Lost His Mind || Larry

By feverdreamxx

2.4K 330 593

Sonsuzluğun eşiklerinde yaşanan bir depresyonun içine düşmüş iki genç, her şeye rağmen birbirlerine iyi geldi... More

0.1- fear
0.2- the boy w gun
0.3- we can't sleep
0.4- tonight is the night i die
0.5- soon you'll get better
0.6- so sick and tired
0.7- can't escape my thoughts
0.8- drowning every day
0.9- you don't have to stay
1.0- down since July
1.1- you can stay
1.2- breakfast
1.3- I've lost myself
1.4- all alone
1.5 - why
1.6- okay
1.7- you've got to move on
1.8- feeling better?
1.9- full of anxiety
2.0- happy place
2.1- why he makes me feel like it's so real?
2.2- this house is a circus
2.3 -it's okay
2.4 -keep trying
2.5 -can you see him too?
2.6- doing better
2.7- you're late
2.8- i love you
2.9 -sorry

3.0- Final

58 8 6
By feverdreamxx

3 ay geçmişti.

Her şey bitmişti, artık o hiç bitmeyen kabusundan uyanmıştı, gerçek dünyaya yeni adımlarla ilerlemeye hazırdı. Aylardır içinde olduğu bu hastane, yeri gelmiş ona hapishane gibi gelmişti, yeri gelmiş tek kurtuluş yolu gibi gözükmüştü. Çoğu zaman başaracağına da buradan çıkacağına da inanmamıştı ama şimdi, çıkış kapısına temelli olarak yürürken hissettiği tek şey kendisine olan haklı gururuydu.

Uzun bir süredir buradaydı ve hem aldığı psikolojik destekle hem de ilaçlarla, sonunda karısından kendisinin kötü versiyonunu görmeyi bırakmıştı. Kendisini öldürmesini söyleyen sesler, sürekli göz önündeki pişmanlıkları, kendi kendini küçümsemesi... Artık hiçbiri yoktu.

Kendisini görmeyi bırakması, birkaç ay önce Harry ile yaptıkları tartışma sonrası olmuştu. Her şeyin başladığı, kendisini en yalnız hissettiği o ilk an gibi yine her şeyin son bulduğu an da aslında yalnız olmadığını anladığı, onunla konuşup yüzleştiği an olmuştu. Farkında olmadan kendisiyle de yüzleşmiş, aklındaki sorulara ve şüphelere farkında olmadan yanıt bulmuştu. Nefret ettiği ve pişman olduğu ne varsa ister istemez o konuşmayla kaybolup anlaşılır hale geldiğinde kendisinin en nefret ettiği hali de gözler önünden yavaşca kaybolmuştu.

Harry ile görüşmemekte de bu süreç içinde kararlı kalmıştı, şimdilik sadece düşünmeye devam etmek istemişti.

Şimdi ise Louis uzun süre sonra kavuştuğu kulaklıklarını hemen kulağına geçirirken bir yandan gerekli yerlere imza atmakla uğraşıyordu. Kimsenin ne dediğini duymuyordu, doğru yerlere atıp atmadığını bilmiyordu, onların dudak hareketlerini görse bile görmezden gelmiş ve kağıtları bu şekilde tamamlamıştı.

Kalemi de üstüste koyulmuş sayfaların üzerine bıraktıktan sonra "Gidebilir miyim?" diye konuştu. Müzik yüzünden kendi dediğini bile duymasa da onların kafa sallamasını onay kabul ederek yerinden kalktı, teşekkür amaçlı hepsinin tek tek ellini sıktı. Sırt çantasını iyice kavrayıp yan taraftaki koltukta oturup kendisini bekleyen çocuğa doğru yürüdü, şarkı biterken sesi azaltıp onun kendisini görmesini beklemişti. Luke ayağa kalktığında kollarını ona sardı, ellerini sırtında gezdirdi, buraya geldiğinden beri yaptığı her şey için genel ve içten bir "Teşekkür ederim," mırıldandı. "Sonra görüşür müyüz?"

"Tabii ki görüşeceğiz." derken gülüyordu Luke. Sahte bir şekilde dudaklarını büzerek geri çekilip Louis'yi gözleriyle süzmüştü. "Büyüdün de yuvadan uçuyorsun resmen, şuna bak."

Louis kısa bir kahkaha atarken hâlâ arkadaşının omzunda olan elini birkaç kez vurdu ve tamamen geri çekildi. "Aynen kardeşim, birazdan uçuyorum, iyi izle."

"Kendine iyi bak."

Luke'un tebessüm içinde söylediği şeylere aynı şekilde karşılık verdi. "Bakacağımdan emin olabilirsin."

"Seni ararım."

"Ben de seni ararım." Louis biraz daha beklerse onun gözlerinin doğacağını fark ettiğinde gülümsemesini iyice genişletip "Ben gidiyorum artık." diye ekledi. Luke kafasını sallayarak onu onayladığında kulaklığını tekrar taktı, müziğini son sese yeniden getirdi ve oradan uzaklaştı.

Kapıdan çıktığı anda hemen yanında bekleyen Niall'ın koluna girdi ve onu çekiştirdi. Niall gülerek durmaya çalışsa da onu arabaya kadar sürüklemiş ve sürücü koltuğuna yerleşmişti. Kulağındaki şarkıyı arabaya aktardığında yan koltuktaki Niall'ın iyice sırıtmasını sağlamıştı.

Son ses çalan Without Me şarkısına eşlik ederken sonra arabayı çalıştırdı, yapabildiği kadar hızlı bir şekilde hastaneden uzaklaştı. Şarkıyı söylerken bir yandan dans ediyordu. Sözlerine göre mimiklerini ve hareketlerini değiştirdiği için Niall gülerek onu izlemeyi seçse de arada sırada da ona katılmayı seçmeden edememişti.

"Nereye gidelim?" dedi arkaşına doğru hafifçe eğilerek.

Niall omuzlarını silkmişti. "Açsan yemek yiyelim."

"Değilim ya, çıkmadan bir şeyler yemiştim."

"E o zaman sen karar ver oğlum, ben niye veriyorum? Bugün senin günün."

"Sahile gidelim."

Direksiyonu çevirip ara sokaklardan çıktığında Niall'ın "Gidelim gitmesine de," demesiyle gözlerini birkaç saniyeliğine ona çevirdi. Bir yandan kafasını sallayarak şarkıya eşlik etmesi ve arabanın içindeki yüksek ses Niall'ın konuşmaya girmesini zorlaştırmış olacak ki müziğin sesini kısıp "Harry de seni merak ediyordu, seni görmek istiyordu." diyerek direkt söze girdi. "Açık açık da gelmesini istemediğini söyledin, sence de biraz ağır olmadı mı?"

Onun adını duymasıyla durgunlaşıp dinlemeye başlaması Louis'nin kendisini sorgulamasına neden oldu. Haftalardır ondan haber alamıyordu çünkü son görüşmelerinde artık dayanamayıp onun gelmesini istemediğini söylemişti. Harry bunu başta kabul etmese de cidden bunu istediğini açıkça belli etmiş olacak ki, istediği anda bir telefon uzağında olmak şartıyla uzaklaşmıştı. O günden beri Louis onun eksikliğini hissetse de ne aramış ne sormuş ne de hastaneden çıkışının haberini vermişti. Niall aracılığıyla öğrendiğinde de gelmek istediğini biliyordu ama yine de gelmesini Louis ondan isteyememişti.

"Öyle mi oldu?" diye sordu bu yüzden. Aylardır ona bok gibi davranmasına rağmen Harry ondan bir saniye bile şikayet etmemiş, sırtını dönmemişti. Şu an bile arasa geleceğini biliyordu. Bütün bunlar ona haksızlık edip etmediği düşüncesini beynine yerleştiriyordu.

"Biraz öyle duruyor..."

Louis kavşağı dönüp sahile giden yola girdiğinde radyodaki şarkıyı değiştirdi. Bu sefer daha sakin bir şeyler açmıştı. "Düşündükçe ona haksızlık yaptığımı hissediyorum." dedi bir elini saçlarından geçirirken. "Ama hâlâ bir yanım kırgın ve güvenmek istemiyorum, bu yüzden arayıp çağıramam. Uzakta olması daha mantıklı."

"Uzakta değil ki, sandığından daha yakında."

"Ne demek bu?"

"Hastanenin yanında ev kiraladı." dedi Niall. "Sen ona artık gelmemesini söylediğinde gidip hemen hastanenin karşısındaki binada kiraya yerleşti. Sen çağırdığında hemen gelebilmek için."

Louis başını yola odaklarken omuzlarını düşürdü, sessiz kaldı. Niall da onun sessizliğinin sebebini anlayarak "Yaptıklarını telafi etmeye çalışıyordu." diye ekledi. "Senin onu çağırdığın hiçbir zaman, yanında olsa bile sana gelememişti. Şimdi senin onu istediğin her an yanında olmaya uğraşıyor. Bu yüzden, tamamen seni düşünerek gece vardiyası olan bir işe girdi. İnan bana, istemesen de görmesen de o uğraşıyor."

"Ne yani, yine en yakın arkadaşlar mı oldunuz? Niye onu bu kadar savundun ki şimdi?"

"Bir daha asla en yakın arkadaşım olamaz. O taht artık başkasının." derken gülümseyerek Louis'nin de gülümsemesi sağladı Niall. "Sadece gördüğümü söylüyorum ben."

"Ne yapmam lazım? Arayayım mı?"

"Eğer onsuz mutluysan arama." diyerek Louis'yi şaşırttı, tam tersini söylemesini beklemişti. "Seni gayet mutlu gördüm."

"Hastaneden çıktığım için mutluyum." dedi Louis. "İyileştiğim için mutluyum. O sikik herifi artık görmediğim için mutluyum. Her gün kendi kafama silah dayamadığım için mutluyum ben Niall."

Niall sessiz kaldığında bu sefer onun aklından geçenleri okumuş gibi iç çekerek devam etmişti konuşmasına. "İki haftadır onu görmüyorum ve sanırım görmek istiyorum. Yine de bunu ona söyleyemem, hemen gelir ve gelmesini istemiyorum."

"Korktuğun için mi?"

"Yine kalbimi kırmasa bile karşımdaki durdukça eski yaraları tekrar açar."

"Eğer yaralarının açılacağından bu kadar emin olsaydın onu görmek istemezdin bence." derken tekrar bir tebessüm bıraktı Niall. "Yaptıklarının boşa olduğunu söyleyemem. Yeniden kendine güvendirmeyi başardığını görüyorum. Ona inanmışsın bir kere sen, bence gerisi sadece kendini kandırmak."

"Gelirse bir daha gönderemem onu. Gel dersem, özlediğimi anlar, gitmez." derken kafası karışmıştı. Kendi içinde bir sorgu halinde olduğu için kullandığı kelimelerin farkında bile değildi. "Ya bir daha görünce eskiyi hatırlarsam ne olacak? Onu bu sefer gönderemezsem ve eksiyi hatırlamaya devam edersem?"

"Louis, bu çocuğu iyileşmiş olarak görüyorum, eski depresif keş halinden eser yok, seni sevgisiyle çok mutlu edeceğini neredeyse görüyorum. Eğer özlediysen kendini tutma bence, içinde kalmasın. Hem eskiyi onun hatırlatmasına gerek yok ki, sen her anı tek başına yaşadın, hepsi senin aklına kayıtlı zaten, hatırlamak için başkasına ihtiyacın yok, bunu kendin yapabilirsin."

"Ben de depresif keşim."

"Öyleydin. -din. Konudan sapma."

Louis'nin bu sefer oflayarak düşündüğünü gördüğünde elini hemen onun omzuna attı ve sıktı. "Ama eğer böyle daha iyiyim dersen, böyle daha iyisindir, ona da fazlasına da ihtiyacımız yoktur. Hemen boş veririz ve kendimize onsuz çok güzel bir hayat kurarız. "

"Her gün aklıma geldi." dedi Louis yavaşca kendi düşüncelerinden sıyrılırken. "Her gün onu düşündüm. Odada sesinin olmasını özledim, belki bir gün düzeliriz de normal bir ilişkimiz olabilir mi diye düşündüm, aramak istedim ama yapamadım. Ben o yokken de onu düşünmüştüm çünkü, gelmesini istemiştim, gerçekten ona ihtiyacım vardı ve aradığımda gelmemişti. Yine aramak istememi yediremedim."

"Ama ikiniz de artık bambaşka kişilersiniz Louis... Dediğin gibi, şu an herkesin yaşadığı mutlu ilişkilere sahip olmak için bir şansınız var ama o zaman telefonunu açsa bile yoktu, mümkün değildi, bu yüzden açmadı zaten, ortada olmamasının sebebi bu."

"Neden onu savunuyorsun? Ona kızgınsın sen, kızgın olsana."

"Dedim ya, savunmuyorum, sadece objektif bakmaya çalışıyorum."

"Hâlâ kızgın mısın peki?"

"Olayım mı?"

"Bilmiyorum."

"Sen öyle misin?"

"Onu bir zamanlar bu kadar sevdiğim için kendime kızgınım. Şimdi her şeye rağmen söküp atamıyorum."

"Birini daha önce böylesine sevmedim." dedi Niall. "Anlamak isterdim, nasıl hissettiğini, ama olmuyor, sana akıl veremiyorum. Tek yapabildiğim objektif olmaya çalışmak işte. En iyi halin neresiyse orayı bulmanı istiyorum.

"İnan bana böyle iyisin." derken güldü Louis. "Hoşlanırsın, çıkarsın, seversin ama sakın böyle aşık olma. Aşkın mutlu ettiğini söyleyip duruyorlar ama koskoca bir saçmalıktan ibaret."

"Neden?"

"Bana zarar verdiği halde onu bırakamadım." derken yeniden alayla gülmüştü. "Sonra bana zarar verdigini düşünüp o beni bıraktı. Yine onu sevmeye devam ettim. Beni yalnızlığın, ölümün ortasında bir başıma bıraktı ve ben yine onu sevdim. Bunun neresi mantıklı?"

Niall başını öne eğip sessiz kalırken Louis yoldan gözlerini ayırmadı. Onun evinin önünden arabaya binmişti, muhtemelen Harry onları görmüştü ve sadece izlemekle yetinmek zorunda kalmıştı. Bir anlığına bunları düşünmek bile canının yanmasına yetmişti. Onun canının yandığını düşünmek bile hâlâ canını yakıyordu.

Aradan dakikalar geçti, ikisi de sesini çıkarmadı. Sahile ulaştıklarında arabayı boş bir yere park etti ama ne arabadan indiler, ne bir şey söylediler. Sonrasında ilk lafa giren Louis oldu. "Biliyor musun?" dedi suratında bir gülümsemeyle Niall'a dönerken. Elini cebine attı, telefonundan eskiden her gün bıkmadan usanmadan aradığı numarayı buldu. "Telefonu açarsa yeni bir şansı olur."

"Ne?"

Niall'ın kendisine şaşkınlık içinde bakmasına aldırmadan telefonu kulağına götürdü. Telefon bu kez ilk çalışta açılmıştı.

"Louis?"

"Neredesin?"

"Evdeyim. Bir sorun mu var?"

"Hayır. Niall'la sahile geldik." dedikten sonra başını pencereden denize çevirdi. "Gelmek ister misin?"

"Ne?"

Harry'nin telefonun ucunda donup kaldığını bilse de soruyu "Hastaneden çıkışımı yaptılar. Sahile gelmek ister misin?" diyerek tekrarladı Louis. Niall hâlâ boş gözlerle kendisini izlemeye devam ediyordu.

Hızla "Evet." dedi ilk başta şaşkın bir ses tonuyla. Daha sonra ne yaptığını ve beler olduğunu fark etmiş gibi "Evet!" diye bağırmıştı. "Çıktım bile. 5 dakikada oradayım."

"Yol en az yarım saat sürer, acelen yok, bekleriz biz."

"Bekle sen." derken arka taraftan sesler geliyordu. Telefonu kapamadan hazırlanmaya çalıştığı belliydi. "Bekle. Geliyorum hemen. Bekle."

"Tamam, telefonu kapıyorum, görüşürüz birazdan."

"Görüşürüz." derken sesinden anlaşılıyordu gülümsediği. "Görüşürüz tabii."

"Kapadım." derken telefonu kulağından uzaklaştırdı ve tekrar cebine yerleştirdi. Niall'a dönerken "Geliyor." demişti fısıltıyla karışık bir şekilde.

"Niye böyle bir şey yaptın?"

"Ne yaptıysa yaptı..." derken derin bir nefes alıp verdi. "Sonunda, ben hâlâ onu seviyorum, aradan ne kadar süre geçerse geçsin hiçbir şekilde aklımdan çıkmıyor. O da her şeye rağmen hâlâ beni bekliyor. Yoruldum artık, sadece mutlu olmak istiyorum."

Niall gülümsedi, elini Louis'nin omzuna atarken kafasını onaylarcasına salladı. Artı olarak bir şey söylemedi, ikisi de buna gerek duymadı. Radyodan açtıkları şarkının sesini yükseltip arabadan çıktıklarında bu sefer arabaya yaslanıp denizi izleyerek beklemeye başladılar.

Louis, aylar sonra ilk kez deniz havasını soludu. Hatta yıllar sonra ilk kez böyle bir yere geldi. Hastanede başkaları onu bir odaya kapatsa da, öncesinde kendisini kapattığı ev dışında bir yere çıkmadığı için denizi, dalgaları, mavi gökyüzünü, huzur veren hafif rüzgarları, uyum içinde süzülen yaprakları... hepsini unutmuştu, hatırlamıyordu. Hepsini sindirmek istercesine gözünü her yerde yavaşca gezdirmesi, derin derin nefesler alması bu yüzdendi.

Yıllardır ilk defa özgür hissediyordu.

Bileğindeki tokayı alıp rüzgarda savrulan saçlarını tepeden topladı, kapüşonlusunun fermuarını çekip birkaç adım atarak denize yaklaştı, kayaların üzerine çıktı ve oraya oturdu. Niall arkasından gelmek yerine arabanın yanında kalmıştı. Louis onun sanki neler düşündüğünü anlıyormuş gibi kendisine zaman vermek istediğini biliyordu, bu yüzden sorun etmeden dalgaları izledi.

Dakikalar sonra, arabada çalmaya devam eden, kulağına usulca ulaşan Pim Stones'un We Have It All şarkısı ve dalgaların sesi dışında bir şey duymazken yanına yavasça yaklaşıp oturan bedenle irkilerek soluna döndü. Yavaşca oturmasına rağmen nefes nefese, kızarmış yüze bakarken kafası karışmıştı.

"Koştun mu sen?"

"Ters yön olduğu için taksi yakınlarda bıraktı." dedi zorlukla aldığı nefeslerle. "Koşmak zorunda kaldım."

"Koşmana gerek olmadığını söylemiştim."

"Sen bekliyorsun diye."

Louis'nin şaşkın ifadesi yavaş yavaş kırılırken dudaklarına rüzgardan hafif bir gülümseme kondu. Bir yana kıvrılan dudağı, göz kenarlarında oluşan kırışıklık, nereye koyacağını bilemediği elleri, bir yandan dolmaya başladığını hissettiği gözleri... Hepsi bulunduğu duruma inanamayışı ve sonunda mutluluğu tadabileceğine dair inancı yüzündendi.

Yıllardır ilk defa özgürdü. Hayaletler ya da fazladan insanlar görmüyordu, kafasında ilk defa intihar düşünceleri yoktu, o kadar da yalnız hissetmiyordu, hiçbir şey için zorundalık hissetmiyordu, omuzlarında yeni hayatına nereden başlayacağı sorusu dışında hiçbir yük yoktu. Sevdiği yanındaydı, gelmesini istediği anda koşarak gelmişti. Bir zamanlar hayalini kurduğu her şeyi yaşıyormuş gibi hissetmişti.

Louis gülümsemesini silmeden kendisini izleyen adama kollarını uzattı. Sarılmasını beklerken onun yüzünü iyice inceledi. Bütün şaşkınlıklarını tek tek okumaya çalıştı. Sormasına gerek kalmadan, ilk adımı o atmadan Louis'ye sarılabileceğine mi yoksa Louis'nin görüşmeyeli bu kadar değişmesine mi şaşırdığını anlaması zor değildi, muhtemelen hepsine birden şaşırıyordu.

Harry birkaç saniyelik duraksamadan ardından hemen kollarının arasına girdi. Ellerini sırtına yerleştirirken bütün vücudunu ona yasladı. Kafasını nefes alamayacak kadar boynuna bastırsa da bunu önemsemedi. O an her şeye rağmen, bütün hayatını orada geçirebilecekmiş gibi hissetmişti.

Tanışmalarının üzerinden yıllar geçmişti ve ilk defa, ikisinin de yüreğinde bir damla acıya yer yoktu, sadece umut dolu hissediyorlardı.

Louis aylardır aklından çıkmayan çocuğa karşı bir anda aldığı bu karar için hiç pişman olmadı. Ondan bir daha ayrılmak istemediği için "Kahve içebilir miyiz?" diye sordu tanışmalarında sorduğu gibi.

Harry bir şey söyleyecekti ki düşündü, dilinin ucundaki kelimelerinin yutup beklemeyi seçti. Sonrasında Louis'ye daha sıkı tutunarak "Benimle kahve içmek ister misin ki?" diye sordu.

Louis gülmüştü. Harry'nin konuşmayı da Louis'nin amacını da kötü hatıralara rağmen kelimelerle oynarak yeni bir cümle oluşturması onlar için kesinlikle daha iyiydi.

"Neden burada olduğunu kahve içerek dinlemeyi isterim."

"Anlatmayı çok isterim."

Louis yavaşca ondan ayrıldı, yüzünü incelerken onun da gülümsediğini gördü. İlk defa eskiyi anarken ikisinden birisi sinirlenmiyor, ağlamıyor ya da üzülmüyordu. Hatta Harry'nin, az önceki sarılmalarından aldığı güçle Louis'nin eline uzanıp parmakları arasından geçirmesi ve sıkı sıkı tutması, bunu yaparken gülümsemesi, bir daha üzülmeyeceklerinin de kanıtı gibiydi.

Sanki her şeyi, şu an bu cümlelerde yaptıkları gibi değiştirebileceklerini ikisi de biliyordu ve bu, kulağa hiç yorucu gelmemişti.

"Kahve eşliğinde seni ne kadar sevdiğimi anlatmayı çok isterim..."

Continue Reading

You'll Also Like

94.3K 4K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
509K 58.5K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
6.1K 730 5
TAMAMLANDI Uhbar, kayıp arkadaşını aylar sonra görmüştü. Ölü olarak. Uhbar hayatta değil gibiydi, hayata dönmesi gerekti. Arkadaşı için yapması gerek...
889K 71.1K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...