Yılan Yuvası

By S-Mare

116K 14.3K 14.8K

"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi bi... More

Giriş
1.1 - Ak Yılanlara Ölüm!
1.2 - Kan Dolu Düğün
1.3 - Kukla ve Zehirli Taç
1.4 - Parlak Sarı Gözler
1.5 - Yak Ve Isıt
1.6- Ya Özgür Ya da Ölü
1.7 - Kanlı Anlaşmadaki Pençeler
1.8 - Aslan İnindeki Yılanlar
1.9 - Ateşi Başlatan Kıvılcım
1.10 - Aslana Dişlerini Geçirmiş Yılan
1.11 - Ağaçlar ve Dalları
1.12 - Ateşler İçindeki Saray
1.13 - Şifa Veren Dudaklar
1.14 - Tehlikeli Bilinmezlik
1.16 - Avcı Olmaya Çalışan Av
1.17 - Kırmızı Bir Çiçek
1.18 - Ölümcül Kükreyiş
1.19 - Düşünce Korkakları
1.20 - Şehvet Zehri
1.21 - Oyunlar ve Sırlar
1.22 - Çekilmez Prensin Yılanı
1.23 - Kanla Boyanmış Gümüşi Saçlar
1.24 - Rüzgar, Tuz ve Orman
1.25 - Taşınamayan Nefret Yükü
1.26 - Bir Öpücük Bin Çelişki
1.27 - Tutkulu Bir Son
1.28 - Kötü Bir Masal
Final - Ateş, Öfke ve İntikam
YILAN YUVASI KARAKTERLER
Yılan Yuvası Sözlüğü ve Haritası

1.15 - Canlandıran Öldürülmeli

2.6K 412 401
By S-Mare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yeni bölüm için yapmanız gereken tek şey bol bol yorum yapmak ve oy vermek ❤️

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶

Eurielle & Ryan Louder - A Lonely Place

🎶

(Yapay zekayla yapmış benim bebek yılanlarım ama Asra'nın pullarını yapay zeka yapamamış, onu da ben tamamladım 🥰)

Instagram: e.s.mare
Esmare_den

Tiktok: Esmareden (Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz.)


"Ben bir Yılanım, zehirliyim ama siz erdemli Aslanların dili...
İnanın bana, sizin dilinizden benden çok zehir akıyor."

Yaklaşık bir buçuk günümüz neredeyse at üstünde geçmişti. Az dinlenmiş, çok yol almıştık ve bu süre zarfında Lian asla Canlandıran konusunu açmamıştı. Ben de öyle çünkü bu konuyu konuştuğumuz o gün yola koyulmadan önceki son sözleri fazlasıyla netti. Sadece yılanlar değil, ne olduğunu anlayan herhangi bir ırk bile seni öldürmeye hayli hevesli olacaktır. Buna Aslanlar da dahil.

O andan sonra aklımdaki sorulara bir soru daha eklemişti ve bunu onun da bildiğini biliyordum. Herhangi bir ırk için bile öldürülecek biriysem Lian beni neden öldürmemişti?

Canlandırıcı aslında neydi? Ne anlama geliyordu? Neden herkes için öldürülmesi gereken biriydi?

Tüm bu sorulardan bile daha merak ettiğim tek şey, Lian'ın beni öldürmemesindeki amaçtı. Belki de söylediği her şey yalandı, bir oyundu. Bu onun kullanmadığı bir yol da değildi, daha onu tanıyalı bir hafta bile olmamıştı ama o süre zarfında beni çok kez oyuna getirmişti.

Elbette bunun peşini bırakacak değildim. Bilgi için ona ihtiyacım olduğunu düşünüyordu, haklıydı da ama bilgiyi ondan başka birinden de alabilirdim. O yüzden onlara söylediğim yere doğru ilerlerken sessizdim, neler yapabileceğim hakkında bu sayede çok düşünecek zamanım olmuştu.

Onlara söylediğim yer ise Vilas ile geldiğimiz sınır tarafıydı çünkü başka bir yol bilmiyordum. Vilas olmasaydı asla o sınırdan da geçemezdim zaten. Lian'ın bu konudaki açıklaması mantıklı değildi, hiçbir zaman da öyle gelmemişti. Nedenini o zaman anlamamıştım ama şimdi düşünüyordum da... Bu Canlandıran konusuyla ilgili olabilir miydi? İşte bu, oyun oynamadığı anlamına geliyor ve beni yine en önemli soruya getiriyordu.

Canlandırıcı neydi ve öldürülmesi gerekecek kadar tehlikeli biriyse Lian beni neden öldürmemişti?

Hiçbir şeyden emin değildim, bir konu haricinde. Ben öldürülecek kadar tehlikeli biri değildim. Öyle olsaydı, şu an yanımda at süren Aslanı da, onunla beraber yol aldığım her bir kişiyi de çoktan öldürmüş olurdum. Diğer yandan, zaten canlandırıcı kelimesi bili başlı başına tehlikeden uzaktı.

"Çok fazla düşünüyorsun."

Başımı çevirip güneşin son ışıklarıyla cam gibi parlayan sarı gözlere baktım. İnkar etmeyecektim, en başından beri gözlerinin çok güzel olduğunu düşünmüştüm ama şimdi... Zehir gibi geliyordu. Zehirli gözler...

Tekrar başımı çevirip önümde giden Raiden'ın atını izlemeye başladım. "Onun için de bir tehdit düşünmüş olmalısın. Durma, söyle hadi!" Güldüğünü duydum, artık daha fazla güler olmuştu ve bu eski donuk halinden bile daha kötüydü. "Eğlen," dedim ben de gülümseyerek. "Ama unutma, öyle bir gün gelecek ki bana yalvaracaksın. İşte o gün de ben eğleneceğim."

"Şu an sen de beni tehdit ediyorsun," dediğinde tekrar ona baktım, hala yüzünde bir gülümseme vardı.

"Hayır, sadece olacakları söylüyorum."

"Siz yılanlar..." dedi ve yüzünü buruşturdu. "Gerçekten kincisiniz değil mi?" Gözlerini ileri çevirdi ama sarı gözlerinin tekrar beni bulması çok kısa sürdü. "Ama biz Aslanlar da bir o kadar erdemliyizdir. Değil bir Yılana, kendi ırkımıza bile herhangi bir konuda yalvarmayız."

"Artık biraz dinlenebilir miyiz prensim?" dedi arkamızdan Adara yorgun bir sesle. "Sadece biraz ayaklarımı uzatmak için bile sana yalvarabilirim."

Lian'ın kaşları çatılırken benim kaşlarım havalandı ve gülmeye başladım. "Kesinlikle yalvarmazsınız, kesinlikle!"

Kaşları çatıldı. "Yalvarabilirim dedi, yalvar-"

"Lütfen! Acı bize!" diye inler gibi onun sözünü kesti Adara.

Gülüşlerim kahkahalara dönüştüğünde Esilian dişlerini sıktı, başını çevirip Adara'ya öfkeyle baktı. "Bu iki oluyor, üçüncüde canına okurum!"

"Ayaklarına mı kapana-"

"Ada! Kapa çeneni!" dedi sertçe ve gözlerini yine bana çevirdi. "Sen de öyle."

Daha fazla gülmeye başlamam şaşırılacak bir şey değildi. Onun öfkesi kadar beni eğlendiren bir şey vardı ki o da o kibrinin yerle bir olmasıydı. Sesim etrafa yayılırken Raiden bile başını çevirip tiksinti dolu gözlerini kısa bir an üzerime dikti. Umurumda bile olmadı. Ta ki atım huysuzlanana kadar... Neredeyse üzerinden düşecektim ki dizginlere sıkı sıkıya asıldım.

Aslında atlar Yılanları sevmezdi. Sahip olduğumuz atların bile bize alışması zaman alırdı ama bu at garip bir şekilde ona yaklaştığım ilk andan beri sakin kalmıştı. Değil huysuzlanmak, yanına gittiğimde başını yüzüme sürtmüştü. Tüylerini okşarken daha ilk andan onu sevmiştim. Atları evcilleştirmemiz zaman alırdı ama onların hala bizi sevmediğinden emindim ama bu at beni sevmiş gibiydi. İlk defa az önce huysuzlanmıştı.

"Dikkat et!" dedi Esilian, gülümsedi. "Daha yaraların iyileşmemişken yenilerini eklemek istemezsin." Öfkeyle bakma sırası bana geçmişti, gülme sırası ise yine ona. "Açıklık ilk alanda durup akşam devam edeceğiz!"

"Ah, Ormanın Hakimi! Şükürler olsun!" dedi Adara.

Açıklık bir alan değil ama virane bir yapı bulmuştuk. Atları ağaçlara bağlayıp oraya ilerlemiştik. Yer yer yıkık iki duvarın ve tamamen yıkılmış ön duvarın aksine evin arka duvarı sağlamdı ama çatısı artık yoktu. Adara'nın mızmızlanmalarıyla sonunda orada bir ateş yakıp hepimiz bir köşeye çekilmiştik. Hava ılık olmasına rağmen ateş yaklamızın sebebi şüphesiz Raiden'dı. Üşüdüğünden değildi bu elbette, Aslanlar kolay üşümezdi. Raiden kurutulmuş eti yemiyordu, ya taze pişmiş et ya da kurutulmuş eti ısıtıyordu. Şu an taze et bulamayacağımız için de kurutulmuş eti geçirdiği bir çubuğu ateşin üzerinde çevirip duruyordu.

Lian sınıra yaklaşık yarım saatlik bir yolumuzun kaldığını söylemişti. Yani benim planlarımı işleve geçirip o sınırı geçmemek için geceye kadar birkaç saatim ve ona ek yarım saatim vardı. Yılan topraklarına geçemezdim. Halkın veya askerlerin beni tanımayacağını biliyordum ama yine de risk riskti. En ufak bir ihtimalle bile yakalanacak olursam beni güzel günler beklemezdi.

"Keşke bir Hakim Kapısı bulabilseydik," dedi Adara sessizliği bölerek. "O zaman tüm bu tehlikeleri göze almak zorunda kalmazdık."

Hakim kapısı... Bir yerlerden duymuştum ama hafızam bana bu konuda herhangi bir ayrıntı vermedi. O yüzden dikkatle dinlemeye devam ettim.

"Hakim kapıları sadece bir söylenti," dedi Arlo.

"Hakim kapısı da ne?" dedi Raiden.

Adara başını Arlo'nun omzuna yasladı. "Bir tür geçiş kapısı. Seni kalbinden geçen yere götürüyor. Dört tane var ama o dört kapıdan herhangi birini bulabilen biri yok."

"Söylemiştim, bu sadece saçma bir söylenti," dedi Arlo.

"Diyelim ki," dedi Raiden düşünceli bir ifade ile. "Gitmek istediğin bir yer yok ama kapıdan geçtin. Nereye gidersin?"

"Herkesin gitmek istediği bir yer olur," dedi Adara.

"Diyelim ki yok," dedi Raiden direterek.

Lian bunalmış bir nefes verdi. "Büyülü şeylerin çoğu sadece söylentiden ibarettir Raiden. Bunu tartışmak manasız."

Arlo alaycı bir baş hareketi yaptı. "Aynen öyle. Bu ormanın da büyülü olduğu söylenirdi mesela ama gerçekler sonradan anlaşıldı." Birden başını dikleştirip bana baktı. "Seni de burada bulduk, hatırlamış olmalısın."

Yıkık dökük yapının olmayan karşı duvarından dışarıya baktım. Orman karanlık ve ürpertici görünüyordu. Yönümüzü kaybettiğimiz ormanın içinde olduğumuzu o söylemese şüphesiz anlayamazdım çünkü Aslan Krallığının her yeri ormandı sanki. Bu kadar ağacı ömrüm boyunca görmemiştim. Yılan Krallığı daha çok engebeli, çorak ve soğuktu.

"Ne talihsiz bir gündü," diye hayıflandı Raiden.

İkisine de cevap vermedim. Lian konuyu kapatmak için olsa gerek, "Ada," diye araya girdi. "Kızın yaralarını ilaçla."

Başımı yerden kaldırıp ona baktım ama o bana bakmıyordu. Kimseye bakmıyordu. Başını duvara yaslamış, gözlerini çoktan kapatmıştı. Bir buçuk günün ardından yaralarımın aklına gelmiş olması minnet mi duymalıydım, yoksa Adara'ya öfke dolu olduğumu düşünmesine rağmen bunu ona söylemesine küfür mü etmeliydim? Kesinlikle ikincisi olduğuna emindim.

Adara yanındaki çantalardan birine uzandığında, "Gerek yok!" dedim sertçe. Bana baktığında afallamıştı. Öfkeli ifademi gördüğünde ise nedenini anlamıştı. "Bir prenses değilim değil mi? Kendim yaparım!"

Ayağa kalkıp yanına hızla yürüdüm. Hala elinin üzerinde olduğu çantayı çekerek aldım ve tekrar eski yerime döndüm. Lian sadece kısa bir an gözlerini açıp bana bakmıştı, yine eski haline dönüp gözlerini kapatması kesinlikle rahatlatıcıydı. Konuşmaması da.

Elimden koluma doğru uzanan kirlenmiş sargıyı açarken, "Bak!" dedi Adara. "Ben üzgünüm, gerçekten. Amacım kesinlikle seni aşağılamak falan değildi. Sana seslendim ve..." Kısa bir an sustu. "Kıyafet çantasını... Orada bir yere bıraktım."

"Seslendin mi?" dedim öfkeli bir gülüşle. "Gerçekten mi? Sizin gibi muhteşem işitme özelliğimizin olmaması ne acı öyleyse. Çantayı koklayıp bulacak bir mükemmel koku alan burnumuz olmaması da öyle."

"Duyduğunu düşündük, yani düşündü," dedi Arlo, son anda kendini düzelterek. "Ama sen de öylece gelmek yerine seslenebilirdin değil mi?" Güldü. "Deliliğini küçümsemişim kızım."

Raiden da güldü. Hala beni utandırabileceğini ve aşağılayabileceğini düşünüyordu. Çok fazla yanılıyordu. Ben çabuk öğrenen ve söylenenlere kulak veren biriydim; ve Raiden haklıydı. İşte benim ilk planım da tam olarak ona aitti.

"Neden?" dedim başımı kaldırıp Arlo'ya bakarken. "İlk kez çıplak kadın görmedin ya?" Gözlerimle Adara'yı işaret ettim. "Onu kast etmiyorum, ondan başkalarını da görmüşsündür. Kendi türünden kadınlar mesela." Adara'nın gerildiğini görebiliyordum, bu beni içten içe keyiflendirdi. Öne doğru eğilirken sargının bir ucu hala elimdeydi ve yüzümde artık hafif bir gülümseme vardı. "Bir Aslan ve bir Kartal. Onaylanmayan bir ilişki sizinki. Asıl delilik işte tam olarak bu."

Lian'ın açılan gözlerini üzerimde hissediyordum ama ona bakmadım. Sadece ne zaman müdahale edeceğini merak ederek bekledim ama beni şaşırtarak sessizliğini korumaya devam etti. Adara'nın yüzü asılmıştı, Arlo ise başka yöne bakıyordu artık. Söylediklerimin doğruluğuyla ikisi de kıvranıyordu ve bu günler sonra bana o kadar iyi gelmişti ki.

"Seni ilgilendirmeyen konulara girme Yılan!" diyen Raiden oldu.

"Haklısın," dedim arkama yaslanırken. "Bunlar benim zihnimi meşgul edecek kadar değerli şeyler değil. Bırakalım onlar yaptıkları deliliği düşünsün. Ne zaman ayrılacaklarını ve ne zaman başka çıplak bedenler ile muhatap olacaklarını falan. Bu kesinlikle benim çıplaklığımdan daha fazla düşünmeleri gereken bir durum ve üzücü. Gerçekten."

Değildi, ikisi de umurumun en ücra köşesinde bile yer alamazdı ama bir plan kurmuştum ve o planın ilk aşaması bizzat onları içeriyordu. Arlo ve Adara'yı...

"Susman gereken yerdesin," dedi Arlo sonunda. Gözlerini bana çevirdi ve ilk defa sesi gibi yüzünde de öfke vardı.

"Susmazsam beni prensine mi şikayet edersin?" dedim gülümseyerek. "Ah, unutmuşum! O senin prensin bile değildi değil mi? Belki de sadece kardeşiyle yatmak için..."

"Asra!" dedi Lian sertçe. Gözlerinde uyarı vardı ama Arlo'nun gözlerinde daha da yoğunlaşan bir öfke. Raiden bile Esilian'dan daha öfkeli görünüyordu hatta.

"Ne kadar da aptalım," dedim gülerek. Çenemle Adara'yı işaret ettim. "Birinizin kardeşi, diğerinin sevgilisi, ötekinin arkadaşı hakkında ne çirkin ithamlarda bulundum değil mi? Üstelik kendisi bir prenses. Benim bacaklarımı kimlere açtığımı konuşalım isterseniz. Ne de olsa ne kimsem kaldı, ne de bir değerim var."

Lian, Raiden'a bakarken Raiden kısa bir an gözlerini kaçırdı. "Bir daha öyle bir konuşma..."

"Prens," diyerek sözünü kestim. "Yapma lütfen. Olacağını hepimiz biliyoruz. Üstelik..." Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırıp omuzlarımı kaldırdım. "Onlar değil, çıplak kız fazla ileri gitti. Ben susuyorum, isterseniz siz beni aşağılamaya devam edin. Belki sarkık memelerimden ya da buruş buruş çirkin derimden bahsetmek istersiniz. Kalçalarımdan da söz edebilirsiniz, şekilsiz demek istersiniz belki. Ben kimim ki size karşı çıkayım. İğrenç, sürüngen bir esir."

Raiden afalladı, Arlo ve Adara'ya baktı. O an öylesine söylediğim şeyleri daha önce konuştuklarını anladım. Şaşırmadım çünkü Raiden'ın söylediği birkaç cümleye bizzat tanık olmuştum zaten. Raiden sadece onları duyduğumu düşündüğü için afallamıştı. Diğerlerini duymamıştım belki ama tahmin etmek hiç de zor olmamıştı.

"Yapmayın!" dedim abartılı bir şaşkınlıkla. "Bunları yüzüme söyleyip keyfini çıkarmak varken arkamdan mı konuştunuz?" Alaycı durmaya çalışsam da gözlerime yansıttığım öfkeyle Lian'a baktım. "Yoksa bu şu erdemli olmanızla mı ilgili? Vay canına! Gerçekten erdeminiz bana çok ağır geldi." Öne doğru eğilirken artık yüzümde alaycılıktan eser yoktu. "Ben bir Yılanım, zehirliyim ama siz erdemli Aslanların dili... İnanın bana, sizin dilinizden benden çok zehir akıyor."

Lian dişlerini sıktı ve bakışları önce yine Raiden'ı buldu. "Gerçekten erdemliyiz değil mi?" diye sordu. "Raiden erdemlerimizden sen bahsetmek ister misin? Dinlemek isteriz." Raiden belki de ilk defa mahcup görünerek bakışlarını kaçırdı. Lian'ın gözleri bu kez Adara ve Arlo'yu buldu. Onlar da sessizdi ve Lian'a bakmıyorlardı. "Adara, sen bir şeyler söylemek istersin belki. Verilen emirleri yerine getirmekten başla!"

Adara başını eğse de gözlerinin dolduğunu görmüştüm. "Ben biraz etrafa bakacağım," dedi. Ayağa kalktığında Arlo da kalkacak gibi oldu ama Adara'nın uyarısıyla durdu. "Yalnız."

O hızla virane yapıdan çıkıp giderken etrafa sessizlik yayıldı. Utanmışlar mıydı, yoksa prensleri çıkıştığı için utanmış gibi mi yapıyorlardı bilemiyordum. Umurumda da değildi, umurumda olan tek şey planımın mükemmel bir şekilde ilerlemesiydi. Raiden sadece ufak bir kışkırtmamla Lian'ın son sabrını da bitirirdi, o yüzden onu ilk sıraya almamıştım. İlk sıraya Adara ve Arlo yerleşmişti.

Kıyafetler için geldiklerinde bana seslendiklerini elbette duymuştum. Hatta çantayı da bulmuştum. Diğer duyduğum şey ise nahoş şeylerdi. Lian'ın neden Adara ve Arlo'ya yakınlaşma yasağı koyduğunu bir kez daha anlamıştım ve bu kullandığım ilk şey olmuştu.

Çıplak bir şekilde karşılarına geçmemi elbette hiçbiri beklemiyordu, özellikle de Lian. Beni utandırmak için yaptığı şeyler ve verdiğim tepkiler düşününce elbette öylece karşısına çıkmamı bir plana bağlaması imkânsızdı. Öfkeme vermişti ki bunu da görmüştüm. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamak için kalp atışlarımı dinleyen o Aslan o an bunu bile düşünmemiş, belki de düşünmeye fırsat bile bulamadan Adara ve Arlo gelmişti. Planladığım şekilde düşünmesi için bu yeterliydi.

Az önceki konuşmamla gergin ortamlarını daha da germiştim. Daha şimdiden birbirlerine olan güvenleri sarsılmaya başlamıştı. Çok daha fazlasını yapacaktım, o güveni bir şekilde yerle bir edecektim. Uzun süre sonra en keyif aldığım an bu olsa da yüzüme üzgün ve yorgun bir ifade yerleştirdim. Yaralarımı ilaçlayıp sarmak bana biraz zaman kaybettirecekti ama hemen harekete geçmem de şüphe çekerdi. O yüzden elimdeki sargıyı açtım ve elimdeki ve bileklerimdeki yaralara baktım.

Kaşlarım çatıldı, merhemin acısını daha az hissettirdiğini düşünmüştüm ama çok daha fazlasını yapmıştı. Yanıklar düşündüğümden daha hızlı iyileşiyordu. Yılanlar ilaç konusunda iyiydi ama anlaşılan Aslanlar çok daha iyiydi. Yaralarımı ilaçladım ve sardım. Karnımdaki yara yüzeysel yanıklardan daha az bir ilerleme göstermişti. Bu da Aslanların sadece yanıklar üzerinde iyi işler yaptığının göstergesiydi.

Kimseden uzun süre ses çıkmaması şaşılacak şeydi ama ben yaralarımı ilaçlarken kimse ne bana bakmış ne de kendi aralarında bile tek cümle kurmuştu. Lian yine gözlerini kapatıp eski haline dönmüştü, Arlo düşüncelere dalmış bir şekilde yeni bir dal parçası yontuyordu. Raiden ise ateşin üzerinde bir parça et daha ısıtıyordu. Hepsi konuşmaktan kaçmanın bir yolunu bulmuştu. Kaçamayacakları anlar da olacaktı, bizzat ben sağlayacaktım.

Yaptıkları her şeyin bedelini onlara ödeteceğim!

Ayağa kalktığımda Arlo ve Raiden bana bakmadı ama Lian gözlerini aniden açıp üzerime dikti. "Nereye?"

"Kaçmıyorum," dedim göz devirerek. "Zaten kaçamayacağımı da biliyorsun. Sadece işeyeceğim, istersen gel ve izle."

Kısılan gözlerle bana baksa da başını onaylar gibi hareket ettirdi. "Fazla uzaklaşma."

Dişlerimi sıkarak gülümsedim sadece. Virane binadan çıktım ve etrafıma baktım. Atların olduğu tarafa doğru yürüdüm. Vücut sıcaklığı Adara'nın o tarafta olduğunu haber veriyordu ama ilk işim onu bulmak değildi. Atların yanına geldiğimde bu kez etrafa öylesine bakmadım, yine vücut sıcaklıklarını takip ettim. Binanın içinde kimse kıpırdamamıştı, Adara da fazlasıyla ilerideydi. Yine de hızlı oldum ve atların yularlarını gevşettim. Kendi atımın başını hafifçe okşadım, onu sevmiştim ama planlarım için bunu yapmak zorundaydım.

Gerisini yılanlara bıraktım, etraftaki seslerini de varlıklarını da seziyordum. Sadece yakın mesafeden bir tanesinin bile geçmesi atları ürkütmeye yetecekti. En azından birini çekmek için pantolonumun cebine tıktığım ufak bir parça eti de atların arasına bıraktım ve orada daha fazla oyalanmadan Adara'nın olduğu yöne doğru yürüdüm. Onu büyük bir kayanın arkasında otururken buldum. Adım seslerinden olsa gerek yüzünü çoktan kurulamıştı ama bana baktığında gözlerindeki hafif kızarıklık yine de ağladığını ele veriyordu.

Üzülmemiştim, zerre acımamıştım da. Bana çok daha fazlasını yaşatmışlardı çünkü.

Bunun için bile onu orada öldürebilirdim ama çok hayal kuran biri değildim. Adara'yı belki silahsız bir şekilde etkisiz hale getirebilirdim ama muhtemelen ayak seslerimi duyduğu an zaten tetiğe geçmişti. Sessizlikte bir Aslanın en ufak bir sese odaklanması zor değildi. Risk alırdım. Diğer yandan bu kez çuvallamam demek, Lian'ın beni de Vilas'ı da tamamen gözden çıkarmasına neden olabilirdi. İşte bu hiç riske atamayacağım bir şeydi. O yüzden sinsice ilerlemeliydim, öyle de yaptım.

Yüzüme içimdekilerin aksine durgun bir ifade yerleştirip Adara'nın yanına oturduğumda bir şey söylemedi. "İleri gittim," dedim pişman olmuş gibi. Ben nadiren yaptığım bir şeyden pişman olurdum ve Adara asla o nadiren kısmının içine giremezdi. "Sadece... Öfkelendim ve acısını çıkarmak istedim."

İç çekti, konuştuğunda sesinde öfke yoktu. "Hak etmiştim." Hafifçe güldü ama neşesizdi. "Aslında söylediğin çoğu şey de doğruydu. Sadece sesli duymak... Biraz acıttı."

"Hadi ama!" dedim biraz alaycılıkla. "Öfkeyle söyledim işte. Tamam, birbirimizi sevmiyoruz. Esirinizim de ama birilerinin acısı bana keyif vermez."

Doğruydu, kimsenin acısıyla mutlu olmazdım. Beni mutlu eden acısı da değildi, yaptıklarını karşılıksız bırakmamaktı. Hiçbirinin beni aşağılamaya gücünün yetmeyeceğini hepsine göstermekti.

"Öfkelenmekte haklısın," dedi. Haklı olduğumu biliyordum ama sürekli söylemesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı. "Şu giysi olayı..."

"Çıplak bir şekilde beni karşınıza gelmeye mecbur bırakmak, beni aşağılamak," diye düzelttim kendime mani olamamış gibi.

"Amacım bu değildi," dedi hemen. Biliyordum ama önemi yoktu. "Gerçekten bu değildi. Bunu bilerek yapmadım. Sana seslendim, duyduğunu düşündüm."

"Ve çantayı öylece bir yere bırakıp gittin mi?" dedim öfkeli bir gülüşle. "Seni duyduğumdan nasıl emin olabilirsin Adara? Cevap bile vermemişken üstelik."

"Nehre yakındım!" diye atıldı. "Çantayı da patikanın üzerine bırakmıştım. Arlo gelince..."

Yüzünü ekşitip sustuğunda bu fırsatı kaçırmadım. "Su sesi Adara, su sesinden seni duymamış olabileceğimi hiç düşünmedin bile. Patikadan yürümeyebileceğimi de. İkiniz... Gerçekten şimdi Lian'ın yasağının nedenini anlıyorum."

Başını çevirdi, şüphesiz gözleri yine dolduğu içindi. "Özür dilerim. Aşağılanmış hissettiğin için." Hafifçe güldü, alabildiğine neşesizdi. "Lian hep haklı, hep."

"Tamam," dedim konuyu kapatmak istercesine. "Sorun değil. Bilerek böyle bir şey yapmayacağını anladım. Yüce prens meselesine gelince... Onun işi bu değil mi? Yasaklar ve tehditler." Yine güldü ama bu kez daha sıcaktı. İyi ilerliyordum. "Söylediği her şeyi kabul etmeniz anlamsız olurdu. Emrinde olsanız dahi. Her zaman doğru kararlar alamaz sonuç olarak."

Başını tekrar bana çevirirken kaşları çatıldı. "Neden böyle söyledin?"

"Açık değil mi?" dedim gülerek. "Annenizi bile zehirlemesine göz yummuşsun. Böyle bir şeye nasıl göz yumulur ki?"

"Ne?" dedi, afalladı. "Bunu da nereden çıkardın? Annemi zehirlemedi."

"Yapma Adara!" diye çıkıştım. "Sırf bizi daha da zorlamak için kraliçeye yılan zehri verdi."

"Asra," dedi yüzünü buruşturarak. "İnan bana bunu Lian yapmadı."

"Bunu bana kendisi söyledi," dedim hemen. "O zindanda. Vilas kırbaçlanmaktan baygın düşerken, suçu da bize yıktı. Sen de biliyorsun, neden inkar ediyorsun?"

"Kendisi mi söyledi?" dedi gülerek. Aslında söylememişti ama inkar da etmemişti. "Asra yanlış anladığına eminim çünkü..." Üzerine basarak vurguladı. "Annemi Lian zehirlemedi."

Emindi ve Lian zehirlememişse kimin zehirlediğini de biliyordu. "Kim zehirledi öyleyse?"

Kısa bir an sustu. "Bunu sana söyleyemem ama Lian olmadığına emin olabilirsin. Asla böyle bir şey yapmaz."

Sesli bir nefes verip saçlarımı geriye ittim. Elbette bana öylece güvenip her şeyi anlatmayacağını biliyordum ama zaman geçtikçe öğrenmem gereken şeyler de katlanarak artıyordu. O güveni kazanmalıydım, en azından Adara'nın güvenini kazanmalı ve ondan bilgi edinmeliydim.

"Aile ilişkilerinize anlam veremiyorum," diye mırıldandım doğruyu söyleyerek.

Hafifçe güldü ama yüz ifadesi birden düşünceli bir hal aldı. "Sana bir şey sorabilir miyim?" dediğinde sesi kısılmıştı. Direkt de sorabilirdi, en azından son olanlardan önce öyle yapardı ama bir şeyler değişmişti. Ben sağlamıştım. Mağduriyet çoğu kişide işe yarardı ve Adara'da da öyle olmuştu.

Benim de soracak sorularım vardı ve bu iyi bir başlangıçtı. Üstelik onun tarafından yapılmıştı. Olumlu bir cevap verip çok fazla ılıman bir hava yaratmam şüphe çekeceği için alaycı bir tavır takındım. "Sırf şu an etrafındaki tek kadın olduğum için aşk hayatınla ilgili fikir almak istiyorsan yanlış seçim derim."

"Ah, hayır," dedi o da alayla. "O konuda danışabileceğim son kişi bile olamayacağının farkındayım. Sormak istediğim şey... Ailen?"

Tepkimi kontrol etmekte çok geç davrandım ve yutkundum. İşte yine korku dolu hislerle yüzleştiğim yerdeydim. Bilmiyorlar, dedim kendi kendime. Bilemezler. Bu sadece bir soru.

"Anlatmak zorunda değilsin," dedi sessizliğim üzerine. "Sadece aptalca bir soruydu. Zor şeyler yaşamış olduğun açık, sormamalıydım."

Sözleri beni biraz da olsa rahatlattı. Sadece bir soru, dedim yine kendi kendime ve bu soru ona biraz daha yaklaşmamı sağlayabilirdi. "Öldüler," dedim gözlerimi kaçırarak. "Erkek kardeşlerim Kara Yılan savaşından dönemedi. Annem hastaydı zaten, daha da kötüleşti. Tek kız çocuktum ve anneme bir şekilde bakmam gerekiyordu."

"Hırsızlığa böyle mi başladın?" diye sordu.

Hırsızlık...

Aslında gerçekten biraz da hırsızdım ben. Bazen gizlice gezdiğim yerlerden yiyecekler aşırırdım. Hatta bir keresinde kardeşim Teressa'nın görkemli kıyafetlerinden birini bile aşırmıştım. Onların içinde nasıl görüneceğimi merak etmiştim. Aslında Alissa'dan isteseydim bana kendi kıyafetlerinden verirdi ama buna da gururum izin vermemişti. Kardeşimden bir elbise istemeye izin vermeyen gururum diğer kardeşimden elbise çalarken hiç ses çıkarmamıştı ama sonrasında o elbiseyi giymeme de izin vermemişti. Ben Teressa'nın çaldığım kıyafetlerini giyecek ve aynanın karşısına geçip kendi etrafımda dönerek ona hayranlıkla bakacak biri değildim. Ben çok daha değerliydim, çok daha fazlasını hak ediyordum. Her ne kadar hiçbir zaman o değeri görememiş ve artık hiç göremeyecek olsam da...

Elbiseyi yakmıştım. Anne ve babamın odasını tutuştururken kullandığım bir kumaş parçası kadar önemi vardı. Kendime söylediğim şey buydu en azından. Belki böyle düşünerek sadece kendimi rahatlatmıştım ama işe yaramıştı. Bu yeterliydi.

"Asra?" dedi Adara cevap beklediğini belli ederek.

Kendime gelip geçmişin kirli hayalinden sıyrıldım. Ben bir prensestim. Ben artık hiçbir şeydim ama aslında ben en çok şimdi bir şeydim ve esaretten kurtulduğumda özgürlük benim en güzel elbisem olacaktı.

Ben o özgürlük için savaşacaktım ve eninde sonunda onu alacaktım.

Bir de Vilas'ı... Onsuz bir özgürlük istemiyorum.

"Evet," diye cevapladım Adara'yı. Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Vilas'la böyle tanıştım, hırsızlıktan zindana atılmıştım ve o da cesetleri topluyordu. Annem ben zindandayken öldü ve geriye aile diyebileceğim sadece Vilas kaldı."

Tüm bunları söylerken sakin kalmaya çalıştım, Lian kalp atış hızımdan yalan söylediğimi anlıyorsa Adara da anlayabilirdi ama ona baktığımda kalp atışlarımı dinlemediğini anladım. Benim için üzülmüştü çünkü, artık duygularını daha net gösteriyordu. Bu da bir ilerlemeydi.

"Baban peki?"

Babam... Yalanlarım arasına bir baba figürü yerleştirmemiş miydim? Bunu nasıl atlardım? Kendime küfrettim içimden. "Ben küçükken ölmüş, onu hatırlamıyorum bile."

"Bir Yılan ama değil mi?" dedi hemen.

Gözlerimi tekrar ona çevirdim ve yüzümü buruşturdum. Bu çok aptalca bir soruydu. "Elbette bir Yılan çünkü ben bir Yılanım. Bu zamana kadar anlamaman çok acı."

"Annen peki?"

Yüzüm daha da buruştu. "Adara sen iyi misin? Çünkü şu an mantık dışı sorular soruyorsun."

"Neden?" dedi bunu gerçekten sorarak.

"Neden mi?" dedim gülerek. "Irkların karışamaması bir yana, Yılanlar kendi türünden başka bir türle birleşemeyen tek ırk. Bu zamana kadar hangi bilgiden mahrum bırakıldın; ilki mi, ikincisi mi?"

Sadece gülümsedi ve önüne döndü. "Haklısın, saçmalıyorum. Peki, kardeşlerin... Onlar da mı..."

"Adara!"

Güldü. "Sadece şakaydı ama bu kez mantıklı bir soru soracağım."

"Şüpheliyim."

"Zindanda sana saldıran kadın," dedi beni duymadan. "Bunu neden yaptı?"

"Bilmiyorum," dedim, aslında içten içe bu konuya girmesine sevinmiştim. "Bir şeyler zırvaladı, anlamadığım için ona yaklaştığımda oldu. Aptalca davrandım aslında."

"Ne söyledi peki?"

Kısa bir an sustum. Ona söylemeli miydim? Söylemezsem cevaplara ulaşamazdım. Bu artık riske alacağım bir durumdu.

"Canlandıran denen bir şeylerden bahsetti. Öldürülmesi söyledi, delirmiş gibiydi. Bana saldırdı, sonra da kendini öldürdü zaten."

İfadesini izledim. Canlandıran kısmına hiç takılmadı, biliyor gibiydi aslında. O halde Lian bunu ya Arlo'nun ya da Raiden'ın bilmesini istemiyordu. Belki de her ikisinin de. "Irkı neydi?" diye tereddütle sordu Adara.

"Baykuş," dediğimde gözleri kısıldı.

"Ve bunları söyleyip sana saldırdıktan sonra kendini öldürdü öyle mi?"

"Söyledim sana," dedim hemen. "Kadın delirmişti. Kendini düşünmeden prensin kılıcına itti."

"Acısız bir ölüm istemiş olmalı," dedi Adara durgunlaşan sesiyle.

"Anlamadım, acısız bir ölüm de ne demek?"

Adara'nın dalgınlaşarak uzun uzun bana baktı. "Canlandıran öldürülmedi," dedi yüzü gibi dalgın bir sesle. "Lian seni kurtardı ama."

"Adara," dedim tereddütle. "Canlandıran ne demek?"

"Görülerde birçok Kutsal Varlık'tan bahsedilir." Başımı çevirdiğimde Lian'ı gördüm ve tüylerim ürperdi. Bu bana kimseye söyleme demesine rağmen konuyu kardeşine açtığım için bir tedirginlik değildi. Başka bir şeydi ama nedenini kendim bile anlamamıştım.

Lian kardeşine baktı, gözlerini tekrar bana çevirdi. "Şifa Veren, Haber Getiren, Canlandıran, Hükmeden, Yok Eden ve daha başka kutsal varlıklar. Bu varlıklardan üçü en önemlileridir. Üç Kutsal Varlık... Kutsal Varlık'lardan biri, diğerini kullanarak yıkım getirecek." Tam karşıma geçti ve gözlerimin içine baktı. "Canlandıran'ı."

Daha da fazla ürperdim. Hava ılıktı ama ürperti beni üşütmeye yetmişti.

"O yüzden Canlandıran öldürülmeli," diye mırıldandı Adara, bir mısra okur gibi.

"Öldürmeli miyim Adara?" dedi Lian, hala bana bakıyordu.

Ne saçmalıyorlardı bilmiyordum ama bu tavırları beni ürkütmek içinse başarıyorlardı.

Adara başını kaldırıp ona baktı. "Sen seçimini zaten yapmış gibisin kardeşim."

"Hala geç değil," dedi Lian.

Gergin bir şekilde güldüm. "Siz delirmişsiniz. Bu ne? Yeni korku oyunu mu? Şimdi de kehanet zırvalığını mı kullanacaksınız?"

"Görü," dedi Adara. Daha çok da beni düzeltir gibiydi. "Kehanet tek yönlüdür, tek bir sonucu vardır. Görü ise değişkendir. Seçimlere göre değişir."

"Görü..." diye tekrarladım. "Baykuşların sahip olduğu güç."

Zindandaki Baykuşu hatırladım. Beni nasıl öldürme güdüsüyle dolduğunu.

Canlandıran öldürülmeli...

Nasıl bir şeyin içine düşmüştüm ben böyle?

"Zindanda seni öldürmeye çalışan Baykuş görü gücü olan bir Baykuştu," dedi Adara. "Her Baykuşun görü gücü vardır ama çoğu önemsiz ve siliktir. Eğer bir Baykuşa görü gücü var deniyorsa o gerçekten kuvvetli görülere sahip biridir ve bu güç çok dikkat gerektirir. Söylediklerin dolaylı olarak kaderi değiştirebilir. Doğrudan ise müdahale edemezler."

"Çünkü bu onları öldürür," dedi Lian. Kadının çürümeye başlayan bedenini bana verdiği zehirden dolayı bir sanrı sanmıştım ama gerçek olduğunu şimdi anlıyordum. Adara'nın acısız bir ölümden kastettiğini de. Kadın öleceğini biliyordu ve bu ölüm belli ki acısız bir ölüm olmayacaktı. Bu yüzden Esilian'ın kılıcınının önüne atlamıştı.

Şimdi ise aynı kılıç benim boynumdaydı. Lian kılıcını aniden çekip sivri ucunu boynuma dayamıştı. Kaskatı kesildim. "Onun görüsü belli ki yıkım getireceğini haber veriyor. Öldürülmen gerektiğini..."

Baykuş görüsüne doğrudan müdahale etmişti. Bu da ölümüne bir kapı aralamıştı, aynı zamanda benim de Canlandıran olduğumu bir nevi doğrulamıştı. Kabul etmek istemesem de bunlar gerçekti ama mantığımın kabul ettiği bu gerçeği dillendirmeyecektim. Eğer birileri, çoğu, öldürülmemi istiyorsa o gerçeği sonuna kadar inkar edecektim.

"Kes şunu!" dedim ve yutkunmamak için kendimi zorladım. "Ben Canlandıran falan değilim. Sana söyledim, o kılıç..."

"Asra!" diyerek sözümü kesti ama kılıcı indirmedi. "Daha önce de görü gücü olan Baykuşlarla konuştum. Hatta biri bana Canlandıranla karşılaşacağımı söyledi. Bir diğeri ölmesi için tek şansım olacağından bahsetti. Şu an o anda mıyız sence? Tek şansta."

Adara sonunda kıpırdandı ve kılıcı nazikçe tutup boynumdan çekti. Bunu ondan beklemediğim için şaşırarak ona baktım. Lian'ın da gözleri onu bulmuştu. "Lian," dedi Adara durgun bir sesle. "Sen o seçimi çoktan yaptın. Bir avuç Ateş Tozu ile."

⚔⚔⚔

Merhaba Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki, ya bölüm?

Asra yılanlıkta sınır tanımıyor, siz ne dersiniz 😈

Raiden'dan arakladığı planını nasıl buldunuz?

Ve ve ve yine aynı soru: Lian, Asra'yı öldürür mü sizce?

Atların kaçışını içerek planımız sizce tutar mı?

Yoksa diğer bölüm bizi başka bir sürpriz mi bekliyor?

Lütfen oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın!!!

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz

Der ve S.Mare kaçar 💃

Continue Reading

You'll Also Like

775 117 16
İki genç aşık. İki yaralı kalp lakin biri katil biri maktül. Kayla, ilk aşkı için yapamayacağı hiç bir şey yokken ihanet ile sarsılır. Geçmişin kapıs...
807K 18.6K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
116K 14.3K 32
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
VİSAL By Kelebek

Fanfiction

27.6K 1.9K 25
Gelen sesleri duyuyorum.Boğuk boğuk, gidip geliyor.. Bir inilti çınlıyor kulaklarımda, birileri olabildiğince ıstırap çekiyor. Bir sahne bu, sahnede...