Patricia'nın Çocukları ; Jilix

By evangelistgg

517 88 289

patricia'nın başıboş, kimsesiz çocukları. on dört yaşlarına bastılar mı hapsedilirler tahta bir sandığın için... More

•sandıklara bırakılan sadakalar
•kör bıçakların körpe sahipleri
•son beyaz kardelen
•karınca ininden çıkmak gerek
•sesin kulaklarımda bir kördüğüm
•ben günahkâr değilim, sen günahın ta kendisisin

•şarkılar yerini ağıtlara bıraktığında

65 16 24
By evangelistgg


yaklaşık kaç gün geçmiş insanların birbirini o kumsala tekrardan gömmesinin üzerinden bilinmiyor. fakat tek bilinen bunun bir hayra yorulamayacağı.

ateş başında söylenen şarkılar kısa sürdü, yerini türkülere, ağıtlara bıraktı. gömülen hastaların etini yiyenlerin bedeni günler sonra ilk tepkiyi verdi; sarılık.

yüzleri sapsarı kesildi, tenlerinde işaretlenmeyen nokta kalmadı. leke leke oldular, tekrardan pul pul döküldüler. fakat bu sefer açlıktan değil yedikleri canlardan taş kesildiler. çığlıklar tekrardan kulaklara doldu, göz yaşları sanki çok su bulabiliyorlarmış gibi utanmadan yanaklarından aşağı kaydı. bitirimin son noktasına gelmişlerdi sanki.

çocuklar ipten sırayla düşüyormuş gibi tek tek can vermeye başladığı vakit, bir gece yarısı karanlık ormanın içerisinden bir adam geliverdi. üstü hayvan derileri ile kaplı, sırtı bir bez çanta ile doluydu. uzaktan bakınca bile bir şaman olduğu anlaşılıyordu. şaman olduğunu anlamayanlar için bile bir misafir olduğu belliydi; tanrı misafiri.

şaman kendisine bir öcü gibi bakan kalabalığa aldırış etmeyip kasabanın dört bir tarafına tütsüler yerleştirdi. etraf kan kokuyor, pislikten geçinilmiyorken parmak arası terlikleri ile gidebildiği kadar derinlere gitti. kasabanın hiç görülmemiş mağaralarına bile birtakım semboller bıraktı.

elindeki renkli ve ışıltılı tebeşirler herkesi büyülemeye yetivermişti çoktan, insanlar onun paçalarına yapıştılar. yardım istediler, tanrı'dan onları affetmelerini ve en başindan neden bu hale geldikleri ile ilgili bir açıklama yapmasını arz ettiler. fakat şaman onlara sadece sinirle soluyup bağırışlarını bıraktı. şanslarına, pek de sakin ve anlayışlı değildi bu tanrı misafiri. gerim gerim geriliyordu her bir tarafı.

tüm köyü işaretlemesinden ve her bir noktaya tanrı için dua etmesinden sonra ise hastalıktan kırılanları yanına toplayıp tekrar dağa çıkarmaya başladı. karşı gelenlere acımadı, vurmaktan çekinmedi. midesindeki son lokma da bir günah olarak erimeye başlayan kasabalıları hunharca hırpaladı. daha sonra güçsüzlerin de pes etmesi ile herkesi tepedeki mağarada topladı. kendisi de onların arasında bir yere çömelip elindeki tüylü depneğini sallamaya başladı. ucundaki metal topaç çan gibi çalınıyor, güzel bir sese muhtaç kalan insanlara sanki bir org havası veriyordu.

önce gök gürüldemeye başladı sonra ise tüm kuşlar ormana kaçtı. Etraf zifiri bir karanlıkla çevirilmiş, sadece köyün dört bir yanından parlayan sembollerin işaretleri ile aydınlanıyordu. yaşlı şaman bir eli ile uzun sırma sakalınu okşuyor diğer ile topaçını sallamaya devam ediyordu. ağzından ise kimsenin duymadığı bir dilde kelimeler dökülüyor, bu insanların günahlarını affetmesi için tanrı'ya yalvarıyordu.

yıllarca birbirleri ile savaş içinde yaşamış, komşularının çorabı söküldüğünde bir iğne bile uzatmamış, kazanlarında pişenleri kendilerinden başkasına koklatmamış bu insanların aç gözlülükleri için tanrı'ya yalvarıyor, karşılığında ne isterse istesin kalan canları kurtarmasını söylüyordu.

mağaranın girişine yukarıdan dökülmeye başlayan yağmur damlaları dadandı, giderek hiddetlenmeye başladı doğa. ağaçlar uçuşuyor, toprak resmen şekil değiştiriyordu. mağaradaki insanlar korku ile kulaklarını kapatsalar da imkanı yoktu bu sesi duymamanın. bu tanrı'nın sesiydi, rüzğarın uğultuları, dalgaların kumsalı yutuşu, kuyaların dağa doğru un ufak oluşu...

hepsi tanrı'nın sesiydi.

zamanın kavramını yitirdikleri o anlarda ikinci bir fırtına başladı. mağara resmen şu içinde kaldı. insanlar olabildiğince derin tarafa çekilmeye çalıştıysa da şaman oturduğu yerden kıpırdamadı. yağmur onu sırılsıklam yapıyor, bıçak kadar keskin damlalarıyla adeta yüzünde izler oluşturuyordu. yine de umursamadı bunları sakallı adam. kaşlarını çatarak devam etti ayinine.

kayalara çarpan yağmur sesleri azalmaya başlayıp da dalgalar durulduğunda mağaradakiler teker teker indiler aşağıdan. zar zor yürüyor, sağa sola savruluyorlardı. çıkarken büyük bir kolaylıkla attıkları adımları şimdi kayaların yeni şekillerine pek ayak uyduramıyor, sürekli kayıp duruyordu. görüntünün tamamı ile değişmesi hepsini dumura uğratmıştı. etrafta ne kan göletleri vardı, ne de kendilerinden geriye kalmış cesetler. her şey gitmişti. büyük fırtına ilk önce ölüleri karaya vurmuş daha sonra da kendisi ile birlikte bir daha ortaya çıkmamak üzere derinlerine çekmişti. ağaçlar yeniden yeşillenmiş, toprağın hareketi ile yeni tatlı su kaynakları ortaya çıkmıştı. bu küçük kasaba adeta bir deprem olmuş ve hayatı baştan yaratmıştı.

ormana kaçmış olan kuşlar yerlerinden fırlamış, kanat çırpma seslerini herkese duyurarak gökyüzünde çember oluşturmuştu. tüm canlılar bu yeni hayat için doğaya teşekkür ediyor, mutlulukla şakıyordu. kasaba halkı da onlardan geri kalmadı. hareket edebilecek gibi olanlar kendilerini en yakın göle bıraktılar, tatlı suyun tadına baktılar. kimisi yaban meyvelerinin oluştuğu çalılara dadandı, kimisi ise sadece diz çöküp tanrı'ya dua etti.

şamanın eteklerine yapışanlar ise hepsinden daha fazlaydı. dua ediyorlardı ona, kendilerini kurtardığı için teşekkür ediyor ve minnet duyuyorlardı.

şaman insanlara belirli bir süre boyunca yardım etti. onlara yaralarını saracak bitkileri gösterip etraftaki kaynakların yerlerini kazıdı. böyle bundan sonra her çeyiz daha kolay bulurlardı.

fakat hiçbir şey karşılıksız değildi, olamazdı. hele ki verilen canların hesabını tanrı sormaktan geri kalmazdı. bugüne kadar kalmış mıydı ki?

sadece birkaç gün sonra, güneş saklandığı dağlar ardından daha çıkamamışken meydandan bir gürültü kopuverdi.

şaman, on dört yaşında olduğunu söyleyen tüm çocukları kollarından tutup birbirlerine bağlamış ve sahile doğru ardından sürüklemeye başlamıştı. çocuklarin çoğunun ailesi çoktan ölmüş, arkalarında onları yakından tanıyan sadece birkaç kişi kalmıştı. yalnızlardı, kimsesizlerdi.

uyuyanlar gürültü ile oldukları yerden sıçradı ve ne olduğunu anlamak için kumsala doğru koşmaya başladı. az değildi yine de insanlar, tozlar havaya uçuşuyordu nerdeyse.

çocuklar ağlıyor, birbirlerine tutunmaya çalışıyor ve adım atmayı reddediyordu. fakat aralarındaki halat hepsini zorluyordu.

arkasından telaşlı gözlerle onları izleyen kasabalılara doğru döndü şaman. şu an oldukları kumsalın tam karşısında kalan - uzaktan görebildikleri kadarı ile konuşuyorlardı- yeni adayı işaret etti. bu adanın da fırtınadan sonra ortaya çıktığını böylece anladılar.

kadim tanrı ve doğa siz ile yakınlarınızı kurtardı. sizlere ikinci bir yaşam verdi, üstelik bunu da yarattığınız tüm pislikleri temizleyerek yarattı. kan kusan bu sahili eskisi gibi tertemiz, berrak bir kum havuzuna çevirdi. tüm kötü taşlar ayıklandı.

fakat kadim tanrı sizden tüm marifetlerine karşılık adak istiyor...

doğa sizler için tüm kanı içine çekti. yerin altından adeta bir damar yolu geçiyor, pis kokular öteki taraftakilerin burnuna doluşuyor. bu yüzdendir ki, sizler de karşılığını kadim olana vermelisiniz.

aranızdaki kalan son saflar sizler gibi olmadan, insan kirini eline bulaştırılmadan tanrı'ya verilmeli. misafir olarak sunulmalı. aksi takdirde burayı yeni bir fırtına basacak, bütün toprağı hepinizle beraber bir kitap sayfası gibi katlayacak. bu sefer ardınızda sığınabileceğiniz bir mağara bile olmayacak, sizi kurtaramayacak...

insanlar korku dolu bakışlarını birbirlerine değdirmeden indirdiğinde herkesin cevabı çok açıktı. bu kimsesiz çocuklar gözlerinin yaşına bile bakılmadan nereye isteniyorsa yollanacak, kime olması gerekiyorsa gönderilecekti. tarih tekerrür edıyordu adeta, fakat bu sefer daha acımasız bir şekilde ediliyordu. peygamberlerin evlatlarını kurban ettiklerini duymuşlar ve buna sadece canilik deyip geçmişlerdi. kendi tanrı'ları onlara göre asla böyle bir şey yapmaz, saf olana nefesi çok görmezdi.

fakat büyük yanılmışlardı, sıranın bir gün kendi evlatlarına da geleceğini tahmin edememiş ve öylece kalakalmışlardı.

hayat acımasızdı, fakat kadim olan her şeyden daha beterdi. doğa bir verir on alırdı. güneşin ilk doğduğu günden beri böyle olmuştu, bozulamazdı.

çocuklardan biri bacakları titreye titreye şaman tarafından sandığa itildi. fakat içine girmeden kendini kuma attı. ölmek istememek bu kadar anormal bir şey miydi? hem de bu yaştaki bir canlı için.

şaman sandığın etrafında dolaşıyor, çocuğu içine itmeye çalışıp başarılı olamıyordu. tüm varlığı ile ona karşı direnen bu yeşil gözlü oğlan çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu.

soluk soluğa kaldılar. etrakilerin çoğu ise gözlerini bu manzara karşısında kapamış, avuçları ile yüzlerini örtmüştü.

derken kalabalık içinden yaralı bir adam çıkıverdi. sandıktan kaçmaya çalışan yeşil gözlü çocuğa doğru adımlayıp iki kolundan tuttu onu. şamanın da hemen yetişmesi ile çocuk neye uğradığını anlayamadan bacak boyu kadar olan sandığın içine atıldı, kapağı kilitle kapatıldı.

kalabalık büyük bir şokla yaralı adamı izliyor, nasıl böyle bir şey yapabildiğini anlamaya çalışıyordu. fakat çok sürmedi. sürü psikolojisi çabuk yayıldı.

kasabalıların oluşturduğu çember yavaş yavaş dağıldı, sıraya dizilmiş olan diğer çocukların üzerine atıldı. kimisi ağlayarak, kimisi hıçkırarak, kimisi ise etrafı tekmeleyerek atıldı kendilerinden küçük tabutlarına.

çırpınışları sadece uzaktan seçilebilen adanın kuşları tarafından duyuldu, akbabaları tarafından izlendi. dalgalar bile durulmuş, çocuklar için geriye doğru atılıyordu. her şey fazlası ile zalimdi. tanrı fazlası ile zalimdi. doğa fazlası ile zalimdi.

o gün, yetersiz beslenme ve diğer tüm berbat koşullardan ötürü büyüyememiş, ergenliklerine henüz girememiş, fakat çok yakında girecek olan bu çocuklar doğa tarafından 'kirlendirilmemek' üzere çok geçmeden alınmış ve tanrı'ya geri emanet edilmişti. veyahut şaman onlara böyle söylemiş, kadim olanın caniliğini hafifletmeye çalışmıştı. zira, bu yapılanın doğru kabul edilebilecek bir tarafı yoktu.

yine de olmadı eşeleyen, tanrı'ya karşı gelebilen. on dört yaşlarına sadece birkaç önce basmış olan tüm çocuklar sandıklar içerisinde denize bırakıldı. deniz bir kıymık taşıyormuş gibi şu üstünde tuttu hepsini, hiçbiri batmadı. kimsesiz ve başıboş olan bu sekiz çocuk kalanların günahlarını boyunlarına doladı ve uzaktaki adaya doğru sürüklenmeye başladı.

deniz onları taşırken kambur oldu, güneş utançtan bulutlar ardına sığındı. arkalarımdam timsah göz yaşları döken günahtan arınanlar ise kumsaldan uzaklaştı. belki günahları sahilden silindi sandılar fakat kumda izi kaldı...

                                       

"saklı bir adaya yolladığımız canlarımız var, günahsız günah keçilerimiz. isimlerini dahi bilmediğimiz kayıp çocuklar onlar. "

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 77.7K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
531K 51.7K 47
Yıllar önce kurtlara atılan bir darbede tüm omegalar katledilmişti ama Efendi Jeon; saklanmayı başaran genç ve güzel bir omega bulmuştu. #ukeV #Seme...
7.2M 644K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
490K 81.6K 71
❝Karanlık çöktüğünde parlayan tek yıldız benim. Ben, sonsuz ışığın başladığı yerim.❞ Eleta tanıdığı bütün kişiler tarafından yalanlarla kandırılmıştı...