir farkı kalmıyor söz konusu korku oldumu. hepsi aynı ipin üzerinde yürüyen akrobatlar. hepsi daha gözlerini açtıkları gün ölecekleri çoktan planlanmış günahsız canlar.

"o-oraya giden olmuş mudur?"

jisung'un sorusu bir hayli tuhaf ve iç karartıcı. karşısındaki arkadaşının ondan üç ay küçük olmasını geç, bu konu hakkında zihninde varsayım bile yapmıyor.

fakat jisung fazla istikrarlı yaşam ağacını terk etmeme konusunda.

kasaba bir selvi ağacı misali, uzadıkça uzuyor petrol karası gökyüzüne doğru. dallar evleri, yapraklar insanları. fakat büyük bir savaş dönüyor bu ağaç üstündekiler arasında. en üst dallara tırmanka için bir rövanş yapılıyor, basamak olarak kullanılan diğer dallar ise sıra ile kırılıyor. toprağa düşüyor.

jisung ne en altta kalan olmak istiyor, ne de sırtı toprağa deysin. onun istediği şey bu ağacı indirmek, kökünden komple aşağı hem de.

fazla cesur diyoruz ya, felix de öyle düşünüyor.

"birkaç ay sonra sandığa girecek birine göre fazla bir şey merak ediyorsun. seni uyarayım. sakın diğerlerinin yanında bahsetme bu saçma sorularından, şef seni keşişe ispitlerse bitersin!"

elindeki çakıyı daha sıkı kavrayarak batırıyor bu sefer çilli oğlan. jisung onun bu cehennemdeki en yakın arkadaşı, hatta kardeşi. kaybetmek istemiyor onu bu kadar çabuk. hoş, sonunda beraber kaybolacaklarını biliyor.

"aman iyi be, sorulmuyor sana da hiçbir şey. hiç eğlenceli değilsin!"

"olmayıvereyim, sorun yok."

arkadaşına verdiği söz hatrına susuyor jisung. o gün geldiğinde, beraber el ele tutuşup ayrı sandıklara adımlayacaklar. kapakları kapanırken bile son bakacakları şey birbirleri olacak. küçük bir delik açacaklar belki tahtanın ortasına, oradan yakalayacaklar birbirlerinin korku dolu harelerini.

korkuyor musun? diye soracaklar sessizce bakışları ile. hayır diyecek ikisi de, fakat içlerindeki ses kulaklarına ulaşamayacak.

o güne tek darbe vuran ses dalgaların tahtaları kamburca taşıyışı olacak. sırtları ezilecek, tuz kuruyacak. su bir kereliğine de olsa o çocukların kalpleri adına tatlanacak.


"Olur da tamamlayamazsam cümlelerimin sonunu, bil ki sonunu bildiğimdendir. Bil ki, seni kendimden çok sevdiğimdendir. "

Continue Reading

You'll Also Like

193K 15.9K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
149K 410 3
(+18) Yabancı çevik bir hamleyle beni çevirip masaya dayarken elimdeki hançere gülerek baktı, buz mavisi gözleri bana dönerken gölgeler sıklaştı, uya...
529K 51.5K 47
Yıllar önce kurtlara atılan bir darbede tüm omegalar katledilmişti ama Efendi Jeon; saklanmayı başaran genç ve güzel bir omega bulmuştu. #ukeV #Seme...
335K 5.1K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...