22 | GECENİN SANRISI

By darkpsykhe

2.8M 210K 389K

*14 Kasım 2023 güncellemesi* İlerleyen bölümlerde yorumlarda birçok spoi ile karşılaşabilirsiniz. Her ne kada... More

22 | GİRİŞ
1. Bölüm: "Tanıştığıma Memnun Oldum"
2. Bölüm: "Kan Kırmızısı"
3. Bölüm: "Ateş"
4. Bölüm: "Düğüm"
5. Bölüm: "Çağrı"
6. Bölüm: "Ruhu Parçalayan Acılar"
7. Bölüm: "Ateşin Kalbine Üç Darbe"
8. Bölüm: "Biri Ölü Üç Yıldız"
9. Bölüm: "Ölüm Senfonisi"
10. Bölüm: "Hayal Et"
11. Bölüm: "Bulabilecek Misin?"
1 | 12. Bölüm: "Nefesin Bende Kaldı"
2 | 12. Bölüm: "Nefesin Bende Kaldı"
1 | 13. Bölüm: "Zifiriye Tutsak"
2 | 13. Bölüm: "Zifiriye Tutsak"
1 | 14. Bölüm: "Körebe"
2 | 14. Bölüm: "Körebe"
1 | 15. Bölüm: "İhtirasın Alevi"
2 | 15. Bölüm: "İhtirasın Alevi"
● 0.1●
● 0.2 ●
2 | 16. Bölüm: "Yalanı Kovalayan Gerçek"
● 0.3 ●
1 | 17. Bölüm: "Hükmedebilecek Misin?"
2 | 17. Bölüm: "Hükmedebilecek Misin?"
1 | 18. Bölüm: "Yıkım Getiren"
2 | 18. Bölüm: "Yıkım Getiren"
● 0.4 ●
● 0.5 ●
19. Bölüm: "İpler Kimin Elinde?"
1 | 20. Bölüm: "Hisler Arafı"
2 | 20. Bölüm: "Hisler Arafı"
● 0.6 ●
21. Bölüm: "Sobe"
☾ 22. Bölüm: "Kardelenler ve Kırmızı Zambaklar" ☽
⊱ Bilgilendirme ⊰

1 | 16. Bölüm: "Yalanı Kovalayan Gerçek"

78.4K 5.4K 11.8K
By darkpsykhe

1.KISIM

Merhabalaarr!

Ne kadar özlemişim sizi... Bölüm atınca buluşuyoruz ya, resmen şarj oluyor gibi bişeyim. Bu bölüm gereğinden geç geldi, lütfen kusura bakmayın.. Canlı yayın açacağım günün bir önceki gecesi birden boğazlarım fena bir şekilde ağrımaya başladı. Halbuki o kadar heyecanlıydım ki hani ne oluyoruz aloo falan diyorum. Yine de açtım yayını, sizinle sohbet etmek istedim çünkü. Zaten gelenler bilir peçetelerim ve kupalarımla yayın yaptım slkdmclsd O kupaların içinde de birinde su birinde boğazlarım için çay vardı. Neyse ki yayın boyunda aksi bir şey olmadı. Gelenlerle sohbet ettik, çok güzeldik bence :,)

Gelebilenlere teşekkür ediyorum yalnız bırakmadıkları için. Gelemeyenler ise üzülmesin lütfen, yakın bir zamanda yine yapmaya çalışacağım <3

İşin kötü tarafı yayını kapattım oturdum ya, bir fena olmaya başladım. O gece zaten berbattı, boğazlarımı söküp atmak istedim. Neyse ben yazardım yine de ama gözlerime bir şey oldu bu sefer. Yayında çok iltifat aldım bundan dolayı mı acaba diye bir düşünmedim değil lamclsndcd 2 gün aydınlık alanda gezemedim ya. Odamda kırmızı perde varya, onu açıp zifiride falan duruyordum o derece fenaydı. Neyse ki hallettim bir şekil, şimdi burada beraberiz.

Hem bekletmemin telafisi gibi düşünebilirsiniz, bu bölüm fazlasıyla uzun. Biliyorsunuz ben normalde bölümleri iki kısma ayırıyorum ama bu bölüme biraz daha devam etsem iki kısım kadar oluyordu toplamı. Neyse ki bitebildi de düzenleyip şimdi atıyorum. Gözünüzden yaşlar gele gele okursunuz artık oaksmdsmd

Yani tabii mutluluktan mı onu bilemem ama...

Bu bölümü fazlasıyla beklettim, yerine geçmişi attım. Bunu tamamen sizin için yaptım aslında, okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız beni. Bazı cümleler ve bazı durumlar sizi etkileyebilirdi o zamanlar. Bu durumu en aza indirgeyecek bir zamanı bekledim. Seviyorum sizleri çokça...

Yorumlar sizde o halde. Bölüm yazdığım en uzun bölüm olabilir slwödksld o yüzden 6 bin yorum istiyorum sizlerden. Pasımızı atalım biraz 💃🏻

O halde keyifli okumalar dilerim hepinize.

Başladığınız gün ve saat.

Yıldızımıza da basmayı unutmayın lütfen!

Bir ruh ikiye bölünebilir miydi?

Bir yaşam yeterli gelir miydi?

Tanrı'nın bahşettiği acı, bir ruhu ikiye bölmeye yeterliydi. Cezası, insanların normalliğinden oldukça uzaktı. Bir melek vardı. Melek, bu oyuna katılmamalıydı.

Sonsuz bir acıya bürünen ruh, kötüyü seçmemeliydi.

Ve melek, sınırları aşmamalıydı.

İlk yaşamda derin bir hüzne boğuldu ruh. Kaçtı, kovalandı, sığınamadı, kanadı, en sonunda kuyunun en dibine zincirlendi. Sesini duyuramazdı. Duyursa bile, ona inanmazlardı.

Çünkü hep aynı şeylerin tekrar edildiği yerde, söylediği sözcükler kendi değerlerini yakalayamazdı.

Bir şekilde kaçmayı başardı. Fakat seçtiği hamle birçok kişinin kaderini etkileyecekti.

İşlediği günah gökyüzünün ve yeryüzünün yedi katmanında da tanındı. Oyun artık sanıldığı kadar masum değildi. Ve ruh, eskisi kadar beyaz değildi.

Bütün bunları bırakıp kendi yaşamından çekildi. Fakat Tanrı henüz oyunu bitirmemişti. Onu başka bir yaşamda yeniden dünyaya getirdi.

İkinci şans dedi bazıları. Bazıları ise yarım kalan ceza.

O, diğerleri gibi değildi. Ruh hiçbir şeye yeniden başlamamıştı. Eski yaşamının yansımasıydı çoğu şey. Tesadüf dediği her şeyin bir nedeni vardı.

Hiçbir şey nedensiz değildi.

Yaşam, yaralı bir meleği taşıyordu göğsünde. Bu oyun bitemezdi. Ve bir kehanet yazıldı gökyüzünde yankılanan feryatlardan. Ruh ikinci kez doğacaktı, hiçbir şey hatırlamadan. İlk yaşamın acısı ikinci yaşama taşmıştı. Pişmanlık, tek bir yaşama sığamadığı gibi ikinciyi de esir almıştı.

Bitmeyen bir hesaplaşma vardı. Eskiden de şartlar eşit değildi, şimdi de olmayacaktı.

🝳

Burası neresi bilmiyorum. Ne olduğunu bile bilmiyordum şu an. Kulaklarımda yankılanan feryatlarla irkilerek kafamı kaldırdım. Donmuş gibiydim. Üşüyordum. Ellerim buz kesmişti, aynı vücudum gibi.

Karşımda gördüğüm görüntü savsakça geriye doğru adım atmama neden oldu. Bir feryat daha yankılandı zihnimin içinde. Titrek bir nefes aldım. Şoktaydım, anlayamıyordum. Burada ne oluyordu?

Auria tam karşımda, yerde dizleri üstüne çökmüştü. Sırtından oluk oluk kan akıyordu. Elleriyle sırtına yetişmeye çalışıyor ama çabaları bir işe yaramıyordu. Bağırıyordu, ağlıyordu, delicesine feryat ediyordu.

Yutkunmaya çalıştım. Ölmüş gibiydim. Ölü gibiydim. Ölü olmayı diliyordum.

Ellerim ıslak gibiydi. Onları yukarı kaldırdığımda parmaklarım arasından bir şey düştü yere. Çıkardığı ses feryatların arasında yankılandı. Parmaklarıma baktım. Titreyen ellerim bedenimde yaşadığıma dair tek izdi sanki.

Ellerim kanlıydı. Avuçlarımdan dirseğime doğru süzülen kanları gördüğümde bir adım daha geriye çekildim. Buram buram kan kokusu doldu ciğerlerime. Nefes almak istemedim. Duymak istemedim.

Kafamı bir kez daha kaldırdım. Yaşlarla ıslanan perçemleri arasındaki kırmızılığın kaybolduğunu gördüm. Kendimde değildim. Ne olduğunu bilmiyordum. Kalbim sanki bedenimden nefret edercesine hızlı atıyordu. Zihnim yeni uyanmış gibiydi. Hatırlamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum.

Kalbimin son atışıyla birlikte bedenimin kaldıramayacağı bir acı ruhumu esir alırken bu şok etkisi bir daha ellerime bakmamı sağladı. Kan vardı. Her yerde kan vardı. Yere düşene baktım. Bir hançer vardı. Keskin olan metalik kısmından yansımamı gördüm. Simsiyah gözlerim hala bazı şeyleri anlamaya çalışır gibi bakıyordu.

Gözlerim mavi değildi.

Bir feryat daha... İrkilerek ona baktım.

Siyah irisleriyle gözlerimin birleştiği an, kalbim ölmek ister gibi atmaya başladı sanki. Ne olduğunu bilmiyordum fakat vücudum daha çok titremeye başlamıştı.

"Neden?!" diye bağırdı. Beyaz teninden süzülen yaşlar, kırmızı dudaklarının üstünü yuvası bilmişti sanki. "Bunu neden yaptın?!"

Bir cevap bekliyordu. Hayır. Bir cevap beklemiyordu. Gözleri bana veda eder gibiydi. Derin bir acıyla sarsılan vücudu, ruhunu esir tutmak ister gibi, acısını dışarı atmak ister gibi feryat ediyordu.

Gözleri ellerime kaydı. Ellerini kendi sırtından çekti. Pes edercesine omuzları düştü. Saçındaki kırmızı tutamlar, onların hiçbiri artık kırmızı değildi. Beyaza bürünmüşlerdi.

Bu andan öncesini hatırlıyordum. Fakat bu anılar benim değildi. Sadece bu anı hatırlamıyordum. Sanki bir süre zihnimi karanlık bir duman esir almış, şimdi ise o duman çekilmiş ve ben o geçen zamanı ve yaptıklarımı hatırlamıyor gibiydim.

Yavaş yavaş duyguları hissetmeye başladım. Şoktan çıkıyordum. Gözlerim yerdeki hançeri buldu. Ardından kanlı parmaklarıma baktım. O iğrenç duygu bir çamur gibi ruhuma ilk lekesini sürdü. Yutkunamadım o an. Boğazımdaki yumruyla nefes almaya çalıştım. Nefes bile bana düşmandı sanki, alamadım.

Onun kanatlarını kesmiştim.

Bir meleğin kanatlarını kesmiştim.

Bir adım daha geriye gittim. Derin bir acının içine düşen bedenim beni taşıyamayacak gibiydi. Dizlerimin üstüne çöktüm. Kulaklarımda hala ağlayışı yankılanıyordu. Önümdeki kanlı hançere bakıyordum.

Bunu gerçekten ben mi yapmıştım? Hatırlamıyordum. Hatırlamıyordum!

Yanaklarımdan süzülen yaşları elimin tersiyle silerken, titreyen parmaklarımın ıslaklığı yanaklarıma bulaşmıştı. Bu normal değildi. Anımsadıklarım benim anılarım olmasa da bunu yaptığım anı hatırlamıyordum. Ben bunu yapmazdım. Ben ona bunu yapmazdım, hayır.

Donmuş gibiydim hala. Kafamı hiddetle iki yana salladım. "Hayır..." derken sesim yeteri kadar sesli çıkamamıştı. Boğazımdaki yumru konuşmama izin vermiyordu. Kendimi anlatmalıydım. Beni böyle bilmemeliydi. Ben ona zarar vermezdim.

Kalkmaya çalıştım ama sanki ruhum hiç olmadığı kadar ağırdı, ağlıyordu. Bir elimle yerden destek alırken diğerini ona doğru uzattığım an geriye doğru çekildi. Havada asılı kaldı elim. Gözlerinde gördüğüm o duygu bedenimdeki son gücü de benden alıp götürmüştü.

Korkuyordu.

Yaşlı gözlerinde sadece bir anlık gördüğüm bu duygu beni olduğum yere çiviledi sanki. Hareket edemedim, ağlayamadım, nefes bile alamadım. En kötüsü ise konuşamadım. Ona ben yapmadım diyemedim. Hatırlayamıyorum, o ben değildim diyemedim.

Son kez bana baktı. Gözlerimin önünde bedeni yavaşça yok olmaya başladı. Son bakışı ölmem için yeterliydi. Gitse de feryadı benimle kaldı. Acısını bana bıraktı.

Bana miras olarak bıraktığı bu duygu tüm hislerimi köreltti sanki. Sadece acıyordum. Sanki ruhumun her santimi bıçaklanmış gibiydi. Bu bıçak, pişmanlıkla harmanlanmıştı. O birkaç dakikada ne olmuştu da ellerim o hançeri kavrayıp kanatlarını ondan almıştı bilmiyordum. Bunu yapanın kendi ellerim olması o pişmanlığı harmanlıyordu.

Bir günah işlenmişti ve bedenim kullanılmış gibi hissediyordum.

Ardından o kilit açıldı sanki ve ben hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım...

Gözlerimi açtığımda yatakta dikleşmiştim. İçimi kaplayan bu acı fiziksel olarak bana zarar veriyormuş gibi hissediyordum. Kalbim çok ağırdı sanki, taşıyamıyordum. Gözlerimden yaşlar hiç durmaksızın akıyordu ve ben nefes almaya çalışıyordum. Elim istemsizce boğazıma gitti. Nefes almalıydım. Nefesim kaybolmuş gibiydi.

Islak kirpiklerimden akan her yaş tenimi yakıyordu sanki. Bu nasıl bir rüyaydı böyle? Uyanınca geçer diyorlardı. O zaman hala neden böyle acıyordum? Bu bana fazlaydı, kaldıramazdım.

Ardından fark ettiğim şeyle ellerime baktım. Kanlıydı. İçime çektiğim bu nefes kan kokuyordu. Ellerim ilk defa bu kadar şiddetli titriyordu. Kendimde değildim. Ne doğru düzgün nefes alabiliyor ne de düşünebiliyordum. Hala o andaydım. Bir rüya insanın içi bu denli yakabilir miydi? Kalbim kül oluyormuş gibi hissediyordum.

Dudaklarım kapalı bir şekilde acıdan inlerken yataktan kalktım. Ellerimi yıkamalıydım. Kan vardı. Ben kan sevmezdim. İçimdeki pişmanlık duygusu beni öldürüyormuş gibi hissediyordum.

Kapıdan çıktığımda onu gördüm. Bıraktığım gibi koltukta oturmuş, kafasını geriye yatırmış bir şekilde uyuyordu. Kucağındaydım ama bir şekilde onu orada bırakıp kendim yatağa geçmiştim. Uyandığımda bir süre onu izlemiş, uyandırmaya kıyamadığım için tek başıma odaya gelmiştim. Şimdi ise yine onu izliyordum. Ama bu sefer kendimden nefret ediyordum. Ve bu nefret hem bana ait hem de değilmiş gibi hissediyordum.

Ona bakmak nefreti daha da büyütürken bir yanım hüzne boğulmuştu. Bu ellerim ona zarar vermişti. Bir rüya. Sadece bir rüya nasıl bu duyguları bu kadar kuvvetli hissettirebiliyordu bana?

Ve biri ağlıyordu zihnimde. Yankılanan feryatların yerini ağlayışlar almıştı. "Ağlama..." diye fısıldadım belli belirsiz. Nafileydi. Zihnimin en köşesine sinmiş, içli içli ağlıyordu. Susmuyordu ve her saniye daha da kontrolümü kaybediyor gibiydim.

Auria'ya bakmayı bırakarak arkamı döndüm ve lavaboya doğru ilerledim. Kapı eşiğinden geçerken ellerimi önümde tutuyordum. Gördükçe daha da parçalanıyordu içim. Meleğimin o hali geliyordu aklıma. Ellerime duyduğum öfke akılalmazdı. Onları bedenimde istemiyordum.

Musluğu açıp ellerimi suyun altına tuttum. Yetmedi sabunu bocaladım her yerine. Yeniden yıkadım. Ama geçmiyordu sanki. Bu kan ellerimden hiç çıkmayacak gibiydi. Zihnimdeki sesler daha da çoğaldı. Kafamı kaldırdım o an. Aynadaki yansımamı gördüğümde hareketlerim ani bir şekilde durdu.

Karşımda siyah gözlü halim vardı. Onu yeniden karşımda görmek garip hissettirmişti. Geçen seferki gibi değildi. Gözleri kızarmıştı. Ve rüyadaki halimi izliyor gibiydim. Aynı yerdeydi. Dizleri üstüne çökmüş, ellerine bakarak feryat ediyordu. Rüya uyandığımda bozulmaz mıydı? Şimdi niye izliyordum o halde? Kafam çok karışıktı.

Onun ellerine baktığım gibi ben de bakışlarımı ellerime indirdim. Ne kadar yıkarsam yıkayayım, kan bir zerre bile çıkmamıştı avuçlarımdan. Kurtulmalıydım. Kafamı iki yana salladım kabullenemeyerek.

Ne rüyanın etkisinden çıkabilmiştim ne de sağlıklı düşünebiliyordum. Lavabodan çıkarak koridorda ilerleyerek salona geçtim. Hiçbir şeye bakmadan tezgâhta duran bıçağı aldım elime. Eğer bu ellerim onun kanatlarını kestiyse, o da benim ellerimi kesebilirdi. İçine düştüğüm ve hayatımda ilk kez böyle yüksek dozda hissettiğim pişmanlık beni yiyip bitirmeden bu ellerden kurtulmalıydım.

Titreyen elimde bıçak sabit durmazken karşımı bile düzgün göremiyordum. Zihnimde yankılanan ağlama sesleri dinmiyordu. Şu an tek bir bedenin içinde olsam da, ruhum iki kişilik acıyı tartıyor gibiydi. Terazinin bir tarafı çoktan yeri görmüştü. Dayanamıyordum. Daha fazla dayanamazdım.

Ona doğru döndüm. İçimde fırtınalar kopmasına rağmen gereğinden fazla sessizdim. Bir ev yıkılıyordu göğsümün tam ortasında. Ben çıkamıyordum dışarı, içeride kalmıştım. Ölüyor gibiydim.

Dudaklarım aralandığında içimdeki acıyla inledim. İçime çektiğim her nefeste kaburgalarım göğsüme batıyor gibi hissediyordum. Savsakça birkaç adım ilerlediğimde hıçkırdığım için gözlerini aralamıştı. Uyku mahmurluğuyla bana baktığında önce elimdeki bıçağı gördü. Siyah irisleri şaşkınlıkla daha fazla aralanırken kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken ona doğru birkaç adım daha attım.

Ve gözlerinde gördüğüm anlık duygu rüyadaki gibi beni olduğum yere çiviledi, yeniden. Aniden durdum. Kısa bir an göz bebeklerinde gördüğüm korku daha da çok ağlamama neden oldu. "Korkma," dedim acıyla inlerken. Ellerim daha fazla titredi sanki. Ona zarar vereceğimi mi düşünüyordu? "Benden korkma..."

Koltuktan kalktığında gözleri elimdeki bıçak ve gözlerim arasında mekik dokuyordu. "Gece... Ne yapıyorsun?" diye sordu zorlukla. Kelimeleri birleştiremiyor gibiydi. Daha doğrusu odaklanamıyor gibiydi. Aklına bir şeyler gelmişti.

Kendimi zorlayarak ona doğru gitmeye başladım yeniden. Bu histen kurtulmalıydım. Ellerimi keserse bu acı geçer miydi? Ödeşmiş olmaz mıydık? Geçmesi lazımdı.

Yanına geldiğimde hareket etmekten çekindiği biliyordum. Pür dikkat beni izliyordu. Tam önüne dikildim. Ellerimdeki kanın kokusunu soluyordum hala. Dudaklarımı acıyla dişlerken yaşlar hala yanaklarımdan süzülüyordu. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Her şey bulanıktı ama gördüğüm siyah gözler netti. Korku vardı derinlerde bir yerde ve bu beni kahrediyordu. Rüyadaki gibi bakıyordu gizlemeye çalışsa da.

Boştaki elimle elini kavrayarak tam ortamıza getirdim. Bıçağı avucuna koydum ve parmaklarını üstüne kapatarak sapını kavramasını sağladım. Bir elim elinin altında duruyorken diğerini de üstüne koyarak sıkı sıkı tutturdum. Ardından iki elimi de çektiğimde bileklerimi birleştirdim ve ellerimi öne doğru uzattım. "Kes."

"Ne?" dedi inanamayarak. Yüzüne bakmayacaktım. Yüzüne bakmaya yüzüm yoktu.

Öne doğru bir kere daha uzatarak işaret ettim. "Kes ellerimi."

Bir adım geriledi. Elini aşağı indirse de bıçağı bırakmamıştı. "Ne diyorsun sen Gece?" Söylediklerime inanamıyormuş gibiydi, sesindeki şaşkınlık oldukça barizdi. Her ne kadar ona bakmak istemesem de yeniden kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Ne zaman baksam daha çok ağlamak istiyordum.

"Ödeşmemiz gerekiyor. Yoksa bu acı beni öldürecek! Kes ellerimi!"

Uzanarak bıçağı tutan elini kaldırdığımda bileğime doğru yaklaştırırken bana engel oldu. "Kendinde değilsin sen," diyerek geri çekilmeye çalışsa da elini daha sıkı tuttum. Yüzüne bakarak feryat etmeye başladım. "Dayanamıyorum, anlasana beni!" Boşta kalan elimi havaya kaldırdım. "Görmüyor musun? Ellerim kan içinde!" Kafamı hiddetle iki yana salladım. "Ben bu acıyla daha fazla yaşayamam. Kalbim düşecek kadar ağır. Nefes alamıyorum!"

Gözlerini titreyen ellerime indirdi. Kaşları daha da çok çatıldı. "Ellerin kanlı değil."

Ben de gözlerimi ellerime indirdim. Hala ciğerlerime kan kokusunu soluyordum halbuki. "Kanlı ellerim," dediğimde gücümün son demlerindeydim sanki. Bu acı beni tüketiyordu. "Bu acıya bir son ver artık. Lütfen..." Ellerimi öne doğru tekrar uzattım. "Kes."

Diğer elini kaldırarak titreyen ellerimin altına koydu. Artık iki elim de onun avuçları arasındaydı. "Neden kesmemi istiyorsun?" diye sordu yumuşak bir tonda uzlaşmak ister gibi. Sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Durduğu her saniye acı daha da fazlalaşıyordu.

Gözlerine baktığımda sessize fısıldadım. "Kanatlarını kestim ben çünkü senin."

Ve o an bakışları değişti sanki. Gözlerim artık gözlerine değmekten çekiniyordu. Dudaklarımı birbirine bastırırken yutkunamıyordum. "Bir rüya gördüm ben..." diye ekledim ardından. Sessizce beni dinliyordu. "Böyle sen önümdeydin, ağlıyordun, bağırıyordun," siyah irislere baktım. "Acı çekiyordun..." Gözlerini kapatıp yutkundu. Söylediklerimi duymak istemiyor gibiydi.

Ellerimi avuçlarından çekerek kendimi gösterdim. "B-ben, ben ne olduğunu anlayamadım ilk başta," dediğimde o anı yaşar gibiydim. "İnanamadım, ne olduğunu bilmiyordum. Elimden bir şey düştü yere." Yere baktım. Boştu halbuki ama ben görüyordum sanki. O andaki gibi bir hançer düşmüştü yere. Sesi hala kulaklarımda yankılanıyordu. "Hançerdi düşen şey."

"Sonra ben sana baktım." Ona döndüm yeniden. "Sen bana neden diye sordun. Bana bunu neden yaptın dedin." Onu daha net görmek için gözlerimi sildim. Daha fazla ağlamamak için kendimi tutsam da zorlanıyordum. Yapma der gibi baktı bana. Ellerimi kaldırdım görmesi için. "Ellerime baktım, kanlıydı."

Ardından kabullenemeyerek arkaya doğru adımladım. "Ben hatırlamıyordum o anı. Her şey vardı ama o an yoktu," gözlerine bana inanmasını istercesine baktım. "Sana söyleyecektim. Ben yapmadım diyecektim ama sen kayboldun bir anda!" Kendimi inandırmaya çalıştığım için sesim de yükselmişti. Artık tamamen o andaydım. "Yemin ederim ki ben yapmadım. Ben sana zarar vermezdim. Hatırlamıyordum!" Ellerimle kafama vurmaya başladım. Konuşsa bile duymayacak gibiydim. "Karanlık bir duman vardı sanki kafamın içinde. Ben şoktaydım, anlayamıyordum hiçbir şeyi! Gözlerimi bir açtım sen çığlık atıyordun. Öncesi bende yok." Anlamaya çalışıyordum ama anlayamıyordum. "Sana söylemek istedim o an."

Kafamı kaldırdığımda gözlerinde gördüğüm acıyla birlikte daha da şiddetli ağlamaya başladım. "Benden korkuyordun!" Parmaklarını dudaklarıma siper ettiğimde içimdeki acı taşıyormuş gibi ah ettim. Dayanamıyordum. Yeniden açtım gözlerimi ve ona baktım. "Aynı az önceki gibi hem de..."

Sadece bir an, elimdeki bıçağı gördüğünde aynı rüyadaki gibi baktığına yemin edebilirdim.

Zihnimdeki ağlayışların şiddetlendiğini hissediyordum. "Bir rüya nasıl bu kadar acı verici olabilir ki?" diye sordum kafamı omzuma yaslayıp dayanamayarak ona bakarken. "Ellerimden nefret ettim. Geçmiyor. Geçmek yerine daha da şiddetleniyor."

Ve yeniden ellerimi öne doğru uzattım. "Ben bununla yaşamak istemiyorum. Ödeşirsek kalbimdeki bu ağrı geçer belki. Ben sana zarar veren bu elleri istemiyorum bedenimde." Yalvarırcasına ona baktım. Bir ellerime baktı bir de gözlerime. Parmaklarını gevşettiğinde bıçak gürültüyle yere düştü. Kafasını iki yana salladı. "Sana zarar vermeyeceğim."

O da kötüydü. Böyle yapmama dayanamıyor gibiydi. Ama yapmak zorundaydı. Yoksa bu duygular bitirecekti beni.

"Kafamın içinde biri ağlıyor," dedim birdenbire. "Ben artık kaldıramıyorum." Ciğerlerimdeki tüm nefesi dışarı verdiğimde gözlerim ağrıyordu artık. Bayılacakmış gibi hissediyordum. O yapmazsa ben yapardım. Ani bir atakla eğilerek bıçağı elime aldım. Keskin tarafını bileğime bastıracağım sırada araya elini koydu. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki bastırdığım bıçak benim elim yerine onun elinin üstüne yaslanmıştı.

Birkaç saniye şok içinde bakakaldım. Zaman durdu sanki. Bıçağın yaslandığı yerden ince bir şekilde süzülen kanı gördüğümde bıçağı hemen elinden çektim. Elim havada titrek bir şekilde bıçağı sımsıkı tutarken gözlerim açılan kesik yarasında dolanıyordu. "Sen ne yaptın..." diye fısıldadım şokla.

Diğer eliyle avucumda duran bıçağı aldığında daha uzak bir yere sertçe fırlattı. "Kendine zarar vereceksin!" dedi sinirli bir şekilde. Fakat ben hala eline bakıyordum. Parmaklarımla elini kavradım. "Ben ne yaptım?" diye sordum. Bu bir soru değildi aslında. İsyan ediyordum kendime.

Süzülen kan parmaklarıma bulaştığında, "Yine sana zarar verdim," diyerek sayıklıyordum. Defalarca söyledim belki de kendi kendime. Yine ve yine... Ani bir şekilde ondan uzaklaştım. Olabildiğince geriye gittiğimde en son sırtım duvara değdiğinde durabilmiştim. Gözlerim bir an bile elindeki kesikten ayrılmıyordu.

"Özür dilerim," dedim. "Özür dilerim... B-ben yine sana zarar verdim." Kayarak yere çöktüm. İyi değildim. Uzak durmalıydım ondan. Ben eline bakarken o odaya doğru gitti. Gittiğine sevindim. Benimle aynı odada, aynı eve bile durmamalıydı. Ben zarar veriyordum ona.

Hıçkıra hıçkıra ağlarken artık sadece yeri izliyordum. Kötülük her tarafına bulaşmış gibiydi. Bataklıkta batıyordum sanki. Bu nasıl bir günahtı böyle? Ölüyormuş gibi değildim. Ben ölüydüm zaten değil mi? Peki hala nasıl böylesine derinden yaralanıyordum? Bu neyin acısıydı böyle?

Kolumda hissettiğim baskıyla o tarafa döndüğümde yanıma geldiğini gördüm. Ondan öyle hızla uzaklaştım ki, bu birkaç adım gerilemesine neden oldu. "Yaklaşma bana!" diye bağırdım. "Ben sana iyi gelmiyorum. Yaklaşma bana. Zarar veriyorum ben!" Hala yana doğru kayıyordum. Olabildiğince en uzağa, en köşeye gitmeye çalıştım. Hıçkıra hıçkıra ağlarken boğazımda oluşan yumru nefes almamı istemiyordu gibiydi.

Gözlerine baktım bu sefer. "Ama yemin ederim ki istemeden oldu," dedim ellerimi kendime çekip en köşeye sinerken. "Ben sana zarar vermek ister miyim hiç?" derken bana inanması için nelerimi vermezdim şu an... İnanmayacak diye ödüm kopuyordu. Ya benden nefret ederse?

Bu düşünce acıdan inlememe neden oldu. Feryat ettim. "Ya benden nefret edersen?" Bunu o kadar istemiyordum ki kafamı şiddetle iki yana salladım. "Benden nefret etme..." Durduğumda gözlerimi gözlerine çıkardım. "Rüyada bana inanmıyordun sen. Ya yine inanmazsan?"

Ellerimi yüzüme siper edip ağlamaya devam ettim. Kalbimi tutan damarlar kopuyormuş gibi hissediyordum. Gerçekten düşüyordu sanki, tutamıyordum onu. Beni seven biri vardı. Onu da kaybediyordum. Yalnızdım. Sevilmeye layık değildim.

Sesini duydum sonra. "Gece..." dedi. Önümdeydi. Üzülmüş gibi çıkıyordu sesi. Kafamı kaldırıp ona baktığımda ilk yaptığım şey ellerimi arkama, duvarla belim arasına saklamak olmuştu. "Yaklaşma bana," diye acıyla inledim gözlerine bakarken.

"Yapma," dedi yalvarırcasına. "Sana inanıyorum ben." Önümde diz çöktüğünde elindeki yaraya bakmak için gözlerimi indirdiğimde elini sardığını gördüm. Üstünkörü kapatıp yine yanıma gelmiş gibiydi. Dudaklarım titrerken yeniden gözlerine baktım. "İnanıyor musun bana?" Kafasını salladı. "İnanıyorum sana."

Gözleri yalan söylemiyor gibiydi.

Karşımda diye ellerimi çıkaramıyordum arkamdan. Yaşlarımı silemiyordum. Göğsüm hiddetle inip kalkarken, "İnanmayacaksın diye ödüm koptu," demekten alıkoyamadım kendimi. "Ya benden nefret etseydin?"

Sus dercesine bakıyordu bana. Gözleri ışıldıyordu. Ya da ben gözlerimi silemediğim için öyle görüyordum. "Ateş meleğim..." diye mırıldandım hıçkırıklarım arasında.

"Söyle güzelim..." Öyle bir söylemişti ki, dünyanın en güzel kızı gibi hissettim o an.

"Seviyorsun değil mi beni?" diye sordum kısık sesle.

"Seviyorum," dedi. Ellerini öne doğru uzattı, tutmamı istiyordu.

"O rüya gerçek olsaydı, sever miydin yine beni?" diye sordum bu sefer. Duraksadı. Az önceki gibi hemen cevaplamadı. Asırlar geçmiş gibi hissettim.

"Severdim yine seni."

Ellerine baktım. Tutmak istemediğimi anlamıştı. Dokunmak dahi istemiyordum ona bu ellerle. Fakat o vazgeçmedi. Elleri havada ne kadar asılı kaldığını bilmiyordum, bekliyordu beni.

Hiç konuşmadık. O beni izledi, ben ise ellerimi tutmak isteyen ellerini. İlk kez biri peşimden pes etmeden gelmeye devam ediyordu. O özeldi. O çok özeldi.

Biraz daha sakinlediğimde sadece yaşlar akıyordu hala yanaklarımdan. Sessizleşmiştim. Ne kadar durduk öyle bilmiyorum. Ellerimi yavaşça arkamdan çıkardım. Kendi önümde tuttuğumda emin misin dercesine gözlerine baktım. Eminim dedi.

Ben olsam bu ellerimi istemezdim.

Yeniden ellerime baktığımda titremeleri geçmemişti. Eskisi kadar zangır zangır titremese de hala devam ediyordu. Ellerimi öne doğru uzattım ama aniden duraksadım. Hala emin değildim. Fakat o ellerini öne doğru uzatarak beni teşvik edince ilerletmeye devam ettim. Hala ellerimi nasıl istiyordu aklım almıyordu benim.

Ellerini tuttum. Ben ne kadar ürkek yaklaştıysam o, o kadar sıcak karşılıyordu. Ellerini açarak iki elimi de kavradığında parmaklarımı açtı ve düz tutmamı sağladı. Kendi ellerini de açarak benimkilerin altına koydu. Şimdi onun açık avuçları arasında benim ellerim açık bir şekilde duruyordu.

Ne yapacağını sorgularken ona bakmak için kafamı kaldırdım. Tam o anda başını eğerek yanağını avuçlarıma yasladı. Yaptığıyla birlikte istemsizce nefesini tutmaya başlayarak hayretle ona baktım. Ben ellerimi ondan saklamaya çalışırken böyle bir hareket yaparak onlardan korkmadığını anlatmaya çalışmıştı sanki. Kaçmıyordu benden.

Beni seviyordu.

Burukça gülümsedim. Ellerimi kendime doğru hafifçe çektiğimde o da bana doğru geldi. İyice yaklaştığında ellerimi elleri arasından çekip dizlerimin üzerinde yükselerek kollarımı boynuna doladım. Bunu bekliyormuş gibi onun da dikleşip ellerimi belime sarması saniyeler bile almamıştı.

Hiç beklemeden yerden kalktığında kolunu bacaklarımın arasından geçirmiş, beni de kucağına almıştı. Odaya gitmek istemiyordum. Bunu anlamış gibi odaya gitmek yerine yeniden koltuğa gitmişti. Oturduğunda beni dizine koymuş, yan bir şekilde dururken onun göğsüne yaslanmıştım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Ne zaman onun göğsüne yaslansam nefes yollarım genişliyor, ferahlıyor gibi hissediyordum. Sanki almam gereken asıl nefes oradaymış gibi.

Bir süre hiç konuşmadık. Kalbini dinledim onun. Terapi gibiydi bu ses, beni sakinleştirmişti. Gözlerim acıyordu ama birkaç dakika öncesindeki gibi değildim, daha sakindim artık. Benim kalbim onunkinden daha hızlı atıyordu. Onunkine ayak uydursun diye nefesini tuttum bir süre. Yavaşlarsa belki aynı olabilirlerdi.

Fakat çok tutamadan yine nefes alınca yaslandığım yer titremeye başladı. Kaşlarımı çatıp nedenini öğrenmek için kafamı kaldırdığımda gülme sesi doldurdu kulaklarımı. Şimdi ise dudaklarını birbirine bastırmış bana bakıyordu. Ben ise oldukça ciddi bir şekilde ona bakıyordum.

"Niye gülüyorsun?" diye sordum. Fakat yüzüne baktıkça ciddiliğim kırılıyordu. Karşımda hep gülümsese derdim tasam uçup gidecekmiş hissi veren bir gülümsemesi vardı. "Hiç..." diyerek geçiştirdi. Biraz daha bakarsam kaşlarımı çatamayacağımı bildiğim için eski pozisyonuma geri döndüm.

Yine dinlemeye başladım. Bir türlü aynı ritmi yakalayamıyordum, sinir olmuştum. Yanaklarımı şişirip yine nefesimi tutmaya başladığımda, "Gece," diye seslendi. Kafamı kaldırıp ona baktığım gözleri şiş olan yanaklarıma kaydı. Havayı vermeye kalmadan elini çıkartıp yanaklarımı sıktığında tüm hava boşalmış, dudaklarım öne büzülmüş şekilde ona bakakalmıştım.

"Hı?" diye sorduğumda güldüğü için göğsü titremişti. Doğal olarak ben de titremiştim. Yanaklarımı hala bırakmamıştı. "Sana birkaç soru soracağım," dedi. "Sor," demeye çalıştım ama kelime biraz yamularak çıkmıştı. "Sen de cevap vereceksin," dedi bu sefer de. "Hıhı," diyerek mırıldandım. Galiba yanaklarımı bırakmayı düşünmüyordu.

En sonunda hiç istemiyormuş gibi elini yanaklarımdan çektiğinde başımı geri göğsüme koyarak sorularını beklemeye başladım.

Ve ilk sorusunu sordu; "En sevdiğin renk?"

"Mor," dedim hiç düşünmeden. "Bunu zaten bilmiyor muydun?" diye homurdanmıştım ek olarak.

"En sevdiğin meyve?"

"Kiraz," dedim yine direkt. "Bildiğin soruları neden soruyorsun ki?"

Sorumu es geçerek kendisininkini sordu. "En sevdiğin bilgisayar oyunu ne peki?" Bu soruda duraksadım. Ben cevabı zaten biliyordum da bunu sorması garibime gitmişti.

"Ateş ve su," dedim.

"Neden en sevdiğin meyve kiraz?" diye sordu anlam veremediğim bir ses tonuyla. O görmese de dudak büktüm. "Bilmem. Seviyorum işte. Bir nedeni mi olmalı illa ki?" Bu sorum bana kumsaldaki konuşmamızı anımsatmıştı.

"Belki de henüz nedenini bulamamışsındır. Bu olmadığı anlamına mı gelir gerçekten?" diye sordu. Bana bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi ama anlamıyordum. "Sadece sevilir..." diye mırıldandım ama karşı çıktı. "Nedensiz sevilmez."

"Beni benden daha iyi tanıyor gibisin?" diyerek homurdandım bu sefer. Güldü. Gülünce yine titredim. "Belki de... Bazı insanlar hiç değişmiyor."

Kafamı kaldırarak dik dik ona baktım. "Daha önce hayatıma geldin de benim mi haberim yok acaba?" Kafasını yana yatırarak bilmiş bilmiş bakmaya başladı. "Bilmem." Omuzlarını kaldırıp indirdi oyun oynarcasına. Eğleniyordu benimle.

"Bir şey daha soracağım," dediğinde sorusu kendisini rahatsız ediyormuş gibi yüz ifadesi değişmişti. Geri göğsüne yattım onu izlemek yerine. "Sor." Gözlerimi kapattım, sakindim. Burayı seviyordum. Sıcaklık önemliydi.

"Kafamda biri ağlıyor dedin." Kafamı hafifçe sallayarak onu onayladım duraksadığında. Devam etti yeniden. "Tanıyor musun onu?"

"Evet," dedikten sonra derin bir nefes verdim. "Geçmişteki benmiş o."

"Hep var mıydı o peki?"

"Hayır. Sonradan sizinle birlikte geldi."

Kolunu üstüme atarak vücudumu sardı. Daha da sindim göğsüne. "Geçmişi hatırlıyor musun?" diye sordu bu sefer. "Hayır," dedim. "O da bana anlatmıyor, benim hatırlamam lazımmış." Sessizce durduğum birkaç saniye ardından yeniden konuştum. "Sana bir sır vereyim mi?"

"Ver," dedi.

"İçimdeki ben seni çok seviyor gibi." Fısıldayarak söylediğim kelimeler üzerine koluma belli belirsiz minik şekiller çizen parmakları duraksadı. "Nerden öğrendin peki bunu?" diye sordu şaşkınca. Kıkırdadım. "Sen baygınken canım diye hitap etti sana."

Benim gülmüştüm ama o derin bir nefes almıştı. Göğsünde havalanıp indiğimde parmakları tekrardan yavaşça hareketlenmeye başladı. Galiba bunu farkında olmadan yapıyordu.

"Beni öptün diye başım bağlı mı şimdi benim?" diye aniden sorunca şaşkınlıkla gözlerini açtım. Onu öptüğüm anı hatırlatıyordu. "Nerden öğreniyorsun bu kelimeleri hiç bilmiyorum," diye homurdandım beni utandırmasının üstüne. Bu sefer daha da sesli gülmeye başladı. Resmen göğsünde hoplamaya başlamıştım.

"Sayende zıplama kotamı da doldurdum," diyerek dikleştiğimde dik dik ona bakmaya başladım. Güldüğü için kısık kısık bakıyordu bana. Dikleştiğimden dolayı elini bel kavisime koymuştu. "Dolmamıştır henüz o," dediğinde tek kaşımı havaya kaldırdım. "Siz bir neşelisiniz gibi?"

"Aklıma takılan bir şey var," dedi. Sorgular gibi ona baktım. Koltuğa oturduğu için içe göçüyorduk ve ben dik durmaya çalıştığım için elimi çıplak göğsüne yaslamıştım. Ne kadar ağırsa koltuk çökmüştü resmen. Ona kilolu dediğim an aklıma gelince sert ifadem anında kaybolmuş, dudaklarımı birbirine bastırarak ciddiliğimi korumaya çalışmıştım. Gözünden elbette ki kaçmamıştı bu.

"Ne geldi aklına?" diye sordu yüzümü hafif bir tebessümle izlerken. Gözlerimi kaçırdım, "Hiç..." Ona söylemediğim için daha da merak etti. "Söyle," dedi. Onunla kesinlikle uğraşmak istiyordum. "Koltuğa baksana," diyerek oturduğumuz yeri işaret ettim gözlerimle. "Ne kadar kiloluysan içe göçtük resmen. Koltuğun dili olsa da konuşsa şu haline." Dilimi damağıma vurarak cıkladım onun hep yaptığı gibi. "Yazık be."

Yeniden gözlerine baktığımda bana öyle bir bakışı vardı ki, kesinlikle doğru yolda olduğumu anlamıştım. Az önce eğlendiği için havalanan kaşları artık çatıktı. Gözlerini kısmış sinsice bana bakıyordu. Gülen halinden eser yoktu şimdi. Hiç beklemediğim bir anda bacaklarını aniden kaldırdı ve ben göğsüne düştüm. Daha doğrusu direkt yapıştım. Bir kolunu üstümden geçirirken aynısını diğeriyle de yaptı. Resmen kıskaca aldığında kollarının baskısını fazlasıyla hissediyordum. Özellikle sıkıyor gibiydi.

"Kollarım o kadar kilolu ki senin üstüne düştü," dediğine cıklayarak onları kınadı. "Bak sen şu işe... Düşesileri geldi herhalde." Keyifle söylediği cümleler ardından kısıkça fısıldadım. "G-galiba ölüyorum..." Nefes alamıyormuş gibi yapmaya başladım. Kesik kesik alıyordum ve kaldırmazsa rolüm her an gerçeğe dönüşebilirdi. Ne kadar ağırdı ya kolları bunun.

"Seni nerede beslediler ya?" çıkıştığımda kafamı kaldırıp çenemi göğsüne yaslayarak alttan alttan ona bakmaya başladım. Kafasını eğip yüzüme baktı. Önüme gelen saçlarım görüşümü bozarken yüzüme üfleyerek yana gitmelerini sağladı. Gülüyordu ve yine keyfi yerine gelmişti. Huysuzca ona bakıyordum ben de işte. Dünya gösteriyordu adaletini.

"Var mı onlara vereceğin bir önerin? Cümleyi yanlış kurmuş olabilirsin, olur öyle şeyler insanlık hali." Anlayışlı bir şekilde söylemesi daha da sinirimi bozuyordu. Tam tersini söylemeyecektim elbette. Bu sefer ben ona gözlerimi kısarak bakmaya başladım. Bu halime karşın yüce gönlü daha da yardım etmeyi seçti. "Mesela dilim sürüçtü, kaslı diyecektim diyebilirsin." Ardından kendini onaylar bir biçimde kafasını sallayarak ekledi. "Doğruları söylemek önemli."

İnatla cıkladım. "Dilim gayet yerinde. Ezileceğim az sonra sadece." Sen bilirsin dercesine dudak büzdü ve kafasını arkaya atarak koltukta daha rahat bir pozisyon aldı. O arkaya doğru gittiği için kollarının baskısı artmıştı. Çaresiz bir şekilde olduğum duruma baktım. E ben burada kalmıştım?

Ona istediğini vermeye pek niyetim yoktu. O yüzden ben de başka bir yol denemeye karar verdim. Kafamı eğdim ve göğsüne minik bir öpücük kondurdum. Kafasını aniden kaldırdı ve şaşkın şaşkın bana bakmaya başladı. Dudaklarımı büzdüğümde tatlı tatlı bakmaya başlamıştım. "Ateş meleği bey..." dedim nazikçe. "Rica etsem kollarınızı çeker misiniz?" Birkaç kere gözlerimi kırpıştırdım gülümserken.

Hala şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Bu kadar mı öpmemi beklemiyordu ya? Zaten kolları gevşemişti ama çıkabilmem için biraz daha çekmesi gerekiyordu.

İkna olması için bir kere daha minik bir öpücük kondurup kafamı kaldırdım. Kuruyan dudaklarını ıslattığında yaptığım hileyi anlamış gibi önce dudakları çok hafifçe kıvrıldı. Ardından öyle mi yapıyorsun dercesine tek kaşını kaldırdığında gözleri parlamıştı.

Ben acaba istemeden meydan falan mı okumuştum? Bu bakışının başka bir anlamı olamazdı çünkü.

Hiç beklemediğim bir anda kollarını açtığında ellerini belimin iki yanına koyarak kavradı ve beni göğsünün yukarısına çekti. Ardından kollarını yine sararak eskisi gibi kıskaca aldı. Ben ne olduğunu anlamadan çoktan yapacağını yapmıştı. Şimdi yüzlerimiz neredeyse aynı hizadaydı. Ben vücuduna yapışık olduğum için olabildiğince geriye çekilerek ona bakıyordum. Çünkü beni öyle bir pozisyona getirmişti ki, başımı biraz eğsem yüzüne değecektim.

"Bir daha yapsana hadi," dedi. Sınırları zorluyordu ve benim can çekişmemden zevk alıyor gibiydi. Öpebileceğim yerler arasında ki seçeneklerim; boynu ve yüzüydü. Beni yukarı çektiği için başka seçeneğim yoktu ve bunu özellikle yapmıştı. Diğer yerlere yetişemeyeceğimi biliyordu.

Şaşkınlığı bir kenara bırakarak düşündüm. Böyle yüzümü geriye çekmeye çalıştığım için de boynum ağrımaya başlamıştı. Bir çözüm bulmam lazımdı. Yoksa yüzünün tam ortasına düşecekti yüzüm, bunun olmaması lazımdı...

Akıma bir şey geldi sonra. Yapmak istediğim ama bir türlü fırsat bulmadığım bir şey... İşte şimdi tam zamanıydı.

Muhtemelen yapacağım ihtimalini göz önünde bulundurmayarak böyle bir pozisyona sokmuştu beni. Çünkü diğer seferde beni kucağından kendi indirmişti. Şimdi bunu yaptıysa hiç ihtimal vermiyor olmalıydı öpeceğime.

İçimden şeytanca gülümserken dışıma yansıtmadan gözlerine odaklandım sadece. Yüzümü yavaşça indirmeye başladığımda gözlerindeki o dalgaya vuran ifade yavaşça kaybolmaya başladı. Geriye çekilmediğine göre hala ihtimal vermiyordu yapacağıma.

Ona bakmayı kesip dudaklarımı dudağının yanına minikçe değdirdiğim an, geri çekilmek üzere kendini geriye atacağı sırada izin vermeyerek dudaklarımı araladım ve yanağına dişlerimi geçirdim.

Sonunda onu ısırmıştım. Bir gözüm arkada ölmeyecektim artık.

Yaptığım hareketle birlikte şaşkın bir nida dudaklarından firar ederken kollarını açıp elleriyle kollarımı tutmuştu. Fırsattan istifade kendimi koltuğun diğer tarafına attım. Kıkırdayarak oraya oturduğumda yüzümü ona döndüm.

Elinin iç kısmını ısırdığım yere bastırırken şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. "Ne yaptın sen öyle?" diye sordu. "Isırdım seni," dedim gülerek. "Ama seni uyarmıştım, hem de kaç defa!"

Ava giderken avlanmak böyle bir şeydi işte Ateş meleği bey. Kendimden gurur duyarcasına ona bakarken bir anda ne olduğunu bile anlamdan kafası arkaya düştü. Kolları da aynı şekilde koltuğa düşmüştü. "Ay n'oldu?" diyerek dizlerimin üstünde dikleştiğimde dikkatlice bakmaya başladım ona. "Koskoca adam bayıldı mı şimdi?" diye sesli düşünürken duraksadım.

Ya ona yaklaşmam için bana tuzak kurmuşsa? Ayrıca niye bir anda bayılsın ki?

Kirpiklerinin bile oynamaması beni kuşkuya düşürüyordu. Çok iyi rol yapıyor olabilirdi...

Yüzünde gezen gözlerim yanağında duraksadı. Teni beyaz olduğu için hemen kızarmıştı orası. Minik bir iz bırakmıştım. O kadar acımamıştır herhalde?

Ne olur ne olmaz diye koltuktan inip çevresinde dönerek arka tarafına geçtim. Şimdi tepesinde dikiliyordum. Başımı eğip yüzüne baktım. "Kalk Auria, bir gören olacak."

Ben hala rol yaptığını düşünüyordum. Parmağımla ısırmadığım yanağını dürttüm. "Hadi ama, o kadar sert ısırmamıştım bile!" Dafa fazla eğildim üstüne. Saçlarım yanlardan sarkarak yüzüne düşüyordu. "Hey!" diyerek adeta fısıldayarak bağırmıştım. "Bayılman için hiçbir gerekçen dahi yok. Rol yapma bana!"

Fakat hiçbir şey değişmemişti, yine aynı hareketsiz durmaya devam ediyordu. "Şşşş!" Yine yanağını dürttüm. Jöle gibi bir o yana bir bu yana gidiyordu perçemleri. Kafamın biraz daha eğdiğimde isyan ettim. "Eğer rol yapı-" dememe kalmadan gözlerini açarak ellerini kafamın iki yanına koyması bir oldu.

Biliyorum işte, rol yapıyordu!

Ters bir şekilde birbirimize bakıyorduk şimdi. Eğildiğim için saçlarım onun başının yanlarına düşmüştü. Bıraksın diye ellerimi ellerinin üstüne koydum. "Rol yaptığını biliyordum işte!" diye ciyakladım. "Bayılman için hiçbir gerekçe yoktu!"

Cıklayarak kaşlarını kaldırıp indirdi. "Çok gerekçe vardı. Beni ısırdın?!" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bu güzel dudaklarım yanağına değdi işte. Sevinmen gerekiyor?" Alayla güldü bu cevabıma. Ciddi bir şekilde söylemiştim, çünkü haklıydım?

Hala başımı tutarak çekilmeme izin vermiyordu. Bir kere daha kalkmaya çalıştım ama olmadı. Kafasını yana eğerek ısırdığım yanağını gösterdi. "Hiç yakışıyor mu?"

Soruyu asla üstüme alınmadım. Aksine kıkırdadım. "Yüzüne renk gelmiş. İstersen diğerini de ısırayım takım olsunlar?" Bu halime hayretle baktı. "Ne yani? Ben tarafından ısırılmak herkese nasip olmaz."

"Sen başkalarını da mı ısırdın?" diye sordu bu sefer. Yüz ifadesine karşın isyan ettim. Ciddi ciddi soruyor muydu gerçekten bunu? "İnanır mısın öyle bir tikim vardır. Fazla yaklaşınca kendimi tutamıyorum. Isırıveriyorum direkt!" Bakışları öyle bir hal aldı ki gülmemek için zor tuttum kendimi. İnanmıştı!

"Bana son yanak bükücü diyorlar," diyerek fısıldadım yüzüne doğru sinsice.

Ellerini çekerek başımı serbest bıraktığında dikleştim hemen. Belim ağrımıştı böyle durmaktan resmen. O ise önüne dönerek oturduğu yerde dikleşti. Bozulmuş muydu yoksa? Hadi canım.

Onu görmek adına koltuğun yanından dolanarak önünde dikildim. Bana bakmak yerine kapıya bakıyordu. Ben acaba trip mi yiyordum şu an? Koskoca Ateş meleğinden mi?

"Kimi ısıracağım ya! Kimseyi ısırmadım tabii ki."

Yanağındaki kırmızılıkla bana bakmaması onu o kadar tatlı yapıyordu ki şu an anlatamam. Küçük çocuklar gibiydi. Seslice güldüm bu haline. Gülüşümü duyduğunda nihayet bana dönmüştü. Kaşları çatıktı. Siyah irisleri kötü bakmıyordu ama bana. Zaten birkaç saniye sonra yüz ifadesi de normale dönmüştü.

O mavi çiçeğin vücudumda bıraktığı etkinin azaldığını hissediyordum fakat tamamen geçmemişti. Bu anları hatırlamayacaksın demişti bana. Umarım yarın hatırlardım her şeyi. Artık uyusam iyi olacaktı. Bir an önce sabah olmasını istiyordum. Ve Kersera'da da daha fazla durmak istemiyordum. Sormam gereken bir hesap vardı babama karşı.

"Uyumaya gidiyorum ben," dedim ona doğru. Babamı düşününce tüm modum düşmüştü. Bu adam her ortamın neşesini düşürebilecek bir kalitede insandı.

Arkamı dönerek odaya doğru birkaç adım attıktan sonra duraksadım. Dağınık olan yatağı görünce içimi kaplayan kötü hisse karşın yine kâbus görürüm korkusuyla oraya gitmekten vazgeçmem iki saniyemi bile almamıştı. Oraya daha fazla bakmadan arkamı dönerek yeniden Auria'ya baktım. Göz göze geldik.

"Ben şurada uyurum ya," diyerek koltuğun boşta kalan diğer tarafına doğru ilerlemeye başladım. Koltuğa çıkıp en köşesine kıvrıldığımda gözlerimi kapattım.

"İyi geceler," dedi. "Sana da..." diye mırıldandım. "İyi geceler."

Kendimi yine kötü hissetmeye başlamıştım. Zihnim çok sessizdi. Diğer tarafımdan da ses seda çıkmıyordu. Orada mısın? Diye sordum. Ne kadar beklediysem de bir cevap gelmedi. Farkındaydım bazı şeylerin. O rüyadan sonra kafamı dağıtmak istemişti Auria. Ve bunu gayet iyi bir şekilde de yapabilmişti. Mutluydum, beni seviyordu.

Ama işin sonunda yine kendi başıma kalıyordum. Uyumalıydım artık. Çiçeğin etkisi geçerse az da olsa duygularım körelirdi belki. Ben artık bu kadar hissetmek istemiyorum...

**

Vücudumda hissettiğim soğuk akım beni uykumdan uyandırmıştı. Kırpıştırarak gözlerimi açtığımda hiç hareket etmediğimi anladım. Hala yanı pozisyondaydım. Tek fark üstümde örtü vardı. Auria örtmüş olmalıydı bunu. Hafifçe dikleşip ona baktım. Sırtını koltuğun diğer tarafına yaslamış, yüzü bana dönük bir şekilde uyuyordu. Kolunu koltuğun başına yaslamış, kafasını da koluna yaslamıştı. Böyle durmaya devam ederse sabah boyun ağrısıyla kıvranabilirdi.

Bu evde seninle eşitim demişti. O yüzden böyle yatmamalıydı.

Uyku mahmurluğuyla gözlerimi ovuştururken yavaşça üstümden örtüyü çekerek koltuktan kalktım. Her yerim ağrımıştı. Savsakça bir yere çarpmamaya çalışarak odaya gittim ve bir tane yastık alıp yeniden koltuğa döndüm. Benim yattığım kısmın başına koydum yastığı. Ardından meleğimin yanına gittim.

Yavaşça koluna dokunup onu dürttüğümde zaten hemen gözlerini açmıştı. Onun gibi ben de yarı uyanıktım ve hemen geri uykuma dönmek istiyordum. Bana baktığında konuşmasını beklemeden iki elimle kolunu sarıp, "Hadi gel," dediğimde bana uyup yerinden kalkmıştı. Yastığı koyduğum yere yatırdım onu ilk önce. En kenara kaymıştı hemen. Onun da benim gibi tek gözü açıktı. Beklemeden onun yanına yattığımda göğsüne yaslanıp ona sokuldum. Zaten o da bunu bekliyormuş gibi iki koluyla bana sarılmıştı. Şimdi ısınmaya başlamıştım işte.

"Isınmak önemli," diye mırıldandım gözlerim kapanırken yarım yamalak. "Hıhı," diye mırıldanarak onayladı beni aynı uyku mahmurluğuyla. "Isınmak çok önemli..." Bunu derken beni daha iyi kavramıştı kollarıyla. Yüzüm boyun girintisindeydi ve boynundan gelen o sıcaklıkla yeniden uykuma döndüm. O da yüzünü saçlarıma yaslamıştı. Kokusu çoktan kalbimi ısıtmaya başlamıştı bile...

**

Vücudum sıcak bir havuza atlamış gibi hissediyordum. Şu an uykumda soluduğum hava bile sıcaktı. Normalde hemen bunalırdım fakat şimdi öyle değildi. Sıcak ama bir o kadar da ferahlatıcı gibiydi. Ayrı olarak gözlerimde bir ağrı vardı. Şişmişler gibi hissediyordum.

Uykumu tamamen aldığımı anladığımda gözlerimi araladım. Fakat hiçbir şey göremiyordum. Kafamın bir yere yaslı olduğunu anladığımda geri çekilerek kafamı kaldırdım.

Auria'nın yüzüyle karşı karşıya geleceğimden haberim yoktu.

Biz nasıl bu hale gelmiştik peki?

Hala uyuyordu. Olduğumuz pozisyona baktığımda resmen tek vücut gibiydik çünkü sımsıkı sarılarak uyumuştuk. Kafam karışmış bir şekilde yüzünü izlemeye başladım. Uyanmaması için hareket etmemeye çalışıyordum pek fazla. Fakat bu pek uzun sürmemişti çünkü gözlerini aralamıştı.

Gür siyah kirpikleri havalandığında aynı renkteki irisleri gözlerimle buluştu. Uyandığımı görünce hiç konuşmadan o da beni izlemeye başladı. Hemen de ayak uydurmaya başlamıştı.

Yanağı dikkatimi çekti o an. Diğerine nazaran hafif bir kızarıklık vardı sanki. Daha dikkatli baktığında çok küçük bir izin olduğunu da fark ettim. Kaşlarım çatıldı. "Yanağına ne oldu?" derken gözlerimi sorgularcasına gözlerine diktim.

İlk başta sadece baktı. Cevap vermedi, sadece beni izledi. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ben hiçbir şey hatırlamıyordum. En son mavi bir çiçek koklamıştım. Ondan sonrası bende yoktu. Şimdi de bir koltukta sarılarak uyanmıştık. Neler olmuştu?

Umarım kötü şeyler olmamıştır...

"Hatırlamıyorsun?" dedi kuşkuyla gözlerime bakarken. Umutsuzca başımı salladım. "Hatırlamıyorum." Kalkmak üzere geriye çekildiğimde o da beni saran kollarını bedenimden çekti. Kalkacağım sırada havada duran sarılmış eli dikkatimi çekti bu sefer de. "Eline ne oldu ya?" diyerek döndüm bu sefer ona. "Sana ne yaptılar?" Sorum fazlasıyla kuşku barındırıyordu.

"Biraz saldırıya uğramış olabilirim..." dedi yarım yamalak kendince gülümserken. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi gülüşü derinleşti. Kendi kendine düşündükleriyle eğleniyor gibiydi.

"Ekstra bir durum yaşandı mı? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum çünkü." Gerginlikle nefesimi tuttuğumda çekinerek ona baktım. "Neler yaptım ben acaba tam olarak?"

Koltuktan kalktığımda benim bıraktığım boşluğu doldurarak rahatça yaslandı. Ellerini başının altında birleştirip huzurla gözlerini kapatırken mırıldandı. "Neler yapmadın ki..." Halinden gayet memnun gibiydi. "Beni öpmeye çalıştın."

"Ne?!" diyerek cırladığımda asla istifini bozmadı. Nasıl onu öpmeye çalıştım ya?

"Engel olmaya çalıştım," dedi hafif acıklı tonda. Önce yanağını işret etti, ardından sarılı olan elini havaya kaldırdı. Bunları yaparken gözlerini açma cüretinde bile bulunmamıştı. "Engel olmaya çalışınca yaralandım. Namusumu korumaya çalışan bir erkektim oysa ki..."

"Şaka yapıyorsun şu an?!" dedim inanamayarak. Şaka yapıyor olmalıydı. Zorundaydı. Yoksa yerin dibine girmek isteyebilirdim her an. Bunu yapmış olamam. Olamazdım. Gerçekten de biri ona saldırmış gibiydi. Dediklerinin doğru olamamasını umarken bile utançla gözlerimi kapatmıştım.

O mavi çiçek gerçekten bunları yaptırmış olabilir miydi bana? Güvenmiyordum her şey olabilirdi.

Gözlerini açtığında ona hala şokla baktığımı gördüğünde sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Tamam tamam..." dediğinde rahat bir nefes aldım. Bi' an gerçekten çok korkmuştum. "Kim yaptı o zaman bunları?" diye sordum.

"Sen yaptın dedi," gayet rahat bir şekilde.

Dalga mı geçiyorsun der gibi baktım o an. Bunu görünce bir kere daha gülmeye başladı. Tanrı aşkına ne oluyordu burada şu an?

"Sandığın gibi bir şey olmadı." Elini havaya kaldırdı. "Bu kazaydı." Aynı eliyle yanağını gösterince duraksadı. "Bu pek kaza gibi değildi ama..." Gözlerini kapatıp inanamazca güldü o anı yeniden hatırlar gibi. "Son yanak bükücü..." dediğinde imayla bana bakmaya başladı. Ona bakarak yapmacık bir şekilde güldüm. Gözlerimi kaçırdım ardından. "Kazadır o ya..."

Daha fazla bir şey anlatmadı bana. Bir şeyler yaşanmıştı ama çok çok önemli bir şey olsa anlatırdı diye düşünüyordum. Buradan çıkmak istediğimi söylemiştim ona. Eve gitmek istiyordum. Babamla artık konuşmalıydım. Beni satması bardağı taşıran son noktaydı artık.

**

Buna hazır mıydım?

Kesinlikle hayır.

Yapmak zorunda mıydım?

Artık evet. Taş olsa çatlar, dağ olsa yıkılırdı belki. Daha fazla kaçamazdım. Bu son yaptıklarından sonra olmazdı.

İsteğim üzerine Kersera'dan çıkmıştık. Beni evimin önüne getirmişti. Kendisi ise gitmişti. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikrim de yoktu. Sadece şu an gergindim, hem de fazlasıyla... Karşımdaki kapıya dik dik bakarken kendimi hazırlamaya çalışıyordum.

Bir tarafımdaki yanan ateş, ona duyduğum nefretle birlikte harlanıyordu. Hayatımdaki hiç kimseden bu denli nefret etmiyordum. Birine karşı bu kadar ağır bir duyguyu hissetmek insanı sandığından daha da fazla yaralıyordu. Bunu büyüdükçe daha iyi anlamıştım.

İşin ironik kısmı ise en sevgi beklediğim kişinin de babam olmasıydı. Çünkü insan ulaşamadığı duygulara hep hasret kalırdı. Yıllar boyunca bu ikilemde boğuşup durmuştum. Aylarca nefretin ateşinde yanışımı da bilirdim, geceleri yenik düştüğümde bir parça sevgi için ağladığımı da. Bu yanlıştı. Fakat neyin yanlış neyin doğru olduğunu tartışacak bir durumda değildim o zamanlar.

İnsan bir noktayı geçtiğinde artık yeter diyordu. İki ucun da sonunda uçurum vardı ve ben artık ortada dikilmeyecektim.

Hesaplarıma göre bugün pazardı. O mükemmel aile kahvaltısı... Bensiz geçireceklerdi. Zaten ben olduğumda da bir şeyin fark etmediğini biliyordum. Sözde birlik olunuyordu başka hiçbir şey değil.

Şu anda evde tekti. Buraya gelirken annem ve Peri'yi dışarıya çıkarken görmüştüm. İşime gelmişti bu durum. Nedenini sorgulamadım. Bugün, bu anda sorgulamayacaktım. Tek istediğim işim bitmeden eve girmemeleriydi.

Eğilerek kapının önündeki siyah hasır paspasın sağ ucunu kaldırıp anahtarı aldım. Hep buraya bırakılardı, acil durumlar için. İlk kez işime yaramıştı. Genelde acil durumlarda evde olmayı tercih etmezdim. Olası bir durumda kaçacağım yer genelde kitabevi oluyordu, kaçtığım yer ise evimdi.

Ev bazen iki harften ibaret olabiliyordu. Bazen de tek bir ismin içine saklanabiliyordu...

Derin bir nefes alarak tüm gücümü topladım ve anahtarı deliğe sokup çevirdim. Açılmasıyla birlikte iterek içeri girdim.

"Erken geldiniz sanki biraz," diye bağırdı olduğum yere doğru neşeli bir şekilde.

Kapıyı kapattığımda bir süre duraksadım. Atacağım birkaç adımla beraber beni görecekti. Sıkıntı yoktu, sağ salim halledecektim. Önce bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Gerçekten ne kadar uzaksa bir o kadar haz doluydu. Para karşılığı sattığı kızını önünde görünce oluşacak yüz ifadesi gülümsememi genişletti.

Acıyı sonraya saklıyordum. Şimdilik en iyi maskeyi takmıştım.

Daha fazla beklemeyerek ellerimi arkada birleştirdim ve mutlulukla öne doğru adımladım. Televizyonun önündeki koltukta gülümseyerek oturuyordu. Benim olduğum tarafa döndüğünde gülümsemesinin kaybolmasını zevkle izledim. Şaşkınlıkla kaşları havalanırken anında çatılmışlardı. Hızla yerinden kalktı.

"Sen... Nasıl geldin buraya?"

Gözleri göğsüme kaydı. Haberi vardı aslında değil mi? Kalbimi istediklerini ve beni bir organ mafyasına sattığının farkındaydı.

Kafamı hafifçe sağa yatırdım. Alayla gülümserken, "Sevinmedin mi beni gördüğüne?" diye sordum. "Ya da pardon," dedim ona bakmayı keserek masaya doğru ilerlerken. "Doğru soru bu değil. Bana yanlış soruyu sordun." Masanın yanına geldiğimde yeniden ona doğru döndüm. "Doğru soru; nasıl hala hayattasın? Olmalıydı değil mi?"

Bozguna uğrayan surat ifadesini bir saniye bile sürmeden geri plana attığında yeniden nefretle bakmaya başladı. İşte alışık olduğum buydu. Ondan gelecek başka bir duyguyu tanımakta zorlanabilirdim.

Cevap vermedi. Zaten ben de ondan cevap beklemiyordum. O orada dikiliyordu ben de kendi yerimde hareket etmiyordum. "Neden?" diye sordum aniden. Hala gülüyordum. "Bir baba neden kızını sevmez?" Bana vereceği cevabı çok merak ediyordum. Çünkü bu sorunun cevabı hayatımın üstüne yıkılmıştı. Çünkü ben o enkazdan bir türlü çıkamamıştım.

Elim masanın üstündeki vazoya gitti. Parmağımla yavaşça ittirmeye başladım. Vazonun sürtünme sesi aramızdaki tek ses olurken en sonunda sona geldi ve yere düşerek parçalara ayrıldı. Kırılma sesi kulaklarımda yankılanırken içindeki su etrafa sıçramıştı. Ve tam önüme dökülmüştü içindeki çiçekler.

"Bir baba neden kızına yıllarca işkence eder?" diye sordum ileriye doğru yavaşça adımlarken. "Bir baba..." dediğimde kafamı kaldırıp ona baktım. "Nasıl bu kadar yanlış olabilir?"

Susuyordu. Hissizdi sanki bana bakarken. "Elli bin TL," derken gülmeme engel olamadım. "Elli bin TL için mi gerçekten?"

"Hayır," dedi. "Para için değildi."

Ölmem içindi.

Gülmüyordum artık. Gözleri ardındaki planları görmek istemezdim.

"Neden borca girdim sanıyorsun?" Sakinlikle söylediği cümlelerin ne anlama geldiğini bilerek, özellikle canımı yakmak istercesine bakıyordu gözlerime.

"Bu nefretin sebebi ne?" diye sordum. Sakin kalmaya çalışıyordum. Aklım ermiyordu bu yaptıklarına, planlarına. "Üç..." diye mırıldandım kendi kendime. "Ne var bu üçte?"

Soracak o kadar sorum vardı ki hangi birini önüne sunacağımı şaşırıyordum. Cevap vermedi. O vermedikçe ben daha da sinirleniyordum. İçimdeki öfke serbest bırakılmayı bekliyordu.

Rafların önünde durdum. Elime içinde sadece onun fotoğrafının olduğu çerçeveyi aldım. Resmine bakarken, "Hiçbir şey yapmadan sadece dursan bile baba olabilirdin," dedim. Gözlerimi kapatıp sakince nefes almaya çalıştım ama nafileydi. Tutamıyordum artık kendimi, bana yaptıkları geliyordu aklıma. Elimdeki çerçeveyi karşımdaki duvara fırlatırken bağırmaya başladım.

"Ama sen ne yapmayı tercih ettin?! Yıllarca hayatı bana zindan etmeyi seçtin değil mi?!" Tiksinircesine ona baktım. "Sen nasıl bir insansın ya?" Yanıma dönüp annemin resmini aldım bu sefer. "Sadece sustu. Sadece sustu!" Onunda fotoğrafını babamınkinin yanına gönderirken gözümü bile kırpmıyordum. Sinirle ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Yedi yaşındaki bir çocuğu şimşekli havalarda tuvalete kitlemek ne demek?!"

Hiçbir şey yapmıyordu. Ne irkiliyor ne de yerinden hareket ediyordu. Dümdüz beni izliyordu. Bu halimden zevk alıyormuş gibiydi, öyle bakıyordu. Sinirle ona doğru gittim ve aramızda mesafe bırakarak durdum. "Bana sandalyeyle saldırmıştın, sadece on yaşındaydım! On!" Ellerimi saçlarımdan çektim. "Saçlarımı yakmaya çalıştın. Bu sefer de on iki yaşındaydım. Ben sana ne yaptım da karşılığını böyle verdin?"

O günleri hatırlamışçasına zevkle dudakları kıvrıldı. Bunu görmem içindeki yanardağları daha da hareketlendirdi sanki. Arkamı dönerek öfkeyle ondan uzaklaştım. Pencerenin önündeki kırmızı vazoyu alarak ona doğru yere fırlattım. Kırıklarının ona çarpmasını diledim. Olur da fiziksel bir acı hissederdi belki. Belki benimkinin binde birini hissederdi az da olsa.

Vazo parçalanarak aramızda büyük bir gürültüyle kırıldığında irkilmedi bile. Gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Ellerini eşofmanının ceplerine sokarak izlemeye devam etti. Bu rahatlığı gerçek miydi?

"Daha sayamayacağım onca şey..." Durdum bu sefer. Gerçekten yorulmuştum. Bu konuşmalarım bile boşunaydı değil mi aslında? "Neden?" diye sordum yalvarırcasına. "Neden böylesin sen? Neden bana bunları yaşattın!"

"Biliyor musun?" diye sordu ilerleyerek koltuğun etrafında yavaşça dolaşmaya başlarken. "Sen gelmeden önce hayat dolu biriydi annen." Sonra durdu. Bakışlarına alay karıştı. "Annen..." diye fısıldadı dalga geçer gibi bu sefer. "Seni bu eve hiç almamalıydık. Kapının önünde kalıp geberip gitmeliydin!" O geceye dönmüş gibi tiksintiyle kurmuştu son cümlesini.

Bu da ne demekti böyle?

Kafamın karıştığını gördükçe daha da haz alıyordu sanki bu durumdan. "Neden diye sormuştun değil mi?" Koltuğun üstünde duran elini sıkmaya başladığında gözlerini kapattı. Sakinleşmeye mi çalışıyordu? Bu kadar ani duygu değişimi beni şoka uğratıyordu.

"Çünkü sen öyle lanetliydin ki, eve geldiğin gece tüm ailemi kaybettim ben!" Gözlerini açtı. Sakindi. Gereğinden fazla sakin bakması beni tedirgin ediyordu. Eve geldiğin gün diyordu, bu da ne demekti? Ailemi kaybettim dedi. Bunun benimle ne alakası olabilirdi?

"Gerçekten çocuğum olsaydın, belki sevebilirdim seni." Gözleri Peri'nin fotoğrafının olduğu çerçeveye kaydı. İrislerindeki ışıltı buradan bile belli oluyordu. "Ki ben iyi bir babayım." Kafasını bana çevirdi. "Sen benim çocuğum değilsin. Sen bizim çocuğumuz değilsin." Elini kaldırıp işaret parmağını tehdit edercesine bana salladı. "Yaptıklarımdan dolayı hesap soramazsın. Daha fazlasını hak ediyorsun! Daha bitmedi. Orada ölmeliydin." Dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı. "Oyunu uzatmayı sen seçtin."

"Sen... Ne saçmalıyorsun?" dedim dediklerini anlamaya çalışırken. Onların çocuğu olmadığımı söylüyordu, bu nasıl olabilirdi? İnanmalı mıydım?

Onları çocuğu değildim. Bu cümle zihnimde ne kadar döndü sayamadım. "Ne demek çoğunuz değilim?" diye sorduğumda arkaya doğru birkaç adım geriledim. Bana bu şoku yaşatmayı yıllarca beklemiş gibi gözlerime bakarak gülümsedi.

Bana işkence ettiği yıllar gözümün önünden teker teker geçti sanki o an. Onların çocuğu değildim. Baştan aşağıya süzdüm onu. Bu adam babam değildi. Bana yaptıklarının arkasına baba sıfatıyla saklandığı o kadar sene... Başımdan kaynar sular döküldü o an.

Nefretin sahtesi olmazdı. Doğruyu söylüyordu.

"Seni elimden kaçırmamalıydım, yıllarca o yüzden bu evde tuttum seni. Fakat bir fedakârlık yaparak kolay bir ölüm seçtim senin için. Kaçman büyük bir aptallık." Onaylamazca kafasını salladı. "Ölümün kalpten olmalıydı. Şimdi benim elime kaldın."

Söylediklerinin şokuyla birlikte ona bakıyordum. Neler diyordu böyle?

"Hala merak ediyor musun? Daha fazlalarını yaşamamanın tek nedeni Peri. Çünkü o seni seviyor!" Son cümlesini tükürürcesine söylemişti. Birinin bile beni sevmesi yasakmış gibi davranıyordu. "Ve ben küçük kızımın üzülmesini istemem, biliyorsun."

"Sen hastasın..." dedim kafamı iki yana sallarken. "Neler dediğini bilmiyorsun."

"Yıllardır ne yaptığımın farkındayım. Az bile yapmışım," derken vücudumu süzdü. "Kaçabildiğine göre o aptallar da bir bok bilmiyor. Sana biraz daha süre vereceğim. Sonra hayatımızdan siktir olup gideceksin."

Yaşadıklarımın gerçekliğini sorguladığım dakikalardaydım. Ben yıllardır bu evdeydim. Şimdi ise bana bu acıları yaşatanların aslında hayatıma sonra giren insanlar olduğunu söylüyorlardı. İçimde nefretin büyüklüğünü bir kez daha hissettim. Bir bariyer vardı onları koruyan, anne ve baba olmaları. Ama o bariyer kalkmıştı şimdi.

Koltuğun etrafından dolaşarak rahat bir şekilde kendini bırakarak oturdu. Koltuğun yanındaki sehpadan sigarasını alarak ucunu ateşleyip dudaklarına koydu. Zehri soluduğunda kafasını arkaya yatırarak keyifle dumanı üfledi. "Öyle kolay olmayacak tabii bu. Ölmek için bana yalvaracaksın daha." Kafasını bana çevirdiğinde zevkle gülümsedi. "Aynı şimşekli gecelerde o tuvaletten çıkmak için yalvarmaların gibi."

Tiksinerek baktım ona. Yutkunmaya çalıştım ama boğazıma takılan yumru bana senelerin yükünü üstlenmiş gibi ağırlık yaptı. Son cümlesini duymak titrek bir nefes aldırmıştı bana. Yüzüne tükürmek istiyordum. "Sen nasıl bir insansın ya?" diye sordum yaptığı iğrençlikleri hatırladığım için midem bulanırken. "Sen insan bile değilsin!" Ona saldırmamak için kendimi çok zor tutuyordum.

Yeniden önüne döndüğünde ikinci kere sigarayı dudaklarına koyup içine çekti. Keyif sigarası içiyordu önümde. "Neden üç diye sormuştun değil mi?" Güldü. "Çünkü o gece üç kişiyi öldürdün sen."

Hayretle ona baktım. "Bir çocuk bunları nasıl yapabilir?!" Ona karşı olan sinirimi kontrol etmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Önümde pişkince gülmesi delirtiyordu beni.

"Bilmem, sana sormalı." Bana döndü. "Nasıl bu kadar lanetli olabildin? Henüz iki haftalıktın üstelik."

Karşımda hasta bir adam oturuyordu. Hareketleri asla normal değildi. Bastırılmış nefretini azar azar bana işleyecekmiş gibi bakıyordu gözlerime. Üvey olduğumu dile getiriyordu. Onların çocuğu olmadığımı ve onun ailesini öldürdüğümü. Sırf intikam için mi yıllarca bana hayatı zindan etmişti?

Üvey olmam bu yaptıklarının üstünü örter miydi? Ben de bir candım.

Gözlerinde gördüğüm saplantı dolu duyguları ilk defa bu kadar belli bir şekilde sunuyordu bana. Bunu görmek hem tedirgin ediyordu beni hem de geriye bakıp geçmiş hayatımı hatırlatıyordu bana. Yaptığı onca şey... Onca yaşadığım şey bir adamın baba sıfatını kendine giydirerek bu hakkı kendisinde bulmasından dolayı mı olmuştu gerçekten? O kadar berbat hissediyordum ki...

İki haftalık diyordu. Yalan söyleyeceğini düşünmüyordum, bakışları sahte olamayacak kadar nefret doluydu. Yılların sorusunu cevaplamıştı işte.

Asla böyle bir cevap beklemiyordum.

Sevgi dolu bir an aradım hayatımın içinde aileme dair. Zihnimin içinde her taraf toz duman altında kaldı. Aradım her yere baktım ama bulamadım. Annem bana karşı hep hissizdi sanki. Bedeni karşımdaydı ama ruhu sanki sadece Peri'ye görünür gibiydi. Onun böyle bir tarafının olduğunu, annelerin de çocuklarına şefkatle yaklaşabileceğini Peri doğduğunda görmüştüm ben. Babam desen zaten hep itip kakıyordu beni. Genelde bana yaptıklarından annemin haberi olmuyordu. Çünkü bir noktada işin ucunda hep tehditler vardı.

Söylersen annene de aynılarını yaparım. Senin yüzünden canı mı yansın?

Yapmazdı. Tek amacı bir çocuğa böyle düşündürerek yüküne yük eklemekti. Nasıl yaralayacağını iyi biliyordu ve senelerce yapmaktan da geri durmamıştı. Çocuğum olsaydın belki severdim seni dedi. Gerçekten de öz çocukları değildim.

Gerçekten de öz çocukları değildim.

Ve canımdan çok sevdiğim kardeşim, onun ablası değildim. Annem ve baba saydığım insanları bir kenara koyabilirdim ama Peri olmazdı. Üvey olmamın bizim bağımızı etkilemesi asla izin vermezdim. Ben onun ablasıydım ve konu burada kilitti benim için.

Kafamın içinde tekrar tekrar dönen cümle yaşadıklarımın fragmanı gibi geçti gözlerimin önünden. Bu durumda yıllarca bana baktıkları için teşekkür mü etmeliydim? Üvey bile olsa bir çocuk böyle mi yetiştirilirdi? Hepsini geçtim, yaptıklarının üstünü örtebilecek bir gerçek miydi bu?

Hayır.

Hissizdim sanki. Acı çekmiyordum sadece şok olmuştum. Yediremiyordum bazı şeyleri. Yıllarca bir yalanın içinde büyümüş olduğum gerçeği bir kenara dursun, bana o sevgiyi hissettirselerdi öğrendiğim bu gerçekle yıkılabilirdim. Ama benim kahrolduğum nokta yıllarca bana yaşattıkları şeylerin altındaki anne baba sıfatlarının kaldırılmasıydı. Ben bunca sene iki yabancının yaptıklarına mı maruz kaldım?

Gerçek ailem beni nasıl böyle bir acıya mahkûm bırakabilmişlerdi? İçimde büyüyen öfke akılalmazdı.

Karşımdaki adam hala devam ediyordu zehrini saçmaya. Çocuk bakmayı bilmiyorlarmış bile diyemiyordum. Peri'yi nasıl sevgiyle büyüttüklerine şahittim.

Peki annem neden öyleydi o zaman? Sen gelmeden önce hayat doluydu demişti. Çocukken olabildiğince dikkatli davranmaya çalışırdım. Sevgi açlığımdan dolayı şımarmayı bir kenara bırakın, nasıl sevilirimin cevabını arıyordum. Bu yüzden de hep göze girme çabam vardı. Hep mutlu etmeye çalışırdım çünkü sevgi karşılıklı olur sanırdım. Öyle değilmiş pek.

Bunu anladığımda bile ters bir harekette bulunmamıştım anneme. Hiçbir şey yapmamıştım. Zaten küçük bir çocuk nasıl annesini hissizleştirebilirdi ki? Nasıl insanları öldürebilirdi?

"Ne oldu? Hiç yıkılmışa falan benzemiyorsun?"

Kafamı kaldırıp ona baktım. Düşüncelerimin içinde boğuşurken sessizleşmiştim. Gözlerinden alay hiç eksilmiyordu. Sigarasının sonlarına yaklaşmıştı. "Yıkılmam için iyi bir şeylerin olması gerekiyor. Sen hayatımı zehirlemek dışında bir şey yaptın mı ki?"

"Seni eve aldım. Sana baktım." İkinci kere baştan aşağıya süzdü. "Ve sen de büyüdün. Yeterli değil mi?" Yüzsüz piç. Bana verdiği bir lütufmuş gibi anlatıyordu bir de bunu.

Peri'ye olan bakışını bilmeseydim gerçekten sevgiden yoksun bir adama bakıyorum sanırdım. Fakat öyle değildi. Bu tavırları bana özeldi.

"Dur bir düzelteyim," dediğimde dudaklarımı ıslattım. Kafamı onaylar biçimde sallarken, "Beni bir kuyuya attın, yıllarca zehirledin ve ben de kendi kendimce büyümeye çalıştım. Bu mu gerçekten yeterli olan?" diyerek cümlelerini düzelttim. Ve ekledim, "Sen ailenin ölümünü küçük bir çocuğa yükleyecek kadar korkak birisin. Gelmiş bir de karşıma, gerçekten kızım olsaydın sevebilirdim belki yalanlarını çekiyorsun." Baştan aşağıya küçümsercesine süzdüm onu. "Bana olan kinin kendine olan nefretini gölgeleyecekti. Söylesene, neler yaptın da pişmanlığından böylesine kaçıyorsun?"

Son kez sigarasını içine çektikten sonra ucunu küllüğe bastırdı ve bana döndü. Söylediklerimi, özellikle son cümlemi duyarken sigarayı ezen eli duraksamıştı ve bunu görmek dudağımın bir kenarının kıvrılmasına neden oldu. Haklıydım. Kendi geçmişinde kaçıyordu. Kendine bir oyuncak bulup yıllarca ona odaklanmıştı.

"Ve merak ediyorum," diyerek üstelemeye devam ettim. "Beni öldürdükten sonra kendini mi aklayacaktın? Ne diyecektin, katilinizi öldürdüm artık rahat uyuyabilirsiniz mi?" Dumanını üfleyerek yüzünü gizledi. Dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. "İki haftalık bir çocuk lan bahsettiğin. Ne yapabilir? Konuşamıyor bile!"

İsyanıma karşın gri duman dağılınca bana baktı. Hissiz bakıyordu fakat zaten anlayacağımı anlamıştım. "İnanıyor musun?" diye sorarken kafasını hafifçe yana eğip gülümsemesi ortamı daha da geriyordu. "Hayatına izlerimi kazıdın. Sen bunlarla büyüdün. Düzeleceğine inanıyor musun?"

Kendini atlayıp bana yönelmesi dikkatimi çekmişti elbette. Şu anda ona duyduğum öfke, üstüne atlama isteğimi körüklüyordu.

"Delisin sen," diye fısıldadı sessizce. "Sana kim inanır?" Dediği şey kendince o kadar ihtimal dışındaydı ki gülmeye başladı. "İnanmak bir kenara dursun, kesin başkalarına falan da zarar veriyorsundur sen."

Aklıma Auria'nın gelmesi bozguna uğratıyordu beni. Düşünmeyecektim, hayır. O adamı haklı konumuna düşürmek en son isteyeceğim bir şey dahi değildi. "Kapa çeneni!" dedim sinirle solurken. Ellerim sinirden titriyordu. "Yıllarca dinledim seni zaten." Tiksinircesine süzdüm onu. "Daha fazla dinlemeyeceğim," dediğimde hala bir zavallıya bakıyormuş gibiydi bakışlarım. "Artık sana katlanmayacağım."

Yıllarca baba diye baktığım adam artık hiçbir şekilde bir anlam ifade etmiyordu benim için. Bugün, bunu fazlasıyla hissettirmişti bana.

Arkamı dönerek odaya gitmek üzere merdivenlere yöneldim. Bunu görmesiyle bir kere daha güldü. Sesinden de nefret ediyordum. Onu arkamda bırakarak merdivenleri hızlıca çıktım ve odama girdim. Dolabı açtım ve kenarda duran büyük siyah valizi çıkarıp yatağın üstüne koydum. Bütün eşyalarımı, üstlerimi doldurmaya başladım. Öncelikli olarak en ihtiyacım olacakları alıyordum. Okulum için kullanacaklarımı sırt çantama koyacaktım.

Son durağım bu ev olmayacaktı artık. Canpare Kitabevine gidecektim. Son bir haftadır tadilattaydı orası ve kapalıydı. Bunun yüzünden ödev için de Teoman'ı oraya götürememiştim. Ama artık açıldığını tahmin ediyordum. Öyle uzun süreli bir işlem yapılmayacaktı. Bende anahtarı da vardı. Ve Pare ablamın da bir şey diyeceğini sanmazdım. Orayı evim gibi bildiğimi bilirdi.

Hızlı bir şekilde eşyalarımı ayarladığımda sırtıma çantayı geçirdim.

Bir elime de valizi alıp merdivenlerden inmeye başladım. Bu eve son gelişim değildi bu, o yüzden şu anlık tek isteğim burada durmamaktı. Peri vardı bu yüzden burayı temelli bırakamazdım.

Merdivenleri indiğinde bana dönmeye tenezzül bile etmeden, "Sakın öleyim falan deme. Yanlışlıkla lanetini kendine bulaştırırsın falan..." Alayla söylediği cümlelere cevap bile vermedim. Kapıyı açtığımda yeniden bağırdı. "Unutma, bu oyunu ilerletmeyi sen seçtin!"

Gözlerimi devirdim. Hala suçu bana yüklüyordu. Tehdit etmeyi severdi, hiç değişmemişti.

Kapıdan çıktığımda derin bir nefes aldım. Rahatlamış hissediyordum. Her ne kadar hiç tahmin etmeyeceğim şeyleri öğrenerek bu evden çıksam da, çıkmış olduğum gerçeği bile rahatlatıyordu beni.

Öz çocukları olmadığımı öğrenmiştim. Hayatımda o kadar acı barındırıyordum ki, buna sıra gelmesi biraz zaman alabilirdi. Düşünmem lazımdı çoğu şeyi. Gerçek ailem kimdi o zaman? Ben neden bu aileye bırakıldım, kasıtlı mıydı bunlar? Bunu bana biraz daha küçükken söyleselerdi belki yıkılabilirdim. Çünkü bir tarafım hala bir beklenti içindeydi. Ama şimdi ipin ucunu öyle bırakmıştım ki, bırakın sevgi beklemeyi, yaklaşmıyordum bile.

Bunun adı tükenmişlik olabilirdi. Sevgi görmek adına kendime zarar verdiğimi anladığım vakitlerde çok sorgulamıştım bunu. Uzunca bir ip vardı sanki. Bir taraf beni temsil ederken diğer taraf onlardı. Ben onlara ulaşmak için hep kendi tarafımı yakmıştım. Çünkü ip ne kadar kısalırsa o kadar yakınlaşabilecektik. Ama onlar hiç hareket etmeden durmuşlardı sadece. Ben yandım, yandım... En sonunda durdum. Çünkü kendimi kaybetmemem için durmam gerekiyordu. Çünkü ben kendimi de yakamazdım.

Zaten gereğinden fazla yanmıştım.

Şimdi gelip de bu gerçeğin arkasına saklanamazlardı, bunu kabul etmezdim. Zaten çocukları değil gibiydim. Bunun soyutluktan çıkıp somut hale dökülmesi neyi değiştirirdi?

Yine de dolaylı yoldan da olsa sonuca odaklanırsak bu halime kadar büyütmüşlerdi. Tabii ki bunu atlamazdım fakat buydu, fazlası değil.

Annemle karşılaşmak istemediğim için hızlı bir şekilde bu sokaktan çıktım. Hayata tutunma çabama ara verdiğim bir vakitte kesinlikle Peri'yi de görmeliydim. Çok özlemiştim onu, burnumda tütüyordu resmen. Bu gece orada sakince kafamı dinler, düşünürdüm.

Auria'nın nerede olduğunu bilmiyordum. Kersera'dan çıktığımızda beni evin önüne getirmiş ve ortadan kaybolmuştu. Beni bulur diye düşünüyordum. Mavi çiçeği kokladığım evreden sonrası bende yoktu. Neler yaptım, neler oldu hiçbir fikrim yoktu. Sadece sabahı hatırlıyordum. Zaten orada da normal bendim hiçbir değişiklik yoktu.

Kitabevinin önüne geldiğimde kapalı olduğumu gördüm. İşçiler de içeride yoktu. Henüz ne için tadilata girdiğini bilmiyordum çünkü uzun uzun konuşamamıştık, bana haber vermişti sadece. Son zamanlarda çalışmaya gelemediğim için özür dolu bir mesaj atmamın ardından bana söylemişti zaten tadilatta olduğunu. Konuşmayı fazla uzatamamıştım. Kısaca birkaç gün boştu burası. Düşünmem için fazlasıyla zaman demekti bu.

Anahtarı deliğe sokarak kapıyı açtığımda içeri geçip kapıyı kapattım. Kapalı ibaresini değişmedim. Dışarıya baktığımda kimsenin olmadığını gördüm. Bu soğukta kolay kolay dışarı çıkmazdı insanlar. Zaten burası da tenha bir yerdi.

Merdivenlere yöneldim. Üst kata çıktığımda valizimi kenara koyarak ilk olarak lavaboya gidip elimizi yüzümü yıkadım kendime gelmek adına. Geri geldiğimde içeriye baktım. Her şey yerli yerindeydi ve sessizdi. Derin bir nefes verdim, bugün düşünmekten kafam patlayacakmış gibi hissediyordum.

Ellerimi saçlarımdan geçirirken etrafta dolaştı gözlerim. Bütün her yer düzenliydi ama sağ en uçtaki kitaplıktan bir kitap yere düşmüştü. Kalın bir şeye de benziyordu. Gözden kaçırdılar herhalde diyerek oraya doğru ilerledim. Onu yerine koyup üstümü değiştirmeye gidecektim. Bugün burası benimdi ve pufları birleştirip camlı olan tavandan gökyüzünü izleme avantajımı sonuna kadar kullanacaktım.

Kitabın yanına geldiğimde eğilerek kaldırdım. Tuğla gibi kalın olması ve biraz tozlu olması uzun zamandır pek kullanılmayan tarih kitaplarından biri olduğunu gösteriyordu. Zaten bu bölgeye de pek gelinmezdi. Burada genelde eski, yabancı dil ağırlıklı tarih kitapları olurdu. Bu taraf olduğum yerin sahaf olma özelliği unutturmuyordu.

Üstündeki tozları elimde temizledim. Kırmızı deri bir kapağı vardı. Kenarları siyah işlemelerle doluydu. Hoş gözüküyordu. Tam ortasında altın renginde italik bir baskı vardı. Yazı benim dilimde değildi fakat hemen yazının altında minik harflerle benim dilimde karşılığını yazmışlardı. Kitabı yakınlaştırarak okuduğumda şaşırarak elimdeki kitaba baktım yeniden. Yazan şey kesinlikle ilgimi çekmişti.

Lilith'in Kayıp İkizi

**

Yine beraberiz, bir bölümün daha sonuna geldik.

Sorayım bakayım, beğendiniz mi bölümü?

Auria ve Gece sahneleri çok hoş değil miydi ya lsmdsldmcsd Onların en beğendiğiniz sahnesi hangisiydi peki?

Maalesef Gece hiçbir şeyi hatırlamıyor. O anlar Auria'ya özel kaldı. Yani bilemiyorum, belki diğer tarafı hatırlıyordur... :)

Ay peki babasına ne demeli? Yazarken krizler geçirdim resmen. Bu şahsiyete insan demek insanlara hakaret. Allah bize sabır versin.

Bazı detayları yine yakaladınız diye varsayıyorum. Gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor artık. Bu bölümün bu kadar uzun olmasının nedeni de buydu aslında. Bir sonraki bölümde de efsane şeyler olacak. Bazı kişiler daha da fazla çıkacak göz önüne. Bakalım neler olacak..

En beğendiniz sahneyi alalım bakalım buraya.

Buraya da en içinize dokunan sahne, ya da sizi etkileyen.

Kendinizden bir şeyler bulduğunuz sahneler de buraya...

Teorileriniz var mı? Özellikle bölüm sonuyla ilgili :)

Seviyorum sizleri, güzel kalın bir tanelerim ♡

İnstagram: darkpsykhe

Twitter: darkpsyykhe

darkpsykhe

Continue Reading

You'll Also Like

84.1K 6K 50
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
579K 21.8K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
2K 1.3K 10
Amelia on sekinci yaşına kadar Perilerin zalim kralı Nord'tan ve İblis kraldan ne olduğunu saklamak için bir demir ustası olmuş ve oğlan kılığında y...
670 86 14
𝘛𝘢𝘮 𝘩𝘦𝘳 𝘴̧𝘦𝘺 𝘣𝘪𝘵𝘵𝘪 𝘥𝘦𝘳𝘬𝘦𝘯 𝘺𝘢 𝘺𝘦𝘯𝘪 𝘣𝘢𝘴̧𝘭ı𝘺𝘰𝘳𝘴𝘢? 𝘋𝘰̈𝘳𝘵 𝘢𝘺𝘳ı 𝘩𝘢𝘺𝘢𝘵,𝘩𝘦𝘳𝘴̧𝘦𝘺𝘦 𝘳𝘢𝘨̆𝘮𝘦𝘯 𝘣𝘪𝘳𝘣...