BATAKLIK (+18)

By TD1000

1.9K 1.1K 262

Kulağıma fısıldayarak "Senin için atıyor." Dedi. Çağatay'ın sesinde daha önce hiç duymadığım yakıcı bir şefka... More

KARAKTERLER
TEMİZLİK (+18)
ÖFKENİN TOHUMU
DOĞUM GÜNÜ HEDİYESİ (+18)
SESSİZ ÇIĞLIKLAR
İNTİKAM ATEŞİ
CESARETİN BEDELİ

YENİDEN BİR ARADA...

451 197 49
By TD1000

Uyarı: Başlamadan önce belirtmeliyim ki "Bataklık" yazdığım ilk kurgu kitaptır. Ve tamamen acemice yazılmıştır. Bir kaç kez okuyup üzerinden geçtim fakat göz kanatacak şekilde yazım hataları ve yanlış noktalama işaretleri olmuş olabilir. Bu konuda kendimi geliştirmeye özen gösteriyorum. Eğer okurken gözünüze takılan bir hata varsa lütfen yorumlarda belirtin ki düzeltebileyim. Ayrıca bu kitap Wattpad'de ki diğer kitaplara nazaran daha uzun  bölümler barındırmaktadır. Bir bölüm en az 6 bin kelimeden oluşmaktadır. Uzun, soluksuz bir serüvendir. Hikayeden ziyade uzun bir roman edasıyla yazılmıştır. Dikkate alınarak okunup, yorumlanması gerekmektir.  Beğendiyseniz eğer oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyiniz lütfen.

İyi okumalar dilerim♡
.
.
.

Dışarıdan bakınca ne kadar da mutlu ve huzurlu görünüyordum. Sanki hiçbir derdim tasam yoktu. Ama yaşadıklarım... Yaşadıklarımız... Her ne kadar mesut gibi görünsem de  hiçbir şeyden hiçbir şekilde zevk almayan birine dönüşmüştüm aslında. Artık hiç bir şeyin gözümde bir önemi yoktu. Yapmak istediğim bir çok şeyi de gerçekleştirmiştim oysaki ama yeterli değildi. Her ne olursa olsun kimseye hiçbir şey belli edemezdim. İçime atmak ve ne olursa olsun hayatıma devam etmek zorundaydım. Başka çarem yoktu. Bende öyle yaptım ve hayatıma devam ettim... 

Akşam saat 7.30 ve hava iyice kararmaya başlamıştı. Balkonun kapısı açıktı ve sırtıma hafif, soğuk bir rüzgâr çarpıyordu. Kasım ayındayız ve havalar da gittikçe bozulmaya başlamıştı. Camın önüne dizilmiş yerdeki minderlerin üzerinde, bağdaş kurup ağaçlardan dökülmüş yaprakların uçuşup süzülmesini izlerken geçmişime dalmışım, saatin ne denli geçtiğini fark etmemişim bile. Birden telefonum çaldı ve arayan Oğuz'du. Telefonun çalmasıyla bende titredim ve biraz üşüdüğümü fark ettim. Telefonu kulağıma götürdüm. O sırada yerimden kalktım ve mutfağa doğru yürümeye başladım.
Oğuz "Aç mısın?" diye sordu ve hiç tereddüt etmeden evet dedim. Dışarıda güzel bir yerde yemek yiyeceğimizi sandım ama umduğum gibi olmadı. Yarım saat sonra kapı çaldı ve elinde 2 kutu pizzayla Oğuz belirdi kapıda. Her şey yolundaymış gibi bir izlenim vermeye çalışıyordu ama ben onun arkadaşıyım ve anlarım. Kapıda selamlaştık, şakayla karışık içeri buyur ettim. Ben pizzaları salona götürürken o da ellerini yıkamaya gitti. Bir koşu mutfaktan bardakları ve kolayı alıp geldim. Oturduk yemeye başladık. Yemek yerken oğuzu ilk defa bu kadar sessiz gördüm. Sessizliğe gömülmüş bir şekilde fütursuzca yemeğini yiyordu. Sadece yemek yemeye geldiğini düşünmüyordum o yüzden neyi olduğunu sordum ve elindeki pizzayı kutuya koyup bir süre sessiz kaldı. Gerildim ve daha fazla bu sessizliğe gömülmeye katlanamadım "Ne bu sessizlik olum yakışıyor mu sana suratını asıp yemek yiyor olmak? Benim de lokmalarımı boğazıma dizdin a*ına koyayım."

Oğuz "kanka bir şey yok sadece hani ne bilim son zamanlarda çok durgunuz her şey ot gibi, yediğim hiçbir şeyden tat alamıyorum, zevk vermiyor." Dedi.

Onu da anlıyorum iş güç derken eskisi kadar vakit geçiremiyorduk. Sürekli aksilikler oluyor ben onu çağırdığımda bir şey çıkıyor, o beni çağırdığında bende bir şey çıkıyor gidemiyorum ve bir şekilde buluşamıyoruz, eğlenemiyoruz. Birbirimizden o kadar koptuk ki diğer iki arkadaşımızın nerede olduğu hakkında gram fikrimiz yoktu. Biz onlardan ziyade Oğuz'la daha yakındık. Bir şekilde kopamıyorduk birbirimizden. Her gün konuşuyoruz ya yüz yüze ya telefonda. Asla birbirimizden ayrı kalamıyoruz. Bence mükemmel bir dostluğumuz var ve biteceğini hiç sanmıyorum. O sırada yemeğimizi yedik. Ben mutfağa geçtim o da salonu toparladı biraz. Bulaşıkları makinaya koyarken düşünüyordum öyle geçmişimizi. Meğer ne kadar eğleniyorduk ulan. Maceradan maceraya atılıyorduk her b*k vardı bizde. Şu an 20li yaşlarımızdayız ve en iyi olması gereken dönemimizde sıkıntıdan patlıyoruz. Ergen iken daha çok eğleniyorduk sürekli aktiviteler, ufak çaplı yaramazlıklarımız oluyordu ama iyiydik, gençtik sonuçta. Bir de zamanında yapmamamız gereken bir hatamız vardı. Asla yakamızdan düşmeyen bir vicdan azabı. Olayları yeniden hatırlayıp hüzne boğulurken, o sırada bulaşıkları bitirdim. En son tezgâhı sildim, ellerimi yıkayıp kuruttum ve Oğuz'un yanına geçtim.
İkimizde koltukta yayıldık televizyonda ne olduğu belli belirsiz bir kanal açılmış maksat ses olsun sıkılmanın doruklarındayız. Düşündüm ve bir aktivite yapmaya karar verdim. Oğuz'u dürttüm sersem sersem suratıma bakıp başını salladı ve "Ne oldu" dedi.
Ruhsuzluğuna aldırış etmeden cümleye girdim "Şimdi yarın ilk işimiz bavullarımızı hazırlıyoruz birkaç gün doğayla baş başa kalalım istiyorum. Geçen gün şans eseri çok güzel bir yer buldum sizi oraya götüreceğim." dedim.

Oğuz yüzüme şaşkın şaşkın bakarak "Sizi derken?" dedi.

"E olum sen, ben, Berra ve Çağatay da olacak. Yine eskisi gibi dördümüz bir arada olacağız fena mı?" dedim. Oğuz aniden canlandı. Yeniden doğdu adeta hergele.

Meğer günlerdir bu anı bekliyormuşçasına yerinden kalktı ve "Hadi uyumaya yarın erken kalkacağız malum işimiz var. Sen bizimkileri ara şimdi haber ver onlarda sabah bavulları hazırlayıp buraya gelsin tek arabayla gidelim, araba kalabalığı olmasın." dedi.
Başımla onaylayıp bizimkileri aradım. Berra'da, Çağatay'da bu uzun sürenin ardından buluşup bir şeyler yapacağımıza çok sevindiler ve hazırlanmaya koyulacaklarını söylediler.
Şu ana kadar her şey iyi gidiyor umarım böyle devam eder... Bavullarımızı hazırladık ve uyumaya koyulduk. Odamdan battaniye ve yastık alıp Oğuz'a götürdüm. Hala ağzı kulaklarındaydı. Onu böyle görünce ister istemez yüzümde bir tebessüm oluştu ve iyi geceler deyip odama döndüm. Kafamı yastığa koydum ve düşüncelere daldım, heyecanlıydım. Saat 6.00'a alarm kurup uykuya daldım.

Gözümü açtım, kapkaranlık bir yerdeydim. Bayılmışım sanırım ve içimde bir korku var. Bağırmalı mıyım veyahut sessizce etrafımda mı gezinmeliyim bilmiyorum. Kafam çok karışıktı. Neredeyim ben? Yalnız mıyım onu bile bilmiyordum. Çalıların arasında ipsiz sapsız dolaşıyordum ve nereye gideceğim hakkında hiçbir fikrim dahi yoktu. Sessizce dümdüz yürümeye devam ettim. İlerde bir kulübe gözüküyordu. Sarı loş bir ışık parlıyor uzaktan ve gözümü alıyordu. Sessiz adımlarla oraya doğru yürümeye devam ettim. Kapının önüne geldiğimde kapının açık olması beni çok tedirgin etti. İçerdi ne olup bittiğini umursamadan merakımdan dolayı girdim ve arkamdan sertçe kapı kapandı, irkildim. Hiç etrafıma bakınmadan direkt karşımdaki duvara doğru koşup sırtımı yasladım. Kalbim küt küt atıyordu korkudan. Ne olduğuna anlam veremedim. Rüzgârdan dolayı mı kapandı biri mi kapatmıştı? Yavaşça etrafımda göz gezdirirken birden omuzumda bir el hissettim. Kafamdan kaynar sular boşaldı ve yüzleşmek için kafamı çevirdiğimde birinin ayağımdan beni çekmesiyle yere düştüm ve hızlıca sürüklendim kalbim duruyor gibi oldu ve aniden Oğuz'un dürtmesiyle uyandım. Ayağa fırladım, ne olduğuna anlam veremedim. Birkaç saniye sonra Oğuz "İyi misin" diye sordu.

Ayıldığımı anlayarak başımla onayladım ve" Sadece kötü bir rüya gördüm. Garipti" dedim.

"Anlatmak ister misin?" diye sordu Oğuz.

"Boş ver saçma sapan bir rüyaydı işte keyfimizi kaçırmaya gerek yok" diyerek tuvalete gittim. Dişlerimi fırçalarken kapının çaldığını duydum. Oğuz kapıyı açtı ve Berra ile Çağatay'ın sesiydi bu. İşimi bitirdikten sonra odama gittim ve hazırlandım. Ormanlık bir yerde olacağımız için siyah bilekleri lastikli bir eşofman, siyah sweatshirt'ümün üzerine siyah şişme montumu ve gri beremi takarak postallarımı ayağıma geçirdim. Hazırlığımı bitirince de salona geçtim.
Arkadaşlarıma sarılıp selam verdikten sonra Oğuzla bavullarımızı aldık ve tam kapıdan çıkmak üzereyken Oğuz "sence hangi montumu giyeyim?" dedi.

Bende "çift taraflı montunu giy, güzel bir parça" dedim bir tarafı gümüş parlak bir renkti diğer tarafı ise simsiyah.
Oğuz montunu giydikten sonra çıktık evden.

Merdivenden inerken Çağatay "Nereye gideceğiz" diye sordu.

"Sürpriz" diyerek gülümsedim. Merdivenden inerken kimin arabasıyla gideceğiz muhabbeti yaparken benim arabayı seçtik. Range Rover gideceğimiz yere idealdi ve diğerlerinin arabasına nazaran daha genişti. Hepimizin bavullarını rahatlıkla sığdırdık. Tam arabaya binecekken Çağatay elimden tutup geri çekti. "Yüzün biraz asık gibiydi. Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" dedi. Elim elindeydi hâlâ ve nefes alışverişim düzensizleşmeye başladı, engel olamıyordum şaşkın şaşkın suratına bakıyordum sadece. uzun zamandır bana karşı hisleri vardı ve ben defalarca reddettim onu. Şimdi ne oldu bilmiyorum ama birdenbire ona olan bakış açım değişmişti. Artık eskisi gibi göremiyordum onu. Sanırım gerçekten hoşlanıyorum ondan... Ahh gerçekten neden önce değil de şimdi? Ya artık bana karşı bir şey hissetmiyorsa? Ne yapacağımı bilmiyorum ve akışına bırakacağım ondan bir adım bekleyeceğim diye düşünürken hala elim elindeydi ve sırıtmama engel olamadım. Beni gülümserken görünce onunda gözleri parladı. İçimden bir ses hâlâ var bir şeyler dedi. Bana bakınca gözleri parlıyordu hâlâ. Fark etmemek elde değildi ve bu düşünceleri bir kenara atıp ana odaklandım.

"Saçma bir rüya gördüm ama dediğim gibi sadece bir rüya ve bunun günümü mahvetmesine izin veremem" dedim. Gülümsedi.

Oğuz "Yola koyulmadan önce son kez her şeyi kontrol edelim yarı yoldan dönmeyelim" dedi. Üçü de karşıma dizilmiş sırayla ve komik duruyorlardı gülmeden edemedim. Oğuz 1.78 boyunda beyaz tenli, siyah saçlı ve kahverengi gözlü biriydi. Berra da 1.76 esmer, siyah saçlı, kahverengi gözlü manken gibi bir hatundu. Her erkeğin hayali diyebileceğim türden. Çağatay ise siyah saçlı 1.87 boyunda beyaz tenli bir hergeleydi ama gözleri eşsiz bir grilikteydi. Büyülüyordu insanı adeta. Ben ise 1.64 dibi gelmeye başlamış vişne kızılı saçlarım ve kahverengi-yeşil karışık gözlerimin mükemmelliğiyle grubu tamamlıyordum. Hepsinin uzun olup benim kısa olmam dışında sorun yok tabi.

Çağatay "Bugün Deniz sayesinde toplandık gerçi hanım efendi biraz keyifsiz ama yolda ona en sevdiği parçayı söyleyeceğim ve keyfi yerine gelecek." diyerek gözlerime baktı ve sıcak bir gülümseme kondurdu suratıma. Beni düşünmesi gerçekten hoşuma gidiyor. Hiç bozulmasın istiyorum ama bizi sevgili olarak da düşünemiyorum sanki birlikte olursak tüm büyü bozulacakmış gibi hissediyorum. Ya eskisi gibi hissetmezsek? Şu an çok farklı duygular içerisindeyiz gerçi o yıllardır öyle ama olsun. Bu şeyin bozulmasını istemiyorum heyecanı, tazeliği her şey çok iyi hissettiriyor bana ve bozmamalıyız...

Her şeyi son bir kez kontrol ettikten sonra arabaya bindik ve yola koyulduk. Arabayı ben kullanıyordum yanımda Oğuz oturuyordu, arkamda Çağatay ve onun yanında da Berra vardı. Yol boyunca şarkılar söyleyerek devam ettik. Arada Çağatay'ın dikiz aynasından beni izlediğini görüyordum ama aynı şekilde bakmaya cesaret edemiyorum. Açıkçası beni biraz tedirgin ediyordu. Çünkü sürekli gözleri üzerimdeydi. Bir şekilde hakkımda her şeyi bilmek istiyor onun ki sevgi mi yoksa takıntı mı karar veremiyordum. Bazen rahatsız edici bir hâl alıyor. Gidip rahatsız olduğumu dile getiremiyorum bile, vereceği tepkiden korkuyorum. Çünkü bazen fazla agresif olabiliyor.

İyice şehirden uzaklaştık ama içim hâlâ huzursuzdu. Bir şey olacağından çok korkuyordum yıllar sonra tekrardan bir araya geldik. Ya yine belayı üzerimize çekersek? Geçmişte olan şeylerin tekrarlanması gerçekten en son isteyeceğim şeydi.

Yavaş yavaş şehirden ayrılıyorduk artık. Hepsi merak içinde nereye gideceğimizi soruyordu ve sadece gülüp" Çok soru soruyorsunuz be olum sürpriz işte" dedim. Yol boyunca şarkılar, türküler derken bir benzin istasyonuna doğru yanaştım ve arabadan indim. Camdan başımı sokup "Su ve biraz abur cubur tarzı şeyler alacağım. Gideceğimiz yerin tam olarak nasıl bir yer olduğunu bilmiyorum. Eğer yemek yiyecek bir restoran, kafe vesaire yoksa aç kalmayalım "dedim.

Berra "Yok canım kafana göre takıl cips, bisküvi, kraker tarzında şeyler alacaksın ve zaten kimin ne yiyip ne yemediğini biliyorsun" dedi.
Başımla onayladım ve benzin istasyonunun marketine doğru yürümeye başladım. Şehirden baya uzaklaşmıştık ve ıssızdı. Pek kimseler yoktu ortalıkta. Abur cubur raflarında gezinmeye başladım. Gözüme oğuzun en sevdiği cipse ilişti ve 2 paket aldım. Ardından birkaç bisküvi ve kurabiye alıp kasaya doğru yürümeye başladım.

Kasada yaşlı bir teyze duruyordu. Beyaz saçlı 50li yaşlarında mavi gözlüydü ama sol gözü griydi ve huysuz birine benziyordu. Bir şey demeye çekiniyordum. Sanki aniden tersleyecek gibi bir tavrı vardı. Ödemeyi yaptıktan sonra marketten çıktım ve yavaşça arabanın yolunu tuttum. Arabaya biner binmez Oğuz elimden torbaları aldı ve cips paketini açtı.      ''Yavaş olum dur. önce bir yerleşim ne bu acele? "dedim ve güldüm.

Oğuz "Kanka sabahın köründe kahvaltı yapmadan evden çıkardın bizi ne yapabilirim açım!" dedi.
Haklı çocuk ne diyebilirim ki. Tam emniyet kemerimi takıyordum. Birden su almayı unuttuğumu fark ettim ve oğuza doğru döndüm. "Bir koşu gidip su alsan hani kuru kuru yememiş olursun hem".
Oflayarak indi arabadan ve markete doğru yürümeye başladı. O yaşlı teyze hâlâ bana bakıyordu ve rahatsız ediciydi. Oğuz 2 dakika bile sürmeden çıktı marketten. Hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdü. Arabaya bindiğinde ilk söylediği şey "Çok garip kadın baya gerildim a*ına koyayım öyle bir bakıyordu ki sanki tanıdığı falanız."

"Kanka valla bende baya gerildim sürekli gözü üzerimdeydi arabaya döndüğümde seni gönderdim ya hâlâ oradan bana bakıyordu. Ürkütücü bir kadın gerçekten." Dedim. Ve yola devam ettik. Yol zaten fazlasıyla ıssızdı ve üzerine bu kadın...

Hani düşünmeyeyim diyorum ama içimden bir ses felakete doğru adım adım gidiyor gibiyiz en son bir araya gelmemiz...

Ve müzikler eşliğinde gide gide vardık geleceğimiz yere. 

Resimlerde olduğundan daha eşsiz duruyordu. Hepimiz arabadan indik ve bavulları indirmeye başladık. Herkes manzaranın mükemmelliğine tutulmuş bir şekilde etrafına bakınıyordu. Çağatay" Gerçekten güzel bir yer seçmişsin denizim. Tam korku filmlerinden fırlamalık mekan." dedi. "Biliyorum" dedim ve güldüm.

Geldiğimiz yer gerçekten mükemmel ötesi bir yer. Gotik, karanlık bir havası var ve beni daha çok içine çekiyordy. Orman içerisinde uzun bir patika ve ardında bataklık üzerine yapılmış ahşaptan 2-3 katlı evler vardı. Koridor kısımlarında bariyer olmaması ilgimi çekmedi değil. Gördüğüm fotoğraflarda vardı diye hatırlıyorum ama mühim değil bizde dikkatlice geçeriz hiçbir şeycik olmaz diyerek patikaya doğru yürümeye başladık. İleride ışıklar gittikçe daha fazla parlak gelmeye başlıyordu insanların şen kahkahası ve konuşma sesleri geliyordu. Ortam huzur kokuyordu. Yürürken bunu sesli bir şekilde de dile getirmek istedim ve "Ortam gerçekten huzur kokuyor dedim"


Berra gülerek" Benim aldığım tek koku çamur kokusu ama sen bilirsin." dedi.

 "Abi sen ne anlarsın doğadan zaten a*ına koyayım şunun şurasında aylar sonra buluşmuşuz, gelmişiz 2 toprak-çamur koklayacağız, doğayla iç içe olacağız ne istiyorsun" dedim.

" Of iyi tamam bir şey demedim hadi gidelim" dedi ve yola devam ettik. Bazen Berra 'yı gerçekten anlayamıyorum. Ne istiyor bilmiyorum. Gerçi o da ne istediğini bilmiyor ya neyse. Köprüden geçerek evlere doğru geldik. Küçük bir rampa vardı ve Çağatay hemen yanıma gelerek koluma girdi ve destek oldu çıkabilmem için. Kibarca teşekkür ettim ve kolundan çıktım. Oğuzda Çağatay'ı görünce hemen Berra'nın koluna girdi ve çıkmasına yardım etti. Neden bilmiyorum ama Berra ve Oğuz arasında sanki sürekli bir elektriklenme varmış gibi geliyor. Belki de yakıştırdığımdan kaynaklıdır kim bilir. Cebimden telefonumu çıkardım ve oda numarasına tekrardan baktım. Benle Berra 8 numaralı oda da kalacağız. Oğuz ve Çağatay ise 7 numaralı odada kalacaklardı. İlk defa geldiğimiz için hangi evde hangi odalar var, numara sırası nereden başlıyor bilmiyorduk ve ortam biraz karışıktı. Bu yüzden ileride çardakta ateş etrafında sohbet eden insanların yanına doğru yürümeye başladık.
Saat 12.42ydi sabah 6'dan beri yoldayız ve çok yorulmuştuk. Hava baya soğuktu burada kalın giyinmeme rağmen titriyordum hafiften. Çağatay beni titrerken görünce yanıma yanaştı ve montunu çıkarıp bana verdi." Çok hoşsun ama sen üşüyeceksin ve sonra hasta olacaksın. Kusura bakma ama kabul edemem." Dedim ve montunu ona geri verdim. Anlıyorum beni önemsiyor ama sürekli gözünün bende olması ne bileyim garip işte. Belki de ben fazla abartıyorumdur. Ah... Bilmiyorum...

Sonunda çardağa vardık ve hiç beklemeden" Pardon rahatsız ettim kusura bakmayın ama ilk defa geldik buraya pek yol yordam bilmiyoruz. 8 numaralı oda hangi evde acaba biliyor musunuz?" diye sordum.
Sol köşede duran kahverengi gözlü 1.80 boylarında olan kızıl saçlı adam;" Siz sanırım arkadan gelmişsiniz dümdüz yürüyün buradan karşıya doğru her ev 2 katlı ve her bir evde 4 oda var zaten ikişer ikişer. Baştan 2. Eve girerek odanıza ulaşabilirsiniz." Dedi ve gülümsedi. Sıcak kanlı birine benziyordu. Nazikçe" Teşekkür ederim" dedim ve tam arkamı dönecekken sağ tarafta Dicle'yi gördüm.
Dicle Çağatay'ın eski sevgilisiydi ve hatırladığım kadarıyla Çağatay ile zamanında baya kötü bir ayrılık yaşamıştılar. Çağatay Dicle'yi terk etmişti ve aylarca Dicle Çağatay'ın peşinden koşmuştu. Onu affetmesi için resmen yalvarıyordu, işin komik tarafı güzelliğine güveniyordu. Çağatay hiç gitmeyecek falan sanıyordu. Evet 1.68 boyunda, yeşil gözlü, sarışın kıvırcık saçlı bir kızdı. Saçları beline kadar geliyordu gerçekten çok güzellerdi ama her ne kadar güzel olursa olsun ezik karakterde biriydi. Çağatay'ın ayakların kapanıp ciddi ciddi ağlıyordu. Kendini bir erkek uğuruna bu kadar düşürmüştü. Ne kadar da acizce bir hareketti öyle.

Dicle'yi görünce pek bir tepki veremedim. Ben tesadüflere inanmam ve boşu boşuna karşılaşmış olamayız. Zaten daha en başından bir bokluk olacağını seziyordum ama bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim.
Çağatay'ın tavrına bakmak için kafamı çevirdim ve hiçbir şey yokmuş gibi umursamaz bir ifade takınmıştı. İçimden "İyi, pekâlâ" diyerek Çağatay'ın suratına bakmaya devam ettim. Hâlâ aynıydı. Hiçbir şey değişmemişti. Daha fazla düşünmek istemedim ve yürümeye başladım. Her ne kadar rahatsız olduğumu kabul etmek istemesem de oldum işte. Sonuçta en yakın arkadaşlarımla yeniden bir araya gelmişiz eğlenip vakit geçirelim diyorum, onları getirdiğim yerde hoşlandığım çocuğun eski sevgilisi de burada çıkıyor ne hikmetse. Umarım bir sorun teşkil etmez ve huzurumuzu bozmaz diye düşünürken evin önüne varmıştık bile. Dicle'yi gördüğüm için ister istemez moralim bozulmuştu biraz. Hiçbir şey demeden direkt merdivenden çıktım ve odama girdim. Hemen arkamdan Berra girdi ve kapattı kapıyı.
Moralimin bozuk olduğunu anladı ve beni anladığını göstermek için elini omzuma koymuştu. Daha fazla moralimin bozulmasına izin veremezdim. O kim a*ına koyayım? Çağatay'ın zamanında terk ettiği zavallı bir kızdan başka bir şey değil. Bunu bile bile canımı sıkmam çok manasız. Odanın ortasında dikiliyordum hâlâ ve daha fazla vakit kaybetmeden bavulumu yatağımın yanına koyarak odayı seyretmeye başladım.
Güzel bir havası vardı. Kapıdan içeri girer girmez karşında kocaman cam ve üst katta kalmanın avantajı mükemmeldi. Tüm bataklığı görebiliyordun neredeyse. Sağ tarafa döndüğünde 2 yatak ve ortasında bir küçük çekmeceli dolap vardı. 2. Yatağın yanında da 2 kapılı küçük bir gardırop vardı. 3 gün kalmaya niyetliydik o yüzden hiç bavulları boşaltıp, kıyafetleri asıp sonra tekrardan bavula koymak istemedik o yüzden gardırobu kullanmadık. Uzun yoldan geldik ve arabayı yol boyunca ben sürdüm baya yoruldum. Hemen yatağa attım ve ölü balık gibi yattığım yerde kaldım. Yan dönecek halim bile kalmamıştı. Berra da kendi yatağına oturdu ve telefonuyla uğraşıyordu aldırış etmeden gözlerimi kapadım. Tam uykuya dalacakken kapının çalmasıyla irkildim.
Berra'ya dönerek" Baksana kimmiş" dedim.
Berra "Bizimkilerdir" diyerek kapıya doğru yöneldi. Açtığında dediği gibiydi. Bizimkiler gelmişti ama hiç kalkıp selam verecek mecalim yoktu. Oğuz "Kızım getirdin bizi buraya yayılmış uyuyorsun böyle şey mi olur" dedi.
Mırıldanarak" Hıhı sizde gidin odalarınıza bugün sadece uyuyalım" dedim. Güldüler ve hepsi bir ağızdan hadi kalk kalk kalk daha yeni başlıyoruz eğleneceğiz dedik eğlenelim o zaman dediler. Bir uykuyu bile çok gördüler bana.

Kalktım yerimden üstümü düzelttim ve beremin altından saçlarımı düzelterek kapıya doğru yöneldim. Odadan çıktığımızda Dicle tam karşımızda duruyordu. Çağatay aniden öne atıldı ve Dicle'yi kolundan tutarak merdivenlere doğru sürükledi. Sinirlenmişe benziyordu. Nihayet bir tepki vermesine sevinmiştim. Öylece tepkisiz durunca hani dedim ne oluyor abi? Rahatsız olmadı mı bu çocuk? Dedim ve artık biliyorum baya baya rahatsızdı bu durumdan. Yine de kızı öyle sürüklemesi yanlıştı, hoş bir hareket değildi fakat kızında yüzsüz gibi kapımıza dikilmesinin manası neydi? Kendisi kaşındı ne diyebilirim ki.

Çağatay Dicle'yi merdivenden sürükleyerek indirdi ve duvara yapıştırdı kızı. Bir an vuracak sandım ve ne yalan söyleyeyim endişelenmiştim fakat o an hiçbir şey yapamadım.
Çağatay kısık ama tehditkâr bir ses tonuyla Dicle'nin gözlerinin içine bakarak "Ne işin var burada bilmiyorum ama benden ve arkadaşlarımdan uzak duracaksın bizim huzurumuzu kaçırmayacaksın aksi takdirde olacaklardan ben sorumlu olmam. Anladın mı beni?" diyerek kızı sarstı.
Dicle o an hiçbir şey diyemedi. Sadece gözlerini kaçırdı. Çağatay kolunu bıraktı ve Dicle hızla merdivenlerden inmeye devam etmişti.

Garip bir kız anlam veremiyorum yaptıklarına. Neden sana böyle davranan birine itinayla yaklaşıyorsun bu ne yüzsüzlük abi? Yazık cidden kendini küçük düşürmeye doymuyor bu kız. "Neyse daha fazla günümüzü mahvetmesine izin vermeyelim eğlencemize bakalım." diyerek merdivenlerden inmeye başladım. Çağatay da hemen önümde yürüyordu. Nefes alışverişi değişmişti sinirlendiği çok belliydi hâlâ öfkesini üzerinden atamamıştı. Bize hiç anlatmadı Dicle ile neden ayrıldığını. Anlatmak isteseydi anlatırdı o yüzden hiçbirimiz üstelemedik olayı. Anlatmak istemiyor olması kendi kararıydı sonuçta ama işte merak ediyor insan. O kız ne yaptı da Çağatay'dan böyle bir muamele görüyor. Çağatay'ın baya canını yakmış olmalı ama geçmişte kaldı üzerinden yıllar geçti. Biliyorum ki Çağatay'ın aklında da kalbinde de ben varım bunları kurcalamaya lüzum yok belki bir gün anlatır diye düşünerekten binadan çıktık hepimiz.
Çağatay" şurada bir sigara içip geleceğim." dedi.
" Dur bende eşlik edeyim" diyerek oğuzda yanımızdan ayrıldı.
Oğuza da kızıyorum yıllardır sürekli bırakacağım diyor bu mereti ama hâlâ ağzından eksik etmiyor. Her bırakacağım dediğinde;" iradem var abi bir daha ağzıma sürmeyeceğim yaptığım spor boşa gidiyormuş gibi hissediyorum zaten" diyordu ve 2 gün geçmeden yeniden o boku içiyordu. Tamam ergenliğimde arkadaş çevresinden dolayı bende içtim 1-2 sene ve o zamanlar 13-14 yaşındaydım sadece. Tam aptallık yapmaya müsait yaşlarımdaydım. Bırakmak istedim ve bıraktım kendime söz verdim ve o güne kadar ağzıma 1 dal bile sürmedim. O gün istisnaydı korkudan ve stresten sağlıklı düşünemiyordum. Çareyi sigarada ummuştum gerçekten çok çaresizdim ve o günden sonra yine bir daha ağzıma hiç sürmedim umarım böyle devam eder ve içmek zorunda kalmam...

İlerde boş bir çardağa doğru yola koyulduk hemencecik Oğuz cebinden çakmağını çıkardı ve ateş yaktılar. Hava gerçekten iyice soğumuştu bokumuzun donması an meselesiydi. Gece nasıl uyuyacağız umarım yorganları, battaniyeleri kalındır diye düşündüm.Telefonumu cebimden çıkardım ve saate baktım. Saat 15.37'ydi. Zaman hem yavaş geçmişti hem de bir o kadar hızlıydı sanki anlam veremedim. Nerede oyalandık ne ettik bilmiyorum. Ateşin önünde ısınmaya çalışıyorduk ve Oğuz birden eskileri açtı. Başladık ilk zamanlarımızı konuşmaya...

Aslında hepimiz sanalda tanışmıştık. Beni İnstagram'da bir sohbet grubuna almışlardı ve orada ilk Oğuz'la kaderlerimiz birleşmişti. Ben o zamanlar 16 yaşındaydım oğuzda 20 yaşındaydı. O yazılımcıydı ben ise 11. Sınıftaydım. Web tasarım ve programlama okuyordum. Çok iyi hatırlıyorum proje ödevimde baya takılmıştım bir yemek sitesi kodlamam gerekiyordu ama bazı kodlarım çalışmıyordu. Hani sorunu çözebilmek için önce sorunu anlamak gerekir ve pek bilmiyordum. Grupta da yeniydim. Sordum programlamadan anlayan var mı diye. Berat diye bir çocuk hemen yazmıştı. "Ben biliyorum az çok. Konu ne?" diye sormuştu. Çalışmayan kodlarımı atmıştım ve kafamdaki yapmaya çalıştığım şeyi anlatmıştım. Nerede hata yaptım da olmuyor dedim. Güldü ve "Bu beni aşar ben genel bilgi olarak biliyorum bizim civciv var ona özelden yaz o sana yardımcı olur yazılımcı "dedi. Ödevim için zamanım da azdı. Son günlere bırakmayı seviyordum. Hiç vakit kaybetmeden Oğuz'a yazdım. "Elimden geldiğince yardımcı olurum kanka sorun ne" dedi.
Ona da kafamdakini anlattım ve kodlarımın neden çalışmadığını sordum. Meğer tek bir eksik nokta yüzündenmiş hepsi...

Oğuz şuraya şu noktayı koyman lazım diyerek beni baya bir yükten kurtarmıştı o gün. Eğer o yardımcı olmasa orayı silip en baştan farklı bir kod yazmam gerekecekti. Şükür öyle bir şeye gerek kalmamıştı. Ondan sonra benim yine tabii ki tek tük sıkıntılarım oldu yine Oğuz'a yazdım o da yardım etti. İlk başta tek konuştuğumuz şey benim proje ödevimdi. Kafama bir şey takılınca veyahut yapamayınca oğuza soruyordum o da sağ olsun yardım ediyordu bana. Bir gün birden sohbet etmeye başladık ve o gün baya yakınlaştık. Oğuz sanalda kimliğini gizli tutuyordu kimse soy adını bile bilmezdi. Yüzünü sadece 2 kişi görmüştü. Profilinde civciv fotosu vardı ve herkes civciv derdi ortamda. Tanıştık öyle sohbet ediyorduk oyunlar, filmler derken Oğuz kendini bana yakın hissetti ve dediğine göre ilk defa hayatına bu kadar kısa sürede giren birine güvenerek kendini açmıştı. Her şeyini anlattı fotoğraflarını da göstermişti ve mutlu oldum hiçbir şey yapmadığım halde birinin bana güvenmesi kendine yakın hissetmesi güzel bir duyguydu. Gerçi çoğu insan öyle sen farklısın diyor ve kendini açıyor bana ama Oğuz bir başkaydı işte. Keşke karşılıklı olsa bende bana güvenen insanlara güvensem ama yok işte olmuyor. Sadece Oğuz Berra ve Çağatay...

Oğuz'la çok kişinin ayağını kaydırdık. İnsanları kukla ettik biz ne dersek o oluyordu. Eğleniyorduk kimse bize karşı çıkamıyordu. Onların sahte dostluklarını parçalayıp kenara atmıştık. Mükemmel bir dostluğumuz vardı hâlâ da öyle. Aradan 1 yıl geçti ve daha sonra başka ortak arkadaşlarımızla birlikte kendimiz bir grup açmıştık. Berra ve Çağatay ile de o grupta tanışmıştık işte. Yalan yok ilk başta Berra 'dan haz etmiyordum çünkü daha tam tanımıyordum. Gruba yeni gelmişti. Yapmacık sanıyordum konuşmasını, tavırlarını fakat zamanla gerçekten samimi saf bir kız olduğunu anladım ve sevmeye başladım. Konuştuk ve yakınlaştık yol arkadaşım oldu ve hâlâ da öyle. Şu an hayatımda olan nadir temiz, iyi kalpli insanlardan biri. En son Çağatay'ı tanıdık işte gruba yeni gelmişti o zamanlar Dicle'yle birlikteydi. O geldiği için Dicle'yi de gruba almıştık ayıp olmasın diye. Tanıştık ve iyiydiler. Sonra ikisi de çıktı gruptan. Hiç gidip sormadık neden çıktınız diye. Gidene dur demek kitabımızda yoktu. Kalmak isteyen kalır kimseyi zorla tutacak değildik sonuçta. 2-3 ay sonra Çağatay bana yazdı ve gruba geri gelmek istediğini söylemişti. Bende aldım.
Oğuz "manitanı da alalım mı gruba?" dedi.
Çağatay "Ayrıldık biz bir ay önce falan. Görüşmüyoruz daha. Eğer onu alırsanız ben çıkarım. Hiç çekemem o kızı" demişti.
Bende "Gerek yok gelmek istese o da yazardı. Ayrıca sana ayıp olmasın diye aldık zaten sorun yok." dedim. O gün takip ettik birbirimizi. Sonra hikayeme yanıt vermişti ve öyle öyle tanıştık, birbirimizi daha yakından tanıdık. Daha sonra dörtlü bir sohbet grubu açtı Oğuz. Adını da agalarla istişare grubu koydu. dördümüz orda dedikodu yapıyorduk, eğleniyorduk, birlikte filmler izliyorduk ve gerçekten kaliteli zamanlar geçiriyorduk. Birde agalarla rakı sofrası grubumuz vardı dertlerimize ortak olup kimi zaman derman bulduğumuz... Bütünleşmiştik âdeta.
Tanışmamız üzerinden 2 yıl geçmişti. Ben 18, Berra 18, Oğuz 22 ve Çağatay 21 yaşındaydı. Hepimiz bir tarih ve yer belirledik dörtlü buluşmayı planlıyorduk. Ve o gün gelip çatmıştı. Çok iyi hatırlıyorum o gece uyuyamamıştım heyecandan. Sabah erkenden hazırlandım kahvaltımı ettim ve saatin gelmesini beklemiştim. Buluşma yerine geldiğimde ilk Oğuz gelmişti. Sarıldık birbirimize sımsıkı. Zaten her gün konuşuyorduk ama yüz yüze gelmenin heyecanı ve mutluluğu bambaşkaydı. Ardından Çağatay ve en son Berra geldi. Çok güzel vakit geçirmiştik. O günü asla unutamayız. Eğer şu an hâlâ dördümüz bir ardaysak bu o gün sayesindeydi. Eğer belki hiç buluşma planı yapmasaydık bir şekilde birbirimizden kopacaktık sanalda ve her şey bitecekti bir şekilde. İyi ki buluştuk ve bir aradayız...

Ondan sonra tabii ki defalarca buluştuk kamp maceralarımız, maç izlemeye gitmemiz ve yanlışlıkla karşı tarafın stadına girmemiz, beraber dayak yememiz ve daha bir sürü şey...

Eskiye doğru konuşulacak bir sürü şey var fakat o gün hariçti. Hiçbiri o günü ağzına bile almak istemiyor. Âdeta hafızalarından silmiş gibiler ve bu beni çok rahatsız ediyor. Böyle bir olayı nasıl unutup hayatlarını yaşayabiliyorlar anlamış değilim. Evet hepimiz zor zamanlar geçirdik hayatımızın belli noktalarında fakat o gün hepsinden çok farklıydı. Hayatımızın dönüm noktasıydı. Buna rağmen susup gülüyoruz, eğleniyoruz ve en acısı da bu durumu normalleştiriyoruz...

Gerçekten her gece düşünüp vicdan azabı yaşayan bendim. Oğuz bile sineye çekmiş hayatına bakmıştı. Evde bazen duvarlar üstüme geliyor ama hiçbir şey yapamıyorum. Evet rahat ve gamsız bir insanım ama bu durum çok farklı. O günden sonra asla eski Deniz olamadım. Herkes de bunun farkındaydı ama görmezden geldiler.

Geçmişten konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Telefonumu çıkarıp saatte baktığımda 18.25'i gösteriyordu neredeyse akşam olmuştu. Havadan anlaşılmıyordu çünkü bataklığın ortasındayız ve her yer ağaç hava da zaten kapalı ve karanlıktı fark edilmiyordu.

Yavaş yavaş acıkmaya başlamıştım. Artık midemdeki sesleri daha fazla susturamıyordum. "Olum ben çok acıktım lan. Midem sırtıma yapıştı artık bir şeyler mi yesek?" diye sordum. Çağatay "Ben aç değilim siz gidin yiyin biraz burada kalacağım. Hava iyi geldi." Dedi.
Dicle yüzünden böyle olduğunu biliyorum ama konunun ne olduğunu bilmiyorum. Keşke anlatsa ama anlatmamayı uygun görüyor işte. Anlamıyorum bize mi güvenmiyor ne yani? Neyse "İyi o zaman biz bir şeyler yiyip geliriz bir yarım saate. Buraya gelirken ilerde minik lokanta tarzı bir yer gördüm girişin karşısında. Orada olacağız. Eğer istersen sende bize katılırsın sonra. Tamam mı?" dedim. Çağatay başıyla onaylayarak sigarasını yaktı ve derin derin düşüncelere daldı. Lokantaya doğru yürürken yolda yine Dicle'yi gördük. Anlamıyorum cidden ya. Resmen kız her yerde. Bizi sinir etmeye programlanmış. Umarım Çağatay'ın yanına gitmek gibi bir aptallık yapmaz. Daha en başından beri hiç haz etmiyordum bu kızdan. Bir şekilde hislerimde ve duygularımda haklıymışım. Katlanılabilecek bir tip de değil zaten ya neyse. Oğuz birden yanıma doğru yanaştı ve kulağıma fısıldayarak "Dicle'den çok mu rahatsız oldun? İstersen geri dönebiliriz." Dedi. Canım arkadaşım her zaman beni düşünüyor gerçekten çok seviyorum ve değer veriyorum ama eğleneceğimize söz verdim. Bir paçavra yüzünden keyfimizi kaçıracak değilim. Oğuza doğru döndüm ve gülümseyerek "O kız umurumda dahi değil. Hem Çağatay'ın ona nasıl davrandığını gördün. O da Dicle'den haz etmiyor. Bir kız için keyfimizi mi kaçıracağız oğlum. Eğleneceğiz dedik. Eğleneceğiz. Hem onca yolu boşuna mı geldik? Hayır!" dedim ve çoktan lokantaya varmıştık. Lokanta da diğer evler gibi ahşaptandı. Bir o kadar da depresif ve güzeldi. Hiç saçma sapan göz yoran süsler falan yoktu sade ve hoştu. Nihayetinde bataklığın ortasındayız çiçekli böcekli şeyler olacak değildi. Tamamen yerine uygundu. İçeri doğru yürümeye başladığımızda ahşap sandalyelerin ve masaların nahoşluğu...

Biraz Viking havası katmıyor değildi içerisi. İsteyerek mi böyle yapıldı bilmiyorum. Ufak tefek paganizm sembolleri de mevcuttu. Gerçekten güzel bir konsepti vardı. Mekanın etrafı camlarla kaplıydı. Bataklığın tüm manzarası gözler önündeydi. Gerçekten göz alıcıydı. İlk defa böyle bir manzarada yemek yiyeceğim için heyecanlıydım. Daha geldiğimizden beri hiçbir timsahla karşılaşmadık. Umarım karşılaşmayız da. Gerçi evler bataklıktan bayağı yüksekte. Timsahların veyahut başka canlıların ulaşması çok zor. Ahh acaba daha önce buraya ayı geldi mi lan. Bende de öyle bir şans var ki gelir beni bulur.

Mekanı keşfederek cam kenarına oturduk ve menüye baktık. Pek fazla çeşit yoktu çünkü insan doluluğuna göre yapılıyordu. Bu yüzden günler öncesinden rezervasyon alınıyordu. Şansımıza boş odalar olduğu için bir gece de halletmiştim. Menüde fazla çeşit olmadığından ötürü fazla düşünmeden hepimiz kuru fasulye ve pilav söylemeye karar verdik. O sırada yanımızda bir adam belirdi. Sanırım garsondu. Hepimiz siparişlerimizi söyledik ve siparişlerimizin gelmesini beklerken hepimiz durgunduk.
Berra birden lafa atılarak "Çağatay iyi görünmüyordu pek. Onu arkada bıraktık ama içime sinmedi. Bir arasak mı ne yapıyor diye? Belki fikrini değiştirir gelmek ister" dedi.
" Haklısın" diyerek telefonumu çıkardım ve Çağatay'ı aradım. Telefon çekmiyordu. "Yok aga bataklığın ortasındayız ve telefon çekmiyor. Yapacak bir şey yok. Ben zaten nereye geldiğimizi söyledim sonra istersen bize katılırsın dedim. Biliyor. Eğer gelmek isterse gelir. Şu an belli ki yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı var. Bırakalım kalsın." Dedim. O sıra da yemeklerimiz de geldi. Gerçekten kurt gibi acıkmıştım hiçbir şey demeden direkt gömüldüm yemeğe başladım. Oğuz "yavaş ye lan boğulacaksın" diyerek güldü. Eski günler açılınca birden aklıma Oğuz'la çöp konteynırında saklanmamız aklıma geldi. Gülme krizine girdim. Az daha boğulacaktım. Oğuz sırtıma bir yumruk indirdi ve her ne kadar acısa da kendime geldim.
"a*ına koyayım birden aklıma bir şey geldi az daha gülerken gidiyordum tahtalı köye." Diyerek gülmeye devam etmiştim. İkisi de merakla gözümün içine bakıyordu. Berra" ne geldi lan aklına?" dedi. "Oğuz hatırlıyor musun seninle çöp konteynırında saklandığımız günü" diyerek güldüm. Oğuz da gülerek "hatırlamamı a*ına koyayım ne gündü lan. Vallahi ödümüz bokumuza karışmıştı." dedi.
Berra" bana da anlatın ya. Ne oldu o gün?" dedi.
Oğuz bana bakarak "sen mi anlatırsın ben mi anlatayım?" dedi.
Berra gülerek "Deniz anlatsın onun anlatışı çok komik oluyor." Dedi.
"Seni mi kıracağım. Başlıyorum anlatmaya ama bölmeyin bak." Dedim ve anlatmaya başladım.
"Bak şimdi biz Oğuz'la normal telefonlaşıp buluştuk tamam mı her zamanki gibi buluştuğumuz kafe için anlaştık. Neyse geldim beklemeye başladım ben bunu. Yarım saat geçti içecek bir şeyler söyledim baktım hâlâ gelmiyor. E arayayım dedim. Arıyorum arıyorum açmıyor da pezevenk. Hesabı ödedim sinirle çıktım kafeden. Eve doğru yürüyorum bir baktım bağırış çağırış. Merak ettim sese doğru gittim. 4 kişi Oğuz'u kovalıyor hepsinin elinde de sopa taş falan vardı a*ına koyayım. Anlamaya çalıştım ne oluyor bir baktım Oğuz üstüme üstüme koşmaya başlıyor. Tam hasss*ktir dedim Oğuz kolumdan tuttu beraber koşmaya başladık. Ayağımda topuklular var şerefsizim maratona koşar gibi koşuyorum resmen ayaklarımız g*tümüze g*tümüze çarpıyor. Bir yandan paldır küldür  koşuyoruz, bir yandan sert rüzgar yüzümüze çarpıyor, bir yandan da izbandut gibi adamlar peşimizden koşuyordu. Ben anlamıyorum tabi ne oluyor. Bağırarak söylüyorum lan orospu çocuğu ben neden koşuyorum ne oluyor lağnn diye. Oğuz da nefes nefese kalmış sesi götünden çıkıyor, diyor kanka sus sus ne dalak kaldı ne böbrek! koş durma vallahi adamlar sopaları götümüze sokacaklar yoksa. Biz o korkuyla daha da hızlanıyoruz ama nasıl var ya cidden dalak malak hiçbir şey kalmamıştı. Resmen böbreklerimin içeri çekilip büzüştüğünü hissediyordum. Dedim gebereceğim. En son artık dayanamadım topuklar ayağıma batıyordu bunca yol kırılmadıklarına bile şükrettim ayağımdan hızlıca çıkardım çıplak ayakla koşmaya devam ettim. O bizim evin aşağı mahallesinde bir bakkal var hatırlıyor musun Sergen abinin asker uğurlamasını orda yapmıştık. İşte onun oraya kadar koştum çıplak ayakla en son köşeyi döndük bakkalın yanındaki büyük çöp konteynırına atladım. Oğuz gel diye bağırdım hemen. Tırmanıyordu resmen konteynıra. O an gülemedim bile. Kalbim nasıl çarpıyordu ama var ya. Neyse 1 saat çöp konteynırında bekledik. Üstümüz başımız leş gibi koktu fısıldaşarak çöp konteynırında konuşuyoruz tamam mı o sırada bir abla geldi tam çöpü atacak bizi gördü nasıl bağırıyor karı. Geldi çöpü üstümüze fırlattı korkudan am*ına koyayım ağzımıza falan değdi full pis çöpleri. Oğuzla hemen indik çöp konteynırından Oğuz diyor "Abla napıyon ya görmüyor musun biz varız! ne kafamıza atıyon çöpü ya kedi olsaydı çöpte? Ezilirdi valla çöp kutusunda. dedi ben gülmekten yarıldım. Var ya kadının suratını görmen lazım ağzını bile açamadı. Sürekli arkasına baka baka, uzaklaştı yanımızdan. Onunda ödü bokuna karışmıştı. Geçirdiğim en trajikomik gündü .Üstümüz başımız çöp kokuyor elimde ayakkabılarım, güle oynaya eve gidiyoruz. Eve girdikten sonra 3 defa yıkandık lan koku anca çıktı üzerimizden." Dedim. Berra gülerek "Olum zaten nerde bokluk orda siz. Her şey mi sizi bulur be kardeşim." Dedi Oğuz'un gülmekten nefesi kesiliyordu artık. Sohbet etmeye devam ettik, o kadar eğleniyorduk ki zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Telefonumu cebimden çıkardım ve saate baktım. Yarım saat yer kalkarız dedik neredeyse 1.5 saattir oturup sohbet ediyormuşuz.
" La 1.5 saattir buradayız konuşurken zamanın nasıl geçtiğini de anlamadık kalkalım artık." Dedim.
Oğuz "Siz çıkın hem Çağatay da kaç saattir tek çocuk. Ona bakın ben de hesabı ödeyip geliyorum. "dedi.
Berra "Bende seninle kalacağım canım dondurma çekti 3 top dondurma alırım yiye yiye yiye gideriz." "Olur bana uyar.
Oğuz " Deniz sende istiyor musun dondurma?" diye sordu.
"Yok kanka siz alın kendinize. Bende o sırada bir Çağatay'a bakayım gelirsiniz yanımıza." Dedim ve lokantadan çıktım.

Yavaş yavaş köprüde yürürken bataklığı seyrediyordum. Burası bana gerçekten iyi geldi. Havası, manzarası her şeyi...

Şehir hayatından gerçekten bunalmışım. İşi gücü salıp şöyle bataklık evi alsam ve inzivaya çekilsem keşke ama nerde bende o şans. Bir sürü iş güç var.
Köprüden geçerken manzaranın tadını çıkarıyordum çünkü Tanrı bilir bir daha ne zaman gelebileceğiz buraya.

Düşünceler eşliğinde yürüye yürüye çardakların oraya gelmiştim. Birkaç yabancı insan vardı sadece. Çağatay'ı görememiştim. Eve mi gitti acaba? İnsan bir yanımıza gelir oturur. Tamam anladık eski sevgilin burada ama bu ne tavrı abi? Bize neden trip atarsın ki anlamış değilim.
Neyse eve gitti herhalde başka nereye gidecek gidip bakayım diyerek eve doğru yürümeye başladım. Evin önüne geldiğimde duraksadım ve etrafa göz gezdirdim belki Çağatay'ı görürüm diye ama kimsecikler yoktu. Daha fazla beklemeden içeri girdim ve merdivenden çıkmaya başladım. Fazla sessizdi.
Odaların önüne geldiğimde tekrardan etrafıma bir göz attım ve kimse yoktu. İlk bizim odaya girdim fakat boştu. Odadan çıkıp kapıyı kapattım ve Çağatayların odasına tıkladım birkaç defa fakat ses seda yoktu. Allah allah nereye gitti ki bu çocuk diye düşünürken yan evden sesler geliyordu. Bağrışma sesiydi sanki. Kavga olduğunu düşünüp koşarak merdivenlerden indim ve köprüden karşı eve doğru koştum ahşap çok gıcırdıyordu bütün sesim yankılanıyordu. Kapının önüne geldiğimde ses kesilmişti. İçeri girsem mi girmesem mi diye bir düşündüm ama girmezsem içimde kalacaktı. O yüzden sessizce merdivenlerden çıkmaya başladım. İlk kata geldiğimde hiçbir şey yoktu. Kapılara doğru yürüdüm ve sesin kaynağını öğrenmeye çalıştım. Birden bir kız sesi geldi üstten. Ne dediği anlaşılmıyordu fakat ağlamaklı bir ses tonuydu. Ürkmüştüm biraz. Orada ne olduğunu ve kimler olduğunu bilmiyordum sonuçta. Sessizce merdivenlere doğru yürümeye başladım ve üst kata çıkıyordum. Her bir adımında ahşap merdivenler gıcır gıcır ses çıkarıyordu. Sesi olabildiğince minimum düzeyde tutmaya çalışıyordum.
Üst kata çıktığımda birden duraksadım ve yerimden kımıldayamadım bile. O gürültünün kaynağı Çağatay ve Dicle'ydi çünkü.

Çağatay Dicle'yi köşeye sıkıştırmış bir şeyler söylüyordu. Ne dediğini birde duysam çok güzel olacak. Onları daha iyi duyabilmek için kendimi fark ettirmeden sessiz adımlarla köşeden giderek yaklaştım. Dicle ağlamaklı bir ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu "bana neden inanmıyorsun? Çağatay lütfen dediklerimi es geçme yemin ederim ki değiştim. Gerçekten sana bunu kanıtlayabilirim. Senden bir an bile olsun vazgeçmedim her gece seni düşledim aşkım ne olur beni itip kakma yeniden kalbini aç bana." Dedi sesi hâlâ titriyordu. Çağatay acaba ona vurmuş muydu? Gündüz kıza olan davranışları hoş değildi. Şahit olmasam neyse ama gözümle gördüm davranışlarını. Çağatay" kızım sen anlama özürlüsü müsün yıllar önce siktir ettim sen. Keş bir f*hişeden farkın yok gözümde. Sana olan bütün saygımı ve sevgimi o gece yitirdim ben. Şimdi git kendini kime s*ktiriyorsan s*ktir bir daha karşıma çıkma!" diyerek uyardı. Sessiz ama tehditkâr bir ses tonuyla konuşuyordu. Dicle ise hâlâ aynı yüzsüzlüğüyle devam ediyordu yalvarmaya. "Aşkım yemin ederim hataydı. Zaten defalarca özür diledim yapmamalıydım ama babamın vefatından sonra kendimde değildim. Her şey üst üste geldi. Acılarımla başa çıkamadım. O hapların etkisiyle oldu her şey. Allah çarpsın hiçbir şey hissetmedim ona karşı bu kalp sadece senin için çarptı. Hâlâ da öyle bebeğim. lütfen yalvarıyorum sana inan bana. Sensiz yapamıyorum çok denedim olmuyor her yerde senin anıların. Her dinlediğim şarkıda sen. Her yediğim yemekte sen. Her şeyde sen varsın. Yokluğuna alışamıyorum. Dönecekmişsin gibi hâlâ bekliyorum seni. Her gece soluksuz sevişmelerimizi özlüyorum. Sırf belki bana dönersin diye alkolü de hapları da bıraktım." Deyip Çağatay'ın dudaklarına yapıştı ve şehvet dolu bir şekilde "Öp beni..." dedi.

Şu an kızın bütün dişlerini dökmek istiyordum. içimde ona karşı öyle bir öfke birikti anlatılamazdı.

Çağatay Dicle'yi duvara iterek "Kendine gel a*ına koyayım istemiyorum seni. Sadece benimle sevişmedin. Bedenini başkalarıyla da paylaştın! Hem de benimle birlikteyken! Yüzüne bile bakamıyorum tiksiniyorum senden." Dedi. 

Dicle ağlamaktan titreyen sesiyle "Hâlâ aklın bende biliyorum." Diyerek sırıttı ve devam etti konuşmaya "Bizim aşkımız ölümsüz. Seninle 3 senedir birlikteydik. Koskocaman 3 sene! Her yerde delicesine seviştik, her gecenin sonunda üzerime atlıyordun. Kulağıma fısıldayarak boynumdan öperken kokuma hasret kaldığını her saat beni arzuladığını söylüyordun. Sana yemin ederim senden sonra kimseyle birlikte olmadım. Olamadım. Herkese hâlâ birlikte olduğumuzu söyledim. 2 yıl geçti unutamıyorum, atamıyorum kafamdan seni. Evin her yerinde sen varsın. Salonda, mutfakta, odamda, banyoda, koridorda hatta dış kapının önünde bile saatlerce, günlerce soluksuz seviştik hep beni istedin bana sahip olmak istedin ve oldun da. Bana evlenme teklifi etmen umuduyla buluştum her gün. Her sevişmemizde içime girdiğinde bir kez olsun prezervatif kullanmanı istemedim. Senden bir çocuğum olsun istiyordum. Aşkımızın meyvesi..." Çağatay sessizce Dicle'nin anlattıklarını dinliyordu. "Yalvarıyorum bana daha fazla sensizliği yaşatma." diyerek soyunmaya başladı. Kazağını çıkardı ve Çağatay'ın elini tutup göğüslerine götürdü." Yine sahip olabilirsin bana. Ben hala seninim. Biliyorsun. Buna çok ihtiyacım var sevgilim." diyerek Çağatay'ın kulağına fısıldadı.
Çağatay elini çekerek yerden kazağı aldı ve Dicle'nin yüzüne fırlattı. Yüksek bir ses tonuyla Dicle'yi sarsarak" Al giy şunu ve daha fazla düşürme kendini. Benim kalbimde zaten biri var s*ktiğimin or*spusu anla beni. Deliler gibi Deniz'e aşığım. 2 yıldır beni görmesi umuduyla peşinden koşuyorum. Biliyorum bir gün o da beni isteyecek mutlu bir ilişkimiz olacak. Bana karşı duyguları olduğunu kesinleştirdiğim anda evlenme teklifi edeceğim ona ve direkt evleneceğiz. Ona mükemmel bir hayat yaşatacağım. Ben daha önce kimseye böyle şeyler hissetmedim. Deniz'i görünce anladım ki sana hiç aşık olmamışım. Sadece sevgini sevmişim o kadar. Sende or*spuluğunu yaptın, şimdi ağlayıp zırlama. S*ktir git hayatımdan ne bir daha benim karşıma ne de arkadaşlarımın karşısına çıkma. Eğer ki sevdiğim kadının 1 kilometre yakınında dâhi olduğunu duyarsam gelir ve bağırsaklarını baltayla deşerim. Duydun mu beni!" diyerek Dicle'yi hırpalamaya devam etti.

Ağzım açık bir şekilde izlemekten başka bir şey yapamıyorum. Kalbim paramparça oldu. Çok büyük hayal kırıklığına uğradım. Benim gerçekten hoşlandığım adam bu muydu? Yıllardır sahte bir karakter takınmış ve onu bize sunmuştu. Resmen bizi kandırmıştı. Üstüne üstlük birde bana aşık. Beni elde etmeye çalışıyordu 2 sene boyunca. Ne yani beni elde ettikten sonra ileride bana da mı böyle davranacaktı. Ne olursa olsun hiçbir kadına böyle davranılmamalıydı. Aslında Çağatay'a değil kendime kızgındım. Nasıl gözümün önünde olan biteni fark etmedim. Neden görmek istemedim? İşin en boktan tarafı da şu ki öfkeli olmama rağmen hâlâ ona karşı hislerim var.

Ahh Tanrım, ya kendi celladıma aşık olduysam?..

Dicle bağırmaya başladı aniden. "Bitireceğim o or*spuyu. Seni kimse bende fazla sevemez anladın mı beni! Evine adam yollayıp tec*vüz ettireceğim ona! kan gelene kadar bırakmamalarını söyleyeceğim. Biliyor musun? En az 10-15 adam üstünden geçecek sen hariç herkes s*kmiş olacak onu. Bakalım o zaman isteyecek misin Denizciğini?" deyip deli gibi kahkaha atmaya başladı.
Çağatay Dicle'yi saçından kavrayıp kendine doğru yakınlaştırdı ve fısıldayarak "Öfkelenince nasılda özüne dönüyorsun hemen. Sen busun işte. Acınılacak bir zavallı ve biliyor musun? Deniz'le arama girmene asla müsaade etmeyeceğim. Denizin adını bir daha ağzına almayacaksın hatta dur, zaten alamayacaksın..." Dedi ve cebinden çakıyı çıkarıp Dicle'nin karnına sapladı.  " Ne sen ne bir başkası aşkımıza engel olamayacak! Kimse onu benden alamayacak. Hem de hiç kimse..." diyerek Dicle'nin kafasını kollarının arasına alarak Dicle'yi yavaşça yere yatırdı.

Gördüklerime inanamıyorum. Çağatay gözümün önünde Dicleyi bıçaklamıştı karnından. Hem de benim yüzümden...

Koşarak yanına gittim." Çağatay sen ne yaptın?" diyerek bağırdım. Dizlerimin üstüne çöktüm ve hemen Dicle'nin nabzını kontrol ettim. Yaşıyordu. Ayağa kalktım ve Çağatay'ı itip kakarak "Çağatay nasıl yaparsın bunu." Diyebildim sadece. Nefes alışverişim değişmişti. Kalbim hızlı hızlı atıyordu ve ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemiyordum...

Çağatay kollarımı tuttu ve "Sakin ol tamam mı? ölmedi yaşıyor. Ne zamandır buradasın bilmiyorum ama tehditler savurup durdu sana zarar verecekti. Delirmişti ve gözü dönmüştü o an ne yapacağımı bilemedim. Bende öfkeden deliye döndüm. İnan bana böyle olsun istemedim." Diyerek yalvarırcasına gözlerimin içine baktı.

Şu an yerde karnına bıçak saplanmış bir kız var. Eğer hastaneye alıp götürürsek her şeyi anlatacaktı. Ya da Çağatay'la birlikte olmak için onu tehdit edecekti. Bu kız her şeyi yapabilirdi. Ve yapabileceğim tek bir şey vardı. O da fişini çekmek...

Yere çömeldim. Bıçağı döndürerek karnını deştim ve tutup dışarı çekerek içinden çıkardım. Bıçağı çeker çekmez kan fışkırmaya başladı. Deli gibi kanıyordu yarası. Baya derine sokmuştum anlaşılan. Gözüm elimde ki bıçağa ilişince panikle yere fırlattım. Çünkü üzerinde kanla karışık et parçaları da vardı.

Çağatay yüzüme bakarak" Ne yapıyorsun Deniz kafayı mi yedin sen?" diye panikle çıkıştı.
"Yapmam gerekeni!" diyerek hâlâ titreyen sesimle devam ettim konuşmaya. "İşini bitirmeliyiz. Eğer yapmazsak gidip ya polislere anlatacak her şeyi ya da seni elde etmek için tehdit edecek ve hayatımızı zehir edecek. Bunun olmasına izin veremezdim." Diyerek devam ettim. "Bıçağı çoktan çıkardım ve oluk olul kanıyor. İstesek de hastaneye götüremeyiz...şehirden çok uzaktayız. Biz onu yetiştirene kadar yolda kan kaybından ölürdü." Dedim ve artık o an gelmişti.

Bıçağı kaldırdım, iki elimle havada tuttum ve Dicle'nin gözlerine bakarak bir süre bekledikten sonra bıçağı hızlıca kalbine sapladım.
Nefesim bir daha kesilmişti. Öldüğünden emin olmalıydım. Ve bir daha sapladım. Ve bir daha. Ve bir daha...

Bıçağı 8.defa kalbine sapladığımda öldüğünü anlamıştım. Bıçağı kalbinden çıkardım, kazağını üzerine attım ve sürünerek uzaklaştım cesetten. O artık Dicle değil, sadece bir cesetti...
Nefesimi düzeltmeye çalıştım ama yapamıyordum. Dicle yerde kanlar içinde, çıplak bir şekilde yatıyordu ve en kötüsü artık ölüydü... ben öldürmüştüm. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi âdeta. Ellerim, üstüm, başım, her yerim kan içindeydi. Tir tir titriyordum stresten ve kendime engel olamıyordum. Çağatay ise sessizce beni izlemeye devam ediyordu. Ayağa kalktım ve o sırada Oğuz'la Berra geldi. Berra şoka girerek elindeki dondurmayı yere düşürdü ve çığlık atmamak için elini hızlıca ağzına götürdü. İkisi de koşarak yanımıza geldi.
Oğuz" Ne oldu lan burada!!" diye olabildiğince sessiz bir çığlık atmıştı. Elimi ağzıma götürerek sus işareti yaptığım anda elimdeki kan dudaklarıma bulaşmıştı. O metal tat dilimin ucundaydı artık.

Kadro yeniden tamamlanmıştı. Yeniden bir cesedin başında dördümüz duruyorduk ve bir kez daha ellerim kirlenmişti...

Tüm vücudum tir tir titriyor ve öylece Dicle'ye bakarak "KATİLİM..." diyordum.

Oğuz yanıma gelerek sarıldı ve "Şşşş sakin ol geçecek her şey. Bak buradayız. Lütfen sakin ol ve kendine gel." Dedi. Berra da çaresizce bir iç çekerek arkamızdan sım sıkı sarıldı. En son Çağatay elini omzuma koydu ve dördümüz, birbirimize kenetlenmiş bir şekilde yeniden bir aradaydık.

Bir süre sonra Oğuz yüzüme bakarak "Şimdi ne yapacağız?" dedi.

Berra "Elimiz kirlendiğinde ne yaparız?.."

Çağatay "temizlik yaparız..."

Ve hepimiz büyük bir sessizliğin içine gömüldük...

BÖLÜM SONU

Continue Reading

You'll Also Like

Kirli Oyun By Tamer Poyraz

Mystery / Thriller

9.3K 1.8K 21
Annabel kendi çemberinden çıkmaya cesaret edemeyen bir kızken yılbaşında arkadaşıyla gittiği kulüpte başına geleceklerden habersiz James Archer ile...
İstanbul Katili By Son_anka

Mystery / Thriller

15.1K 1.4K 50
Yüzümdeki kar maskesinden dolayı görmeyeceğini bilsem de tek kaşımı kaldırdım. "Niye beni kaybetmek istemiyormuşsun? Yoksa elinde şantaj yapıp kullan...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

72.3K 2.6K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
2.9K 80 37
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...